16 Aralık 2018 Pazar

AVUKATLIK SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI ALACAK DAVALARI VE BİR TÜRLÜ ÇÖZÜLEMEYEN GÖREV PROBLEMİ


Av. ENDER DEDEAĞAÇ
İstanbul’da yapılan, konuşmacı olarak katıldığım bir toplantıda, hakimler için “meslek kardeşim” dedim diye, bir hakim tepki vermişti. Haklı olmama rağmen birini üzmüş olmaktan öte üzülmüştüm. O hakimi üzmüş olmaktan doğan üzüntümde bir eksilme olmamakla beraber, haklılığım konusundaki düşüncelerim her geçen gün artmaktadır.
Bir meslektaşımın vekili olarak açmış olduğum, aynı kişiye karşı ( meslektaşımın aynı vekil edenine ), aynı anda açmış olduğum, ödenmeyen vekalet ücretinden kaynaklı  iki alacak davasından biri asliye hukuk mahkemesinde diğeri tüketici mahkemesinde görülmektedir. Bunu anlamak mümkün değildir.
Bu yazının başında, meslektaş olduğumuzu söyleyen meslek kardeşimiz hakimler var ya, onlara sormak istediğim bir soru var. Sizler kendinizin yada kardeşinizin, ekmek parasını elde etmek için verdiği uğraşta, onun ekmek parasına ulaşmasını engeller misiniz ? Sizin yada kardeşinizin çocuklarına süt parası kazanmasını, kendisine kışlık bir palto almasını yada ev kirasını vermesini hatta sofrasında eksiklikler olmasını ister misiniz?. Elbette istemezsiniz. O zaman neden vekalet ücretinden kaynaklı alacaklarımızın hangi görevli mahkemede görülmesi gerektiğine ilişkin son derece basit bir konuyu aydınlığa kavuşturmazsınız?
Konunun hukuki boyutunu değerlendirmekte de yarar bulunmaktadır. 2013 yılında yürürlüğe giren Tüketici yasasında, vekalet akdinden doğan uyuşmazlıkların tüketici mahkemesinin görevine girdiği hükme bağlanmıştır. İşte bu yasa değişikliği ile birlikte, avukatlık sözleşmesinden/avukatın ücretine ilişkin davalarda,  görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu konusunda adeta bir karmaşa yaşanmaya başlamıştır.
Tam Ankara Bölge Adliye Mahkemesi yetki alanında kalan mahkemeler için , istikrarlı bir şekilde asliye mahkemeleri görevlidir şeklinde kararlar çıkınca, bu konu çözüme kavuştu derken, 14.12.2018 günü girmiş olduğum, vekalet ücreti alacağından kaynaklı bir davada asliye hukuk mahkemesi görevsizlik kararı vererek görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğuna karar verince, hala  çözümsüzlüğü yaşadığımızı gördüm.
Duruşma hakimi, suratımda meydana gelen değişikliğin farkına varmış olmalı ki, kararının gerekçesini açıklamak gereğini duydu. Elbette, kararının gerekçesini açıklamak yerine, topu taca atıp “kanun yoluna başvurun bakalım o de diyecek ?” şeklinde bir yanıtı tercih edebilirdi. Fikirlerini ve bundan kaynaklı eylemini/kararını savunan bir hakim ile karşılaşmış olmaktan ötürü mutlu olduğumu söylemeden edememekteyim. Ancak, topu kanun yolunun kararına atan klasik tutumu tercih etmesini, bu somut olay için tercih ederdim. Çünkü, o zaman, savunma dokunulmazlığı ve tartışma nezaketi sınırları içinde ona sormak istediğim bir soru olabilirdi.
Duruşma hakimi, bu kararı almasındaki etkenin, Yargıtay 13 HD kararlarının etkili olduğunu, salonda söyledi. Bu açıklamasının arkasından, kendilerinin, meslekleri gereği, Yargıtay kararlarına uyum göstermek zorunda olduklarını  da ifade etti
Duruşma hakiminin, bu kararı alırken yada Yargıtay kararlarına uyum göstermek gerekir derken, yanıldığı bir yön vardı. HMK 362/1.c maddesine göre, BAM’ ın yargı çevresine giren, ilk derece mahkemeleri arasındaki görev uyuşmazlıklarını çözmek için verdiği kararların kesin olduğunu unutmuş olması, duruşma hakiminin yanılgısını oluşturmaktaydı. Üstelik BAM’ın bu konudaki kararları yerleşmiş karar niteliğine dönüşmüş olmasına rağmen böylesi bir yanılgıya düşülmüştür. Kısacası, somut olayımızdaki uyuşmazlık, Yargıtay incelemesine taşınmış olsa bile, Yargıtay’ın BAM tarafından verilen göreve ilişkin kararı bozması söz konusu olamayacaktır. O halde BAM kararına uymak mesleki açıdan doğru bir karar olacaktı. Bu fırsat kaçırıldı.
Şimdi bir başka sorunun cevabını aramak gerekecektir. Bu karar için istinaf yoluna başvurulacak mıdır ? Elbette bulunulacaktır. Öncelikle haklı olduğumuzu, yanılanın biz değil duruşma hakimi olduğunu kanıtlamaya yönelik mesleki görevimiz nedeniyle başvurulacaktır. Ayrıca, pratik açıdan da baş vurmak zorunluluğumuz bulunmaktadır. Çünkü bizim istinafa başvurmak yerine, tüketici mahkemesine gönderme kararına uyarak, dosyanın tüketici mahkemesine gönderilmesini sağladığımızda, tüketici mahkemesi hakiminin aksi kanıda olması ve onun da görevsizlik kararı vermesi ve bu nedenle dosyanın bölge adliye mahkemesinin incelenmesine sunulması olasıdır. Kısacası, kararların yazılması, postaya verilmesi, duruşma günü tayin edilmesi , sıkça yapılan hakim atamalarından kaynaklı gecikmelerin olması vb nedenlerle doğacak gecikmeleri göze almak mümkün değildir. Çünkü, vekil eden meslektaşımızın eğitimini sürdüren çocuklarının gereksinmeleri için bu alacağın bir an önce alınması gerekmektedir.
Hatırladığım ve taradığım kararlardan gördüğüm kadarıyla biz bu kördüğümü daha öncede yaşadık. Bunlardan bir tanesi, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkindir. Yıllarca sürmüştür. Çözümü kısa sürede oluşturmadığımız için pek çok kişinin hak kaybına yada hakkını geç almasına neden olduk.
Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulması aşamasında benim duyduğum endişe, bölge adliye mahkemeleri arasındaki karar farklılıklarının nasıl giderileceğine ilişkindi. Korkuyordum, çünkü HMK nın yürürlüğe girmesinden bu yana yani 2011 yılından bu yana işçi alacaklarından kaynaklı belirsiz alacak ve tespit davalarının nasıl değerlendirileceği konusunda, Yargıtay’ın iki dairesi arasındaki fikir ayrılığının giderilmemiş olmasını hem de konunun birkaç defa HGK kararına bağlanmış olmasına rağmen, çözümsüz kaldığını görüyor, aynı çatı altındaki bir uyuşmazlığın giderilmemesi söz konusu olduğuna göre, iki ayrı bölgede faaliyet gösteren BAM arasında nasıl bir karar birliği sağlanacağını bilemiyordum ve hala da bilemiyorum.
İlk derece mahkemelerinin Yargıtay kararlarına uyum göstermekteki hassasiyetini anlıyorum. Ancak cevap veremediğim bazı sorularım olduğunu görüyor ve onları sizlerle paylaşmak istiyorum.
NEDEN
Yargıtay 13 HD 16.01.2014 gün 2013/22033 E 2014/817 K ve Yrg 4 HD 2.4.2018 gün 2016/6191 E 2018/2507 K sayılı kararlarına göre, avukatların vekalet ücreti alacağından kaynaklı davalarda bilirkişi incelemesine gerek yoktur. Ama nerede ise tüm ilk derece mahkemeleri bilirkişiye başvurmaktadır.
Hakimler ve Savcılar Kanununun 63 maddesine göre gereksiz yere bilirkişiye gitmenin disiplin suçu olduğunun hükme bağlanmış olmasına  rağmen bilirkişiye gidilmektedir. Hatta Yargıtay 1 CD 18.3.1972 gün 613/1284 sayılı kararında, bunun görevi ihmal suçu olduğu belirtilmesine rağmen bilirkişiye gidilmektedir.
Suç yada disiplin suçu olan bir eylemi, görevi nedeniyle öğrenen kanun yolu mahkemelerinde görevli hakimlerin neden TCK 279 maddesi gereği bunları ilgili mercilere ihbar etmediklerini de anlamıyorum.
Neden her yerde hukukun üstünlüğünü ve bunun kaşınılmaz ilkesi olan tabii hakim ilkesini savunmamıza rağmen bu yanlışları yaptığımızı anlamıyorum.
Bu konuda bilirkişi olarak emekli Sayıştay denetçilerinin seçilmesinin dört işlem konusunda pratik sahibi olduklarından kaynaklandığını, vekalet ücreti konusunda bildiklerini meslekleri gereği değil uygulamada karşılarına çıkan olaylarla kısmen öğrendiklerini düşündükçe olayın çözümsüzlüğünün daha büyük boyutta olduğunu düşünüyorum.
Bilgisayar ve interneti sevmiyorum, ama sadece Yargıtay Daire Başkanlarının kitaplarından öğrendiğimiz Yargıtay kararlarına şimdi pek çok internet sitesinden kavuştuğumuz için mutluyum. Üstelik yargı kararlarının “açık yargılama” olarak yapılmasında ki amacın, tarafların yanı sıra kamu oyunun da bilgilendirilmesi amacını taşımasına rağmen Yargıtay’ın kararlarını nerde ise yok denecek azlıkta yayınlamasını da anlamıyorum.