Av. Ender DEDEAĞAÇ
HMK 27.maddesinin
maddenin başlığı, “HUKUKİ DİNLENİLME HAKKI”dır. Bu hak, adil yargılama hakkının
en önemli unsurudur.
AİHS 6.maddesinde hükme
bağlanan ve daha sonra TBMM tarafından onanarak iç hukuk kuralı haline
getirilen AİHS, yakın tarihe kadar ceza hukuku uygulamasında benimsenmiş
olmasına rağmen özel hukuk uygulamasında ne hikmetse benimsenmemiştir. Hatta,
adil yargılanma deyimi yerine, yerine göre taraf teşkili gibi değişen hukuksal
deyimler kullanılmış, ama adil yargılanma deyiminden kaçınılmıştır.
Tüm kaçınmalara ve
uygulamaya sokmamak konusundaki direnmelere rağmen adil yargılanma, HMK’nın
yürürlüğe girmesiyle birlikte HMK 27.maddesinde yasal kimliğe kavuşmuş ve
hukukumuzda uygulanması zorunlu bir kavram haline gelmiştir.
Ancak hala, bu kavramın
günlük uygulamalarda yaşama geçirilmesi için gerekenler yapılmamaktadır. Hem de
küçük bir özenle yapılması gerekenler bile, yapılmamaktadır.
Hukuki dinlenilme
hakkının çiğnenmesi konusunda, örnek olay belirterek bu yazıyı yazmaya karar
verdim. Eğer ben hatalı düşünüyorsam eleştiriye açığım, ancak hata, hakim ve
yazı işlerinde memur olarak çalışanların ise onların da bu hatadan bir an evvel
dönmesini dilemekteyim.
2014 yılının sonlarına
doğru, Ankara 6.Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açmış olduğum bir davada, cevap
dilekçesi gelmeden, ön inceleme duruşmasının günü geldi. Ben cevap verilmedi
düşüncesi ile duruşmaya gittiğimde, cevabın dosyada olduğunu öğrendim. Cevaba
cevap hakkımın kullanılması için bana verilen süre yargılamanın gecikmesine
neden olduğu gibi, davacı asılın hak kaybına da neden oldu.
İ
kinci olay, Ankara 20.Asliye
Hukuk Mahkemesi’nde meydana geldi. Tarafıma tebliğ edilen bilirkişi raporuna
karşı beyanlarımı sundum. Yazı işleri müdürü tarafından havalenin yapılmasından
sonra, görevli katibe, dilekçemin karşı tarafa gönderilmesi için gereken
masrafın dosyada olup olmadığını sordum. Ve bu mahkemede bilirkişi raporlarına
beyan dilekçelerini karşı tarafa göndermedikleri, bu uygulamanın yeni gelen
hakimle başlamadığı daha önceden de böyle uygulandığı cevabını aldım.
Bu iki somut olayı ve
benzer olayları adil yargılanma hakkı ve yargı görevlilerinin sorumluluğu
açısından değerlendirmek gereğini hissettim.
Öncelikle belirtmek
isterim ki, özel hukuk yargılamasında, yargılamanın sevk ve idaresi HMK 32.maddesi
gereğince hakime görev olarak verilmiş ise de, hakimin bu görevi, yargılamanın
maddi anlamdaki sevk ve idaresi ile sınırlıdır. Bunun dışında kalan,
yargılamanın şekli anlamda sevk ve idaresi, kalem şefinin yani yazı işleri
müdürünün görevidir.
Yazı işleri müdürünün
bu görevine, tebligatların usulüne uygun olarak yapılması da dahildir. Eğer bu
görev yapılmaz ise, kanımca, ceza ve giderim hatta disiplin sorumluluğu
doğacaktır. Üstelik, kalem personelinin yargılanmasında, hakimler için hükme
bağlanan özel yargılanma kuralları olmadığından ve sadece memurların
yargılanmasına ilişkin kurallar işleyeceğinden ötürü, böylesi bir konuda kalem
personelinin zarar görmesi olasıdır.
Bu durumda, cevap
dilekçesinin tebliği zorunluluğunu tartışmak gereğini görmemekteyim. Bunu
yapmamak, açıkça yasaya aykırıdır. Görevi ihmal suçunu oluşturur. Ancak,
bilirkişi raporu tebliğinin gerekip gerekmediğinin tartışılması gerektiğine
inanmaktayım.
Olayı, sadece avukatlar
tarafından takip edilen davalarla sınırlı olarak, değerlendirmek istiyorum.
Bilindiği gibi, Meslek
Kurallarının 32.maddesine göre, avukat, mahkemeye verilen dilekçe ve önemli
belgelerin birer örneğini karşı taraf avukatına da vermekle yükümlüdür.
Avukatlık Meslek Kuralı
arasında yer alan bu uygulama, Bern Kurallarının 32. maddesinde, Paris Barosu
İç Yönetmeliği’nin 34.maddesinde, Vod Kantonu Meslek Kurallarının 15.maddesinde
de yer almaktadır(Semih Güner - Avukatlık Hukuku sayfa 461).
Dilekçe ve belgelerin
karşı tarafa tebliği, sadece Avukatlık Kanunu gereği yüklenmiş bir görev olsa,
olayı kendi olanaklarımızla çözmeyi düşünebiliriz. Ancak, dilekçe ve belgelerin
tebliği, tartışmasız bir şekilde hukuki dinlenilme hakkının gereği olduğu için,
olayı yargı içerisinde çözüme kavuşturmak gerekmektedir.
HMK 21/2/a maddesinde
düzenlenen hukuki dinlenilme hakkı, “yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi
olunması” hükmünü içermektedir. Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olmak, sadece
taraf dilekçelerinin tebliğini kapsamamalıdır. Bu madde, böyle yorumlanır ise;
HMK 184.maddesi ile hükme bağlanan, tahkikatın bittiğinde tarafların dosyanın
tamamı hakkında açıklama yapma hakkı ve HMK 186.maddesi ile hükme bağlanan
sözlü savunma yapma hakkının kullanılması fiilen engellenecektir. Çünkü
özellikle, HMK 320.maddesi gereği, zorunlu haller dışında, ön inceleme
duruşması dışında iki duruşmada tamamlanması gereken basit yargılamaya tabi
davalarda, HMK 321/1. maddesi gereği, tahkikatın tamamlanması kararından
sonra, taraflara beyanda bulunmak için
süre de verilmeyeceği düşünüldüğünde, hukuki dinlenilme hakkı uygulanmaz hale
getirilmiş olacaktır. Dosyaya kazandırılan belgeleri, özellikle delilleri
bilmeden, onlar hakkında değerlendirme yapmak mümkün değildir.
Yazılı yargılama ile
ilgili maddelere baktığımızda, HMK 184.maddesine göre, tahkikatın bittiği
kararından sonra, hazır olan taraflara söz verileceğinin hükme bağlandığını, bu
aşamada dosyanın tamamı hakkında beyanda bulunmak için ayrıca süre
verilmeyeceğinin de aynı madde metni içinde hükme bağlandığını görmekteyiz. Bu
durumda, dosya içinde yer alan dilekçe ve belgelerin taraflarca bilinmemiş
olması, böylesi bir değerlendirmenin yapılamaması anlamına gelmektedir. Bu
nedenle, dilekçe ve belgelerin taraflara tebliği, hem hukuki dinlenilme hakkı
açısından hem de yargılama ekonomisi açısından önem taşımaktadır.
HMK yasalaşırken, HMUK
375.maddesinde yer alan, “tarafların isteği üzerine tahkikatın
değerlendirilmesi için tahkikatın bitiminde taraflara süre verilir” hükmünün
yasaya alınmaması, zaten hukuki dinlenilme hakkını zedeleyen bir husustur.
Bunun hakim ya da kalem şefi tarafından verilen, dilekçelerin tebliğine gerek
yok kararı ile iyice ortadan kaldırılması doğru bir davranış olmayacaktır.
Olayı bir kez de, HMK
197.maddesi açısından değerlendirdiğimizde, hukuki dinlenilme hakkının bir
garantisi olan bu maddenin de uygulamada unutulduğunu görmekteyiz. HMK 197.maddesine
göre, deliller, tarafların da katılımı ile duruşmada incelenir. Buradaki
inceleme, delilerin tartışılmasını/değerlendirilmesini kapsar. Gene aynı
maddeye göre, delillerin değerlendirilmesi aşamasında, tarafların söz hakkı
bulunmaktadır. Duruşmada tartışılmayan hiçbir delilin hükme esas alınamayacağı,
usul hukukunun temel ilkelerinden biridir. Uygulama aşamasında unutulan bu
madde nedeni ile taraf, delilerden habersiz, hakimin tahkikatın bittiğini
bildiren kararını duymakta ve hakimin “kes/yapıştır” yöntemi ile tutanağa
eklediği “eski beyanlarımı tekrar ederim” repliği ile hiçbir hakkını
kullanamadan yargılamanın bittiğini görmektedir.
Bu nedenle, iş çokluğu
gerekçesi ya da bahanesi ile, delillerin ve uygulamada bunlardan en önemlisi
olan bilirkişi raporunun ve bu rapora tarafların verdiği cevapların tebliği
görevinden kaçınmamak gerekmektedir. Delillerin en önemlisi demekteyim. Çünkü
HMK m.266 aykırı olarak, açıkça yasaya aykırı ve suç işler olarak bilirkişi
atanmakta bunlar da yasaya aykırı olarak hukuki konuların çözümünü
gerçekleştirmektedirler. Bu nedenle, bu raporlar ve bunlara verilen cevaplar,
hakimin tahkikatı değerlendirmesi gibi algılanmaktadır.
Hukuki dinlenilme
hakkının çiğnenildiği bu gibi durumlarda, avukat olarak, hiç olmazsa vekil
edenlerin haklarını korumak açısından dilekçelerimizin başına, “AVUKATLIK
KANUNU 56/4 MADDESİ GEREĞİ KARŞI TARAFA TEBLİĞİNİ TALEP EDİYORUM” açıklamasını
eklemeyi, önermekteyim. Elbette bu yasal istemimiz yerine getirilmediğinde de
gereken yasal uygulamaları talep etmek zorunda olduğumuzu, hatırlatmak isterim.
Bir an için bazı
meslektaşlarım, tebliğ edilmeyen dilekçe ve belgelerden ötürü, karşı tarafı
gafil avlamak isteyebilir. Bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü, bugün bana, yarın
sana kuralı burada da uygulanır.
Unutmadan bir ekleme
daha yapmak gereğini hissetmekteyim. Yakın tarihte, Ankara 18.Asliye Ceza Mahkemesi,
vekil edenimin aleyhine karar verdiği için, süre tutum dilekçesi hazırlayarak,
dilekçemi hakime havale ettirdikten sonra, kaleme teslim etmek istedim. Yazı
işleri müdüründen temyiz defterine kayıt numarasını sorduğumda, işinin çok olduğunu
daha sonra kaydedeceği yanıtını aldım. Zorunlu olarak ve modaya uyarak,
havaleli dilekçenin fotoğrafını çektim. Sürem dolmadan da kaydın yapılıp yapılmadığını
kontrol ettim. Kaydın yapıldığını gördüğümde içim rahatladı.
Halbuki “Cumhuriyet
Başsavcıları İle Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri
Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik” in 88.maddesi, açıkça, temyiz
dilekçesinin kaleme tesliminde, alıntı belgesi verilmesini, emretmektedir. Yazı
işleri müdürünün, bu maddeyi bilmemesi olanaksızdır. O halde, nasıl olsa,
dilekçenin kaybında kendisi sorumlu olmayacağından, işlem yapmayı keyfi olarak
başka bir tarihe ertelemesinde bir sakınca görmemektedir. Her halde, dilekçenin
kaybı ve avukatın bundan sorumlu tutulması ya da bir vatandaşın gereksiz
mahkumiyeti, ceza alması gereken kişinin beraat etmesi, yazı işleri müdürü
açısından, önemli görülmemektedir. Bunlar önemli değil ise de yönetmeliğin
uygulanmamasının, en azından disiplin cezasına konu olacağı, önemlidir.
Hakların yarıştığı
böylesi durumlarda, vekil eden ve bizim hakkımızın öncelik taşıdığını, bunu
düşünmeyenlere hatırlatmak gerektiğine inanmaktayım.
Benim inancıma göre,
kuvvetler ayrımının en önemli unsuru, yargı bağımsızlığıdır. Ancak Türkiye’de
yargı bağımsızlığını hakim ve savcıların gerçekleştireceğine inancım her gün
zayıflamakta olduğu için, bunun ancak avukatlar tarafından
gerçekleştirileceğine inanmaktayım. Bu nedenle, adil yargılamayı uygulanır hale
getirmek zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Aşağıda özet halinde bilginize sunduğumuz Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararı incelendiğinde, yargılamanın bir tartışma sanatı olduğu,
tartışmanın yargılamanın her aşamasında gerçekleşmesi gerektiğinin belirtildiğini,
aksi davranışın adil yargılanma hakkını, diğer bir deyimle, hukuki dinlenilme
hakkını zedelediğini görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, yukarıda yer alan
ifadelerimiz, kişisel kanılarımızı değil, yargı kararlarını dile getirmektedir.
Aşağıda özet halinde bilginize sunduğumuz Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu kararı incelendiğinde, yargılamanın bir tartışma sanatı olduğu,
tartışmanın yargılamanın her aşamasında gerçekleşmesi gerektiğinin belirtildiğini,
aksi davranışın adil yargılanma hakkını, diğer bir deyimle, hukuki dinlenilme
hakkını zedelediğini görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, yukarıda yer alan
ifadelerimiz, kişisel kanılarımızı değil, yargı kararlarını dile getirmektedir.
YARGITAY Hukuk Genel Kurulu - 2011/11-554 E. 2011/684 K.
"Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile
ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların
yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası
yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle
tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf
teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde
duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna,
yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın
hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat
Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf
olabilecektir.
Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın
açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır. "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder