18 Temmuz 2010 Pazar

Özel Hastaneler

Av:Ender Dedeağaç

(Bu yazı www.inisiyatif.net sitesinde 24.04.2008 tarihinde yayınlanmıştır.)
Özel hastaneler konusunda, daha doğrusu, özel hastanelerde oluşan tıbbi hatadan kaynaklı sorumluluk davaları hakkında, bir şeyler yazabilmek için uğraşıp durmaktayım. Henüz bitiremedim. Ancak, son günlerde, özel hastanelerle ilgili olarak, basına yansıyan bazı olaylardan ötürü, özel hastaneler konusunda bir şeyler söylemenin zamanının gelip geçtiğini düşündüğüm için, bu küçük yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.

Bu ay içinde, SSK'lı hastaların tedavi giderleri için bir yasal düzenleme gerçekleştiğini, özel hastane sahiplerinin bundan hoşnut olmadığını, basından öğrendim. Hayretler içinde kaldım. Çünkü 05.06.1933 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 28 maddesi “Hususi hastanelerde yatan hastalardan sınıflarına göre alınacak gündelik ücret Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince uygun görülecek miktardan fazla olamaz” hükmünü aynı kanunun 26. maddesi ise “Hususî hastanelerde para ile yatan hastalardan sınıflarına göre alınacak gündelik ücrette; ikamet, iaşe ve hastalığın icaplarına göre yapılması lazım gelen bütün bakım ve hastanede yapılan basit laboratuar muayeneleri ve 12 nci maddede yazılı hastanenin muvazzaf mütehassıs hekimleri ücretleri dâhildir. Ancak cerrahi ameliyeler ile hastanın istemesi ile dışarıdan çağrılacak hekimin muayene ve tedavi paralarıyla ilaç ve pansumanlarına sarf olunan malzeme ve röntgen muayenelerinin paraları hastalar tarafından ayrıca ödenir. Fakat verem sanatoryumlarında röntgen muayenesi için hiç bir ücret alınmaz” hükmünü içermektedir.

Kanun bu hükümleri ile hem özel hastane ücretlerinin tanımını yapmış, kapsamını belirlemiş hem de bu ücretin kimin tarafından saptanacağını hüküm altına almıştır.

Hususi Hastaneler Tüzüğünü incelediğimizde ise, Tüzüğün 34. maddesinde, ilk ücretin nasıl saptanacağının, bu ücretin hangi koşullarla ve hangi zaman diliminde değişeceğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz.

Kanunun 32. maddesi ilk cümlesi ise “Hususi hastaneler ihtisas daireleri içinde bulunan ve resmi makamlar tarafından para ile tedavi edilmek üzere gönderilen hastaları alır ve tedavi ederler” hükmünü içermektedir.

Yasanın 26, 28 ve 32. maddelerini birlikte yorumladığımızda, özel hastanelerin resmi kurumlardan gelen hastalara bakmakla yükümlü olduğu, gerek bu hastalara gerekse diğer hastalara uygulayacağı ücretin ise bakanlık tarafından belirlenen ücret olduğu sonucuna ulaşırız.

Yasa koyucu, her zaman yasaları ihlal eden kişilerin var olacağını düşünerek, söz konusu kanunun 42. maddesi ile bakanlığın belirlediği ücretten fazla ücret almanın yaptırımını getirmiştir. Bu nedenle, önce bu davranışın sorumlusu olarak “mesul müdürleri” belirlemiş ve daha sonra mesul müdürlere, fazla alınan paranın iadesi yükümlülüğü ile birlikte “iki yüz liradan beş yüz liraya kadar ağır para cezası alınır” hükmü ile de cezai sorumluluk getirmiştir. Bu iki sorumluluk ta mesul müdürlerin şahsi sorumluluklarıdır (Ceza mevzuatında oluşan değişikliklerin, bu para cezasını nasıl etkilediğini saptamayı, konu ile uğraşanlara bırakarak olaya devam etmekte yarar görmekteyim).

Hükümet, diğer bir anlatımla yönetim, bir bütün olduğuna göre ve ücretlerin belirlenmesi açısından, Sağlık Bakanlığı’na tanınmış bu yetki var iken, yeniden ücret belirlemesine ilişkin yetki için yasa çıkarmayı anlamış değilim. Bence, böylesi bir durumda, yetki çıkarmak yerine yasaya aykırı davranışları saptayıp gereken cezaların uygulanması öncelik taşımalı idi.

Bu yazıda, yasalara aykırı şekilde ücret alan özel hastanelerde, bu eylemin kişisel sorumlusu olarak incelediğimiz “mesul müdür”ün sorumluluğu sadece bu eylemle sınırlı değildir. Hususi hastaneler kanununun 9. maddesine göre her hususi hastanede mesul müdür bulunması zorunludur. Kanunun 9. maddesi kimlerin mesul müdür olarak atanabileceğini açıkça hükme bağlamıştır. Kanun ayrıca, mesul müdürün, çalışma koşullarını, görevini geçici ya da sürekli olarak yapamaz hale geldiğinde uygulanması gereken kuralları da hükme bağlamıştır. Yasanın 23. maddesi ise, mesul müdürlerle ilgili temel sorumluluk hükmünü getirmiştir. Bu hükme göre “Hususi hastanelerin müdürleri hastanelerin her türlü mali ve idari işlerinden mesul ve hastaların fenni şekilde tedavi ve istirahatlarını temine mecburdur”.

Kanımca, 9. madde hükmü nedeni ile mesul müdürü, tedaviyi temine mecbur olmasından ötürü, tanı ve tedavide hatalı tutumu nedeniyle hasta zararına yol açan hekimin sorumluluğundan ötürü de, sorumlu tutmamız gerekecektir. Bu sorumluluk yasadan kaynaklanan sorumluluktur. Bu sorumluluğun koşullarının neler olması gerektiği, sınırları, sonuçları ve benzeri detayları tartışmaya muhtaç bir konu olsa da, yasanın getirdiği sorumluluk şartını yok saymamıza neden olamaz.

Mesul müdürün sorumluluğunun tartışılır olmasının yanı sıra, özel hastane doktorlarının ve işleteninin sorumluluğu da tartışma konusudur. Ben bu konuda Sayın Çetin Aşçıoğlu’nun Tıbbi Yardım ve El Atmalardan Doğan Sorumluluk (1993 bası) adlı yapıtında yer alan görüşlere katılıyorum. Sayın Aşçıoğlu’na göre, tıbbi tedavide doktorun bağımsızlığı, öncelikle değerlendirilmesi gereken unsurdur. Bu nedenle, doktor ile özel hastane arasında var olan hizmet ilişkisi, tedavinin söz konusu olduğu durumlarda, dikkate alınamaz. Bu durumda vekâlet akdi ön plana çıkar ve doktor ile hasta arasında ikame vekil ilişkisi doğar. Sayın Aşçıoğlu bu yöndeki açıklamalarını yaparken, tam hastane sözleşmesinde, hastanın doktorunu seçme serbestîsi bulunduğunu belirtmekte ve bu seçme hakkının hastane tarafından hasta adına gerçekleştirildiğini belirtmektedir (adı geçen yapıt sayfa 21 ve devamında yer alan açıklamalardan özetlenmiştir).

Kanımca, Sayın Aşçıoğlu’nun bu görüşüne ek olarak, hastanın doktorunu seçme hakkı ve doktorun hastayı ret etme hakkını da dikkate alarak, ikame vekâleti onamanın oluştuğunu belirtmek ve hasta ile doktor arasında ki vekâlet akdine ilişkin, görüşü, güçlendirmek mümkündür. Burada sözü edilen seçme hakkı, hastanın hastanenin olanakları ile sınırlandırılmış seçme hakkıdır. Yoksa, doktorluk sözleşmesi katkılı hastaneye tam kabul sözleşmesi ve bölünmüş hastane kabul sözleşmesinde ki seçme hakkı değildir.

Özel hastaneler, yasa gereği acil vakaları kabul ile yükümlüdür. Bu husus, Hususi hastaneler kanununun 32. maddesinde düzenlenmiştir. Maddeye göre “.... Ani bir arıza veya kaza neticesinde müstacelen tedaviye muhtaç olan şahısların hususi hastanelere müracaat veya nakillerinde hastanece derhal acele tedavilerini yapmak mecburidir. Bunlardan fakir olanların yatırılarak tedavileri lâzımsa hastanenin parasız kısmına alınır. Parasız yatakları olmayan hastaneler bu fakir hastaları nakilleri kabil hale gelinceye kadar yatırarak tedavi ederler. Bu suretle yatırılan fakir hastalara ait gündelik tedavi ve ilâç paraları o yerin belediyesince ödenir”. Görüldüğü gibi maddede, acil tıbbi yardım gereksinimi bulunan fakir hastalar için iki olanak vardır. Bunlardan birincisine göre, Hususi hastaneler Kanununun 3. maddesi gereği hastanın beyan edilen “parasız hasta” kontenjanından yararlandırılması, diğeri ise nakilleri mümkün hale gelinceye kadar gereken bakımın parasının belediyelerce karşılanmasıdır.

Hususi Hastaneler Tüzüğünün 28. maddesinde ise, özel hastanelerde acil müdahalelerin yapılabilmesi için gereken ünitelerin kurulmasının şart olduğunu görmekteyiz. Söz konusu maddeye baktığımızda “(Değişik: 97/9295 - 20.3.1997) Acil hastalar ve yaralıların özel hastanelere başvurması halinde ilk ve acil müdahalenin yapılabilmesine imkân verecek nitelikte bir acil ünitenin oluşturulması zorunlu olup, yapılacak tıbbi yardım ve alınacak önlemlerin yerine getirilmesinden mesul müdür, bulunmaması halinde nitelikleri yönetmelikte belirtilen nöbetçi tabip yükümlüdür.Acil ünitede bulunması gereken personel ile araç-gereç Sağlık Bakanlığı’nca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir.” Hükmünün yer aldığını görürüz.

Hususi hastaneler Kanununun 32 maddesinde fakir olan hastaların acil olarak hastaneye gelmeleri halinde bunların hastanenin parasız yataklarında tedavilerinin yapılması gerektiğinin hükme bağlandığını görmüştük. Bu kez aynı konuyu, Hususi Hastaneler Tüzüğünün 34. maddesinden incelediğimizde ise, (1) Özel hastanelerde en az bir yatak olmak koşulu ile yatakların % 5'i kadar parasız hastalar için yatak ayrılması gerektiğinin, (2) Bu yataklara kabul edilecek hastaların Bakanlık, yerel mülki amir ve hastane yönetimi tarafından tayin edileceğinin, hükme bağlandığını görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, kanun tarafından hüküm altına alınan parasız hastanın sayısı ve nasıl kabul edileceği tüzük tarafından açıklanmış ve uyulması zorunlu kural haline gelmiştir.

Hekimlik mesleğine ilişkin etik kuralları incelediğimizde, 10 maddesinde “Hekim, görevi ve uzmanlığı ne olursa olsun, gerekli tıbbi girişimlerin yapılamadığı acil durumlarda, ilk yardımda bulunur” kuralının yer aldığını ayrıca tıbbi deontoloji nizamnamesinin 3. maddesinde ise “Tabip, vazifesi ve ihtisası ne olursa olsun, gerekli bakımın sağlanamadığı acil vakalarda, mücbir sebep olmadıkça, ilk yardımda bulunur” hükmünün yer aldığını görmekteyiz. Kısaca, yasama organı kanunlar yolu ile, yürütme organı tüzük ve yönetmeliklerle, tüm sağlık görevlilerine acil fakir hastalarının bakımının yapılmasını emretmiştir.

Yasa hükmü bu kadar açık olmasına rağmen, yanık tedavisi için gelen bir hastayı parasızlıktan ötürü, tedavi etmemek ve/veya gönderilmesi gereken tıp merkezine göndermemek, kanımca, hastanenin mesul müdürünün, acil servis sorumlusunun ve hastane işleteninin tazminat ve ceza hukuku açısından sorumluluğunu doğuran eylemlerdir. Çünkü bir insanı yakmak ile yanığını tedavi etmeyerek acı çekmesine ve hastalığının ilerlemesine yol açmak arasında benim açımdan bir fark bulunmamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder