Av. ENDER DEDEAĞAÇ
Yazının başında, duruşmanın durma anlamına
gelmediğini, duruşmanın bir eylem ifade ettiğini, anlamamı sağlayan, takdirle
andığım bir hukukçu olan rahmetli Çetin Aşçıoğlu’na teşekkürlerimi yenilemekle
başlamak isterim.
Meslektaşlarımın çoğuna duruşma hakkında ne
düşünüyorsunuz ? diye sorsak, gelecek cevapların başında “duruşmaları zamanında
almıyorlar” eğer yargılama yazılı yargılama ise, “yazında verin, biz mutlaka
okuyoruz, diye konuşmamıza olanak vermiyorlar ” şikayetlerinin başı çektiği bir
açıklamanın geleceğini, bu konuda yapmış olduğum koridor sohbetlerinden elde
ettiğim bilgilere dayanarak ifade etmek isterim.
Elbette, çevresinde, zamanın nakit olduğunu defalarca
anlatan, kendi randevularında karşı tarafının ve kendisinin randevuya uyması
gerektiğini, defalarca söyleyen, bu konuda çocuklarına öğütler veren bir
yargıcın, davanın taraflarına vermiş olduğu randevu olan duruşma saatine uyum
göstermemesini anlamak mümkün değil ise de, yazılı yargılamanın, taraf
dilekçelerinin verilmesi ile sona erdiğini, bu aşamadan sonra bazı istisnalar
hariç, başkaca dilekçe kabul edilmemesi gerektiğinin yasa emri olduğunu,
duruşmanın yargılamanın şifahi aşamasını oluşturduğunu, bu aşamadaki
şifahiliğin adil yargılamanın gereği olduğunu kabul etmeyen hakimin tutumunu da
anlamak mümkün değildir.
Belki de anlamak mümkündür. Belki de, hakim
böylece, duruşmanın amaçlarından biri olan, yargının toplumsal denetiminden
kaçmaktadır. Yasama dokunulmazlığının, kürsü dokunulmazlığı ile
sınırlandırılması gerektiğini yada yürütmenin kesin hesap yolu vb olanaklarla
yasama tarafından denetlenmesi gerektiğini her fırsatta ifade etmesine rağmen,
yargının duruşmalar yolu ile toplum tarafından denetleneceği fikrini bir türlü
ifade etmemesine ve kabullenmemesine şaşmamak mümkün değildir. Elbette,
yargının toplum tarafından denetimini sağlayan duruşmanın aynı zamanda, tarafın
hukuki dinlenilme hakkını doğrudan etkilediğini savunmayan avukatın davranışına
da şaşmamak mümkün değildir.
Özetlemek gerekirse bu yazı ile duruşma hem HMK
da yer alan kurallar hem de adil yargılanma ile yargının denetimine ilişkin
ilkeler açısından değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Gerek HMUK gerekse HMK döneminde, taraf
dilekçelerinin verilmesi ile birlikte, taraflara dilekçe verme hakkı, sona
ermiştir. Bu aşamadan sonra yargılamanın duruşmalar aşaması başlamaktadır.
Yargılamanın dilekçeleri aşamasından sonra gelen
ön inceleme aşaması, iki ayrı boyutta değerlendirilmelidir. Ön incelemenin ilk
aşamasında HMK 138/1 maddesindeki koşulların oluşup oluşmadığa bakılır. Eğer bu
koşullar varsa, duruşma yapılmaksızın karar vermek mümkündür. Eğer söz konusu
koşullar yoksa, HMK 140/1 maddesi hükmü gereği, ön incelemenin duruşma
aşamasına geçilir. Ön inceleme duruşmasının yapılabilmesi için, taraflar HMK
139/1 maddesi doğrultusunda davet edilmelidir.
Ön incelemeden sonra gelen aşama olan tahkikat
aşaması, HMK 147/1 maddesine göre, mutlaka duruşmalı yapılmalıdır. Tahkikatın
başlayabilmesi için, ön incelemeye ilişkin tüm işlemlerin tamamlanması ve
kararların alınmış olması gerekir. Diğer bir anlatımla, tahkikatta, yemin,
isticvap, keşif, bilirkişi incelemesi, tanık dinlemesi istisnaları dışında
delillerin toplanması işlemleri yapılamaz. HMK 147/1 maddesinin açık hükmü
gereği, HMK 195/1 maddesi kapsamında kalan delillerin toplanması işlemi
bitmeden, tahkikat aşamasına geçilemez. Tahkikat aşamasına geçilebilmesi için,
HMK 147/1 maddesi gereği, tarafların HMK 147/2 maddesindeki koşulları içeren
davetiye ile tahkikat duruşmasına davet edilmesi gerekir. Bu husus hükümet
gerekçesinde çok açık olarak anlatılmıştır.
Ön inceleme duruşmasında, tahkikat duruşması
için duruşma günü verilebilinir mi ? yada tahkikat duruşması için gün
vermeksizin hemen tahkikat aşamasına geçilebilinir mi ?
Eğer, ön inceleme duruşmasında, hakim, HMK 140/5
ve 195/1 maddelerinde belirtilen deliller kapsamında kalan bir delil olmadığı
kanısında ise hatta HMK 31/1 maddesi doğrultusunda davanın aydınlatılması
kapsamında getirilecek bir delil yoksa kısaca delillerin hepsi ön inceleme
aşamasında dosyaya kazandırılmış ise hakim tahkikat aşaması için gün belirleme
işlemini ön inceleme aşamasında tutanağa geçirerek gerçekleştirebilir
kanısındayım. Ancak, gün belirlemeye ilişkin ara kararda, HMK 147/2 maddesinin
içerdiği tüm koşullara yer verilmesi gerektiği inancında olduğumu da belirtmek
isterim.
İkinci sorunun cevabını aradığımızda, basit
yargılamaya ilişkin olan HMK 320/2 ve 320/3 maddelerini de dikkate almakta
yarar bulunmaktadır. Söz konusu madde hükümleri ile, duruşma sayılarını
sınırlamayı hatta HMK 321/1 maddesi ile sözlü yargılama ifadesi yerine son söz
ifadesini benimseyen ve de son söz için
ayrı bir süre verilmemesini hükme bağlayan yasa koyucu, ön inceleme ile
tahkikatı ayırmıştır. Kanımca bunda ki amaç, delillerin toplanması aşamasında,
tarafların ve mahkemenin zaman kaybını önlemek olduğu gibi delillerin
değerlendirilmesi aşaması olan tahkikat aşamasına tarafların gereken hazırlığı
yaparak gelmesini sağlamak ve adil yargılamaya ilişkin ilkelerin uygulanmasına
olanak vermektir.
O halde, ön inceleme duruşmasında tahkikat için
ayrıca bir gün vermeksizin, usul ekonomisi ve makul sürede yargılanma hakkı
dikkate alınarak tahkikat aşamasına geçilecek ise, taraflara, adil yargılamanın
diğer bir hakkı olan, hazırlanmak için gereken zamanın kazandırılması gerekip
gerekmediğinin hakim tarafından değerlendirilmesi hatta bu konuyu taraflarla
paylaşması gerektiğine inanmaktayım.
Olayı bir kez de yargılamanın diğer bir aşaması
olan, sözlü yargılama açısından değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Yukarıda
da söylediğimiz gibi, yasa koyucu basit yargılamada, HMK 321/1 maddesinde,
sözlü yargılama aşaması ifadesini kullanmamakla beraber, son söz ifadesi ile
sözlü yargılama aşamasını ifade etmiştir. Bu kanımızın doğruluğu HMK 186
maddesine ilişkin hükümet gerekçesinde yer alan ifadeden anlaşılmaktadır.
Yasa koyucu basit yargılamaya ilişkin HMK 321/1
maddesi hükmünde, sözlü yargılama için ayrıca bir süre verilmesi gerekmediğini
belirtmesine rağmen, yazılı yargılamaya ilişkin olan HMK 186/1 maddesinde
taraflara sözlü yargılama için ayrıca bir süre verilmesi gerektiğini hatta
sözlü yargılama için tayin edilen günün tahkikat duruşmasında bulunmayan tarafa
tebliğ edilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.
Görüldüğü gibi, yasa koyucu, yargılamanın her
aşamasında tarafın hazır bulunması gerektiğini hükme bağlayarak hukuki
dinlenilme hakkının gerçekleşmesine olanak vermiştir. Hukuki dinlenilme hakkı
sadece duruşmada hazır bulunmakla sağlanamayacağı için, hukuki dinlenilme
hakkının bir başka ilkesinin gerçekleşmesi için yani gereken hazırlığın
yapılmasının da sağlanmasını böylece gerçekleştirmiştir. HMK 161/1 maddesi
hükmü ile taraflara dosyayı inceleme yetkisi vererek, hazırlanmanın
sağlanmasını hatta belirli oranda sürpriz karar yasağının önlenmesini de
amaçlamıştır.
HMK 28/1 maddesi aynı maddenin ikinci fıkrasında
yer alan istisnalar dışında duruşmaların aleni yapılmasını ve alınan kararların
aleni olmasını hükme bağlamıştır.
Burada aleniyetten anlaşılması gereken
duruşmaların kamu oyuna açık olmasıdır. Duruşmaya tarafın katılması HMK 27/1 ve
27/2 maddelerinde hüküm altına alınan ve
AİHS ile iç hukukumuza kazandırılan, adil yargılanma hakkı ile sağlanmıştır. Bu
nedenle HMK 27/1 maddesinde benimsenen ilke yargılamanın, kamu oyu tarafından
izlenebilir olmasını sağlamaktır.
Yargılamanın kamu oyu tarafından izlenebilmesine
olanak vermek, yargının kamu oyu tarafından denetlenmesine olanak vermektir.
Günümüzde çok konuşulan bir konu olan yürütmenin
yasama ve yargı tarafından denetlenmesinin kuvvetler ayrımının vazgeçilmesi
olduğu gibi, kanımca, yargının, yargılamanın aleniyet ilkesi ile ve hakimin
cezai ve hukuki sorumluluğu ile denetlenmesi de aynı şekilde kuvvetler ayrımının
vaz geçilmezidir. Bağımsızlığın, tarafsızlıkla birlikte değerlendirilmesi
gerektiği gibi, bağımsızlığın sorumluluk
ile birlikte de değerlendirilmesi gerekmektedir. Elbette tarihi gelişimde
hakimin sorumluluğunun belirlenmesinde çok dikkatli olunması gerektiği herkes
tarafından kabul edilen bir ilke olarak benimsenmiş ise de hiç kimse hakimin
sorumluluğunun olmadığına ilişkin bir beyanda bulunmamıştır.
Aleniyet yolu ile kamu oyunun denetiminin
sağlanabilmesi için, salonun davanın tarafları dışında kalanların da girmesine
olanak verecek şekilde kapısının açık tutulması yeterli değildir. Salonda,
gerçekleşen işlemlerin alınan kararların, izleyenler tarafından da anlaşılır
şekilde ifade edilmesini gerekli kılar. Burada ki anlaşılır olmaktan kastım,
sadece duymak olmayıp duyduklarının değerlendirmesine olanak veren bir ifade
ile anlatılmasının sağlanmasıdır.
Böylece, aleniyet ilkesi doğrultusunda
duruşmaları izleyenler, hakimin neyi niçin yaptığını kendi olanakları elverdiği
ölçüde anlamış olacaklardır. Böylece, gerek yargılamayı gerçekleştiren hakim gerekse
yargının bütünü hakkında bilgi sahibi olacaklardır. Hatta, yasamanın oluşumuna
yapacakları öneri ve katkı ile hakimin ve yargının daha güzel işlemesine olanak
sağlamış olacaklardır. Gerçek gücün, toplumda olduğu kabul edilirse, onun
vekili olarak görev yapan yasamanın bu uyarı ve eleştirilere cevap vermesi
gerektiğine inanmaktayım. Bir şeyin bu güne kadar yapılmamış olması bundan
sonra yapılmayacağı anlamına gelmez.
Duruşmaların aleni yapılması gerektiği AİHS nin
yansıması olarak HMK 149 maddesinde yer aldığı gibi İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi vb uluslar arası metinlerde yer almaktadır. Ayrıca, bu ilke Gülhane
Hattı Hümayununda, 1856 Islahat Fermanında ve 1908 Kanuni Esasinde de yer
almıştır. Bu günkü Anayasamızın 36 ve 141 maddeleri bu ilkeleri içermektedir.
Yukarıda yer alan açıklamalarda, Başar
Başaran’ın Aleni Yargılama Hakkı adlı makalesinden ( Mevzuat Dergisi yıl 2 sayı
15 mart 1999 ) yararlandığımı belirtmek isterim.
Aleni yargılamanın davanın taraflarına ilişkin
bir hak olmasının ötesinde kamuya ilişkin bir hak olduğu konusunda bir şüphe
olduğunu düşünmemekteyim. O halde, bu hakkın kullanımını engelleyen hakimin,
HMK 46/1.c maddesi doğrultusunda yargılanması gerekip gerekmediğinin
tartışılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünmekteyim.
Duruşmanın anlamı, yüz yüzelik, doğrudan
doğruyalık ve vasıtasızlıktır. Bu tanımda yer alan vasıtasızlık, sözlülük yani
şifahilik halini içine alan bir sözcüktür.
Kamu oyunun duruşmada olan biteni anlamaları ve
tarafların düşüncelerini hakime aktarmaları ve bu yolla onu kendi lehine hüküm
kurmak için ikna etmeleri ancak, duruşmaların şifahi olarak yapılması ile
mümkündür. Elbette şifahilikten kastımız için de tarafların düşüncelerini
anlatmalarına yeterince olanak vermek ve gerek hakimin gerekse tarafların
açıklamalarını kamu oyu adına izleyen kişilerin salonda söylenenleri duyması ve
bunları anlamasına olanak verilmesidir.
Duruşma, tarafları, tanıkları, bilirkişileri ve
hakimin aynı salonda olmasına neden olduğu için, bu aşamada yapılan tüm
işlemler, doğrudanlık ilkesi kapsamında kalan işlemlerdir.
HMK ya baktığımızda ;
137,144,149,152,170,184,185,186,188,197,233,259 ve 288 maddelerinde doğrudanlık
ilkesine ilişkin hükümlerin yer aldığını görmekteyiz.
Doğrudanlık ilkesi ile hakim, gerek tarafların
açıklamalarını gerekse dava malzemelerini bizzat değerlendirmek olanağına
kavuşur. Klasik bir örnek olan tanıkların yargılamayı yapan hakim tarafından
bizzat dinlenmesi ve böylece doğrudanlık ilkesinin uygulanmasının, yargılamayı
yapan hakimin tanığın duruşmada ki anlatımı, davranışları vb nedenlere dayalı
olarak, kağıda yazılı olarak sunulan tanık ifadesinden daha kıymetli olduğunu
belirtmekle yetinmek isterim. Böylece yargılamayı yapan hakim tanığın olayı ne
kadar bildiğini ve doğru anlatıp anlatmadığını öğrenmek olanağına kavuşmuş
olmaktadır.
Duruşma salonunda yazı ile anlatım olmayacağına
göre, duruşmanın diğer bir karakteristik özelliği, duruşmaların şifahiliğidir.
HMK 140 maddesinin gerekçesine baktığımızda, tarafların hakim tarafından
dinlenmesi gerektiğinin belirtildiğini görmekteyiz. Gene HMK 144/1 maddesi
hükmüne göre, hakim tahkikatın her aşamasında tarafları, davanın maddi
vakıaları hakkında dinleyebilir. Aynı şekilde HMK 184/1maddesine göre tahkikat
sonunda taraflara açıklama için söz verilmesi yani şifahi açıklamada
bulunmaları hükme bağlanmıştır.
HMK 156/1 maddesine göre, ön inceleme, tahkikat
ve yargılama işlemlerinde tutanak tutulur. Ayrıca, HMK 154 maddesine göre,
duruşmaların tutanakla belgelenmesi gerekmektedir. Söz konusu maddeye göre,
tutanakta, tarafların sözlü açıklamalarına da yer verilmelidir.
Zaten sözlü yargılamanın isminden de
anlaşılacağı gibi şifahi olarak yapılması gerekir. HMK 184 maddesine ilişkin
gerekçeye baktığımızda “Hangi yargılama usulü uygulanırsa uygulansın tarafların
yargılamada sözlü olarak görüş ve değerlendirmelerini ifade etmeleri özel bir
önem taşımaktadır.” İfadesinin yer aldığını görmekteyiz. Bu ifade biz
avukatlara şifahi açıklamalarımıza ilişkin hakkımızın/görevimizin önemini
hatırlattığı gibi hakimlere de, bu hakkın/görevin “vaktin yok” vb mazeretlerle
bu hakkı ihlal etmemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. ( Doğrudanlık ve sözlülük
konularında daha geniş bilgi için Aziz Serkan Arslan’ın Medeni Usul Hukukunda
Doğrudanlık İlkesi adı ile gerek Selçuk Üniversitesi Dergisinde gerekse yayın
olarak ve internet ortamında yer alan açıklamalarını incelemenizi
önermekteyim.)
Ek
Nurullah Ataç'a göre yazı dili ile konuşma dili birbirinden farklıdır. Konuşma dilinde, yazı ile anlatırken yararlanamadığın ses tonu, mimik vb şeylerden yararlanmak mümkündür. Yazı diline ise, doğru sözcükleri seçmek ve hatasız/düzgün anlatım ön plana çıkar. Duruşmayı bu açıdan değerlendirdiğimizde, yargılamada söz ve yazıya ilişkin avantajlar birlikte kullanılacağı için adalete yaklaşım daha sağlıklı olacaktır demek mümkündür.
Ek
Nurullah Ataç'a göre yazı dili ile konuşma dili birbirinden farklıdır. Konuşma dilinde, yazı ile anlatırken yararlanamadığın ses tonu, mimik vb şeylerden yararlanmak mümkündür. Yazı diline ise, doğru sözcükleri seçmek ve hatasız/düzgün anlatım ön plana çıkar. Duruşmayı bu açıdan değerlendirdiğimizde, yargılamada söz ve yazıya ilişkin avantajlar birlikte kullanılacağı için adalete yaklaşım daha sağlıklı olacaktır demek mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder