15 Şubat 2021 Pazartesi

KISMİ DAVADA KARŞI TARAF VEKALET ÜCRETİ VE ANKARA 26 İŞ MAHKEMESİ KARARININ ELEŞTİRİLMESİ

 

Av. Ender Dedeağaç

Bir meslektaşım, Ankara 26 İş Mahkemesinin karar sayısı 2020 olan bir dosyasına ilişkin kararı göndererek BAM’a başvurup vuramayacağı konusunda düşüncelerimi sordu. Bende HMK 28 maddesinde yer alan aleniyet ilkesine dayanarak bu karar hakkındaki görüşlerimi sizlerle paylaşmaktayım. Bilindiği gibi, aleniyet ilkesinin görünen tarafında, duruşma salonlarının, bazı istisnalar dışında, kamuya açık olması kuralı bulunmaktadır. Ancak görünmeyen yüzünde, duruşma salonlarının açık olması ile sağlanan, kamunun vazgeçilmez haklarından biri olan, kamunun yargıyı denetlemesi  görevi/hakkı bulunmaktadır.

Av. K. 2/2 maddesine göre, mesleğimin amacı, hukuki bilgi ve tecrübelerimi adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına sunmak olarak tanımlandığına göre, bu yazıyı sizlerle paylaşarak, mesleğimin amacıma uygun hareket etmekteyim.

Karara baktığımızda, işçi alacaklarına ilişkin olduğu ve aynı davacıya ait birden fazla işçi alacağının, aynı davalıya karşı, aynı dilekçe içeriğinde yer aldığını görmekteyiz. Diğer bir anlatımla objektif dava arkadaşlığının bulunduğunu ve HMK 110. maddesinde davaların yığılması olarak adlandırılan bir dava söz konusu olduğunu görmekteyiz.

Davaların yığılması; HMK 110 maddesinde “Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.” Olarak hükme bağlanmıştır. Bu maddenin gerekçesinde iseDavacının, aynı davalıya karşı olan birbirinden bağımsız birden fazla talebini, aralarında bir derecelendirme ilişkisi yani aslîlik–ferîlik ilişkisi kurmadan aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine davaların yığılması denir. Bu dava çeşidinde taleplerin tümü birbirinden bağımsız, eşdeğer ve aynı derecede öneme sahiptir. Her bir talep farklı edimlerin gerçekleştirilmesine yönelmiştir. Görünüşte
tek dava, gerçekte ise talep sayısınca dava mevcuttur. Yine, görünüşte tek hüküm, gerçekte ise talep sayısınca hüküm mevcuttur. Mahkeme, taleplerin tümü hakkında ayrı ayrı karar vermek ve bunları hüküm fıkrasında göstermek zorundadır. Mahkemenin, taleplerin tümü hakkında tek ve aynı şekilde karar verme zorunluluğu yoktur. Dava şartları, her bir talep bakımından ayrı ayrı belirlenir. Ayrıca, birlikte ileri sürülen talepler arasında hukukî veya ekonomik bir bağın bulunması da şart değildir.

Davaların yığılmasının varlığı hâlinde, tek müşterek olan husus, delillerin ikâmesi ile tahkikat aşamasıdır. Sözü edilen kurum, son işaret edilen nokta sebebiyle usul ekonomisi ilkesinin gerçekleştirilmesine büyük ölçüde katkıda bulunur.

Maddede ayrıca, davaların yığılmasının yani kümülatif dava yığılmasının koşullarının neler olduğu da gösterilmiştir. Buna göre, davaların yığılmasının yani kümülatif dava yığılmasının ortaya çıkabilmesi için varlığı gereken koşullar şunlardır:

a) Davacının aynı davalıya karşı ileri sürebileceği birden fazla talep olacak,

b) Birlikte ileri sürülen taleplerin tümü aynı yargı çeşidi içinde yer alacak,

c) Talepler arasında bir aslîlik–ferîlik ilişkisi kurulmamış olacak,

ç) Taleplerin tümü bakımından geçerlilik taşıyan bir ortak yetkili mahkeme bulunacak.” Açıklamasının yer aldığı görülmektedir.

 

 

 

Davaların yığılması, bilimsel görüşlerde, tarafları aynı olan, aralarında görev ve yetki aykırılığı ile aralarında aslilik ferilik ilişkisi bulunmayan taleplerin aynı dava dilekçesinde ileri sürülmesi olarak tanımlanmaktadır. Yrg 9 HD 31.10.2012 gün ve 7328/41602 sayılı kararında da aynı tanımlamayla karşılaşmaktayız ( Hakan Pakcanıtez Medeni Usul Hukuku 15. Bası sayfa 1092) tanımlanmıştır. Gene Yargıtay kararına ( HGK 2015/22-497, yrg 1 HD 2014/11118 e 2015/5655 K Yrg 9 HD 2.7.2020 2016/19833 E 2020/6993 K )göre her bir dava için ayrı harç alınması gerektiği belirtilmiştir. Çünkü, her ne kadar bir dilekçe ile açılmış bir dava söz konusu ise de  içinde bir birinden farklı talepler bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla, bu taleplerin  her biri için ayrı ayrı dava açma olanağı bulunmaktadır.

Harçlar açısından yapılan bu değerlendirme, tüm yargılama giderleri için de geçerlidir. Bu nedenle de yasadan kaynaklı/karşı taraf vekalet ücreti hesaplamasında da her bir dava için ayrı ayrı vekalet ücreti hesaplanması gerekmektedir. Halbuki söz konusu mahkeme kararında, bir vekalet ücreti ile yetinilmiştir. Üstelik vekalet ücret belirlemesi yapılırken AAÜT göre karar verildiği belirtilmekte ise de, AAÜT tarifesinin üçüncü kısmında yer alan kademeli ücret belirlemesi ilkesine aykırı karar oluşturulmuştur. AAÜT söz konusu maddesine göre, bir davada belirlenecek ücret, tarifede yer alan en az ücretten aşağı olamaz. Gerekçeli kararı incelediğimizde 4 ayrı davanın bulunduğunu görmekteyiz. O halde AAÜT göre 4 ücret belirlemesi yapılması gerekmektedir.

İş mahkemeleri asliye hukuk mahkemeleri arasında yer aldığına göre her bir dava için bu kademeye uygun olarak ücret belirlenmesi gerekmektedir. Eğer yapılan bu değerlendirme maktu ücretin altına düşerse maktu ücretin uygulanması gerekmektedir. Halbuki söz konusu kararda sadece 40.oo TL ücret belirlenmiştir. Üstelik bu belirlemenin AAÜT tarifesine göre yapıldığı gerekçeli kararda açıkça yer almaktadır.

Ayrıca AAÜT 5/2 maddesine göre, ücret kısmi davanın tamamını oluşturan değer üzerinden hesaplanmalıdır. Çünkü, davacı, dava değerinin gerekli olduğu HMUK döneminde, görev yönünden HMUK ve HMK yönünden kanun yoluna başvuru yönünden bu değere gereksinim bulunmaktadır. Yani mahkeme kısmi davanın tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmak zorundadır.

Elbette harç hesaplaması da aynı mantıkla yapılmıştır. Böylece, hazine zarara uğratılmıştır. Harçlar Kanununun 16/3 ve 30 maddelerine, gereken harç yatırılmadan davaya devam etmek mümkün olmadığına için, vergi sorumlusu olarak mahkeme hakiminin harçları bu kurala göre tamamlattırıp  davaya ondan sonra devam etmesi gerekirdi, bunu yapmayarak vergi sorumlusu olarak  vergi mükellefi olan davacı ile birlikte noksan yatırılan harçlardan sorumludur.

Eğer dava bizzat, davanın tarafı olan davalı tarafından takip edilseydi hakim ne yapacaktı? Uygulamaların tamamında görüldüğü gibi, yargılama giderleri arasında yer alan 323/1.g maddesi uygulanmayacak ve haklı çıkan tarafın zararı giderilmeyecekti. Gerek hakimler gerekse avukat olarak bizler, yasanın tamamını  okumadan, diğer yasalarda yer alan benzer yada çelişkili hükümlerle karşılaştırmadan, hukuki yardım yapmamız yada hüküm kurmamız nedeni ile böylesi haksız sonuçların doğmasına neden olmaktayız.

Anayasamızın 138 maddesinde belirtildiği gibi , ceza yada hukuk hakimi ayrımı yapılmaksızın hakim vicdani kanaatine göre karar vermek zorundadır. Yargıtay 1 HD 31.12.1976 gün 1976/9370 E 1976/13138 K sayılı kararında, “karar insan kokmalıdır” ifadesi ile, bu kural başka bir şekilde ifade edilmiştir.

Yasa hükmünü uygulamayarak, hukuk devletinin bir önceki basamağı olan kanun devleti kurallarına bile uymayan, kanunda yer almasına rağmen, haklı çıkan tarafın, haksız çıkan tarafından bir de yargılama ücreti açısından zarara uğratılması adil olmadığı gibi vicdani de değildir.

Karşı taraf vekalet ücretinin avukata mı yoksa davanın taraflarına mı ait olduğu tarafımdan birkaç kez yazılmış ve panellerde dile getirilmiştir. Bu konudaki düşüncelerimi merak eden varsa www.https//enderdedeagac.blogspot da     yer alan yazılarıma bakabilir. Dilerse düşüncelerini paylaşabilir.