Aşağıdaki karar, Anayasa Mahkemesi'nin resmi internet sitesinden alınmıştır.
ANAYASA
MAHKEMESİ KARARI
Esas
Sayısı
|
:
|
2014/144
|
Karar
Sayısı
|
:
|
2015/29
|
Karar
Tarihi
|
:
|
19.3.2015
|
R.G. Tarih-Sayı
|
:
|
3.4.2015-29315
|
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Danıştay Dördüncü Dairesi
İTİRAZIN KONUSU : 21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun'un mükerrer 35. maddesine, 4.6.2008 tarihli ve 5766 sayılı
Kanun'un 4. maddesiyle eklenen beşinci ve altıncı fıkraların Anayasa'nın
2. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Kanuni
temsilcisi olduğu dönemden kalma şirket vergi borçlarının tahsili amacıyla
aracına haciz uygulaması yapılan davacının, söz konusu haczin iptali istemiyle
açtığı davada, itiraz konusu kuralın Anayasa'ya aykırılık iddiasını ciddi bulan
Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
"Beykoz Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından, davacı .'in
ilgili dönemde kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen . Ticaret Limited
Şirketi'nin vergi borçlarının tahsili amacıyla davacının aracına uygulanan
haczin iptaline karar veren İstanbul 6. Vergi Mahkemesinin 16.4.2013 tarih ve
E:2012/2083, K:2013/998 sayılı kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz
başvurusuna ait dosya incelendi:
6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna 4108 sayılı Kanunla eklenen
mükerrer 35 inci maddede, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar
ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen
veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme
alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare
edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği,
bu madde hükmünün, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye'deki mümessilleri
hakkında da uygulanacağı, tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye
edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki
zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmayacağı, temsilciler, teşekkülü idare
edenler veya mümessillerin, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl
amme borçlusuna rücu edebileceği hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu
maddenin gerekçesinde, "213 sayılı Vergi Usul Kanununun 10. maddesiyle,
tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel
kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde
bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan
teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri ile yabancı şahıs ve
kurumların Türkiye'deki temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda
yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya
vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna
bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından
alınacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümden hareketle, tüzel kişiliğin
varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların
tüzel kişiliğin kanuni temsilcilerinden 6183 sayılı Kanunun cebri tatbikata
ilişkin hükümlerine göre takip ve tahsili cihetine gidilmektedir. Öte yandan,
213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen fiyat farkı, kur farkı, haksız
yere alınan ihracatta vergi iadesi, kaynak kullanımı destekleme primi gibi bazı
amme alacaklarının tüzel kişiliğin mal varlığından tahsil imkanı
bulunmadığından kanuni temsilciler hakkında tatbikata geçilmiş ancak
Danıştay'ca verilen muhtelif kararlarla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına
girmeyen alacakların takibinde mezkur maddenin tatbik imkanı bulunmadığı
yönünde görüş birliğine varılmıştır. Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen bu
tür alacakların takibinde genel hükümlere başvurulması uzun zaman alacağı gibi
bu hükümlerin uygulanması idareye pratik bir fayda sağlamayacaktır. Bu itibarla
amme borçlusunun mal varlığından alınamayan bu tür alacakların kanuni
temsilcilerinin, teşekkülü idare edenlerin veya yabancı şahıs veya kurum
mümessillerinin mal varlığından 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsilini
temin etmek ve Vergi Usul Kanunu kapsamına giren vergi ve buna bağlı
alacaklarda sorumlu olan bu şahısların diğer amme alacaklarının ödenmesinden de
sorumlu olmalarını sağlamak amacıyla 6183 sayılı Kanuna mükerrer 35 inci madde
eklenmiştir." denilmektedir.
Belirtilen
düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte ortaya çıkan uyuşmazlıklarda
Danıştay'ın genel yaklaşımı, "6183 sayılı Kanun, 1 inci maddesinde sayılı
vergi dahil tüm amme alacaklarının tahsil usulünü düzenlediğinden, mükerrer 35
inci madde vergi ve buna bağlı alacaklar için uygulanabilir gibi görünse de,
Vergi Usul Kanunu'nun 10 uncu maddesinin özel nitelikli bir tahsil hükmü olan
ikinci fıkrası zımmen veya açık olarak ilga edilmediği için, vergi ve buna
bağlı alacaklarda mükerrer 35 inci maddenin uygulanma olanağı bulunmadığı,
nitekim Kanunun gerekçesinde de Vergi Usul Kanunu'nun 10 uncu maddesine atıfta
bulunularak, mükerrer 35 inci maddenin "diğer amme alacakları" için
getirildiği belirtilmekle, paralel bir düzenlemeyle bu ayırıma gidilmiş olduğu,
bu durumda, vergi ve buna bağlı alacaklarda kanuni temsilcilerin takibi için
uygulanacak madde özel hüküm olan Vergi Usul Kanunu'nun 10 uncu maddesi olup,
6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35 inci maddesi ancak diğer amme alacakları için
uygulanabileceği" şeklindedir.
6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35 inci maddesine
5766 sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasında, amme alacağının doğduğu ve
ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin
farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, amme alacağının ödenmesinden
müteselsilen sorumlu tutulacağı, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213
sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen
sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmüştür.
Söz konusu
düzenlemenin gerekçesinde, "Madde ile 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci
maddesinde ibare değişikliği yapılması ve maddeye bir fıkra eklenmesi
öngörülmektedir. Maddede yapılan ibare değişikliği ile borçludan tahsil edilemeyen
dolayısıyla 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesi kapsamında takip
edilmesi gereken kamu alacaklarına açıklık getirilmektedir. Madde hükmünün
Kanunun 1 inci ve 2 nci maddesi kapsamına giren amme alacakları için
uygulanacağı hususu metinde belirtilerek, özellikle 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu kapsamına giren amme alacakları ile ilgili olarak oluşan tereddütler
giderilmektedir. Maddede yapılan bir diğer düzenleme ile amme alacağının
doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare
edenlerin farklı şahıslar olması halinde bu şahısların, amme alacağının
ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacakları belirtilmekte ve bu sorumluluk
uygulamasının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren amme alacaklarının,
düzenlendikleri kanunlardaki kanuni ödeme sürelerinde veya 213 sayılı Vergi
Usul Kanununa göre verilen özel ödeme süreleri içinde farklı şahısların kanuni
temsilci veya teşekkülü idare eden olması halini de kapsadığı ifade
edilmektedir." denilmektedir.
Bu haliyle,
6183 sayılı Kanunun mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesiyle eklenen son fıkrayla, 213 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamına
giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin
mükerrer 35 inci madde kapsamında yapılabilmesinin mümkün hale geldiği
görülmektedir.
Bu kapsamda,
213 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde tüzelkişilerle küçüklerin ve
kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin
mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde, bunlara düşen vergi ödevlerinin
yerine getirilmesi konusunda görevlendirilen kanuni temsilcilere getirilen
sorumluluk, bu görevin gereği gibi yerine getirilmemiş olmasının bir sonucu
olup, bu husus mezkur fıkrada "Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri
yerine getirmemeleri yüzünden ..." şeklinde yer aldığından, maddeyle
getirilen sorumluluğun, esas itibarıyla bir kusur sorumluluğu olduğu sonucuna
ulaşılmaktadır. Sorumluluk için kanuni temsilciye düşen ödevlerin yerine
getirilmemesi nedeniyle vergi ve vergiye bağlı alacaklar ile vergi cezalarının
mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen
alınamaması gerekmektedir.
6183 sayılı
Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen sorumlulukta ise, kanuni
temsilcilere yüklenen bir görevin yerine getirilip getirilmediğine
bakılmaksızın kanuni temsilcilik sıfatının taşınıyor olması yeterli kabul
edilmekte ve bu haliyle esasen kusursuz sorumluluk ilkesinin benimsenmiş olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla, 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde
öngörülen sorumluluğun, 213 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde öngörülen
sorumluluğa, kıyasla daha geniş tutulduğu ve sadece kamu alacağının asıl
borçlunun mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilememesi veya tahsil
edilemeyeceğinin anlaşılmış bulunması koşulunun gerçekleşmesinin yeterli olduğu
anlaşılmaktadır.
Öte yandan,
6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinin 5766 sayılı Kanunla yapılan
değişiklikle, vergi alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni
temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu
şahısların, vergi alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı
öngörülmektedir.
6183 sayılı
Kanunun mükerrer 35 inci maddesinin son fıkrasında kanuni temsilcilerin
sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümlerin, bu
maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağının hüküm altına
alınmasıyla yukarıda belirtildiği üzere vergi alacaklarının takibinin mükerrer
35 inci madde kapsamında yapılabilmesinin mümkün hale geldiği, buna karşın, 213
sayılı Kanunda kanuni temsilcilerin sorumluluğunu düzenleyen ve 6183 sayılı
Kanunun mükerrer 35 inci maddesiyle benzer hükümler içeren ancak sorumluluk
için kusur arayan 10 uncu maddenin de aynı anda tatbik edilebileceği sonucuna
ulaşılmaktadır. Bu durum ise, aynı maddi olaya iki ayrı yasal düzenlemeden
hangisinin uygulanacağı konusunda belirsizlik oluşturmaktadır.
Dosyanın
incelenmesinden, . Ticaret Limited Şirketi'nin 30.12.2011 tarihinde ortakların
aldığı karara göre davacı .'in şirketteki hisselerinin tamamını 30.12.2011
tarihinde noter tasdikli hisse devir ve temlik sözleşmesiyle devretmesiyle
ortaklıktan ayrıldığı, ayrıca davacının müdürlüğünün de sona erdiğinin
oybirliğiyle karara bağlandığı, 30.12.2011 tarihinde ticaret siciline tescil
edilen bu hususun 11.1.2012 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan
edildiği, söz konusu şirket tarafından 3065 sayılı Katma Değer Vergisi
Kanunu'nun 41 inci maddesine göre takip eden ayın yirmidördüncü günü akşamına
kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011/12 nci dönem
katma değer vergisi beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 26.1.2012
tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, yine şirket tarafından 193
sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 98 inci maddesine göre takip eden ayın
yirmiüçüncü günü akşamına kadar verilmesi gereken ve süresinde verildiği
anlaşılan 2011/10-12 nci dönem muhtasar beyanname üzerine tahakkuk eden
verginin 26.1.2012 tarihine kadar ödenmesi gerekirken ödenmediği, aynı şekilde şirket
tarafından 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 14 üncü maddesine göre takip
eden yılın dördüncü ayının birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar
verilmesi gereken ve süresinde verildiği anlaşılan 2011 yılı kurumlar vergisi
beyannamesi üzerine tahakkuk eden verginin 30.4.2012 tarihine kadar ödenmesi
gerekirken ödenmediği, tahakkuk eden ancak ödenmeyen bu vergilerin tahsili
amacıyla şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin 29.5.2012 tarihinde şirkete
tebliğ edilmesine karşın ödenmemesi üzerine yapılan malvarlığı araştırması
sonucu şirket adına kayıtlı taşınmaza ve taşıta rastlanılmadığı, bütün bankalar
nezdinde yapılan araştırmalar sonucu şirkete ait herhangi bir değere de
ulaşılamadığı, bunun üzerine 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinin
5766 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası, vergi alacağının doğduğu ve
ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin
farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, vergi alacağının ödenmesinden
müteselsilen sorumlu tutulacağı hükmü esas alınarak uyuşmazlık konusu
vergilerin doğduğu tarihte şirketin kanuni temsilcisi olan davacı adına kanuni
temsilci sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerinin 3.7.2012 tarihinde tebliğ
edilmesine karşın, herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle tanzim edilen
31.8.2012 tarihli haciz bildirisi üzerine davacının aracına dava konusu haczin
tatbik edildiği anlaşılmıştır.
Anayasanın
152 nci maddesinde, "Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir
kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse
veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu
kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı
geri bırakır." şeklinde düzenlenme yapılmıştır.
Bu bağlamda,
uyuşmazlığa uygulanacak olan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunun mükerrer 35 inci maddesinin Anayasaya aykırılık sorunu
taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasanın 2
nci maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk Devletidir." denilmek suretiyle Devletin hukuk devleti
olduğu belirtilmiştir. Anayasanın 73 üncü maddesinde ise "Herkes kamu
giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal
amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar
ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve
aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna
verilebilir." hükmü mevcuttur. Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında da
belirtildiği gibi, hukuk devleti, insan haklarına dayanan bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan; her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
Anayasa'nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk
ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Hukuk
devleti ilkesinin ön koşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin
hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde
devlete güven duyabilmesini, devletinde yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu
zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Vergi mükelleflerinin ve
sorumlularının ne kadar vergi ödeyeceğini, sorumluluklarının kapsam ve sınırını
önceden bilmesi, bunların sosyal, ekonomik ve hukuksal davranışlarına yön veren
ve geleceğe ilişkin karar almalarını mümkün kılan hukuk güvenliğinin ön
koşuludur. Herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve
davranışlarını buna göre düzene sokabilmesi için hukuk güvenliği ve belirlilik
gerekir. Zira, dinamik olan ve yeni gelişmelerden çabukça etkilenen ekonomik
yaşam belirlilik ve kararlılık ister. Hukuki güvenlik ilkesi vergilemenin
belirliliğini de içerir.
"Siyasi
Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan vergilendirme yetkisi, devletin
ülkesi üzerindeki egemenliğine bağlı olarak ve günümüzdeki yaklaşımlara uyarak
bizzat ekonomi içerisinde yer almaması dikkate alındığında, kamu giderlerini
karşılayabilmek için en önemli gelir kaynağı olan vergilerin toplanabilmesi
için, devletin bu yetkisini kullanması ve vergi koyması kaçınılmazdır.
Anayasa'nın 5 inci maddesinde belirtilen toplumun refah ve huzurunun sağlanması
için devletin yeni vergiler ihdas etmesi veya bazı istisna ve muafiyetleri
kaldırması en tabii hakkıdır. Ancak, vergideki "yasallık ilkesi" ile
amaçlanan unsur belirlilik olduğuna göre, verginin tarh, tahakkuk ve tahsil
aşamalarını belirleyen yasal düzenlemeler, hukuk devletinin doğal sonucu olarak
bir hukuki güven sağlamaktadır. Vatandaşların, devlete güven duyabilmeleri,
maddi ve manevi varlıklarını özgürce geliştirebilmeleri için hukuk güvenliğinin
sağlanması gerekir.
Kamu
hizmetlerinin yürütülmesinde gerekli kaynağın elde edilmesi adına vergi ve
diğer kamu alacaklarının takip ve tahsili için hukuki düzenlemeler ve
ayrıcalıklı yetkilerle kolaylık ve hızlılık sağlanmasının doğal olduğu kabul
edilmekle birlikte, bu konuda bireylerin hakları ve hukukun genel ilkelerinin
de göz önünde bulundurulması hukuk devletinin vazgeçilmezlerindendir. Anayasaya
aykırılığı tartışılan 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen
düzenlemeden beklenen kamu yararının, kamu alacaklarında ilgililerinin
sorumluluklarını arttırarak ve müteselsil sorumluluk getirerek daha hızlı ve
daha yüksek oranda tahsilatın sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, her
türlü yasal yükümlülüğü yerine getiren kanuni temsilcilere hiç bir kusur
atfetmek mümkün değilken sadece bu sıfatı nedeniyle Kanun zoruyla müteselsil
sorumlu tutulmaları bireylerin hukuka olan güven duygusunu zedelediği gibi
hukuk güvenliği ilkesiyle de bağdaşmaz. Bireyin kanuni temsilcisi olmadığı
dönemde ve başkası tarafından yapılması zorunlu olan vergisel ödevlerin yerine
getirilmemesinden dolayı ortaya çıkan vergi alacaklarından müteselsil sorumlu
tutulması hukuki güvenlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturur.
Öte yandan,
213 sayılı Kanunda kanuni temsilcilerin sorumluluğunu düzenleyen ve 6183 sayılı
Kanunun mükerrer 35 inci maddesiyle benzer hükümler içeren ancak sorumluluk
için kusur arayan 10 uncu maddenin aynı anda tatbik edilmesi sonucunu doğuran
mükerrer 35 inci maddeye 5766 sayılı Kanunla eklenen son fıkranın hukuk
devletinin temel ilkelerinden biri olan, uygulanacak yasal düzenlemelerin
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır
olmasını gerektiren ve bireylerin hukuksal güvenliğinin sağlanması bakımından
da önem arz eden belirlilik ilkesine aykırı düşmektedir.
Bu durumda,
amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya
teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların, amme alacağının
ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı ve kanuni temsilcilerin
sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanunda yer alan hükümlerin, mükerrer 35 inci
maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı yolundaki düzenlemeler
Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanan
nedenlerle, Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varıldığından, Anayasa'nın 152
nci ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un
28 inci maddesi uyarınca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun mükerrer 35 inci maddesine 5766 sayılı Kanunla eklenen son iki
fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, davanın bu sebeple
geri bırakılmasına, dava dosyasının tamamının tasdikli bir örneğinin Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı'na gönderilmesine 29/04/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi."
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
Kanun'un itiraz konusu kuralları da içeren mükerrer 35. maddesi şöyledir:
"Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu
Mükerrer
Madde 35- Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler
gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen
tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni
temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal
varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu madde
hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye'deki mümessilleri hakkında da
uygulanır.
Tüzel
kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni
temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını
kaldırmaz.
Temsilciler,
teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri
tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.
(Ek fıkra:
4/6/2008-5766/4 md.) Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi
gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı
şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden
müteselsilen sorumlu tutulur.
(Ek fıkra:
4/6/2008-5766/4 md.) Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair
213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen
sorumluluğu ortadan kaldırmaz."
B- Dayanılan Anayasa Kuralı
Başvuru kararında, Anayasa'nın 2. maddesine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Serruh KALELİ, Serdar ÖZGÜLDÜR,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin
YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL, Zühtü
ARSLAN, M. Emin KUZ ve Hasan Tahsin GÖKCAN'ın katılımlarıyla 11.9.2014
tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından
işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ömer DURAN tarafından hazırlanan işin
esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralları, dayanılan Anayasa kuralı
ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra
gereği görüşülüp düşünüldü:
A- Kanun'un
Mükerrer 35. Maddesine 5766 Sayılı Kanun'un 4. Maddesiyle Eklenen Beşinci
Fıkranın İncelenmesi
Başvuru kararında, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda kusura dayalı sorumluluğun
benimsenmiş olduğu, kural ile öngörülen sorumluluk hâlinin ise kusursuz
sorumluluk olduğu, kanuni temsilcilerin kendilerinin görevde olmadıkları
dönemde gerçekleşen iş ve işlemlerden sorumlu tutuldukları, bu durumun adalet
ve hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2.
maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda
kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları hâlinde
bu şahısların amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağını
düzenlemektedir.
Anayasa'nın
2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda
adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı
durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Kanun
koyucu, Anayasa'ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her
türlü düzenlemeyi yapma konusunda takdir yetkisine sahiptir. Kanun koyucunun
hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar
içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak
kullanması ve keyfi davranmaması gerekir.
Bu bağlamda,
kamu hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli kaynağın elde edilmesi adına
Devletin, vergi ve diğer kamu alacaklarının takip ve tahsilini sağlamak üzere
hukuki düzenlemeler yapma konusunda takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak, bu
konuda bireylerin haklarının ve hukukun genel ilkelerinin de göz önünde
bulundurulması hukuk devleti olmanın bir gereğidir.
İtiraz
konusu kuralın getiriliş amacının; amme alacağının doğduğu ve ödenmesi
gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı
şahıslar olması hâlinde bu şahısların sorumluluk uygulamasının, amme
alacaklarının düzenlendikleri kanunlardaki kanuni ödeme sürelerinde veya özel
ödeme sürelerinde farklı şahısların olması hâlini de kapsadığı görülmektedir.
Kanun
koyucu, amme alacağını güvenceye almak bakımından sorumluluğun
yaygınlaştırılması yoluna gidebileceği gibi müteselsil sorumluluk da
öngörebilir. Ancak amme alacağının doğduğu veya ödenmesi gerektiği zamanlarda
kanuni temsilcilerin farklı kişiler olabileceği gerçeği göz önüne alındığında,
kural ile getirilen düzenleme vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını
zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan
kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde
gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu
doğurmaktadır. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri karşısında, bireyin bu şekilde
belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle,
başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olması adalet
ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Dolayısıyla, itiraz konusu kural hukuk devleti
ilkesine aykırıdır.
Açıklanan
nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.
Hicabi
DURSUN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
B- Kanun'un
Mükerrer 35. Maddesine 5766 Sayılı Kanun'un 4. Maddesiyle Eklenen Altıncı
Fıkranın İncelenmesi
Başvuru
kararında, itiraz konusu kural ile 213 sayılı Kanun kapsamında olanlar da dâhil
olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35.
maddesi kapsamına alındığı, 213 sayılı Kanun'da kusura dayalı sorumluluğun
benimsenmiş olduğu, kural ile öngörülen sorumluluk hâlinin ise kusursuz
sorumluluk olduğu ve kanuni temsilcilerin kendilerine yüklenilen bir görevi
yerine getirip getirmediğine bakılmaksızın anılan sıfatı taşımalarının sorumlu
tutulmaları için yeterli kabul edildiği, her iki kanunun aynı maddi olaya uygulanabilmesi
nedeniyle iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin uygulanacağı konusunda
belirsizlik oluştuğu, kişilere uygulanacak kanuni düzenlemelerin herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net ve anlaşılabilir olması
gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa'nın 2. maddesine aykırı olduğu ileri
sürülmüştür.
İtiraz
konusu kuralda, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun'da
yer alan hükümlerin bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı
öngörülmektedir.
Amme
alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya
teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları hâlinde bu şahısların amme
alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağını düzenleyen kuralın
iptaline yönelik yukarıda yer alan gerekçeler, kanuni temsilcilerin
sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanun'da yer alan hükümlerin bu maddede
düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağını öngören kural bakımından da
aynen geçerlidir.
Hukuk
devletinde kanunlarla kişilerin ekonomik, sosyal ve hukuki yaşam alanlarına
yöneltilen müdahaleler öngörülebilmeli ve geleceğe dönük planlar buna göre
yapılabilmelidir. Belirlilik ilkesi, vergi ve diğer kamu alacakları açısından
miktar, tarh ve tahsil zamanı ile biçimi gibi vergi ve diğer alacakların esaslı
unsurlarının önceden belli ve kesin olmasını gerektirir.
213 sayılı
Kanun'un 10. maddesinde, kanuni temsilciler için kabul edilen sorumluluk,
kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin
ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı Kanun'un 10. maddesi uyarınca kanuni
temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için vergilendirme ödevlerini yerine
getirmemiş olması gerekmektedir. İtiraz konusu kuraldan kaynaklanan sorumluluk
ise kusursuz sorumluluk esasına dayanmakta olup kamu alacağının borçlu
şirketten tahsil edilememesinde kanuni temsilcilerin kusuru bulunmasa dahi
sorumlu tutulmasına neden olmaktadır.
213 sayılı
Kanun'un 10. maddesinde, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına ilişkin
hükümlerin düzenlenmiş olması, bu Kanun kapsamındaki amme alacaklarının
takibinin itiraz konusu kurala göre yapılmasına engel teşkil etmemektedir.
Dolayısıyla itiraz konusu kural nedeniyle, 213 sayılı Kanun kapsamına giren
amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacakları için takip yapılması
mümkündür. Bu durumda her iki kanunun aynı maddi olaya uygulanabilmesi
nedeniyle, iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin uygulanacağı konusunda
belirsizlik oluşmaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, hukuk devleti ilkesi
ile bağdaşmamaktadır.
Açıklanan
nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa'nın 2. maddesine aykırıdır. İptali
gerekir.
Hicabi
DURSUN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.
VI- SONUÇ
21.7.1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanun'un mükerrer 35. maddesine, 4.6.2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanun'un 4.
maddesiyle eklenen beşinci ve altıncı fıkraların Anayasa'ya aykırı olduklarına
ve İPTALLERİNE, Hicabi DURSUN, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ ile Kadir
ÖZKAYA'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 19.3.2015 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
|
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin
YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
KARŞIOY
GEREKÇESİ
Başvuru kararında, itiraz konusu kurallarla, 213 sayılı Kanun kapsamında
olanlar da dâhil olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un mükerrer 35. maddesi kapsamına
alındığı, 213 sayılı Kanun'da kusura dayalı sorumluluk benimsendiği halde,
kurallar ile kusursuz sorumluluk getirildiği, böylece her türlü kanuni
yükümlülüğünü yerine getiren kanuni temsilcilere hiçbir kusur atfetmek mümkün
değilken bile salt bu sıfatları nedeniyle ve kanun zoruyla müteselsilen sorumlu
tutuldukları, bunun bireylerin hukuka olan güven duygusunu zedeleyeceği, hukuk
güvenliği ilkesiyle bağdaşmayacağı, kişilere uygulanacak kanuni düzenlemelerin
herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net ve
anlaşılabilir olması gerektiği ileri sürülerek Anayasa'nın 2. maddesine aykırı
olduğu gerekçesiyle iptali istenilmiş ve Mahkememizce iptaline karar
verilmiştir.
İtiraz konusu kurallar; amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği
zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar
olmaları halinde bu şahısların amme alacağının ödenmesinden müteselsilen
sorumlu tutulacağını ve kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu'nda yer alan hükümlerin kurallar ile düzenlenen sorumluluğu
ortadan kaldırmayacağını öngörmektedir.
Kamu alacağı kavramı, Türk mali literatürüne 6183 sayılı Kanun ile girmiş olup,
devletin, kamu tüzel kişiliğinden ve egemenlik hakkından doğan, ayrıcalıklı ve
özellik taşıyan alacaklarını anlatmaktadır (Adnan Gerçek, Kamu Alacaklarının
Takip ve Tahsil Hukuku, Bursa 2011, s.1 Aktaran: Gözde Erkin, Kamu İcra
Hukukunda Kamu Alacakları, Gençbaro, Hukuk ve Yaşam).
Devletin ve yetkili idarelerin vergi, resim, harç gibi kamu gücünden doğan
alacaklarıyla kamu hizmetlerinin karşılığı olarak doğan alacaklar ve kamu
hizmetleri uygulaması ile idari sözleşmeden doğan alacaklar kamu alacağı
sayılmaktadır. Bu alacaklar, tahakkuk aşamasından sonra tahsil edilebilecek bir
aşamaya gelmekte ve "kamu alacağı" niteliğini kazanmaktadırlar.
Kamu alacakları, kamu hizmetlerinin üretilerek topluma sunulabilmesi için
yapılması gereken harcamaların temel kaynağını oluşturmaktadır (Ateş Oktar,
Vergi Hukuku, İstanbul 2009, s.288. Aktaran: Gözde Erkin, a.g.m.).
Kamu harcamalarının zamanla pek çok nedene bağlı olarak artış göstermesi, bu
harcamaların finansmanında kullanılacak kamu alacaklarının korunması ve gecikmeksizin
tahsili konusu üzerinde titizlikle durulması gereğini ortaya çıkarmış ve
sonuçta kamu hizmetlerinin sağlıklı ve devamlı biçimde yerine getirilmesi ile
kamu alacaklarının korunması ve zamanında tahsili arasında doğrusal bir
bağlantı kurulmuştur (Kamu Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
Tasarısının Gerekçesi, T.C. Başbakanlık Muamelat Umum Müdürlüğü, Tetkik
Müdürlüğü, S. 6- 3229, 7/ 425, 18. XI. 1952, T.B.M.M. Tutanak Dergisi, C. 24,
S. 1, Dönem IX, Toplantı 3, s. 286. Aktaran: Gözde Erkin, a.g.m.).
Bu nedenle de, kamu alacaklarının normal yollarla tahsili gerçekleşmediğinde,
kamusal zora başvurulması öngörülmüştür. 6183 sayılı Kanun da, kamu
alacaklarının yükümlülerce gerek isteyerek, gerek zorla ödenmesi usullerini
düzenleyen bir kanun olarak yürürlüğe konulmuştur (Mualla Öncel, Ahmet Kumrulu,
Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara, Turhan Kitapevi, 2008.Aktaran: Gözde
Erkin, a.g.m.).
Söz konusu Kanun'un itiraz konusu kuralları da içeren, "Kanuni
Temsilcilerin Sorumluluğu" başlıklı mükerrer 35. maddesinde, tüzel
kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği
olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen
veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacaklarının, kanuni temsilcilerin ve
tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu
Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği, bu madde hükmünün, yabancı şahıs veya
kurumların Türkiye'deki mümessilleri hakkında da uygulanacağı, tüzel kişilerin
tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmalarının, kanuni temsilcilerin
tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını
kaldırmayacağı, temsilcilerin, teşekkülü idare edenlerin veya mümessillerin, bu
madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu
edebilecekleri, kamu alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni
temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde, bu
şahısların kamu alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacakları ve
kanuni temsilcilerin sorumlulukları konusunda 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda
yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı
hükme bağlanmıştır.
Maddenin, iptal istemine konu son iki fıkrası hükmüne göre, eski kanuni
temsilcinin dönemine ilişkin olarak, eski kanuni temsilci ile yeni kanuni
temsilcinin sorumluluğu birlikte devam etmektedir. Uygulamanın bu şekilde
olması bazı durumlarda eski kanuni temsilcinin, bazı durumlarda da yeni kanuni
temsilcinin aleyhine sonuçlar ortaya çıkarabilecektir. Kimi zaman yeni kanuni
temsilci, kimi zaman da eski kanuni temsilci, kendi kasıt veya ihmalinden
kaynaklanmayan fiiller nedeniyle ödenmemiş bulunan kamu alacağından sorumlu
olabilecektir.
Dolayısıyla bu bağlamda, 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35. maddesinde yazılı
müteselsil sorumluluk uygulamasının, kişinin, bir başkasının işlediği fiilden
sorumlu tutulması sonucunu doğurduğu, oysa kanuni temsilcilerin kamu
alacaklarından sorumlu tutulabilmeleri için kasıt ve ihmallerinin bulunması
şartının aranması gerektiği söylenebilir.
Ancak, belirtildiği üzere, 6183 sayılı
Kanunla korunan alacağın kamu alacağı olması ve vergi ve diğer kamu
alacaklarının kamu hizmetlerinin yürütülmesinde hayati önem taşıması nedeniyle,
söz konusu hizmetler için gerekli kaynağın elde edilmesi adına, kamu
alacaklarının takip ve tahsili için özel hukuki düzenlemeler ve ayrıcalıklı
yetkilerle, kolaylık ve hızlılık sağlanması bazen bir zorunluluk olarak ortaya
çıkabilir.
5766 sayılı Kanunla 6183 sayılı Kanun'da genel olarak şirket ortakları ve
kanuni temsilcilerin, kamu borcu nedeni ile sorumluluklarını artıran, genişleten
ve müteselsil sorumluluk esası getiren düzenlemeler yapılmıştır. Kararın
gerekçesinde de belirtildiği üzere, kanun koyucunun kamu alacağının güvence
altına alınması amacıyla sorumluluğun yaygınlaştırılması yoluna gitmesinde ve
müteselsil sorumluluk getirmesinde Anayasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
5766 sayılı Kanun'un gerekçesinde, 6183 sayılı Kanun'un mevcut hükümlerinin
uygulamasına ilişkin yargı kararları dikkate alınarak uygulamaya açıklık
getiren düzenlemelere yer verildiği, öngörülen değişiklikler ile 6183 sayılı
Kanun'un temel felsefesi korunarak amme alacaklarının daha süratle tahsiline
imkan verilmesinin amaçlandığı ifade edilmiştir.
Düzenlemeden beklenen kamu yararının, kamu alacaklarında ilgililerinin
sorumluluklarını artırarak ve müteselsil sorumluluk getirerek daha hızlı ve
daha yüksek oranda tahsilâtın sağlanması, böylece sürüncemede bırakılmasının
önlenmesi olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin muhtelif kararlarında da ifade edildiği üzere, kamu
alacaklarının kamu hizmetlerinin yürütülmesinde taşıdığı önem nedeniyle,
vatandaşların haklarının ve hukukun genel ilkelerinin göz önünde bulundurulması
koşuluyla, kanun koyucu tarafından idarelerin kamu alacaklarının tahsilinde
birtakım ayrıcalıklı yetkilerle donatılması, asıl kamu borçlusunun kanuni
temsilcilerine bazı sorumluluklar yükleyebilmesi mümkündür.
Ayrıca, kanuni temsilcilerin, temsilcisi oldukları kamu alacağı borçlusuna
ilişkin görevlerini, faaliyetlerini, konumlarını, üstlendikleri sorumluluklarını
ve temsilcilik görevlerini yürürlükte olan kurallara göre belirleyip yerine
getirmeleri halinde, müteselsil sorumluluk kapsamında mal varlıklarından
istenebilecek bir borcun oluşmasını engelleyebilecekleri, böyle bir borcun
oluşması halinde öncelikle asıl borçlunun mamelekinden ödenmesini
sağlayabilecekleri, esasen bunun görevleri olduğu, bu madde gereğince
ödedikleri tutarlar için asıl kamu borçlusuna rücu edebileceklerinin yasal
güvenceye bağlandığı gözetildiğinde, itiraz konusu kural bakımından, kasıt veya
kusurları olmaksızın müteselsilen sorumlu tutulan kanuni temsilciler açısından
ileri sürülen sakıncaların ortaya çıkmasının önlenebilmesi de mümkündür.
Diğer taraftan, altıncı fıkrada, kanuni temsilcilerin sorumlulukları konusunda
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yer alan hükümlerin, mükerrer 35. maddede
düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmek suretiyle uygulamada
ortaya çıkan tereddütlerin giderilmesinin amaçlandığı; bu itibarla, mezkûr
hükmün belirsizlik oluşturması bir yana, uygulamadaki belirsizliği giderdiği
düşünülmektedir.
Belirtilen çerçeve içerisinde, kanun koyucunun, kamu alacağını güvenceye almak
ve sürüncemede kalmasını önlemek bakımından, kanuni temsilciler için müteselsil
sorumluluk öngörmesinde Anayasa'ya aykırı bir yönün bulunmadığı sonucuna
varılmıştır.
Bu nedenle itiraz başvurusunun reddi gerektiği görüşüyle, aksi yönde oluşan
çoğunluk kararına katılmıyoruz.
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder