Av. Ender DEDEAĞAÇ
Sözlü yargılama ilk derece mahkemelerinde
tarafların katılımının en son aşamasını oluşturmaktadır. Bu aşamaya gelinceye
kadar, hakim tarafından açıkça söylenmemiş olmasına rağmen, uyuşmazlığa
uygulanması gereken hukuk normu belirlenmiştir. Hakimler tarafından uyuşmazlığa
uygulanacak olan hukuk normunun bildirilmemesine ilişkin olarak, oluşturulan
sürpriz karar yasağına aykırı olan tutumuna rağmen hakimin hangi hukuk normunu
uygulayacağı özellikle avukatlar tarafından anlaşılmış olmalıdır. Çünkü, hakimin
taraflar arasında ki çekişmeli olan maddi vakıalardan, hangi maddi vakıalar
için delil toplanmasına olanak vermiş olması, delillerin toplanmasından sonra
taraflarca bunların tahkikat aşamasında değerlendirilmesini takiben, HMUK
döneminde HMUK 218 ve 219 maddelerinde çok açık bir şekilde hakime görev olarak
verilen kabule şayan delillerin belirlenmesi, kabul edilen ve ret edilen
deliller için gerekçelerinin belirtilmesi aşamaları tamamlandığı için,
uygulanacak olan norm anlaşılmıştır.
İşte tahkikattan sonra gelen sözlü yargılama
aşamasında, taraf, davanın bütününü değerlendirerek, hakimin kararının kendi
lehine olması için, davada ki hukuksal olguları dikkate alarak, bu hukuksal
olgunun kanıtlanması için gereken delilleri de inceleyerek, tüm bilgi birikimini
kullanmak zorundadır.
Tahkikat aşamasında delil değerlendirmesi ile
sözlü yargılama aşamasında delil değerlendirmesi arasında fark bulunmaktadır.
Tahkikat aşamasında, öncelikle, uyuşmazlığın çözümlenmesinde etki edecek
çekişmeli maddi vakıaların aydınlanması taraflar arasındaki çekişmenin hakim
tarafından anlaşılması ve çözüme kavuşturulması için, hakim tarafından
toplanmasına karar verilen delillerin tamamının dosyada toplanmış olup
olmadığının kontrolü yapılmaktadır. Noksanlar varsa bunların toplanması için
hakime gereken uyarının yapılması da bu aşamada gerçekleştirilmelidir. Hatta
hakimin HMK 31 maddesi gereği hakimin delil istemesi gerekip gerekmediği konusu
bile bu hatırlatmanın içinde yer almalıdır. Bu aşamadan sonra bu delillerin
kabule şayan yani HMK nın deyimi ile caiz delil olup olmadığı irdelenmeli ve
hakimin bu yönde vereceği karara ışık tutulmalıdır.
İşte bu eylemler gerçekleştirilip, HMUK 219
maddesinin ışığında, hakim tarafından caiz delil değerlendirmesi
gerçekleştirildikten sonra geçilen sözlü yargılama aşamasında, taraflar
öncelikle hakim tarafından verilen tahkikatın bitmesine ilişkin kararın doğru
olup olmadığını irdelemek zorundadırlar. Çünkü, HMUK 377 ve 378 maddelerinin
karşılığı olan HMK 185/2 maddesi HMUK dönemine ait kararlar ve ilmi görüşler ışığında
değerlendirildiğinde, HMK döneminde de, toplu mahkemeler için hükme bağlanan
sözlü yargılama aşamasında, heyetin tahkikatta noksan buldukları hususların
tamamlanmasına ilişkin karar verebilmesi yönündeki hakkının, tek hakimli mahkemelerde
de uygulanabilir olduğu kanısına ulaşırız. HMK nın genel gerekçesinde yer alan
eski dönemden yararlanma ilkesi bu görüşümüzü desteklemektedir.
Yukarıda sunduğumuz açıklamalar nedeniyle, sözlü
yargılama aşamasına gelirken, tahkikat aşamasında noksan bulduğumuz bir hususun
olup olmadığını saptamalı eğer varsa bunu öncelikle dile getirmeli ve hakimin
tahkikat aşamasına dönmesini sağlamalıdır. Eğer böylesi bir noksan söz konusu
değil ise, bu kez seçilen hukuk normu açısından sunulan maddi vakıaları yeterli
olup olmadığı yani normun unsurlarının gerektirdiği tüm maddi vakıaların
mahkemenin incelemesine sunulup sunulmadığı, sunulan maddi vakıaların kabul
edilebilir delillerle/caiz delillerle kanıtlanıp kanıtlanmadığı, maddi vakıalar
ve deliller ışığında seçilen hukuk normunun yaptırıma ilişkin kısmının
gerçekleşip gerçekleşmediği ve gerçekleşmiş olmasına rağmen talebe bağlılık
ilkesi ile bağdaşıp bağdaşmadığı tartışılmalıdır. Davalı taraf açısından
sunulan itiraz ve defilerin olaya ne denli etki ettiği de bu tartışma sırasında
dikkate edilmesi gereken bir husustur.
İşte taraflarca yapılması gereke tüm bu
eylemler, mahkeme tarafından belirlenen sözlü yargılama duruşmasında
yapılacaktır. Üstelik, hakimlerin yazılı yargılama usulünde her şey yazılı olur
şeklinde oluşmuş yasaya hatta AİHS aykırı tutumuna rağmen şifahi olarak
gerçekleşmelidir. Ayrıca eğer iki tarafın hazır bulunduğu tahkikatın sona
erdiğine ilişkin kararı verildiği duruşmada tarafların her ikisinin birlikte
yeni bir duruşma günü istemiyoruz beyanı olmadığı takdirde, sözlü yargılamanın
gerçekleşmesi için taraflar davet edilmelidir. Eğer, taraflar ayrı bir gün
belirlenmesi talep etmemişlerse, bu hususun tutanağa geçirilmesinin ve tarafın
imzası ile onaylanmasının doğru olacağını düşünmekteyiz.
Taraflardan biri, tahkikat aşamasında, mazereti
olmaksızın duruşmaya katılmamış ise, bu tarafın daveti sağlanmadan sözlü
yargılama gerçekleştirilmemelidir.
HMUK 376 ve 377 maddelerine göre, hakim
taraflara ikişer defa söz vermelidir. Ancak, tarafların ne kadar süre ile
şifahi beyanda bulunacağını sözlü yargılamanın yapılacağına ilişkin kararında
sınırlayabilirdi. Bu gün ise, bu iki açıklayıcı hüküm HMK da yer almamaktadır.
Bu konular hakimin takdirine bırakılmıştır.
Bu konuda ki açıklamalarımızı şu alıntı ile noktalamakta
yarar görmekteyiz. “Sözlü yargılama evresinde, taraflar, tahkikat sonucunda
ulaşılmış bulunan durumu da gözeterek, kendi iddia ve savunmalarının
haklılığını, ortaya koymaya ve bu suretle, bir anlamda yargılamanın genel bir
değerlendirmesini yapmaya gayret ederler. Taraflara bu yargılama evresinde,
yargılamanın genel bir kritiğini yaptıktan sonra, iddia ve savunmalarını bir
kez de sözlü olarak yapmalarına olanak veren bir ortamın yaratılması şarttır.
Aksi takdirde, medeni yargılama, sadece yazılılık esasının işlerlik kazandığı
bir alan haline gelir ve tümüyle formel bir kalıba hasredilmiş olur. Yine,
sözlü yargılama aşaması, ne kadar etkin ve işlevsel hale getirilirse, hükümde o
ölçüde kolektif bir faaliyetin ve diyalektik bir sürecin ürünü olma kimliğine
kavuşur. Sadece, taraflara, “dilekçelerimizdeki beyanları aynen tekrar
ederiz”;”taleplerimiz doğrultusunda karar verilsin” beyanlarda bulunulmasına
olanak verilmesi suretiyle geçiştirilen bir yargılama evresi haline dönüşmüş
bulunan sözlü yargılama evresi, kendisinden beklenen yararı sağlayamaz ve
anılan uygulama biçimi bu yargılama evresinin yasada ihdası gayesine tamamen
aykırıdır. Öte yandan, bu aşamanın icrası bağlamında getirilecek olan
kayıtlamalar yahut sınırlamalar, hukuki dinlenilme hakkının da ihlali anlamına
gelir. Bu evre, esasında, taraflar haklarında karar verilmesinden önce, son
sözlerinin de sorulduğu, bir evre konumundadır. Bu hususa, Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 186. Maddesinin ikinci fıkrasında
da açıkça vurgu yapılmıştır. ” (Süha sayfa 977)
06.06.2011 günlü enderdedeağaç.blogspot ta yer
alan “6100 sayılı HMK açısından sözlü yargılama ve avukatlar açısından bir
kayıp” yazım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder