Dr. Bülent Hayri Acar
YETKİLİ ORGANIN YETKİSİZ İŞLEMLERİYLE
DENİZ SEKİ’NİN VEYA HERKESİN
TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİNİN AÇIK İHLALİ
ANKARA
- OCAK 2015
Bütün hakları Av. Dr. Bülent Hayri Acar’a
aittir. Yazarın yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının
elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltılması ve
dağıtımı yapılamaz.
Atıf verilmek suretiyle yasal sınırlar içinde
alıntı yapılabilir. Aksine davranışta, fikri mülkiyet ve telif haklarıyla
ilgili ceza hükümlerine ilişkin ve diğer yasal yaptırımlar uygulanacaktır.
Kelebekler
arasındaki gönül vurgunu,
Dürüst ve çalışkan
insan, nikah tanığım, dostum, dayım,
Rahmetli Fahrettin
Özkan’ın değerli anısına
Ülkemde Deniz Seki örneğindeki gibi
haklılıkların haksızlığa vardırılmaması dileğiyle
KAYNAKÇA
ACAR,
Bülent Hayri: Laik - Demokratik Devlet Düzeni Ve Büyük Orta Doğu Projesinin
Hukuki Çıkmazı, US-A Yayıncılık, Ankara 2006.
ACAR,
Bülent Hayri: Türk Hukuk Düzeninin Temel Normunun Korunması Sorunu, US-A
Yayıncılık, Ankara 2010.
ACAR,
Bülent Hayri: Türk Demokratik Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma Yasağına
Aykırılığın Yaptırımı, Ankara Kasım 2012 (Yüce Divan’ın 2011/1 esasında yazımlı kamu davasına verilen Esas
Hakkında Kamusal Savunma) (Yayımlanmamıştır).
ACAR,
Bülent Hayri: Kurucu İktidar Olma Eylemi İle Kurucu İktidar Eylemlerinin Suçun
Konusu Olmaması Ve Hukuki Sonuçları,
(Milli Güvenlik Konseyi Başkan Ve Üyesinin Erksiz / Yetkisiz Yargılanmasına
İlişkin Kamusal Savunma), Ankara 2012,
US-A Yayıncılık.
ACAR, Bülent Hayri: Özel Hukukta İspat Ve Delil
Bağlamında Uygulamalı Hukuk, Ankara Ocak 2014, US-A Yayıncılık.
ACAR, Bülent: Ceyhan Asliye Hukuk Yargılığının 1975/514
E.'da Yazımlı Kesinleşen Ölü Abdullah'ın Nüfus Kütüğü Yazımındaki "1926
Ölüm Yılı" Yazımının Düzeltilmesi
Davasına İlişkin Yargısal Kararların "Yargıcın İstenmezliği (Reddi
Hakim)" Kurumuyla Sınırlı Olarak İncelenmesi Ve Eleştirisi, Yasa HD 8.Cilt, 1985/11.
ACAR,
Bülent Hayri: Türk Hukuk Düzeninin Anayasa, Türk Ceza Kanunu Ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi İle Korunması
(Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 22.05.2014 tarihinde yapılan
‘Türkiye’de Anayasa Düzeninin Korunması Sorunu’ konulu Panel’de yapılan konuşma
metni, yayımlanmamıştır).
AKİPEK, Ömer İlhan: Devletler Hukuku, İkinci Kitap,
Devletler Hukukunun Şahıslarından Devlet, Üçüncü Bası, Ankara.
ARMAN, Ayşe: Deniz Seki’den mektup var, Hürriyet Cumartesi, 20.12.2014.
ARMAN,
Ayşe: 2015’te herkese eşitlik ve adalet… Deniz Seki’ye de!, Hürriyet Cumartesi, 27.12.2014
BAYRAKTAR,
Köksal: Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Sempozyum, Ceza Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, Teori
Ve Uygulanmada Karşılaşılan Sorunlar, İstanbul Haziran 2009.
DEMİRBAŞ,
Timur: Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin Alınması, İzmir 1996.
DOĞRU, Osman:
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlar Rehberi (1960-1994), İstanbul Barosu
Yayınları, İstanbul 1999.
DOĞRU, Osman: İnsan Hakları Kararlar Derlemesi, İstanbul
2000, İstanbul Barosu Yayınları.
EREM,
Faruk: Ceza Usulü Hukuku, Dördüncü Bası, Ankara 1973.
ERYILMAZ,
M. Bedri: Yeni Ceza Muhakemesi Kanununun Savcı Modeli Ve Bu Modelin Diğer
Avrupa Konseyi Üyesi Ülkelerle Karşılaştırılması, 3. Yılında Yeni Ceza Adalet Sistemi, Hukuk
Devletinde Suç Yaratılmasının Ve Suçun Aydınlatılmasının Sınırları Sempozyumu,
Ankara 2009.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Ceza Normu Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku Düzeni, İkinci Baskı,
Ankara 1996, US-A Yayınları.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Laiklik İnanç, Düşünce Ve İfade Hürriyeti, Ankara 1997, US-A Yayıncılık.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki / ÖZEN, Muharrem: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, US-A Yayıncılık, 2.
Baskı, Ankara 2010.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: “Din ve Vicdan Hürriyeti ve Türk Ceza Kanunu Ön Tasarısı”, ABD 1987 Sayı 3.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Bir Kültür Ürünü Olarak Hukuk Düzeni, ABD Yıl 54 S. 1997/3.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Türk Hukuk Düzeninde “Hukukun Üstünlüğü Prensibi” Sorunu, ABD Yıl 60 2002/1.
HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Laiklik Düşüncesi, Tanımı, Kapsamı, Sınırları ve Hukuk Düzenimizde
Laiklik, ABD Yıl 58 Sayı
2003/1.
KUNTER, Nurullah: Muhakeme Hukuku dalı olarak Ceza
Muhakemesi Hukuku, Yedinci Bası, Büyükçekmece/İstanbul 1981.
KURU, Baki: Hukuk
Muhakemeleri Usulü, Dördüncü Baskı, C.II, Ankara 1980.
ŞAHİN,
Cumhur: Ceza Muhakemesi Hukuku -I- Ankara 2007.
ŞEN,
Ersan: Türk Hukukunda Telefon Dinleme Gizli Soruşturmacı X Muhbir, Ankara 2008.
TAŞKIN,
Mustafa, Adli ve İstihbari Amaçlı İletişimin Denetlenmesi, 2. Baskı, Ankara
2008.
TOSUN, Öztekin:
Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Cilt 1, Genel Kısım, Üçüncü Bası, İstanbul
1981.
TOSUN, Öztekin:
Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, C II, Muhakemenin Yürüyüşü, 2. Bası,
İstanbul 1976.
SAVAŞ,
Vural - MOLLAMAHMUTOĞLU, Sadık: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Yorumu, I. Cilt,
Ankara Temmuz 1995.
YARSUVAT,
Duygun: Ceza Muhakemesi Hukukunda Kanuna Aykırı Elde Edilen Delillerin
Geçerliliği, Sempozyum, Ceza
Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, TCHD, İstanbul Haziran.
YAŞAR,
Osman: Ceza Muhakemesi Kanunu, II. Cilt, 5. Baskı, Ankara 2011.
İÇİNDEKİLER
KAYNAKÇA ……….. 4-6
ÖNSÖZ
……….. 12-19
GİRİŞ
……….. 13-21
BİRİNCİ BÖLÜM
YETKİLİ ORGANIN YETKİSİZ İŞLEMİYLE ELDE
EDİLEN DELİLLERLE İLGİLİ ANAYASAL KULLANMA YASAĞI
BİRİNCİ ALT BÖLÜM
TÜRK
DEMOKRATİK CEZA DÜZENİNDE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KISITLANMASINDA MEŞRU OLMAYAN
ARAÇ KULLANMA YASAĞI
1.
TÜRK HUKUK DÜZENİNİN AKLİ / LAİK - DEMOKRATİK DÜZEN OLMASI
A)
İnsanlık tarihinin demokratik düzenin salt akli düzenlerde
var olabileceğini göstermesi ….. 22-24
B)
Akli / laik düzenin demokratik ceza düzenine sahip olması ………..
24
C)
Akli / laik düzende devletin hukuk devleti olması
……….. 25
2.
TÜRK DEMOKRATİK CEZA DÜZENİNDE MEŞRU OLMAYAN ARAÇ KULLANMA
YASAĞI
A)
Hafızoğulları’nın dörtlü önermesi bağlamında meşru olmayan
araç kullanma yasağının tanımlanması ……..
25-26
B)
Meşru olmayan araç kullanma yasağının pozitif düzenlemesi:
Anayasa Madde 38/VI hükmü .. 26
C)
CMK 217/2 madde hükmüyle Anayasa 38/VI madde hükmündeki
kuralın yinelenmesi ..….. 26-27
3.
TÜRK HUKUK DÜZENİNDE TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN
KISITLANMASININ GENEL İLKELERİ
A)
Temel hak ve özgürlüklerin kişiye bağlı olması ……..
28-29
B)
Temel hak ve özgürlüklerin asıl, kısıtlamanın istisna
olması ……..
29-31
C)
CMK 135/6 maddesine göre yapılan adli işlemin, salt
hakkında hakim kararı alınan kişinin iletişim özgürlüğünü kısıtlaması ve hukuki
sonuçları ……..
31-32
4.
DOLAYLI DİNLENEN KİŞİNİN İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KORUNMASININ
ANAYASAL ÖDEV OLMASI
A)
Anayasaya göre hakim kararı alınan kişiyle görüşen diğer
kişinin / dolaylı dinlenenin haberleşme özgürlüğünün korunması ………..
33
B)
CMK 138/2 maddesine göre dolaylı dinlenen kişinin tesadüfen
elde edilen delil niteliğini taşıyan ve taşımayan beyanlarının sonuçları
……….. 34
C)
Dolaylı dinlenenin CMK 135/6 veya CMK 138/2’ye konu
beyanından hemen sonra, dinleme kararı alınması gereği
……….. 35-36
İKİNCİ ALT BÖLÜM
YETKİLİ
ORGANIN SORUŞTURMADA YETKİSİZ İŞLEMLERLE DENİZ SEKİ İLE İLGİLİ HUKUKA AYKIRI
DELİL ELDE ETMESİ
1.
CMK 250. MADDESİNDEKİ SORUŞTURMADA İŞLEMLERİN CUMHURİYET
SAVCISINCA “BİZZAT” YAPILMAMASININ HUKUKİ SONUÇLARI
A)
CMK 251/1 (I) maddesi hükmüne göre, özel yetkili Cumhuriyet
savcısının, soruşturma işlemlerini “bizzat” yapmakla görevli olması ..…..
37-39
B)
Deniz Seki ile ilgili arama ve el koyma işleminin, özel
yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmaması, “yetkisiz” kollukça
yapılması ……..
39-40
C)
HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısının
soruşturmada yer yönünden yetkili olması
……..
41-42
2.
SORUŞTURMADA YER YÖNÜNDEN YETKİSİZ JANDARMANIN YETKİSİZ
İŞLEMLERİNİN TAMAMININ HUKUKEN YOK HÜKMÜNDE OLMASI
A)
Cumhuriyet savcısının emrinde görev yapacak adli kolluğun,
yer yönünden yetkili kolluk olmasına göre belirlenmesi ……..
42-43
B)
Deniz Seki ile ilgili soruşturmada teşkilat kanunlarına
göre, yer yönünden yetkili olan birimin emniyet olması, jandarma olmaması ………..
43-44
C)
Deniz Seki ile ilgili işlemlerde adli kolluk yetkisi
olmayan jandarmanın işlemlerinin yetkisizlikten hukuken yok hükmünde
olması ……..
44-47
ÜÇÜNCÜ ALT BÖLÜM
YETKİSİZ
İŞLEMLERLE, YANİ HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN DELİLLERLE DENİZ SEKİ’NİN
CEZALANDIRILMASI
1.
DENİZ SEKİ HAKKINDA SORUŞTURMADA YETKİSİZLİKTEN HUKUKEN YOK
HÜKMÜNDE İŞLEMLERLE ELDE EDİLEN DELİLLERİN TESPİTİ
A)
Tape kayıtları dışında hukuka aykırı elde edilen
deliller ……….. 48-51
B)
Deniz Seki’nin telefonunun dinlenmesi kararının yetkisiz
jandarma tarafından yetkisiz işlemlerle yerine getirilmesiyle elde edilen ses
kayıtlarındaki beyanların, hukuka aykırı elde edilen deliller olması ……….. 51-54
C)
Yetkisiz işlemlerden ayrı olarak, 13.11.2008 tarihinden önce Deniz Seki’nin ‘dolaylı dinlenen’ olduğu tape
kayıtlarının, hukuka aykırı elde edilmeleri
……….. 54-56
2.
DENİZ SEKİ HAKKINDA HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN DELİLDEN
HAREKETLE ELDE EDİLEN DELİLİN HUKUKA AYKIRI DELİL OLMASI
A)
Hukuka aykırı elde edilen delilden hareketle elde edilen
delilin, hukuka aykırı delil olması (delilin uzak etkisi) ……….. 56-57
B)
Deniz Seki hakkında soruşturmada hukuka aykırı delilden
hareketle elde edilen diğer hukuka aykırı deliller ……….. 57-59
C)
Deniz Seki hakkında hakim önünde hukuka aykırı delilden
hareketle elde edilen diğer hukuka aykırı deliller ……….. 59-61
3.
MAHKEMENİN HUKUKA AYKIRI DELİLLERLE DENİZ SEKİ İLE İLGİLİ
CEZALANDIRMA KARARININ ANAYASAL HAK İHLALİ OLUŞTURMASI
A)
Mahkemenin hukuka aykırı delili kovuşturma dışı bırakması
görevi ile hukuka aykırı elde edilen delillerin reddi ile karara esas
alınamaması ……..
62-63
B)
Deniz Seki hakkında hukuka aykırı delillerin tamamının
cezalandırma kararına esas alınmasının anayasal hak ihlalini oluşturması
…….. 63-66
C)
Hukuka aykırı delillerin takdirindeki usul hatalarıyla
sanık Deniz Seki’nin cezalandırılmasının bozma nedeni oluşturması
…….. 66-69
İKİNCİ BÖLÜM
DENİZ SEKİ’NİN DAVA DIŞI, YANİ
YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRILMASI
BİRİNCİ ALT BÖLÜM
DENİZ SEKİ’NİN
YARGILANDIĞI EYLEMLERİN BELİRLENMESİ
1.
UYUŞMAZLIĞIN BELİRTİLMESİNİN YARGILANAN EYLEMLERİN
BELİRLENMESİ OLMASI
A)
Kamu davasının sebebini iddianameyle şüpheliye atılı
eylemlerin, yani yargılanan eylemlerin oluşturması
……….. 70-73
B)
Yargılanan eylemlerin neler olduğunun bir tespit işi
olması, takdir işi olmaması ……..
73
C)
Eylemsiz suç ve ceza olmaz ilkesi
…….. 73-74
2.
DENİZ SEKİ’YE AÇILAN KAMU DAVASININ SEBEBİNİ OLUŞTURAN,
YANİ YARGILANAN EYLEMLERİN BELİRLENMESİ
A)
İddianameyle Deniz Seki’ye atılı eylemler ve atılı suçlar ………..
74-75
B)
İddianamede Deniz Seki’ye atılı suçların ispatıyla ilgili
gösterilen delillerde yer alan eylemlerin belirlenmesi ………..
75-79
C)
İddianamede Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin yer almaması ……….. 79-83
İKİNCİ ALT BÖLÜM
MAHKEMENİN DENİZ SEKİ’Yİ DAVA DIŞI, YANİ
YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRMASI
1.
DAVA DIŞI DENİZ SEKİ’NİN İKİ UYUŞTURUCU SATICISI ARASINDAKİ
UYUŞTURUCU SATIŞINA ARACILIK ETME EYLEMİNİN YARGITAY TARAFINDAN KOVUŞTURMAYA
GETİRİLMESİ
A)
Dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki
uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin, ilk kez Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin bozma kararında yer alması
……….. 84-86
B)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma kararına
itirazında, dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki
uyuşturucu satışına aracılık etme eylemine yer verilmesi ... 87-90
C)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararına dava dışı iki
uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemini
alması
……….. 90-94
2.
YARGITAY’IN DAVA DIŞI DENİZ SEKİ’NİN İKİ UYUŞTURUCU
SATICISI ARASINDAKİ UYUŞTURUCU SATIŞINA ARACILIK ETME EYLEMİYLE İLGİLİ KARAR
VERME YETKİSİNİN BULUNMAMASI
A)
Hukuk devletinde egemenliğin Anayasadan kaynaklanan Devlet
yetkisi kullanan organlar aracılığıyla kullanılması ……….. 94-97
B)
Dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki
uyuşturucu satışına aracılık etme eylemiyle ilgili Yargıtay kararlarının
hukuken yok hükmünde olması …….. 97-103
C)
Yargıtay’ın dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu
satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemiyle ilgili
kararlarına karşı Deniz Seki’nin kendini suçlandırmama hakkı 103-105
3.
YARGITAY’IN DENİZ SEKİ’Yİ HÜKÜMLÜ
DURUMUNA DÜŞÜRDÜĞÜ YOK HÜKMÜNDEKİ KARARLARINA KONU, DAVA DIŞI İKİ UYUŞTURUCU SATICISI
ARASINDAKİ SATIŞA ARACILIK ETME EYLEMİNİN “SANAL EYLEM” OLMASI
A)
Yargıtay’ın yasa yolu
yargılamasında Deniz Seki’yi dava dışı bir eylemin sanığı ve hükümlüsü durumuna
düşürmekten kaçınma yükümüne aykırı davranması …….. 105
B)
Sanık Deniz Seki’nin dava dışı
iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin,
gerçek ve mevcut eylem değil, “sanal eylem” olması …….. 106
C)
İddianamedeki 10.02.2009 tarihli
tapelerdeki konuşmanın, bozma kararındaki dava dışı ve sanal eylem değil, başka
bir eylem olması ……….. 107-112
ÜÇÜNCÜ ALT BÖLÜM
DENİZ SEKİ’NİN DAVA DIŞI, YANİ
YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRILMASI
1.
YARGITAY’IN DENİZ SEKİ MÜDAFİİ OLARAK YASA YOLUNDAKİ
KAMUSAL SAVUNMALARIMIZI KARARA BAĞLAMAMASI
A)
Deniz Seki müdafii olarak 04.04.2013 tarihli kamusal
savunmamızın temyizde göz önüne alınmaması ve sonuçları ………..
113-116
B)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.04.2013 tarihli
kamusal savunmada belirtilen kanuna muhalefet hallerini göz önüne almaması ………..
116-117
C)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun temyiz aşamasındaki kamusal
savunmalarımızı göz önüne almamasının hukuka aykırılığı ……….. 117-120
2.
SANIK DENİZ SEKİ’YE ATILI EYLEMLERİN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİNDE
AÇIK HATAYA DÜŞÜLMESİ
A)
Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre satın alma ve bulundurma
eylemlerinin hangi suça konu olduğunun tespitinin zorunlu olması ……..
120-122
B)
Mahkemenin Yargıtay’ın yerleşik görüşünü uygulamaması ve
eksik soruşturmayla sanık Deniz Seki’yi cezalandırması ……….. 123
C)
Hukuka aykırı delillerle bile sanık Deniz Seki’nin TCK
188/3’deki suça konu eylemleri işlendiğinin ispatlanmadığının gösterilmesi ……….. 124-132
3.
YARGITAY’IN DENİZ SEKİ’NİN ANAYASAL HAKLARININ AÇIK İHLALLE
CEZAEVİNE KONULMASINA NEDEN OLAN KARARLARININ ELEŞTİRİSİ
A)
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin bozma kararı ile Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının eleştirisi ……….. 132-136
B)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili
kararının eleştirisi ……….. 136-145
C)
Yargıtay’ın kararlarıyla Deniz Seki’nin anayasal haklarının
açık ihlaliyle cezaevine konulması
.…. 145-148
SONUÇ
……….. 149-155
ÖNSÖZ
Türk hukuk düzeni, akli /
laik - demokratik düzen niteliğiyle, çağın hukuk düzenlerindendir. Avrupa
Birliği çerçeve hukuk düzeni ile Türk hukuk düzeninin uyumlaştırılması, hukuk
düzenimizi daha önemli hale getirmektedir. Tüm bunlara karşın, ülkede temel hak
ve özgürlüklerin korunmasında ve yaşama geçirilmesinde, büyük güçlükler
yaşanmaktadır. Sorun, temel hak ve özgürlüklerin, yeterli korunamayışından
değil, açık ve ağır ihlallerinden kaynaklanmaktadır.
Sorunun kaynağının, temel
hak ve özgürlüklerin açık ve ağır ihlalleri olması, Türk hukuk uygulamasının
mercek altına alınmasını gerektirmektedir. Gerçekten, Türk hukuk düzeni ne
denli çağdaş ise, Türk hukuk uygulaması o denli çağdaş uygulamadan uzaktır. Bu
kötü uygulamalara bir örnek, Deniz Seki’nin yetkili organın yetkisiz
işlemleriyle elde edilen delillerle cezalandırılması, hükümlü olması ve
cezaevinde bulunmasıdır. Bu demektir ki, bugün Deniz Seki’nin cezaevinde
bulunmasına neden olan uygulama, herkesin başına gelebilecektir. Herkes,
Yargıtay’ın yetkili organın yetkisiz işlemlerini, yetkili işlem kabulüyle,
kendisini, Deniz Seki ile aynı durumda bulabilecektir. Bu uygulama karşısında,
bu olasılık, açık ve yakın tehlike olarak değil, mevcut bir tehlike olarak
karşımızda durmaktadır.
Hemen belirtelim ki,
demokratik bir hukuk devletinde, her türlü yetkisiz işlem, yetkili işlem olarak
kabul edilemez. Çünkü, yetkisiz işlem, hukuken yok hükmündedir. Hiçbir kişi
veya organ, yetkisiz işlemi, yetkili işleme çevirme yetkisine / hukuki gücüne sahip
değildir. Hukuk devletinde, yetkisiz işlemlerle delil elde etme usulü, hukuka
aykırı delil elde etme usulünün en kötü ve en ağır olanıdır. Anayasanın, 38/VI.
madde hükmünün, düzenlenmesi nedeni budur. “Kanuna aykırı olarak elde edilen
bulgular, delil olarak kabul edilemez” (AY 38/VI).
Deniz Seki örneğinin, bir
hukuk devletinde, turnosol kağıdı işlevi görmesi gerekirken, farklı boyutlarda
farklı görüşlerin açıklandığı görülmektedir. Bir basın üyesinin çığlığı andıran
sözleri, işin hukuki boyutu içinde geçerlidir: “Bu nasıl bir adaletsizliktir!
‘Vicdan’ diye bir şey yok mu? Yazıklar olsun! Hepimizin vicdanı rahatsız…
Soruyorum size, bu kız niye içeride?”. Aslında, bu doğru ve gerekli soruyu,
önce hukukçuların sorması gerekir. Bu soruyu sormam yeterli değildi. Çünkü,
Deniz Seki davasının temyiz ve itiraz aşamalarında, kamusal savunma makamında
müdafii olarak görevliydim. Kamusal savunmalarım yeterli olmadı. Bu e-kitabı
yazmak zorunda kaldım / bırakıldım.
GİRİŞ
Deniz Seki, Türkiye’de
bilinen, tanınan, sevilen bir sanatçıdır. Deniz Seki, yaşamında kırılma yaratan
temel bir yanlış yapmış, uyuşturucu madde kullanmıştır. O, yazılı ve görsel
basında yer alan birçok beyanında, uyuşturucu madde kullanmaktan çok pişman
olduğunu, büyük bir yanlış yaptığını, cezasını çektiğini ve yaşama yeniden
başlamak istediğini açıklamıştır. Tüm bunlar, onun özelidir. Deniz Seki olayı
ile ilgili farklı boyutlarda görüşler açıklanmıştır [1].
İşin diğer boyutları çalışmanın konusu değildir. Çalışmanın konusu, Deniz Seki
davasının hukuki değerlendirmesidir.
Deniz Seki, uyuşturucu
madde kullanma ve uyuşturucu ticareti yapma suçlarından yargılanmış, mahkemece
uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan cezalandırılmış, uyuşturucu madde kullanma suçundan ceza hükmü
kurulmasına yer olmadığına karar verilmiş ve bu hüküm kesinleşmiştir.
Deniz Seki, uyuşturucu
madde ticareti suçundan cezalandırma kararını temyiz etmiştir. Yargıtay 10.
Ceza Dairesi, ikiye karşı üç çoğunluk kararıyla, Deniz Seki hakkındaki
cezalandırma kararının bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, bozma kararına, Deniz Seki’nin aleyhine olarak, CMK 308’deki
itiraz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, itirazı kabul etmiş ve
Deniz Seki’nin itiraz yönünde cezalandırılmasına karar vermiştir. Deniz Seki,
bu yargılama süreci sonunda, hükümlü olmuş ve cezaevine konulmuştur. Deniz
Seki, bugün, hükümlü olarak, cezaevindedir ve Yargıtay’ın kararlarına konu
cezasını çekmektedir.
Yukarıda Deniz Seki’nin
adli yargıdaki durumu özetlenmiştir.
Deniz Seki, bugün, hukuken, herkes gibi özgür bir
şekilde yaşaması gerekirken, cezaevindedir. Özgür yaşamak. Cezaevinde yaşamak. Deniz Seki’nin bugün özgür
olmasıyla, cezaevinde olması, siyah beyaz örneğindeki gibidir, grinin herhangi
bir tonuna yer yoktur. Bu nedenle, Deniz Seki’nin cezalandırılmış olması, açık
biçimde, hukuka uygundur veya hukuka aykırıdır.
Mahkeme, Deniz Seki’yi, tamamına yakını
soruşturmada, yetkili organın yetkisiz işlemleriyle elde edilen delillerle
cezalandırmıştır.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, yetkili organın yetkisiz işlemleriyle delil elde etmeyi, hukuka uygun
delil elde etme usulü olarak kabul etmiştir.
Deniz Seki’nin bugün özgür olması gerekirken,
cezaevinde olmasının nedeni budur.
Bir hukuk devletinde, yetkili organın yetkisiz
işlemleriyle elde edilen delillin, hukuka uygun delil etme usulü olarak kabulü
mümkün değildir. Yetkili organın
yetkisiz işlemleriyle delil elde etme, fiilidir, hukuki değildir. Hukuk
devletinde, hukuki olmayan her eylem, keyfidir. Keyfilik, kişinin istediği
gibi, istediği şekilde, istediği kişiye, istediği konuda işlem yapmasıdır.
Demokratik düzenlerde, yetkisiz işlem, her zaman fiildir ve keyfidir. Bunun
içindir ki, hukuk devletinde, yetkisiz işleme, hukukilik verilmeye
kalkışılması, hukuk devletinin temeline dinamit koymaktır.
Deniz Seki’nin, Yargıtay’ın,
yetkili organın yetkisiz işlemleriyle elde edilen delilleri, hukuka uygun elde
edilen deliller olarak kabulü sonucunda cezaevinde olması gerçeği, Türk toplum
/ hukuk / devlet düzeninin niteliğinden başlamayı zorunlu kılmıştır. Çünkü,
yapılan hukuki yanlış, işe temelinden başlamayı gerektirmektedir. Çünkü,
demokrasi, insan hakkı, hukuk devleti, salt akli - demokratik düzenlere
özgüdür. Demokratik hukuk devletinde kamusal işlem ve faaliyetin, Anayasadan
kaynaklanan bir Devlet yetkisine dayanması zorunludur. Hukuk devletinde
yetkinin öneminin gösterilmesi için, işin temelinin anlatılması
gerekmiştir.
Türk hukuk düzeni, akli /
laik - demokratik düzendir. Türk hukuk
düzeni, akli / laik düzen olduğu içindir ki, demokratik olabilmiştir. Demokrasi, salt akli düzenlerde
(seküler düzen, laik düzen) var
olabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik hukuk devletidir (AY 2).
Demokratik hukuk devletinde, kamusal işlem ve faaliyetin temelini, egemenlik
oluşturur. Anayasa, devletin düzenini kuran temel yasadır. Anayasaya göre,
egemenlik Türk Ulusuna aittir ve Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili
organları eliyle kullanılır (AY 6/I, II). “Hiçbir
kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz”
(AY 6/III-son). Bu demektir ki, Türk hukuk düzeninde, her kamusal işlem ve
faaliyetin yapılabilmesi, o işlem ve faaliyeti yapacak kişi veya organın, o
işlem veya faaliyetle ilgili Anayasadan kaynaklanan bir Devlet yetkisine sahip
olmasına bağlıdır.
Demokratik hukuk
devletinde, Hafızoğulları’nın ‘Dörtlü Önermesi’ne [2]
konu “amaç meşru - araç gayrımeşru” önermesine konu davranışlar, yasağın,
kısıtlamanın, sınırlandırmanın konusudur. Dörtlü Önerme’deki “amaç gayrımeşru -
araç meşru” önermesine konu davranışlarsa, salt demokratik düzenlerde özgürdür,
serbesttir. Buna karşın, demokratik düzenlerde, her türlü kamusal işlem ve
faaliyet, Anayasadan kaynaklanan bir Devlet yetkisine dayanacağından,
“gayrımeşru araç”, yani hukukun koyduğu usullere aykırı usul ve esaslar
kullanılamayacaktır. Bu nedenle, demokratik
düzenlerde, meşru olmayan araç kullanma yasağı söz konusudur. Meşru olmayan
araçların başında, yetkisiz işlemler gelmektedir.
Kamusal işlem ve
faaliyet, Anayasadan kaynaklanan bir Devlet yetkisine dayanacaktır. Buna göre yetki, kişi veya organın hukuki işlem
yapabilme gücüdür. Hukuki işlem yapabilme gücünün, yani yetkinin mevcut
olmayışında, yetkisizlik söz konusudur. Yetkisizlikte, yetki baştan mevcut
bulunmamaktadır. Yetkinin aşılmasında, yani yetkinin kapsam ve sınırları
dışında kalan alanda ise yetki yoktur, yani yetkisizlik vardır. Yetki aşılarak
yapılan işlem veya yetkisiz işlemde, yetkinin kullanılması, dolayısıyla, kamu
adına işlem yapılması söz konusu değildir. Bu bağlamda, kişi veya organın,
işlem ve faaliyetlerini yapmaya yetkili olması yeterli değildir. Kişi veya
organın işlem ve faaliyetlerinin, verilen yetkiyle yapılmayışında, yetkili
organın yetkisiz işlemi söz konusudur.
Kişi veya organda kamusal
işlem yapabilme gücü mevcut değilse, hukuken işlemde yoktur. Diğer bir
söylemle, hukuk devletinde, yetki varsa
kamusal işlem vardır, yetki yoksa kamusal işlem yoktur / hukuken yok
hükmündedir. Hukuken yok hükmündeki işlem, baştan itibaren hukuki varlık
kazanmamıştır, hukuk düzeninde yer almamıştır. Bu nedenle, hukuken yok hükmündeki işleme, hiçbir kişi veya organ, sonradan hukuki
varlık kazandıramaz, onu hukukileştirilemez.
Demokratik düzenlerde,
hukuka aykırı usullerle delil elde etme, meşru olmayan araç kullanma yasağına
aykırılık oluşturur. Delil elde etmede hukuka aykırı usul, ‘gayrımeşru
araç’tır. Yetkili organın yetkisiz
işlemleriyle delil elde etme, hukuka aykırı usullerle delil elde etmenin en
kötü ve en ağır olanıdır. Çünkü, bu şekilde elde edilen yetkisiz işlem,
fiilidir ve keyfidir. Deniz Seki hakkındaki soruşturma, CMK 250. maddedeki
muhakeme kapsamındadır. CMK 251/1-I madde hükmüne göre, Deniz Seki ile ilgili soruşturma işlemleri, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulunca görevlendirilen Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılacaktır.
Buradaki yetki, bağlı yetkidir, özel ve kişiye bağlıdır. Kanunen, yetki kime verilmişse, sadece onun tarafından kullanılabilir,
yetki devri veya talimatla işlem yaptırmayla, kolluğa devredilemez.
Özel yetkili Cumhuriyet savcısı, Deniz Seki ile ilgili
soruşturma işlemlerini, bizzat kendisi yapmamış, yetkisiz biçimde, o işlemi
doğrudan yapmaya yetkisi olmayan kolluğa yaptırmıştır. Deniz Seki ile
ilgili arama ve el koyma, ifade alma, aramada
elde edilen bulgularla ilgili ekspertiz
raporunun alınması işlemleri, yetkisiz kolluk tarafından yapılmıştır. Kolluğa
yaptırılan işlemlerin, CMK 251/1-I’e göre, özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından
bizzat yapılması, kanunun emredici hükmü gereğidir. Kolluk, Deniz Seki ile
işlemleri, özel yetkili Cumhuriyet savcısının talimatıyla da yapamaz. Çünkü,
özel yetkili Cumhuriyet savcısının, kolluğa talimatıyla ve doğrudan işlem
yaptırabilme yetkisi bulunmamaktadır. Açıkçası, kolluğun, Deniz Seki ile ilgili
yaptığı soruşturma işlemleri, yetkili organın yetkisiz işlemleridir ve
yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir. Buna göre, Deniz Seki ile ilgili yetkili organın yetkisiz işlemleriyle elde edilen
deliller, gayrımeşru araçla, yani hukuka aykırı usullerle elde edilmiştir.
Özel yetkili Cumhuriyet savcısı, CMK 251/1’e aykırı olarak, Deniz Seki ile
ilgili işlemleri, kolluk olarak yetkisiz jandarmaya yaptırmıştır.
Cumhuriyet savcısı, soruşturma işlemlerini, sadece yürürlükteki normlara göre
adli kolluk niteliğini taşıyabilen kolluğa yaptırabilir. Diğer bir söylemle,
Cumhuriyet savcısı, Deniz Seki ile ilgili soruşturmada, istediği kolluğu,
istediği gibi kullanamaz. Teşkilat yasaları ve ilgili yönetmelik hükümlerine
göre, belediye sınırları içinde emniyet, belediye sınırları dışında jandarma,
adli kolluk görevi yapabilir. Deniz Seki’ye atılı eylemlerin, İstanbul ili ve
özellikle Sarıyer ilçesi belediye sınırları içinde işlendiğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Buna göre, Deniz Seki ile ilgili
soruşturmada yetkili ve görevli adli kolluk, emniyettir. Bu nedenle, Deniz Seki ile ilgili soruşturma
işlemlerinin, emniyet yerine, yetkisiz jandarmaya yetkisiz biçimde
yaptırılması, yetkisizlik içinde yetkisizliktir. Bu bağlamda, Deniz Seki
ile ilgili telefon dinlemeye ilişkin hakim kararının, adli kolluk emniyet
yerine, yetkisiz jandarma ve personeli tarafından yerine getirilmesi de, yetkili
makamın yetkisiz işlemidir. Bunun içindir ki, yetkisiz jandarma ve personeli tarafından yetkisiz işlemlerle elde
edilen tape / ses kayıtları, hukuka aykırı usulle elde edilmiştir.
Anayasaya göre temel hak ve özgürlükler, kişiliğe
bağlıdır, yani kişiseldir (AY
12/I). Deniz Seki’nin iletişim özgürlüğü, Anayasaya göre, ancak, hakim
kararıyla kısıtlanabilir. Bu nedenle, hakim kararıyla kısıtlanmadıkça, Deniz
Seki’nin iletişim özgürlüğü devam etmektedir. Diğer şüphelilerle ilgili hakim
kararıyla dinlenen telefon görüşmelerinin tarafı olarak Deniz Seki, dolaylı
dinlenen kişidir. Hakim kararıyla
iletişim özgürlüğü kısıtlanan ilgili şüpheli olmasına karşın, Deniz Seki’nin
iletişim özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu değildir. Dolaylı dinlenen
olarak Deniz Seki’nin iletişim özgürlüğü tamdır ve devam etmektedir. Buna göre,
Deniz Seki’nin dolaylı dinlenen olarak
elde edilen beyanları, onun yönünden hukuka uygun usulle elde edilmemiştir.
Ayrıca, Türk hukukunda,
hukuka aykırı delilin uzak etkisi, yani hukuka aykırı delilden hareketle elde
edilen delilinde, hukuka aykırı usulle elde edildiği kabul edilmiştir. Kovuşturmada, Deniz Seki ile ilgili bir
kısım delil, hukuka aykırı delilin uzak etkisi kapsamındadır ve hukuka aykırı
usulle elde edilmiştir.
Deniz Seki ile ilgili delillerin tamamına yakını, yetkili
organın yetkisiz işlemleriyle, dolayısıyla, hukuka aykırı usullerle elde edilmiştir. Anayasanın
38/VI madde hükmü gereğince, hukuka
aykırı elde edilen deliller, Deniz Seki’nin aleyhine kullanılamayacak, yani
karara esas alınamayacaktır. Bu durumda, tek bir sonuç vardır, o da Deniz
Seki’nin atılı TCK 188/3’deki suçtan beraatidir. Buna karşın, mahkeme, yetkili organın yetkisiz işlemleriyle
ve hukuka aykırı usullerle elde edilen delillerin, hukuka uygun usullerle elde
edildiklerini kabul etmiş ve Deniz Seki’yi Murat kod adlı satıcının
arkadaşlarına uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminden dolayı, TCK
188/3’deki suçtan cezalandırmıştır.
Karar, Deniz Seki
tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay
10. Ceza Dairesi, cezalandırma kararına konu arkadaşlarına uyuşturucu satışına
aracılık etme eyleminin ispatlanamadığına karar vermiştir. Buna karşın,
Deniz Seki müdafii olarak temyiz aşamasında 04.04.2013 tarihli kamusal savunma
verilmiş ve yukarıda açıklanan yetkili makamın yetkisiz işlemleri ve hukuka
aykırı işlemler açıklanmış ve bu şekilde gayrımeşru araçlarla elde edilen
delillerin, Deniz Seki’nin aleyhine kullanılamayacağı belirtilmiştir. Ancak,
anılan ceza dairesi, bu kamusal savunmayı görmesi gerekirken görmemiş,
verildiğini kararına geçirmemiş, dolayısıyla, incelememiş ve karara bağlamamıştır.
Anılan ceza dairesi, sonucu itibariyle, yetkisiz işlemleri ve hukuka aykırı
usulleri, hukuka uygun olarak kabul etmiştir. Bu durumun hukuka aykırılığı
açıktır.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, ayrıca, kimsenin aklına gelmeyecek bir iş yapmış, iddianamede yer almayan, yani dava dışı
‘Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık
etme’ eyleminden cezalandırılması gerektiği gerekçesiyle, mahkeme kararını
bozmuştur. Bozma kararına konu bu ikinci eylem, iddianamede yer
almamaktadır. İddianamede yer alan eylemlerden birisi uyuşturucu kullanma,
diğeri Deniz Seki’nin arkadaşlarına uyuşturucu satışına aracılık etmedir. Anılan ceza dairesi, cezalandırma
kararındaki eylemle ilgili olarak temyiz incelemesi yapma ve karar verme
yetkisine sahiptir. Cezalandırma kararı, dava dışı eylemden değil,
iddianameyle atılı eylemden dolayı verilmiştir. Temyiz incelemesi, cezalandırılmasına karar verilen eylemle sınırlıdır.
Bu nedenle, anılan ceza dairesi, dava
dışı eylemi, yetkisiz biçimde temyiz incelemesine almış ve yetkisiz karara
bağlamıştır. Anılan ceza dairesinin, dava dışı eylemle ilgili kararı,
yetkisizlik nedeniyle hukuken yok hükmündedir. Ayrıca, bozma kararına konu dava dışı eylem, sanal eylemdir. Sanal eylem, eylem
değildir. Sanal eylemle cezalandırmak, Deniz Seki’nin eylemsiz suçlu sayılması
ve cezalandırılmasıdır. Deniz Seki, dava dışı eyleme karşı, kendini
suçlandırmama hakkına sahiptir.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının, bozma kararına karşı Deniz Seki’nin aleyhine yaptığı itiraz, Yargıtay Ceza Genel Kurulu
tarafından kabul edilmiştir. Kamusal savunma makamında görevli Deniz Seki
müdafii olarak, itiraz aşamasında biri diğerinin tekrarı ve 04.04.2013 tarihli
kamusal savunmanın esas alındığı, iki kamusal savunma verilmiştir. Temyizde
olduğu gibi itirazda da, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, her iki savunmayı
görmezden geldiği içindir ki, her iki savunmaya kararında yer vermemiş,
incelememiş, karara bağlamamıştır. Yargıtay
Ceza Genel Kurulu da, sonuçta, özel daire gibi, Deniz Seki ile ilgili yetkili
organın yetkisiz işlemlerini yetkili işlem, hukuka aykırı işlemleri hukuka
uygun işlem saymıştır. Buna karşın, Yüksek
Kurulun kararıyla, yetkili organın yetkisiz işlemlerine hukukilik, hukuki
varlık kazandırılamaz. Bu demektir ki, yetkisiz işlem, yetkisiz işlem
olmaya devam etmektedir.
Burada önemli olan ve üzerinde durulması gereken,
Yargıtay’ın resen tespiti gereken bu çok açık olan yetkisiz işlemleri, dolayısıyla,
hukuka aykırı usullerle delil elde edilmesini, kamusal savunmayla da belirtilmesine karşın görmemesidir. Çünkü, Deniz Seki, bu yetkili organın (makamın)
yetkisiz işlemleriyle elde edilen
delillerle, hükümlü durumuna sokulmuş ve cezaevine konulmuştur. Bu yetkisiz
işlemlerle, Deniz Seki’nin hukuki güvenlik, adil yargılanma ve en önemlisi kişi
özgürlüğü ve güvenliği anayasal hakları, ağır ve açık biçimde ihlal
edilmiştir.
Deniz Seki ile ilgili
yukarıda özetlenen adli yargı durumunun, hukuki açılımı özetle yapılmıştır. Bu özet açılım, Deniz Seki’nin başına
gelenlerin, ülkedeki herkesin başına gelebilme olasılığının güçlü olduğunu
göstermektedir. Gerçekten, bugün, Deniz Seki’nin yaşadıkları, bu
uygulamayla, herkesin yaşayabileceği yakın bir tehlikeye işaret etmektedir. Onun içindir ki, Deniz Seki örneği, Deniz
Seki’nin yaşadığı açık ve ağır hukuka aykırılıktan çıkmış, herkesin temel hak
ve özgürlüklerinin yetkisiz işlemlerle ihlal edilmemesi için mücadele etme
gereğini ortaya koymuştur. Basında Deniz Seki’nin cezaevine dönmemesi
gerektiğine ilişkin, gazeteci takipçiliğine yaraşır, ısrarlı güzel yazılar
çıkmıştır. Bu yazılar, doğru ve gereklidir. Ancak, sorunun temelini hukuk
uygulaması oluşturduğundan, mücadele görevi öncelikle hukukçulara düşmektedir.
Çalışmanın temel amacı da budur.
Çalışma, Giriş, iki ana
Bölüm ve Sonuç’tan oluşmaktadır. Giriş’te Deniz Seki’nin hükümlü sayılıp,
cezaevine konulmasına ilişkin hukuki süreç ele alınmış, hakkındaki yetkisiz
işlemler irdelenmiştir. Yetkisiz işlemlerle elde edilen delillerin, hukuka
aykırı elde edilen deliller olduğu açıklanmıştır. Deniz Seki’nin yetkisiz
işlemlerle elde edilen delillerle cezalandırılmasının, onun anayasal haklarının
açık ve ağır ihlaline neden olduğu, bu durumun herkesin başına gelebileceğine
dikkat çekilmiştir.
Birinci Bölüm, “Yetkili
Organın Yetkisiz İşlemiyle Elde Edilen Delillerle İlgili Anayasal Kullanma
Yasağı” başlığını taşımaktadır. Birinci Bölüm, üç alt bölümden oluşmaktadır.
Birinci Alt Bölüm’de “Türk
Demokratik Ceza Düzeninde İletişim Özgürlüğünün Kısıtlanmasında Meşru Olmayan
Araç Kullanma Yasağı” başlığı altında, Türk hukuk düzeninin akli / laik -
demokratik düzen olması nedeniyle, Türk demokratik ceza düzeninde meşru olmayan
araç kullanma yasağının geçerli bulunduğu, hukuka aykırı olmayan usullerle
delil elde edilemeyeceği incelenmiştir. Anayasa 38/VI, CMK 206/2 (a), 217/2
madde hükümleriyle, anılan yasağın pozitif olarak düzenlendiği açıklanmıştır.
Bu alt bölümde, Türk hukuk düzeninde temel hak ve özgürlüklerin, bu bağlamda,
iletişim özgürlüğünün kısıtlanması ve sonuçları ortaya konulmuştur.
İkinci Alt Bölüm’de “Yetkili
Organın Soruşturmada Yetkisiz İşlemlerle Deniz Seki İle İlgili Hukuka Aykırı
Delil Elde Etmesi” konuları inceleme konusu yapılmıştır. Bu alt bölümde ise,
Deniz Seki ile ilgili soruşturma işlemlerinin, özel yetkili Cumhuriyet savcısı
tarafından bizzat yapılması gerekirken, onun tarafından yapılmadığı, yetkisiz
biçimde arama ve el koyma, ifade alma, ekspertiz raporu alma işlemlerinin
yetkisiz kolluğa yaptırıldığı belirtilmiştir. Ayrıca, özel yetkili Cumhuriyet
savcısının, bizzat yapması gereken işlemleri, adli kolluk niteliğini taşıyan
emniyete değil, jandarmaya yaptırmasının, yetkisizlik içinde yetkisizlik
olduğuna ve bu yetkisiz işlemlerin hukuken yok hükmünde bulunduğuna
değinilmiştir. Yetkisiz işlemlerle elde edilen delillerin, hukuka aykırı elde
edilen deliller olarak, Deniz Seki’nin aleyhine kullanılamayacağı, bu bağlamda,
Deniz Seki’nin dolaylı dinlenen olarak elde edilen beyanları ile hakkındaki
dinlemeyle ilgili hakim kararının yetkisiz jandarma ve personeli tarafından
yerine getirilmesiyle elde edilen ses kayıtlarındaki beyanlarının, Anayasanın
38/VI madde hükmünde olduğu saptanmıştır.
Birinci
Bölüm’ün Üçüncü Alt Bölüm’ünde, “Yetkisiz İşlemlerle, Yani Hukuka Aykırı Elde Edilen
Delillerle Deniz Seki’nin Cezalandırılması” ele alınmış, yetkisiz işlemlerle
elde edilen delillerin neler olduğu tespit edilmiştir. Bu alt bölümde,
mahkemenin hukuka aykırı elde edilen delillerle Deniz Seki hakkında
cezalandırma kararı verdiği ve hukuka aykırı delillerle verilen cezalandırma
kararının Yargıtay’ın yerleşik görüş ve uygulamasına aykırı düştüğü konularına
yer verilmiştir.
İkinci Bölüm, “Deniz
Seki’nin Dava Dışı, Yani Yargılanmayan Ve Sanal Bir Eylemden Cezalandırılması”
başlığını taşımaktadır. Bu Bölüm’ün “Deniz Seki’nin Yargılandığı Eylemlerin
Belirlenmesi” başlıklı Birinci Alt Bölüm’ünde, iddianameyle Deniz Seki’ye atılı
eylemlerin, uyuşturucu kullanma ve onun Murat kod satıcının arkadaşlarına
uyuşturucu satışına aracılık etme eylemlerinden ibaret olduğu tespiti
yapılmıştır. Bu kapsamda, iddianamede, ‘Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemine’ yer verilmediği
açıklanmıştır.
İkinci Alt Bölüm’de, “Mahkemenin Deniz
Seki’yi Dava Dışı, Yani Yargılanmayan Ve Sanal Bir Eylemden Cezalandırması”
başlığı altında, dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki
uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin, ilk kez Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin bozma kararında yer almasına yer verilmiştir. Yargıtay’ın bozma
kararındaki dava dışı eylemle ilgili karar verme yetkisinin bulunmadığı
gerekçesiyle açıklanmış ve dava dışı eylemle ilgili kararların yetkisizlikten
dolayı hukuken yok hükmünde olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, dava dışı eylemin
sanal eylem olduğu ve Deniz Seki’nin sanal eylemle cezalandırılmasının mümkün
olamayacağı işlenmiştir.
İkinci Bölüm’ün Üçüncü Alt Bölümü ise,
“Deniz Seki’nin Dava Dışı, Yani Yargılanmayan Ve Sanal Bir Eylemden
Cezalandırılması” başlığını taşımaktadır. Bu alt bölümde, Yargıtay’ın Deniz
Seki müdafii olarak yasa yolunda verdiğimiz kamusal savunmalarımızı, bilinçli
olarak görmezden gelmesi nedeniyle, karara bağlamadığı açıklanmıştır. Yargıtay’ın
yerleşik görüşüne göre satın alma ve bulundurma eylemlerinin, hangi suça konu
olduğunun tespitinin zorunlu olmasına karşın, mahkemenin ve Yargıtay’ın bu nitelemeyi
yapmaması nedeniyle, sanık Deniz Seki’ye atılı eylemlerin hukuki
nitelendirilmesinde açık hataya düşülmüş olduğu dile getirilmiştir. Son olarak,
bu alt bölümde, Yargıtay’ın Deniz Seki’nin anayasal haklarının açık ihlalle
cezaevine konulmasına neden olan kararlarının eleştirisi yapılmıştır.
Sonuç’ta ise, hukuk
devletinde yetkinin önemi ele alınmış, demokratik hukuk devletinde kaynağını
Anayasadan alan Devlet yetkisi varsa kamusal işlemin hukuken var olabilip, yetki
yoksa işlemin hukuken yok hükmünde olacağı, yetkisiz işlemlerle elde edilen
delillerin hukuka aykırı elde edilen delil olduğu vurgulanmıştır. Deniz Seki
ile soruşturma işlemlerinin özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat
yapılması gerekirken, yetkisiz kişilerce yapıldığı, yetkisiz işlemlerle elde
edilen delillerin hukuka aykırı deliller olduğu açıklanmıştır. Mahkemenin ve
Yargıtay’ın belirtilen durumu tespit etmemesi nedeniyle, Deniz Seki’nin önce
hükümlü, sonra cezaevine konularak, anayasal haklarının ihlal edildiği, bu
durumun, ülkedeki herkesin başına gelebileceği ve buna izin verilmemesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
YETKİLİ
ORGANIN YETKİSİZ İŞLEMİYLE ELDE EDİLEN DELİLLERLE İLGİLİ ANAYASAL KULLANMA
YASAĞI
BİRİNCİ ALT BÖLÜM
TÜRK
DEMOKRATİK CEZA DÜZENİNDE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KISITLANMASINDA MEŞRU OLMAYAN
ARAÇ KULLANMA YASAĞI [3]
1.
TÜRK HUKUK DÜZENİNİN AKLİ / LAİK - DEMOKRATİK DÜZEN
OLMASI
A)
İnsanlık tarihinin demokratik düzenin salt akli
düzenlerde var olabileceğini göstermesi
İnsanlık tarihi, toplumsuz düzen
olmadığını, toplumun düzensiz kalmadığını göstermiştir. İnsanlık, toplum
düzenlerinin, asıl olarak, önce “inanç”, sonra “akıl” asal değerlerine göre
oluşturulduklarını, biçimlendirildiklerini göstermektedir. Bu iki asal değer,
birbirine karşıt, birbiriyle bağdaşmayan iki asal değerdir. Gerçekten, inançta
olanaklı olabilen, akılda olanaklı olmayabilmektedir. Evrenin ve evrende
insanın, bu iki asal değerden birine göre algılanması ve açıklanması, toplum
düzeninin niteliğini belirlemiştir [4].
Demokrasi,
genel tanımıyla, halkın, halk için, halk tarafından yönetilmesidir. Bu genel
tanımdan hareketle, demokratik düzen, toplumun, kendi hukukunu, toplum / hukuk
/ devlet düzenini, bağsız ve koşulsuz, kendisinin yapabilmesi erkine sahip
olduğu, ifade özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin beşeri iradeyle
düzenlendiği, insan hakkının bulunduğu düzendir. Bu bağlamda, demokrasiyi ve demokratik düzeni vurgulayan
temel nitelik, salt özgür beşeri iradeye bağlı ve dayalı bir toplumun varlığı
ve bu nitelikteki toplumun hukukunu kendisinin yapmasıdır. Bunun içindir
ki, egemenliğin, hukukun, ilahi iradeye
bağlı olduğu [5] veya ilahi iradeye bağlı olmamakla
birlikte, toplum tarafından değil, imtiyazlı kişi veya gruplarca kullanılarak
yapıldığı toplum düzenleri, demokratik düzenler değildir [6].
İnsanlık tarihindeki evrime bakılırsa,
toplum düzenleri, teokratik düzenler, teosantrik düzenler, akli - otoriter /
totaliter düzenler ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaygın biçimde
akli - demokratik düzenler olarak gerçekleşmiştir. İnsanlığın bu gelişimine
göre, demokratik düzen, salt akli düzenlerde ve akli - demokratik düzen olarak
yer alabilir. Akli - demokratik düzen,
hukukun, beşeri iradeye bağlı olarak, toplumun kendisi için, kendisi tarafından
yapıldığı toplum düzenidir. Bu bağlamda, demokratik ceza düzeni, akli - demokratik düzenlerde, toplumun suç ve
cezaya ilişkin koyduğu kurallar bütünüdür.
B)
Akli / laik düzenin demokratik ceza düzenine sahip
olması
Türk
toplum / hukuk / devlet düzeni, akli bir düzendir. Gerçekten, Türk toplum düzeni, beşeri iradenin, Türk
insanının ortak aklının ürünüdür [7].
Türkiye Cumhuriyet Devleti, akli / laik - liberal / demokratik toplum /
hukuk / devlet düzenine sahiptir (AY 1-3+4). Hukuk, insan aklının [8] / beşeri iradenin ürünüdür [9] ve son tahlilde deneyseldir [10]. Gerçekten, Devletin maddi düzeni, demokratik düzendir. Demokratik düzen olan
Türk Hukuk düzeninde, kişilerin temel hak ve özgürlükleri Anayasa ile güvence
altına alınmıştır. Türk ceza ve ceza
usulü hukuku düzeni, demokratik ceza hukuku düzenidir [11].
C)
Akli / laik düzende devletin hukuk devleti olması
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “hukuk
devletidir” (AY 2). Anayasa Mahkemesi, kararlarında, farklı yönleriyle hukuk
devletinin tanımını yapmış, kapsam ve sınırlarını göstermiştir [12]. Genel bir tanımıyla hukuk devleti, hukuk kuralını
koyanın koyduğu kurala uymasıdır. Hukuk kuralını koyanın, her zaman koyduğu
kurala tam ve gereği gibi uymadığı görülmüştür. Hukuk devleti ilkesi, hukukun
üstünlüğü ilkesi ile güvence altına alınmıştır. Hukukun üstünlüğü ilkesi,
yasamanın ve yürütmenin işlemlerinin yargı denetimine bağlanması, yargının iki
dereceli olmasıdır.
2.
TÜRK DEMOKRATİK CEZA DÜZENİNDE MEŞRU OLMAYAN ARAÇ
KULLANMA YASAĞI
A)
Hafızoğulları’nın “Dörtlü Önermesi” bağlamında meşru
olmayan araç kullanma yasağının tanımlanması
Demokratik hukuk devleti, özgürlüklerin
asıl, yasakların / kısıtlamaların istisna olduğu; kamunun her türlü
faaliyetinin, eylem ve işleminin hukuka uygun olduğu devlettir. Bu bağlamda,
demokratik hukuk devletinde her türlü adli / yargısal işlem, eylem ve faaliyet,
hukuka uygun olacaktır. Bu demektir ki, demokratik hukuk devletinde hukuka
aykırı adli / yargısal işlem, eylem ve faaliyette bulunulamaz. HAFIZOĞULLARI,
kullanılan amaç ve kullanılan araçtan hareketle, “Dörtlü Önerme” adı altında
ceza hukuku hükümlerini sınıflandırmıştır. Dörtlü Önerme, genelde, demokratik
düzeni diğer toplum düzenlerinden ayırmaya ve demokratik düzenin işleyişine
ilişkin ölçüt niteliğindedir [13].
HAFIZOĞULLARI’nın buluşu bu “Dörtlü
Önerme; “amaç meşru - araç meşru”, “amaç gayrımeşru - araç gayrımeşru”, “amaç
meşru - araç gayrımeşru”, “amaç gayrımeşru - araç meşru” önermeleridir [14].
Akli / laik - liberal / demokratik bir
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nde her türlü kamusal faaliyet, işlem, eylem, belirtilen Dörtlü
Önerme’den; “amaç gayrımeşru - araç
gayrımeşru” ve “amaç meşru - araç
gayrımeşru” önermelerine konu olamayacaktır.
Bu demektir ki, Türk Hukuk düzeninde
bu iki önermeye konu davranışlarla, kamusal işlem, eylem yapılamayacaktır, faaliyette bulunulamayacaktır.
Böyle olunca, Türk hukuk düzeninde, her türlü kamusal faaliyetin görülmesinde tek
geçerli araç, “meşru araçtır”. “Bu demektir ki, demokratik hukuk düzeninde kamusal faaliyetlerde, bu kapsamda, ceza
hukuku düzeninde adli / yargısal faaliyetlerde, “meşru olmayan araçların
kullanılması yasağı” vardır. Demokratik hukuk düzeninde meşru olmayan araç
kullanma yasağına aykırı davranışa konu her faaliyet, eylem ve işlem hukuka
aykırıdır. Hukuk devletinde, hukuka aykırı her işlem keyfidir ve sorumluluğa / yaptırıma bağlıdır. Türk Hukuk düzeninde her türlü kamusal
faaliyette, bu kapsamda, adli /
yargısal faaliyet, işlem ve eylemlerde, “meşru olmayan araçların kullanılması
yasağı” geçerlidir. Yargısal
faaliyetin meşru araçlarla yapılması, “kişilerin hukuki güvenceleriyle”
ilgilidir.
“Meşru
olmayan araç kullanma yasağı” kesin / mutlak yasaktır. Demokratik ceza düzeninde, maddi gerçeğin
araştırılması, meşru araçlarla yapılabilir. Bu demektir ki, demokratik ceza
düzeninde maddi gerçeğin araştırılması, -gayrımeşru araçla da olsa- her ne pahasına olursa olsun, ulaşılması
gereken üstün değer değildir. Dolayısıyla, maddi
gerçeğin salt meşru araçla araştırılması zorunluluğu, demokratik düzende adli /
yargısal faaliyette meşru olmayan araç kullanma yasağının sonucudur” [15].
Ayrıca, “Adil yargılanma hakkı, kişinin
meşru araçlarla elde edilen delillerle yargılanması hakkını da kapsar. Böyle
olunca, Türk ceza hukuku düzeninde,
yargılamada, salt meşru araçlar kullanılabilir, meşru araç dışında bir başka
araç kullanılamaz” [16].
B)
Meşru olmayan araç kullanma yasağının pozitif
düzenlemesi: Anayasa Madde 38/VI hükmü
Türk demokratik ceza düzeninde, meşru
olmayan araç kullanma yasağı, Anayasanın 38/VI. maddesiyle, pozitif olarak
düzenlenmiştir [17].
Anayasanın 38/VI maddesine
göre, “Kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular, delil olarak kabul edilemez” [18]. “Anayasa, 38/VI.
maddesiyle, demokratik ceza hukukuna uygun olarak, öncelikle, adli / yargısal
faaliyette, eylem ve işlemde, meşru olmayan araç (gayrımeşru araç) kullanılması
yasağını kabul etmiştir. Anayasa, 38/VI
maddesi hükmündeki yasağa aykırılığın yaptırımı olarak, hukuka aykırı yolla
elde edilen bulguların, delil olarak kabul edilmesi yasağını getirmiştir.
Anayasanın 38/VI maddesindeki bulgu, ceza iddiasına konu fiili, olguyu temsil
eden bulgudur. Yasa koyucu, Anayasanın 38/VI maddesi emri hükmüne uygun olarak,
CMK 217/2 maddesi ve bu maddeyle bağlantılı CMK’nın diğer maddelerini
düzenlemiştir”. “Kanuna aykırı
elde edilen değil, hukuka aykırı elde edilen bulgu, Anayasanın 38/VI. maddesi
hükmü kapsamındadır” [19].
C)
CMK 217/2 madde hükmüyle Anayasa 38/VI madde
hükmündeki kuralın yinelenmesi
“Ceza Muhakemesi Kanunu, Anayasanın 38/VI maddesi emredici hükmüne uygun
olarak, soruşturma ve kovuşturmadaki faaliyet, işlem ve eylemlerde, meşru
olmayan araç kullanma yasağını, farklı maddelerdeki düzenlemelerle kabul
etmiştir. Meşru olmayan araç kullanma yasağı, dar anlamıyla Ceza Muhakemesi
Kanunu’nda “delil yasakları” olarak nitelenmektedir. Delil yasakları, “delil
etme yasağı” ve “delil değerlendirme yasağı” şeklinde açıklanmaktadır. Ceza
Muhakemesi Kanunu, belirtilen yasağın kabulüyle, düzenleme konusu bakımından demokratik
ceza hukukuna uygun bir düzenleme getirmiştir. Gerçekten, Ceza Muhakemesi
Kanunu, konuyla ilgili olarak, soruşturmada ve kovuşturmada, adli / yargısal
faaliyet ve işlemlerin, hukuka uygun ve salt meşru araçlarla yapılmasını kabul
etmiştir” [20].
“Ceza usul hukukunun amacı, maddi gerçeğin araştırılması ve tespitidir.
Demokratik ceza düzeninde, her ne pahasına olursa olsun maddi gerçeğin
araştırılması söz konusu değildir. Demokratik ceza hukukunda, maddi gerçeğin
araştırılması, hukuka uygun usullere ve meşru araçlara göre araştırılarak
tespit edilecektir. Bu araştırma ve tespitte hukuka uygunluk ise, Anayasa, AİHS
ve CMK’nın ilgili hükümlerine uyulması, adli / yargısal faaliyet, işlem ve
eylemlerin anılan hukuki düzenlemelere göre yapılmasıdır” [21].
CMK 217/2 maddesi hükmüne göre,
“Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir”. Maddede “yüklenen suçla” ilgili yazım hatası dışında, CMK 217/2
maddesi hükmü ile, Anayasanın 38/VI. maddesi hükmündeki, soruşturma ve
kovuşturmadaki faaliyet, işlem ve eylemlerde, meşru olmayan araçların kullanılamaması
yasağı yinelenmiştir. Bu demektir ki, Anayasanın 38/VI ve CMK 217/2 maddesi
hükümleri ile kabul edilen usule aykırı usul ve araçlarla, maddi gerçek
araştırılamaz ve hüküm kurulamaz.
3.
TÜRK HUKUK DÜZENİNDE TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN
KISITLANMASININ GENEL İLKELERİ
A)
Temel hak ve özgürlüklerin kişiye bağlı olması
Temel hak ve özgürlükler, kişiye
bağlıdır. Anayasanın ‘Temel hak ve hürriyetlerin niteliği’ başlıklı 12.
maddesine göre, “Herkes, kişiliğine
bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
/ Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı
ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder”.
Anayasanın 12. maddesi hükmü açıktır.
Konuyla sınırlı olma yönüyle, temel hak ve özgürlüklerin niteliklerine ve
bunlara ilişkin kuramsal tartışmalara girilmeyecektir. Temel hak ve özgürlükler, kişinin kişiliğine bağlı olması nedeniyle,
hak ve özgürlüğün kısıtlanması da kişiseldir. Bu demektir ki, anayasa ve
yasaya uygun özgürlük kısıtlamasının muhatabı kimse, onun özgürlüğü
kısıtlanabilecektir. Kısıtlama, salt
özgürlüğü kısıtlanan kişi için geçerlidir.
Kısıtlama
işlemi, salt işlemin muhatabı kişiyle sınırlı olduğu için, bu işlemle, bir
başka kişinin özgürlüğü kısıtlanamaz. Kısıtlamanın muhatabı olmayan kişinin hak
ve özgürlüğünün, başkasına ait kısıtlama işlemiyle kısıtlanması, o kişinin
temel hak ve özgürlüğünün, hukuka aykırı olarak çiğnenmesine yol açar. Gerçekten, bu durumda, kısıtlama işleminin muhatabı
olmayan kişinin özgürlüğü, Anayasanın 13. maddesi dışında, yani hukuka aykırı,
yani keyfi olarak kısıtlanmış olur.
Temel hak ve özgürlüğün kişinin
kişiliğine bağlı, vazgeçilmez bir hak olması nedeniyle, kişi, temel hak ve özgürlüklerinin, anayasa ve yasanın koyduğu usul ve
esaslara uyulmadan kısıtlanmasına rıza gösteremez, hukuka aykırı kısıtlamanın
sonuçlarını kabul edemez. Bunun en somut örneği, CMK 148/3 maddesi
hükmüdür. CMK 148/3 maddesine göre, ‘Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza
ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez’ [22].
B)
Temel hak ve özgürlüklerin asıl, kısıtlamanın
istisna olması
“Demokratik düzenlerde, temel hak ve
özgürlükler, insan hakkıdır. Demokrasinin niteliği gereğince, liberal / demokratik düzenlerde, temel hak ve
özgürlükler asıldır. Demokratik düzenlerde, temel hak ve özgürlüklerin
kısıtlanması, istisnadır ve anayasal koşullara bağlıdır. Bu demektir ki,
temel hak ve özgürlükler, anayasal usullere göre kısıtlanmadıkça, serbestçe
kullanılırlar. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, temel hak ve özgürlükler asıl,
sınırlama / kısıtlama istisnadır. Anayasa, temel hak ve özgürlüklerin sınırsız
olmadığını, belirli usul ve esaslarla sınırlanabileceğini kabul etmiştir (AY 13
[23]).
Görüldüğü üzere, Anayasa’nın 13.
maddesi, AİHS’nin temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasına ilişkin
hükümlerine, paralel bir düzenleme niteliğindedir. Anayasanın ve yasaların koyduğu usul ve esaslara göre, temel hak ve
özgürlükler kısıtlanabilecektir. Bu demektir ki, Anayasa ve yasaların koyduğu usul ve esaslara uygun olmayan biçimde,
temel hak ve özgürlükler kısıtlanamaz. Örneğin, tüzük veya yönetmelikle,
kişilerin hak ve özgürlüklerinin kısıtlanabilmesi söz konusu değildir. Türk hukukunda sorun, temel hak ve
özgürlüklerin, anayasa ve yasaların koyduğu usullerin dışında, yani hukuka
aykırı kısıtlanmasından kaynaklanmaktadır” [24].
Bilindiği üzere, hukukta istisnai düzenlemeler, dar yoruma bağlıdır ve istisnanın
istisnası olmaz. Kanun koyucu ve mahkemeler, uygulamada her iki duruma
dikkat ve özen göstermekle yükümlüdürler. Anayasa’nın 13. maddesi hükmü, temel
hak ve özgürlüklerin genel sınırlanmasıyla ilgilidir. Bu niteliği gereğince,
Anayasanın 13. maddesi hükmü, özgürlüğün sınırlanmasına ilişkin istisnai bir
hükümdür. Öncelikle, Anayasada
gösterilen kısıtlama nedenleri, usul ve esasları, kanunla genişletilemez [25].
“Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nde, kaynağını Anayasadan almayan hiçbir kişi, organ ve
kurum yetki kullanamaz (AY 6). Kamu gücünü kullananlar, sıfatları, görevleri,
statüleri ne olursa olsun, yetkilerini, yetki veren norma uygun olarak yerine
getirmekle yükümlüdürler. Kamu gücünü kullananlar yetkilerini aşarak veya
yetkisiz işlem yapamazlar” [26].
“Yetki aşılarak yapılan işlem veya yetkisiz işlemde, yetkinin kullanılması,
dolayısıyla, kamu adına işlem yapılması söz konusu değildir” [27].
Türk hukuk uygulamasında ise, Anayasada
ve yasada gösterilen kısıtlama usul ve esasları, bu usul ve esasların, hiç
uygulanmaması veya kötü ve bozularak uygulanması yoluyla, temel hak ve
özgürlüklerin çiğnenmesi şeklinde bir uygulama gelişmiştir. Bu uygulamanın,
hukuka aykırılığı açıktır.
Gerçekten, yargı kararıyla, yanlış ve hatalı genişletici yorumlarla, kanuni düzenlemede olmayan veya düzenlemenin
konuluş amacına aykırı olarak, kanunun koyduğu usullere ek parçalar eklenmesi
suretiyle, kişi özgürlüğünün kısıtlanması, aleyhine düzenlemeler getirilmesi
hukuken mümkün değildir [28]. Kısıtlama nedenleri, usul ve esaslarının,
hakim kararıyla genişletilmesi, yetkisiz işlemdir. Örneğin, hukuka aykırı
olarak iletişimi dinleyen kişinin beyanı geçerli sayılamaz. Yargı, kişi özgürlüğüne kanuni düzenlemeden
fazla kısıtlama getirme erkine / yetkisine sahip değildir (AY 6/son).Aksi
takdirde, yapılan işlem, karar, yetkisizlik nedeniyle hükümsüzlük nedeni olur” [29].
C)
CMK 135/6 maddesine göre yapılan adli işlemin, salt
hakkında hakim kararı alınan kişinin iletişim özgürlüğünü kısıtlaması ve hukuki
sonuçları
İletişimin
dinlenmesi ve kayda alınmasında, işin niteliği gereği birden fazla taraf
bulunmaktadır. İletişime ilişkin
görüşmenin en az iki tarafı vardır. CMK 135/1 ile 135/6. maddelerine göre
iletişimin dinlenmesi ve kayda alınabilmesi için, dinlenen kişinin şüpheli veya
sanık olması zorunludur. İşlemin
yapıldığı tarihte, dinlenen taraflardan birinin şüpheli veya sanık olmasına
karşın, diğer tarafın, soruşturma veya kovuşturma kapsamında şüpheli veya
sanık olabilmesi veya üçüncü kişi
durumunda olabilmesi mümkündür. Uygulamada genel olarak görülen durum
budur.
İşte bu durum, iletişimin dinlenmesi ve
kayda alınması işleminin sonuçlarının, hakim kararının muhatabı olan şüpheli
veya sanıkla sınırlı olup olmadığı sorununu gündeme getirmiştir. Bu sorunun
yanıtını, AY 22/II ile CMK 135/1 ve 135/6 maddelerinin istisna nitelikleri ile
temel hak ve özgürlüğün kişinin kişiliğine bağlı olması (AY 12/I) kapsamında,
koruma tedbirlerinin hakkında karar alınan kişi ve konuyla sınırlı olması
ilkesinden hareketle verebilmek mümkündür.
Haberleşme
özgürlüğü, kişinin kişiliğine bağlı olması nedeniyle, her kişi için bağımsızdır
(AY 12/I). Bunun için “Herkes, haberleşme özgürlüğüne sahiptir” (AY 22/I).
Dolayısıyla, haberleşme özgürlüğünün
tedbir kararıyla kısıtlanması bireyseldir, yani her kişi için ayrı karar
alınması zorunludur. CMK 135/1 maddesindeki düzenlemede bunu
doğrulamaktadır. Gerçekten, CMK 135/1 maddesine göre, “Bir suç dolayısıyla
yapılan soruşturma ve kovuşturmada ..hakim
.. kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespiti
yapılabilir”. Görüldüğü üzere, kanun,
Anayasanın 12/I maddesine ve ruhuna uygun olarak, şüpheli veya sanığın sözcüklerini bilinçli olarak ‘tekil’ ve sınırlı
kullanmıştır. Bu demektir ki, CMK 135/1 maddesine göre iletişimin tespiti kararı, salt kararın muhatabı olan şüpheli veya
sanık yönünden hukuki sonuç doğurur.
Kanunen haberleşme özgürlüğü salt onun için kısıtlanmıştır.
Anayasanın
12/I. maddesi bağlamında, kişinin iletişim / haberleşme özgürlüğünün
kısıtlanmasının, bireysel ve kişisel olmasının iki sonucu vardır. İlki, CMK
135/6 maddesine göre verilen hakim kararıyla kısıtlamanın, salt hakkında karar
verilen kişiyle (şüpheli, sanık) sınırlı ve onun hakkında hukuki sonuç
doğurabilmesidir. İkincisi ise, CMK 135/6 maddesine göre katalog suçlar dışı
suçlarla ve şüpheli veya sanık dışındaki kişilerle ilgili karar verme
yasağıdır.
CMK
135/1 maddesine göre, soruşturmada şüpheli dışındaki, ör. müşteki, zarar gören, tanık, henüz soruşturma
kapsamında olmayan diğer kişiler için,
CMK 135/6. maddesindeki iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasına karar
verilemez. CMK 135/6. maddesinde sayılan katalog suçlar dışında kalan suçlarla
ilgili olarak da, anılan hükümle kişilerin iletişimlerinin kısıtlanması kararı
verilmesi söz konusu değildir. Her iki duruma aykırı surette yapılan iletişimin
dinlenmesi ve kayda alınmasıyla elde edilen beyanlar, hukuka aykırı yolla elde
edilmiş bulgu veya delil niteliğini taşır. Gerçekten, 135/7’ye göre, “Bu maddede belirlenen esas ve usuller
dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini
dinleyemez ve kayda alamaz”. Bu bağlamda, (a) geçerli olmayan bir kararla
yapılan iletişimin dinlenmesi işlemi hükümsüzdür, (b) şüpheli veya sanıkla
ilgili delil elde etme amacıyla üçüncü kişiler hakim kararıyla dinlenemez [30].
Öte yandan, CMK 135/1-135/6 maddelerine göre, hakim kararının şüpheli veya sanık
hakkında ve belli bir telefon numarasıyla ilgili (CMK 135/3) verileceği belirtilmiştir. Buna göre, iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması
işleminin muhatabı, hakkında hakim kararı verilen şüpheli veya sanıktır. Bir
kararın hükmü, o kararın muhatabı olanlar için “özel norm” niteliğindedir.
Dolayısıyla, CMK 135/6 maddesine ilişkin
karar, karara konu şüpheli veya sanık için bağlayıcıdır ve onun için hukuki
sonuç doğurur. İletişimin dinlenmesi ve kayda alınması, hakkında hakim kararı
alınan şüpheli veya sanık hakkında hukuka uygun yolla elde edilmiş delil
niteliğini taşır.
4.
DOLAYLI DİNLENEN KİŞİNİN İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜNÜN
KORUNMASININ ANAYASAL ÖDEV OLMASI [31]
A)
Anayasaya göre hakim kararı alınan kişiyle görüşen
diğer kişinin / dolaylı dinlenenin haberleşme özgürlüğünün korunması
CMK 135/1-135/6 maddelerine göre, kararın muhatabı kişiyle görüşen ve karar kapsamında olmayan diğer kişinin, yani
dolaylı dinlenenin, anayasal haberleşme özgürlüğünün korunması esastır. Bir
başkasının haberleşme özgürlüğünü kısıtlayan bir karar, haberleşme
özgürlüğü asıl, kısıtlanması istisna olan diğer
kişinin, haberleşme özgürlüğünün kısıtlanmasının aracı yapılamaz. Bu karar,
diğer kişiyle ilgili değil, hakkında karar alınan kişinin haberleşme
özgürlüğünün yasal kısıtlanmasına ilişkindir.
Bir kişi hakkında CMK 135/6 maddesine
göre alınan karar, bu kişiyle görüşen ve hakkında karar alınmayan diğer kişinin
haberleşme özgürlüğünün kısıtlanması aracı olarak kullanılırsa, burada hukuka
aykırı yolla, yani Anayasa 22 ve CMK 135 maddeleriyle konulan usule aykırı
şekilde, diğer kişinin beyanının tespiti söz konusu olur [32].
CMK 135/6 maddesine göre hakim kararı
dışındaki, yani dolaylı dinlenen kişilerin beyanları, haberleşme özgürlüğü
kapsamındadır [33].
B)
CMK 138/2 maddesine göre dolaylı dinlenen kişinin
tesadüfen elde edilen delil niteliğini taşıyan ve taşımayan beyanlarının
sonuçları
CMK 138/2 maddesinde, tesadüfen elde
edilen delil [34]
düzenlenmiştir. CMK 138/2
kapsamındaki beyan ile CMK 135/6 kapsamındaki beyan, farklı hukuki sonuçlara bağlanmıştır.
Tabii ki, tesadüfen elde edilen delil için, dinlemenin hukuka uygun olması
gerekir [35].
CMK 135/1-135/6 maddelerine göre alınan kararın muhatabı olmayan / dolaylı dinlenen kişinin, yapılmakta olan
soruşturma kapsamında olması veya olmaması mümkündür. Dolaylı dinlenen kişi,
dinlenen kişinin soruşturması kapsamındaki suça ilişkin beyanda bulunmuşsa,
beyan tarihinde, soruşturma kapsamında olmamakla birlikte, soruşturma kapsamına
alınması durumunda, soruşturma konusu suça iştirak halinde faildir veya çok
failli suçun failidir [36].
Gerçekten, dolaylı dinlenen kişinin beyanı soruşturma kapsamındaki suç isnadıyla
ilgili ise, bu beyan, CMK 138/2 maddesine konu tesadüfen elde edilen delil
niteliğinde değildir. Dolaylı dinlenen kişinin bu ilk beyanı, onun hakkında
iletişim özgürlüğünün usulüne uygun, yani hakim kararına dayalı kısıtlanması
söz konusu olmadan, yani hukuka aykırı alınmıştır [37]. Bunun içindir ki, dolaylı dinlenen kişinin bu ilk beyanı delil sayılmayacak, dolaylı
dinlenen kişi, (a) şüpheli sıfatıyla soruşturma kapsamına alınacaktır, (b) şüpheli
sıfatıyla hakkında CMK 135/1-135/6 maddelerine göre işlem yapılmak üzere, hakim
kararı alınacak veya Cumhuriyet savcısının kararıyla yapılacak işlem hakimin
onayına sunulacaktır.
C)
Dolaylı dinlenenin CMK 135/6 veya CMK 138/2’ye konu
beyanından hemen sonra, dinleme kararı alınması gereği
Dolaylı
dinlenen kişinin dinlenmesi, yani iletişim özgürlüğünün kısıtlanması için
yargıç kararı alınması gerekir. Hakkında
karar alınan şüpheli veya sanık gibi, görüşmenin diğer yanı, dolaylı dinlenen
hakkında da, aynı hukuki usullerle karar alınarak, haberleşme özgürlüğü yasal
yolla kısıtlanacak, iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması yoluyla beyanları
alınacaktır. Bunun için, dolaylı
dinlenen kişinin beyanı, ister soruşturma kapsamında olsun, ister soruşturma
kapsamında olmasın, suça konu beyanından sonra, onun hakkında hakim kararıyla
dinleme kararı alınmadan, iletişim özgürlüğüne müdahale edilemez.
Tesadüfen
delili elde eden yetkilinin, bunu derhal ilgili Cumhuriyet savcısına bildirmesi
gerekir. Dolaylı dinlenen kişi
hakkında hemen hakim kararı alınmadan, dinlenmesine devam edilmesi, onun
iletişim özgürlüğüne hukuka aykırı el atılması sonucunu doğurur [38].
Yargıtay Ceza Genel Kurul kararına göre,
tesadüfen delile konu beyan alınmasından hemen sonra, dolaylı dinlenen
hakkında, mahkeme kararı alınması gerekir, aksi takdirde, dinlemeler hukuka
aykırıdır [39]. Cumhuriyet savcısı, dolaylı dinlenen kişinin
suça konu beyanına bilgi edindiğinde, onun hakkında soruşturma başlatacaktır
(CMK 160/1) [40].
Anayasanın 22 ve CMK 135 maddeleri
hükümlerinin muhatabı, Cumhuriyet savcısıdır [41].
Cumhuriyet savcısı, bu konudaki sınırlı yetkisini usulüne uygun kullanacaktır.
Uygulamada, dolaylı dinlenen kişinin suça konu beyanına bilgi edinilmesine
karşın, bu kişi hakkında usulüne uygun dinleme kararı alınmadan, hukuka aykırı
dinlenmesine devam edildiği görülmektedir. Açıklandığı üzere, Cumhuriyet savcısının, hukuka uygun
davranması durumunda, aynı soruşturmayla ilgili suça konu beyanı elde edilen, hakkında
karar olmayan diğer kişinin (dolaylı dinlenen) suça ilişkin beyanı yönünden kaybı, ilk konuşmaya ait beyanıdır [42]. Bu ilk beyan, aynı soruşturmada
alındığı için, tesadüfen elde edilen delil niteliğinde olmayıp, hukuka aykırı
elde edilen beyandır. Öğreti ve yargısal görüşte, dolaylı dinlenen kişinin,
aynı soruşturma kapsamındaki suçla ilgili beyanının, tesadüfen elde edilen
delil olarak nitelendirilmesi, CMK 138/2 madde açık hükmüne aykırıdır.
Cumhuriyet
savcısı, bu kişiye karşı, CMK 135/1-CMK 135/6’ya uygun işlem yapabilme
olanağına sahiptir. Kararın muhatabı olmayan / dolaylı dinlenen kişinin beyanı, soruşturma konusu suçla ilgili bile
olsa, hukuka uygun olarak elde edilecektir.
İKİNCİ
ALT BÖLÜM
YETKİLİ
ORGANIN SORUŞTURMADA YETKİSİZ İŞLEMLERLE DENİZ SEKİ İLE İLGİLİ HUKUKA AYKIRI
DELİL ELDE ETMESİ
1.
CMK 250. MADDESİNDEKİ SORUŞTURMADA İŞLEMLERİN
CUMHURİYET SAVCISINCA “BİZZAT” YAPILMAMASININ HUKUKİ SONUÇLARI
A)
CMK 251/1 (I) maddesi hükmüne göre, özel yetkili Cumhuriyet
savcısının, soruşturma işlemlerini “bizzat” yapmakla görevli olması
CMK 251. maddesiyle, ‘bazı suçlara
ilişkin muhakemede’ soruşturma düzenlenmiştir. “250 nci madde kapsamına
giren suçlarda soruşturma Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların
soruşturma ve kovuşturmalarında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat
yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile
Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları,
Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara
bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde
görevlendirilemez” (CMK 251/1).
CMK 251/3. maddesine göre,
“Soruşturmanın gerekli kıldığı hallerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu
yerlere gidilerek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu
yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği yer Cumhuriyet
savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir”. Görüldüğü üzere, CMK 251/3
maddesi, CMK 161/1 maddesinin bir tekrarı niteliğindedir.
CMK 251/1 (I) maddesi emredici hükmüne
göre, şüpheli Deniz Seki ile ilgili CMK
250. maddesi kapsamındaki atılı suçlara ilişkin soruşturma, Hakim ve Savcılar Yüksek
Kurulu (HSYK) tarafından
görevlendirilen “Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır” [43].
Bu madde emredici hükmü açıktır. Soruşturmadaki
her adli / yargısal işlem, belirtilen niteliği taşıyan Cumhuriyet savcısı
tarafından bizzat yapılabilir. Çünkü, CMK 251/1 madde hükmüne göre, CMK 250
madde kapsamındaki soruşturmada, her Cumhuriyet savcısı yetkili değildir, salt
HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısı özel yetkilidir.
CMK
250. maddesi kapsamındaki suçlarda, CMK 251/1 maddesi hükmü gereğince, CMK
164/2 maddesi hükmünün uygulanması söz konusu değildir. Her iki madde arasında özel hüküm - genel hüküm
ilişkisi vardır. HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısı, bizzat
yapmakla yetkili ve görevli olduğu soruşturma işlemlerini, doğrudan adli
kolluğa yaptıramaz. Cumhuriyet savcısının,
CMK 251/1-I maddesiyle kendisine verilen “bizzat” soruşturma yapma yetki ve
görevini, adli kolluğa devretme yetkisi bulunmamaktadır.
CMK 250. maddesi kapsamındaki suçları
işledikleri iddiasıyla hakkında soruşturma başlatılan kişinin kişi özgürlüğü ve
güvenliği, diğer suçlardaki şüphelilere ilişkin olağan soruşturma ve
kovuşturmadan daha ağır koşullara ve kısıtlamalara bağlıdır. CMK 250’ye göre soruşturma ile diğer
suçlardan soruşturma arasındaki belirtilen olumsuz farkın karşılığında, CMK
250’deki suçlardan soruşturulan şüpheliye, soruşturmanın HSYK tarafından atanan
özel yetkili Cumhuriyet savcısınca bizzat yapılması güvencesi getirilmiştir.
Bu nedenle, CMK 251/1 madde hükmüyle,
soruşturmanın adli kollukça yapılması yasağı getirilmiştir.
CMK
251/1’deki güvence nedeniyle, CMK 250’deki suçlarda soruşturmanın yapılması ve
koruma tedbirlerinin uygulanması, adli kolluğa bırakılamaz, devredilemez veya adli
kolluğa talimatla yaptırılamaz.
Belirtilen nedenle, özel yetkili
Cumhuriyet savcısı, soruşturmada şüphelinin ifadesini bizzat kendisi alacaktır;
arama ve elkoyma işlemini denetiminde adli kolluğa yaptıracak, işlemin
tutanağını bizzat kendisi düzenleyecektir [44]. Öğreti de bu görüştedir [45].
CMK
251/1 maddesiyle, CMK 250. maddesindeki suçlarla ilgili soruşturmayı yapmak,
salt özel yetkili Cumhuriyet savcısının yetki, görev ve sorumluluğundadır. Özel yetkili Cumhuriyet savcısı dışında adli
kolluğun, CMK 164/2’deki gibi işlem yapabilme yetkisi yoktur. Özel yetkili Cumhuriyet savcısı, CMK 251/1
maddesi emredici hükmü gereğince, kanunun vermediği yetkiyi kullanarak,
soruşturma işlemlerini doğrudan doğruya adli kolluğa yaptıramaz.
HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısının, soruşturma
işlemlerini adli kolluğa yaptırması, “yetkisiz işlemdir” ve Anayasanın
6/son maddesine göre yetkisizlikten
hukuken yok hükmündedir. CMK 251/1-I maddesinin istisnası da yoktur. CMK
251/1-I maddesi, CMK 164/2 maddesinin istisnadır. Hukukta istisnanın istisnası
olmaz.
B)
Deniz Seki ile ilgili arama ve el koyma işleminin, özel
yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmaması, “yetkisiz” kollukça
yapılması
Şüpheli Deniz Seki ile ilgili soruşturma, CMK 250/1 (a)’ya göre yapılmıştır [46]. CMK 250/1 (a) maddesinin olay
tarihinde yürürlükte bulunan (26.06.2009 - 5918/7 ile değişiklik öncesi)
hükmüne göre, “Türk Ceza Kanununda yer alan; Örgüt faaliyeti çerçevesinde
işlenen uyuşturucu veya uyarıcı imal ve ticareti suçu” ile ilgili soruşturma,
CMK 251’deki soruşturma kurallarına göre yapılacaktır.
İddianame ekinde 13.02.2009 tarihli üç
ayrı yerle ilgili Arama Ve El Koyma Tutanaklarına yer verilmiştir. 13.02.2009 tarihli üç adet Arama ve Elkoyma
Tutanağından anlaşılacağı üzere, arama ve el koyma işlemleri, HSYK tarafından
görevlendirilen özel yetkili ve görevli Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmamış [47], salt
yetkisiz kolluk tarafından yapılmış
ve tutanağa bağlanmıştır.
Tutanaklar incelendiğinde, arama ve
elkoymanın,
(a) Saat
11.00’de yapılan aramanın … (J.Kd.Çvş 4. ASyş.Tim K.), 2003/81, 1996/67,
2001/113, 2006/536 sicil sayılı jandarma kolluk görevlileri, hazurun iki polis
memuru, …. (J. Ütgm),
(b) Saati
yazılı olmayan Otelin 106 numaralı odasında
yapılan aramanın ….. (J.Kd.Çvş 4. ASyş.Tim K.), 2003/81, 2006/536 sicil
sayılı jandarma kolluk görevlileri,
(c) Saat
14.00’de yapılan aramanın …… (J.Kd.Çvş 4. ASyş.Tim K.), 1996/67, 2001/113,
2006/536 sicil sayılı jandarma kolluk görevlileri,
Tarafından
yapıldığı, HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısının aramalara
bizzat katılmadığı tespit edilmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenle, CMK 250.
maddesi kapsamında yapılan soruşturmada, kolluğun,
tek başına, Cumhuriyet savcısının denetimi ve gözetiminde olmadan, şüpheli Deniz
Seki hakkında arama ve elkoyma işlemi
yapma ve tutanak düzenleme yetkisi yoktur. Bu nedenle, 13.02.2009 tarihli arama ve el koyma işlemleri, soruşturmayı
yürüten özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından yapılmamış, aksine doğrudan yetkisiz kollukça yapılmıştır.
Gerçekten, soruşturmayı yürüten özel
yetkili Cumhuriyet savcısı, CMK
251/1 maddesi emredici hükmüne göre arama
ve el koyma işlemlerini bizzat yapmamış, arama yerine gitmemiş, aksine, anılan
madde emredici hükmüne aykırı bir şekilde bu işlemleri yetkisiz kolluğa
yaptırmıştır. Yetkisiz kolluğun
yaptığı 13.02.2009 tarihli üç ayrı
arama ve el koyma işlemi, aşağıda açıklanan nedenle, yetkisizlikten (AY 6/son, 11/I) dolayı hukuken yok hükmündedir.
C)
HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet
savcısının soruşturmada yer yönünden yetkili olması
5235 sayılı Kanunun ‘Cumhuriyet
Savcılarının Yetkisi’ başlıklı 21-II maddesiyle, Cumhuriyet savcılarının, ‘bazı
suçlara ilişkin muhakemede’ soruşturmaya ilişkin ‘yer yönünden yetkileri’
düzenlenmiştir. 5235/21 maddeyle
belirlenen yer yönünden yetki, CMK 250/1 ile kurulan özel yetkili ağır ceza
mahkemeleri içinde geçerlidir. CMK 250 maddesine konu suçlara ilişkin
soruşturmada yer yönünden yetki, soruşturmayı yapan Cumhuriyet Başsavcılığının
bağlı olduğu Mahkemenin yargı yetkisiyle sınırlanmıştır [48]. HSYK tarafından görevlendirilmiş
Cumhuriyet savcısının veya genel soruşturmayı yapacak olan Cumhuriyet
savcısının, soruşturma yapma yetkisi, kanunen, yer yönünden
sınırlandırılmıştır.
Kanuna göre, Cumhuriyet savcısı, salt kanunen yer yönünden yetkili olduğu yargı
çevresinde işlem yapabilir, yargı çevresi dışında işlem yapamaz. Cumhuriyet
savcısına verilen soruşturma yetkisi, bulunduğu yargı çevresinde geçerlidir. Cumhuriyet savcısının, bağlı olduğu yargı
çevresi dışında soruşturma yapabilme yetkisi yoktur [49]. Bu demektir ki, Cumhuriyet
savcısının, bağlı bulunduğu yargı çevresi dışındaki bir başka yargı çevresinde
soruşturma yapamaması konusunda, herhangi bir kişiden farkı bulunmamaktadır. Anayasanın 6/son maddesinin emredici
hükmüne göre, HSYK tarafından görevlendirilen Cumhuriyet savcısının bağlı olduğu yargı çevresi dışında yaptığı
soruşturma işlemleri, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir [50].
2.
SORUŞTURMADA YER YÖNÜNDEN YETKİSİZ JANDARMANIN
YETKİSİZ İŞLEMLERİNİN TAMAMININ HUKUKEN YOK HÜKMÜNDE OLMASI
A)
Cumhuriyet savcısının emrinde görev yapacak adli
kolluğun, yer yönünden yetkili kolluk olmasına göre belirlenmesi
CMK 161/2 ve CMK 164/2 maddeleri, CMK
250/1’deki suçların soruşturmasında da geçerlidir. CMK 161/2 ve CMK 164/2 maddeleri gereğince, Cumhuriyet savcısı, ancak
“emrindeki adli kolluğa” soruşturma işlemi yaptırabilir. Bu demektir ki, Cumhuriyet savcısı, herhangi bir kolluğu
veya istediği kolluğu, adli kolluk olarak belirleyip, o kolluğa soruşturma
işlemi yaptıramaz. Cumhuriyet savcısı, kolluk güçleri arasında, adli kolluk
olarak seçimde bulunamaz. Cumhuriyet
savcısı, soruşturma işlemlerini, CMK 161/2 maddesi gereğince, salt “emri
altındaki adli kolluğa yaptırabilir”. Cumhuriyet
savcısının, emri altında olmayan kolluğa, adli kolluk sıfatıyla soruşturma
işlemi yaptırma yetkisi yoktur. Diğer bir söylemle, ilgili hukuk kuralları gereğince, Cumhuriyet savcısının emri altında
bulunmayan kolluk, adli kolluk değildir.
Kanun,
cumhuriyet savcısına, kolluğa soruşturma yaptırma yetkisini, soruşturma
işlemlerini emri altındaki adli kolluğa yaptırması için vermiştir. CMK 161/2 ve CMK 164/2 maddeleriyle, Cumhuriyet savcısına verilen yetki, bir
“yetki devridir”. Cumhuriyet savcısı, kanunen verilen bu yetkisini, kanuna
uygun olarak kullanmakla görevlidir. Cumhuriyet
savcısı, kanunen verilen yetki devrini, yetkinin kapsamı ve amacı dışında
kullanamaz. Aksi takdirde, Cumhuriyet savcısı, yetkisiz veya yetkisini aşar
biçimde yetki devrinde bulunmuş olur. Yukarıda belirtildiği üzere, özel yetkili
Cumhuriyet savcısının, bizzat soruşturma
yapma yetkisini, kolluğa devretme yetkisi bulunmamaktadır. Her iki durumda
da yetki devri, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir.
CMK 161/2’de sözü edilen Cumhuriyet savcısının emri altındaki adli
kolluk, Adli Kolluk Yönetmeliğinin [51] “Adlî kollukla ilgili esaslar” başlıklı 5/a-III maddesine göre belirlenecektir. Bu
maddeye göre, “Cumhuriyet savcılarınca, adlî
görevler ile ilgili emir ve talimatlar
zorunluluk bulunmadıkça, kolluk birimlerinin aralarındaki işbölümü ile kolluk teşkilâtlarının görev ve yetki
alanları gözetilerek verilir”.
Görüldüğü üzere, CMK ve Adli Kolluk
Yönetmeliği’ne göre, suça konu bir olayla ilgili olarak kolluk birimlerine adli görev, “kolluk birimleri arasındaki iş bölümü
ile kolluk teşkilatlarının görev ve yetki alanları gözetilerek verilecektir”. Somut
olayda, adli kolluk olarak görev yapacak
kolluğun, “yer yönünden yetkili olması” kuralı kabul edilmiştir.
Sonuç olarak, şüpheli Deniz Seki’ye iddianameyle atılı iki
eylemin, İstanbul ili ve sözü edilen ilçeleri belediye sınırları içinde
işlendiği iddia olunmuştur. Deniz Seki’ye atılı iki eylemle ilgili olarak, adli
kolluk görevinin emniyet veya jandarmadan hangisinin yapmakla yetkili olduğu ve
Cumhuriyet savcısının jandarmaya soruşturma yapma emir ve talimatı verip
veremeyeceği, CMK ve Adli Kontrol Yönetmeliği ile kolluk birimlerinin
“teşkilat kanunları” hükümleri gereğince,
“yer yönünden yetkili olma” ilke ve kuralına göre belirlenecektir.
B)
Deniz Seki ile ilgili soruşturmada teşkilat
kanunlarına göre, yer yönünden yetkili olan birimin emniyet olması, jandarma
olmaması
Yukarıda belirtildiği üzere, Adli Kolluk Yönetmeliğinin 5/a-III
maddesine göre, kolluk birimlerinin suça konu bir olayda adli kolluk olarak
görev yapmaları, teşkilat kanunlarına göre yetkili olmalarına bağlıdır. Somut
olayda, Deniz Seki’nin işlediği iddia
edilen eylemlerin tamamı, İstanbul ili ve gösterilen ilçelerinin belediye sınırları içindedir. Atılı
eylemlerin belediye sınırları içinde işlendiği konusunda uyuşmazlık
bulunmamaktadır.
Öncelikle, somut olayda, adli kolluk olarak görev yapan jandarmanın, teşkilat yasasına
göre, adli kolluk görevi yapıp yapamayacağı tespit edilecektir. Gerçekten, Deniz Seki hakkındaki soruşturmada, ilgili
hukuk kurallarına göre, adli kolluk, jandarma mıdır, emniyet midir?
Jandarmanın teşkilat kanunu, ‘2803 sayılı
Jandarma Teşkilat, Görev Ve Yetkileri Kanunu’dur. 2803 sayılı kanunun 1.
maddesine göre, “Bu Kanun, Türkiye Cumhuriyeti Jandarma Teşkilatının görev, yetki ve sorumlulukları,
hizmetin gerektirdiği bağlılık ve ilişkilere, teşkilat ve konuşa ait esas ve usulleri düzenler”. Jandarmanın adli görevleri, kanunun 7/6
maddesinde düzenlenmiştir. Konumuzla
ilgili hüküm, 2803 sayılı Kanunun “Jandarmanın Görev ve Sorumluluk Alanı”
başlığı altında 10. maddede düzenlenmiştir [52].
Görüldüğü üzere, 2803 sayılı Kanunun 10. maddesinin açık hükmüne göre, jandarmanın görev
alanı, polisin görev alanı dışı olan, il ve ilçe belediye sınırları dışında
kalan alandır. 2803 sayılı Kanunun 10. maddesindeki bu hüküm, Jandarma
Teşkilatı Görev Ve Yetkileri Yönetmeliğinin 19 ve 21/I maddelerinde
tekrarlanmıştır. Anılan Yönetmeliğin 23/I-1 maddesine göre, “Gerek Jandarma ve gerekse emniyet teşkilatı kendi
sorumluluk alanlarındaki görevlerini, kendi kuvvetleriyle yerine getirmek
zorundadır”.
Emniyetin
görev alanı ise, teşkilat kanunu
olan, 2559 sayılı ‘Polis Vazife Ve
Selahiyet Kanunu’nun 9. Maddesine eklenmiş Ek fıkrada düzenlenmiştir. Anılan Ek
Fıkra hükmüne göre, (Ek fıkra: 19/2/1980 - 2261/1 md.) “Polis, kamu düzenini ve anayasal hak ve
özgürlükleri korumak bakımından zorunlu ve gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde, il sınırları içinde valinin,
ilçe sınırları içinde kaymakamın,
somut olay ve gereksinimler için her seferinde yeniden vereceği emirle”, maddede belirtilen adli görevleri yerine
getirecektir.
Sonuç
olarak, jandarma ve emniyet, 2803 ve 2559 sayılı teşkilat kanunlarının yer
yönünden yetki hükümlerine göre, belediye sınırları dışında ve içinde olma
ölçütü esas alınarak, adli kolluk olarak görev yaparlar. İlgili hukuk kuralları
gereğince, jandarma, belediye sınırları
dışındaki alandaki adli olaylarda adli kolluk görevini yerine getirir. Emniyet,
belediye sınırları içindeki adli olaylarda adli kolluk görevini yapmaktadır.
C)
Deniz Seki ile ilgili işlemlerde adli kolluk yetkisi
olmayan jandarmanın işlemlerinin yetkisizlikten hukuken yok hükmünde
olması
Yukarıda açıklanan nedenlerle, dava konusu olayda, 2803 ve 2559 sayılı
teşkilat kanunlarının yer yönünden yetki hükümlerine göre, jandarma, İstanbul ili ve ilçelerinin belediye sınırları içinde, adli
kolluk olarak görev yapma yetki ve görevine sahip değildir. Bu yetki ve görev,
emniyete aittir.
Jandarma, belediye sınırları alanı
dışında, adli görev yapmakla yetkili ve görevlidir. 2803 sayılı teşkilat kanununun 10. maddesi, jandarmaya,
adli kolluk görevi yetkisini, belediye sınırları dışındaki adli olaylar için ve
bu olaylarla sınırlı olarak vermiştir. Buna göre, 2803 sayılı Kanunun 10.
maddesi emredici hükmüne göre, jandarma
adli kolluk olarak, salt belediye sınırları dışındaki alanda, adli kolluk
görevinde bulunabilir.
Bu demektir ki, jandarma, kanunen, belediye sınırları içindeki alanda, adli kolluk
görevi yapmak yetki ve görevine sahip değildir. Bunun içindir ki, jandarma, 2803 sayılı teşkilat kanununa
göre, adli kolluk görevi yapmakla
yetkili olmadığı, emniyetin yetkili olduğu (belediye sınırları içindeki) alanda, soruşturma işlemi yapamaz.
Buna karşın, jandarma, emniyete ait
görev alanında soruşturma işlemi yaparsa, bu işlem, Anayasanın 6/son
maddesi emredici hükmü gereğince, “yetkisizlikten”
dolayı hukuken yok hükmündedir.
Somut olayda, jandarma (Sarıyer İlçe Jandarma Komutanlığı), Deniz Seki hakkında, belediye sınırları
içinde işlendiği iddia edilen eylemleri nedeniyle, onun hakkında, yetkisiz olduğu, emniyetin yetkili olduğu
alanda, soruşturma işlemleri yapmıştır; bu işlemlerin tamamı, “yetkisizlikten”
dolayı hukuken yok hükmündedir (AY 6/son) [53].
Anayasanın 6/son maddesine göre, jandarmanın,
belediye sınırları içindeki alanda soruşturma işlemi yapmakla yetkili ve
görevli olmaması, Deniz Seki hakkında soruşturma yapmaya yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ile HSYK
tarafından görevlendirilen Cumhuriyet
savcısını da bağlar (AY 11/I).
İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı ile Cumhuriyet savcısı, şüpheli Deniz
Seki hakkında, bizzat kendisinin işlemin yapılması sırasında bulunması, nezaret
etmesi kaydıyla soruşturma işlemlerini yapmak üzere, emniyet birimini, adli
kolluk olarak görevlendirebilir (CMK 161/2, 164/2, Adli Kolluk Yönetmeliği
5/a-III, 2803 sayılı Kanun 10, 2559 sayılı Kanun 9 Ek Fıkra). Buna karşın, Cumhuriyet savcısı, teşkilat kanununa göre adli kolluk görevi yapma yetkisine sahip olmayan kolluk birimine,
soruşturma işlemi yapma emri veremez.
Gerçekten, HSYK tarafından
görevlendirilen Cumhuriyet savcısının,
kendisi denetiminde işlem yaptırmak üzere, kolluk birimine soruşturma işlemi
yaptırma ve emri verme yetkisi, kolluk biriminin teşkilat yasasına göre yer
yönünden adli kolluk göreviyle yetkili
olması “ön koşuluna” bağlıdır. Bu ön koşul gerçekleşmedikçe, yani soruşturma
işlemi yapma emri, teşkilat yasasına göre yetkili ve görevli kolluk birimine verilmedikçe, Cumhuriyet savcısının,
soruşturma işlemi yaptırma yetkisini, yetkili kolluğa kullandırması söz konusu
değildir. Bu demektir ki, Cumhuriyet
savcısı, teşkilat yasasına göre adli
kolluk görevi yapmakla yetkili olmayan kolluk birimine emir vermişse, bu emir,
Ceza Muhakemesi Kanunu’na konu soruşturma emri yetkisine dayanmamaktadır, yani
“yetkisiz emir”dir [54].
Jandarma Teşkilatı Görev Ve Yetkileri
Yönetmeliğinin 149/I, II, III, VI. maddelerinde de, Cumhuriyet savcısının,
jandarmaya, 2803 sayılı Kanunun 10. maddesine uygun olarak adli kolluk görevi
verebileceği tekrarlanmıştır [55].
Görüldüğü
üzere, anılan Yönetmeliğin 149/I maddesi
gereğince, jandarma, Cumhuriyet savcılarının her türlü isteklerini değil, salt
“kanun ve nizam hükümlerine uygun emirlerini” yerine getirmekle yükümlüdür.
Jandarma, kanun ve nizamlara aykırı emirleri yerine getiremez, aksi davranış,
suç oluşturur (AY 137/II). Kanun ve
nizam hükümlerine uygun emir, hukuka ve yürürlükteki hukuk kurallarına uygun
emirdir. Buna göre, jandarma,
Cumhuriyet savcısının, kanun ve nizamlarına uygun, yani 2803 sayılı Kanunun
10. maddesine göre belediye sınırları
dışındaki adli olaylarla ilgili soruşturma yapma emrini yerine getirmekle
yükümlüdür. Bu demektir ki, jandarma, Cumhuriyet savcısının belediye
sınırları dışında, emniyete ait adli kolluk görevi alanındaki adli olaylarla
ilgili verdiği yetkisiz emri, yani kanun ve nizamlara aykırı emri, yerine
getirmeyecektir [56].
Sonuç olarak, İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığı ve HSYK tarafından görevlendirilmiş Cumhuriyet savcısı, teşkilat
yasalarına göre, somut olayda yer yönünden yetkili olan emniyet yerine,
yetkisiz jandarmaya, kanun ve nizamlara aykırı, yani yetkisiz soruşturma işlemi
yaptırma emriyle, yetkisiz işlemler yaptırmıştır. Jandarma, 2803 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, şüpheli Deniz Seki’nin belediye sınırlarları içinde
işlediği iddia edilen eylemleriyle ilgili olarak, belediye sınırları içinde,
adli kolluk görevi yapmak yetkisine sahip değildir. Anayasanın 6/son
maddesine göre, jandarmanın, Deniz Seki hakkında
yaptığı ve yaptırılan işlemlerin tamamı, yetkisizlikten dolayı hukuken yok
hükmündedir.
ÜÇÜNCÜ
ALT BÖLÜM
YETKİSİZ
İŞLEMLERLE, YANİ HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN DELİLLERLE DENİZ SEKİ’NİN
CEZALANDIRILMASI
1.
DENİZ SEKİ HAKKINDA SORUŞTURMADA YETKİSİZLİKTEN
HUKUKEN YOK HÜKMÜNDE İŞLEMLERLE ELDE EDİLEN DELİLLERİN TESPİTİ
A)
Tape kayıtları dışında hukuka aykırı elde edilen
deliller
Yukarıda belirtildiği üzere, soruşturmada, jandarmanın işlemleri, yetkisizlik içinde yetkisizliktir [57].
Jandarmanın şüpheli Deniz Seki ile
ilgili yaptığı işlemlerin tamamı, iki ayrı hukuki yolla, Anayasanın 6/son
maddesi gereğince, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir. Bu hukuken
yok hükmündeki işlemler, geniş anlamda hükümsüzlüğe göre, her zaman hukuka aykırıdır. Jandarmanın, açıklanan
yetkisizlik içinde yetkisizlikten dolayı
hukuken yok hükmündeki işlemlerle, Deniz Seki hakkında elde ettiği delillerin
tamamı, Anayasanın 38/VI. maddesine göre, hukuka aykırı elde edilen delillerdir.
Soruşturmada adli kolluk yetkisi ve
niteliği bulunmayan, yetkisiz
jandarmanın, Deniz Seki hakkındaki tape
kayıtları dışındaki işlemleri,
(a) Yakalama, gözaltına alma,
(b) Arama
ve elkoyma işlemleri,
(c)
Ekspertiz raporu alma,
(d) İfade
alma işlemleridir.
Deniz Seki hakkında, yetkisiz jandarma
tarafından, 13.02.2009 tarihinde üç ayrı yerde arama yapılmıştır. Diğer iki
arama tutanağında, suça konu bulguya rastlanmadığı belirtilmiştir. Buna karşın,
Deniz Seki’nin bir arkadaşı ile
birlikte kaldığı otel odasında yapılan
aramaya ilişkin arama tutanağında suça konu olduğu belirtilen bulgulara
rastlanmıştır [58].
Hukuken
yok hükmündeki 13.02.2009 tarihli saat
09.10-11.00 arasında, … Otelinin 105 numaralı odasında yapılan, arama ve el
koyma işlemiyle ilgili Arama ve El Koyma
Tutanağı’na göre,
“Üst
katta bulunan yatak odasında yapılan aramada; yatak odasına girişte sağ tarafta
bulunan televizyon sehpasının üzerindeki Phılips marka televizyonun ön
tarafında 1 adet üzerinde LA RESERVE DE NİCE ibareli içerisinde uyuşturucu
madde kullanıldığı değerlendirilen beyaz teneke kutu, 1 adet üzerinde BETTY
Boop ibareli içerisinde uyuşturucu madde kullanıldığı değerlendirilen ve içinde
artıklar bulunan kırmızı teneke kutu, 1 adet 500 ml’lik ağzı aliminyum folyo
ile kapatılmış içi yarısına kadar su ile dolu, yan tarafından plastik sarı
kalem dışı (silindir şeklinde pipete benzeyen) ile delinmiş pet. Yatak odasının
girişinin sol tarafında bulunan yatağın solundaki etejer üzerinde 1 adet
kullanılmış aliminyum folyo ve 1 adet 20-25 cm uzunluğunda siyah renkte pipet,
üst katta bulunan banyodaki lavabonun alt tarafında bulunan çöp kutusu
içerisinde bir miktar peçeteye sarılmış ve açıkta kenevir ve kenevir tohumu
olduğu değerlendirilen uyuşturucu madde,
Yine üst katta vestiyer bölümünde bulunan
yeşil renkli 4 x WA DİCOVERY ibareli çanta içerisinde bulunan 1 adet iphone
ibareli İMEİ nosu …. olan içerisindeki hattın 0541 726 .... olduğu cep
telefonu, 1 adet N95 8GB ibareli İMEİ nosu ….. olan içerisindeki hattın 0531
592 …. olduğu cep telefonu” elde edilmiştir.
Yetkisiz
jandarma (Sarıyer İlçe Jandarma
Komutanlığı), yetkisizlik içinde yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündeki arama sırasında, Deniz Seki’ye ait olduğu
iddiasıyla, yukarıdaki arama ve el
koyma tutanağında açıklanan bulguları, hukuka aykırı elde etmiştir. Deniz
Seki ile ilgili soruşturmada hukuka uygun usullerle delil edilmesi mümkündür.
Bunun için, soruşturmayı yürüten özel yetkili Cumhuriyet savcısının yukarıda
belirtilen otel odasındaki arama ve elkoyma işlemlerini, bizzat arama yapılacak
yere gelerek, kendi denetimi ve gözetimi altında, olayda adli kolluk niteliğini
taşıyan emniyet mensuplarına yaptırması ve tutanağı düzenlemesi ile hukuka
uygun delil elde edilmiş olacaktır. Buna karşın, özel yetkili Cumhuriyet
savcısı, Deniz Seki ile ilgili delilleri, hukuka uygun usullerle elde etmek
yerine, hukuka aykırı usullerle elde etmeyi tercih etmiştir. Tabii bu tercih,
özel yetkili Cumhuriyet savcısının sorunudur. Ancak, unutulmamalıdır ki, özel yetkili Cumhuriyet savcısının görevi,
hukuka uygun usullerle, yani aramayı bizzat ve usulüne uygun yapmak suretiyle
delil elde etmektir.
Yetkisiz
jandarma, 13.02.2009 tarih
ASYŞ:9100-1024-09/OYİB sayılı yazısıyla, hukuka aykırı elde edilen bu bulguları, uyuşturucu madde analizi
için, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarları Dairesi
Başkanlığı’na göndermiştir. Bu istem
üzerine, 15.02.2009 tarih KİM: 2009/1563 Uzmanlık Numaralı Ekspertiz Raporu düzenlenmiştir. Açıklanan
nedenlerle, yetkisiz jandarmanın,
yetkisiz Ekspertiz Raporu alma işlemi de, yetkisizlikten dolayı hukuken yok
hükmündedir. Gerçekten, jandarmanın soruşturmada yetkisizliği nedeniyle
yaptığı her işlem de, yetkisizdir, yani fiilidir, hukuki değildir. Çünkü,
jandarma, Deniz Seki ile ilgili soruşturmada hukuki işlem yapabilme gücüne /
Devlet yetkisine sahip değildir. Bu nedenle, jandarmanın yetkisiz / fiili
aramada elde ettiği bulguların analizini yaptırma işlemi de fiilidir, hukuki
değildir. Buna göre, Ekspertiz Raporu, hukukun
koyduğu usullerle elde edilmemiş, aksine,
hukuka aykırı elde edilen delildir ve Anayasanın 38/VI maddesi
kapsamındadır.
Yetkisiz jandarma, 16.02.2009 tarihli Fezleke’den anlaşılacağı üzere,
yukarıda belirtilen işlemler dışında, şüpheli
sıfatıyla Deniz Seki’nin ifadesini almıştır [59].
Yetkisiz jandarmanın, şüpheli Deniz Seki ile diğer şüphelilerin
ifadelerini ve tanıkların beyanlarını alma yetkisi yoktur. Bu yetki
doğrudan özel yetkili Cumhuriyet savcısının şahsına aittir ve o bu yetkisini
devredemez. Bu nedenle, jandarmanın ifade
ve beyan alma işlemlerinin tamamı, yetkisiz işlemlerdir [60].
Deniz Seki, jandarmanın ifade alması
sırasında susma hakkını kullanmıştır. Jandarma, diğer kişilerin şüpheli
sıfatıyla ifadelerini ve tanık sıfatıyla beyanlarını almıştır. Diğer
şüphelilerden Murat kod adlı şüpheli,
Apo kod adlı şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü olan şüpheli verdikleri ifadelerde,
Deniz Seki’ye atılı eylemlerle ilgili beyanlarda bulunmuşlardır. Tanık
sıfatıyla ifadeleri alınan kişilerde [61],
Deniz Seki ile ilgili beyanlarda bulunmuşlardır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, yetkisiz jandarmanın, şüpheli ve tanık
sıfatıyla ifade ve beyan alma işlemlerinin tamamı, Anayasanın 6/son maddesi
gereğince, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündeki ifade ve beyan alma
işlemleridir. Sanık, hukuken yok hükmündeki ifade alma işleminde, susma
hakkını kullandığı için beyanı alınamamıştır. Buna göre, Murat kod adlı şüpheli, Apo kod adlı şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü
olan şüphelinin Deniz Seki’ye atılı iki eylemle ilgili beyanları, hukuka aykırı
elde edilen beyandır (sözlü delil). Bu beyanların tamamı, Anayasanın 38/VI.
maddesi kapsamındadır. Tanıkların
beyanları, aynı nedenle, hukuka
aykırı elde edilen beyanlardır.
Sonuç olarak, yetkisiz jandarmanın,
hukuken yok hükmündeki işlemlerle elde ettiği, (a) 13.02.2009 tarihli saat 09.10-11.00
arasında -… Otelinin 105 numaralı odasında- yapılan arama ve el koyma işlemiyle elde edilen -Deniz Seki’ye ait
olduğu iddia edilen- bulgular,
(b) 15.02.2009 tarihli Ekspertiz Raporu,
(c)
16.02.2009 tarihli Fezleke’de belirtilen Murat kod adlı şüpheli, Apo kod adlı şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü
olan şüphelinin jandarma ifadelerinde Deniz Seki’ye atılı eylemlerle ilgili
beyanları,
(d) Yukarıda belirtilen tanıkların beyanlarının tamamı,
Hukuka
aykırı elde edilen delillerdir. Bu hukuka aykırı elde edilen delillerin tamamı,
Anayasanın 38/VI maddesi kapsamındadır.
B)
Deniz Seki’nin telefonun dinlenmesi kararının
yetkisiz jandarma tarafından yetkisiz işlemlerle yerine getirilmesiyle elde
edilen ses kayıtlarındaki beyanların, hukuka aykırı elde edilen deliller
olması
Yetkisiz
jandarmanın, hukuken yok hükmündeki işlemlerinden birisi de, 13.11.2008 tarih
2008/13185 sayılı talep yazısıyla, (x)
isimli kişi (sonradan sanık Deniz Seki olduğu anlaşılmıştır) ve diğer iki
kişinin kullandıkları telefonlarının
dinlenmesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet savcısına yaptığı taleptir.
Cumhuriyet savcısı, yetkisiz jandarmanın yetkisiz talebi üzerine, hakimden (x)
isimli kişinin kullandığı 0532 234…. nolu telefonun dinlenmesiyle ilgili karar
verilmesi isteminde bulunmuştur. Bu talep üzerine, 13.11.2008 tarih Mah. Teknik Takip No: 2008/1890 sayılı hakim kararı verilmiştir.
Cumhuriyet
savcısı, yetkisiz jandarmaya yazdığı 13.11.2008 tarihli yazıyla, hakim kararını
göndermiş, CMK 137/2’ye göre,
“tutulan kayıtlar Cumhuriyet Başsavcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından
çözülerek metin haline getirileceğinden metin
haline getirme işleminin Sarıyer İlçe J. K.lığında görevli bulunan (Jİ3400170049),
(Jİ3400170050), (Jİ3400110007), (Jİ3400110013) ve (Jİ3400170026) aidiyet numaralı görevliler tarafından
yapılması” istenmiştir.
2007 tarihli
Adli Yönetmeliğin 5/2 maddesi [62] gereğince, Cumhuriyet savcısı, 5/1 maddedeki
koşulların varlığında, evrakı soruşturma defterine kaydettirten sonra, “emrindeki kolluk görevlilerinin” kendisine
bildirdiği istemlerle ilgili olarak, hakimden dinleme kararı talebinde
bulunacaktır.
Yönetmeliğin 5/2 maddesindeki “emrindeki kolluk
görevlileri”, Adli Kolluk Yönetmeliğinin 5/a-III maddesine göre, teşkilat yasalarının yer yönünden yetki hükümleri gereğince, adli
kolluk görevi yapmakla yetkili kolluktur. Yönetmeliğin 5/2 maddesine göre, talepte bulunabilecek kolluğun, 5/1 maddeye
konu olayda, adli kolluk görevi yapmakla yetkili kolluk biriminin olması
zorunludur.
13.11.2008
tarihli talep yazılarında geçen, sonradan sanık Deniz Seki olduğu anlaşılan (x) kişinin kullandığı telefon hakkında,
Yönetmeliğin 5/2 maddesine göre talepte bulunacak yetkili kolluk emniyettir,
yetkisiz jandarma değildir. Bu nedenle, yetkisiz jandarmanın, sonradan Deniz
Seki olduğu anlaşılan (x) kişinin kullandığı telefon hakkında, Yönetmeliğin 5/2
maddesine göre talepte bulunmak yetkisi bulunmamaktadır. Yetkisiz jandarmanın, 13.11.2008 tarih 2008/13185 sayılı talep yazısı, Anayasanın 6/son maddesi gereğince,
yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir.
Ayrıca, 2007 tarihli Yönetmeliğin 9. maddesi [63] ile 11. maddesinde [64], hakim kararının, olayda, “ilgili kolluk”, yani adli kolluk görevi
yapmakla yetkili ve görevli kolluk birimince ve yetkili bu kolluğun
görevlendireceği personel tarafından infaz edileceği, yerine getirileceği hükme
bağlanmıştır.
Somut olayda, Cumhuriyet savcısı, 13.11.2008 tarih Mah. Teknik Takip No:
2008/1890 sayılı hakim kararını,
olayda adli kolluk görevi yapmakla yetkili emniyete değil, yetkisiz jandarmaya göndermiş ve kararın infazının (yerine
getirilmesinin) yetkisiz jandarma
personeli tarafından yerine getirilmesini istemiştir. Bu demektir ki, Cumhuriyet savcısı, hakim kararının yerine
getirilmesini, yetkisiz jandarma ve personeline yaptırmıştır. Bu nedenle, sonradan
Deniz Seki
olduğu anlaşılan (x) kişinin kullandığı 0532 234 …. nolu telefonla ilgili
iletişimin dinlenmesi, kayda alınması, tutanağa geçirilmesi işlemleri, yani hakim kararının yerine getirilmesi,
yetkisiz jandarma ve yetkisiz jandarma personeli tarafından yapılmış ve
yaptırılmıştır.
Sonuç olarak, yetkisiz jandarma ve personelinin, şüpheli Deniz Seki olduğu anlaşılan (x) kişinin
kullandığı 0532 234 … nolu telefonun
dinlenmesi için “talebi” ile hakim kararının yerine getirilmesi, anılan
telefonun iletişiminin dinlenmesi, kayda alınması, tutanağa geçirilmesi
işlemleri, Anayasanın 6/son maddesi
gereğince, yetkisizlikten dolayı hukuken
yok hükmündedir. Bu nedenle, Deniz
Seki hakkında dosyada mevcut “Klasör 8’deki dizi 1-340 tapeler” [65],
belirtilen yetkisiz işlemlerle (hukuka
aykırı usullerle) elde edilmiştir. Buna
göre, Deniz Seki ile ilgili ses
kayıtlarında (tapeler) yer alan, iddianameyle Deniz Seki’ye atılı iki eylemle ilgili beyanların tamamı, Anayasanın
38/VI maddesine göre, hukuka aykırı elde
edilen delillerdir.
C) Yetkisiz işlemlerden ayrı olarak, 13.11.2008 tarihinden önce Deniz Seki’nin ‘dolaylı dinlenen’ olduğu
tape kayıtlarının, hukuka aykırı elde edilmeleri
Gerekçeli
kararda, mahkemede sorguda, tutuklamaya sevk duruşmasında, savcılık ifadesinde
kullanılan tape kayıtları incelendiğinde, Deniz Seki’yle ilgili bu tapelerin,
(a) 13.11.2008 tarihi öncesine ait olanların, Deniz Seki hakkında hakim
kararına dayanmadığı, yani sanığın dolaylı dinlenen kişi ve konumunda olduğu,
(b) 13.11.2008 tarih 2008/1890 sayılı kararla sonradan Deniz Seki olduğu
anlaşılan (x) kişinin telefonlarının yetkisiz jandarma tarafından dinlenmesiyle
ve tutanağa bağlanmasıyla elde edilen tapeler oldukları görülmektedir. Burada, tape kayıtlarının yetkisiz işlemlerle
hukuka aykırı elde edilmeleri dışında, Deniz Seki’nin ‘dolaylı dinlenen kişi’
olması nedeniyle hukuka aykırı olarak elde edildikleri açıklanacaktır.
Hukukun genel
ilkelerine ve Anayasaya göre, dolaylı dinlenen
kişinin beyanı, hakim kararına dayanmadan, hukuka aykırı elde edilmiştir.
Dolaylı dinlenen kişinin tape kayıtlarındaki beyanları, hukuka aykırı elde
edildiği için, dolaylı dinlenenin aleyhine delil olarak kullanılamaz (AY
38/VI, CMK 217/2). Gerçekten, yukarıda belirtildiği
üzere, iletişim özgürlüğü bireysel ve
kişiseldir (AY 12/I). Örneğin, hakim kararı olmaksızın yapılan aramaya,
hakkında arama yapılan kişi yerine eşinin aramaya rızası veya izni geçerli
değildir [66].
Ayrıca, özgürlüklerin kısıtlanması ve korunması kamu düzenine ilişkindir. Bunun
içindir ki, “Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da
delil olarak değerlendirilemez” (CMK 148/3). Deniz Seki hakkında, 13.11.2008
tarihi öncesi için, iletişim özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin olarak, CMK
135/1-135/6’ya göre alınan bir hakim kararı yoktur. Dava dosyası ve
eklerinden, Deniz Seki hakkında, CMK 135
gereğince iletişimin dinlenmesi kararı alınmadığı ve iletişimin dinlenmesi ve
kayda alınması işleminin yapılmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre, İddianamede, 13.11.2008 tarihi
öncesinde Deniz Seki’nin yaptığı belirtilen telefon görüşmelerinde, Deniz
Seki “dolaylı dinlenen kişi” durumundadır.
Dolaylı dinlenen kişi olan Deniz
Seki’nin iletişim özgürlüğü asıldır ve hakim kararıyla CMK 135/6’ya göre
kısıtlanmadıkça, devam etmektedir. Buna karşın, görüşmenin diğer yanı hakkında hakim
kararıyla elde edilen tape kayıtları, görüşmenin diğer yanını oluşturan
Deniz Seki (dolaylı dinlenen kişi) hakkında hüküm ifade etmez, yani onun
aleyhine delil olarak kullanılamaz.
Dolaylı dinlenen
kişi olan Deniz Seki için hakim kararıyla iletişim özgürlüğü kısıtlanmadan
elde edilen beyanları, onun için hukuka aykırı yolla elde edilen bulgu
niteliğini taşır. Anayasanın 38/VI, CMK 206/2-a maddeleri emredici hükümleri
gereğince, diğer kişi hakkındaki hakim kararına dayansa bile, dolaylı dinlenen
Deniz Seki’nin telefon görüşmelerine konu beyanları (hukuka aykırı elde
edilen bulgular) aleyhine delil olarak kullanılamayacaktır.
Dosyadaki CMK 135/1-6’ya ilişkin hakim
kararlarından, diğer sanıklar hakkında dinlemeye ilişkin hakim kararları olduğu
anlaşılmaktadır. Diğer sanıklarla ilgili
CMK 135’e göre dinleme kararı, sadece hakkında karar alınan kişiler ve
karara konu telefonla yapılan görüşmelerle
sınırlı olarak geçerlidir. Yukarıda açıklanan nedenle irdelenmesi gereken
sorun, hakim kararıyla diğer sanıklara karşı elde edilen tape kayıtlarının, Deniz
Seki’ye karşı delil olarak kullanılıp kullanılamayacağıdır. Diğer şüphelilerle ilgili dinleme
kararlarıyla elde edilen beyanların, yukarıda açıklandığı üzere, bu kararın muhatabı bulunmayan Deniz Seki’nin aleyhine beyan delili
olabilmesi niteliği yoktur. Buna göre, diğer
şüphelilerin aralarındaki konuşmalara ait iletişim kayıtları, şüphelinin
aleyhine delil niteliğini taşımazlar [67].
Karara esas alınan tapelerden; Tape 16,
Tape 18, Tape 30, Tape 33, Tape 42, Tape 43, Tape 44, Tape 51 Tape 55 nolu
tapeler, sanık Deniz Seki dışındaki diğer Murat kod adlı sanık hakkında alınmış
04.09.2008 tarih 2008/1663 sayılı hakim kararına dayalı elde edilmiştir. Bu
tapeler, 13.11.2008 tarihi öncesine aittir. Bu 9 adet tapede, Deniz Seki
“dolaylı dinlenen kişi”dir ve bu tapeler onun aleyhine delil olarak kullanılamaz.
Buna karşın, Mahkeme, bu 9 adet tapeyi
sanık Deniz Seki’nin aleyhine kabul ve takdir etmiş, cezalandırma kararına esas
almıştır. Bu durum, Karar Gerekçesiyle sabittir [68].
Mahkemenin, bu 9 adet tapedeki
beyanlarla cezalandırma kararı vermesi, (a) Anayasa 38/VI, CMK 217/2
maddelerine aykırıdır, (b) adil yargılanma hakkıyla ilgili Anayasa 36/I, AİHS 6
maddelerine aykırıdır. Bu nedenle, mahkemenin 9 adet tapeyle cezalandırma
kararı vermesi, CMUK 307 maddesine açıktan aykırıdır, mutlak bozma nedenidir. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza
Dairesi, herhangi bir somut gerekçe göstermeden, kamusal savunmamızı kabul
etmemiş, telefon görüşmelerini hukuka uygun saymıştır. Dolayısıyla, hukuka
aykırı elde edilen delillerle ilgili açıklamalarımız, Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin kararı içinde geçerlidir.
2.
DENİZ SEKİ HAKKINDA HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN
DELİLDEN HAREKETLE ELDE EDİLEN DELİLİN HUKUKA AYKIRI DELİL OLMASI
A)
Hukuka aykırı elde edilen delilden hareketle elde edilen
delilin, hukuka aykırı delil olarak elde edilmesi (delilin uzak etkisi)
Demokratik ceza düzenlerinde, meşru
olmayan araç kullanılması yasağına aykırılığından dolayı, “meşru amaç -
gayrımeşru araç” önermesine konu davranış olarak, hukuka aykırı elde edilen delilden hareketle elde edilen delilin de,
hukuken geçerli olamayacağı kabul edilmektedir. Bu duruma “delilin uzak etkisi”
veya “delil yasaklarının uzak etkisi” [69] denilmektedir.
Türkiye’de CMUK 254/II maddesi hükmüyle,
delilin uzak etkisinin kesin olarak kabul edildiği kabul edilmektedir. Anayasa
Mahkemesi, bir siyasal partinin kapatılması davasında, anılan ilkeyi
uygulamıştır [70].
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu da, hukuka aykırı delilin uzak etkisini kabul den kararlar
vermiştir [71]. CMK 217/2’ye göre, “Yüklenen suç, hukuka uygun bir
şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat olunur” [72]. Bu demektir ki, Türk hukukunda delilin uzak etkisi, esastan kabul edilmiştir [73]. Böyle olunca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
görüşünün aksine, hukuka aykırılığın niteliği ve derecesine bakılmaksızın [74], hukuka aykırı elde edilen delilin,
kovuşturmada kabulü, takdiri ve karara esas alınması mümkün değildir.
B)
Deniz Seki hakkında soruşturmada hukuka aykırı
delilden hareketle elde edilen diğer hukuka aykırı deliller
Yukarıda belirtildiği üzere, Deniz Seki ile
ilgili soruşturma, CMK 251/1’e göre bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılmamış, yetkisizlik içinde yetkisiz jandarma tarafından yapılmıştır. Bu yetkisiz işlemlerle elde edilen
delillerin tamamı, hukuka aykırı elde edilen delildir ve Anayasa 38/VI madde
hükmü gereğince Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak kullanılamaz. Buna
karşın, mahkeme, bu ilk hukuka aykırı
delilleri, sanık Deniz Seki’nin aleyhine cezalandırma kararında kullanmıştır.
Burada, Cumhuriyet savcısının bizzat yapmadığı ve
bizzat işlemin yapılmasına katılmadığı, denetim ve gözetiminde yaptırmadığı
işlemler ve yetkisiz jandarmanın hukuken yok hükmündeki işlemlerle elde ettiği
ilk hukuka aykırı delillerden hareketle, soruşturmada Deniz Seki hakkında elde
edilen diğer hukuka aykırı deliller tespit edilecektir. Bu tespitin
yapılabilmesine esas olacak olan ilk hukuka aykırı deliller, yukarıda
açıklanmıştır. Hukuka aykırı delilin uzak etkisinin uygulanması için, aşağıda sanık Deniz
Seki hakkında ilk hukuka aykırı delillerden hareketle elde edilen diğer hukuka
aykırı deliller tespit edilecektir.
Soruşturmada
yukarıda belirtilen ilk hukuka aykırı delillerden başka delilerde elde
edilmiştir. Cumhuriyet savcısı, şüpheli
sıfatıyla Deniz Seki ve ona atılı eylemlerle bağlantılı olarak Murat kod
adlı şüpheli, Apo kod adlı şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü olan şüphelinin ifadelerini almıştır [75]. Buna
karşın, dört şüphelinin savcılık ifadelerindeki beyanları incelendiğinde,
alınan ifadenin ve sorulan soruların, şüphelilerin yetkisiz jandarmanın elde
ettiği ilk hukuka aykırı delillere (ifade, aramadaki bulgular, tapeler)
dayandırıldığı görülmektedir. Buna göre, Cumhuriyet
savcısı, soruşturmada, şüpheliler Deniz Seki, Murat kod adlı şüpheli, Apo kod adlı
şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü olan şüphelinin ifadelerini,
yetkisiz jandarmanın yetkisiz işlemleriyle hukuka aykırı elde ettiği ilk hukuka
aykırı delillerden hareketle elde etmiştir. Cumhuriyet savcısının aldığı şüpheliler Deniz
Seki, Murat kod adlı şüpheli, Apo kod
adlı şüpheli ve Deniz Seki’nin şoförü olan şüphelinin ifadelerinde Deniz Seki’ye
atılı eylemlerle ilgili yer alan beyanlar (sözler), hukuka aykırı delildir [76].
Burada, Deniz Seki ile ilgili tape kayıtları, hukuka
aykırı delilin uzak etkisi bağlamında ele alınacak ve değerlendirilecektir. Deniz Seki,
13.08.2008-13.11.2008 arasındaki görüşmelerinde, yukarıda açıklandığı üzere
“dolaylı dinlenen kişidir”. Buna göre, Deniz
Seki’nin dolaylı dinlenen kişi olarak ilgili tapelerdeki beyanları, hukuka
aykırı elde edilen delildir. Bu demektir ki, Deniz Seki ile ilgili yukarıda belirtilen 9 adet tape kaydı,
soruşturmada ilk hukuka aykırı elde edilen tape kayıtlarıdır. Soruşturmada, bu
ilk hukuka aykırı delil olan 9 tape kaydına dayalı olarak, sonradan Deniz
Seki olduğu anlaşılan (x) kişinin kullandığı 0532 234 … nolu telefonla yapılan iletişimin dinlenmesi, kayda
alınma, tutanağa bağlanmasına ilişkin 13.11.2008
tarih 2008/1890 sayılı hakim kararı alınmıştır.
Görüldüğü üzere, hakim kararıyla elde edilen tapeler, ilk
hukuka aykırı elde edilen 9 tapeden hareketle elde edilmiştir. Bu demektir
ki, Deniz Seki ile ilgili hakim
kararlarıyla elde edilen tape kayıtlarının tamamı, hukuka aykırı delillin
uzak etkisi gereğince, hukuka aykırı
elde edilen tape kayıtlarıdır. 13.11.2008 tarihli hakim kararıyla elde edilen
tapelerden, Tape 58, Tape 68, Tape 75, Tape 86, Tape 92, Tape 95
nolu tapeler, sanık Deniz Seki’nin cezalandırma kararına esas alınmışlardır.
Ayrıca, Deniz Seki’nin şoförü sanığa ait
olup Deniz
Seki’nin kullandığı 0537 445 .. nolu telefonla ilgili 26.12.2008 tarih
2008/1919 tarihli hakim kararı alınmıştır. 26.12.2008 tarihli hakim kararıyla
elde edilen tapelerden, Tape 135, Tape 139, Tape 140, Tape 141, Tape 144,
Tape 145, Tape 146, Tape 231, Tape 232, Tape 263, Tape 293 nolu tapeler, Deniz
Seki’nin cezalandırma kararına esas alınmışlardır.
İlk
hukuka aykırı 9 adet tape kaydından hareketle elde edilen yukarıda belirtilen
hukuka aykırı elde edilen tape kayıtları ( 6 + 11 = 17 adet), Deniz
Seki’nin aleyhine kullanılamaz. Buna karşın, Mahkeme, bu son 17 adet tapeyi de, sanık Deniz Seki’nin aleyhine kabul
ve takdir etmiş, cezalandırma kararına esas almıştır. Bu durum, Karar
Gerekçesiyle sabittir [77].
Mahkemenin, bu son 17 adet tapeyle cezalandırma kararı vermesi, (a) Anayasa
38/VI, CMK 217/2 maddelerine aykırıdır, (b) adil yargılanma hakkıyla ilgili
Anayasa 36/I, AİHS 6 maddelerine aykırıdır. Bu nedenle, mahkemenin son 17 adet tapeyle cezalandırma kararı vermesi, CMUK 307
maddesine açıktan aykırıdır.
C)
Deniz Seki hakkında hakim önünde hukuka aykırı
delilden hareketle elde edilen diğer hukuka aykırı deliller
Şüpheli Deniz Seki ve diğer şüpheliler, tutuklama
istemiyle, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmişlerdir. Mahkeme,
Sorgu No: 2009/18 sayı ile 16.02.2009 tarihinde duruşma yapmış, Deniz Seki ve
onun eylemleriyle bağlantılı Murat kod adlı şüpheli ile Apo kod adlı şüphelinin
sorgularını yapmış ve beyanlarını almıştır. Şüpheliler Deniz Seki [78], Murat kod adlı kişi [79] ve Apo kod adlı kişiye [80], sorguları sırasında,
savcılık ifadeleri ve dosyada bulunan tutanak, kayıtlar ve ifadeler okunmuş ve
sorulmuş, bunlarla ilgili beyanları alınmıştır.
Görüldüğü üzere, hakim önünde elde edilen üç şüphelinin
beyanları, ilk hukuka aykırı elde edilen delillerden hareketle elde edilmiştir.
Bu demektir ki, Deniz Seki, Murat
kod adlı kişi ve Apo kod adlı kişinin hakim
önündeki 16.02.2009 tarihli beyanları, hukuka aykırı delillin uzak etkisi
gereğince, hukuka aykırı elde edilen
şüpheli beyanlarıdır.
Deniz Seki ve diğer şüpheliler, mahkeme önünde
sorgularında beyanlarda bulunmuşlardır. 01.10.2009 tarihli (1) nolu oturumda, Deniz
Seki’nin sorgusu yapılmış ve savunması alınmıştır. Deniz Seki, yazılı savunma
vermiş, iddiaları kabul etmemiş, “7-8 ay kadar bu maddeyi kullandım. Pişmanın,
kimseye aracılık etmedim” [81] demiştir. Mahkeme, yetkisiz jandarma, savcılık, hakim
önündeki ifadelerini sormuştur: “Klasör 8 dizi 391-420 jandarmada susma
hakkını kullandığına dair tutanak, klasör 10 dizi 285-287 savcılık, 293-303
hakim önündeki ifadeleri okundu: Savcılık ifademi kesinlikle kabul etmiyorum,
hata yaptım kabul ediyorum, bedelini ağır ödedim, dedi”. Mahkeme, tape kayıtlarını sormuştur: “Klasör 8 dizi 1-340 taki
tapeler okundu: Çoğunu kabul etmiyorum dedi”. Mahkeme, yetkisiz jandarma alınan iki tanık beyanını sormuştur: “….,
….’ın ifadeleri okundu, aleyhe olanları kabul etmiyorum, tahliyemi istiyorum
dedi” [82].
Mahkeme ve sanık müdafileri, Deniz Seki’ye sorular
sormuştur. Sorular incelediğinde, sorulara konu eylem ve olguların, hukuka
aykırı elde edilen ilk delillere dayandığı açıkça görülmektedir:
“Soruldu: Ben …’i Murat ismiyle tanıyorum, …… (Apo kod
alı kişi) ..’den aldım. Diyar isimli kendisini hiç görmediğim şahsı aradım,
onun yönlendirmesiyle … (Apo kod alı kişi) bana uyuşturucu madde getirdi.
Soruldu: Ben satıcı şahıslardan arkadaşları(m)a ve
yakınlarıma uyuşturucu temini için uyuşturucu madde almadım, uyuşturucu maddeye
karşı olacağım, dedi.
Sanık (Apo kod alı kişi) müdafiinin talebi üzerine soruldu:
Sanık Deniz Seki: (Apo kod alı kişi) .. bana birkaç kez geldi, bir tane küçük hasta
kızı olduğunu söyledi, kendisi utandığını, bu işi yapmak istemediğini ve
bıraktığını söyledi, dedi.
Sanık (Deniz Seki’nin şoförü) müdafiinin talebi
üzerine soruldu:
Sanık Deniz Seki: … bana 7 yıl boyunca emek vermiş şoförüm ve
yardımcıydı, bir çok işimi halleden kişiydi, bana ne getireceğini bilmezdi,
CD’ler, zarflar getirirdi, ancak içinde ne olduğunu bilmezdi, dedi” [83].
Görüldüğü üzere,
Deniz Seki’nin sorgudaki beyanı tamamen,
yukarıda açıklanan ilk hukuka aykırı delillere dayanmaktadır. Buna göre, Deniz Seki’nin sorgudaki beyanı da, ilk
hukuka aykırı elde edilen delillerden hareketle elde edilmiştir. Bu
demektir ki, Deniz Seki’nin sorgudaki
beyanı, hukuka aykırı elde edilen beyandır.
Yukarıda Deniz
Seki’nin sorgusunda sorulan, (a) jandarma, savcılık, hakim önündeki beyanları,
(b) tape kayıtları, (c) jandarmanın diğer işlemleri ve aldığı tanık beyanları,
Deniz Seki’ye atılı eylemlerle bağlantılı yukarıda belirtilen diğer şüphelilere
sorulmuştur. Şüpheliler Murat kod adlı kişi, Apo kod adlı kişi ile Deniz Seki’nin
şoförü kişinin sorgusu da, yukarıda açıklanan ilk hukuka aykırı delillere
dayanmıştır. Buna göre, sanık bu üç şüphelinin
sorgudaki beyanları, ilk hukuka aykırı elde edilen delillerden hareketle elde
edilmiştir. Sonuç olarak, sanıklar Deniz
Seki ve belirtilen üç şüphelinin sorgudaki beyanları, hukuka aykırı
delillin uzak etkisi gereğince, hukuka
aykırı elde edilen beyanlardır. Deniz Seki’nin sözü edilen üç şüphelinin sorgudaki
hukuka aykırı elde edilen beyanlarına dayalı cezalandırma kararı, hukuka aykırıdır.
Kovuşturmada, Adli Tıp Kurumu 5. Adli Tıp İhtisas
Kurulu’nun 03.08.2009 tarihli .. 1484 sayılı Raporu alınmıştır. Bu Raporda,
yetkisiz jandarmanın hukuken yok hükmündeki aramada Deniz Seki’ye ait olduğu
iddiasıyla elde ettiği bulgular incelenmiş, görüş açıklanmıştır. Bu Rapor, jandarmanın ilk hukuka aykırı
delillerinden olan ve belirtilen yetkisiz aramada hukuka aykırı elde edilen
bulguların incelenmesidir. Diğer söylemle, bu Rapor, hukuka aykırı
bulgulardan hareketle elde edilmiştir. Bu nedenle, 03.08.2009 tarihli .. 1484 sayılı Rapor, hukuka aykırı elde edilmiştir,
sanık Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak karara esas alınamaz. Buna
karşın, mahkeme, hukuka aykırı bu raporu da, Deniz Seki’nin cezalandırma
kararına esas almıştır. Bu durum, Anayasa 38/VI, CMK 217/2’e aykırıdır.
3.
MAHKEMENİN HUKUKA AYKIRI DELİLLERLE DENİZ SEKİ İLE
İLGİLİ CEZALANDIRMA KARARININ ANAYASAL HAK İHLALİ OLUŞTURMASI
A)
Mahkemenin hukuka aykırı delili kovuşturma dışı
bırakması görevi ile hukuka aykırı elde edilen delillerin reddi ile karara esas
alınamaması
Ceza Muhakemeleri
Kanunu’nda, AY 38/VI, AİHS 6’ya uygun hükümlere yer verilmiştir. Bunların
başında, CMK 206/2 (a)’ya göre “delilin
reddi” hükmü gelmektedir. CMK 206/2 (a)’ya göre, “Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse”, mahkemece reddolunur.
Görüldüğü üzere, CMK 206/2(a) maddesi hükmü emredici
hükümdür. Yasa koyucu, bu emredici hükümle, kovuşturmanın başında, yukarıda
açıklanan meşru olmayan araç
kullanılması yasağının zorunlu sonucu olarak, hukuka aykırı yolla elde edilen delillerin belirlenmesini, mahkemeye
görev olarak vermiştir. Yargıç veya
mahkeme, resen veya sanık müdafiinin isteği üzerine, belirtilen tespiti yapmakla görevlidir.
Kovuşturmada, hukuka aykırı yolla elde
edilen delilin kullanılamayacağı, Anayasanın ve kanunun emri gereğidir. Kovuşturmada, açık veya örtülü biçimde, hukuka aykırı yolla elde edilen delilin
kullanılması, demokratik ceza düzeninde meşru olmayan araç yasağının
çiğnenmesidir. Bu demektir ki, yargıç
veya mahkeme, CMK 206/2 (a)’ya konu bir delili, resen veya Cumhuriyet
savcısının veya müdafiin veya
sanığın istemi üzerine tespitinde,
kovuşturmanın başında, bu delilin reddine karar verecektir.
Yargıç veya mahkemenin, resen veya istem üzerine, bir delilin hukuka aykırı yolla elde edildiğinin tespitinde, meşru
olmayan araç kullanılması yasağının zorunlu sonucu olarak, bu delilin kovuşturma dışı bırakılması gereklidir. Demokratik ceza
düzeninde meşru olmayan araç kullanılması yasağı, hukuka aykırı yolla elde
edilen delile dayalı delil elde etme yasağını da kapsar.
Böyle olunca, yargıç veya mahkeme, resen veya istem üzerine bir delilin hukuka aykırı yolla elde edilip
edilmediğini tespitinde, derhal bu delilin reddine karar verecektir (CMK
206/2-a). Yargıç veya mahkeme, özellikle
istem üzerine bir delilin hukuka aykırı olup olmadığının tespitini ve istemin
derhal karara bağlanması görevini erteleyemez.
Anayasanın 38/4 ve AİHS 6/2
maddeleriyle, “suçsuzluk karinesi” (masumiyet karinesi) kabul edilmiştir. Hukuka aykırı elde edilen delilin,
yargılamada kabulü, takdiri ve kullanılması, suçsuzluk karinesinin çiğnenmesine
yol açar.
Ceza
Muhakemeleri Kanunu’nda, hukuka aykırı elde edilen delillerle ilgili
yaptırımlar gösterilmiştir. Hukuka aykırı delillerle ilgili
yaptırımlar, (a) delilin reddi (CMK 206/2-a), (b) delilin karara esas
alınamamasıdır (delilin değerlendirilmesi yasağı) (CMK 217/2). Bunun içindir ki, “delilsiz vicdani kanaat”
olmayacağı gibi, hukuka aykırı elde
edilen delilin “vicdani kanaatle” takdiri de olamaz.
Gerçekten, “Yüklenen suç hukuka uygun
bir şekilde elde edilen her türlü delille ispat edilebilir” (CMK 217/2). Bu
nedenle, CMK 217/2 madde hükmüyle, maddi gerçeğin araştırılması ve tespitinin,
her türlü usulle, yani her ne pahasına olursa olsun değil, salt hukuka uygun
usullerle elde edilen delillerle yapılacağı belirtilmiştir. Bu demektir ki, meşru olmayan araçlarla elde edilen
deliller, hukuka aykırı elde edilen delillerdir ve kovuşturmanın başında
tespitle reddedilmeleri gerekir (CMK 206/2-a) ve sorgudan itibaren kullanılamazlar
(AY 38/VI, CMK 217/2).
Böyle olunca, hukuka aykırı elde edilen delil, mahkemece reddolunur, takdir edilemez,
karara esas alınamaz, yargılamada bu delil yokmuş gibi davranılır.
B)
Deniz Seki hakkında hukuka aykırı delillerin
tamamının cezalandırma kararına esas alınmasının anayasal hak ihlalini
oluşturması
Yukarıda belirtildiği üzere, CMK 206/2 (a) maddesi emredici hükmü gereğince, kovuşturmanın başında
hukuka aykırı elde edilen delilin reddedilmesi hükme bağlanmıştır. CMK
206/2 (a) maddesi emredici hükmüyle, Mahkemeye, kovuşturmanın başında, hukuka
aykırı yolla elde edilen delillerin belirlenmesi ve reddi görev olarak
verilmiştir.
Belirtilen nedenle, sanık Deniz Seki hakkında, yukarıda
açıklanan şekilde yetkisiz jandarma ve
personelince yapılan yetkisizlikten hukuken yok hükmündeki işlemlerle, yani
hukuka aykırı elde edilen deliller olan,
(a) 13.02.2009
tarihli saat 09.10-11.00 arasında - … Otelinin 105 numaralı odasında- yapılan arama ve el koyma işlemiyle elde
edilen -Deniz Seki’ye ait olduğu iddia edilen- bulgular,
(b) 15.02.2009
tarihli Ekspertiz Raporu,
(c) 16.02.2009
tarihli Fezleke’de belirtilen Murat kod adli sanık, Apo kod adlı sanık, Deniz
Seki’nin şoförü sanığın jandarma ifadelerinde Deniz Seki’ye atılı eylemlerle
ilgili beyanları ile yukarıda belirtilen tanıkların beyanlarının tamamı,
(d) Deniz Seki hakkında dosyada mevcut “Klasör
8’deki dizi 1-340 tapeler” ve içindeki beyanlar,
Hukuka aykırı elde
edilen delillerdir.
Bu hukuka aykırı
elde edilen delillerin tamamı, Anayasanın 38/VI maddesi kapsamındadır. Mahkeme, yukarıda belirtilen hukuka aykırı elde edilen bulgu ve
delilleri, kovuşturmada tespit ve reddetmemiş (CMK 206/2-a), hukuka aykırı bu delilleri, Deniz Seki’nin aleyhine kabul ve takdir
etmiş, kararına esas almıştır.
Klasör 9’da bulunan toplam 296 adet
görüşmeye ait tape kayıtları [84], Deniz Seki’nin şoförü sanığın jandarma
ifadesi [85], jandarma tarafından alınan tanık beyanları,
Gerekçeli Kararda Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak kabul edilmiştir. Gerekçeli
Karar’da Deniz Seki’nin aleyhine kabul ve takdir edilen, karara esas alınan
delillerin tamamı, yukarıda açıklanan yetkisizlikten hukuken yok hükmündeki
işlemlerle, yani hukuka aykırı elde edilen tape kayıtları, tanık ve sanık
beyanlarıdır. Gerekçeli Karar
incelendiğinde, Mahkemenin, sanık Deniz Seki hakkındaki cezalandırma kararını,
yukarıda belirtilen hukuka aykırı elde edilen delillerle verdiği
anlaşılmaktadır [86]. Sonuç olarak, Mahkeme, Deniz Seki hakkında, yukarıda belirtilen hukuka aykırı
delillerle, cezalandırma kararını vermiştir.
Sanık Deniz Seki’nin, Anayasanın 38/VI, CMK 217/2 maddelerine aykırı
biçimde, hukuka aykırı deliller esas
alınmak yoluyla, cezalandırılmasına karar verilmesi, anayasal hakkı olan, adil
yargılanma hakkının açık ihlalidir. Somut olayda, sanık Deniz Seki hakkında hukuka aykırı elde edilen ilk
deliller (dolaylı kişi durumundaki tapeler, aramada elde edilen bulgular ve
Ekspertiz Raporu, jandarmadaki şüpheli ifadeleri ve tanık beyanları) ile bu ilk hukuka aykırı delillerden
hareketle elde edilen diğer hukuka aykırı deliller (savcılık, hakim ve
sorgudaki şüpheli ve sanık beyanları, 13.11.2008’den sonraki tape kayıtları,
Adli Tıp Kurumu’nun uyuşturucu maddeyle ilgili raporu), Anayasanın 38/VI, CMK 217/2 maddelerine göre, delil olarak kabul
edilemeyecek, bu delillerin tamamı yokmuş gibi davranılacaktır.
Tüm
hukuka aykırı delillerin hukuken yok sayılması, sanık Deniz Seki’nin aleyhine
delil olarak kabul ve takdir edilememesi, karara esas alınamaması nedenleriyle,
kalan delillerin, sanık Deniz Seki’ye atılı eylemlerin ispatına yeterli
derecede olmadığı açıktır. Bu
nedenle, sanık Deniz Seki’nin atılı
eylemlerden delil yetersizliğinden beraati yerine, cezalandırılmasına karar
verilmesi, usule ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Gerçekten, bizzat Yargıtay 10. Ceza Dairesinin aşağıdaki kararları da, bu kamusal savunmamızı doğrulamaktadır:
“Kendisinde uyuşturucu madde ele
geçirilemeyen, kullandığını belirttiği maddenin uyuşturucu niteliğinde olup
olmadığı tespit edilemeyen ve uyuşturucu madde kullandığı teknik yöntemlerle de
belirlenemeyen sanığın; uyuşturucu madde kullandığına ilişkin soyut beyanı
dışında, atılı suçu işlediğine ilişkin, kuşku sınırlarını aşan kesin delil
bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı biçimde hüküm kurulması, Yasaya
aykırı”dır [87].
“Kendisinde uyuşturucu madde elde edilemeyen
sanığın, kullandığı kabul edilen maddenin ele geçirilememesi ve teknik yöntemle
uyuşturucu madde olduğu saptanamamış olması karşısında; uyuşturucu madde
kullanmak suçunu işlediğine ilişkin soyut beyanı dışında delil bulunmadığı
gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyet kararı verilmesi, Yasaya aykırı”dır
[88].
Dosyadaki
“telefon konuşmalarında geçen ve ticaretini yaptıkları ileri sürülen maddelerin bulunmaması nedeniyle uyuşturucu
veya uyarıcı nitelikte olup olmadığının teknik yöntemlerle belirlenemediği,
böylece sanıkların üzerlerine atılı suçu işlediklerine ilişkin yeterli delil
bulunmadığı gözetilmeden, beraatleri yerine hükümlülüklerine karar
verilmesi Yasaya aykırı”dır [89].
“Kendisinde
uyuşturucu madde ele geçmeyen sanığın
uyuşturucu madde ticareti yaptığına ilişkin, diğer sanık Mehmet’in sonradan
döndüğü soyut açıklamaları dışında, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve
inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyet kararı
verilmesi, Yasaya aykırı”dır [90].
C)
Hukuka aykırı delillerin takdirindeki usul
hatalarıyla sanık Deniz Seki’nin cezalandırılmasının bozma nedeni oluşturması
Yukarıda
mahkemenin Deniz Seki hakkında, hukuka aykırı elde edilen delillerle
cezalandırma kararı verdiği açıklanmıştır. Ayrıca, mahkeme, hukuka aykırı elde edilen ve karara esas alınamayacak olan
delillerin takdirinde, yargısal kararlarla getirilen uygulamaya aykırı
davranmıştır. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi ve Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, sanık müdafii olarak yaptığımız kamusal savunmayı göz önüne almamış,
mahkemenin hukuka aykırı elde edilen delilleri, Yargıtay’ın kabul ettiği
uygulamaya aykırı takdir ettiğini tespit etmemiştir. Diğer bir söylemle, Yargıtay, hukuka aykırı elde edilen
delillerin bile, yargısal kararlara uygun takdirini sağlamamış, Deniz Seki’nin
hukuka aykırı delillerin yerleşik uygulamaya aykırı kararla cezalandırılmasını
bozma nedeni saymamış ve bu duruma göz yummuştur.
·
Mahkemenin iletişimin dinlenmesine ilişkin mahkeme
kararlarını duruşmada okumamasının ve tape kayıtlarının hukuka aykırılığı
savunmasını tartışmamasının bozma nedeni oluşturması
Deniz Seki’nin mahkemedeki sorgusuna ait
mahkemenin işlemleri, yukarıda aynen verilmiştir. Deniz Seki sorgusunda, tapelerin çoğunu kabul etmediğini beyan
etmiştir. Tutanağa göre, “Klasör 8 dizi 1-340 taki tapeler okundu: Çoğunu kabul etmiyorum dedi” [91]. Buna karşın, Mahkeme,
sorguda, iletişimin tespitiyle ilgili olarak, mahkeme kararlarını duruşmada
okumamış, hangi tape kayıtlarının
kimler için verildiğini tespit etmemiş ve sanık
Deniz Seki’nin bu kararlarla ilgili bilgi sahibi olmasını ve ona göre beyanda
bulunmasını sağlamadan, eksik soruşturma ile kararın gerekçesindeki tapelerle
cezalandırma kararı vermiştir.
Ayrıca, sanık müdafii, kovuşturmada, aşamalardaki beyanlarında ve esas
hakkında savunmasında, yukarıda açıklanan şekilde tape kayıtlarının hukuka aykırı elde edildiklerini, sanık Deniz
Seki’nin aleyhine delil olarak kabul edilemeyeceklerini bildirmiştir. Buna
karşın, mahkeme, kararın gerekçesinden
anlaşılacağı gibi, sanık müdafiinin bu haklı ve doğru savunmasını ele almamış,
görmemiş, tartışmamış, eksik soruşturmayla, hukuka aykırı delillerle hatalı
karar vermiştir.
Yargıtay’ın
bir kararına göre, “hükümlülük kararında kanıt olarak kabul edilen iletişimin tespitine dair belgelerin yasal
dayanağını oluşturan kararların dosyaya getirtilip duruşmada okunmadığı, iletişimin
tespitinin kim hakkında, hangi suça ilişkin olarak ve hangi süreyle
gerçekleştirildiği, hukuka uygun ya da
aykırı olarak elde edilip edilmediği hususlarının tartışılıp değerlendirilerek
gerekçeye yansıtılmadığı” “Anlaşılmıştır. Bu durumlar karşısında; .. 2- CMK’nın
135, 206/2-a, 230/2 ve 217. maddeleri gereğince iletişimin tespitine dair
kararların dosya içerisine konulması ve duruşmada okunmak suretiyle delillerin
hukuka uygun ya da aykırı olup olmadıklarının tartışılıp değerlendirilmesi”
“Gerekirken eksik soruşturma ile ve yetersiz gerekçeyle hükümler kurulması, /
Bozmayı gerektirmiş”tir [92].
Görüldüğü üzere, yukarıda sunulan
Yargıtay kararı, yukarıdaki eksik soruşturma ile cezalandırma kararı
verildiğine ilişkin temyiz itirazımızı doğrulamaktadır. Bu durumda, olağan olan
eksik soruşturma ile verilen kararın
onanması değil, bozulmasıdır.
·
Yerleşik yargısal görüşe göre, mahkemenin, sanık Deniz
Seki’nin kabul etmediği tape kayıtlarını usulüne uygun tespit edip sonucuna
göre karar vermesi yerine, eksik soruşturmayla cezalandırma kararı vermesinin,
bozma nedeni oluşturması
Deniz
Seki sorgusunda, yukarıda
belirtildiği üzere, tapelerin çoğunu
kabul etmediğini beyan etmiştir. Buna karşın, Mahkeme, sanık Deniz Seki’ye hangi
tapelerdeki konuşmaları niçin ve neden kabul etmediğini sormamış ve hangi
tapelerin kabul edilmediğini tespit etmeden, eksik soruşturma ile kararın
gerekçesindeki tapelerle cezalandırma kararı vermiştir. Buna karşın,
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerleşik görüşüne göre, mahkemenin, sanık Deniz Seki’nin
kabul etmediği tape kayıtlarını usulüne uygun tespit etmesi ve sonucuna göre
karar vermesi zorunludur.
Yüksek
Dairenin konuyla ilgili bir kararına göre, “Emanetin 2008/183 sırasında kayıtlı
olduğu anlaşılan telefon dinlemesine ilişkin çözüm tutanakları ile izlemeye
ilişkin kamera kayıtlarının, DVD çözüm tutanaklarının getirtilerek sanığa
okunması, gerektiğinde sanığa kamera
kayıtlarının izletilmesi ve telefon
konuşmalarının dinletilmesi, görüntü ve konuşmaların kendisine ait olup
olmadığının ve kendisine ait ise neyi ifade ettiğinin sanıktan sorulması,
sonucuna göre tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun
belirlenmesi gerekirken, eksik soruşturma ile hüküm kurulması, Yasaya
aykırı”dır [93].
Yüksek
Dairenin diğer bir kararına göre, “Hükümlere
esas alınan telefon dinlemelerine ilişkin çözüm tutanaklarının getirtilerek
sanıklara okunması, itiraz etmeleri
halinde ses kayıtları getirtilip dinletilerek sanıklardan diyeceklerinin
sorulması, görüşmelerin kendilerine ait olmadığını belirtmeleri durumunda
ses örneklerinin alınması ve ses kayıtlarının sanıklara ait olup olmadığı
konusunda Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesine veya uzman bir kurum ya da
kuruluşa ses analizi yaptırılarak rapor alınması, .. gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma sonucu yetersiz veya soyut
gerekçe ile hüküm kurulması, Yasaya aykırı”dır [94].
Mahkemenin,
Yüksek Dairenin sunulan kararına
aykırı olarak, sanık Deniz Seki’nin
bir kısım tapeleri kabul etmediği açık beyanına karşın, sanığın kabul etmediği tapeleri tespit etmeden, eksik soruşturmayla,
tüm tapeleri esas alarak cezalandırma kararı vermesi, usule ve yasaya aykırı
olup, bozma nedenidir. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, yukarıdaki
usul eksikliği temyizde tarafımızdan kamusal savunmayla bildirilmesini göz
önüne almamış, yerleşik yargısal karar ve uygulamasına sahip çıkmamış, Deniz
Seki’nin usule ve yasaya aykırı cezalandırılmasını önleme görevini yerine
getirmemiştir.
·
Mahkemenin, duruşmada okumadığı tanıklar E. S. ve Ş.
Ç.’ın jandarma ifadelerini kararına esas almasının, mutlak bozma nedeni
oluşturması
CMK 217/1-I’e göre, “Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş
ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir”. Mahkeme, tanıklar E. S. ve Ş. Ç.’ın,
yetkisiz jandarmanın aldığı ifadelerini, duruşmada okumamış, sanık Deniz
Seki’nin sorgusunda sormamış, açıkçası, duruşmaya getirmemiştir. Buna
karşın, mahkeme, bu iki kişinin jandarma
ifadelerini, tanık sıfatıyla cezalandırma kararına esas almıştır. Mahkemenin
belirtilen işlemi, CMK 217/1-I maddesi emredici hükmüne aykırıdır, mutlak bozma
nedenidir. Yargıtay, temyiz incelemesinde, usule esaslı aykırılığı tespit
etmemiş, cezalandırma kararını onamıştır.
·
Mahkemenin, tanık F. Ş. Ö.’ın jandarma ifadesini
kararına esas almasına karşın, kovuşturmada dinlememesinin, bozma nedeni
oluşturması
Yetkisiz jandarma, F. Ş. Ö.’ın tanık
sıfatıyla beyanını almıştır [95].
Mahkeme, F. Ş. Ö.’ın jandarma ifadesini, tanık beyanı olarak, cezalandırma
kararına esas almış, kovuşturmada dinlememiştir. Mahkeme, adı geçenin jandarma
ifadesini “önemli” görmüş, tanık sıfatıyla kararına esas almıştır. Bunun için,
mahkemenin adı geçeni kovuşturmada dinlemesi gerekir (CMK 211/1-a). Mahkemenin
belirtilen hatalı işlemi, eksik soruşturmadır, bozma nedenidir. Yargıtay,
temyiz incelemesinde de bu durumu tespit etmemiş veya bu durumun nasıl ve ne
şekilde usule uygun olduğunun gerekçesini göstermemiştir.
[1] Deniz Seki’nin cezaevinde olması
ile ilgili çeşitli görüşler için bkz. ARMAN,
Ayşe: 2015’te herkese eşitlik ve adalet… Deniz Seki’ye de!, Hürriyet
Cumartesi, 27.12.2014 s.2.
ARMAN, yukarıdaki
yazısından önceki bir yazısında, Deniz Seki’den kendisine gelen bir mektup
üzerine, Deniz Seki’nin cezaevinde olmasıyla ilgili düşüncelerini açıklamış ve
Deniz Seki’nin mektubuna yer vermiştir. ARMAN’ın bu yazısının girişindeki
sözleri, yukarıda Önsöz’e alınmıştır. Bu yazıdaki isyan, gazeteciliğe özgü
takipçilik ve haklı sorular, yapılmakta olan bu çalışmanın sonuçlandırma sürecini
hızlandırmıştır. ARMAN’ın haklı sorularını, herkesin, öncelikle hukukçuların
sorması gerekir. Bu nedenle, ARMAN’ın görüşü aşağıya alınmıştır:
“Bu nasıl bir
adaletsizliktir! ‘Vicdan’ diye bir şey yok mu? Yazıklar olsun! Hepimizin
vicdanı rahatsız… Soruyoruz size, bu kız niye içeride? Bakın, sokakta kimi
çevirirseniz çevirin, herkes diyecektir ki, “Deniz Seki mi? O talihsiz kız mı?
Onu günah keçisi ilan ettiler!” Böyle bir kanı var. İnsanlar, Deniz Seki’nin
bir sersemlik ettiğini -hani küçükken, “Kötü çocuklara uyma” denir ya, gaflete
düştüğünü- ama cezaevine girerek bunun cezasını çektiğini düşünüyor. Uyuşturucu
ticareti yapabilecek kadar alçalabileceğine inanmıyor. Türk halkının
sezgilerine her daim inanıyorsunuz da şimdi niye inanmıyorsunuz? Başkalarına
güç yetmiyor, ona mı yetiyor? Onu içeri tıkınca, bu ülkedeki uyuşturucu sorunu
temizleniyor mu? Emsal dava mı yani bu? “Bakın, biz nelere kadiriz”i göstermek
mi? Peki ya sokaklarda hala uyuşturucu satanlar… Onlar ne olacak? Gençleri
gerçekten zehirleyenler… “Onları alamıyoruz Deniz’i alalım” mı? Yok hayır,
bütün bu dediklerim yanlışsa… O zaman biri çıksın, bize anlatsın bu kız neden
içeride? Belgeleriyle koysun önümüze, bir çelişki olmadığını görelim, susalım…
Bu nasıl bir şeydir ya? Bu nasıl bir ülkedir? Hani bilmesek insanların
senelerce suçsuz yere içeride yattığını, “Asla haksız yere böyle bir şey olmaz,
bir bildikleri vardır, vicdanımız rahat!” diyeceğiz. Ama değil. İnancımız
kalmadı hiçbir şeye… Bu mereti bir tek o mu kullandı? Sokaklarda peynir ekmek
gibi bonzai satılıyor, gencecik çocuklar ölüp ölüp gidiyor. Tık yok. Ama Deniz
Seki günah keçisi! Bu konuda görüş bildirmek isteyenler lütfen bana yazsınlar…
Deniz Seki’den mektup aldım. Şimdi sizleri o mektupla baş başa bırakıyorum” (ARMAN, Ayşe: Deniz Seki’den mektup var,
Hürriyet Cumartesi, 20.12.2014 s.2).
[2] HAFIZOĞULLARI, Zeki: Laiklik İnanç, Düşünce Ve İfade Hürriyeti, Ankara
1997, US-A Yayıncılık, s. 105 dn 48.
[3] Bu madde başlığı altında yer alan
açıklamalarımız, Yüce Divan’ın 2011/1 esasında yazımlı kamu davasına verilen
Esas Hakkında Kamusal Savunma’daki görüşlerimizden alınmıştır. ACAR, Bülent Hayri: Türk Demokratik Ceza
Düzeninde Meşru Araç Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, Ankara Kasım 2012,
s. 7/257-17/257 (Yayımlanmamıştır).
[4] Toplum / hukuk / devlet düzeninin
oluşturulmasında aklilik ve naklilik konusu, ilk kez HAFIZOĞULLARI tarafından
ele alınmış, incelenmiş, sistemleştirilmiştir. Aşağıdaki açıklamaların
temelini, HAFIZOĞULLARI’nın çeşitli yayınlarındaki görüşleri oluşturmaktadır.
Bkz. HAFIZOĞULLARI, Zeki: “Din ve Vicdan Hürriyeti ve Türk Ceza Kanunu Ön
Tasarısı”, ABD 1987 Sayı 3; HAFIZOĞULLARI, Zeki: Laiklik İnanç, Düşünce ve
İfade Hürriyeti, US-A Yayıncılık, Ankara 1997; HAFIZOĞULLARI, Laiklik
Düşüncesi, Tanımı, Kapsamı, Sınırları ve Hukuk Düzenimizde Laiklik. ACAR,
Bülent Hayri: Laik - Demokratik Devlet Düzeni Ve Büyük Orta Doğu Projesinin
Hukuki Çıkmazı, US-A Yayıncılık, Ankara 2006.
İnsanlık tarihinde,
evreni ve evrende insanı açıklamakta, uzun bir dönem egemen olan anlayış, inanç
temelli “nakli” açıklamadır. Nakli açıklama, evrenin ve evrende insanın, ilahi
iradeye, kutsal metinlere, vahiysel gerçekliğe göre algılanması ve
açıklanmasıdır. Nakli açıklamayla, teokratik düşünce, örgütlenme, teokratik
veya teosantrik toplum / hukuk / devlet düzenleri oluşmuştur. Teokratik
düzenlerde, egemenliğin, hukukun maddi kaynağı, ilahi iradedir, şekli kaynağı
ilahi iradeye bağlı inanç veya dinin kutsal kitapları ve bunlara bağlı ilahi
kaynaklı diğer düzenlemelerdir. Buna karşın, insanlık tarihi, Hümanizma,
Rönesans, Reformla birlikte, evrenin ve evrende insanın açıklanmasında, inanç
asal değerinden, akıl asal değerine geçilmeye, özellikle toplum düzenlerinin
akıl asal değerine göre oluşturulmaya başlandığını göstermektedir. Evrenin,
akıl asal değerine göre, yani akli açıklanmasında, evren ve evrende insan, salt
akılla, beşeri iradeyle, ilahi iradeyle bağlı olmaksızın ele alınmış,
algılanmış ve açıklanmıştır. Akli düzenlerde, egemenliğin, hukukun maddi
kaynağı beşeri irade, şekli kaynağı yazılı hukuk (anayasa, yasa, tüzük,
yönetmelik), örf ve adet hukuku, örf ve adettir. Akli düzenler, laik düzen ve
seküler düzen diye ikiye ayrılır. Toplum, toplumu yaratan asal değerin
niteliğine bağlı olarak, teokratik düzenlerde “yaratılmıştır”, akli düzenlerde
“yapılmıştır”.
[5] İlahi iradeye, kutsal metinlere, vahiysel gerçekliğe aykırı hukuk
yapabilmenin, ifade özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerin söz konusu
olmadığı teokratik veya teosantrik düzenlerde, demokrasi ve demokratik düzen
söz konusu olamaz.
Bu düzenlerde, düzenin maddi kaynağının ilahi iradeye bağlı olmasının sonucu
olarak, dinin / inancın kamusallığı, yani toplum / hukuk düzeninin, dine,
inanca dayalı bulunması nedeniyle, özgür iradeyle, dinin / inancın temel
değerlerine aykırı biçimde hukukun yapılması olanağı bulunmamaktadır.
Teosantrik düzenlerde, yasama ve yürütme organlarının seçimle iş başına
gelmesi, bunların hukuk kuralı koymaları, hukukun maddi kaynağının ilahi irade
olması ve ilahi iradeye aykırı hukukun yapılmasının söz konusu olamaması
nedeniyle, demokratik düzen niteliğini taşımaz.
[6] Toplumun düzeninin maddi
kaynağının, ilahi iradeye değil, beşeri iradeye bağlı olmasında, kendiliğinden,
demokratik düzen kurulmuş olmaz. Akli düzenlerde, demokrasinin varlığı, düzenin
demokratik niteliği, toplumun ve onu oluşturan bireylerin özgür iradesine, bu
bağlamda, toplumun tekçi düşünceye değil, çokçu veya çoğulcu düşüncenin
varlığına, hukukun bu düşünce yapısıyla yapılmasına bağlıdır. Beşeri iradenin, doğrudan topluma ve özgür
bireye değil, imtiyazlı kişi veya gruplara ait olmasında, onlar tarafından
hukukun yapılmasına ilişkin toplum düzenleri, akli - otoriter / totaliter
düzenlerdir. Akli - otoriter / totaliter düzenler, beşeri iradenin toplum
değil, imtiyazlı kişi veya gruplarca kullanılması nedeniyle, demokratik düzen niteliğini taşımazlar.
[7] ACAR,
Bülent Hayri: Türk Hukuk Düzeninin Temel Normunun Korunması Sorunu, US-A
Yayıncılık, Ankara 2010, s. 45.
[8] Bkz. HAFIZOĞULLARI, Zeki: Bir Kültür Ürünü Olarak Hukuk Düzeni, ABD Yıl
54 S. 1997/3.
[9] “Ceza hukuku düzenini, ceza
normunu bir yapı, bir biçim olarak incelemek, bir yerde, hatta zorunlu olarak
hukuku, hukuk normunu bir yapı, bir biçim olarak incelemektir. Bu zorunluluk,
özeli genel içinde, genelle birlikte incelemeyi gerektirmektedir. / Ancak, bu
durum, incelemeyi belli bir noktadan, yani deneysel temele dayalı bir
varsayımdan başlamayı zorunlu kılmaktadır. O nedenle, burada, incelemenin
kendisinden başlatılarak sürdürüldüğü temel bir varsayım kabul edilmiştir. Bu
varsayım, ‘hukukun beşeri irade olduğu düşüncesi’dir” HAFIZOĞULLARI, Zeki: Ceza Normu Normatif Bir Yapı Olarak Ceza Hukuku
Düzeni, İkinci Baskı, Ankara 1996, US-A Yayınları, s. 3-4.
[10] “Hukuk, ceza hukuku “son tahlilde”
deneye dayalıdır” (HAFIZOĞULLARI, Ceza Normu s. 350).
[11] “Türk Ceza Hukuku düzeni, Anayasanın 2.
maddesinin mutlak emri gereğince, demokratik bir ceza hukuku düzeni olmak
zorundadır. Siyasi tartışmalar bir yana, Türk demokrasisi, pozitif bir değerdir. Kapsamı ve sınırları,
Anayasanın 1, 2, 3. maddeleri ve Anayasanın 2. maddesinin göndermede bulunduğu
hukukun genel ilkeleri, AİHS ve Ek protokolleri ve Devletin kabul edip
yürürlüğe koyduğu insan haklarını korumaya ilişkin uluslararası anlaşmalarla
muayyendir. Bugün, hukukun genel ilkelerine, Anayasaya, AİHS ve eki
protokollere ve diğer antlaşmalara aykırı bir ceza normunun ve uygulamasının,
düzenin geliştirdiği kendisini koruma cihazları karşısında, düzende geçerli
olması mümkün bulunmamaktadır. Gerçekten, Anayasa yargısı, AİHM yolunun açık
olması, demokratik bir ceza hukukunun teminatıdır” (HAFIZOĞULLARI, Zeki / ÖZEN, Muharrem: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler,
US-A Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara 2010, s.16).
[12] Bkz. AYM 27.03.1986,
1985/31 - 1986/11 kararı (AMKD S.22, Ankara 1987, s.115).
[13] ACAR,
Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 11/257.
[14] “Hukuk
düzeninde “amacın gayrımeşru olması”,
toplumun düzeninin hukukun uygun görmediği usullerle değiştirilmesi, ortadan
kaldırılması, yasaklanan faaliyetlerin yapılması ve eylemlerde bulunulmasıdır. “Aracın gayrımeşru olması” ise,
belirtilen biçimde gayrımeşru amacın gerçekleştirilmesi için hukukun
tanımadığı, yani uygun görmediği, yasakladığı usullerin ve araçların
kullanılmasıdır” (ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 11/257-12/257).
[15] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 13/257-14/257.
[16] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 15/257.
[17] “Anayasa
ve CMK, nelerin delil olduğunu, hangi şüphe sebeplerinin göz önüne
alınabileceğini, emare ve bulguların nasıl, yani hangi usul ve esaslarla elde
edebileceğini, yargılamada ne tarzda işleme konusu yapılacağını açıkça
göstermiştir. En başta hukuka, kanuna, genel ahlaka aykırı olan hiçbir şey, ne
emare, ne de kanıt olarak göz önüne alınabilir. Kanuna aykırı olan her şey,
kamu düzenine aykırılıktır. Hiçbir mahkeme, sadece hukuka ve kanuna aykırı
olarak değil, aynı zamanda etik kurallara da aykırı surette elde edilen
bulguyu, örneğin kurgulanmış olan bir görüntüyü, dava dosyasında muhafaza
edemez, emare veya delil olarak kullanamaz” (ACAR, Ceza Düzeninde Meşru
Araç Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 14/257).
[18] “Anayasada, başlangıçta, adli / yargısal faaliyette meşru olmayan
araçların kullanılması yasağı ile ilgili pozitif norm bulunmamaktadır. Avrupa
Birliği Uyum Yasaları kapsamında, 4709 sayılı Kanunun 15. maddesiyle,
Anayasanın 38. maddesine altıncı fıkra olarak, anılan yasakla ilgili pozitif
norm eklenmiştir. Anayasanın 38. maddesi, Anayasada yer alan bir ceza normudur.
Anayasanın 38/VI maddesine göre, “Kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular,
delil olarak kabul edilemez”. Madde hükmündeki “kanun” hukuktur. Buna göre,
Anayasanın 38/VI maddesi hükmü, yazım olarak hatalıdır. Kanun, Anayasaya,
AİHS’ne veya hukukun genel ilkelerine aykırı olabilir. Örneğin, kanunla adli /
yargısal faaliyette, işlem ve eylemde, meşru olmayan aracın kullanılmasına yer
verilebilir. Böyle bir kanun hükmü, Anayasaya, AİHS’ne veya hukukun genel
ilkelerine aykırıdır” (ACAR, Ceza
Düzeninde Meşru Araç Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 15/257).
[19] “Diğer bir söylemle,
demokratik düzenlerde, hukukun koyduğu usullerle elde edilmeyen her türlü
bulgu, meşru araç kullanma yasağına aykırı olarak elde edilmiştir. Meşru araç
kullanma yasağına aykırı elde edilen bulgu, delil niteliğini taşısın veya
taşımasın, kamusal faaliyetlerde, özellikle adli / yargısal faaliyetlerde
kullanılamazlar. Meşru araç kullanma yasağına aykırı elde edilen bulgu, kişinin
temel haklarının çiğnenmesi yoluyla elde edilmiştir. Demokratik düzenin temeli,
özgür irade ve hukuki güvenliktir. Meşru olmayan araç kullanılarak, kişilerle
ilgili bulguların elde edilmesi, öncelikle, hukuki ve anayasal bir kısıtlamaya
dayanmamaktadır. Bu nedenle, belirtilen hukuka aykırı yolla bulgu elde
edilmesinde, kişinin özgür iradesi veya hukuki güvenliği veya her ikisi
birlikte çiğnenmektedir. / Meşru olmayan araçlarla bulgu elde edilmesi, özgür
iradenin ve hukuki güvenliğin çiğnenmesi yoluyla, demokratik düzenin temeline
dinamit koymakla eş değerlidir. Bir devlet, suçla ve suçluyla, demokratik ve
hukuk devletinin ilke ve kurallarıyla mücadele edip başa çıkamıyorsa,
Anayasasında demokratik ve hukuk devleti yazmakla, demokratik ve hukuk devleti
olmaz. Demokratik ve hukuk devleti, anayasasında yazılı olsun veya olmasın,
demokratik ve hukuk devletinin ilke ve kurallarıyla, suçla ve suçluyla mücadele
edebilen ve başaran devlettir” (ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç
Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 16/257).
[20] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç
Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 16/257.
[21] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç
Kullanma Yasağına Aykırılığın Yaptırımı, s. 17/257.
[22] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı s. 42/257.
[23] Anayasa’nın
‘Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması’ başlıklı 13. maddesine göre, “Temel
hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde
belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu
sınırlamalar, Anayasanın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik
Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.
[24] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı s. 43/257.
[25] “Kanun
koyucu, anayasa koyucunun koyduğu usul ve esasları aşmamak, genişletmemek
koşuluyla, kısıtlama usul ve esasları koyabilir. Kanunla konulacak kısıtlama
usul ve esaslarının, Anayasayla konulan usul ve esasların, kişinin aleyhine
genişletilmesi şeklinde olmasında, Anayasaya aykırılık söz konusudur. Bu nedenle,
kanun koyucu, kısıtlama usul ve
esaslarını, kişinin, lehine düzenleyebilir, aleyhine düzenleyemez. Bu
demektir ki, kanun, yönetmelik veya
uygulama ile Anayasa’nın bu hükmü ile açık olarak gösterilen istisnanın kapsam
ve sınırları genişletilemez” (ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı s. 44/257).
[26] ACAR, Bülent Hayri: Kurucu İktidar Olma Eylemi İle Kurucu İktidar
Eylemlerinin Suçun Konusu Olmaması Ve Hukuki Sonuçları, (Milli Güvenlik
Konseyi Başkan Ve Üyesinin Erksiz / Yetkisiz Yargılanmasına İlişkin Kamusal
Savunma), Ankara 2012, US-A Yayıncılık,
s. 47/160-48/160) (ACAR, Kurucu İktidar Olma Eylemi).
[27] ACAR, Kurucu İktidar Olma Eylemi,
s. 48/160.
[28] Anayasada yer almayan bir kısıtlamanın yasayla
getirilemeyeceğine ilişkin AYM 26.11.1986,
1985/8 - 1986/27 kararı da görüşümüzü doğrulamaktadır (AMKD S.22, Ankara 1987,
s.323).
[29] ACAR, Ceza Düzeninde Meşru Araç Kullanma
Yasağına Aykırılığın Yaptırımı s. 45/257.
[30] “Tedbir ancak hakkında tedbir
kararı alınan kişi ile ilgili olduğundan, başka bir kişinin konuşması dinlenip
kayda alınabilecek midir? Yargıtay Ceza Genel Kurulu 13.06.2006 tarihli ve
122/162 sayılı kararında tedbirde adı geçmeyen başka bir kişinin dinlenip
alınan kaydın kanuna aykırı delil niteliğini taşıyacağı sonucuna ulaşılmıştır” (BAYRAKTAR, Köksal: Telekomünikasyon Yoluyla
Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Sempozyum, Ceza Muhakemesi Kanununun 3
Yılı, Teori Ve Uygulanmada Karşılaşılan Sorunlar, İstanbul Haziran 2009, s. 95).
Bkz. TAŞKIN, Mustafa, Adli ve İstihbari
Amaçlı İletişimin Denetlenmesi, 2. Baskı, Ankara 2008, s. 89-90.
[31] Bu madde başlığı altında yer alan
açıklamalarımız, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/110 (kapatılan
İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/4) esasında yazımlı kamu davasına
verilen 21.02.2013 tarihli dilekçemizdeki görüşlerimizden alınmıştır. Anılan
görüş, ilk kez, kapatılan CMK 250. Maddeyle görevli Erzurum 2. Ağır Ceza
Mahkemesinin 2006/20 esas sayılı dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesinde
görülmekte olan temyiz incelemesine verilen, 22.06.2008 tarihli dilekçemizde
ileri sürülmüştür. Bu dilekçelerde savunulan görüşle ilgili olarak Av. Dr.
Bülent H. Acar’ın kanundan doğan her türlü telif hakları saklıdır, bu görüş
izin alınmaksızın kullanılamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, işlenemez, atıf
verilmek suretiyle yasal sınırlar içinde alıntı yapılabilir. Aksine davranışta,
fikri mülkiyet ve telif haklarıyla ilgili ceza hükümlerine ilişkin ve diğer
yasal yaptırımlar uygulanacaktır. Bkz. Y.11.HD 07.06.2007, 2006/929-2007/8748,
YKD 2008/4 s.666-668.
[32] Hakkında dinleme kararı bulunmayan
kişi, bu telefon görüşmesini ve içeriğini kabul etse bile, bu kayıt ve
beyanlar, o kişinin aleyhine delil olarak kullanılamazlar. Aksi takdirde,
hakkında hakim kararı olmayan kişinin kişiliğine bağlı olan iletişim hak ve
özgürlüğüne, Anayasaya aykırı olarak dokunulmuş olur. Buna karşın, anılan
kişinin iletişim özgürlüğü, Anayasanın 12/I maddesi gereğince, kendisine karşı
bile korunmuştur.
[33] Bu demektir ki, Anayasanın herkesi
bağlayan hükümlerinden olan (AY 11/I), Anayasanın 12/I ve 22. maddeleri
gereğince, hakkında dinleme kararı olmayan / dolaylı dinlenen kişinin iletişim
özgürlüğü kısıtlanmış değildir. Bu nedenle, soruşturmada ve kovuşturmada, bu anayasal
sonuca uygun uygulama yapılarak, dolaylı dinlenen kişinin iletişim özgürlüğü ve
sonuçları korunacaktır.
[34] CMK 138/2 maddesinde, dolaylı
dinlenen kişinin, “yapılmakta olan soruşturma ve kovuşturma ile ilgisi olmayan”
suça konu olan beyanları, belirli ve sınırlı katalog suçlara ve unsurlarına
konu eylem ve olgularla ilgili ise, bu beyan delili, tesadüfen elde edilmiş
delildir. Hakkında hakim kararı olmayan / dolaylı dinlenen kişinin suça ilişkin
beyanının, CMK 138/2 veya CMK 135/6 kapsamında olup olmadığının belirlenmesinde
ölçüt, -tabii ki, usulüne uygun yapılmış olmak koşuluyla-, “yapılmakta olan
soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olması veya olmamasıdır”. Ayrıca, başka soruşturma
veya kovuşturma konusu olan her suç değil, diğer kişinin salt CMK 135/6’da
sayılan katalog suçlara ait beyanları tesadüfen delil olabilir.
[35] Dinlenen kişiyle ilgili işlem,
Anayasaya ve CMK’nin ilgili kurallarına aykırı ise, bu görüşmede dolaylı
dinlenen kişinin beyanları, CMK 138/2 kapsamında tesadüfen elde edilen delil
niteliğini taşımaz.
[36] Buna karşın, dolaylı dinlenen
kişi, CMK 135/6 maddesine göre beyanının alındığı tarihte, karara konu
soruşturma kapsamında kişi, yani şüpheli değilse, üçüncü kişi niteliğindedir.
Dolayısıyla, diğer kişinin suça konu olsun veya olmasın söz konusu beyanı da,
soruşturma dışı üçüncü kişinin beyanı niteliğindedir.
[37] Dolayısıyla, dinlenen kişinin
hakim kararıyla elde edilen beyanından farklı olarak, dolaylı dinlenenin beyanı,
Anayasa 22 ve CMK 135/6 maddelerine göre alınmış bir beyan değildir.
[38] Yetkili kişi, tesadüfen delili
elde ettikten sonra, bunu yetkili Cumhuriyet savcısına bildirmeyip, dolaylı
dinlenen kişiyi dinlemeye devam ederse, onun, dolaylı dinlenen kişiyi, hakim
kararı olmadan dinleme yetkisi olmadığından, tesadüfen elde edilen delil
dışındaki dinlemelerle elde ettiği iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması
bulguları, yetkisizlik nedeniyle hukuken yok hükmündeki dinleme işlemiyle elde
edilmiştir. Bu durumda, dolaylı dinlenen kişinin, tesadüfen elde edilen delil
dışındaki beyanlarının tamamı, hukuka aykırı elde edilen bulgulardır. Aynı
durum, dolaylı dinlenen kişinin elde edilen beyanının, soruşturma kapsamındaki
suçla ilgili olması durumunda da geçerlidir.
[39] “İletişimin tespiti kararı Av. ..
‘e ait cep telefonu için alınmış olup, sanık
… hakkında verilmiş herhangi bir iletişimin dinlenmesi kararı bulunmamaktadır.
Sanığa ait olan iletişimin tespiti tutanakları, tesadüfen elde edilmiş kanıt
niteliğindedir. Bu konuşmalarda tesadüfen elde edildiği kabul edilen suç
kanıtının değerlendirilebilmesi için 4422 sayılı Yasada herhangi bir hüküm yer
almadığı gözetildiğinde, iletişimin tespitine ilişkin bu tutanaklar yasa dışı
elde edilmiş kanıt niteliğindedir. Kaldı ki, 5271 sayılı CMY.nın 138. maddesine göre de bu tutanağa yasal bir kanıt değeri
verilmesi olanaksızdır.Zira,tesadüfen
elde edilen bu kanıt üzerine, ilk görüşmenin tespitinden sonra değil, bütün
görüşmeler kayıt edildikten sonra durum C. Savcısına bildirilmiş, sanık
hakkında herhangi bir iletişimin tespiti kararı olmaksızın tespit yapılmış
olduğundan, bu tutanaklar yasa dışı elde edilen kanıt niteliğindedir. Yasa dışı
elde edilen bir kanıtın ise soruşturma ve kovuşturma aşamalarında
kullanılmasına olanak bulunmamaktadır. / Bu itibarla dosyada bulunan
iletişimin tespitine ilişkin tutanakların yasa dışı olarak elde edilmiş kanıt
niteliğinde olduğu oyçokluğuyla kararlaştırılmıştır” (YCGK 03.07.2007,
2007/5-23-167).
[40] Gerçekten,
“telefon dinlemesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate
alınabilmesi için, söz konusu suçun da 135. maddede sayılan katalog suçlardan
birisine uygun olması gerekmektedir. Bu halde, durum derhal C. Savcısına
bildirilerek bu kanıtın değerlendirilmesi söz konusu olabilecek ve yasa dışı
elde edilmiş kanıt olarak değerlendirilmeyecektir” (YCGK 03.07.2007,
2007/5-23-167).
[41] Kanun koyucu, buradaki
düzenlemesiyle, kişilerin, şüpheli veya sanık da olsalar, haberleşme
özgürlüklerinin, ancak, hukuki yollarla kısıtlanabileceğini öngörmüş, diğer her
türlü usulü yasaklamıştır (CMK 135/7). Cumhuriyet savcısı, suçu usulüne uygun
takiple yükümlüdür ve suçu hukuka uygun yollarla takip olanağına da sahip
kılınmıştır. Cumhuriyet savcısının, suçu
hukuka uygun takip etmemesinin sonucu, suçu önlemek gerekçesiyle şüpheli veya
sanığa yükletilemez. Aksi görüş, kamu görevlisinin görevini savsamasının,
bireyin haberleşme özgürlüğünün önüne geçirilmesi sonucunu doğurur.
[42] Burada, hukuk devletinde, suçun
önlenmesinde ve delillerin elde edilmesinde, hukuk kurallarına uyulup
uyulmaması söz konusudur. Hukuk
devletinde, suçun takibi hukukun koyduğu usullere göre yapılır. Cumhuriyet
savcısının, dolaylı dinlenen kişinin suçla ilgili beyanını ve buna göre şüpheli
sıfatını tespit etmesi ve doğrudan veya hakim kararı alarak, CMK 135/1-135/6’ya
göre işlem yapması görevini yapmaması, özgürlüğün hukuka uygun kısıtlanmasına
tercih edilemez.
[43] Türk ceza usulü düzeninde, CMK
251/1 madde hükmüne benzer bir hüküm, çocukların soruşturmasıyla ilgili olarak
yer almaktadır. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 15/1 maddesine göre, “Suça
sürüklenen çocuk hakkındaki soruşturma çocuk bürosunda görevli Cumhuriyet
savcısı tarafından bizzat yapılır”.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği, 19. maddesiyle, çocuklarla
ilgili uygulamanın nasıl yapılacağını göstermiştir.
Anılan Yönetmeliğin “Çocuklarla ilgili özel hüküm” başlıklı 19. maddesine göre, “Çocuklar bakımından
yakalama ve ifade alma yetkileri aşağıdaki şekilde sınırlandırılmıştır: / a) Fiili
işlediği zaman oniki yaşını doldurmamış olanlar ile onbeş yaşını doldurmamış
sağır ve dilsizler; / 1- Suç nedeni ile yakalanamaz ve hiçbir suretle suç
tespitinde kullanılamaz. / 2- Kimlik ve suç tespiti amacı ile yakalama
yapılabilir. Kimlik tespitinden hemen sonra serbest bırakılır. Tespit edilen
kimlik ve suç, mahkeme başkanı veya hâkimi tarafından tedbir kararı alınmasına
esas olmak üzere derhâl Cumhuriyet başsavcılığına bildirilir. / b) Oniki yaşını
doldurmuş, ancak onsekiz yaşını doldurmamış olanlar suç sebebi ile
yakalanabilirler. Bu çocuklar, yakınları ile müdafiye haber verilerek derhâl
Cumhuriyet başsavcılığına sevk edilirler; bunlarla ilgili soruşturma Cumhuriyet başsavcısı veya görevlendireceği Cumhuriyet
savcısı tarafından bizzat yapılır ve aşağıdaki hükümlere göre yürütülür: ..
[44] Uygulamada, soruşturmada,
şüphelinin ifadesi önce adli kolluğa aldırılmakta, Cumhuriyet savcısı, bundan
sonra ikinci kez şüphelinin ifadesini kendisi almaktadır. Genel uygulama
olarak, arama ve elkoyma işlemleri, CMK 130 maddesi gibi özel normların
uygulanması dışında, Cumhuriyet savcısı tarafından değil, adli kollukça
yapılmaktadır. Yukarıda belirtildiği
gibi, hukuk devletinde yetkisiz her kamusal işlem hukuken yok hükmündedir (AY
6/III).
[45] “Bununla beraber CMK m. 250’de
sayılan suçlarla ilgili bir soruşturmanın C. Savcısınca bizzat yapılması
gerekir (CMK m.251/1). Buradaki, “bizzat” tabirinin, bütün işlemlerin C.
Savcısınca yapılması şeklinde değil, ancak C. Savcısının hazır bulunduğu bir
ortamda yapılması şeklinde anlamak gerekir” (ERYILMAZ, M. Bedri: Yeni Ceza Muhakemesi Kanununun Savcı Modeli Ve Bu
Modelin Diğer Avrupa Konseyi Üyesi Ülkelerle Karşılaştırılması, 3. Yılında
Yeni Ceza Adalet Sistemi, Hukuk Devletinde Suç Yaratılmasının Ve Suçun
Aydınlatılmasının Sınırları Sempozyumu, Ankara 2009, s. 413).
[46] Şüpheli Deniz Seki hakkındaki
soruşturma, CMK 250. maddesine göre özel yetkili ağır ceza mahkemesinin yargı
çevresinde görevli, Hakimler ve Savcılar Yüksel Kurulu’nca (HSYK) belirtilen
maddedeki suçların soruşturulması ve kovuşturulmasıyla görevlendirilen
Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmüştür. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı
(CMK’nun 250. Maddesi İle Yetkili Bölümü) tarafından soruşturma, 2008/1663
Soruşturma dosyası üzerinden başlatılmış (İddianame s. 6), Soruşturma No:
2009/759 sayılı İddianameyle kamu davası açılmıştır.
[47] CMK 251/1 maddesi emredici hükmü
gereğince, şüpheli Deniz Seki hakkında
yapılan arama ve el koyma işlemlerinin, bizzat soruşturmayı yürüten özel
yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından ve onun denetiminde kolluğa yaptırılması,
arama ve el koyma tutanaklarının Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenmesi
gerekir.
[48] CMK 250’deki suçlara soruşturmaya
yer yönünden yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı, atılı suça konu eylemin işlendiği
yerin özel yetkili ağır ceza mahkemesinin yargı çevresinde kurulan Cumhuriyet
Başsavcılığıdır (CMK 250/1,II - 5235/16-I, CMK 12/1 - 5235/21).
5235 sayılı Kanun’un
‘Cumhuriyet Savcılarının Yetkisi’ başlıklı 21/II maddesine göre, “Ağır ceza
mahkemesi ile özel kanunlarla kurulan ağır ceza mahkemelerinin yargı çevresinde
yer alan Cumhuriyet başsavcılıkları, yetki alanları içerisinde yürüttükleri bu
mahkemelerin görevine giren suçlarla ilgili soruşturmaları yapar ve ivedi,
zorunlu işlerin tamamlanmasından sonra düşünce yazısına soruşturma evrakını
ekleyip ağır ceza mahkemesi veya özel kanunlarla kurulan diğer ağır ceza
mahkemelerinin Cumhuriyet başsavcılığına gönderirler”.
Görüldüğü üzere,
5235/21-II maddesiyle, Cumhuriyet savcılarının, ‘bazı suçlara ilişkin
muhakemede’ soruşturmaya ilişkin ‘yer yönünden yetkileri’ düzenlenmiştir. 5235/21 maddesiyle belirlenen yer yönünden
yetki, CMK 250/1 ile kurulan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri içinde
geçerlidir. CMK 250/1’e göre, CMK 250/1 (a), (b),(c)’deki suçlar
“Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hakimler ve
Savcıları Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde
belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür”.
[49] Örneğin, “5395 sayılı Yasa’nın 27.
maddesine göre çocuk mahkemelerinin
yargı çevresinin kurulduğu il ve ilçenin mülki sınırlarıyla belirleneceği
düzenlemesi karşısında, il çocuk mahkemelerinin yargı çevrelerinin ilçeleri de
kapsayacağı şeklinde uygulanması mümkün değildir” (Y.2.CD 14.07.2010,
2010/23318-23829, YKD 2010/9 s. 1717).
[50] Örneğin, özel yetkili ağır ceza mahkemesi, kendi yargı çevresiyle sınırlı karar
verme yetkisine sahiptir, ülke genelini kapsayacak biçimde dinleme kararı
veremez. Bkz. Y.9.CD 04.06.2008, 2008/874-7160, YKD 2008/8 s. 1657-1658.
[51] Resmi Gazete: 01/06/2005
- 25832.
[52] 2803 sayılı Kanunun 10/1: “Jandarmanın
genel olarak görev ve sorumluluk alanı; Polis görev sahası dışı olup, bu
alanlar il ve ilçe belediye hudutları haricinde kalan veya polis teşkilatı
bulunmayan yerlerdir”.
[53] Örneğin, Yüksek Kurul’a göre,
yerel mahkemenin, bozma kararı üzerine yetkileri, sınırlı ve bellidir. Bu
yetkiler içinde, bozma kararı veren Yargıtay Dairesinden tavzih isteme yetkisi
yoktur. Bunun içindir ki, yerel mahkemenin
bozma kararından sonra ilgili daireden tavzih isteme işlemi, yetkisizlikten
hukuken yok hükmündedir (YCGK 23.01.2007, 2006/1-335-2007/6, YKD 2007/5 s.
982). Ayrıca, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, aynı görüşteki bir kararında, en yakın
ağır ceza mahkemesi yerine, ağır ceza mahkeme başkanı tarafından itiraz
hakkında verilen kararın, yetkisizlikten hukuken yok hükmünde olduğuna karar
vermiştir (Y.11.CD 18.10.2006, 2006/5271-8921, YKD 2007/2 s. 400).
[54] Kolluk birimi, bir olayda, Cumhuriyet savcısının kanuna uygun
soruşturma emri yetkisini kullanmasıyla, adli kolluk görevinde bulunabilir.
Kolluk birimi, Cumhuriyet savcısının “yetkisiz emriyle”, adli kolluk göreviyle
görevlendirilemez ve adli kolluk olarak görevlendirilmiş olmaz. Aksi
durumda, ortada usulüne ve hukuka uygun bir emir değil, aksine, yetkisiz emir
söz konusudur. Yetkisiz emir, hukuki
herhangi bir sonuç doğurmaz, yani, böyle bir emirle, kolluk birimi, yetkisiz
olduğu alanda adli kolluk görevi yapar duruma gelemez (AY 137/II). Kolluk
biriminin, adli kolluk görevinde olabilmesi, teşkilat yasasının yer
yönünden yetki kuralları gereğince, adli
kolluk göreviyle yetkili ve görevli olmasına bağlıdır.
[55] Anılan Yönetmeliğin ‘Jandarmanın Cumhuriyet Savcılığıyla İlişkileri’
başlıklı 149/I, II, III, VI. maddelerine göre, “Jandarma Adli kolluk makam ve memurları, Cumhuriyet
Savcılarının kanun ve nizam hükümlerine uygun isteklerini yerine getirmekle
yükümlüdürler. / Bu istekler, İlçe Jandarma Bölük Komutanına yazıyla iletilir. Önemli ve ivedi durumlarda bu silsileye uyulmadan, sözlü olarak iletilen
istekler; görev istenen makam ve memurlarca, yazılı istekler gibi yerine
getirilir. / Böyle durumlarda sözlü istekte bulunan Cumhuriyet Savcısı; İlçe
Jandarma Bölük Komutanına ivedilikten bilgi vererek, isteğini en kısa sürede
yazıyla doğrular. / .. / Hazırlık soruşturmasının bir bütün olarak jandarma
tarafından yapılması yolundaki istekler, yalnızca yazılı istek şeklinde
bildirilebilir”.
[56] Jandarma,
Cumhuriyet savcısının bu gibi yetkisiz emri karşısında, bu emrin, kanun ve
nizamlara aykırı olduğunu ve yerine getirilemeyeceğini, Cumhuriyet
Başsavcılığına ve Cumhuriyet savcısına ve amirine bildirecektir.
[57] Bunlar, (a) CMK 251/1-I’e göre
Cumhuriyet savcısının bizzat işlemleri yapmaması ve kendi denetimi, gözetimi,
katılmasıyla yaptırmaması, (b) yetkisiz jandarmanın belediye sınırları içinde
işlendiği iddia edilen eylemlerle ilgili yetkisiz soruşturma işlemleri yapmasıdır.
[58] 13.02.2009 tarihli Arama ve El
Koyma Tutanağı s.2, 3.
[59] 16.02.2009 tarihli Fezleke s. 7.
[60] Örneğin, yetkisiz
kişi tarafından ifade hukuken yok hükmündedir. Bu görüşte olan DEMİRBAŞ’a
göre, “Sanığın ifadesini alma, ceza
adaletini gerçekleştirme bakımından devletin bir görevi olduğundan, bu görevi,
ancak kanunlar tarafından kendilerine
yetki verilen organlar kullanabilirler. O halde, ancak sanığın ifadesini
alma bakımından görevlendirilmiş kişiler, yani ceza koğuşturmasını yürütmeye
yetkili kişiler, bu işi yapmak durumundadırlar. Devlet gücünü kullanan bu organlara kanunlarla verilen yetki,
dayanağını elbette Anayasadan almalıdır. İfade alan, böyle bir hukuki
temele dayanarak atanmış olduğu memuriyetin sonucu olarak, bu görevini yerine
getirmelidir. Eğer, böyle bir hukuki
temel yoksa, ifade alan kişi, ifade alma hususunda yetkili bir devlet organı
olmadığından, onun aldığı ifade yoklukla maluldür” (DEMİRBAŞ, Timur: Sanığın Hazırlık Soruşturmasında İfadesinin Alınması,
İzmir 1996, s. 77-78).
[61] Sırasıyla 16.02.2009 tarihli
Fezleke s. 6, 19, 11, 22, 25-26, 27, 29.
[62] 2007 tarihli Ceza
Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin
Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı Ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin
Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik 5/2 maddesine göre, “Cumhuriyet savcısı, birinci fıkradaki
koşulların varlığı halinde, evrakı soruşturma defterine kaydettirip, numara
verdikten sonra doğrudan doğruya veya emrindeki
adlî kolluk görevlileri tarafından kendisine bildirilen iletişimin tespiti,
dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal
bilgilerinin değerlendirilmesi istemlerine
ilişkin bilgi ve belgeleri de ekleyerek hâkimden talepte bulunur” (Resmi Gazete: 14/02/2007 – 26434).
[63] “Madde 9: (1) Dinleme,
iletişimin kayda alınması suretiyle yapılır ve gizlilik kurallarına tam
uyularak gerçekleştirilir.
(2) Bu Yönetmeliğin 6 ncı maddesine
uygun olarak; a) İletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesi ile ilgili alınan kararlar,
yerine getirilmek üzere soruşturma ve kovuşturmanın yürütüldüğü yer dikkate
alınarak Cumhuriyet savcısınca ilgili kolluk birimine gönderilir. Kolluk birimi, bu tedbirlere ilişkin
karar ile işlemi yapmakla görevlendirilen
kolluk personelinin aidiyet numarasını Başkanlığa bildirir ve işlemler
bildirilen aidiyet numaralı personel tarafından yerine getirilir. / …… / (6)
Dinleme ve kayda alma işleminde kullanılan esas veri taşıyıcısındaki tüm
veriler, Cumhuriyet savcısınca görevlendirilen adlî kolluk birimi personelince ayrı bir alt veri taşıyıcısına
nakledilir ve tamamı bu Yönetmeliğin ekinde yer alan EK-1 sayılı İletişimin
Dinlenmesi ve Kayda Alınmasına İlişkin Tutanağa kaydedilir. Bu kayıtların
çözümünün uzun süre alacağının tespit edilmesi durumunda Cumhuriyet savcısı
tarafından ilgili kolluk görevlilerine
yeterli süre verilir. Bu hususta Cumhuriyet savcısı bilirkişi de
görevlendirebilir. / (7) Dinleme ve kayda almaya ilişkin alt veri taşıyıcısına
nakledilen tüm kayıtlar, görevlendirilen
kolluk birimi personelince Cumhuriyet başsavcılığına teslim edilir. / (8)
Tespit veya sinyal bilgisi değerlendirme sonuçları dökümü de, görevlendirilen kolluk birimi personelince Cumhuriyet
başsavcılığına teslim edilir”.
[64] “Madde 11: İşlem
görevlileri: (1) Cumhuriyet savcısınca belirlenen kolluk birimince; iletişimin
dinlenmesi, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve tespitle
ilgili işlemlerin yerine getirilmesi amacıyla yeterli sayıda personel
görevlendirilir. (2) Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçeye
çevrilir. (3) Bu Yönetmelik kapsamında yapılan işlemlerin ve yapıldığı yerlerin
gizliliği, düzeni ve güvenliği kolluk görevlilerinin aidiyet numaralarının
belirlenmesine ve muhafazasına ilişkin esas ve usuller ilgili kolluğun merkez
birimlerince düzenlenir.
[65] 01.10.2009 tarih (1) nolu Celse
Duruşma Tutanağı s. 12/18.
[66] YCGK 29.11.2005, 7/144-150, YAŞAR, Osman: Ceza Muhakemesi Kanunu, II.
Cilt, 5. Baskı, Ankara 2011, s. 2458.
[67] Yargılamada görev alan sanık müdafii, doğru ve haklı olarak,
kovuşturmada, “Karar alınmadan yapılan iletişimin denetlenmesine ilişkin
kayıtlar, iddianamede müvekkilin suçluluğuna delil olarak gösterilemez”
beyanında bulunmuştur. Bkz. Sanık müdafiinin 22.06.2010 tarihli Esas
Hakkında Savunma Dilekçesi s. 7 m. 2.3.
[68] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 56/76.
[69] Delil yasaklarının uzak etkisiyle ilgili görüşler,
Alman ceza usul kanunu uygulaması ve Türkiye’deki durum için bkz. DEMİRBAŞ,
s. 298-305.
[70] Anayasa
Mahkemesi, Fazilet Partisinin kapatılması davasına ilişkin kararında, CMUK
254/II maddesiyle, yukarıda belirtilen delilin uzak etkisinin kesin olarak
kabul edildiğine ilişkin görüşü, açık ve net bir şekilde belirtmiştir
Karara göre, CMUK 254/II maddesiyle
“birlikte Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na, delil yasakları ile ilgili genel
ve kapsayıcı bir hüküm konulmuştur. Maddenin
lafzından açık ve net bir şekilde anlaşılacağı gibi, hükme esas alınması
yasaklanan deliller ‘hukuka aykırı şekilde elde edilen’ delillerdir. Yani,
hukuka aykırı olduğu anlaşılan bir delil mahkeme tarafından kullanılamayacak ve
hükme esas alınmayacaktır.
.. Özet olarak, Türk Hukuk Sistemi’nde, hukuka aykırı
şekilde elde edilen deliller hiçbir şekilde kullanılamaz. Hukuka aykırılıktan
kasıt ise, tüm pozitif hukuk kuralları ile birlikte hukukun kabul edilmiş
evrensel ilkelerine aykırılıktır. Bu anlamıyla ‘hukuka aykırı şekilde elde
edilen deliller’, ‘yasal olmayan yöntemlerle elde edilen deliller’ kavramından,
yani “yasadışılıktan” da geniş bir içeriğe sahiptir.
.. Bir temel hakkın ihlali pahasına delil elde
edilmesi, basit bir hukuka aykırılık değildir. Bu nedenle, temel hak ve
özgürlüklere aykırı bir şekilde delil toplanması bir kanunla gerçekleştirilse
dahi, bu kanunun ‘demokratik toplum düzeninin gerekleri’ ölçütü karşısında
hukuki koruma elde etmesi beklenemez. Kaldı ki, sözkonusu delilin elde ediliş
biçimi bizzat kanun tarafından delil yasakları arasına sokulmuştur. Yukarıdaki
tüm nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından Anayasa Mahkemesi’ne
delil olduğu iddiasıyla sunulan bu bant kaydının hükme esas alınması hukukun
genel ilkelerine, Anayasaya ve kanunlara aykırıdır ve bundan dolayı da bu
davada delil olarak kullanılamaz” (AYM 22.06.2001, 1999/2 SPK - 2001/2 kararı (RG 05.01.2002 Mükerrer, 24631).
[71] “Hukuka aykırı olarak sanıktan
alınan ifadeden veya hukuka aykırı
yapılmış bir ev araması sonucunda elde edilen delilden yola çıkılarak başka
delillere ulaşılabilir. İşte bu durumda ortada hukuka aykırı delil niteliği
taşıyan bir ifade veya arama sonucunda elde edilen bir delil vardır ki bu
delillerde yargılamada kullanılamaz. Hukuka aykırı yapılan arama sonucu
elde edilen delili yargılamada kullanmamak yeterli değildir. Bu deliller vasıtasıyla elde edilen
deliller de hukuka aykırı olduğundan yargılamada kullanılmamalıdır” (YCGK 29.11.2005,
2005/7-144-150, YARSUVAT, Duygun: Ceza
Muhakemesi Hukukunda Kanuna Aykırı Elde Edilen Delillerin Geçerliliği, Sempozyum,
Ceza Muhakemesi Kanununun 3 Yılı, TCHD, İstanbul Haziran 2009, s. 314-315).
Diğer bir karara
göre, “5271 sayılı CMK m. 138’e göre de bu tutanağa yasal bir kanıt değeri verilmesi
olanaksızdır; zira tesadüfen elde edilen bu kanıt üzerine, ilk görüşmenin
tespitinden sonra değil, bütün görüşmeler kayıt edildikten sonra durum
Cumhuriyet savcısına bildirilmiş, sanık hakkında herhangi bir iletişim tespit
kararı olmaksızın tespit yapılmış olduğundan, bu tutanaklar yasadışı elde
edilmiş kanıt niteliğindedir. Yasadışı elde edilen kanıtın ise, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında kullanılmasına olanak bulunmamaktadır” (YCGK
03.07.2007, 2007/5.MD-23-167, ŞEN,
Ersan: Türk Hukukunda Telefon Dinleme Gizli Soruşturmacı X Muhbir, Ankara 2008,
s. 115).
[72] CMK 217/2 maddesi hükmüyle delilin uzak etkisine
ilişkin durum, ifade değişikliğiyle devam ettirilmiştir.
[73] DEMİRBAŞ, s. 305.
[74] Yukarıda açıklandığı üzere, hukuka uygun olmayan
her delil etme biçimi, hukuka aykırıdır. CMK 217/2’de kanuna aykırılık, az veya
çok, nispi veya mutlak gibi derecelerle ifade edilmemiştir. Bkz. aynı görüşte ŞEN, s.22.
[75] Hemen belirtelim ki, bu şüphelilerin savcılık
ifadelerindeki beyanlarına konu eylemler, TCK 188/3’deki suçun konusu değildir,
TCK 191/1’deki suçun konusudur.
[76] Yukarıda sözü edilen beyanlar, sanık Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak kullanılamaz.
Buna karşın, mahkeme, dört şüphelinin sözü
edilen beyanlarını, sanık Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak cezalandırma
kararına esas almıştır. Bu durum, Anayasa 38/VI, CMK 217/2 maddelerine ve
adil yargılanma hakkıyla ilgili Anayasa 36/I, AİHS 6 maddelerine aykırıdır.
[77] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 56/76-57/76.
[78] 16.02.2009 tarihli İfade Sorgu
Zaptı s. 3/11-4/11.
[79] 16.02.2009 tarihli İfade Sorgu
Zaptı s. 6/11-7/11.
[80] 16.02.2009 tarihli İfade Sorgu
Zaptı s. 3/11.
[81] 01.10.2009 tarihli (1) nolu
oturum Duruşma
Tutanağı s. 12/18.
[82] 01.10.2009 tarihli (1) nolu
oturum Duruşma
Tutanağı s. 12/18-13/18.
[83] 01.10.2009 tarihli (1) nolu
oturum Duruşma
Tutanağı s. 13/18.
[84] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 57/76.
[85] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 57/76.
[86] “Yukarıda özetlenen tanık beyanları, tape kayıtları ve sanık beyanları
birlikte değerlendirildiğinde sanık Deniz Seki’nin sanık … liderliğinde
kurulan çıkar amaçlı suç örgütünün üyesi olmadan, örgütün aktif üyelerinden Murat
kod isimli sanık …, Apo kod isimli
sanık ,,,,,, ve Diyar kod adlı sanık
…. ile irtibat içinde bulunduğu, sürekli
olarak uyuşturucu maddelerden kokain temin ettiği uyuşturucu (kokain)
maddesinin büyük bir kısmını kendisinin kullandığı, daha sonra ilerleyen
süreçte sanık …. ile samimiyeti arttırması üzerine, gerek sanık …..’in bu işten para kazanmasını temin etmek ve gerekse
kendisinin uyuşturucu alımında maddi bakımdan sorunlar yaşamaması amacıyla;
kendisinden uyuşturucu (kokain) talebinde bulunan çevresindeki arkadaşları ve
şahıslar adına sanık ….’den uyuşturucu madde temin ettiği ve arkadaşlarından
bir kısmını sanık ….. ile irtibatlandırdığı, sık sık evinde ve başka
yerlerde uyuşturucu partisi vererek arkadaşlarına uyuşturucu madde temin ettiği
anlaşılmıştır” (22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar s. 57/76).
[87] Y.10.CD 10.10.2011,
2008/17236-2011/55696, YKD 2012/1 s. 170.
[88] Y.10.CD 28.04.2009,
2007/24958-2009/7918, YKD 2009/11 s. 2193.
Aynı görüşte bkz.
Y.10.CD 11.05.2009, 2007/23891-2009/8882, YKD 2010/1 s. 168.
[89] Y.10.CD 21.01.2010,
2009/5405-2010/780 YKD 2010/9 s. 1746. Aynı görüşte bkz. Y.10.CD 18.05.2010,
2009/21635-2010/11716, YKD 2010/9 s. 1750.
[90] Y.10.CD 28.01.2010,
2009/7557-2010/1485, YKD 2010/8 s. 1536.
[91] 01.10.2009 tarihli (1) nolu
oturum Duruşma
Tutanağı s. 12/18-13/18.
[92] Y.4.CD 10.07.2010,
2010/23318-23829, YKD 2008/9 s. 1845.
[93] Y.10.CD 22.02.2010,
2009/8540-2010/3907, YKD 2010/7 s. 1352.
[94] Y.10.CD 29.11.2012,
2012/4620-17721, YKD 2013/1 s. 181.
[95] 16.02.2009 tarihli Fezleke s. 25.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder