6 Haziran 2010 Pazar

Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısında Bilirkişilik ve Uzmanlık Kurumu

Av.Ender Dedeağaç

(Bu yazı www.inisiyatif.net sitesinde 24.07.2006 tarihinde yayınlanmıştır.)
Yasa çalışmaları yapılırken suskun kalmak, yanlış yasa yapanlar kadar sorumluluğu gerektirdiği düşüncesi ile üzerinde çalışılan Hukuk Muhakemeleri Kanun Tasarısı hakkında sadece kendimi bilgilendirmek amacıyla yaptığım çalışmaları sizlere sunmak istedim. Dilerim sizler eleştirilerinizle katılırsınız bende bundan keyif alarak diğer konulardaki düşüncelerimi sizlerle paylaşırım.

Hukuk Muhakemeleri Kanun Tasarısının (HMKT) genel gerekçesine bakıldığında, tasarı ile 1086 sayılı HMUK da yer alan kurumların korunduğu, uygulamadan doğan aksaklıkların giderilmesine çalışıldığı görülecektir. Bu nedenle, tasarıda yer alan bilirkişilik kurumunu ve uzmanlık kurumunu incelerken, eski ile yeniyi birlikte değerlendirmek zorunluluğu bulunmaktadır.

Tasarıda HMUK da olduğu gibi bilirkişinin tanımını yapmamış fakat hangi hallerde ve hangi koşullarla bilirkişiye başvurulabileceğini ve bilirkişilerin görevlerini tanımlayarak bilirkişi tanımı için veri sağlamıştır. Bunlar değişik maddelerde yer almakla beraber özetle;

*

HMKT nın 270 maddesi, bilirkişiye başvurmak için, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren bir halin varlığını şart koşmuştur. Ayrıca hukuki konularda bilirkişiye başvurulamayacağını açıkça belirtmiştir. Madde genel bilgi kapsamında kalan konularda da bilirkişiye başvurulamayacağını açıkça hüküm altına almaktadır.
*

HMKT nın 270 maddesi, bilirkişiye başvurmak için tarafların isteğini ya da hâkimin resen vereceği kararı aramaktadır.
*

HMKT nın 271 maddesi, bilirkişilerin prensip olarak davanın görülmekte olduğu adli yargı çevresinde oluşturulacak listelerden seçilmesi şartını getirmiştir. Eğer bu listede aranılan isim bulunmaz ise, yakın yargı çevrelerinden seçilmesini burada da bulunamaz ise liste dışından görevlendirmenin mümkün olduğunu belirtmiştir.
*

HMKT nın 273 maddesi, bilirkişinin bilgisine başvurulan konuda görüşünü ve oyunu belirtmesini hükme bağlamıştır.
*

HMKT 277 maddesi, bilirkişilerin ancak, tarafların da görüşü alınarak mahkemece hazırlanan sorulara cevap vermekle yükümlü olduğunu hükme bağlamaktadır.
*

HMKT nın 283 maddesinin 2 ve 4 fıkrası ise, HMKT nın 277 maddesini kuvvetlendirmeyi amaçlamıştır. 283 maddenin 2.fıkrası, bilirkişilerin ancak inceleme konusu yapılan maddi vakıalara ilişkin olarak görüş bildireceğini, 283 maddenin 4 fıkrası ise bilirkişilerin hukuki değerlendirmelerde bulunamayacağını HMKT nın 270 maddesinin tekrarı olarak hüküm altına almıştır.
*

HMKT nın 286 maddesi ise hâkimin bilirkişi raporunu diğer delillerle birlikte serbestçe takdir edeceğini hüküm altına almıştır.

HMKT yaptığımız alıntılara dayalı olarak bir tanım yapmak istersek, “bilirkişi, kendi mesleğinden ötürü sahip olduğu teknik bilgiye dayalı olarak mahkemeler tarafından maddi vakıalara ilişkin sorular hakkında cevap veren ve cevabı içeriğinde asla hukuki yorum yapmayan, sunduğu rapor hâkim açısından takdiri delil olan, gerçek kişi ve kanunla kurulmuş kurumlardır” diyebiliriz.

HMKT nın 270 ve 283/4 maddeleri ile HMUK 275 maddesini karşılaştırdığımızda her ikisinin de, özellikle, bilirkişi deliline başvururken, hâkimin;

- Genel bilgisi ile

- Hukuk bilgisi ile

çözebileceği konular dışında kalan, diğer bir anlatımla bir başka mesleğin bilgisi içinde olan ve maddi vakıaların çözümüne yönelik sorular oluşturmak zorunda olduğunu hükme bağladığını görmekteyiz.

Bilindiği gibi HMUK 275 maddesine 18.08.1981 tarihli 2494 sayılı yasa ile bir ek getirilmiştir. Söz konusu maddeyi ek getirilmeden önceki ve ek getirildikten sonraki hali ile değerlendirdiğimizde, maddenin içerdiği hüküm açısından bir değişikliğe uğramadığını görmekteyiz. Madde her iki hali ile de, hâkimin kendi genel bilgisi ve hukuk bilgisi ile çözülmesi gereken konularda bilirkişiye başvurulmayacağını açıkça belirtmektedir. Kanımca, HMUK 275 maddesine yapılan ek Yasama Organı tarafından, Yargı Organının yapmış olduğu hatayı açıkça belirtmeden madde değişikliği yolu ile “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” yöntemi ile yargının dikkatini çekmek olarak yorumlanabilir. Ancak bu yöntemin tutmaması ve yargının 1981 öncesi tutumunu 1981 sonrası da sürdürmesi nedeniyle, Yasama Organına sunulan tasarıda, Yürütme Organı daha dikkatli davranmak gereğini hissetmiş ve HMKT 283/4 maddesi ile aynı sorumluluğu bilirkişilere de yüklemiştir.

Görüldüğü, hatta yaşandığı gibi, gerek kamuoyunda gerek yargı mesleğinin içinde en çok eleştiri alan konulardan biri bilirkişilerin kendilerini yargıç yerine koyarak rapor düzenlemesinden, hatta özel konuşmalarında kendisini hüküm verenmiş gibi tanımlamalarından kaynaklanmaktadır. Bu sakıncalı durumun sürmesi, taraflarla bilirkişiler ve yargıçlar arasında uyuşmazlıkların doğmasına neden olacak boyuta gelmektedir. Bilindiği gibi, TCK nın eski ve yeni halinde görevi ihmal suçu adı ile bir suç türü bulunmaktadır. Üstelik yeni TCK, eski TCK dan farklı bir şekilde düzenlenmiş ve eski TCK da özel hükme konu olan yargıçların görevi ihmal suçuna ilişkin madde yeni TCK ya yer almamış ve yargıçların tüm kamu görevlileri ile aynı maddeden yargılanmalarına yol açılmıştır. Eski TCK ya göre aranması zorunlu olan “zarar verme” unsuru bu nedenle yeni TCK da yer almamıştır. Yani suçun oluşumu için aranılan koşullarda azalma oluşmuştur (Eski TCK da yer alan zarar kavramının neleri kapsadığı ayrı bir tartışma konusu yapılabilecek bir konu olmasına rağmen geçmiş döneme ilişkin olduğu için yazıda değerlendirmeye gerek görülmemiştir). Kanımca, Yasama Organı, yargıcın bağımsızlığının Yargıcın sorumsuzluğu anlamına gelmediğini, koşullar oluştuğu takdirde yargıçların da tüm kamu görevlileri ile eşit şartlarda yargılanması gerektiğini belirtmek istemiştir. Bu istem bana göre doğru bir istemdir. Kanımca her kişi vermiş olduğu kararın arkasında, onu savunacak şekilde bulunmak zorundadır. Eğer kararını savunamıyor ise, bunun sonuçlarına katlanmak zorundadır. Bu durum, nüfus müdürü, doktor, depremde binası yıkılan mühendis, avukat için nasıl geçerli ise yargıç için de geçerlidir.

Bu suçun oluşması için, yasanın yapılmasını emrettiği bir şeyi yapmamış olmak yeterlidir. Bu açıklamaları somut konumuz açısından değerlendirdiğimizde, HMUK ve HMKT ya göre, yargıç kendi bilgisi ile çözümleyebileceği bir konuda bilirkişiye başvurmuş ise, yasanın emrettiği görevi yapmamış olmaktadır. Bu ise görevi ihmal suçunu oluşturmaktadır. Ayrıca, bu tutum gerek HMUK 573/2 gerekse HMKT 52/1 C’göre yargıcın tazminat hukuku açısından da sorumluluğunu doğuracak niteliktedir. Çünkü her ikisi de, yasanın açıkça emrettiği bir hususu yerine getirmemiş olmaktan ötürü doğan zarardan dolayı yargıcın sorumluluğunu hüküm altına almıştır. Burada en basit zarar ödenen bilirkişi ücretidir. Buna gecikmeden ve başka nedenlerden doğan zararları da katmak mümkündür.

Bu aşamada, bilirkişiler de kanunların emrettiği şeyin aksini yapmış olmaktan ötürü TCK açısından sorumlu tutulabilir mi sorusu akla gelmektedir (5020 sayılı yasayla HMUK 286 ya eklenen cezai hükümleri de Taslak dikkate almamıştır). Bunu şimdilik bir tarafa bıraksak bile bilirkişilerin bu nedenle almış olduğu haksız ücretin iadesi davalarına konu olabileceğini söylemek mümkündür.

Unutulmaması gereken bir husus ise HMKT nın 289 ve devamı ile 52 maddeleri ile getirilen devletin sorumluluğu ilkesidir. Gerek bilirkişilerin gerekse yargıçların kusurlarından doğan tazminat davalarında, bundan böyle dava devlete karşı açılacaktır. Bu durumda, gerek davanın taraflarınca gerekse yargıç ve bilirkişilerce bu maddenin uygulanmasında gereken özenin gösterilmesi ve devletin zarara uğratılmasının önüne geçilmesi gerekmektedir.

HMKT 280 maddesi, yaşanan olayları yansıtan bir şekilde kaleme alınmış ve bilirkişilik görevinin bizzat yerine getirileceğini hükme bağlamıştır.

HMKT nın 279 ve 280 maddeleri içerik açısından bir biri ile çelişkili gibi görünse de tasarının madde gerekçelerini incelediğimizde, her iki maddenin de bir birini tamamlayıcı nitelikte olduğunu görmekteyiz. 279 madde, temel ilkenin bilirkişilik görevinin bizzat yerine getirilmesi olduğunu; bilirkişinin bu görevi bir başka uzmanlık alanında ki kişi ile gerçekleştirmek zorunda kaldığında ise, durumu mahkemeye bildirmekle yükümlü olduğunu belirtmektedir. 280 madde ise, bilirkişinin yapmakla yükümlü olduğu işin bizzat yaparken işin gereği bir başka kişinin yardımına ihtiyaç duyduğunda kendi sorumluluğu altında bu yardımı alabileceğini hükme bağlamaktadır (Madde gerekçesi bu durumu, bir aletin kullanılması nedeniyle alınan yardım örneği ile açıklamıştır). 280 madde böyle bir durumun doğması halinde, bilirkişinin raporunda bu kişiyi ve yaptığı işi belirtmesini emretmektedir.

HMKT 279 ve 282 maddeleri, HMUK ya göre yeni hükümler içermektedir. 279/2 maddede yer alan husus, günümüzdeki ön rapor uygulamasının karşılığı olarak düşünülebilir. Bu maddeye göre, bilirkişi incelemesini gerçekleştirebilmek için bazı hususların önceden soruşturulması ve tespiti ile bazı kayıt ve belgelerin getirilmesine ihtiyaç duyarsa, bunun sağlanması için hemen kendisini görevlendiren mahkemeye bilgi vermeli ve talepte bulunmalıdır. 282 maddenin 3 fıkrası HMUK nın 279 maddesinin ikinci cümlesinin karşılığı olarak hüküm altına alınmış olup, bilirkişinin tarafları hangi koşullarda dinleyebileceğini hüküm altına almaktadır. Ancak 282 maddenin 4 fıkrası bir yenilik içermektedir. Bu hükme göre, bilirkişi, daha önce dinlenmiş tanıkların bir kez daha dinlenmesini, mahkemeden talep edebilir ve bu aşamada kendisi de mahkemede hazır bulunabilir.

282 maddenin 5 fıkrasına göre, bilirkişi, bir şey üzerinde inceleme yapmak zorunda ise, mahkeme kararı ile bu incelemeyi yapabilir ve inceleme aşamasında taraflarda isterse hazır bulunabilir.5 fıkra hükmü HMUK nın 280/1 maddesi hükmüne karşılık olarak tasarıda yer almaktadır.

HMKT nın 283 ve 284 maddeleri HMUK nın 281 ve 282 maddelerinde yer alan hükümleri karşılamaktadır. Bu maddelerle göre, raporun içeriğinin nelerden oluşacağı ve mahkemeye nasıl teslim edileceği, taraflara nasıl tebliğ edileceği hükme bağlanmış olup bir yenilik getirmemektedir. Ancak yukarıda da söylediğimiz gibi, HMKT 283/4 açıkça raporun hukuki görüş içermeyeceğini açıkça bir kez daha hüküm altına almıştır.

HMKT nın 285 maddesi HMUK nın 283 ve 284 maddelerinin karşılığı hükümleri içermektedir. Gene bilirkişi raporuna karşı 7 gün içinde gereken açıklamalarda bulunulması için taraflarca itiraz edileceği hükme bağlanmıştır. Tasarı, aynı zamanda uygulamada var olan bir hususu da yasalaştırmış ve tarafların yeni bir bilirkişi incelemesi istemini de hüküm altına almıştır.

Ancak, uygulamada yer alan ve yargı kararları ile çözüme kavuşturulan bilirkişi raporuna karşı soru sormak ile bilirkişi raporuna itiraz etmenin farklı kavramlar olduğu dikkate alınarak ve ilave yapma gereği duyulmamıştır. Keza, rapora karar aşamasına kadar her zaman itiraz edilebileceği yolundaki kararlar dikkate alınarak ta bir ilave yapma gereği duyulmamıştır (Bakınız Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 1986 bası sayfa 1885–1886).

Bilindiği gibi, bilirkişi raporuna süresinde itiraz etmemekle, bilirkişi taraflar açısından kesinleşmiş hale gelmektedir. İtiraz edilmeyen rapora karşı sadece hâkimin yeniden soru sormak ya da yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmak hakkı bulunmaktadır. Ancak, tasarı hazırlanırken, uygulamada var olan ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, HMUK nın tanımış olduğu süreyi aşan süre verilmesi hali değerlendirilmemiştir. Kanımca, bu aşamada bu husus da değerlendirilmeli ve ya uygulamada ki hata giderilmeli ya da bu durum benimsenerek uygulama yasalaştırılmalıydı. Gene bu maddelere göre HMUK da olduğu gibi hâkim resen soru sorabilmekte, duruşmada tarafların talebi ile ya da resen vereceği kararla bilirkişiyi dinleyebilmekte ve gerekir ise resen bir başka bilirkişiye görev verebilmektedir.

HMKT nın 286 maddesi HMUK nın 286 maddesini karşılamakta olup bilirkişi görüşünün hâkim tarafından serbestçe değerlendirileceğini hüküm altına almıştır.

HMKT nın 272 maddesinin getirdiği yeniliklerden biri de liste sistemidir. Tasarıya göre bilirkişiler adli yargı çevrelerinde oluşturulacak olan listelerden seçilebileceklerdir. Bu listelerde istenilen alanda bilirkişi bulunmaması halinde, diğer illerin listelerinden bilirkişi seçilecek buda olmaz ise, hâkim resen bilirkişi seçecektir. Böylece HMUK nın 276 maddesinin taraflara tanımış olduğu ve yıllardır uygulanmayan bilirkişinin tarafların kararı ile seçilebilmesi eğer bu sağlanamıyorsa hâkim tarafından resen seçilmesi ilkesi ortadan kaldırılmıştır. Bu avukatlar olarak bizim bir kaybımızdır. Ancak bu kayıp bizim kendi ihmalimizden ve/veya korkularımızdan kaynaklanmıştır. Kimseyi suçlamaya hakkımız bulunmamaktadır.

HMKT 278 maddesi bilirkişilerin geç rapor vermesi vb hallerin doğması halinde bilirkişinin geçici olarak ya da tamamen bilirkişi listesinden çıkarılmasına karar verileceğini hüküm altına almıştır.

HMKT nın liste sistemini benimsemiş olması nedeniyle, hukukçu bilirkişilerin bu listede nasıl yer alacağı sorusunun yanıtını aramakta yarar bulunmaktadır. Kanımızca bu soruya olumsuz yanıt vermek gerekecektir. Çünkü hukuki konularda bilirkişi atanamayacağı açık hükmüne rağmen hukukçu bilirkişilere listede yer vermek, kanımızca, komisyon tarafından oluşturulan, yasaya aykırı bir tutum olarak değerlendirilmelidir. Belki de taslağı hazırlayanlar hukukçu bilirkişi problemini çözmek için birde bu yolu da denemişlerdir.

HMKT 282 maddesi bilirkişilere sır saklama yükümlülüğünü getirmiştir. HMKT 288 maddesinde bilirkişileri TCK uygulaması açısından kamu görevlisi olarak tanımladığı için, bu madde aslında TCK 137 maddesinde yer alan kamu görevlilerinin görevleri nedeniyle ulaştıkları bilgileri saklamakla yükümlü olduğu kuralının bir tekrarıdır. Ancak, uygulamadaki duraksamaları kaldırıcı nitelikte olduğu için yerinde bir tekrardır. Her iki madde birlikte dikkate alındığında bilirkişilerin sır saklama yükümlülüğüne aykırı davranışları nedeniyle, TCK nın 137 maddesi doğrultusunda cezalandırılmaları gündeme gelecektir. Gerek sır saklamanın yasa ile yasaklanmış olması gerekse bunun bir suç olarak karşımıza çıkması nedeniyle,bu yükümlülüğe aykırı hareket eden bilirkişiler hakkında, Borçlar Kanunu 41 maddesi doğrultusunda haksız fiil tazminatının uygulanması gerekecektir. Ancak, haksız fiil tazminatına ilişkin davalarda, davanın davalısı saptanırken HMKT nın 289 maddesinin uygulanmaması gerektiği kanısındayım. Çünkü bilirkişilerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen HMKT 289 maddesi devletin sorumluluğunu düzenlerken, “bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu rapor”dan ötürü devletin sorumlu olacağını belirtmiş ve sorumluluğu sınırlamıştır. Üstelik HMKT 289 maddesi ayrıca, tazminat davalarının genel ilkesi olan zarar görme unsuru ile birlikte, zarara uğrayan kişinin hukuki yollara başvurarak zararı önleme imkânının olup olmadığını da araştırmayı emretmiştir. Bilirkişinin hukuki sorumluluğunu ve bu sorumlulukta devletin tazminat davasının davalısı olmasına ilişkin ilkeleri belirlerken, bilirkişinin hafif kusurundan ötürü doğacak olan zararları madde kapsamına almamıştır. Bu durumda cevap verilmesi gereken bir soru karşımıza çıkmaktadır. Eğer zarar bilirkişinin hafif kusurundan doğmuş ise ne olacak? Kanımca, burada da bilirkişinin sorumluluğundan söz etmek mümkündür. Çünkü listeye dâhil olarak bilirkişiler, izne gerek duyulan bir ikinci mesleği yerine getirmektedirler. İkinci mesleği yerine getirmektedirler demekteki amacım, bilirkişi zaten bir meslek sahibidir, bu nedenle, listeye girmesine izin verilmiştir. Bu nedenle de genelde ilk mesleklerinden ötürü de bir izne gereksinmeleri vardır. Diğer bir anlatımla bilirkişilerin görev yapabilmeleri için genelde kamu yetkilileri tarafından verilmiş iki ayrı izin bulunmaktadır. Emekli banka müdürü gibi, ilk mesleğinden ötürü bir izin almaya gerek duymayan bilirkişiler bile, adalet komisyonu tarafından atanırken, özünde bir izin almışlardır. Bu nedenle de BK 99 maddesi gereği hafif kusurlarından ötürü de sorumludurlar. Bu konuda bir sorumsuzluk anlaşması yaparlarsa dahi yapılan bu sorumsuzluk anlaşması davaya konu olayın incelenmesi aşamasında hâkim tarafından değerlendirilmek zorundadır. BK nın bu genel ilkesini göz artı etmek olası değildir. Bu nedenle, bilirkişilerin hafif kusurlarından ötürü, doğacak olan tazminata konu olaylarda genel ilkeler doğrultusunda ve doğrudan doğruya kendilerine açılacak dava ile zararın giderilmesi istenebilmelidir. HMKT ile bu olanağın kaldırılması yerinde olmamıştır.

Devlet aleyhine açılacak tazminat davalarında uygulanacak olan usul kuralları HMKT nın 290 maddesinde hüküm altına alınmıştır. Ana prensip bu davaların, bilirkişinin rapor verdiği adli mahkemenin yargı çevresi ve derecesi dikkate alınarak Bölge Adliye Mahkemesi ve Yargıtay olarak saptanmasıdır.

HMKT 291 maddesi ise, rücu davalarındaki zamanaşımını hükme bağlamaktadır.

HMKT 283 ve 284 maddesi HMUK 282 maddesi ile benzerlik göstermekte ve bilirkişi raporunun içeriği ile mahkemeye teslim ve tebliğini düzenlemektedir.

HMUK 276/son bilirkişilerin gerekirse yeminle dinleneceklerini hükme bağlamış olmasına rağmen yemin metnini vermemişti. Hâlbuki HMKT 275 maddesi yemini zorunlu hale getirmiş ve yemin metnini madde içinde belirlemiştir.

HMKT 276 maddesi ile bilirkişilerin görevini yapmaktan yasaklı olması ve reddi kurumunu hüküm altına almıştır. Bilirkişinin görevden çekilmesi hali HMUK da açıkça hükme bağlanmamış olmasına ve uygulamada bu kurala uyulmasına rağmen HMKT da bu husus hüküm altına alınmıştır. HMKT 276/2 hâkimlerin yasaklılık hallerinden birinin gerçekleşmesi halinde her aşamada bilirkişinin görevden alınmayı talep etmek hakkı olduğu gibi hâkiminde resen görevden almaya yetkisi vardır. HMKT 275 maddesi 2 fıkrası HMUK 278/2 maddesinde olduğu gibi tanıklıktan çekinme sebeplerinin varlığı halinde bilirkişinin, bilirkişilikten de çekineceğini hüküm altına almıştır.

HMKT 276 maddesi bilirkişilerin reddi nedenleri olarak hâkimlerin reddi nedenlerine atıfta bulunmuştur. Ancak, yasa, bilirkişinin o işte ya da davada tanık olarak dinlenmiş olmasını ret nedeni olarak benimsemediğini de açıkça belirtmiştir. HMUK da yer alan öğrenmeden itibaren başlayan 3 günlük ret süresi HMKT da 7 güne çıkarılmıştır. HMKT ayrıca, redde ilişkin usulü kuralları da açıkça hüküm altına alarak HMUK dan farklı davranmıştır.

HMKT 273 maddesi de HMUK 278 maddesi gibi bilirkişiyi mahkemeye gelmemek ya da görevini yerine getirmemek durumunda tanık gibi kabul etmiş ve tanıklara uygulanan hükümlerin bilirkişilere de uygulanacağını hüküm altına almıştır.

UZMANLIK

Uzmanlık kurumu “uzman görüşü” başlığı ile HMKT nın 297 maddesi ile hukuk sistemimize girmiştir. Maddenin gerekçesine baktığımızda, bunun Anglo-Sakson hukukundan alındığını ve CMK ile paralellik taşımasına özen gösterildiği anlaşılmaktadır. HMKT 297 maddesi uzman’ın tanımını yapmamış sadece “taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, uzmanından bilimsel görüş alabilirler.” hükmünü getirmiştir. Madde gerekçesine baktığımızda da “uzman” tanımının yapılmadığını görmekteyiz. Madde gerekçesinde, madde metninden farklı olarak , “özel ve teknik konularda” uzman görüşü alınabileceğinin belirtildiği görülmektedir. Bu nedenle aklıma ilk gelen soru, genel kültüre ilişkin ya da hukuka ilişkin bir konuda uzman görüşü alınıp alınmayacağıdır. Kanımca, bunda bir sakınca, olmamalıdır. Çünkü uzmana ilişkin giderler uzmandan yararlanan tarafa ait olup mahkeme giderleri olarak değerlendirilmeyecektir. Ayrıca, uzman görüşü için davanın ertelenmesi söz konusu olmayacaktır.

Bu delil ilke olarak dosyaya yazılı sunulacağı için, hâkimi de meşgul etmeyecektir. Eğer, uzman görüşü, dava için bir aydınlatıcı bilgi içeriyorsa, hâkim tarafından ya da taraf istemi ile duruşmaya çağırılabilecek ve gerek tarafların gerekse hâkimin sorularını yanıtlayacaktır. Zaten uygulamada, akademik unvanlı hukuk ve diğer bilim insanlarından özel bilirkişi raporu alınmakta ve dosyaya sunulmakta idi, bu madde bu uygulamayı düzenleyerek olayı yasallaştırmıştır.

Üstelik bu uygulama, bazı davalarda, bilirkişi gereksinimini ortadan kaldıracak ya da bilirkişi denetimini kolaylaştıracak bir yöntemdir. Örneğin yaralamaya dayalı bir maddi tazminat davasına davanın açıldığı aşamada sunulan uzman görüşü bu yararları sağlayabilir.

Hukuki konulardaki uzman görüşü alınırken kanımca Avukatlık Kanununun 35. maddesi dikkate alınmalı ve bu konularda görüş bildirilirken bildiren kişinin baroya kayıtlı avukat olması ilkesi benimsenmelidir.

HMKT muhasebeye muhtaç davalara ilişkin HMUK 226 ve devamı madde hükümlerine yer vermediği hatta bu hükümler uygulanmadığı için bu konulardaki uzman görüşü ile olay bilirkişiye başvurulmadan çözümlenir hale gelebilecektir.

Açıkça bir hüküm olmamakla beraber madde gerekçesi tanık benzetmesini yapmış olduğundan ve genel hukuk kültürünün gereği olarak uzman görüşünün tanık delili gibi değerlendirilmemiz gerektiği kanısındayım.

Kanımca, HMKT avukatlara daha aktif görevler veren bir tasarıdır. Bu nedenle yasalaşması halinde özellikle aktif olmamızı sağlayan diğer hükümlerle birlikte değerlendirip mesleğin onurunu yükseltmek gerekmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder