13 Nisan 2015 Pazartesi

AVUKATIN ÖZELLİKLE MESLEKTAŞINA DİLEKÇELERİNİ VE BELGELERİNİ TEBLİĞ ETTİRME ZORUNLULUĞU

Av. Ender DEDEAĞAÇ

HMK 27.maddesinin maddenin başlığı, “HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI”dır. Bu hak, adil yargılama hakkının en önemli unsurudur.

AİHS 6.maddesinde hükme bağlanan ve daha sonra TBMM tarafından onanarak iç hukuk kuralı haline getirilen AİHS, yakın tarihe kadar ceza hukuku uygulamasında benimsenmiş olmasına rağmen özel hukuk uygulamasında ne hikmetse benimsenmemiştir. Hatta, adil yargılanma deyimi yerine, yerine göre taraf teşkili gibi değişen hukuksal deyimler kullanılmış, ama adil yargılanma deyiminden kaçınılmıştır.
Tüm kaçınmalara ve uygulamaya sokmamak konusundaki direnmelere rağmen adil yargılanma, HMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte HMK 27.maddesinde yasal kimliğe kavuşmuş ve hukukumuzda uygulanması zorunlu bir kavram haline gelmiştir.
Ancak hala, bu kavramın günlük uygulamalarda yaşama geçirilmesi için gerekenler yapılmamaktadır. Hem de küçük bir özenle yapılması gerekenler bile, yapılmamaktadır.

Hukuki dinlenilme hakkının çiğnenmesi konusunda, örnek olay belirterek bu yazıyı yazmaya karar verdim. Eğer ben hatalı düşünüyorsam eleştiriye açığım, ancak hata, hakim ve yazı işlerinde memur olarak çalışanların ise onların da bu hatadan bir an evvel dönmesini dilemekteyim.

2014 yılının sonlarına doğru, Ankara 6.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açmış olduğum bir davada, cevap dilekçesi gelmeden, ön inceleme duruşmasının günü geldi. Ben cevap verilmedi düşüncesi ile duruşmaya gittiğimde, cevabın dosyada olduğunu öğrendim. Cevaba cevap hakkımın kullanılması için bana verilen süre yargılamanın gecikmesine neden olduğu gibi, davacı asılın hak kaybına da neden oldu.
İ
kinci olay, Ankara 20.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde meydana geldi. Tarafıma tebliğ edilen bilirkişi raporuna karşı beyanlarımı sundum. Yazı işleri müdürü tarafından havalenin yapılmasından sonra, görevli katibe, dilekçemin karşı tarafa gönderilmesi için gereken masrafın dosyada olup olmadığını sordum. Ve bu mahkemede bilirkişi raporlarına beyan dilekçelerini karşı tarafa göndermedikleri, bu uygulamanın yeni gelen hakimle başlamadığı daha önceden de böyle uygulandığı cevabını aldım.
Bu iki somut olayı ve benzer olayları adil yargılanma hakkı ve yargı görevlilerinin sorumluluğu açısından değerlendirmek gereğini hissettim.

Öncelikle belirtmek isterim ki, özel hukuk yargılamasında, yargılamanın sevk ve idaresi HMK 32.maddesi gereğince hakime görev olarak verilmiş ise de, hakimin bu görevi, yargılamanın maddi anlamdaki sevk ve idaresi ile sınırlıdır. Bunun dışında kalan, yargılamanın şekli anlamda sevk ve idaresi, kalem şefinin yani yazı işleri müdürünün görevidir.

Yazı işleri müdürünün bu görevine, tebligatların usulüne uygun olarak yapılması da dahildir. Eğer bu görev yapılmaz ise, kanımca, ceza ve giderim hatta disiplin sorumluluğu doğacaktır. Üstelik, kalem personelinin yargılanmasında, hakimler için hükme bağlanan özel yargılanma kuralları olmadığından ve sadece memurların yargılanmasına ilişkin kurallar işleyeceğinden ötürü, böylesi bir konuda kalem personelinin zarar görmesi olasıdır.

Bu durumda, cevap dilekçesinin tebliği zorunluluğunu tartışmak gereğini görmemekteyim. Bunu yapmamak, açıkça yasaya aykırıdır. Görevi ihmal suçunu oluşturur. Ancak, bilirkişi raporu tebliğinin gerekip gerekmediğinin tartışılması gerektiğine inanmaktayım.

Olayı, sadece avukatlar tarafından takip edilen davalarla sınırlı olarak, değerlendirmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Meslek Kurallarının 32.maddesine göre, avukat, mahkemeye verilen dilekçe ve önemli belgelerin birer örneğini karşı taraf avukatına da vermekle yükümlüdür.

Avukatlık Meslek Kuralı arasında yer alan bu uygulama, Bern Kurallarının 32. maddesinde, Paris Barosu İç Yönetmeliği’nin 34.maddesinde, Vod Kantonu Meslek Kurallarının 15.maddesinde de yer almaktadır(Semih Güner - Avukatlık Hukuku sayfa 461).

Dilekçe ve belgelerin karşı tarafa tebliği, sadece Avukatlık Kanunu gereği yüklenmiş bir görev olsa, olayı kendi olanaklarımızla çözmeyi düşünebiliriz. Ancak, dilekçe ve belgelerin tebliği, tartışmasız bir şekilde hukuki dinlenilme hakkının gereği olduğu için, olayı yargı içerisinde çözüme kavuşturmak gerekmektedir.

HMK 21/2/a maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı, “yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunması” hükmünü içermektedir. Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olmak, sadece taraf dilekçelerinin tebliğini kapsamamalıdır. Bu madde, böyle yorumlanır ise; HMK 184.maddesi ile hükme bağlanan, tahkikatın bittiğinde tarafların dosyanın tamamı hakkında açıklama yapma hakkı ve HMK 186.maddesi ile hükme bağlanan sözlü savunma yapma hakkının kullanılması fiilen engellenecektir. Çünkü özellikle, HMK 320.maddesi gereği, zorunlu haller dışında, ön inceleme duruşması dışında iki duruşmada tamamlanması gereken basit yargılamaya tabi davalarda, HMK 321/1. maddesi gereği, tahkikatın tamamlanması kararından sonra,  taraflara beyanda bulunmak için süre de verilmeyeceği düşünüldüğünde, hukuki dinlenilme hakkı uygulanmaz hale getirilmiş olacaktır. Dosyaya kazandırılan belgeleri, özellikle delilleri bilmeden, onlar hakkında değerlendirme yapmak mümkün değildir.

Yazılı yargılama ile ilgili maddelere baktığımızda, HMK 184.maddesine göre, tahkikatın bittiği kararından sonra, hazır olan taraflara söz verileceğinin hükme bağlandığını, bu aşamada dosyanın tamamı hakkında beyanda bulunmak için ayrıca süre verilmeyeceğinin de aynı madde metni içinde hükme bağlandığını görmekteyiz. Bu durumda, dosya içinde yer alan dilekçe ve belgelerin taraflarca bilinmemiş olması, böylesi bir değerlendirmenin yapılamaması anlamına gelmektedir. Bu nedenle, dilekçe ve belgelerin taraflara tebliği, hem hukuki dinlenilme hakkı açısından hem de yargılama ekonomisi açısından önem taşımaktadır.

HMK yasalaşırken, HMUK 375.maddesinde yer alan, “tarafların isteği üzerine tahkikatın değerlendirilmesi için tahkikatın bitiminde taraflara süre verilir” hükmünün yasaya alınmaması, zaten hukuki dinlenilme hakkını zedeleyen bir husustur. Bunun hakim ya da kalem şefi tarafından verilen, dilekçelerin tebliğine gerek yok kararı ile iyice ortadan kaldırılması doğru bir davranış olmayacaktır.

Olayı bir kez de, HMK 197.maddesi açısından değerlendirdiğimizde, hukuki dinlenilme hakkının bir garantisi olan bu maddenin de uygulamada unutulduğunu görmekteyiz. HMK 197.maddesine göre, deliller, tarafların da katılımı ile duruşmada incelenir. Buradaki inceleme, delilerin tartışılmasını/değerlendirilmesini kapsar. Gene aynı maddeye göre, delillerin değerlendirilmesi aşamasında, tarafların söz hakkı bulunmaktadır. Duruşmada tartışılmayan hiçbir delilin hükme esas alınamayacağı, usul hukukunun temel ilkelerinden biridir. Uygulama aşamasında unutulan bu madde nedeni ile taraf, delilerden habersiz, hakimin tahkikatın bittiğini bildiren kararını duymakta ve hakimin “kes/yapıştır” yöntemi ile tutanağa eklediği “eski beyanlarımı tekrar ederim” repliği ile hiçbir hakkını kullanamadan yargılamanın bittiğini görmektedir.

Bu nedenle, iş çokluğu gerekçesi ya da bahanesi ile, delillerin ve uygulamada bunlardan en önemlisi olan bilirkişi raporunun ve bu rapora tarafların verdiği cevapların tebliği görevinden kaçınmamak gerekmektedir. Delillerin en önemlisi demekteyim. Çünkü HMK m.266 aykırı olarak, açıkça yasaya aykırı ve suç işler olarak bilirkişi atanmakta bunlar da yasaya aykırı olarak hukuki konuların çözümünü gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle, bu raporlar ve bunlara verilen cevaplar, hakimin tahkikatı değerlendirmesi gibi algılanmaktadır.

Hukuki dinlenilme hakkının çiğnenildiği bu gibi durumlarda, avukat olarak, hiç olmazsa vekil edenlerin haklarını korumak açısından dilekçelerimizin başına, “AVUKATLIK KANUNU 56/4 MADDESİ GEREĞİ KARŞI TARAFA TEBLİĞİNİ TALEP EDİYORUM” açıklamasını eklemeyi, önermekteyim. Elbette bu yasal istemimiz yerine getirilmediğinde de gereken yasal uygulamaları talep etmek zorunda olduğumuzu, hatırlatmak isterim.

Bir an için bazı meslektaşlarım, tebliğ edilmeyen dilekçe ve belgelerden ötürü, karşı tarafı gafil avlamak isteyebilir. Bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü, bugün bana, yarın sana kuralı burada da uygulanır.

Unutmadan bir ekleme daha yapmak gereğini hissetmekteyim. Yakın tarihte, Ankara 18.Asliye Ceza Mahkemesi, vekil edenimin aleyhine karar verdiği için, süre tutum dilekçesi hazırlayarak, dilekçemi hakime havale ettirdikten sonra, kaleme teslim etmek istedim. Yazı işleri müdüründen temyiz defterine kayıt numarasını sorduğumda, işinin çok olduğunu daha sonra kaydedeceği yanıtını aldım. Zorunlu olarak ve modaya uyarak, havaleli dilekçenin fotoğrafını çektim. Sürem dolmadan da kaydın yapılıp yapılmadığını kontrol ettim. Kaydın yapıldığını gördüğümde içim rahatladı.

Halbuki “Cumhuriyet Başsavcıları İle Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik” in 88.maddesi, açıkça, temyiz dilekçesinin kaleme tesliminde, alıntı belgesi verilmesini, emretmektedir. Yazı işleri müdürünün, bu maddeyi bilmemesi olanaksızdır. O halde, nasıl olsa, dilekçenin kaybında kendisi sorumlu olmayacağından, işlem yapmayı keyfi olarak başka bir tarihe ertelemesinde bir sakınca görmemektedir. Her halde, dilekçenin kaybı ve avukatın bundan sorumlu tutulması ya da bir vatandaşın gereksiz mahkumiyeti, ceza alması gereken kişinin beraat etmesi, yazı işleri müdürü açısından, önemli görülmemektedir. Bunlar önemli değil ise de yönetmeliğin uygulanmamasının, en azından disiplin cezasına konu olacağı, önemlidir.

Hakların yarıştığı böylesi durumlarda, vekil eden ve bizim hakkımızın öncelik taşıdığını, bunu düşünmeyenlere hatırlatmak gerektiğine inanmaktayım.


Benim inancıma göre, kuvvetler ayrımının en önemli unsuru, yargı bağımsızlığıdır. Ancak Türkiye’de yargı bağımsızlığını hakim ve savcıların gerçekleştireceğine inancım her gün zayıflamakta olduğu için, bunun ancak avukatlar tarafından gerçekleştirileceğine inanmaktayım. Bu nedenle, adil yargılamayı uygulanır hale getirmek zorunluluğumuz bulunmaktadır.

Aşağıda özet halinde bilginize sunduğumuz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı incelendiğinde, yargılamanın bir tartışma sanatı olduğu, tartışmanın yargılamanın her aşamasında gerçekleşmesi gerektiğinin belirtildiğini, aksi davranışın adil yargılanma hakkını, diğer bir deyimle, hukuki dinlenilme hakkını zedelediğini görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, yukarıda yer alan ifadelerimiz, kişisel kanılarımızı değil, yargı kararlarını dile getirmektedir.

Aşağıda özet halinde bilginize sunduğumuz Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı incelendiğinde, yargılamanın bir tartışma sanatı olduğu, tartışmanın yargılamanın her aşamasında gerçekleşmesi gerektiğinin belirtildiğini, aksi davranışın adil yargılanma hakkını, diğer bir deyimle, hukuki dinlenilme hakkını zedelediğini görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, yukarıda yer alan ifadelerimiz, kişisel kanılarımızı değil, yargı kararlarını dile getirmektedir.

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu - 2011/11-554 E. 2011/684 K.

"Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.
Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır. "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder