22 Haziran 2010 Salı

Karşı Taraf Vekalet Ücreti (2) ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin Bir Kararı

Av.Ender Dedeağaç

(Bu yazı www.inisiyatif.net sitesinde 14.06.2007 tarihinde yayınlanmıştır.)
Daha önce bu sitede yayınlanan “Karşı Taraf Vekalet Ücreti ve Yargıtay'ın Bir Kararı” başlıklı yazımda karşı taraf vekalet ücretinin vekil eden tarafından tahsil edilmemesi halinde hukuki problemin ne olduğu ve nasıl çözülmesi gerektiği konusunda düşünülmesi gerektiğini hatırlattığım yazımı okuyanlar tarafından bilinmektedir.

O yazıda yer alan hatırlatma, aslında bir hatırlatma olmayıp bir korkunun ifadesidir. Ne yazık ki korktuğum durumun bir benzeri feragat nedeniyle, hem de yasada düzenleme olmasına rağmen, başıma/başımıza gelmiştir.

Bilindiği gibi,Avukatlık Yasasında yapılan değişiklik ile, davada hüküm altına alınan karşı taraf vekalet ücretinin avukata ait olduğu belirlenmiştir. Yasada meydana gelen bu değişiklikten sonra yerel mahkemeler hatta Yargıtay’ın değişik daireleri arasından farklı görüşler oluşmuş, dairelerin kararlarının bir kısmında karşı taraf vekalet ücretinin avukata ait olduğu dikkate alınarak avukat adına hüküm kurulması belirtilmiş; bir kısmında ise Avukatlık Kanununda yapılan bu değişikliğin vekil ile vekil eden arasındaki ilişki açısından geçerli olduğu, avukatın davanın tarafı olmaması nedeni ile hüküm kurulurken söz konusu karşı taraf vekalet ücretinin davanın tarafı adına hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Daire kararları arasında ki bu çelişki, HGK kararına bağlanmış ve avukatın davanın tarafı olmaması nedeni ile karşı taraf vekalet ücretinin davanın tarafı adına hükmedilmesi gerektiği yönündeki karar kabul görmüş ve uygulamaya bu yönde devam edilmiştir (Bkz. Karşı Taraf Vekalet Ücreti ve Yargıtay'ın Bir Kararı)

Yargıtay tarafından benimsenen bu görüşe katılmadığımı belirtmekle yetinmeyerek, söz konusu görüşün uygulamada neden olabileceği sakıncaları önceden görüp, bu sakıncaları önleyecek çalışmaların yapılması ile yasa koyucu tarafından meslektaşlarımın hakkı olarak benimsenen bir parasal yararının elden gitmemesi için gerekenlerin yapılmasını öncelikle TBB den ve barolardan beklemenin bir meslektaş olarak hakkım olduğu kanısındayım.

Ancak, gerek TBB gerekse barolar hala parasal konularda uğraş vermenin ayıp olduğunu düşünmüş olmalarından ötürü suskun kalmayı yeğlemektedirler.

İşte bizler bu suskunluğun içerisinde yaşarken Yargıtay 4 Hukuk Dairesi bir kararı ile karşı taraf vekalet ücreti konusunda yasaya aykırı düşünmenin ötesinde bu güne kadar oluşmuş Yargıtay kararlarında yer alan mantığa hatta kendi eski kararlarına da aykırı düşmüştür. Diğer bir anlatımla Yargıtay’ın temel görevlerinden biri olan ülkede yerleştirilmesi gereken hukuk birliğine ve Yargıtay Kanununa aykırı karar oluşturmuştur.

4. Hukuk Dairesi bu kararı oluştururken kendisine ait ve özellikle Yargıtay 13 Hukuk Dairesinin sulh, feragat vb hallerle ilgili olarak yerleşmiş kararlarını dikkate almamıştır.

Söz konusu karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 8.5.2006 gün 2005/666 Esas 2006/5446 Karar sayılı kararıdır. Karar, incelendiğinde, yasanın yanlış yorumlanarak vekalet ücreti açısından avukatların bir kaybının daha doğmasına neden olunduğu görülecektir.

Yargıtay kararını irdelemeden evvel, karara esas olan somut olayı belirlemekte yarar bulunmaktadır. Bu amaçla Yargıtay kararına baktığımızda, kararda yer alan anlatıma göre “ Somut olayda davacı avukat, müvekkili adına başlattığı icra takibinden müvekkilinin feragat etmesi nedeniyle takip borçlusundan vekalet ücreti istemektedir.”

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi bu kararında yer alan gerekçeyi ve hükmü incelediğimizde, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, Yargıtay kararlarında hatta Hukuk Genel Kurul kararlarında benimsenen kararı benimsemekte olduğunu ve Avukatlık Kanunu’nun 164/son maddesinde yer alan “dava sonunda karar ile tarifeye dayalı olarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağına” ilişkin hükmün vekil edenle vekil arasında hüküm ifade etmesi gerektiğini belirttiğini, bu hükmün Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun temel ilkesi olan yargılama sonunda kurulacak olan hükmün davanın taraflarına yönelik olmasına ilişkin hükümleri kaldırıcı veya değiştirici nitelikte olmadığını vurgulayarak gerekçesini oluşturduğu ve bu gerekçeye dayalı olarak davacı avukatın talebinin ret edilmesi gerektiğine karar verdiğini görmekteyiz.

Her ne kadar Yargıtay kararında, dava konusu ücretin avukatlık ücret sözleşmesinden kaynaklanan ücret mi yoksa karşı taraf vekalet ücreti mi olduğu açıkça belirtilmemiş ise de, kararın HMUK hükümlerine dayandırılmış olması nedeniyle dava konusu ücretinin karşı taraf vekalet ücreti olarak anlaşılması gerekmektedir. Bu nedenle de kararı, hem karşı taraf vekalet ücreti açısından hem de ücret sözleşmesinde yer alan vekalet ücreti açısından değerlendireceğim.

Bilindiği gibi, yargılama gideri olarak kabul ettiğimiz dava ile ilgili olan karşı taraf vekalet ücreti, HMUK 423 maddesi ile düzenlenmiş olup kararla birlikte resen Avukatlık Asgari Ücret Tarifeleri esas alınarak belirlenip hak eden taraf lehine hüküm altına alınır. Asgari Ücret Tarifesinin hazırlanmasında da HMUK 423 ve Avukatlık Kanununun 169. maddesi yasal kaynağı oluşturmaktadır. Bu nedenle, söz konusu tarife yargı kararına dayalı olarak iptal edilmediği müddetçe geçerlidir ve uygulanması zorunlu düzenlemedir.

Uyulması zorunlu olan Asgari Ücret Tarifesinin 6 maddesi gereğince, yargılama aşamasında davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh meydana gelirse, dosya değerlendirilir ve delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilip getirilmediğine bakılır, eğer deliller toplanmış ise ücretin tamamına, toplanmamış ise yarısına hüküm olunur (Asgari Ücret Tarifesinin bu maddesi kendisine kriter olarak aldığı “delillerin toplanmasına ilişkin ara karar” kavramı, HMUK ta meydana gelen değişiklikten sonra, tartışmaya açık bir kavramdır. Çünkü, HMUK 179, 180, 195 maddeleri delillerin dava dilekçesinde ve cevap dilekçesinde belirtilmesini ve bunların dilekçe ile birlikte sunulması gerektiğini emretmektedir. HMUK 180 maddedeki 10 günlük süre dilekçede yer alan delillerin mahkemeye sunulmaması haline ilişkindir. İstisnai bir haldir. Bu durumda delillerini dilekçe ile birlikte sunan kişi cezalandırılmış olmaktadır. Çünkü böylesi bir durumda ara kararına gerek yoktur. Ancak, konumuz nedeni ile bu tartışmayı şimdilik burada bırakmayı yeğliyorum).

Avukatlık Kanununun 165. maddesi, davanın sulh yada benzer nedenlerle sona ermesi halinde avukatın ücretinden ötürü her iki tarafında sorumlu olduğunu hüküm altına almıştır.

Burada önemle üzerinde durulması gereken bir konu, Avukatlık Kanununun 165. maddesinde meydana gelen değişmedir. Bu madde 2001 tarihinde yapılan değişiklikle bu günkü halini almıştır. Değişiklik öncesi “İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh ile sonuçlanan işlerde ise her iki taraf, avukat ücretlerinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” şeklinde olan madde metni, değişiklikten sonra “iş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” haline gelmiştir. Maddenin değişiklikten öncesini ve sonrasını karşılaştırdığımızda, en önemli farkın maddenin ilk halinde müteselsil sorumluluğun uygulanması için taraflar arasında sulh olmasının şart koşulduğu, buna karşılık değişiklikten sonra müteselsil sorumluluğun doğabilmesi için sulhun dışında kalan ve davayı sona erdiren anlaşmaların ve davanın takipsiz bırakılmasının da yeterli olduğunun hükme bağlandığını görmekteyiz. Böylece, yargı kararlarında yer alan ve taraflar arasında ki davadan feragatin, davayı takipsiz bırakmanın gerçek nedeninin araştırılması eğer gerçek neden tarafların sulhu ise Avukatlık Kanununun 165. maddesinin uygulanması gerektiği yolundaki uygulamayı benimsemiş ve yasa ile güçlü hale getirmiştir.

Bu değişiklikten sonra davanın feragatle sonuçlanmış olması halinde eski uygulamada olduğu gibi feragatin aslında sulh içerip içermediğini irdelemeye gerek bile olmaksızın, avukatın ücretinden ötürü davanın taraflarının müteselsil sorumluluğunu kabul zorunluluğu bulunmaktadır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, yasanın bu açık hükmüne rağmen feragat halinde, müteselsil sorumluluğun olması gerektiğini görmemiş ve yasaya aykırı bir kararın oluşmasına neden olmuştur.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin söz konusu kararındaki hukuksal hatalarından bir başkası ise, somut olay icra takibinden kaynaklanan bir olay olmasına rağmen, somut olayın çözümünde HMUK dayanmış fakat konu ile doğrudan ilgisi bulunan İİK değinmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi, icra takiplerinde İİK 138 /3 maddesine göre, icra takip gideri olarak kabul edilen karşı taraf vekalet ücreti bulunmaktadır. Bu ücretin hesaplanmasında da Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uygulanır. Bu nedenle de, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 11. maddesi “İcra ve iflas müdürlüklerindeki hukuki yardımlara ilişkin avukatlık ücreti takip sonuçlanıncaya kadar yapılan bütün işlemlerin karşılığıdır. Konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti,bu tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde icra dairelerindeki takipler için öngörülen ücretten az olamaz” hükmünü içermektedir.

Yukarıda yapılan açıklamaları birlikte değerlendirdiğimizde, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin inceleme konusu yapılan kararında, uygulanan hukuksal normun yanlış seçildiği açıkça görülmektedir.

İİK 138/3 maddesini ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesini somut olayımıza uyguladığımızda, dava nedeniyle HMUK’a göre oluşan karşı taraf vekalet ücretinde olduğu gibi, feragat durumu için özel bir hükmün, İİK da ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde yer almadığını görmekteyiz. İcra takipleri ile ilgili olarak İİK ve tarifede bir hüküm olmaması konuyu çözümsüz hale getirmemektedir. Çünkü, hukukçu, elindeki problemi hukuk kültürü ile değerlendirmek ve yasalar yardımı ile çözmek zorundadır. Üstelik eğer bu hukukçu yargıç olarak görev yapmakta ise MK 1 maddesinin kendisine vermiş olduğu özel yetkiyi yani yasama yetkisini kullanmak zorundadır. Somut olayımızı bu açıdan değerlendirdiğimizde, Yargıtay’ın Avukatlık Kanunun 163/son maddesini yanlış yorumlamakla beraber maddenin özünde kabul ettiği ve doğru olan, karşı taraf vekalet ücreti olarak hüküm altına alınan parasal değer avukata ait, hükmü ile karşı karşıya kalmaktayız. Yargıtay yasanın hükmünü yanlış değerlendirmekle birlikte, paranın mülkiyeti konusundaki yasa hükmünü doğru değerlendirmektedir. Somut olayımızda çözüm için bize paranın malikinin kim olduğu yeterli olduğuna göre, olayın diğer aşamalarını çözmeye çalışmakta yarar bulunmaktadır.

Paranın maliki avukat olduğuna göre, malik sıfatı ile tasarruf yetkisi de avukata aittir.

Para ile ilgisi açısından,vekil edenin hukuki durumunu nitelendirmeye çok uğraşmış olmama rağmen, bildiğim hukuki müesseselerden hiç biri ile çözüme ulaşamadım. Kendine özgü bu durum için, olsa olsa diye, zorlanarak “zorunlu vekalet” deyimini uygun buldum. Bu nedenle de vekil edenin, karşı taraf vekalet ücretinin tahsili açısından avukatın vekili gibi davranmak zorunda olduğu kanısına ulaştım. Bunun sonucu olarak da, Yargıtay kararı ile gelişen zorunlu vekalet ilişkisinde avukatın vekili durumunda bulunan ve davanın tarafı olan kişinin, vekalet görevinin sadece karşı taraf vekalet ücretini tahsil ederek yada tahsiline olanak tanıyarak, avukata teslimle sınırlı olduğunu düşünmekteyim.

Bu kişinin, vekalet görevi bu denli sınırlı olduğuna göre, paranın mülkiyetini değiştirecek bir karar verme yetkisi bulunmamaktadır. Bu yüzden de bu kişi, bir icra işleminde, mülkiyeti kendisine ait alacaktan feragat edebilir ancak mülkiyeti avukata ait karşı taraf ücretinden feragat edemez.

Her ne kadar HMUK ve İİK ayrı ayrı yasalar olup başka başka olayların çözümünde hüküm getirmekte ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde icrada oluşan karşı taraf vekalet ücretinin feragat nedeniyle nasıl hüküm altına alınacağı belirtilmemiş ise de, Avukatlık Kanununda yer alan hükümler her iki hale de uygulanması gerekli hükümlerdir. Bu nedenle, yasaya dayalı olarak yapmış olduğum mülkiyete ilişkin değerlendirme tartışmasız yasaya uygun bir değerlendirmedir. Ayrıca, gerek doktrinde gerekse yargı kararlarında Avukatlık Kanunun 165 maddesini hem avukatlık ücret sözleşmesinden hem de karşı taraf vekalet ücretinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanması gerektiği belirtilmektedir. İİK 138 maddesine göre oluşan ve yargı gideri olarak kabul ettiğimiz bu ücret de bir karşı taraf vekalet ücreti olduğuna göre, Avukatlık Kanunu 165 maddesinin buraya da uygulanması zorunludur.

Olayı, Avukatlık Kanunun açısından değerlendirdiğimizde yasanın 166 maddesinde yer alan hükmü de hatırlamakta yarar bulunmaktadır. Bu hüküm gereği, karşı taraf vekalet ücreti söz konusu kararda yer alan avukat dışında biri tarafından icraya konulur ise icra müdürünün kararda adı geçen avukata ihbar yükümlülüğü bulunmaktadır ve İcra işlemleri bu ihbar yükümlülüğü yerine getirildikten sonra devam eder. Bu madde de bize paranın malikinin avukat olduğunu onun iradesi dışında tahsil işlemlerinin bile yapılamayacağını hatırlatmaktadır. Tahsil işlemleri bile avukatın oluruna bağlı ise bundan feragat etmek kuşkusuz avukatın oluruna bağlıdır.

Yargıtay 4 Hukuk Dairesi’nin, daha önceki tarihlerde feragata ilişkin olarak vermiş olduğu kararları incelediğimizde, diğer dairelerde olduğu gibi feragatin gerçekten sulh olup olmadığını irdelemek gerektiğine karar verdiğini görmekteyiz (Murat Aydın, Avukatlık Ücreti, 4. Bası 85. sayfa dipnot 98’de yer alan 4. Hukuk Dairesi’nin 24.04.1972 gün 12632/3724 sayılı kararı ve 03.11.1975 gün 6777/11136 sayılı kararı). Bu kararlar, yukarıda da değindiğimiz gibi, Avukatlık Kanununun 165. maddesinin 2001 yılında geçirdiği değişiklik öncesine ait kararlarıdır. Kanımızca, değişiklikten sonra, feragatin varlığı ile böyle bir irdelemeye gerek olmadan müteselsil sorumluluğa karar vermek gerekmektedir.

Yargıtay 4 Hukuk Dairesinin Yargıtay Kanununa (15/2-c maddesine) aykırı davrandığını söylediğimiz hatırlanır ise, bu aykırılığın her hangi bir dairenin eski kararından dönmesi için, gerekçeleri ile birlikte genel kurula başvurması gerektiğini hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Buna aykırı karar kanımca fiilen var hukuken yok karardır ve kimseyi bağlamaz.

Eğer 4 Hukuk Dairesi bu konuda diğer dairelerin kararlarını aramak gereğini hissetseydi ya da pek çok kişi için ilk başvuru kitabı niteliğine kavuşmuş olan Baki Kuru’nun eserlerine baksaydı, İcra İflas Hukuku El Kitabı adlı yapıtının 114 sayfasında, dip not 8 yer alan Yargıtay 12 Hukuk Dairesine ait 7.4.2003 gün ve 3370/7525 sayılı kararını bulabilir ve ya karara uyar ya da gerekçesinde uymayış nedenlerini gösterir hatta gerekirse kurula başvurabilirdi. Ve böylece bir yanlışın doğumuna engel olurdu.

Değerli meslektaşlarım, telefonla yada yüz yüze geldiğimizde bizzat eleştiri yapanlara teşekkür ederim. Hiç olmazsa okunmuş olmanın keyfini yaşamaktayım. Eğer eleştirilerinizi yazılı hale getirirseniz ve birlikte paylaşırsak daha çok keyif alırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder