Av. Ender DEDEAĞAÇ
( Bu çalışma, yazlı usule
tabi ve taraflarca kanıt yükü taşıyan davalar içindir.)
Bilindiği
gibi, HMK 119. ve 129. maddeleri emri gereği, taraflar, dilekçelerinde dava
konusuna ilişkin maddi vakıaları bir bir saymakla yükümlüdür. Bu yükümlülükle
yetinmeyen kanun koyucu, tarafların belirttikleri maddi vakıaları hangi
kanıtlarla kanıtlayacaklarını dilekçelerinde belirtmek ve ellerinde bulunan
kanıtları dilekçelerine eklemek zorunda olduklarını da hüküm altına almıştır.
Kanımızca, yasa koyucu, bu konuya vermiş olduğu önemden ötürü, HMK 194.
maddesinde, somutlaştırma kuralı adı altında, tekrar hükme bağlamıştır. HMK 194.
maddesinde yer alan somutlaştırma kuralı doğrultusunda taraflar, dilekçelerinde
bildirdiği her bir maddi vakıayı kanıtlayacağı delilini açıkça belirtmek
zorundadır.
Taraflar dilekçe
aşamasında kendilerine düşen bu yükümlülüğü yerine getirdikten sonra, hakimin ön
inceleme duruşmasında;
-
Taraflar
arasındaki davanın hangi maddi hukuk kuralı ile çözümlenmesi gerektiğini,
-
Bu
maddi hukuk kuralının unsurlarını,
-
Söz
konusu unsurların kanıtlanmasının davanın hangi tarafına yarar sağlayacağını,
-
Bu
unsurların kanıtlanabilmesi için tarafların sundukları delillerin hangilerinin
dosyada toplanması gerektiğini,
-
Sunulan
delillerin yetersiz kalması halinde, hakimin davayı aydınlatma görevi
doğrultusunda delil istemesi gerekip gerekmediğini,
-
Henüz
dosyaya kazandırılmamış olan delillerin hangilerinin taraflarca dosyaya sunulması
gerektiğini, hangilerinin mahkemece ilgili yerlerden getirilmesine karar
verilmesi gerektiğini,
gerekçeli olarak karara
bağlaması gerekmektedir. Bunların gerekçelendirilerek taraflarla
paylaşılmasında, hakim, ihsas-ı rey kuralının arkasına sığınarak bu görevi
yerine getirmekten kaçınamaz. Çünkü, bu görev ona kanun tarafından verilmiş bir
görevdir. Üstelik hukuki dinlenilme hakkı ve adil yargılanma hakkının da bir parçasıdır(1)
Tarafın sunmuş olduğu
delilin dosyaya kazandırılması için, ispat ve delil yükünün dağıtılmasının,
hakimin görevi olduğu ve bu görev yerine getirilmeksizin tahkikata başlamanın
mümkün olmadığı unutulmamalıdır ( Yrg 9 HD 09.06.1967 5448-5342, Yrg 15 HD
16.12.1977 2104-2280 B. H. Acar.sayfa 45 , YHGK 10.03.2010 gün 2010/4-125 E
2010/144 K Kazancı Bilgi bankası)
Hakimin HMK 187 maddesi
doğrultusunda, delil ve ispat yükünü belirlerken, uyuşmazlığa etkili olacak
çekişmeli vakıaları aydınlatmaya yarayacak vakıaları tespit etmiş olması ve
delil toplamaya ilişkin kararını bu saptamaya göre yapması gerekmektedir. Dosyaya
sunulan delillerin, bunu sağlayamayacağı kanısına ulaşır ise, HMK 31 maddenin
kendisine vermiş olduğu görev nedeni ile, “taraflara maddi veya hukuki açıdan
soru sorarak, açıklatma yaptırarak” davayı aydınlatmaya çalışır. Bu yol ile de
başarılı olamaz ise, aynı madde hükmü gereğince taraflardan,”uyuşmazlığın
çözümüne etkili olabilecek” hususların kapsamında kalan ancak taraf
dilekçelerinde yeterince aydınlığa kavuşmamış, belirsiz yada çelişkili kalmış
hususlar için delil göstermesini isteyebilir. Hakimin bu aşamada gösterilmesini
istediği deliller, sadece taraf dilekçelerinde yer alan maddi vakıalar ile
ilgili olmak zorundadır. Çünkü, HMK 141 doğrultusunda iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve
genişletilmesi yasağı başlamıştır. Üstelik böylesi bir davranış HMK 25
maddesine aykırılık oluşturacaktır.
Ön inceleme duruşmasına
yön veren bu ilkelerin yanı sıra, hakimin tarafların dosyaya sunmak istedikleri
delillerin hangilerinin kabule şayan delil olduğuna gerekçeli bir şekilde karar
vermesi ve bu karardan sonra delil toplanmasına olanak tanıması gerekmektedir.
Bu hususu bir örnekle
açıklamak gerekirse, hakim, harici satış senedine dayalı olarak bir taşınmazın
adına kaydını isteyen tarafın dosyaya sunmuş olduğu harici satış senedinin,
kabule şayan bir delil olmadığını beyan etmelidir. Ancak, eğer davacı, bu
talebini ifade ederken, maddi vakıa olarak, taşınmazın kendisine teslim edildiğini,
kendisinin kullanmaya başladığını ve de davalıya hiçbir borcu kalmadığını da
maddi vakıa olarak belirtmiş ise, bu kez hakim, geçersiz olan harici satış
senedini geçerli hale getirecek olan YİBBGK kararını göz önüne alarak harici
satış senedinin yanı sıra bu delillerinde dosyaya sunulmuş olması halinde
bunların toplanmasına, eğer sunulmamış ise, taşınmazın teslimi, davacı
tarafından kullanıldığı ve davalıya gereken ödemenin yapıldığını gösteren
delillerin dosyaya kazandırılması gerektiğini aydınlatma görevi doğrultusunda iddia
ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağına aykırı olmayacak
şekilde karara bağlamalıdır. (2)
Hakim, kabule şayan delil
değerlendirmesini yaparken HMK 189 maddesi gereği sunulan delilin yasanın
emrettiği sürede ve usule uygun şekilde sunulup sunulmadığını, bu delilin
hukuka aykırı şekilde elde edilip edilmediğini ve kanun tarafından ispat için
emredilen delil niteliğinde olup olmadığını da değerlendirerek bunu da
kararında belirtmek zorundadır.
Ancak, hakim tarafın
bildirdiği maddi vakıanın/olgunun uyuşmazlığa uygulanacak maddi hukuk kuralı
açısından gerekliliğine karar vermiş olmasına rağmen, sunulan delillerin yeterli
olmadığını görür ve HMK 31. maddesine dayanarak, davayı aydınlatma görevi
kapsamında kalarak tarafa delil sunması için süre verirse, ön inceleme
duruşmasına son verilerek tahkikat aşamasına geçilecek midir? Yoksa, ön
inceleme duruşması için yeni bir gün mü verilecektir?
Kişisel kanıma göre, sunulan
delillerin yeterli olup olmadığına yeniden delil sunulmasının gerekip
gerekmediğine hakim karar verdiği için, eğer yeniden delil sunulması istenmiş
ise, sunulan bu delillerinde toplanması gereken delillerden olup olmadığına
yani, HMK 187 maddesi kapsamında kalacak şekilde, çekişmeli vakıaların
kanıtlanmasına yararı olup olmayacağına karar vermekte hakime düşen bir
görevdir. Bu nedenle, ön inceleme duruşması için, HMK 140/4 maddesine
dayanılarak zorunluluk nedeni ile bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir
duruşma günü verilerek, hakimin yeni sunulacak delilleri de değerlendirmesine
olanak verilmelidir. (3)
Bu davranış yargılamayı
uzatan bir davranış gibi görünüyorsa da aslında yargılamayı kısaltan bir
davranıştır. Böylece, gereksiz delil toplama olmayacağı için, tahkikat aşaması
kısalmış olacak ve aynı zamanda tahkikatın sonunda HMK 184/ ve 197 maddeleri
kapsamında gerçekleştirilmesi gereken delillerin değerlendirilmesi aşaması,
daha olumlu olacaktır.
Hakim, ön inceleme
aşamasında dosyaya kazandırılması gereken delilleri belirlerken, HMUK 218
maddesinde hükme bağlanan, kabule şayan delil, kabule şayan olmayan delil
ayrımını yapmalı, kabule şayan olmayan delilleri belirledikten sonra, kabule şayan delil olmadığı kararı ile
birlikte inceleme dışı bırakıldığını sadece, mahkemenin kararına karşı esas
davanın muhakemesi aşamasında yapılacak itirazda ve Yargıtay incelemesinde
değerlendirilmesine olanak vermek için dosya içinde muhafaza edildiğini kararda
göstermelidir. Çünkü, HMUK 218 maddesi, hakimin kabule şayan olan ve olmayan
delil konusundaki kararına karşı, “esas davanın muhakemesinde itiraz hakkı
vardır”. Elbette bu itiraz hakkının olumsuz sonuçlanması halinde, temyiz
aşamasında da bu itirazlara yer verilecektir.
Hakim söz konusu
kuralları ön inceleme öncesi çalışmasında, ön inceleme duruşmasında dikkate
aldığı gibi, tahkikat aşamasında ki delil değerlendirmesi sırasında da
uygulamak zorundadır.
Bu çalışmada açıkça
değinmek istediğim konu, yokluk yada kesin hükümsüzlüğe konu bir delilin
varlığı halinde hakimin tutumunun ne olacağıdır. Bu nedenle öncelikle kesin
hükümsüzlük ve yokluk hakkındaki bilgilerimizi gözden geçirmekte yarar
bulunmaktadır.
Bilindiği gibi kesin
hükümsüzlük ve irade bozukluğuna ilişkin kurallar TBK da yer alan maddi hukuk
kurallarıdır. TBK nın sözleşme özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesinin
istisnalarını oluşturur. Eski BK’nın 19. maddesinin 1. fıkra hükmü TBK ‘nın 26.
maddesinde, Eski BK’nın 19. maddesinin 2. fıkrası ile 20. madde hükümleri
birleştirilmiş hali ise TBK’nın 27.
maddesini oluşturmaktadır. (Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu Borçlar Hukuku 15.
bası sf. 85)
Bu anlatımdan da
anlaşılacağı gibi kesin hükümsüzlük eski BK butlana ilişkin hükümlerinin
karşılığı olarak irade bozuklukları ise eski BK nın iptal edilebilir işlemler
ya da nisbi butlan olarak adlandırdığımız hukuksal olayları değerlendirmek
açısından kullanılmıştır.
Söz konusu maddi hukuk
kurallarının usul hukukunu neden ilgilendirdiği sorusuna cevap aradığımızda bu
maddi hukuk kurallarının sözleşme hürriyeti ve sözleşme hürriyetinin
sınırlarıyla ilgili olduğunu öncelikle belirtmek zorunluluğumuz vardır.
Bilindiği gibi usul hukukunda taraflara düşen en büyük görev, dava konusu maddi
vakıaları/olguları, dürüstlük kuralına uygun bir şekilde dile getirmek ve HMK 194 doğrultusunda somutlaştırma
yükümlülüğü ile birlikte gereken kanıtları sunmaktır. Usul hukukunda maddi
vakıa olarak ifade ettiğimiz kavram içinde sadece tarafların yada üçüncü
kişilerin gerçekleştirdiği eylemler/filer yer almaz. Bu kavramın içinde
sözleşmelerde yer alır. İşte bu nedenle, TBK da düzenlenen sözleşme serbestisi
ve onun sınırlarını oluşturan kesin hükümsüzlük kuralı, usul hukukunu da
ilgilendirir.
Sözleşme özgürlüğünü
sınırlayan iki yasa maddesini belirttik. Bunlardan TBK md 27 da yer alan
sınırlamanın kesin hükümsüzlük olarak anıldığını da beyan ettik. O halde kesin
hükümsüzlük hallerini bir parça daha yakından değerlendirmekte yarar vardır.
TBK md. 27
incelendiğinde;
-
kanunun
emredici hükümlerine aykırı
-
ahlaka
aykırı
-
kamu
düzenine aykırı
-
kişilik
haklarına aykırı
-
konusu
imkansız
olan
sözleşmeler yasa gereği kesin hükümsüzlük yaptırımına yol açan geçersizlik
halleridir. (Ahmet M. Kılıçoğlu sf.86)
Kesin hükümsüzlük
hallerinde, yasa koyucunun bir sözleşmede bulunmasını zorunlu gördüğü,
sözleşmenin geçerliliğini önemli ölçüde etkileyen unsurlar söz konusudur. Bunun
sonucu olarak bu unsurların eksikliği her zaman ve her ilgili kişi tarafından
ileri sürülebilir. Bu unsurlar, sözleşmenin geçerliliği açısından oldukça
önemli olduğundan, bunları taraflar ya da ilgililer ileri sürmeseler bile
yargıç önüne gelen olayda bu unsurun varlığını resen araştırır, bulunmadığını
tespit ederse sözleşmenin kesin hükümsüzlük nedeniyle geçersizliğine karar
verir. (Ahmet M. Kılıçoğlu sf.85)
HMK md.27/2 kesin
hükümsüzlükte özel bir hali düzenlemektedir. Eski uygulamalarımızda kısmı
butlan dediğimiz hukuki kurumu düzenleyen HMK 27/2 maddesine göre ‘sözleşmenin
içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması diğerlerinin geçerliliğini
etkilemez. Ancak bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça
anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.’ daha önce de söylediğimiz gibi bu hüküm, kısmi
butlanı hüküm altına alan bir hükümdür.
Öncelikle butlanın HMK’ya
etkisini değerlendirmekte yarar vardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi taraflar
maddi vakıa kapsamı içinde sözleşmeleri de taraf dilekçelerinde sunmakla
yükümlüdür. Bu yükümlülük HMK 119 ve 129 un emredici hükmünden gelmektedir. HMK
md. 194 e baktığımızda, bu maddenin HMK
119 ve 129 maddelerinde yer alan
hükümleri, bir anlamda tekrar eden, tamamlayan bir madde olduğunu görürüz. Tüm
bu maddeler bize maddi vakıaların/olguların kanıtlarıyla birlikte sunulması
zorunluluğunu göstermektedir.
Bilindiği gibi hakim ön
inceleme öncesinde ya da ön incelemede yargılamayı hangi hukuki kuruma bağlı
olarak çözeceğini belirlemek ve bunu taraflarla paylaşmak durumundadır. Hakim,
ispat ve delil yükünü belirlemek için yapacağı çalışmada, işin doğası gereği,
uyuşmazlığa uygulaması gereken maddi hukuk kuralını da belirlemek zorundadır.
Aksi takdirde, HMK 187/1 maddesinde yer alan “uyuşmazlığın çözümünde etkili
olabilecek çekişmeli vakıaları” saptaması mümkün olamayacağı gibi, bu
vakıaların hangi delillerle kanıtlanması gerektiğini de saptayamayacaktır.
Üstelik, bu yöndeki çalışma HMK 27/2.a da yer alan tarafın “Yargılama ile ilgili
olarak bilgi sahibi olmasını” da sağlayan bir çalışma olacaktır. Yasa koyucu,
HMK 33 maddesi ile hakime Türk hukukunu resen uygulama görevi vermiş olmasının
yanı sıra, HMK 119 ve HMK 129 maddelerinde taraf dilekçelerinde “hukuki
nedeninde” gösterilmesini hükme bağlamış olmasının nedeni kanımca, adil
yargılanmanın temel unsurlarından olan hukuki dinlenilme hakkını
gerçekleştirmek ve supriz karar yasağına uygun davranılmasını sağlamaktır. Kanımca,
hakimin yargılamanın herhangi bir aşamasında hukuki değerlendirmesinde bir
değişiklik yapmak istemesi yada hakim değişikliği nedeni ile böylesi bir
değişiklik yapılması gerektiğinde, yapılan bu değişikliğinde taraf ile
paylaşılması ve tarafın adil yargılanma hakkının korunması gerekmektedir.
Belirlenen maddi hukuk
kuralına göre, tarafların bildirdiği delillerin hangilerinin dosyaya
kazandırılacağı hangilerinin tarafın beyanı doğrultusunda resmi kurum, kurum ve
3. kişilerden isteneceği HMK md. 137/1 doğrultusunda hakim tarafından
gerçekleştirilmelidir. Hakim yasanın kendisine vermiş olduğu bu görevi yaparken
sadece toplanmasına karar verdiği delillerle davanın çözümünde uygulayacağı
maddi hukuk kuralı arasındaki bağı göz önüne almamaktadır. Çünkü, bir delilin
dava dosyasında delil olarak değerlendirilebilmesi için, bu delilin HMK md.
189/ 1 doğrultusunda, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak dosyaya
kazandırılması gerekmektedir. Yine aynı madde doğrultusunda eğer bir maddi
vakıanın ispatı kanunun belirlediği delillerle ispat edilecekse örneğin
taşınmaz mülkiyetinin tapuyla ispatında olduğu gibi, bu maddi vakıanın başka
bir delille ispatına olanak yoktur.
Yine söz konusu maddeye
göre dosyaya sunulan delillerin hukuka uygun olarak elde edilmiş olması
gerekir. İşte tüm bu koşulları içeren ve dosyada toplanan delillerin HMK md.
189/ 4 ve 198/1 doğrultusunda ‘caiz olup olmadığına’ karar vermek mahkemenin görevindedir. Caiz
olup olmadığı kavramı HMUK md. 218 deki kabule şayan olan ve olmayan delil
olarak açıklanan husustur.
Delilin kabul edilip
edilmeyeceğinin kararı her ne kadar mahkemeye ait ise de hakim bu
değerlendirmeyi yapmadan önce tek hakimli mahkemelerde HMK md. 184/1 hükmü
doğrultusunda, toplu mahkemelerde ise HMK md. 185/3 hükmü doğrultusunda
‘tahkikatın tümü hakkında açıklama yapmaları için ‘ taraflara söz verir. HMK
md. 197/1 i dikkate aldığımızda dosyaya sunulan tüm delillerin duruşmada
incelenmesi emredilmiştir. İşte taraflara verilecek olan söz hakkının, hakimin
delilleri taraflarla birlikte incelediği ve kabule şayan olan ve olmayan
delillerin ayrımı yapıldıktan sonra taraflarca kullanılması gerektiği
inancındayız.
Kabule şayan delillerin
değerlendirilmesi aşamasında, butlana tabi yani kesin hükümsüzlükle karşı
karşıya olan deliller, tarafın istemi olsa da olmasa da, hakim tarafından resen
kabule şayan olmayan delil olarak belirlenmelidir.
Yargılama bir kör dövüşü
olmadığına göre hakimin kabule şayan delilleri tarafla paylaşması tarafların
tahkikat hakkında sağlıklı bir beyanda bulunmasına yol açacaktır. Hakimin bu
davranışı ihsası rey olarak yorumlanamaz. Çünkü hem kanuni bir görevi yerine
getirmektedir hem de davanın sonucu hakkında herhangi bir şey
söylememektedir.
Mutlak butlan/kesin
hükümsüzlük kuralının usul hukukuna yansıması bu aşamada kendini
göstermektedir. Eğer yasanın belirttiği gibi bir sözleşme yani maddi vakıa/olgu
kesin hükümsüzlükle karşı karşıyaysa tarafın talebi olmaksızın ve de her hangi
bir yargılamaya gerek olmaksızın hakim tarafından resen kabule şayan olmayan
delil olarak belirtilmesi gerekir. Gökhan Antalya Yargıtay Dergisinin 1975 ocak
sayısında yer alan “Geçerlik Şekline Aykırılığın Yaptırımı ve Sınırları” adlı
makalede “Yargıtay ve İsviçre Federal Mahkemesi’nin kabul gören butlan görüşüne
göre, hakim emredici nitelikteki şekil şartını resen dikkate alır. Taraflar anlaşarak
şekil şartını bertaraf edemezler. Şekil noksanlığı tarafların onayı ile giderilemez. Şekil noksanlığını üçüncü kişilerde ileri
sürebilir. Şekle aykırılık halinde, karşı tarafın iyi niyeti dikkate
alınmayacağı gibi, akdi ifadan kaçınma ahlaka aykırılık teşkil etmez”
açıklamasında bulunmakta ve açıklamasını dipnot 9,10 ve 11 de yer alan ilmi
içtihatların yanı sıra Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarına
dayandırmaktadır.
Gökhan Antalya bu
açıklamasının devamında, makalesinin
dipnot 12 de yer alan Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararlarına dayanarak “Akit
tarafları, şekle aykırı akit dolayısıyla, yerine getirilmiş olan edimleri
sebepsiz zenginleşme veya mülkiyet davasıyla geri isteyebilirler” açıklamasını
da yapmaktadır.
Gene aynı şekilde, bir olgu
yokluk ile karşı karşıya ise yani kurucu unsurlarından biri yoksa, hakim bunu
da resen dikkate alarak, kabule şayan olmayan delil olarak ayırmak zorundadır.
Yokluk da sonradan taraf iradesi ile giderilemez geçerlik kazanamaz. Eğer böyle
bir sonuç isteniyor ise, taraflar akdi yeniden yapmak zorundadırlar.
Eğer, yokluk ve kesin
hükümsüzlük ile delil olma özelliğini taşımayan bir delile dayanarak karar
verilmiş ise, Yargıtay incelemesinde,
tarafların talebi olmasa bile, Yargıtay tarafından bozma nedeni olarak kabul
edilmelidir.
Bu konu TBK 27 maddesinde
hüküm altına alınmış ve aykırılığın kesin hükümsüzlük doğuracağı
belirtilmiştir. Ancak, TBK 27/2 maddesi, hükümsüzlüğün sözleşmenin bir kısmı
için var olması halinde sözleşmenin kalan kısmı uygulanabilir ise kalan
kısmının hüküm ifade edeceğini de belirtmektedir.
Eğer kesin hükümsüzlük
hali karşı dava olarak belirtilmiş olmasına rağmen asıl davaya bakan mahkemenin
yetki ve görev alanına girmiyorsa ya da HMK 132 maddesindeki koşulları
taşımıyorsa, karşı davaya ilişkin olan genel kurallara göre karar verilerek bekletici
meselenin çözümü sağlanmalıdır.
Yokluk ve kesin
hükümsüzlük dışında kalan, ancak taraf iradesi ile geçersiz kılınacak olan TBK
28 maddesinde yer alan aşırı yararlanma, TBK 30 vd maddelerinde yer alan
yanılma halleri ve TBK 37 maddesinde yer alan korkutma hallerinden birinin
varlığı söz konusu ise hakim bu durumu resen değerlendiremeyecektir.
Eğer bir davada, aşırı
yararlanma, yanılma veya korkutma yönünde bir beyan söz konusu ise, hakim, HMK
165 madde hükmü doğrultusunda bunu bekletici mesele olarak kabul etmelidir. Söz
konusu bekletici mesele karşı dava olarak ileri sürülmüş ise, hakim bunu asıl
davadan önce çözmek zorundadır. Eğer karşı dava olarak ileri sürülmemiş sadece
olgu olarak dile getirilmiş ise hakim bu kez. HMK 165/2 maddesinde yer alan
hüküm gereği, tarafa ilgili mahkemeye yada ilgili idari makama başvurması için
süre vermelidir. Bu süre içinde gereken başvuru yapılmış ise sonucu beklenilmeli
eğer yapılmamış ise bu olgu dikkate almaksızın dava çözüme kavuşturulmalıdır.
Bu yazıyı oluştururken,
iki davamı örnek olarak aldım. Bunlardan bir tanesi Yargıtay incelemesinde
olduğu için sadece olaya değinmekle yetineceğim, diğeri ise Yargıtay incelemesi
görmeden kesinleştiği için onu sizlerle paylaşacağım. Bu paylaşımımdaki amaç,
eğer hatalı davranan ben isem toplumdan özür dilemek, eğer hatalı davranan
mahkeme hakimi ise bundan sonra yanlış yapmasını önlemek içindir.
Kararlar açık yargılama
sonucunda Türk Milleti adına verildiğine göre, bunun saklı ve gizli tarafı
olduğunu düşünmüyorum. Üstelik yayınlanan bir kısım kararlarda bizlerin adları
yer aldığına göre, kararlardaki mahkeme adlarının saklanmasına bir anlam
veremiyorum. Açık şekilde yayınlanan
kararlar yolu ile vermiş olduğu vergilerle yargı sistemini yaşatan topluma
karşı görevimizi yapıp yapmadığımızı da göstermiş olacağımızı düşünmekteyim.
Her iki davada Ankara’da
görüldü. Kat mülkiyetine konu bu
davaların temyiz aşamasında olanında, kat malikleri kuruluna çağrı yapılmadığı
savunmasının yanı sıra, kat malikleri kurulu kararının ve işletme projesinin
tebliğ edilmediği hususu da savunmada yer almasına rağmen, mahkeme yargıcı,
kendi kendine “taraflara soruldu eski beyanlarımızı tekrar ederiz” cümlesini
tutanağa ekleyerek yargılamaya son vermiştir.
Yargıç, HMK 184/1, 186/2
ve 321/1 maddesinde yer alan tarafların dosya hakkındaki değerlendirmelerini
yapmalarına ve son sözlerini söylemelerine olanak vermemiştir. Üstelik ne
yargılamada ne de günlük yaşamda kabulü mümkün olmayan bir şekilde, taraflara
ait olan beyanı kendi kendine gerçekleştirerek bir hak ihlaline neden olmuştur.
Mahkeme yargıcı, usule
aykırı bu davranışının yanı sıra, hukuka uygun ve adil karar verme ilkesini de
yerine getirmemiştir. Çünkü, davacı tarafından, TMK 6 ve HMK 194/1 ve 2
maddeleri gereğince, kat malikleri kuruluna kanuna uygun bir davetin varlığı
kanıtlanmadıkça ve de kat malikleri kurul kararı ya da işletme projesi tebliğ
edildiği kanıtlanmadıkça, aidat borcunun talep edilebilirliğinden söz etmek
mümkün değildir. Üstelik özellikle toplantıya davetin yapıldığının davacı
tarafından kanıtlanmaması halinde, davacının sunduğu karar, yok hükmünde bir
karardır. İlmi ve kazai içtihatlar bu konuda aynı görüşü paylaşmaktadırlar.
Üstelik yokluk yargıç tarafından resen saptanması gereken bir karardır. (
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.11.2002 günlü 2002/11-825 E. 2002/998 K. sayılı kararı, Yargıtay 11.Hukuk
Dairesi’nin 02.12.1999 günlü 1999/5453 E. 1999/9909 K. ve aynı daire 12.04.1999
gün 1999/575 E. 1999/2744 K. sayılı kararları, Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin
24.02.2014 günlü 2014/737 E. 2014/1273 K. sayılı kararı, Yargıtay 18.Hukuk
Dairesi’nin 13.01.2014 günlü 2013/1250 E. 2014/136 K. kararı)
Yargıç ön inceleme
tutanağını düzenlerken, hangi maddi vakıalar için, ispat ve delil yükünün kime
düştüğünü, sunulan delillerin yeterli olup olmadığını da inceleme gereğini
duymamıştır.
Kısaca, usul ve maddi
hukuk açısından kabul edilmez bir karar oluşturmuştur.
Diğer dava, temyiz
sınırının altında kaldığı için temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Bu davada,
ortak giderlere ilişkin kararın altında bulunması gereken maliklerin
imzalarının karar defteri yerine, deftere yapıştırılmış düz beyaz kağıda
atılmış olması ve toplantıya katılanların sayısında oynama olduğu savunma
olarak ileri sürülmüş ve imzaların karar altına atılmamış olması ve de kararda
katılanları gösterir sayının üstünün silinmiş olmasının yokluk olduğu belirtilmiş
olmasına rağmen, yerel mahkeme hakimi, bir önceki davada olduğu gibi, taraflara
ait beyanları kendi gerçekleştirerek yani katibine verdiği talimatla ve kes
yapıştır yöntemi ile “eski beyanlarını tekrar ettiklerini, davanın
kabulünü/davanın reddini talep ettiklerini” tutanağa geçirmiş ve davaya son
vererek kararını oluşturmuştur.
Görüldüğü gibi, burada da
yok hükmündeki bir kat malikleri kurulu kararı ile hakim hüküm kurabilmiştir.
Usul ve maddi hukuk
kurallarına aykırı ikinci karar Ankara 1 Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.12.2014
gün ve 2014/427 E 2014/1721 K sayılı kararıdır.
Baştan da söylediğim
gibi, her iki karar için ben hatalı yorum yapıyorsam, bir gün boyunca, hem de
Perşembe günü olmak üzere, adliye kapısında durarak, tüm avukat ve hakimlerden
özür dilemeye hazırım. Eğer, mahkeme hakimleri kendilerinin hatalı olduğunu
kabul ederse, onlardan sadece, kimsenin duymayacağı bir şekilde, kendi kendine,
“bir daha usul hatası yapmamaya, taraflar yerine onlara sormadan, ben kendi
kendime beyanda bulunmamaya” söz veriyorum, demelerini bekliyorum.
Bu eleştiriyi, bana göre
hatalı davranmış olan hakimler de dahil olmak üzere tüm avukat, hakim ve kalem
personeli arkadaşlarımı çok sevdiğim için yazdım. Toplumda istediğimiz
saygınlığa TEKRAR ulaşabilmek için kol kırılır yen içinde kalır ilkesinden
ayrılarak, hatalarımızı itiraf etme zamanı geldiğine inanıyorum.
Benim hatalarımı mı
soruyorsunuz? Yaptığım hataların sayısını hatırlamıyorum.
DİP NOTLAR
Dipnotlar Sn. Av. Dr.
Bülent Hayri Acar’ın yayınlanmadan önceki eleştirilerini oluşturmaktadır
1 /
< Bu paragrafla ilgili not: Öncelikle,
yargıç, kanunun sistematiğine ve yargılama aşamalarına uygun olarak, davayı
yürütmek, her aşamanın gereklerini tam ve gereği gibi yerine getirmekle
yükümlüdür. Bu demektir ki, yargıçtan bir aşamada, sonraki aşamalara ait
işlemleri yapması beklenemez. Aksi davranış, yargıcın davayı yürütümünde
gereksiz karışıklığa ve tarafların iddia ve savunma haklarının kısıtlanmasına
yol açabilir.
Ortak yargılama hukukunun
bir ilkesi, her tür davanın, (a) ispat, (b) hukuki nitelendirme kısımlarından
oluşmasıdır. Çekişmeli olgulara uygulanacak kuralın hukuki nitelendirilmesi,
(a) aşamasının tamamlanmasına bağlıdır. İspat yükü kendisine düşen tarafın,
çekişmeli olguyu delilleriyle ispatlayamayışında, (b) aşamasına geçilmeyecektir
(HMK 30). Bu nedenle, ön inceleme duruşmasında, hukuki nitelendirme
kapsamındaki, olaya uygulanacak kural ve buna ilişkin iki konunun ele alınması
söz konusu değildir. HMK 140’da buna ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu
gerekçeyle, yukarıda görüşün ilgili kısmına katılamamaktayım.
Yargıcın, ön incelemede
yerine getirmesi gereken ana görevi,
(a) Dava şartları ve ilk
itirazlar için gerekli görürse tarafları dinlemesi,
(b) Tarafların
anlaştıkları veya anlaşamadıkları konuları tespiti, yani teknik deyimiyle
çekişmesiz ve çekişmeli olguların tespiti,
(c) Tarafların sulha
teşviki ve sonucunun tespiti,
(d) Son iki konuyla
ilgili tutanağa tarafların imzalanmalarının alınmasıdır (HMK 140).
Diğer yandan, ön inceleme
duruşmasında, koşullu olarak, yazılı delillerin verilmesi ve toplanmasıyla
ilgili olarak, taraflara yasal kesin süre verilmiştir (HMK 140/5). Buna karşın,
sözlü delillerle ilgili olarak, HUMK dönemindeki yargısal uygulama geçerlidir,
yani yargıç tarafından Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre uygulama
yapılacaktır. Yukarıdaki yargıcın “Henüz dosyaya kazandırılmamış olan
delillerin hangilerinin taraflarca dosyaya sunulması gerektiğini, hangilerinin
mahkemece ilgili yerlerden getirilmesine karar verilmesi gerektiğini” sağlaması
görüşü, yazılı ve sözlü delil ayırımına göre ele alınıp değerlendirilmelidir.
Çünkü, her ikisinin yasal düzenleme ve uygulaması farklıdır. Bu nedenle,
yukarıdaki, öncelemede, - “Bu unsurların kanıtlanabilmesi için tarafların
sundukları delillerin hangilerinin dosyada toplanması gerektiğini” - Sunulan
delillerin yetersiz kalması halinde, hakimin davayı aydınlatma görevi
doğrultusunda delil istemesi gerektiğini” görüşü geçerli değildir. (Her iki
görüş, soruşturma aşamasıyla ilgilidir).
Yargıcın, ispatla ilgili olarak, ön inceleme duruşmasında
veya en geç soruşturmaya geçmeden önce yapması gereken en önemli ödevi,
çekişmeli olgularla ilgili ispat yükünün hangi tarafa veya taraflara düştüğünü
belirlemesi ve taraflara bildirmesidir
Son olarak, tarafların
delilleri dava dosyasında toplanır. Tarafların delil adı altında gösterdikleri
her bulgu, delil niteliğini taşımayabilir. Bulgu başkadır, delil başkadır.
Delil, çekişmeli olguları temsil eden ispat aracıdır. Hukuka aykırı deliller,
ispatta esas alınamaz (HMK 189/2). Yukarıda açıklama, bulgu yönünden eksiktir.
HMK 189 yönünden tamamdır. Buna göre,
bulgular toplanmayacaktır. Bulgular ve HMK 189’a konu ispata esas alınmayacak
olan deliller, Yargıtay’ın denetlemesine esas olmak üzere, dava dosyasında ayrı
bir yerde saklanmalıdır >
2/Anılan içtihadı birleştirme kararı, harici yazılı senedi geçerli hale getirmemektedir. Yargıcın ve/veya Yargıtay’ın, adi yazılı belgeyi resmi senede dönüştürme yetkisi bulunmamaktadır. Kanun, resmi senedin, hangi yetkili tarafından, nasıl ve ne şekilde yapılacağını göstermiştir. Anılan kararla, olayda, davalı satıcının resmi senetle yapılmayan sözleşmenin geçersizliği savunması, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelenmiş ve geçerli kabul edilmemiştir. Bir hakkın kullanılmasının hukuki sonuç doğurup doğurmaması ile adi yazılı belgenin resmi senede dönüştürülmesi, herhalde farklıdır. İlki savunmayla, ikincisi delille ilgilidir.
3/
Bülent H. Acar’a göre, sunulan tüm deliller, Yargıtay incelemesinde dikkate
alınabilmesi için dosyada saklanmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder