Av. ENDER DEDEAĞAÇ
Kanımca, biz avukatların en zayıf olduğu
konuların başında, cevap dilekçesi hazırlamak gelmektedir. Bunun temel nedeni,
hukuki yardım talep eden kişinin, kabul yada kısmi kabul gibi, çözümleri baştan
ret etmesidir. Onlara göre, kendileri mutlaka haklıdır. Avukat bu haklılığı
ortaya koymalıdır. Yada ne yaparsa yapsın onları haklı çıkarmalıdır.
Kanımızca, davalı olarak savunulmasını isteyen
kişiden ilk talep edilmesi gereken şey, dava dilekçesinde yer alan maddi
vakıaların doğru olup olmadığı ve bu maddi vakıaların zaman içinde değişikliğe
uğrayıp uğramadığı, konularını aydınlatmasıdır.
Bilindiği gibi, davada taraflara yükletilen en
önemli görev, maddi vakıaları sunmalarıdır. Eğer bu maddi vakıalar hiç olmamış
ise yada daha sonra bir başka maddi vakıanın doğması ile ortadan kalkmış ise,
veya o maddi vakıadan sonuç elde etmek davalının iradesine tabi hale gelmiş
ise, davacının dayandığı dal kesilmiş olacaktır. Örneklemek gerekirse, davacı,
borç doğuran bir belgeyi sunmuş olabilir. Ancak, söz konusu borç, daha sonraki
bir tarihte davalı tarafından ödenmiştir. Davalı ödemeye ait belgeyi sunar.
Yada davalı zaman aşımı defini ileri sürerek davacının bu hakkı kullanmasını
önlemiş olabilir. Bu durumda davacının iddiası hukuki bir sonuç doğurmak
imkanına sahip olamayacaktır.
Dava dilekçesinde yer alan maddi vakıalar
hakkında yeterince bilgi aldıktan sonra, davalı konumundaki kişiden yeni maddi
vakıa bildirip bildirmeyeceğini sormak gerekecektir.
Davada, davalının defi kullanması olanağı varsa,
bu husus da, davalıya hatırlatılmalı ve iradesinin ne yönde olacağı
saptanmalıdır.
İşte davalıdan elde edilen bu bilgiler, Av. K.
gereğince tutulması zorunlu olan görüşme tutanağına kaydedilmelidir.
HMK 129. Maddesinde cevap dilekçesinde bulunması
gereken hususlar hükme bağlanmıştır. Bu madde incelendiğinde, cevap
dilekçesinin de sunum, gövde ve sonuç bölümlerinden oluştuğunu görmekteyiz.
Ancak, dava dilekçesini hazırlarken yaptığımız
gibi, önce gövdenin oluşmasını sağlamak zorunluluğumuz bulunmamaktadır. Davalı,
doğrudan doğruya giriş bölümünü oluşturabilir. Çünkü, bu aşamada, dava
dilekçesinin giriş bölümünde yer alan bilgiler dışında davalıya düşen görevler;
-
Kendi TC numarasını bildirmek
-
Eğer yurt dışında yaşıyorsa, yurt
içinde bir adres bildirmek
Olarak özetlenebilir.
Şimdi, cevap dilekçesinin gövdesini hazırlamak
için, davacının sunmuş olduğu maddi vakıalar ile davacının ileri sürdüğü hukuki
nedeni karşılaştırmak zamanı gelmiştir. Eğer, davacı, adil yargılanma hakkının
kurallarına uygun davranmış ve hukuki nedenini açıkça belli etmiş ise, bu
aşamada ilk yapılacak iş, davacının ileri sürdüğü maddi vakıaların bu hukuki
nedenin unsurları olup olmadığını, belirlemektir. Eğer, davacı işin kolayına
kaçmış ve sadece “ilgili yasalar” gibi soyut bir beyanda bulunmuş ise, dava
dilekçesinin içeriğinden davacının hangi hukuki nedene dayandığını bulmak
gerekmektedir. Dava dilekçesi ile ilgili açıklamalarda bulunurken, davacının
hukuki nedeni belirlemeyerek, bunu hakimin takdirine bırakması, kendi
savunmasını zayıflatacağı gibi, davalının hukuki dinlenilme hakkını da ihlal
edici bir davranış olduğunu belirtmiş olduğumuzu hatırlatmak isteriz.
Özellikle, küçük farklılıklarla birden fazla hukuki kurumun uygulanmasını
gerektirecek bir uyuşmazlığın varlığı halinde, dava dilekçesinin hatalı
hazırlanması söz konusu olabileceği gibi, hakimin kendi düşüncesine göre, bu
benzer kurumlardan birini seçmesi ve bunun sonucunda davanın kaybedilmesi de
söz konusu olabilecektir. Davalı da hukuki kurumu kendince değerlendirip,
savunmasını ona göre yapacağı için, bu nedene dayalı olarak davalının yada
davacının hak kaybına uğraması söz konusu olacağı gibi, davanın uzaması hatta
içinden çıkılmaz bir hale gelmesi de mümkün olacaktır.
Dava dilekçesinde olduğu gibi, cevap dilekçesi
hazırlanırken de, hukuksal neden ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle, davacı
tarafından belirlenen hukuksal nedeni kabul ediyorsak, cevap hazırlamak için
aşağıdaki eylemleri gerçekleştirmeliyiz.
Belirlenen hukuksal nedene dayalı olarak, HMK
114. Maddesinde hükme bağlanan, dava şartlarının varlığını kontrol etmemiz
gerekecektir. Her ne kadar hak düşürücü sürelere ve dava şartlarına ilişkin,
beyanlar yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilecek ve hakim tarafından
resen dikkate alınması gereken hususlardan olsa da bunu cevap dilekçesi
aşamasında değerlendirmekte, usul ekonomisi açısından yarar bulunmaktadır.
Ayrıca, avukat olarak, yargılamanın seyrini kendi elimizde tutmak istiyorsak
yani yargılamanın aktif süjesinin hakim değil de avukat olmasını arzu ediyorsak
bu ve benzeri incelemeleri gerçekleştirmek zorunluluğumuz bulunmaktadır. Bu
nedenle, davacı tarafından ileri sürülen maddi vakıalar ve bunların kanıtları
dikkate alınarak, dava şartlarını değerlendirmemiz gerekecektir.
Gene aynı nedenlerle, dava dilekçesinde yer alan
maddi vakıalar ve kanıtlar dikkate alınarak, HMK 116 maddesinde hükme bağlanan
ilk itirazların var olup olmadığını değerlendirmemiz gerekmektedir. Çünkü, HMK
117 maddesi hükmü gereğince, ilk itirazları ileri sürmemiz ancak, cevap
dilekçesi ile mümkündür. Bu aşamadan sonra ilk itirazlarımızı ileri sürmek
mümkün değildir . HMK 131/1 maddesi
hükmüne göre, cevap verme süresi henüz dolmamış olsa bile cevap dilekçesi
verilmiş ise, bu durumda da kalan süre içinde, bir dilekçe ile ilk itirazları
sunmak mümkün değildir ( İlhan E Postacıoğlu
ve Sümer Altay Medeni Usul Hukuku Dersleri sayfa 450 ve dip notlarda yer
alan Yrg kararları). İlk itirazları, cevap süresinden sonra, ıslah yada karşı
tarafın kabulü ile yapmak da mümkün değildir (Postacıoğlu ve Altay age sayfa
454). İlk itirazların zamanında yapılmaması hali söz konusu ise, bunu hakim
resen değerlendirmek ve ilk itirazı değerlendirme dışı bırakmak zorundadır
(Postacıoğlu ve Altay age sayfa 450).
Üstelik, yargılama gerçekleştirilirken, ön
inceleme duruşmasında, ilk olarak hak düşürücü süreler, dava şartları sonra ilk
itirazlar dikkate alınacağı için, incelemede ve cevap dilekçesinde yapacağımız
sıralama, uygulama ile de bağdaşır olacaktır(Postacıoğlu ve Altay age sayfa
453).
Bu aşamadan sonra, dava dilekçesinde yer alan
maddi vakıaları bu kez davanın esası
açısından değerlendirilmesi gerekecektir. Davalı, dava dilekçesinde yer alan
maddi vakıaları kısmen inkar ederse, bu inkarı ile birlikte söz konusu inkar
edilen maddi vakıaların yokluğu nedeni ile geriye kalan yani inkar etmediği
maddi vakıaların talep sonucunu haklı gösterecek nitelikte olmadığını savunmak
durumundadır ( Baki Kuru Hukuk Usulü Muhakemeleri sayfa 1759-160 )
Gerek ilk itirazlara ilişkin gerekse maddi
hukuka ilişkin itirazların ve defilerin cevap dilekçesinde ve yasal süre içinde
bildirilmesi gerekmektedir (Postacıoğlu ve Altay age sayfa 447 ). Bu bildirimin
net bir şekilde yapılması gerekmektedir. Çünkü, cevap dilekçesinde yer alan
“sair cevap haklarımızı saklı tutuyoruz” şeklinde ki beyan geçerizdir (Baki
Kuru age sayfa1780/ 1820 ).
Yazının başında belirttiğimiz gibi, davacının
dayandığı hukuki nedeni bilmek ne kadar hakkımız ise, aynı şekilde, bunu kabul
edip etmediğimizi, eğer kabul etmiyorsak dayanılması gereken hukuki nedeni
açıklamak da o kadar görevimizdir. Bu düşüncemizi, paylaşan akademisyenlerin
bir kısmını ve onların düşüncelerinin özetlerini bu aşamada bilginize sunmakta
yarar bulunmaktadır.
“Hakimin maddi olguların hukuki nitelendirmesini
(tavsifini, altlamasını) yapmak zorunda olması, onun hukuku uygulamak görevini
yerine getirmesinin en önemli koşullarından birini oluştursa da; bu husus
vekillerin hukuki sebep hakkında bilime dayalı açıklamalarda bulunarak, mesleki
görevlerini yerine getirmelerine engel teşkil etmez” (Postacıoğlu ve Altay age
sayfa 448). Aynı konuyu, dava dilekçesi ile ilgili yazımızda da dile
getirdiğimizi hatırlatmak isteriz.( Bu konu Süha Tanrıver, Medeni Usul Hukuku
sayfa 665ve 668 de ayrıntılı olarak incelenmiştir.)
Eğer, davacının sunduğu maddi vakıaların,
davacının dayandığı hukuksal nedenin unsurlarının tamamını karşıladığını ve
davacının dayandığı hukuksal nedenin doğruluğunu kabul ediyorsak ve de aynı
zamanda bunları sona erdiren maddi vakıalar ileri süremiyorsak, hele hele
sunulan delillerle bu maddi vakıaların kanıtlanabileceği gerçeğini de
görüyorsak, davayı kabul etmekten başka çaremiz kalmamıştır. Davayı kabul,
davayı sona erdiren taraf işlemidir (Baki Kuru age1759 ). Davanın kabulü, cevap
dilekçesinde yapılabileceği gibi yargılamanın her hangi bir aşamasında da
yapılabilinir (Baki Kuru&Ramazan Arslan&Ejder Yılmaz Hukuk Muhakemeleri
Hukuku sayfa 319 )
Davayı kabul eden taraf, davayı kaybetmiş gibi
yargılama giderlerine mahkum olur. Ancak
davalı, davanın açılmasına sebebiyet vermemiş ve en geç ilk oturumda kabul
beyanını mahkemeye sunmuş ise HMK 312/2 Maddesi hükmüne göre, yargılama gideri
ödemekten kurtulur (Baki Kuru sayfa 1759;Pekcanıtez 345;
Kuru&Arslan&Ejder age sayfa 319; Tanrıverdi age 659).
Davanın kabulü, davacının onayına yada hakimin
karar oluşturmasına gerek olmaksızın davayı sona erdirir (Baki Kuru age
sayfa1759). Ancak, hemen hatırlatmakta yarar bulunmaktadır ki, kabule ilişkin
gerekçeli karar yazılmalı, tebliğe çıkmalı kanun yollarına başvurmak için
gereken yasal süre geçerek kesinleşmesi sağlanmalıdır.
Eğer, maddi vakıaları kabul etmekle birlikte,
bunların davanın dayandırıldığı hukuksal nedenin unsurlarını tam olarak
karşılamadığını düşünüyorsak, savunmamızı/cevap dilekçemizi bu konuya ağırlık
vererek hazırlamalıyız (Postacıoğlu ve Altay age sayfa 461).
Eğer, davacının
dayanmış olduğu hukuksal nedenin yanlışlığına inanıyorsak, bu kez savunmamızı
bu yönde geliştirmeliyiz. Yani, sunulan maddi vakıalar ışığında, söz konusu
hukuk kurumuna dayanılarak bir dava açılmasının mümkün olmadığını belirtmek
zorunluluğu vardır. Bu durumda da davanın reddini istemek mümkündür (Baki Kuru
age 1759 vd Postacıoğlu ve Altay age sayfa 462).
Çünkü, davalı, “Sübjektif hukuka vücut veren ve
bunların ihlali halinde dava hakkını ve hatta davacının sıfatını meydana
getiren maddi hukuka ilişkin maddi olguları, davanın reddini sağlamak amacıyla
bildirmek ihtiyacındadır. Maddi hukuka ilişkin bu savunma araçları itirazlar ve
defilerdir (Postacıoğlu ve Altay age sayfa 447).
“Davalının, inkar değil gerçek anlamda savunma
niteliği taşıyan,esasa ilişkin “evet ama…” içeriğindeki savunmaları itirazlar
ve defilerdir (Bilge Umar hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi ilge sayfa 385 )
İtiraz ve
defilerin neler olduğunu irdelemekte yarar bulunmaktadır.
Daha öncede belirttiğimiz gibi, ilk itirazlarla
itirazların karıştırılmaması gerekmektedir. İlk itirazlar HMK 116/1 maddesinde
yer alan itirazlarla sınırlıdır. İtirazlar ise, “Maddi hukuka ilişkin savunma
sebeplerinin en önemli kategorisini oluşturur. Bir hakkın doğumunu engelleyen
veya varlığını ortadan kaldıran bir maddi vakıanın ileri sürülmesi halidir.”
(Tanrıverdi age sayfa 661; Postacıoğlu ve Altay age sayta 464 ). Maddi hukuka
dayanan savunma vasıtalarından olan itirazları ikiye ayırmakta yarar
bulunmaktadır. Bunlardan birisi, bir hakkın doğumuna engel olan itirazlardır,
diğeri ise bir hakkı sona erdiren itirazlardır (Baki Kuru age sayfa 1761 ).
Diğer bir anlatımla “İtiraz iki ayrı içerikten
birinde olur. 1’ hak engelleyici vakıaya dayanan itirazlar; İstem öne süren
istem temeli hukuk normunda (Hak doğuran norm ) bütün vakıaların gerçekleşmiş
olmasına rağmen, o normun ön gördüğü hukuksal sonucun (örneğin tazminat isteme
hakkının) doğumuna engel olacağı bir diğer hukuk normunda (hak engelleyici
norm) öngörülen bir vakıanın ( Hak engelleyici vakıa ) gerçekleşmiş bulunduğu
iddiası bu niteliktedir. (Örneğin sözleşme yapılırken akıl hastanesinde olmak )
2’ Hak düşürücü vakıaya dayanan itirazlar; İstem öne sürenin istem temeli hukuk
normunda (hak doğuran norm) aranılan bütün vakıaların gerçekleşmiş olmasına
rağmen, o normun öngördüğü hukuksal sonucu (örneğin tazminat isteme hakkını)
düşüreceği bir diğer hukuk normunda (hak düşürücü norm) öngörülen bir vakıanın
( hak düşürücü vakıa) gerçekleşmiş bulunduğu iddiası bu niteliktedir. (Örneğin
ifa edilecek olan edimin imkansızlaşması )” (Bilge Umar age sayfa 385 )
Buna karşılık defi “….bir kişinin esasında
borçlusu konumunda bulunduğu bir edimi, kanunda öngörülmüş özel bir nedene
dayanarak yerine getirmekten kaçınmasına imkan veren subjektif bir haktır.”
(Süha Tanrıverdi age sayfa 662 Baki Kuru
age sayfa 1761). Hak sahibi kullanıp kullanmamakta serbesttir (Postacıoğlu ve
Altay age 466 / Von Thur’dan alıntı )
Defiler ile davacının dayandığı maddi olguların
inkarına gidilmeksizin, bu olgulardan çıkan hukuki sonuçları bertaraf edecek
nitelikteki maddi olgular ileri sürülür (Postacıoğlu ve Altay age sayfa 464 ).
Maddi hukuk anlamında defilerden maksat, bir kişinin esasında borçlusu
konumunda bulunduğu bir edimi, kanunda öngörülmüş özel bir nedene dayanarak
yerine getirmekten kaçınmasına imkan veren subjektif bir hakkın kullanılmasıdır
(Tanrıverdi age sayfa 662)
Kısacası “itiraz maddi bir vakıanın ileri
sürülmesi defi subjektif bir hakkın kullanılmasıdır.” ( Tanrıverdi age sayfa
662 )
“Defiler ile itirazlar arasında şu mahiyet
farkı vardır. İtirazda hak ya hiç
doğmamıştır (mesela akit batıldır) veya son bulmuştur; yani ileri sürülen vakıa
ile dava konusu hakkın yok olduğu(mevcut olmadığı bildirilir. Buna karşılık, defide
hak vardır (mevcuttur) fakat davalı, özel bir nedenle (mesela zamanaşımı
nedeniyle) o hakkı yerine getirmekten kaçınabilir. (Kuru age sayfa 1762)
Hakim defileri resen dikkate alamaz. Bu nedenle,
defilerin savunmanın genişletilmesi yasağından önce ileri sürülmesi gerekir.
Aksi takdirde ya karşı tarafın rızası yada ıslah yapmak gerekecektir. (Kuru age
sayfa 1768)
Hakim dava dosyasından öğrendiği itirazları
resen gözetir. (Kuru age sayfa 1770)
Davalı, davacının dilekçesinden anlaşılabilen
itiraz sebeplerini cevap layihasında bildirmese bile, bunları sonradan ileri
sürebilir, çünkü, bu itirazlar mahkemece kendiliğinden gözetilir. Buna
karşılık, davalı, davacının dilekçesinden anlaşılamayan itiraz sebeplerini,
cevap layihasında bildirmelidir, aksi takdirde savunmanın genişletilmesi yasağı
ile karşılaşır. ( Kuru age sayfa
1779;Kuru&Arslan&Yılmaz age sayfa 330 )
Defi, şahsi bir hak olduğu için, aralarında
teselsül bulunsa bile, davalılardan biri tarafından ileri sürülen defiden diğer
borçlular ( müteselsil borçlular) yararlanamaz (Kuru age sayfa 1767 )
Defilere örnek olarak ;
-
Karşılıklı borç yükleyen akitlerde,
kendi edimini yerine getirmeyenin, karşı tarafın edimini isteyemeyeceği defi
-
Sözleşmenin geçmişe etkili feshinden
doğan defiler
-
Satış bedelinin indirilmesi defi
-
Bağışlayanın ileri sürebileceği
defiler
-
Kefilin ileri sürebileceği defiler
-
Hapis hakkı defi
Gösterilebilinir.
İtirazlara örnek olarak ;
-
Ehliyet yokluğu
-
Borç konusunun ahlaka aykırılığı
-
Ödeme, ibra, feragat
-
Edim imkansızlığı
-
Sebepsiz zenginleşmeye konu bir
hakkın sonradan elden çıkması
Gösterilebilinir.
( Örnekler için Kuru age sayfa 1761/1770-1776 ile Postacıoğlu ve Altay age 464 vd
bakılabilinir)
Eğer, maddi vakıaların varlığını kabul etmekle
birlikte sunulan delillerin ispat açsından yeterli olmadığı sonucuna ulaşmış
isek, cevap dilekçemizde, delillerin yeterli olmadığını kanıtlanması gereken
hususlar tam anlamı ile kapsamadığını yada kabul edilebilir/caiz delil
olmadığını savunmak dışında bir şansımız olmayabilir.
Yukarıda son iki paragrafta yer alan olasılıklar
bizi, davanın reddi yada kısmen kabulüne dayalı olarak bir cevap dilekçesi
hazırlamaya yönlendirebilir.
Davanın kısmen kabulü halinde, kısmen kabul
edilen kısım için dava sona erer (Kuru age sayfa 1759) Böylece, maddi
vakıaların ve delillerin bu bölüme ilişkin olanlarının tartışılması
zorunluluğunu, dava malzemesinin taraflarca getirmesi gereken davalarda,
ortadan kaldıracağı için, bu davranışımız, hem davaların uzamasını, hem de HMK
29. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına uygun davranmamızı sağlar. Ebette,
yargılama giderlerinin hükme bağlanmasında, bu davranışımız lehimize olarak
değerlendirilecektir.
Cevap dilekçesinin
gövdesi hazırlanırken, öncelikle dava dilekçesinde yer alan maddi vakıaların
takip ettiği sıra doğrultusunda, maddi vakıalara ilişkin cevapların sunulması
gerekmektedir. Elbette bu maddi vakıaların kabulü, halinde bunun için delil
bildirmek gerekmeyecek ise de bunların kabul edilmemesi halinde cevap vermemek
yolu ile yada sunulan cevap dilekçesinde, açıkça inkar yol ile davanın reddini
talep mümkündür.
Ancak, davalı söz
konusu maddi vakıaların sona erdiğini gösteren savunmayı yapmak istiyorsa, sona
ermeye ilişkin maddi vakıanın sunulması aşamasında, sona ermeyi açıklayan maddi
vakıaya ilişkin delilini de somutlaştırma kuralı doğrultusunda sunması gerekecektir.
(Postacıoğlu ve Altay age sayfa 447)
Davalı, dava
dilekçesinde bildirilmemiş olan yeni (karşı) vakıalara dayanarak, davanın
reddini isteyebilir ( Kuru age sayfa
1760). Elbette bu yolu seçmiş ise, somutlaştırma kuralı doğrultusunda delil
bildirmek zorundadır.
Bilindiği gibi, davanın kabulü ile maddi
vakıanın kabulünün doğurduğu sonuçlar birbirinden farklıdır. (Hakan
Pekcanıtez&Oğuz Atalay&Muhammet Özekes Hukuk Usulü Hukuku sayfa 343)Davanın kabulünde, davacının haklılığı
davalı tarafından beyan edilmekle, davanın kabul doğrultusunda sonuçlanması
sağlanmaktadır. Maddi vakıaların kabulünde ise, bu maddi vakıanın ispatı için
delil toplamak zorunluluğu ortadan kalkmaktadır. Elbette bu iki hususun
olabilmesi için, dava konusunun taraflarca getirilme ilkesine bağlı dava olması
gerekmektedir. Aksi halde hakim davalının davayı kabul beyanı ile bağlı
olmadığı gibi, maddi vakıanın kabulü nedeni ile ispat ve delil yükünün yerine
getirilmesine ilişkin kuralları uygulamaktan geri durmayacaktır. Hatta
gerekirse resen delil toplayacaktır.
Bu aşamada, davaya
cevap vermeyerek, davacının bildirdiği tüm maddi vakıaları inkar etme yolunu
seçmiş olabiliriz. Bu yolu seçerek, davacının cevaba cevap vermesine olanak
vermemiş olacağımız gibi davanın daha kısa süreçte karara bağlanmasını sağlamış
oluruz. Ancak, davayı inkar etmekle birlikte, delil göstermek istiyorsak, cevap
dilekçesi vermeyi tercih etmenizi önermekteyiz. Çünkü, cevap dilekçesi
vermeyerek davayı inkar eden tarafın, inkarla sınırlı kalmak kaydı ile delil
bildirme hakkının olduğu hatta resen toplanması gereken delillerin toplanıp
toplanmayacağı konusunda HGK kararlarında bile çelişki yaşandığını hatırlamakta
yarar bulunmaktadır.(ender dedeağaç bloğspot/ delil sunma vaktini düzenleyen
YHGK kararı başlıklı yazı; Postacıoğlu ve Altay age sayfa 470 vd kararlar ;
Kuru&Arslan&Yılmaz age sayfa 334)
Gövdeyi
oluştururken vermiş olduğumuz, kabul, kısmen kabul yada ret yolundaki kararımız
“talep sonucunun” yazılmasını sağlayacaktır.
Cevap dilekçesi,
HMK 127/1 maddesi gereği, dava dilekçesinin usulüne uygun olarak davalıya
tebliğini takip eden iki hafta içinde, mahkemeye sunulmalıdır (Baki sayfa
1758). Bilindiği gibi, dava dilekçesinin usulüne uygun tebliğ edilmemiş olması,
hukuki dinlenilme hakkının çiğnenmesi anlamına gelir (Baki Kuru age sayfa 1758,
Pekcanıtez&Oğuz&Atalay age sayfa 342 ve dip nottaki Yrg kararları; Baki
Kuru& Ramazan Arslan& Ejder Yılmaz age sayfa 318). Davalının mahkemeye
sunmuş olduğu cevap dilekçesi, onun mahkemeden hukuki himaye talep etmesi
anlamına gelir ( Baki 1761 )
Her ne kadar Teb.K.
madde51 Teb. Tüz. Madde 61 göre, dava dilekçenin tebliği için gereken masraf
verilmemiş ise, bunun yerine getirilmesi için süre verilir hükmü yer alıyor ise
de (B.Kuru&R.Arslan&E.Yılmaz sayfa 301)HMK döneminde, dava giderleri
adı altında, davacıdan gereken gider tahsil edildiği için ve bu dava şartı
olduğundan ötürü, bu hükmün br anlamı kalmadığını düşünmekteyiz.
Burada ki
mahkemeden kasıt, davanın açıldığı mahkemedir. Ancak, bir başka yerden cevap
dilekçesi gönderilecek ise, söz konusu yerde bulunan, davanın açıldığı mahkeme
ile görev yönünden eş değerdeki mahkemeden de cevap dilekçesi gönderilebilinir.
HMUK döneminde,
kamu kurumları için cevap süresini bir ay olarak düzenleyen hükme, HMK da yer
verilmemiştir. Ayrıca, HMUK da yer alan “ek süre” olanağı da HMK da yer
almamaktadır.
Bu aşamada, bazı
ilmi ve kazai içtihatlarda yer alan, dava dilekçesinin eklerinin gönderilmemesi
ile ilgili yaptırımları içeren açıklamaları bilgilerinize sunmakta yarar
bulunmaktadır ( Kuru age sayfa 1630; Ejder Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi age
sayfa 829; Yrg 8 HD 9.12.1977 gün 1977/2356 E 1997/8285 K kazanci içtihat ).
Söz konusu açıklamalara göre, cevap süresinin başlayabilmesi için, dava
dilekçesinde yer alan eklerin de davalıya gönderilmiş olması gerekmektedir. Bu
eklerden kasıt, dava dilekçesinde somutlaşma kuralı doğrultusunda eklenen
deliller anlatılmaya çalışılmaktadır. Kanımızca, HMK 195/1 maddesinde ifade
edilen, davacının eklemesi olanaksız olan fakat davanın delili olarak gerekli
yerlerden getirilebilmesi için vermesi gereken bilgilerin de doğru olarak
verilmesi gerekir. Eğer bunlara ilişkin bilgi yeterince açıklayıcı değil ise de
cevap dilekçesinin verilmesi için kanunun düzenlediği sürenin başlamaması
gerektiğine inanmaktayız. Çünkü, adil yargılanmanın temel ilkelerinden biride,
hukuki dinlenilme hakkı ve bu hak içinde yer alan dava hakkında yeterince bilgi
sahibi olma hakkıdır.
Savunmada delil
olarak yazılı belgelere dayanılacaksa, bu yazılı belgelere cevap dilekçesinde
işaret edilmekle yetinilemez. Ayrıca bu belgelerin asılları ve davacı
sayısından bir fazla onaylı örneği eklenmelidir ( Tanrıverdi age sayfa 664 ).
Elbette avukat tarafından düzenlenen cevap dilekçelerinde asılların sunulması
yerine avukat tarafından onanmış suretlerinin eklenmesi olanağı vardır.
Cevap dilekçesinin
havalesi sırasında hakim tarafından yapılması gereken işlemleri ifade eden, HMK
127/1 maddesinin gerekçesine baktığımızda, cevap dilekçesine eklenmesi gereken
belgelerin eklenmesinin havale aşamasında hakim tarafından kontrol edilmesi
gerektiğinin belirtildiği görülmektedir. Gerekçede aynen “Hakim, havale
esnasında cevap dilekçesine eklenmesi gerekli olan örneklerinin mevcut olup
olmadığını gözetmesi gerekir. Ancak, bu husustaki bir eksikliğe rağmen
havalenin yapılmış olması durumunda, cevap dilekçesi havale anıda verilmiş
kabul edilmelidir” açıklamasını içermektedir. Görüldüğü gibi, cevap
dilekçesinin eklerini kontrol hakimin, elbette bu konuda yazı işleri müdürüne
yetki vermiş ise onun görevidir. Yasa koyucu bu görevin hakim yada yazı işleri
müdürü tarafından ihmal edilmesinin sonuçlarına, davalının katlanmasını uygun
görmediğinden, davalı tarafından verilen örnek içermeyen yada noksan örnek
içeren cevap dilekçesinin usulüne uygun olarak verildiğinin kabulünü uygun
görmüştür. Bir an, yasanın aradığı örneklerin mahkemeye sunulması gereken
örneklerle sınırlı olarak yorumlamak yanlışına düşülebileceği için, HMK 121/1
maddesini hatırlamakta yarar görülmektedir. Bilindiği gibi, söz konusu maddeye
göre, örneklerin davalı sayısından bir fazla olarak verilmesi gerekmektedir.
Yani, davalı örnekleri, davacıya ulaştırmakla görevlidir. Kanımızca davalının
bu görevi yapmamış olması, cevap süresinin, ekler olmadan başlamaması
gerektiğine dair olan inancımızın, cevap dilekçesine örnek eklenmemesi halinde
cevaba cevap süresinin başlamayacağına ilişkin olarak tekrar edilmesine yol
açacaktır.
HMK 127/1 maddesi,
davalının süre uzatılması talebi halinde,davalıya hangi koşullarda ve ne
kadar süre verilmesi gerektiğini hükme
bağlamıştır. Yasaya göre;
-
cevap dilekçesinin iki haftalık süre
içinde hazırlanmasının çok zor olması
-
yada imkansız olması
hallerinde,
davalının başvurusu ile, hakim bir ayı geçmemek üzere cevap süresini uzatma
kararı verebilir. Madde gerekçesine baktığımızda, bu sürenin, bir aydan daha az
olarak belirlenmesi halinde, davalının tekrar bir süre isteme için
başvurmasının mümkün olmadığını görmekteyiz.
Süre verilmesine
ilişkin karar taraflara tebliğ edilir. Kanunun düzenlemesinden anladığımız
kadarıyla, bu tebliğ taraflara bir hak doğurmamakta sadece bilgi verilmesini
amaçlamaktadır.
Süre uzatımının, ne
zaman başlayacağı her ne kadar yasada belirtilmemiş ise de, kanımızca bu süre,
yasal iki haftalık sürenin bitiminden başlamalıdır ve süre uzatılmasına ilişkin
kararda da bu husus açıkça belirtilmelidir.
Süre uzatılmasına
ilişkin talebin retti ve bu ret kararının davalıya, davalının yasal süresi olan
iki haftalık sürenin bitiminden sonra ulaşması halinde ne olacaktır ? bu soruya
cevap bulamadığımızı belirtmek gerektiğine inanmaktayız. Ancak, bu soruya cevap
ararken, davalının kötü niyetle hareket ederek, yasal sürenin bitimine doğru
süre isteyebileceğini ve mahkeme kararını takip etmeyerek tebligatın posta ile
gelmesine yol açacağını diğer bir anlatımla fiilen kendiliğinden süre uzatım
kararı varmış gibi davranabileceğini de unutmamak gerektiğine inanmaktayız.
Pek çok adliyede,
tarama yöntemine dayalı olarak kayıt oluşturulmaya başlanılmış olması, cevap
dilekçesinin ne zaman verildiğine ilişkin problemi ortadan kaldıracak
niteliktedir. Buna rağmen, hükümet gerekçesine göre “hakimin havale tarihi”
cevap dilekçesinin mahkemeye verildiği tarih olarak kabul edilmektedir. Buna
katılmamaktayız. Çünkü, HMK 32. maddesine göre, hakimin yargılamadaki görevi,
yargılamanın maddi anlamda sevk ve idaresidir. Bu husus madde gerekçesinde
açıkça belirtilmiştir. Buna karşılık, yazı işleri müdürünün yargılamadaki
görevi, şekli anlamda yargılamanın sevk ve idaresidir. Dilekçelerin, havale
işlemlerinin yapılması, şekli anlamda yargılamanın sevk ve idaresi olduğuna
göre, havale işleminin yazı işleri müdürü tarafından yapılmasında da havale
tarihi dilekçenin verildiği tarih olarak kabul edilmelidir. Zaten HMK 159/1
maddesi hükmüne göre de, yazı işlerinin havale yetkisi bulunmaktadır. Ayrıca
madde gerekçesine göre de yazı işleri müdürünün hakim tarafından
görevlendirilmesi halinde, dosyaya girmesi gereken belgelerin havalesi yazı
işleri müdürü tarafından yapılabileceğine göre, yazı işleri müdürünün havale
tarihi de cevap dilekçesinin verildiği tarih olarak kabul edilmelidir. Üstelik
bu davranış, hakime dosyanın hukuki boyutu üzerinde çalışması için yeterli
zamanı ayırmasına olanak verecektir.
CEVABA CEVAP
HMK 141/1 maddesi
getirilen yenilikten ötürü, iddianın genişletilmesi yasağı cevaba cevap
dilekçesinin verilmesinden sonra başlayacağı için, cevaba cevap dilekçesi, önem
kazanmıştır.
İddianın
genişletilmesi yasağı başlamadığı için, davalı tarafından verilen cevap
dilekçesinin içeriği dikkate alınarak davanın yeniden değerlendirilmesi olanağı
elde edilmiştir. Üstelik, yazılı yargılamayı, HMK nın yazılımına ve ruhuna
aykırı olarak, sözlü ifadeyi ortadan kaldıran bir biçimde yorumlayan hakimlerin
varlığı nedeni ile cevaba cevap dilekçesi ile tanınan bu olanak inkar edilemez
bir olanaktır. Ayrıca, bizlerinde, davayı, duruşmalarda çözümlemek alışkanlığı
yerine, “dilekçeyi şimdi aldım, inceleyip beyanda bulunayım” yolunu seçmemizden
dolayı, uzayan davarlı kısmen de olsa önleyici bir rolü bulunmaktadır.
Cevap dilekçesi ile
birlikte, dava dilekçesinde belirlediğimiz hukuki nedenin davalı tarafından
benimsenip benimsemediğini anlamak olanağımız ortaya çıkacaktır.
Eğer, davalı hukuki
nedenimizi benimsemiş ancak sunulan maddi vakıaların bu hukuki nedenin
unsurları olmadığını yada noksan unsur olduğunu savunmuş ise, cevaba cevap
dilekçemizde, maddi vakıalarımızı yeniden gözden geçirmek ve varsa hatalarımızı
gidermek şansımız doğmuştur.
Her ne kadar
iddianın genişletilmesi kapsamına maddi vakıalar girmekte delil girmemekte ise
de, maddi vakıaların değiştirilmesi nedeni ile aynı olanak deliller açısından
da vardır. Bildirilen yeni maddi vakıa için, dava dilekçesine ilişkin HMK 136/1
maddesinin yollaması nedeniyle HMK 119/1.f maddesinde belirtildiği gibi hangi
delilin sunulacağının da somutlaştırma kuralı doğrultusunda, belirtilmesi
gerekmektedir.
Kanımızca,
düşünülmesi gereken bir soru, maddi vakıalarda bir değişiklik olmamasına karşı,
delillerde bir değişiklik yapmak olanağımız olup olmadığına ilişkindir.
Kanımızca bunun cevabını, dava ve cevap dilekçesinin içeriğini hükme bağlayan,
HMK 119 ve 129. maddelerinde bulmamız mümkündür. Bilindiği gibi, bu maddeler
her iki tarafa da maddi vakıa bildirimi ile birlikte delil bildirme hakkı
vermiştir. Eğer yeni bir maddi vakıamız yoksa yeni delil bildirme olanağımızda
bulunmamaktadır.
Elbette, HMK 145.
maddesinin sonradan delil bildirme hakkı yada HMK 31 maddesi doğrultusunda
hakimin davayı aydınlatma görevi kapsamında delil bildirme için vereceği ara
karara uygun olarak bildirilen deliller bunun istisnasını oluşturmaktadır.
Yukarıda ki
düşüncemiz nedeni ile, cevaba cevap dilekçesinde yeni maddi vakıa
bildirmediğimiz takdirde, eski maddi vakıalar için yeniden delil bildiremeyeceğimizden
ötürü, noksan delil yada caiz olmayan delillerimiz açısından sonradan delil
bildirme olanağının varlığına yada hakimin HMK 31 maddesi doğrultusunda alacağı
ara karara bağlı olacaktır. Bu ise, davanın aktif süjesi olma özelliğinin
yitirilmesi demektir. ( Geniş açıklama için Doç Dr G. Erdönmez Hukuk
Muhakemeleri Kanununa göre delillerin gösterilmesi ve ibrazı İBD Cilt 87 sayı 5
yıl 2013 sayfa 24)
İKİNCİ CEVAP
Cevaba cevap
dilekçesinde ki mantığın burada da geçerli olduğunu belirtmek isteriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder