1 Haziran 2011 Çarşamba

6100 Sayılı HMK’da Belge ve Senetle İspat

Av. Ender Dedeağaç

HUMK’da yer alan senetle ispat kuralı, HMK tarafından da benimsenmiş ancak “senet” sözcüğü yerine “belge ve senet” sözcüklerinin birlikte kullanılması tercih edilmiştir. Belge sözcüğünün HMK’da ilk kez yer alması nedeniyle, HMK’nın 199/1 maddesinde belgenin tanımı yapılmıştır. Madde gerekçesinde yer alan açıklamalara göre, bu tanım yapılırken, sınırlayıcı bir tanım olmasından kaçınılmış ve gelişen şartlara uyum sağlaması amaçlanmıştır. Gerekçeye göre, belgenin tanımlanması yapılırken, belgenin “bilgi taşıyıcısı” olduğu ilkesi dikkate alınmıştır. Ancak, bir bilgi taşıyıcısının HMK açısından belge olarak kabul edilmesi için, ilk koşulun, o belgenin, “uyuşmazlık konusu vakıayı ispata elverişli olması” gerektiği HMK 199/1 maddesinin birinci cümlesinde açıkça dile getirilmiştir. HMK 199/1 maddesine göre belge “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli, yazılı ya da basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve benzer bilgi taşıyıcıları…” ifade eder. Madde gerekçesine göre, bu tanımın oluşturulmasında, Bilgi Edinme Kanunundan yararlanılmıştır.
Senetle ispat zorunluluğu madde başlığını taşıyan HMK 200/1 maddesine göre, “Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktarı veya değerleri ikibinbeşyüz Türk lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir...” Madde metninden de anlaşıldığı gibi, senetle ispat zorunluluğunun sınırı belirlenirken, işlemin yapıldığı zaman esas alınmıştır. (Hatırlayacağınız gibi, yargı yoluna başvururken, hüküm tarihindeki değer esas alınmıştır.) Senetle ispat sınırının saptanmasında işlemin yapıldığı tarihin esas alınması HUMK 288. maddesinde de benimsenmiştir. Böylece ilkenin özünde bir değişiklik olmamıştır.
Gene HUMK 288. maddesince de benimsenen bir ilke HMK 200/1 maddesinde yer almaktadır. Bu ilkeye göre, “Bu hukuki işlemlerin miktar ve değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi, bir nedenle ikibinbeşyüz Türk lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunmaz.”
HMK 200/2 maddesi HUMK 289. maddesinde yer alan bir hükme yer vererek maddede bütünlük sağlamıştır. Söz konusu hükme göre, senetle ispatı gereken bir uyuşmazlık konusunun tanıkla ispatını isteyen tarafın bu önerisinin mahkemece kabul edilebilmesi için, mahkemenin önce, karşı tarafa, senetle ispat yükümlülüğünü hatırlatması ve eğer karşı taraf olur verirse tanıkla ispatın mahkemece kabul edileceğini belirtmesi gerekir.
Gerek HUMK 290 maddesi gerekse HMK 201/1 maddesi, senetle ispat kuralının bir başka görünümünü hükme bağlayan kanun maddeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hükme göre, bir iddianın çürütülmesi amacıyla ileri sürülen karşı iddianın da aynı kural gereği senede bağlanması gerektiği düşünülmüş ve bir önceki kuralda olduğu gibi, senetle ispat sınırı saptanırken, “…senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler…” ayrı olarak değerlendirilmiş ve böylesi hukuki işlemlerde, miktar ve değer ikibinbeşyüz Türk lirasının altına düşmüş olsa bile, senetle ispat yükümlülüğünün devam ettiği belirtilmiştir.
Gerek HUMK’da gerekse HMK’da senetle ispat kuralı ilke olarak benimsenmiş olmakla beraber her iki kanunda da bunun istisnalarına yer verilmiştir. Bu istisnalara değinmeden evvel, parasal sınırın altında kalan uyuşmazlıklarda bu kuralın uygulanmamasının bir istisna olmadığını, bunun kuralın gereği olduğunu hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Konunun özelliği gereği HMK 203/1 maddesi metnini aynen bilgilerinize sunmaktayız.
Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları
MADDE 203- (1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş bulunan hukuki işlemler.
c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük bulunan hâllerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.
d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.
e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâli.
Görüldüğü gibi, HMK 203/1 maddesi kaleme alınırken, HUMK 293. ve 294. maddeleri birlikte değerlendirilmiş olup, HUMK 293. maddesinin 1. fıkra b bendinde yer alan haksız fiillere HMK’da yer verilmemiştir. Madde gerekçesinde bu husus, haksız fiillerin senede bağlanmasının mümkün olmaması olarak açıklanmıştır. Buna karşılık HMK, hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddialarının tanıkla ispat olunabileceği yolunda ilmi ve kazai içtihatlarda oluşan fikir birliğine madde metninde yer vermiştir.
Eskiden olduğu gibi HMK da senetleri, ilamlar ve resmi senetleri bir bölüm ve adi senetleri bir bölüm olmak üzere ikiye ayırmıştır. Bu ayrımın sonucunu iki konuda görmekteyiz. Bunlardan biri bunların ne zaman kesin delil niteliğinde olduğu diğeri ise bunların nasıl sahteliğinin iddia ve ispat edileceğidir. Bu konuları daha iyi değerlendirmek için HMK 204. ve 205. maddelerini incelememiz gerekmektedir.
HMK 204/1 maddesi, ilamlar ile düzenleme şeklindeki noter senetlerini aynı değerde kabul etmiş ve bunların sahteliği kanıtlanıncaya kadar, kesin delil olduğunu hükme bağlamıştır. HMK 204/2 maddesinde, iki ayrı senet türü değerlendirilmiştir. Bunlardan birincisi, noterlerin “İlgililerin beyanına dayanılarak tasdik ettikleri senetler” olup ikincisi ise, “…diğer yetkili memurların görevleri içinde usulüne uygun olarak düzenledikleri belgeler…”dir. Bunların her ikisi de aksi ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindeki senetlerdir. Dikkat edilirse HMK’nın, senetlerin delil olma özelliğini dile getirirken, ilk grup için “sahteliği ispat olununcaya kadar” ikinci grup için ise “aksi ispat olununcaya kadar” bunların kesin delil sayılacağını belirttiğini görmekteyiz. Bu ayrım iki grup arasındaki farkın temelini oluşturmaktadır.
HMK 204/1 ve 204/2’de yer alan bu güçlü ifade nedeniyle HMK 204/3 maddesi de HUMK 295/2 maddesinde olduğu gibi, mahkemenin bu belgelerden şüphe duyması halinde, ilgili daireden bunlar hakkında bilgi isteyebileceğini hükme bağlamıştır. HMK 240/3 maddesinde yer alan “ilgili daire” kavramına noterlerin girdiğinden her hangi bir şüphemiz bulunmamaktadır. Çünkü Noterlik Kanunu, noterlik dairesi, kavramını kullanmaktadır. Bu kavramın içeriğine mahkemelerin girip girmediği konusunda ise emin değiliz. Eğer giriyorsa, ki girmesi gerekir, daire sözcüğünün mahkemeleri ifade etmekte zayıf ya da anlamsız kaldığını belirtmek isteriz.
Kanımızca, noter senetleri ile ilgili olarak, HMK 204/1 ve 204/2’de yer alan açıklamalar nedeniyle, noterlik kanununda yer alan ve noter senetlerini ikiye ayıran uygulamadan da dönmek gerekecek ve düzenleme, onama şeklinde senetlerin yanına beyanı noterlerce onanan senetler kavramına yer vermek gerekecektir. Kanımızca bu üçlü ayrım uygulamaya daha uygun düşmektedir ve benimsenmesi gerekmektedir.
HUMK 296/son maddesinde yer alan adi senetlere ilişkin “Mahkeme huzurunda ikrar olunan senetler …” ifadesi, HMK 205/1 maddesinde daha açık bir hale dönüştürülmüş ve “ Mahkeme huzurunda ikrar olunan …” senetler ile “…mahkeme tarafından inkar edenden sadır olduğu kabul edilen senetler…” ayrımına tabi tutularak kaleme alınmıştır. Bu ayrıma uygunluk dikkate alınarak bir adi senedin kesin delil sayılabileceği hükme bağlanmıştır.
HMK 205/2 ve 205/3 maddeleri, hukukumuza HUMK 295/A maddesi ile yeni bir delil olarak giren elektronik imzayı yeniden ve değiştirerek hükme bağlamaktadır. HMK 205/2 ve 205/3 maddelerine göre, “Usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulan elektronik veriler senet hükmündedir.” Ancak “Hakim, mahkemeye delil olarak sunulan elektronik imzalı belgenin, güvenli elektronik imza ile oluşturulup oluşturulmadığını resen inceler.” Madde metninden de anlaşılacağı gibi, yasa koyucu yeni metni düzenlerken, elektronik imza ile düzenlenen senetlerin kesin delil olma özelliğinden ayrılmış, onu sadece senet hükmünde kabul etmiş hatta adi senetleri incelediği HMK 205. maddesinin 2. ve 3. fıkralarında hükme bağlamıştır. Ayrıca, elektronik imzanın güvenirliğinin resen kontrol edilmesi gerektiğini de hükme bağlayarak bu noktada da HUMK 295/A maddesinden ayrılmıştır. HMK 205/3 maddesi hakimin elektronik imzanın güvenilirliğini resen denetlemesi gerektiğini hükme bağlamış olmasının yanı sıra HMK 210/1 maddesi, elektronik verinin inkar edilmesi halinde, hakimin önce veriyi inkar eden tarafı dinlemesi gerektiğini, eğer bu dinleme ile kanaat sahibi olmamış ise bilirkişiye başvurması gerektiğini hükme bağlamıştır. Bize göre HMK 205/3 maddesi imzanın 210/1 maddesi ise içeriğinin doğruluğunun saptanması için, mahkemece yapılması gereken işlemleri hükme bağlamaktadır. Kanımızca, bu durumda, elektronik imzanın kesin delil olarak kabul edilmesi için, imzasının resen kontrol edilmiş ve usulüne uygun olarak ilgili tarafça atılmış olduğunun mahkemece kabul edilmiş olmasının yanı sıra içeriğinin ikrar ya da mahkemece doğruluğunun saptanması gerekmektedir.
HMK’da yer alan resmi senet adi senet ayrımı, senetlerin sahteliğinin yani yazı ve imzanın inkar edilmesinin iddia edilmesinde uygulanacak kuralların hükme bağlanmasında da benimsenmiştir.
HMK 208/4 maddesine göre, resmi senette sahtecilik iddiasında bulunan kişinin, iddiasının değerlendirilmesi ve kabul edilmesi için, iddia sahibinin, resmi evraka, resmiyet kazandıran kişiyi taraf göstereceği bir dava açması ve davayı kazanması gerekmektedir. Eğer iddia sahibi dava açmamış ise, davaya bakmakla görevli olan hakim, iddia sahibine, HMK 208/4 maddesi son cümlesi hükmü gereği iki haftalık kesin süre verir. Burada dikkat edilmesi gereken husus açılacak davada resmi senedi düzenleyen kişinin kanunun açıklaması ile senede resmiyet veren kişinin de davada taraf olarak gösterilmesidir. Sahtecilik davasının açılması HMK 165. maddesinde yer alan bekletici meselenin doğmasına neden olur.
Halbuki sahtecilik iddiası, adi senet için yapılacaksa, önce, iddia sahibi bunu asıl davaya bakmakla görevli mahkemede de inkar olarak belirtmelidir. Çünkü inkar etmediği takdirde, HMK 208/1 son cümle doğrultusunda, bu belge aleyhine delil olarak kabul edilir. İddia sahibi bu inkardan sonra, dilerse, asıl davayı bakmakla görevli mahkemede bu iddiasını ispatlamak için mahkemenin bu konuyu ön mesele olarak çözmesini talep eder. İsterse başka bir mahkemeden dava açarak konunun bekletici mesele yapılmasını talep eder.
HMK 209/1 ve 2 maddelerine göre, gerek adi senette gerekse resmi senette yazı ve/veya imza inkarı söz konusu olduğunda, bu senetlere ilişkin usule uygun olarak inkar problemi sonuçlandırılıncaya kadar bu senetler, ihtiyati tedbirler hariç, her hangi bir işleme esas alınamaz. HMK 209/3 maddesine göre, resmi ya da adi senetteki yazının yada imzanın inkar edilmiş olması, inkardan önce verilen ihtiyati tedbir kararını etkilemeyeceği gibi yeni ihtiyati tedbir kararları verilmesini de engellemez. HMK’nın 209. maddesi HUMK 317. maddesi hükmünün tekrarıdır.
Senetlerde yer alan yazı inkar edilirken HMK 207/1 maddesi hükmüne dikkat etmek gerekmektedir. HUMK 298 maddesine benzer şekilde hükme bağlanan bu maddeye göre, yazının inkarı ile “çıkıntı, kazıntı ve silintinin” inkarı ayrı ayrı hükme ve sonuca bağlanmıştır. HMK 207/1 maddesine göre, çıkıntı, kazıntı ve silintinin kabul görmesi için onanmış olması gerekir. Aksi takdirde yani onanmamış ise ve aynı zamanda inkar ediliyorsa, bu çıkıntı, kazıntı ve silinti yok kabul edilerek senet değerlendirilir. Eğer bu kazıntı, çıkıntı ve silinti senedin geçerliliğine ve anlamına etkili olacak ise, senet kısmen ya da tamamen hükümsüz sayılır.
Bilindiği gibi, tarafların dava ve cevap dilekçesinde delillerini belirtmeleri ve elinde bulunan belgelerin asıllarını ya da onanmış örneklerini de bu dilekçelere eklemeleri temel kuraldır. Eğer bir imza ya da yazı inkarı söz konusu olduğunda bu belgelerin aslı söz konusu dilekçelerin ekinde sunulmamış ise, HMK 216/1 maddesi hükmü gereği, mahkeme kendiliğinden ya da taraflardan birinin talebi ile belge aslının mahkemeye verilmesini isteyebilir. Mahkemenin belge aslını istemesi halinde taraflar ve üçüncü kişi veya resmi makamlar HMK 216/2 maddesi bu belgenin aslını mahkemeye vermekle yükümlüdür. Mahkeme kendisine sunulan belgeyi gördükten sonra iki karardan birini vermek durumundadır. Ya belgeyi inceler bir ikinci talep halinde belgenin tekrar mahkemeye sunulması gerektiğini belirterek belgeyi sunana iade eder. Ya da söz konusu belgeyi, gereken önlemleri alarak saklar. Eğer HMK 216/3 maddesi gereği belge mahkeme tarafından saklanmak üzere alınmış ise bu durumda, belge hangi mahkemeden istenmiş olursa olsun, belgeyi sunanın bulunduğu yer asliye mahkemesi tarafından örneği onaylanarak verilir. HMK 217/1 ve 2 maddeleri hükmüne göre, asliye mahkemesi tarafından onanmış bu örnek aslı gibi hüküm ifade eder. HUMK ile HMK arasındaki farklardan biri onaylama işlemini yapacak olan mahkemenin HMK’da açık şekilde belirtilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Bir senedin sahteliği iddia edildiğinde, nasıl bir yol izleneceği HUMK 308 ve 316 maddelerinde olduğu gibi, HMK 211 maddesinde de kanun koyucu tarafından belirlenmiştir.
Böylesi bir iddia varsa, hakim HMK 211/1 maddesi gereği karşı tarafın açıklamalarını ister ve bunları değerlendirir.
Daha sonra, inkarda bulunan kişiyi, isticvap için mahkeme huzuruna davet eder. İsticvap davetiyesinde, inkar eden kişinin mahkemeye gelmemesi halinde, inkar ettiği hususları ikrar etmiş sayılacağı özellikle HMK 211/2 maddesi gereği hatırlatılır. Bilindiği gibi isticvap davetine gelmeyen kişinin isticvap konusunu kabul edeceği HMK 171. maddesinin hükmüdür. HMK 211/2 maddesi bu hükmün bir tekrarı niteliğindedir.
Buraya kadar yapılan incelemelerden sonra hakim belgenin sahte olup olmadığı konusunda bir kanata varmış ise bu kanaati doğrultusunda yargılamaya devam eder.
Eğer hakim yapmış olduğu incelemede bir kanaat sahibi olmamış ise, HMK 211/3 maddesi doğrultusunda, bilirkişi incelemesi yaptırır.
HMK 211. maddesinde yer alan hükümler HUMK 308. ve 316. maddelerinin bir tekrarı niteliğindedir. Bu nedenle bu güne kadar uygulanmasını bizzat görmediğimiz bu nedenle olmadığı ya da çok az olduğu kanısına sahip olduğumuz bir konuyu dile getirmek isteriz. HUMK 308. maddesi de inkar halinde hakimin ilk incelemeyi yapacağını, eğer yeterli kanata sahip olursa bu kanaati doğrultusunda yargılamaya devam edeceğini hükme bağlamıştır. Ama uygulanmamıştır. Kanımızca, yargılamayı uzatan nedenlerden biri de budur. Çözümlenmesi mümkün ve kanun emridir. Uyulması gerektiğini düşünmekteyiz.
Yasa koyucu, yargılamanın uzamasını önlemek için, haksız yere sahtecilik iddiasında bulunan kişiyi HMK 213. maddesinde yer alan hükümler gereği cezalandırmıştır. Bu maddeye göre, haksız yere sahtecilik iddiasında bulunan kişi celse harçlarına ve karşı tarafın uğradığı zararlar nedeniyle talep halinde maddi ve manevi tazminata mahkum edilir.
HMK 213. maddesi HUMK’un 313, 319. ve 320. maddelerinin bir arada değerlendirilmesinden oluşmuştur. Ancak, HUMK 320. maddesine göre, sahtecilik iddiasından feragat edildiği takdirde hakimin bunu kabul edip etmek yönünde bir karar vermesi gerekirken HMK hakime tanınan bu yetkiyi kaldırmıştır. Kanımızca doğru bir davranış değildir.
Senedin sahte olduğuna dair karar kesinleşince, bu husus, HMK 212/1 maddesi gereği, senedin altına ve resmi dairedeki aslına işlenir,
HUMK 299/1 maddesinde olduğu gibi HMK 215/1 maddesinde de bir belgenin bir kişi aleyhine delil olması halinde bu husus o kişinin halefleri içinde geçerli olacağı hükme bağlanmıştır.
HUMK 314/son ve 315. maddelerinde yer alan ve kanımızca ceza mahkemesi hakiminin kararlarının hukuk mahkemesi hakiminin kararlarına etkisini düzenleyen maddelere aykırı olan hüküm HMK 214/1 ve 2 maddelerinde de yer almaktadır. Bilindiği gibi, BK 53. maddesine göre ceza hakiminin mahkumiyet kararları hukuk hakimini bağlamaktadır. Halbuki HMK 214/1 maddesinde yer alan bu hükme baktığımızda, hukuk mahkemesi tarafından yapılan sahtecilik incelemesinden sonra ceza davası açılamayacağının hükme bağlanmış olduğunu görmekteyiz. Kanımızca böylece değişik davalar açılarak yargılamanın uzaması hatta çelişkili kararların çıkması önlenmek istenmiştir. BK 53. maddesinde yer alan, ceza hakimi tarafından verilen mahkumiyet dışındaki kararların, belgenin sahteliğinin incelenmesine engel olmayacağına ilişkin hükmü HMK 214/2’de de tekrar edilmiştir.
Bilindiği gibi taraflar, dava ve cevap dilekçesinde tüm delillerini beyan etmek ve ellerinde olanları ise mahkemeye sunmakla görevlidir. HMK 219. maddesi, kısmen de olsa bunun bir tekrarı daha doğrusu özel bir halidir. HMK 219. maddesine göre, taraflar hem kendi delilerinden ellerinde olanları hem de karşı tarafın delili olmakla beraber kendi ellerinde olanları da mahkemeye sunmakla görevlidir.
Eğer belge elektronik ortamda ise, bir çıkıntısı mahkemeye sunulur. Mahkemenin talebi halinde ise elektronik ortama kaydedilen bir örneği mahkemeye sunulur.
Belgeler ibraz edilmediğinde, mahkeme,
- Söz konusu belgelerin, ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu
- İsteğin kanuna uygun olduğuna
Kanat getirirse, bu kez,
- Taraf belgenin kendisinde olduğunu ikrar ederse
- İleri sürülen talep üzerine sükut ederse
- Elinde olduğu resmi bir belge ile anlaşılırsa
- Bir başka belge içeriğinde kendinde olduğunu ikrar ederse
Söz konusu tarafa belgeyi ibraz etmesi için kesin süre verir.
HMK 220/1 den anladığımıza göre, belgenin ibrazına ilişkin mahkeme emrini alan taraf eğer bu belgenin kendinde olduğunu inkar etmez ise belgenin kendisinde olduğu kabul edilmektedir. Bizce de böylesi bir sonucun doğabilmesi için, belgenin ibrazı için gönderilen belgede bu hususun da belirtilmesi gerekmelidir.
Kendisine kesin süre verilen taraf bu kesin süre içinde;
- Belgeyi ibraz etmez
- Veya aynı süre içinde ibraz etmemesini makul gösterecek delilleri mahkemeye sunmaz
- Ya da belgenin elinde bulunduğunun inkarını gösterir ve HMK 221/2 de belirtilen yemini eda etmez ise,
Mahkeme, duruma göre belgenin içeriği konusunda diğer tarafın beyanını kabul edebilir.
Tarafların elindeki belgeyi ibraz ile yükümlü olduğunu düzenleyen HMK 221. maddesinin hemen arkasından gelen HMK 222. maddesi ise üçüncü kişilerin elindeki belgeleri ibraz yükümlülüğünü hükme bağlamaktadır. Bu maddeye göre, mahkeme, üçüncü kişinin elinde bulunan bir belgenin, taraflarca ileri sürülen bir hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar verirse, üçüncü kişi bu belgeyi ibraz ile yükümlüdür. Belgenin ibraz edilmemesi halinde bunun nedenleri ilgilisi tarafından mahkemeye açıklanmalıdır. Yapılan açıklama, mahkeme tarafından yeterli görülmez ise, bu kimse tanık olarak dinlenir. Bu kişilere, tanıklıktan çekinmek dahil olmak üzere, tanıklarla ilgili tüm hükümler uygulanır
HMK’nın benimsediği ilkelere göre belgelerin mahkemede incelenmesi gerekmektedir. HMK 218. maddesi bu ilkenin istisnasını hükme bağlayarak, mahkemeye getirilmesi zor ya da sakıncalı olan belgelerin yerinde incelenebileceğini ve bu incelemede uyulması gereken kuralları hükme bağlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder