4 Temmuz 2010 Pazar

Uzlaşma Kurumu ve 5560 Sayılı Yasanın Getirdikleri

Av.Ender Dedeağaç

(Bu yazı www.inisiyatif.net sitesinde 03.07.2007 tarihinde yayınlanmıştır.)
TCK ve CMK da yapılan değişikliklerin ardı arkası kesilmemektedir. Kanımca bu durum hukuk ile uğraşan ve/veya ekmeğini ondan kazananların irdelemesi gereken bir oluşumdur. Çünkü hukuk, zaman zaman toplumun var olan yapısını kurallar halinde tanımladığı gibi zaman zamanda toplumun ulaşması istenilen haline varabilmek yani toplumu yeniden yapılandırmak için gereken kuralları da yazılı hale getirmektedir. O halde, AB nin zorlaması ile yapılan değişiklikler ya da yapıldığı iddia edilen değişikliklerin bir kısmı ya yönetilenler tarafından kabul edilmemekte ya da yönetenler tarafından uygun bulunmamaktadır. Bu nedenle de sık sık yasa değişikliğine gereksinim duyulmaktadır. Böylesi bir tutum son derece sakıncalıdır. Günlük olarak giydiğimiz giysilerin kalıplarının modellerini bile, bu denli sık değiştirdiğimizde aynada kendimizi garipsediğimiz gibi çevremiz tarafından da yadırganırız. O halde yasalarımızın uzun ömürlü olmasına, çıkarıldığı aşamada toplumun gereksinimlerine cevap verecek nitelikte bulunmasına özen göstermeliyiz. Bu özen yasama organı tarafından gösterilmesi gerekli bir özen olduğu gibi yasaların hazırlanmasında katkıları bulunan bilim insanları, Adalet Bakanlığı, ilgili bakanlıklar bürokratları, TBB ve diğer meslek odaları tarafından da gösterilmelidir.

Kişisel kanıma göre yasa hazırlamasında yapılan en büyük hata, yasanın hazırlanmasında, sosyologlara/toplumbilimcilere gereken görevlerin verilmemesinde ve saha çalışması yaparak toplanması gereken verilerin toplanmamasındadır. Bu nedenle, bilim insanının ve konu ile ilgisi olduğu düşünülen kişilerin bir araya gelerek kendi deneylerine ve kişisel yorumlarına dayalı olarak saptadıkları toplumsal hataları ve bu hataların giderilmesi için gerek duydukları kuralları, bir birlerine aktarmaları sonucunda, vardıkları uzlaşma, yasanın metninin oluşmasına neden olmaktadır. Bu metin, en az yasa hazırlayanlar kadar canlı bir yapıya sahip olan toplumun düşüncelerinin, istemlerinin yasa metnine aktarılmasını önlemektedir. Toplum dediğimizde elbette sayısal çoğunluğu anlamamaktayız. Çünkü topluma yön veren yapılar ile sayısal çoğunluk bir birinden farklı olmaktadır. Sözün kısası, yasa hazırlarken, sosyologlara, siyaset bilimcilere kısaca toplum bilimcilere gereken önem verilmeli, onlar tarafından saptanacak olan gereksinimler ve ulaşılması istenilen toplum modeline göre önerilen çözümler dikkate alınmalıdır.

5237 sayılı TCK ve 5271 sayılı CMK nın hukukumuza kazandırdığı söylenilen UZLAŞMA KURUMU 5560 sayılı yasa ile yapılan değişiklikler nedeniyle önemli değişikliğe uğramıştır. Bilindiği gibi,5560 sayılı yasa tarafından gerçekleştirilen değişiklikten önce, Cumhuriyet Savcıları tarafından yapılan çalışma ile suçun var olduğu ve bu suçun soruşturması ve kovuşturması takibe bağlı suçlardan olduğu saptandığında, C.Savcısı tarafından, uzlaşma kurumunun uygulanmasına karar verilmekteydi. Değişiklik bu ilkeyi aynen korumuştur. Ancak, uzlaşma kurumunun uygulamasına karar verilmesinden sonra ki aşamada önemli değişiklikler getirmiştir.

Bunlarda bir tanesi, uzlaşmanın başlayabilmesi için şüpheliye sorulması zorunlu olan “suçtan dolayı sorumluluğunu kabul edip etmediği” sorusu ve şüpheli tarafından buna verilmesi gereken “sorumluluğun kabul edildiği ve suçtan dolayı verilen maddi ve manevi zararın giderileceği” cevabına gerek duyulmamasıdır. Kanımca bu olumlu bir değişikliktir. Her ne kadar, bu soru ve buna verilecek cevap, bazı hukuk sistemlerinde kabul edilmiş hatta onarıcı adaletin gereği olarak belirtilmiş ise de, bizim toplum yapımıza uygun düşmemekte idi. Her ne kadar toplum bilimci olmasam da, bu uygulamanın, çocukluktan beri, hiçbir suçu kabul etmemesi öğretilen, hatta zaman zaman suçları ya da hataları anne-baba-komşu tarafından bile örtülen bir toplumun insanı olarak, bir suçun sorumluluğunu kabul etmemi benden kimsenin beklememesi gerektiğini bilmekteydim. Bu nedenle, uzlaşma konusunda Ankara Barosunda yapmış olduğum atölye çalışmalarında ve Ankara Barosu web sitesinde yayınlanan bu çalışmaya ilişkin notlarımda da belirttiğim gibi, yasanın değişiklik öncesinde var olan bu soru, uzlaşmayı engelleyen bir yapı özelliği göstermekte idi, kalkması uzlaşmanın yararına olmuştur. Ayrıca, bu soruya olumlu cevap verilmiş olması ve uzlaşmanın sağlanamaması halinde, soruşturma ve kovuşturma aşamasında C.Savcısı ve hâkime olumsuz etki yapacağı da bazı düşünürler tarafından hatta bazı C.Savcısı ve hâkim tarafından da belirtilmiş bir sakınca idi.

Değişiklik, söz konusu sorunun, sorulmasını kaldırmış buna karşılık C.Savcısının, şüpheliye uzlaşma hakkında bilgi vermesi zorunluluğunu getirmiştir. Bu da olumlu bir davranıştır. Böylece şüpheli kendisine önerilen hukuki uygulama sonucunda elde edeceği hakları ya da kaybedeceği hakları anlayacak ve alacağı kararda bilinçli davranacaktır. Her ne kadar bu bilgiler, şüpheliye kendisine hukuki yardım sunan avukat tarafından aktarılabilecek bilgiler ise de, bu bilgilerin C.Savcısı tarafından aktarılması, toplumsal yapımız açısından daha olumlu bir davranıştır.

Değişiklik ile taraflara uzlaşma isteyip istemediklerine ilişkin soruların tebliği ve onların cevaplarının beklenmesine ilişkin kurallarda da değişiklikler yapılmıştır. Bunlarda olumlu değişikliklerdir. Ancak, suça ilişkin soruşturmanın ve kovuşturmanın yapılmasının şikâyete bağlı olduğu göz ardı edilmiş ve kanuni temsilciye yapılan tebligatın geçerli olduğu hüküm altına alınmıştır. Bilindiği gibi, şikâyete bağlı suçlarda, şikâyetçinin iradesi önem taşımaktadır, yıllardır süren uygulama bu yöndedir. Bu nedenle, kısıtlı kişilerin iradelerinin dikkate alınması gerektiğine inandığım için bu hükmün MK ve yerleşmiş Yargıtay kararlarına aykırı olduğunu düşünmekteyim.

Kanımca yasada yapılan değişiklik ile uzlaşma yöntemi kısmen de olsa terk edilmekte ve ADR de bir başka yöntem olan pazarlık kabul edilmektedir. Çünkü uzlaşmanın olabilmesi için, yargıda görevli hâkim ve savcı dışında, dışarıdan bir uzlaştırmacının görev alması gerekmektedir. Hâlbuki değişiklik ile uzlaşmanın öncelikle C.Savcısı tarafından gerçekleştirilmesi ilkesi benimsenmiştir. İşte ADR çalışmasının bizzat C.Savcısı tarafından gerçekleştirilmesi, uzlaşma yerine pazarlık yönteminin benimsendiğini ortaya koymaktadır. Eğer C.Savcısı, bu görevi bizzat gerçekleştirmek istemez ise, yani pazarlık yöntemini uygulamak istemez ise barodan bir avukat ismi isteyebileceği gibi avukat olmayan bir hukukçuyu da uzlaştırmacı olarak atayabilecektir. Yani bu kez uzlaşma ilkelerini uygulayacaktır. Ülkemde yaşayan pek çok insan gibi, benimde uzlaşma ve benzeri uygulamalardan ötürü pratiğim bulunmamaktadır. Ancak, iki ayrı yolun, iki ayrı modelin seçilmesinin doğru olmadığını hele hele yapılan bu ikili seçime rağmen uygulanması gereken kuralların ayrıma tabi tutulmamasının bir hata olduğunu söylemek zorunda olduğumu düşünmekteyim. Yoksa pazarlık ya da uzlaşma yöntemlerinin bir birleri ile olan üstünlüğünü en önemlisi hangisinin, ülkemin gerçekleri ile bağdaştığını tartışmak ya da belirtmek benim altından kalkabileceğim bir çalışma değildir.

Kanımca, değişiklik ile oluşturulan bu durumdan ötürü, öncelikle TBB eleştirilerimi sunmakta yarar görmekteyim. Bilindiği gibi, değişiklik öncesinde, uzlaştırmacı görevi, ancak avukatlar tarafından gerçekleştirilebilecek bir görev olarak hüküm altına alınmıştı. Bu nedenle, taraflar ya birlikte bir avukatın uzlaştırmacı olarak atanmasına karar verip bunu soruşturmayı yürüten C.Savcısına bildirmekte ya da taraflar anlaşamadıkları için soruşturmayı yürüten C.Savcısı bir isim bildirilmesini barodan istemekte idi. Bu uygulama, öncelikle, yargılamada görevli C.Savcısı dışında bir kişinin uzlaştırmayı gerçekleştirmesi açısından, pazarlık yöntemi dışında kalan, uzlaşma yöntemine uygun bir davranış olması nedeniyle kanımca daha doğru idi. Üstelik bu yöntem, kanımca onarıcı adalet diye tanımlanan uygulamaya daha yatkındır. Çünkü taraflar kendi ortak iradeleri ile uzlaştırmacıyı görevlendirmektedirler. Böylece, uzlaşmanın temelinde yatan, uzlaştırmacıya güven, sorunu birlikte çözmek, barış halinde yaşama istemi, bu uygulamada somut olarak görülmektedir.

Uzlaştırmada, görevli C.savcısının uzlaştırmacı sıfatı ile görev alamayacağını belirttikten sonra, avukat olmayan hukukçu ile ilgili düşüncelerimi belirtmek isterim. Uzlaşma kurumu ve bu kurum içinde yer alan uzlaştırmacının avukat olması diye bir şart bulunmamaktadır. Çünkü uzlaştırmacının görevi, ne tarafların haklarını korumak nede varılan sonucun yasa maddelerine uygun olmasını sağlamaktır. Uzlaştırmacı, tarafların görüşmelerinin gerçekleşmesi, bu görüşmelerden bir sonuç alınması ve uzlaşması için gayret sarf eder. Bu görevi nedeni ile birkaç temel kural dışında hukuk bilmesine gerek yoktur. Onun bilmesi gereken, uzlaşma toplantılarının yürütülmesi ile ilgili olan bilgi ve becerilerden ibarettir. Buna rağmen bizde olduğu gibi bazı ülkelerde, bu görevin avukatlar tarafından yapılması hem kural olarak hem de uygulamada benimsenmiştir. Diğer bir anlatımla, vazgeçilmez bir şart olmamakla beraber, uzlaşmanın avukatlardan seçilmesi ilkesi, mesleğin ekonomik çıkarları açısından kazanılmış bir hak olmasa bile bir avantaj idi. Yaşadığımız günlerde, gerek birey olarak gerek meslek olarak kazanılmış bir ekonomik avantajın, bir başkası ile hem de hiç mücadele etmeksizin paylaşılmasına rıza gösterilmesine aklım ermemektedir. Ekonomik yararları savunmak eskiden olduğu gibi ayıp sayılmadığına ve Avukatlık Yasasına göre bunu sağlamakta meslek odasının görevi olduğuna göre, bu avantajı kaybetmiş olmayı hem de bizden kaynaklanan hatalar nedeniyle kaybetmeyi içime sindirememekteyim.

Benim kanıma göre, öncelikle avukatlara verilmesi gereken uzlaşma kültürünün verilmesi için gereken çaba barolarca, eğitim kurumlarınca vb gösterilmemiştir. Yasanın yürürlüğe girmesinden önce ve sonra bu konuda çalışan kişiler Yenisey hoca ve birkaç kişi ile sınırlı kalmıştır. Uzlaşma kültürünün topluma yayılması için ise hiçbir çaba sarf edilmemiştir.

TCK ve CMK nın değişmesi söz konusu olması ile Yargıtay pek çok davayı sonuca bağlamamış ve bekletmiştir. Yasa değişince bu davaları topluca karara çıkarmış ve uzlaşma yönünden yeniden değerlendirilmesini hükme bağlamıştır. İlk kez çek yasası ile uygulamada gördüğüm hala yadırgadığım bir tutumla TCK ve CMK değişikliğinde de görüşülmekte olan bir yasaya dayalı olarak Yargıtay karar vermekten kaçınmıştır. Unutulmaması gereken bir noktayı görmezden gelmiş ve TCK ya da MK nın kaç yıldır değiştirilmesi için çalışıldığını unutmuştur. Yargının tek dayanağının hüküm anındaki yasa olduğu gerçeği yerine yasamaya ve yürütmeye ilişkin bazı kaygıları benimsemiştir. Bu tutumun sonucu olarak, yerel mahkemelerde bir anda uzlaşma kurallarının uygulanması gerektiği belirtilen pek çok dava oluşmuştur.

Uzlaşma kurallarının uygulanması gereken pek çok dava demek pek çok uzlaştırmacı avukata gereksinim var demek olduğuna göre, baroların özellikle ilişkilerin daha kopuk yaşandığı Ankara, İstanbul gibi büyük kent barolarının bu konuda gereken hazırlıkları çok önceden sağlaması gerekiyordu. Ancak, yapılan hazırlık ile ilk anda doğan ihtiyaç bir birini karşılamadı ve yargının istediği organizasyon sağlanamadı.

Ayrıca, yerel mahkemeler, uzlaşma hükümlerini uygulamak yerine taraflara şikâyetten vazgeçmeyi önerdi ve eğer uzlaşma olursa şikâyetten vazgeçmeye göre işlem yaptı. Eğer uzlaşma istenmiyor ise, bunu zapta geçirmekle yetindi. Topluma uzlaşma kültürü verilmediğinden, Yargıtay’dan sadece uzlaşma açısından bozuk olarak gelen pek çok dosyada, önceki hükümle mahkûm olmuş sanıklar bile avukatlarının uyarılarına rağmen hala beraatlarını talep ettiler ve uzlaşmaya yanaşmadılar.

Uzlaşma yerine şikâyetten vazgeçme yöntemi C.Savcılığınca da benimsendi.

Gerek hâkimler gerekse C.Savcıları uzlaşma ile daha doğrusu ADR ile yetkilerinin ellerinden alındığı kanısına düştüler ve geleneksel bir davranış modelini seçerek uzlaşmaya karşı çıktılar.

Kanımca TBB ve barolar, yukarıda saydığım konularda gereken çalışmaları yapmalı, örneğin C.savcıları ya da hâkimler tarafından uzlaştırmacı talep edildiğinde hiçbir aksamaya yer vermeden gereken görevlendirmeyi hem de uzlaştırmacı eğitimi almış kişileri görevlendirerek gerçekleştirmeli idi. Ayrıca, tarafları temsil eden avukatlara da uzlaşmaya katılmanın yararları ve uzlaşma boyunca uygulanması gereken hukuk kurallarına ilişkin bilgiler verilmeli ve elde edilmesi gereken beceriler kazandırılmalı idi. Kısaca, meslek odaları, uzlaştırmayı başlatacak meslektaşların bilgi ve becerilerini arttırmalı, uzlaşmanın başlaması için gereken talebin artmasına neden olmalı, uzlaştırıcı avukatın seçimini taraf avukatlarının yapabilmesi için gereken önlemleri almalı, örneğin uzlaştırmacının öz geçmişini, eğitimini, uzlaşmada gösterdiği başarı ya da başarısızlıkları izleyebileceğimiz listeleri hazırlamalı, en önemlisi, taraf avukatına bu seçimin kendisi tarafından gerçekleştirilmesinin, uzlaşma kültürüne ve tarafların yararına bir davranış olduğu anlatılabilmeli idi.

Bunların yapılmamış olması nedeni ile kaybettiklerimizin bilincinde olmak ve yanı zararlara yol açmamak bile meslek açısından olumlu bir davranıştır. Bu nedenle, yeni düzenlemeye göre, uzlaştırmacılık görevinin uzlaştırmacı avukatlar dışında, önce bizzat C.Savcıları tarafından gerçekleştirileceği, eğer C.Savcıları bu görevi yapmak istemezler ise, avukat olmayan hukukçuları da uzlaştırmacı olarak atayacaklarını unutmamak zorundayız.

Avukat olmayan hukukçuların bu görevi yerine getirmelerinde uzlaşma kurumu açısından bir sakınca bulunmadığı düşüncesindeyim. Hatta bazı ülkelerde, avukatlık görevi üstlenmemiş emekli hâkimlerin, savcıların ve noterlerin bu tür görevlere öncelikle atandıkları belirtilmektedir.

Ancak, burada, baroya kaydını yaptırmamış, bu nedenle meslek kuralları ile sınırlandırılmamış bir rakiple karşı karşıya kaldığımızı, unutmamalıyız. Avukat olmayan hukukçu, onurlu davranmayı ilke edinmiş olsa bile, yaptığı işle ilgili olarak ekonominin kurallarına göre davranmak zorunda olduğunu bilmektedir. Bu nedenle, bu kişi, en azından, reklâm sınırlarına ulaşmasa bile bir tanıtım çalışması yapacak hatta haksız rekabet oluşturmayacak şekilde rekabetin kurallarını da uygulayacaktır. En basitinden, uzlaştırmacılık yaptığına ilişkin bir broşür bastırabilecek bunu, öncelikle C.Savcısı ve hâkimlere bir sonraki aşamada da ise taraf temsilini gerçekleştiren avukatlara ulaştıracaktır. Bu yasalara uygun ve aklın emrettiği gayret bile, avukat olmayan hukukçu ile avukat arasında en azından tanıtım açısından bir farkın doğmasına neden olacaktır.

Kanımca TBB meslektaşlarımla avukat olmamış hukukçular arasında doğması kaçınılmaz bu dezavantajı değerlendirmek ve çözüme kavuşturmak zorundadır. Çözüm için yasa değişikliği gibi, aşılması güç bir hedef belirlemek yerine var olan yasa çerçevesinde nelerin yapılması gerektiğini tartışmak ve buna göre çözüm üretmek bence en akılcı yol olacaktır.

Yapılan bu değişiklik ile tartışma konusu olan bir husus daha doğrusu dolaylı olarak çözüme kavuşturulan bir husus olan, diğer kanunlarda yer alan soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda, uzlaşma kurumunun uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin soru artık. CMK nın 253/2 maddesi hükmü ile çözüme kavuşturulmuştur.

Yasa prensip olarak soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçları uzlaşma kapsamında değerlendirmiş olmasına rağmen 253 madde de yapılan değişiklikle maddenin 3 fıkrasına “ Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez” hükmünü getirerek, bu konuda bir istisna yaratmıştır.

Yasanın 253 maddesi 4 fıkrası ile adli kolluk görevlisine görev verilmiştir. Verilen bu görev konusunda unutulmaması gereken en önemli husus;253/4 madde ile adli kolluk görevlisine verilen görevin, sadece tebligatın yapılması ile ilgili olduğudur. Bu görevin uzlaşmayı kapsamadığıdır. Bu açıklamayı yaparken, günümüzde uygulamadan, bir an önce dönülmesi gerektiğini ve kolluk görevlileri tarafından yapılan soruşturmada, tarafların barışarak ya da kolluk görevlileri tarafından barışmaları sağlanarak, hiç başvuru yapılmamış gibi işlem kapatmak yerine, kolluk görevlilerinin uzlaşmaya hiç karışmaması gerektiğini eğer taraflar anlaşmış iseler şikâyetten vazgeçme işleminin yapılması ile yet inilmesi gerektiğini ve yapılan işlemin C.Savcısı tarafından kontrolüne olanak verilmesinin şart olduğunu söylemek gerekmektedir.

Yasanın 255 maddesi failin birden fazla olması halini düzenlemiştir. Buna karşılık 253/7 maddesi ise mağdurun birden fazla olması halini düzenlemiştir. Eğer fail birden fazla ise, uzlaşmadan yararlanmak isteyen ve uzlaşan her bir fail için diğer faillerin uzlaşıp uzlaşmadığına bakılmaksızın uzlaşma uygulanır hâlbuki mağduru birden fazla olması halinde tüm mağdurlarla uzlaşmanın sağlanmış olması gerekir mağdurların her hangi birinin uzlaşmayı kabul etmemesi uzlaşmayı uygulanamaz hale getirir

Uzlaşma prosedürünün başlayabilmesi için, savcılık tarafından yapılan uzlaşma önerisinin taraflarca kabul edilmesi gerekir. Uzlaşma prosedürünün başlaması ile birlikte, zamanaşımı durur. Yasanın eski halinde de zamanaşımının duracağı belirtilmiş olmasına rağmen değişiklik ile bu konu tartışmaya yer bırakmayacak şekilde hükme bağlanmıştır. Yeni 253/21 maddesine göre “Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduğu tarihten itibaren uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç uzlaştırmacının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet Savcısına verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava zamanaşımı işlemez.”

Uzlaşmanın başlamasından itibaren 30 günlük süre içinde uzlaşma bitirilmelidir. Zorunlu hallerde savcılık tarafından bu süreye 20 günlük bir ek süre verilebilir. Bu süre içinde taraflar uzlaşmış iseler uzlaşma C.savcısının onayına sunulur. C.Savcısı “uzlaşmanın tarafların özgür iradelerine uygun olduğu kanısına varırsa ve edimin hukuka uygunluğuna karar verir ise” onaylama yetkisini yerine getirir. Eğer onaylama yapılmış ise, soruşturmaya yer olmadığına karar verilir. Eğer onaylanmamış ise soruşturmaya devam edilir.

Uzlaşmanın sonuçsuz kalması halinde yeniden uzlaşmaya gidilemeyeceği yasa tarafından açıkça belirtilmiştir. Kanımca, uzlaşmanın savcılık tarafından onaylanmaması hali de uzlaşmanın sağlanamaması hallerinden biridir. Bu durumda da tarafların tekrar uzlaşma yapmaları mümkün değildir. Buna karşılık tarafların yıllardır uyguladığımız klasik yöntemi uygulayarak uzlaşmanın ikiz kardeşi olan şikâyetten vazgeçme ve Avukatlık Kanunun 35/a maddesine uygun olarak hazırlanan sulh ile olayı çözüme kavuşturmaları olasıdır. Bu yöntemin uzlaşma yöntemine başvurmadan da uygulanması olasıdır. Üstelik burada savcılığın onaylama hakkı bulunmamaktadır.

Değişiklik ile getirilen yeni maddeye göre tarafların uzlaşmayı ret etmiş olması halinde, taraflar en geç iddianamenin hazırlandığı tarihe kadar uzlaşma tutanağını C.savcısına sunarak uzlaşma hükümlerinden yararlanabilirler. Burada da yukarıda belirttiğimiz gibi, şikâyetten vazgeçme yokunu ve Av.K 35/a maddesini hatırlatmakta yarar bulunmaktadır.

Daha öncede söylediğim gibi yasanın bu hale dönüşmesinde üç faktör rol oynamıştır. Bunlardan biri savcıların görev alanında daralma oluşması ve bunun yetki kaybı olarak değerlendirilmesi, ikincisi, avukatlara karşı güvensizlik üçüncüsü ise avukatların hazırlıksız yakalanmasıdır. Hâlbuki bunların bir kısmı belirli kesimin düşüncesidir. Bir kısmı ise, Yargıtay dâhil olmak üzere yargının tamamının yerel mahkemelerin iş yükünün artmasına neden olmasıdır.

Yasanın gerek eski hali gerekse yeni hali uzlaşma toplantılarının gizliliğini ve uzlaşma toplantılarında yer alan hususların ileride delil olarak kullanılmaması ilkesini benimsemiştir. Toplantıları savcı yöneteceğine göre, sanığın uzlaşma toplantılarının gizliliğine ilişkin düşüncelerinin ne olacağını sizlerin tahminlerinize bırakıyorum. Böylesi bir durum sanık açısından uzlaşmanın istenmemesi halini doğuracağı gibi savcıyı da zor durumda bırakacaktır. Çünkü savcılar bir birini izleyen iki aşamada, bir birlerine taban tabana zıt iki ayrı rolü benimsemek zorunda kalacaklardır.

C.Savcısının uzlaşma yapısı içinde yer almasına olanak veren, C.Savcısı ile uzlaştırmacının görüşmesi, uzlaştırmacının C.Savcısından talimat alması, Uzlaştırmacının ücretinin C.Savcısı tarafından takdir edilmesi, değişiklik ile getirilen ve kanımca kabul edilmesi mümkün olmayan bir konudur.

Uzlaşma toplantılarına tarafların bizzat ve/veya vekil veya müdafi ile katılması zorunludur. Aksi takdirde uzlaşma olmaz.

Yasanın eski halinde olduğu gibi uzlaşmanın yapılması gerektiği halde yapılmamış olduğu kovuşturma aşamasında anlaşılırsa bu maddeleri uygulamak mahkemenin ve yargıcın görevidir.

Yapılan değişiklik ile uzlaşma sonucu verilecek kararlar için kanun yolunun açık olduğu hükme bağlamıştır.

ÖZETLE, Yapılan değişiklik bazı aksaklıkları, boşlukları gidermiştir. Ancak, savcıları uzlaşmanın odak noktası haline getirerek, kanımca uzlaşma kurumunun gelişmesini engellemiştir.

Yasanın yeni halinde yer alan uzlaştırmacının avukat dışında da atanabileceğine ilişkin kuralın hukuka ve mantığa uygun olduğunu ancak bir meslek mensubu olarak oluşan bu yeni durum nedeni ile aleyhimize oluşacak rekabet koşullarını gidermek için neler yapılması gerektiğine karar vermek ve hemen uygulamak zorunda olduğumuzu düşünmekteyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder