İKİNCİ BÖLÜM
DENİZ
SEKİ’NİN DAVA DIŞI, YANİ YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRILMASI
BİRİNCİ
ALT BÖLÜM
DENİZ SEKİ’NİN
YARGILANDIĞI EYLEMLERİN BELİRLENMESİ
1.
UYUŞMAZLIĞIN BELİRTİLMESİNİN YARGILANAN EYLEMLERİN BELİRLENMESİ
OLMASI [1]
A)
Kamu davasının sebebini iddianameyle şüpheliye atılı
eylemlerin, yani yargılanan eylemlerin oluşturması
Yargılama hukukunun “ortak” ilkelerinden
birisi, davanın sebebini eylem ve
olguların oluşturmasıdır [2].
“Hüküm, ancak iddianamede unsurları
gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında
verilir” (CMK 225/1). İddianamede bulunması zorunlu unsurlardan birisi,
atılı suça ve unsurlarına konu eylemin / eylemlerin, “yer, tarih ve zaman
dilimi” unsurlarıyla birlikte gösterilmesidir (CMK 170/3-i). İddianamede atılı
suçun belirtilmesi, sevk maddesinin gösterilmesi yeterli değildir [3]. Kamu
davasının sebebi, atılı suça ve unsurlarına konu eylem ve olgulardır. Bu
nedenle, atılı suça ve unsurlarına konu eylemler,
yargılanan eylemlerdir. Bu demektir ki, yargılanan eylemlerin dışında bir başka eylem yargılanamaz. Bu
nedenle, ceza usulünde, ‘isnadın belli
olması ilkesi’ ve ‘isnadın değişmezliği ilkesi’ kabul edilmiştir.
“Yargılamanın
iddia edilen olayla sınırlı olması ilkesi hakimin iddia edilen olaydan
başkasını yargılayamamasıdır” [4]. “Muhakeme hakkında dava açılmış olay için
yapılacaktır; eylem dediğimiz bu olayın sübjektif ve objektif yanı vardır, yani
dava belli bir fail ve fiil hakkında açılmıştır; bunlar değiştirilemez” [5].
Şüpheli veya sanık, yargılandığı eylem
dışında herhangi bir eylem ve olgudan, doğrudan veya dolaylı veya açık veya
kapalı veya birleştirme veya isnadın genişletilmesi veya değiştirilmesi [6] yoluyla yargılanamaz (AY 36/1, CMK
225/1, 170/3-i). Örneğin, bu nedenle, “Dava konut dokunulmazlığını ihlal
iddiası ile açılmış ise, mahkeme kibrit kutusuna aşk mektubu koymaktan mahkum
edemez [7];
bunun gibi dava 15.5.1961 tarihindeki olaylar sebebile açılmış ise, sorgu
hakimi 16.5.1961 tarihindeki olayları sonsoruşturmanın açılması kararı içine
sokamaz; davada olayın mağduru (X) olarak gösterilmişse, mahkeme olayın
mağdurunu (Y) olarak kabul edemez [8]
denmiştir”[9].
Kovuşturmada, öncelikle, yargılanan eylemlerin
belirlenmesi gerekir. Yargılanan eylemlerin
belirlenmesine, ‘uyuşmazlığın belirtilmesi’ [10] denilmektedir. “Yargılama makamı ancak
sınır içinde kalan olaya ilişkin uyuşmazlıkları çözebilir” [11].
Bunun için, öncelikle, uyuşmazlık konusu
edilen “eylemin” ne olduğunun, doğru olarak saptanması gerekmektedir.
İddianame ve eklerinde, yargılama dışı eylemler
ve bu eylemleri temsil eden bulguların bulunması durumunda, mahkeme, bu eylemler
ile bunlara ait bulguları tespit edecek, derhal, kovuşturma dışında
bırakacaktır. Aksi durumda, sanık,
kovuşturmada yargılanmayan eylemlerle muhatap edilme tehlikesi altındadır. Mahkeme
veya yargıç, görevini yapmamak suretiyle, sanığı, yargılanmayan eylemlerle ve
bunlara ait bulgularla muhatap edilme tehlikesi altında bırakamaz. Sanığın, yargılanmayan eylemlerle muhatap
edilme tehlikesi altında bırakılması, sanığın yargılanmayan eylemler ve bu eylemlere
ilişkin bulguları, araştırma, bulma, tespit ve bunlara karşı kendisini savunma
yapmaya zorlanması sonucunu doğurur. Sanık böyle bir duruma sokulamaz.
Yargılanan
eylemin tespiti yeterli değildir. Yargılanan eylemin usulüne uygun olarak
sanığa bildirilmesi gerekir. Yargılanan eylem, salt isnat edilen eylemdir [12]. Şüpheli ve sanık, suçlama konusu eylemi, savunmasını
yapabilmek için anlamalı ve bilmelidir [13]. Bu bağlamda, sanığın, yargılanmayan eylemlere ilişkin bulguları tespit etme ve
mahkemeye bildirme görevi yoktur, aksine, adil yargılanma hakkı kapsamında kovuşturmada bu tür bulgularla muhatap
edilmemesini isteme hakkı vardır.
B)
Yargılanan eylemlerin neler olduğunun bir tespit işi
olması, takdir işi olmaması
“Yargılama
makamı ancak sınır içinde kalan olaya ilişkin uyuşmazlıkları çözebilir” [14]. Bunun için, öncelikle, kamu davasıyla
ilgili “uyuşmazlığa” konu edilen, yani yargılanan eylemlerin ne
olduğunun, doğru olarak tespiti gerekmektedir. Görüldüğü üzere, burada hukuki sorun, isnadın iddianamede mevcut
olup olmadığının tespiti sorunudur. Bir eylemin, bir ceza davasıyla sanığa
isnat edilip edilmediği, sadece bir tespit işlemidir. Gerçekten, bir eylemin, bir ceza davasıyla isnat
edilip edilmediğinin tespiti, dava açan belgede yer alıp almadığına bakılarak
yapılır; eylem, belgede yer almakta ise isnat edilmiştir, belgede yer almamakta
ise isnat edilmemiştir.
Yargılanan eylemlerin neler olduğunun
saptanması, bir “tespit” işidir, “takdir” işi değildir. Bilindiği üzere, takdir, bir olgu, olay, nesne,
durumla ilgili değerlendirmedir, değer biçmedir, değer hükmü vermedir. Kanun,
kanunsuz yargılama olmaz ilkesinin bir sonucu olarak, mahkeme veya yargıca takdir
hakkı tanıdığı halleri açıkça göstermektedir. Tespit konusu olan bir şeyin takdiri olmaz. Gerçekten, bir eylemin,
dava açan belgede yer alıp almamasına bakılmasında, bu yolla eylemin isnat
edilip edilmediğinin “belirlenmesinde”, bu işlemi yapacak kişilerin bu durum
üzerine bir değerlendirme yapmaları, yani kendi kişisel kanaatlerini
belirtmeleri söz konusu değildir. Çünkü, yapılan iş, sadece bir eylemin, bir
belgede mevcut olup olmadığının tespitidir.
C)
Eylemsiz suç ve ceza olmaz ilkesi
‘Suç ve cezada kanunilik’ başlıklı TCK
2/1-I maddeye göre, “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza
verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz”. Görüldüğü üzere, bir suçun oluşabilmesi, öncelikle bir eylemin
varlığına bağlıdır. Bir eylem olmadıkça, bir suçun varlığı, işlenmesi söz
konusu değildir. Bunun içindir ki, “eylemsiz suç ve ceza olmaz’ ilkesi,
demokratik ceza hukukunun temelini oluşturur. Bu nedenle, iddianamede bulunması
zorunlu unsurlardan birisi, atılı suça ve unsurlarına konu eylemin / eylemlerin
gösterilmesidir (CMK 170/3-i). İddianamede atılı suçun belirtilmesi, sevk
maddesinin gösterilmesi yeterli değildir [15]. ‘Eylemsiz
suç olmaz ilkesi’ gereğince, yargılamanın konusu, atılı suç değil, atılı suça
konu eylem ve olgudur. Sonuç olarak, eylem mevcut değilse, suç yoktur.
TCK
2/1-I madde hükmü gereğince, eylemin mevcut olup, kanunen suç sayılmaması
nedeniyle kimseye ceza verilemeyeceği, açılmış olan davada durumun
anlaşılmasında CMK 223/2 (a)’ya göre beraat kararı verilecek olması karşısında,
eylemin gerçekleşmemesinde, yani mevcut olmamasında, suçun ve cezanın
oluşmayacağı açıktır. Gerçekten, eylemin yokluğuna karşın, mevcut olmayan
eylemden dolayı kesinleşen hapis cezalarının adaletsizliği açıktır. Böyle bir
adaletsiz sonuç, hukuk devletinde değil, kanun devletinde bile kabul
edilemez.
1.
DENİZ SEKİ’YE AÇILAN KAMU DAVASININ SEBEBİNİ
OLUŞTURAN, YANİ YARGILANAN EYLEMLERİN BELİRLENMESİ
A)
İddianameyle Deniz Seki’ye atılı eylemler ve atılı
suçlar
İddianamede,
“Şüphelilerden Deniz SEKİ hakkındaki delillerin değerlendirilmesi” [16]
başlığı altında, Deniz Seki’ye atılı eylemler açıklanmıştır.
İddianameye göre, “Klasör 9’da bulunan şüpheli
Deniz SEKİ’ye ait toplam 296 adet görüşmelerin tamamına yakınında şüpheli Deniz SEKİ’nin, Murat kod adlı .. ve
Diyar kod isimli şahıslardan neredeyse hergün uyuşturucu maddelerden kokain temin ettiği, bu maddeleri zaman
zaman şoförü şüpheli .. aracılığıyla aldırdığı, aldığı uyuşturucu miktarının
fazlalığı nedeniyle zaman zaman ücret ödeme konusunda sıkıntı yaşadığı, borca
uyuşturucu madde satın aldığı, zaman zaman torbacı Murat kod .. tarafından
ikram olarak, bazen de alınan maddelerin çokluğu nedeniyle “bonus” olarak
uyuşturucu madde verildiği, şüpheli Deniz
SEKİ’nin torbacı Murat kod …’le samimiyeti arttırması sonucunda arkadaşları için de aracılık yapmaya
başladığı, uyuşturucu madde ihtiyacı olan kişilerin doğrudan şüpheli Deniz
SEKİ’yi arayarak Murat kod isimli ...’den uyuşturucu madde istemesini talep
ettikleri, Deniz SEKİ’ye uyuşturucu madde temin eden torbacı Murat kod …’in,
zaman zaman Deniz SEKİ’nin daha fazla kokain almaması için telkinde dahi
bulunduğu tespit olunmuştur.
Yukarıdaki delillerden anlaşılacağı üzere
şüpheli Deniz SEKİ’nin suç örgütünün üyesi olmadan, örgütün aktif üyelerinden
Murat kod … ile irtibat içerisinde bulunduğu, sürekli olarak uyuşturucu madde temin ettiği, temin ettiği uyuşturucu
maddelerin büyük bir kısmını kendisinin kullandığı, ilerleyen süreçte Murat
kod … ile samimiyeti arttırması üzerine, gerek bu kişinin para kazanması ve
gerekse kendisinin uyuşturucu alımında maddi bakımdan sorunlar yaşamaması
amacıyla kendisinden talepte bulunan
kişiler adına uyuşturucu madde talep ettiği ve arkadaşlarından bir kısmını … [17] ile irtibatlandırdığı, sık sık evinde ve başka
yerlerde uyuşturucu partisi vererek arkadaşlarına uyuşturucu madde temin
ettiği, dolayısıyla Şüpheli Deniz SEKİ’nin bireysel olarak TCK 188/3-4
maddesinde düzenlenen uyuşturucu ve uyarıcı maddelerden kokain maddesini
başkalarına vermek, temin etmek ve TCK’nun 191/1 maddesinde düzenlenen
uyuşturucu madde kullanmak suçlarını işlediği kanaatine varılmıştır” [18].
İddianameyle,
Deniz Seki’nin yukarıda açıklanan eylemlerinden dolayı, “Şüpheli Deniz SEKİ’nin
uyuşturucu maddelerden sayılan kokain maddesini bulundurmak, başkalarına
vermek, temin etmek ve aracılık suçundan TCK’nun 188/3-4 ve uyuşturucu madde
kullanmak suçundan TCK’nun 191/1 maddeleri gereğince” [19]
cezalandırılması istemiyle, kamu davası açılmıştır.
Görüldüğü
üzere, iddianameyle Deniz Seki’ye atılı
eylemler, (a) bizzat kendisinin kullanması amacıyla uyuşturucu madde satın
alması, (b) uyuşturucu satıcısı (torbacı) Murat kod adlı kişinin arkadaşlarına uyuşturucu madde satmasına
aracılık etme eylemleridir. İddianameyle,
Deniz Seki’nin, (a)’daki eylemiyle TCK 191/1’deki suçu, (b)’deki eylemiyle TCK
188/3’deki suçu işlediği iddia edilmiştir.
B)
İddianamede Deniz Seki’ye atılı suçların ispatıyla
ilgili gösterilen delillerde yer alan eylemlerin belirlenmesi
İddianamede,
Deniz Seki’ye atılı suçlara konu eylemlerin ispatlanması amacıyla, deliller
gösterilmiştir. Bu delillerden ilki, arama ve el koyma kararıyla yapılan
aramada elde edilen nesneler [20],
diğerleri şüpheli ve tanıkların beyanları (sözlü delil) ve tape kayıtlarındaki
beyanlardır.
İddianamede
beyanına yer verilen şüphelilerden birisi Deniz Seki, diğeri Deniz Seki’nin
şoförüdür. Deniz Seki’nin şoförü şüpheli …, iddianamedeki beyanında [21],
(a) Deniz Seki’nin evinde arkadaşlarıyla uyuşturucu madde kullandıklarını, (b)
Deniz Seki’ye arkadaşlarıyla kaldığı otel odasına uyuşturucu satıcısı Apo’nun
getirdiği uyuşturucuları çıkardığını, (c) Deniz Seki’nin arkadaşlarına
uyuşturucu madde temin edebilmek amacıyla uyuşturucu satıcıları Apo veya
Murat’ı göndermiş olabileceğini belirtmiştir.
Şüpheli şoförün beyanı (a) ve (b)’deki
eylem, Deniz Seki’nin arkadaşlarıyla birlikte uyuşturucu madde kullanmasıdır. Anılan şüphelinin beyanının (c)’deki sözleri, bir
eylemi değil bir tahmini, bir ihtimali içermesi nedeniyle, sözlü delil
niteliğinde değildir. Şüpheli şoförün
beyanında, Deniz Seki’nin uyuşturucu satıcısı Murat kod adlı şüphelinin arkadaşlarına
uyuşturucu madde satışına aracılık etme eylemi yer almamaktadır.
İddianameye
göre, “Şüpheli Deniz SEKİ ifadesinde, / Uyuşturucu
madde kullandığını, arkadaşlarıyla da zaman zaman uyuşturucu madde
kullandıklarını, genelde uyuşturucu maddeleri kendisinin ısmarladığını,
uyuşturucu maddelerin parasını da kendisinin verdiğini, uyuşturucu maddeleri
Apo kod …, Murat kod .. ve Diyar kod isimli şahıslardan temin ettiğini
belirttiği görülmüştür” [22].
Görüldüğü
üzere, şüpheli Deniz Seki’nin beyanında,
uyuşturucu kullanma eylemi yer almakta, uyuşturucu satıcısı Murat’ın
arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık etmesi eylemi yer
almamaktadır.
İddianamede
yer alan Deniz Seki’nin danışmanı birinci tanık ….’nin beyanında [23],
Deniz Seki’nin evinde ve otelde uyuşturucu madde kullandığını gördüğünü
açıklamıştır. Anılan tanığın beyanındaki
eylem, Deniz Seki’nin uyuşturucu madde kullanmasıdır. Görüldüğü üzere, birinci tanık, Deniz Seki’nin
arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık etme eyleminden söz
etmemektedir.
İddianamede
yer alan Deniz Seki’nin çalışanı olan ikinci tanık ….’nin beyanına göre [24],
Deniz Seki kendisine arkadaşı ile birlikte kokain kullandığını söylemiştir. İkinci tanığın beyanına konu eylem, Deniz Seki’nin uyuşturucu madde
kullanmasıdır. İkinci tanığın
beyanın da, Deniz Seki’nin arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık
etme eylemi yer almamaktadır.
İddianamede
yer alan Deniz Seki’nin yakın arkadaşı olan üçüncü tanık, Deniz Seki’nin
arkadaşı ile birlikte kokain kullandıklarını gördüğünü beyan etmiştir [25].
Üçüncü tanığın beyanına konu eylem, Deniz Seki’nin uyuşturucu madde
kullanmasıdır. Üçüncü tanığın, Deniz
Seki’nin arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık etme eylemine ilişkin
bir beyanı bulunmamaktadır.
İddianameye
alınan tape kayıtlarında yer alan eylemler şunlardır:
-
Deniz Seki’nin
bir arkadaşıyla birlikte iken onun evine uyuşturucu madde istemesi,
-
Deniz Seki’nin
aldığı uyuşturucu madde miktarının mesajda yer alması,
-
Deniz Seki’nin
aldığı uyuşturucuları arkadaşlarının içmesi nedeniyle, yeni uyuşturucu madde
istemesi,
-
Deniz Seki’nin
başkaları için uyuşturucu madde istemesi,
-
Deniz Seki’nin
beyanında ismi geçen arkadaşı için uyuşturucu getirilmesini istemesi,
-
Deniz Seki’nin
arkadaşlarının uyuşturucu madde isteklerine aracılık etmesi,
-
Deniz Seki’nin
aldığı bir uyuşturucu maddenin kötü çıktığına ait beyanı,
-
Deniz Seki’nin
bir kişiye torbacı Murat’ın telefon numarasını vermesi,
-
Deniz Seki’nin
torbacı Murat’a uyuşturucu isteyen arkadaşlarına gitmesini söylemesi,
-
Torbacı
Murat’ın Deniz Seki’ye telefon kartlarını kırmasını ve yeni aldığı kartı eski
telefonuna takmamasını söylemesi [26],
Görüldüğü
üzere, iddianamede belirtilen tapelerde, şüpheli Deniz Seki ile ilgili olarak, (a) kendisi ve birlikte olduğu
arkadaşlarıyla kullanmak için uyuşturucu madde istenmesi eylemi, (b)
arkadaşları adına uyuşturucu madde istemesi veya onları bu yöndeki isteklerine
aracılık etmesi eylemi yer almaktadır.
C)
İddianamede ‘Deniz Seki’nin uyuşturucu madde
ticareti yapan satıcılar Murat ve Diyar kod adlı kişiler arasındaki uyuşturucu
satışına aracılık etme’ eyleminin yer almaması
Yukarıda iddianameyle Deniz Seki’ye
atılı yargılanan / dava konusu eylemlerin, Deniz Seki’nin kendisinin kullanması
için uyuşturucu satın alması ve arkadaşlarının uyuşturucu isteklerinin Murat
kod adlı satıcı tarafından satışlara aracılık etme eylemleri olduğu
açıklanmıştır. Gerçekten, iddianameyle, Deniz Seki’ye atılı eylemler,
belirtilen iki eylemle sınırlıdır. İddianamede bu iki eylemden başka bir eylem
yer almamaktadır. İddianamede Deniz
Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme
eylemi bulunmamaktadır. Buna göre, son
sözü edilen aracılık etme eyleminden
dolayı, Deniz Seki’ye karşı kamu davası açılmamıştır.
Kovuşturmada, Cumhuriyet
savcısı, 18.02.2010 tarihli yazılı Esas Hakkında Mütalaa’sında, iddianamedeki
iddia ve delilleri yinelemiştir [27].
Esas
Hakkında Mütalaa’ya göre, “Yukarıdaki delillerden anlaşılacağı üzere Deniz
SEKİ’nin …. [28] ile irtibat
içerisinde bulunduğu, sürekli olarak uyuşturucu madde temin ettiği, temin
ettiği uyuşturucu maddelerin büyük bir kısmını kendisinin kullandığı, ilerleyen
süreçte … [29] ile samimiyeti
arttırması üzerine, gerek bu kişinin para kazanması ve gerekse kendisinin
uyuşturucu alımında maddi bakımdan sorunlar yaşamaması amacıyla kendisinden talepte bulunan kişiler adına
uyuşturucu madde talep ettiği ve arkadaşlarından bir kısmını … [30] irtibatlandırdığı açıkça görülmektedir. Bir kısmı kendi
kullanım ihtiyacını ucuz fiyata temin amacına matuf olan ve süreklilik arz eden
bu aracılık eylemlerinin kanuni tanımda yer almaması nedeniyle, ayrıca tüm
deliller kapsamında uyuşturucu kullanma
eylemi nedeniyle hakkında tedavi tedbiri uygulanması gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır” [31].
Esas Hakkında Mütalaa ile, “Sanık DENİZ SEKİ’nin sübut bulan suçtan
eylemine uyan TCK 188/3-4, 39, 191/2, 53, 63 maddeleri gereğince
cezalandırılması” [32] istenmiştir.
22.05.201 tarihli
Gerekçeli Karar’da [33],
Deniz Seki ile ilgili değerlendirmeden önce, iddianamedeki iddia ve deliller,
kopyala - yapıştır usulüyle yinelenmiştir [34].
22.05.201
tarihli Gerekçeli Karar’a göre, “Sanık Deniz Seki’nin dosya kapsamına göre
eylemi “başkalarına veren” olarak değerlendirilmiştir. Başkalarına vermek
kelimesi anlam olarak; bir kimsenin mülkiyetinde ve zilyetliğinde bulunan
uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi satış sayılmayacak şekilde ve bedel almadan
başkasına devretmesidir. Bu tabir 765 sayılı TCK da “parasız olarak devretmek”
şeklinde tanımlanmışken, 5237 sayılı TCK da “başkalarına vermek” şeklinde
tanımlanmıştır. Burada kanun koyucunun anlatmak istediği; uyuşturucu veya
uyarıcı maddenin, fail tarafından satımı ve satışa arz etme dışında kalan bir
şekilde başka birine aktarmasıdır. Örneğin; fail arkadaşına kullanması için
uyuşturucu verir ise; burada vermekten bahsedilebilir. Verme hususu tanımı ve
doğası gereği karşılığında bir şey almadan verilmeyi anlatır. O halde vermenin
kazanç elde etmek amacıyla yapılması gerekli ve zorunlu değildir. Burada önemli
olan uyuşturucu veya uyarıcı maddenin başkasına verilmesidir. Bu kimsenin bu
maddeyi hangi amaçla aldığının önemi yoktur. O halde uyuşturucu ve uyarıcı
maddeyi kendi kişisel ihtiyacı için kullanacak olan kimseye veren için de
başkasına verme şeklinde tanımlanan suç gerçekleşmiş olacaktır. Sanık Deniz Seki’nin yukarıda özetlenen
ve ayrıntısı dosya arasında mevcut olan
tape kayıtlarından; 30, 33, 42, 43, 51, 55, 56, 68, 139, 144, 145, 231 ve 232
Nolu tape kayıtları içeriğine göre arkadaşları adına uyuşturucu maddelerden
kokain maddesinin daha çok sanık …’den [35] istediği ve böylece başkalarına vermek şeklinde atılı
suçu işlediği anlaşılmıştır. Yine dosya kapsamından sanık Deniz
Seki’nin bir çok kez hatta, hemen hemen hergün diğer örgüt üyesi sanıklardan …,
[36], … [37] ve … ‘dan [38] uyuşturucu
(kokain) satın aldığı, böylece yine yasada tarifi olan “satın alan” sıfatını
kazandığı anlaşılmıştır. Yine dosya kapsamından sanık Deniz Seki’nin “bulunduran
kişi” olarak da atılı suçu işlediği anlaşılmıştır. Bulundurmak kelimesi; bir
kimsenin kendisine veya başkasına ait uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ruhsatsız
ve ruhsata aykırı olarak fiili veya hukuki egemenliği altında, o uyuşturucu
madde üzerinde tasarruf imkanı bulacak şekilde tutmasıdır. Bu uyuşturucu
maddenin failin yanında bulundurulması ile başka bir yerde bulundurulması
arasında fark yoktur. Bu başka yerin mülkiyetinin faile ait olması da gerekmez.
Bu yere girmek ve bu yerde bulunan uyuşturucu madde üzerinde her türlü
tasarrufta bulunma imkan ve hakkının faile ait olması yeterlidir. Örneğin; bir
dairede uyuşturucu var ise, o dairenin içerisinde uyuşturucu olduğunu bilip,
anahtarı bulunan ve uyuşturucu üzerinde her an tasarruf imkanı bulunan kişi
için bulundurma suçu oluşur. Bulundurulan maddenin (uyuşturucunun) mülkiyetinin
faile ait olması ile başkasına ait olması arasında da fark yoktur. Önemli olan
failin bu maddeyi fiili hakimiyeti altında tutmuş olmasıdır. Ayrıca uyuşturucu
madde bir başkasına ait ise failin bu maddeyi ücret karşılığı tutması ile
ücretsiz tutması arasında da suçun oluşumu arasında fark bulunmamaktadır.
Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin bulundurulması suçu mütemadi bir suçtur.
Uyuşturucu ve uyarıcı maddenin yakalandığı anda suç tamamlanır. Dosya kapsamında sanık Deniz Seki’nin gerek
kendi kişisel ihtiyacı için, gerekse arkadaşları için değişik tarihlerde çok
sayıda uyuşturucu (kokain) maddesini suç örgütü üyelerinden temin ederek
yanında bulundurduğu ve arkadaşlarına gönderdiği anlaşıldığından, bulunduran
kişi sıfatıyla da sanığın atılı suçu işlediği anlaşılmıştır.
Tüm
bu açıklamalar ışığında; sanık Deniz Seki’nin bireysel olarak 5237 sayılı
TCK’nın 188/3. maddesinde düzenlenen uyuşturucu ve uyarıcı maddelerden kokain
maddesini “.. başkalarına veren .. satın alan, .. bulunduran kişi ..” sıfatını
kazanmak suretiyle atılı suçu işlediği kanaati Mahkememizde hasıl olduğundan, sanığın 5237 sayılı TCK’nın 188/3-4
maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiş, sanığın
duruşmalardaki iyi hali lehine takdiri indirim nedeni olarak
değerlendirilmiştir [39].
Her
ne kadar Deniz Seki hakkında uyuşturucu madde kullanmak suçundan 5237 sayılı
TCK’nın 191/1. maddesi gereğince ayrıca cezalandırılması talep edilmiş ise de;
yukarıda açıklanan gerekçe doğrultusunda sanığın eylemi 5237 satılı TCK’nın
188/3-4 maddeleri kapsamında mütalaa edildiğinden 5237 sayılı TCK’nın 192/2.
Maddesi gereğince sanık hakkında
uyuşturucu madde kullanmak suçundan ayrıca ceza tertibine yer olmadığına karar
vermek gerekmiştir” [40]
Sonuç olarak, Gerekçeli Karar’la, Deniz Seki’nin 6 Sene 3 Ay Hapis ve 50 Gün
Adli Para Cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir [41].
Görüldüğü üzere, mahkeme, CMK 225/1 madde
hükmüne uygun olarak, iddianamede yer alan iki eylemle ilgili karar vermiştir.
Mahkeme, gerekçeli kararında, kamu davasının sebebini oluşturan iki eylemden,
uyuşturucu madde satışına aracılık etme eylemini işlediğini kabulle, Deniz
Seki’nin cezalandırılmasına kara vermiştir. Mahkeme, iddianamedeki ikinci eylem
olan Deniz Seki’nin uyuşturucu kullanma eyleminden dolayı, ceza hükmü
verilmesine gerek olmadığına karar vermiştir.
Deniz Seki müdafii ve Cumhuriyet
savcısı, kararı temyiz etmiştir. Cumhuriyet savcısı sonradan temyizinden
vazgeçmiştir. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, sanık Deniz Seki’nin Cumhuriyet
savcısının temyizinden vazgeçmesine rızası olmadığı gerekçesiyle, Cumhuriyet
savcısının temyizinin sanık lehine olarak incelenmesine karar vermiştir. Buna
göre, sadece Deniz Seki’yle ilgili
cezalandırma hükmü temyiz edilmiş olmaktadır. Buna karşın, Deniz Seki’nin uyuşturucu madde
kullanmasıyla ilgili cezalandırma kararı verilmesine gerek olmadığı hükmü
kesinleşmiştir. Bu durumda, iddianameyle
Deniz Seki’ye atılı iki eylemden, uyuşturucu madde kullanma eylemi yargılama
dışı kalmıştır.
Sonuç olarak, temyize konu tek bir eylem vardır. Bu tek eylem, Deniz Seki’nin Murat
kod adlı satıcının arkadaşlarının uyuşturucu madde satışına aracılık etme
eylemidir. İddianamede yer almayan, sonradan temyiz aşamasında, Yargıtay
bozma kararıyla ortaya çıkan, Deniz
Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu madde satışına aracılık
etme eylemi, dava dışı, yani yargılanmayan eylemdir.
İKİNCİ
ALT BÖLÜM
MAHKEMENİN DENİZ SEKİ’Yİ DAVA DIŞI,
YANİ YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRMASI
1.
DAVA DIŞI DENİZ SEKİ’NİN İKİ UYUŞTURUCU SATICISI
ARASINDAKİ UYUŞTURUCU SATIŞINA ARACILIK ETME EYLEMİNİN YARGITAY TARAFINDAN
KOVUŞTURMAYA GETİRİLMESİ
A)
Dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin, ilk kez Yargıtay 10.
Ceza Dairesinin bozma kararında yer alması
Yukarıda belirtildiği üzere, Deniz
Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı Murat kod adlı satıcı ile Diyar kod adlı
satıcı arasındaki uyuşturucu madde satışına aracılık etme eylemi, iddianamede
yer almayan, yani dava dışı / yargılanmayan bir eylemdir. Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, Tebliğnamesi ile Deniz Seki müdafiinin temyiz itirazlarının
reddiyle, hükmün onanmasını istemiştir [42].
Sanık lehine olan temyizler ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
Tebliğnamesinde, anılan dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu madde satışına aracılık etme eylemi yer almamaktadır. Anılan dava dışı eylem, kovuşturmada (CMK
2/f) ilke kez, Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin bozma kararında yer almıştır [43]. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 03.06.2013
tarih 3094-4985 sayılı kararıyla, Deniz Seki hakkındaki cezalandırma kararının
bozulmasına karar vermiştir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin anılan bozma kararına
göre, “Cumhuriyet savcısının temyizinin, sanıklar Deniz Seki ve … yönünden bu
sanıkların lehine olduğu kabul edilmiş; Cumhuriyet savcısının temyizden
vazgeçmesine adları geçen sanıklarının rızasının bulunmaması nedeniyle, bu
sanıklar hakkındaki hükümler Cumhuriyet savcısının temyizi nedeniyle de
incelenmiştir.
Hükmolunan hapis cezalarının süresine göre,
5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 1. fıkrası ile 1412 sayılı CMUK’nın 318 ve
5271 sayılı CMK’nın 299. maddeleri uyarınca, sanıklar …., ve Deniz Seki’nin
müdafileri ile sanık … ‘ın duruşmalı inceleme isteğinin reddine karar
verilerek, duruşmasız inceleme yapılmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.04.2012
tarihli ve 2011/299-2012/156 sayılı kararında da açıklandığı üzere; 01.10.2009
tarihli oturuma ilişkin duruşma tutanağının ilk sayfası dışındaki sayfaların
mahkeme başkanı tarafından imzalanmaması, Başkan Vekili A. Kınacı ve Üye M.
Kaya’nın karşı oyları ve oyçokluğuyla, mahkemece giderilebilir eksiklik olarak
kabul edilmiştir.
.. H) Sanık Deniz
Seki hakkında ‘uyuşturucu madde ticareti yapma’ suçundan verilen mahkumiyet
hükmünün incelenmesi:
Yargılama
sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri
sürülen iddia ve savunmaların toplanan
tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin
sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin
verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipi ile aşağıda belirtilen durum
dışındaki yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde
görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanığın, telefon konuşmalarında ve
mesajlarında adları geçen arkadaşlarının satıcı kişilerden uyuşturucu madde
almalarına aracı olduğu ileri sürülmüş ise de, alım satımına aracılık ettiği
iddia olunan bu maddelerin ele geçirilememesi nedeniyle uyuşturucu veya uyarıcı
madde olarak kabul edilemeyeceği;
sabit olan fiilinin, diğer sanıklar … [44] ile …. [45] arasında irtibat
sağlayarak, …’da [46] ele geçirilen
kokainin …. [47]tarafından ….’dan [48] satın alınmasına
yardım etmekten ibaret olduğu dikkate alınarak,
TCK’nın 39. maddesi uyarınca cezasından indirim yapılması gerektiğinin
gözetilmemesi, Yasaya aykırı, sanık müdafileri ile Cumhuriyet savcısının temyiz
itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün bozulmasına” [49] oyçokluğuyla [50] karar
verilmiştir.
B)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma kararına
itirazında, dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki
uyuşturucu satışına aracılık etme eylemine yer verilmesi
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, 24.06.2013
tarih 291396 sayılı yazısıyla, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin Deniz Seki ile ilgili bozma kararına itiraz
etmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının anılan itirazında, dava dışı
Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık
etme eylemine yer verilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının bozma kararına karşı, “Aynı dosyada, suç işlemek
amacıyla kurulmuş örgüte üye olma, uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından,
(Murat) ismini kullanan … ile uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, (Apo)
ismini kullanan … ve (Diyar) ismini kullanan … ve uyuşturucu madde ticaretine
yardım etmek suçundan, … [51] haklarında
mahkumiyet hükümleri kurulduğu gözlenmiştir.
Sanık 16.02.2009 tarihli Cumhuriyet savcısı
huzurundaki ifadesinde, uyuşturucu madde kullandığını, Diyar isimli şahısla
telefonda görüştüğünü, onun yönlendirdiği Apo isimli kişiden ve ayrıca Murat
isimli şahıstan uyuşturucu madde aldığını belirtmiştir. İletişimin dinlenmesine
ait tutanaklara göre, sanığın Zeynep ismini kullanıp, … ve …’den [52] kullanmak için
uyuşturucu madde satın aldığı anlaşılmaktadır.
Sanığın uyuşturucu madde istemesine
ilişkin yoğun telefon konuşmaları vardır. Ancak, talep edilen uyuşturucu
maddeler, sanığın kişisel kullanım miktarları üzerindedir. İletişim tutanak
içerikleri de bu düşünceyi doğrulamaktadır. Şöyle ki, evrakın 8 inci
klasöründe, 27.10.2008 tarih-saat 19.26.20, 27.10.2008 tarih-saat 23.28.15,
4.11.2008 tarih-saat 01.42.39, 4.11.2008 tarih-saat 02.50.28, 4.11.2008
tarih-saat 10.09.29, 7.11.2008 tarih-saat 19.31.52, 11.11.2008 tarih-saat
06.28.09, 12.11.2008 tarih-saat 23.35.14, 16.11.2008 tarih-saat 07.04.35,
18.11.2008 tarih-saat 22.07.55, 28.11.2008 tarih-saat 19.39.24, 7.1.2009
tarih-saat 06.58.19, 7.1.2009 tarih-saat 07.08.25, 7.1.2009 tarih-saat
07.08.31, 7.1.2009 tarih-saat 07.22.06, 7.1.2009 tarih-saat 09.57.51,
08.10.2009 tarih-saat 04.01.59, 27.1.2009 tarih-saat 09.57.51, 08.01.2009
tarih-saat 04.01.59, 27.1.2009 tarih-saat 02.15.54 deki gibi, iletişimin
dinlemesi ve mesajların tespitine ait zabıtlara göre, sanık, satıcı …’den [53], bazen kendi
iletip, bazen de Zeynep ismini kullanacaklarını önceden ….’e [54] bildirerek,
arkadaşlarının uyuşturucu madde almalarını sağlamıştır. Evinde arkadaşlarına
uyuşturucu madde sunmuştur. Bu hususları, sanık şoförü .. 14.2.2009 tarihli
zabıtadaki ifadesinde, ‘Deniz Hanım otelde arkadaşı .. ile kalırken, yine
otelde .. ile kalırken, Apo’nun CD kutusunda getirdiği uyuşturucu maddeleri
Deniz Hanım’ın odasına çıkardığını, Deniz Hanım’ın, arkadaşları .. , .. , ve ..’ye
uyuşturucu madde temin edebilmek amacıyla Apo ve Murat’ı göndermiş
olabileceğini, stüdyoda kalan arkadaşı …’ye uyuşturucu madde temin edebilmesi
için Murat ve Apo’yu gönderdiğini’ beyan etmiş, aynı kişi 16.02.12009 tarihli
Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde ‘Deniz Hanım, zaman zaman Murat’ı
arayarak, kendisinde toplanıldığını, arkadaşları ile birlikte olacağını,
gelirken uyuşturucu madde getirmesini söylerdi, bazen Murat’la buluşur ondan
mal alır, daha sonra evde arkadaşları ile toplanarak muhtemelen içerlerdi. Ben
kullandıklarını biliyorum’ diyerek belirtmiştir. Sanık 16.02.2009 tarihli
Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde, 04.11.2008 tarihli 42 numaralı
telefon görüşmesini, ‘…’nin oraya uyuşturucu madde istiyorum, .. ile birlikte
uyuşturucu madde içiyorduk”, 25.11.2008 tarihli 75 nolu telefon görüşmesini ‘..
muhtemelen benden uyuşturucu istemem için ricada bulunmuştur, ortak paylaşımla
ilgilidir’. 7.1.2009 tarih 140 nolu görüşmesini, “İsmail benden torbacı
Murat’ın telefonunu istemişti” diyerek, bu hususta açıklamalar yapmıştır.
13.02.2009 tarihli aramada, sanığın … ile birlikte kaldığı otelin, üst kat
odasında, uyuşturucu madde niteliğinde hint keneviri bitki kırıntıları ve
kokain bulaşıklı düzenek bulunmuştur.
Sanık, … [55] ile yaptığı,
17.10.2008 tarih-saat 17.24.53, 31.10.2008 tarih-saat 18.29.38, 19.11.2008
tarih-saat 23.45.31 deki telefon görüşmelerinde, uyuşturucu madde karşılığı
borçlarını sormasına karşın, 12.10.2008 tarih-saat 14.30.58 deki görüşmede,
…’den [56], 27.1.2009
tarih-saat 02.01.15 görüşmede, … [57], kıyak
yapılmasını istediği, 08.11.2008 tarih-saat 16.30.48 deki görüşmede ise …’in [58], bedeli ödenmeyen
maddelerin müessesenin ikramı olduğunu sanığa bildirdiği görülmüştür.
Uyuşturucu maddelerin bedelinin ödenmesine ilişkin, sanık, 16.2.2009 tarihli
Cumhuriyet savcısı huzurundaki ifadesinde ‘genelde uyuşturucu maddelerin
parasını ben verdim. Ancak arkadaşlardan da uyuşturucu maddenin parasını veren
olmuştu. Zaman zaman getiren kişiye bu parayı verirler” diyerek bu hususa ait
açıklama getirmiştir. Yerel mahkeme gerekçesinde, bu durumu, sanığın, gerek …’in
[59] bu işten para
kazanmasını temin etmek, gerekse uyuşturucu madde alımında maddi bakımdan sorun
yaşamamak için arkadaşlarının siparişlerini ilettiği, bir kısmını ise … [60] ile
irtibatlandırdığı şeklinde yorumlanmıştır.
Ayrıca, sanığın, 08.2.009-10.2.2009 tarihleri
arasında … [61] ile … [62] ile yaptığı
iletişimin tespitine ait tutanaklara göre; sanık, … [63] ile … [64] arasında irtibat
kurup, …’in [65], …’dan [66], ticaret amacıyla
uyuşturucu madde almasını sağlamıştır. Sanık 16.02.2009 tarihli Cumhuriyet
savcısı huzurundaki ifadesinde, bu hususu ‘Murat benden Diyar’ın telefonunu
istemişti, ben de kendisine verdim, o da kendisinde mal kalmadığı için
Diyar’dan uyuşturucu madde kendisi için istemişti” diyerek açıklamıştır. Sanık
kendi telefonundan akrabam, arkadaşım diye tanıttığı …’in [67], 08.02.2009
tarih-saat 04.38.21 de … [68] ile görüşmesini
sağlamıştır. Buluşma gerçekleşmiştir. Yapılan aramalar sonucunda, 13.02.2009
tarihinde …’de [69], aynı tarihte
…’de [70], kokain
niteliğinde uyuşturucu maddeler ele geçirilmiştir.
Sonuç olarak, sanık, aynı dosyada uyuşturucu
madde ticareti yapmak suçundan mahkum olan, … [71], …. [72] ve … [73] ile irtibatlıdır.
Sanık arkadaşlarının satın aldığı uyuşturucu maddeler, … [74] ve …’de [75] ele geçen
uyuşturucu maddeler ile benzer niteliktedir.
Tüm
evrak içeriği karşısında, sanığın … [76] ile irtibatlı
olduğu, …’den [77] arkadaşlarına
uyuşturucu madde temin ettiği, …’in [78], ticaret amacıyla
…’dan [79] uyuşturucu madde
almasını sağladığı sabittir. …’de [80] uyuşturucu madde
ele geçmiştir.
Bu
nedenlerle, sanığın eylemi, sadece …’de [81] ele geçen
kokainin, … [82] tarafından ….’dan
[83] satın alınmasına
yardım etmekten ibaret olmadığı, sanığın iddianamede gösterilen uyuşturucu
madde ticareti yapma suçunun sübut bulduğu, 5237 satılı TCK’nın 37/1, 188/3 ve
4. maddeleri gereğince cezalandırılmasının doğru olduğu, bu nedenle mahkumiyet
kararının onanması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur”.
C)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararına dava dışı iki
uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemini
alması
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, kararına,
dava dışı iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme
eylemini almıştır.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun kararına göre, “Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi
gereken uyuşmazlık; uyuşturucu madde ticareti suçundan hakkında mahkumiyet
hükmü kurulan sanığın, 5237 sayılı TCK’nun 37/1 maddesi uyarınca fiili
gerçekleştiren fail olarak mı, yoksa aynı kanunun 39. maddesi uyarınca yardım
eden sıfatıyla mı sorumlu olacağının belirlenmesine ilişkindir” [84] ….
“08
Şubat 2009 tarihinde sanık … [85] yanında iken x
şahsı aradığı, telefonu …’a [86] vererek görüşme
yapmalarını sağladığı, x şahsın …’a [87] “istediğinden yok
şu an” dediği, saat 03.57’de …’la [88] konuştuğu, bir
yerde buluşmak üzere anlaştığı, saat 04.01 ve 04.30 da x şahısları aradığı,
onlarda da mal olmadığını öğrenince, saat 04.33 de Diyar adını kullanan ….’ı
arayıp … [89] adına hareket
eden …’ı [90] çağırdığı, 04.38
de … (Apo) aradığı, Şişli Camii’nin yakınlarındaki Migros önünde buluşmayı
kararlaştırdıkları, görüşme sırasında yanında diğer sanık …’ın [91] da bulunduğu,
hatta sanığın telefonu ile bir kısım görüşmeyi …’ın [92] yaptığı, saat
04.42 de tekrar .. (Apo) ile konuştuğu, saat 05.00 da “onlar buluştular”
şeklinde …’la [93] konuştuğu, …’a [94]; “için rahat
olsun, benden bir kancıklık çıkmaz” dediği, 10 Şubat 2009 günü saat 01.41 de
…’a [95]; “senin numaranı
arkadaşıma verdim” dediği, saat 01.44 de …’ın [96] …’ı [97] aradığı ve Şişli
Migros önünde buluşmayı kararlaştırdıkları, saat 01.55 de yapılan görüşmede
…’ın [98] “geldi mi
arkadaş” diye sorduğu,
Özel Dairece sanığın arkadaşları ya da
yakınları için diğer sanıklar … [99], … [100] ya da …’dan [101] istediği maddeler
ele geçmeyip kriminal incelemesi yapılmadığından uyuşturucu ya da uyarıcı madde
olarak kabul edilemeyeceği, bu nedenle sabit olan fiilinin, … [102] ile … [103] arasında irtibat
sağlayarak, …’da [104] ele geçirilen
kokainin … [105] tarafından …’dan [106] satın alınmasına
yardım etmekten ibaret olduğu dikkate alınarak, TCK’nın 39. maddesi uyarınca
cezasından indirim yapılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına
oyçokluğuyla karar verildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından,
önceki görüşmelere konu maddeler ele geçmese dahi dosya kapsamına göre uyarıcı
madde olarak kabul edilmesi gerektiği ve sanığın TCK’nun 37. maddesi gereğince
fail olarak sorumluluğunun bulunduğu görüşü ile itiraz kanun yoluna
başvurulduğu,
Anlaşılmaktadır [107].
Haklarındaki
hükümler kesinleşen sanık … [108], … [109] ve … [110] dışındaki diğer
sanıkların beyanlarında incelemeye konu sanıkla doğrudan ilgili bir anlatım
bulunmamaktadır.
Uyuşturucu madde ticareti ve suç işlemek
amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçlarından hakkındaki mahkumiyet hükümleri
kesinleşen sanık … [111] aşamalarda;
kokain kullanıcısı olan sanık Deniz’e bazen hergün, bazen gün aşırı, bazen üç
günde bir olmak üzere günlük iki ya da üç tane, hatta bir seferinde altı tane
uyuşturucu madde sattığını, Deniz’in iddianamede belirtildiği gibi uyuşturucu
satışına hiçbir şekilde aracılık etmediğini, telefon görüşmelerinde geçen “kuş”
tabirinin toz, “tuş” tabirinin ise taş kokain için kullanıldığını,
Uyuşturucu madde ticareti suçundan hakkında
kurulan mahkumiyet kesinleşen sanık … [112] aşamalarda;
kullanıcı olan Deniz’e evinin kapısına kadar giderek maddeyi paspasın altına
koymak ya da kapının arkasından uzatmak suretiyle kokain temin ettiğini” [113]
“Bu
açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Kaldığı otelde yapılan aramada 0,32 gram esrar, beş adet esrar bulaşıklı
kağıt parçası, iki adet kokain bulaşıklı metal kutu ve nargile düzeneği haline
getirilmiş pet şişe ele geçen sanık Deniz’in, telefon görüşmelerine konu olan
ve satıcılardan istediği maddelerin de kokain olduğunu belirtmesi, Cumhuriyet
savcılığınca müdafi eşliğinde alınan ifadesinde bazen yanında bulunduğu
arkadaşlarının istek ve ısrarları üzerine onlar için de kokain istediğini,
çoğunlukla ödemeyi kendisinin yaptığını savunması, telefon görüşme
tutanaklarından da başkalarına temin etme hususunun tereddüte yer vermeyecek
şekilde anlaşılıyor olması, uyuşturucu madde ticareti suçuna iştirak etmeden
mahkum olan sanık … [114] ile tanıklar ..
ve ..’ün de kokain kullanıcısı olan sanığın bazen arkadaşları ile birlikte de
kullandığını ve bu amaçla kokain satın aldığını beyan etmeleri, sanıklar … [115] ile …’in [116] sanığa kokain
sattıklarını kabul etmeleri ve adı geçen sanıklarda kriminal analiz sonucunda
kokain olduğu tespit edilen maddelerin ele geçmesi karşısında, uyuşturucu madde
ticareti suçundan mahkum olan inceleme dışı sanıklarda ele geçen kokainlerin
öncekilerin devamı niteliğinde olduğunun kabulü gerekmekte olup, böylelikle
görüşmelere konu maddelerin de ele geçmediğinden bahisle uyuşturucu ya da
uyarıcı madde olarak kabul edilemeyeceği ileri sürülemeyecektir.
Sanıkların telefon konuşmalarında uyuşturucu
ya da uyarıcı maddelerden söz edilmeyip, onun yerine “taş”, “tuş”, “kuş”, “kız”
vb .. şeylerden bahsedilmekte ise de, uyuşturucu ya da uyarıcı madde ticareti
suçunun işlendiği sabit kabul edilen ve kesinleşen diğer yargılama dosyalarında
dosyalardaki telefon konuşmalarında da benzer şifreli kelimelerin kullanıldığı
bilinen bir gerçektir. Kaldı ki, sanıkların uyuşturucu madde ticareti suçunu
işlerken yaptıkları telefon görüşmelerinde açıkça uyuşturucu ya da uyarıcı
madde istemelerinden söz etmelerini beklemek hayatın olağan akışına da uygun
düşmemektedir.
Öte
yandan, sanık Deniz görüşmelere konu maddelerin tamamının kokain olduğunu,
ancak sadece kendi kullanımı için aldığını kabul etmiş ise de, telefon
konuşmalarına göre yoğun bir biçimde uyarıcı madde satın aldığı, içme ve
arkadaşlarına verme gayreti içinde bulunduğu anlaşılan sanığın iddia ettiği
gibi, bu satın almalarının kişisel kullanma amacına yönelik olması halinde,
sıklıkla yapılan telefon görüşmelerine konu madde miktarlarının az olması
gerekecektir. Oysa uyuşturucu maddenin, “5+5”, “9+3”, “5+4”, “7+2” şeklinde
hemen hemen her gün satın alınması kişisel kullanım amacıyla hareket ettiğine
ilişkin savunmalarını çürütmektedir. Diğer taraftan sanığın müdafii huzurunda
savcılıkta verdiği ve sulh ceza mahkemesindedki sorgu ifadesinde de kabul
ettiği beyanında, zaman zaman arkadaşlarının kendisini bayıltacak derecede
ısrar etmeleri ve ricada bulunmaları nedeniyle de satıcıları aradığı, genelde
ödemeyi kendisinin yaptığı, bazen onlardan da para veren olduğu şeklindeki
anlatımı da sanığın fiilinin uyuşturucu ya da uyarıcı maddeleri başkalarına
verme suçunu oluşturduğunu göstermektedir.
Bu
nedenle, hakkında TCK’nun 188/3 maddesinden mahkumiyet hükmü kurulan sanık
Deniz Seki’nin, suçun kanuni tanımında yer alan seçimlik hareketlerden
“uyuşturucu ya da uyarıcı maddeleri başkalarına verme” fiilini gerçekleştirdiği
ve 5237 sayılı TCK’nun 37/1 maddesi uyarınca fiili gerçekleştiren fail olarak
sorumlu olduğundan, hakkında TCK’nun 39. maddesinin uygulanmasına gerektiğine
ilişkin Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu
itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel daire
bozma kararının sanık Deniz Seki yönünden kaldırılmasına ve yerel mahkeme
hükmünün adı geçen sanıkla ilgili olarak onanmasına karar verilmelidir” [117]
2.
YARGITAY’IN DAVA DIŞI DENİZ SEKİ’NİN İKİ UYUŞTURUCU
SATICISI ARASINDAKİ UYUŞTURUCU SATIŞINA ARACILIK ETME EYLEMİYLE İLGİLİ KARAR
VERME YETKİSİNİN BULUNMAMASI
A)
Hukuk devletinde egemenliğin Anayasadan kaynaklanan
Devlet yetkisi kullanan organlar aracılığıyla kullanılması [118]
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2.
maddesinde, hukuk devletinin, Cumhuriyetin niteliklerinden olduğu
belirtilmiştir. Hukuk devleti, genel tanımıyla, hukuk kuralını koyanın, koyduğu
kurala uyduğu devlettir [119].
Açıkçası, hukukun devlete egemen olmasıdır [120].
Hukuk kuralını koyanlar, koydukları kurala her zaman uymamışlardır. Hukuk
devletinde, kuralı koyanın koyduğu kurala uyması gerekir. Aksi takdirde,
kuralın uygulanması, kuralı koyanın istek ve iradesine bağlı kalır. Bu durum,
hukuk devletinin hukuka ve Anayasaya uygun faaliyette bulunması niteliği ile
bağdaşmaz. Bunun önlenmesi, hukukun üstünlüğü ilkesiyle sağlanmıştır [121].
“Demokratik devletin özü, siyasal haklar, seçim ve kamusal yetkilerin anayasal
temelidir” [122].
Buna göre, demokratik hukuk devleti, çoğulcu demokrasiyi temel alan ve
sürdüren, hukuka ve Anayasaya bağlı devlettir.
Devletin hukuki kişiliğini oluşturan,
devlet kudreti [123]
de denilen üstün ve egemen güç, devletin asli unsurlarındandır. Egemenlik, bu
üstün gücün kendisi değil, bir niteliğidir [124].
Egemenlik, Devletin ülke ve insan unsurları gibi, tek ve bölünmezdir [125].
Hukuk devletinde egemenlik, Anayasayla düzenlenmiş, kime ait olduğu açıklanmış,
kullanılma esasları gösterilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenlik, kayıtsız
ve şartsız Türk Ulusu’na aittir (AY 6/I) ve Anayasanın koyduğu esaslara göre
yetkili organlar eliyle kullanılır. Anayasayla yetkili kılınmış organlar,
yasama, yürütüme, yargıdır (AY 7, 8, 9). Anayasaya göre, egemenlik, yetkili
organ niteliğini taşımayanlar tarafından kullanılamaz. Bu nedenle, egemenliğin
kullanılması, kişi, zümre veya sınıfa bırakılmamıştır (AY 6/II).
Anayasayla,
egemenlik ile anayasal organların yetkileri arasında bir bağ kurulmuştur. Bu
anayasal bağ, “Hiçbir kimse veya organ
kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz” (AY 6/III-son)
kuralıyla pekiştirilmiştir. Devlet
yetkisi, Anayasadan kaynaklanan kamusal işlem yapabilme gücüdür. Kamusal
işlem yapma gücü, yani yetki, Devlet yetkisinin varlığına bağlıdır. Devlet
yetkisinin varlığı veya yokluğu, kamusal işlemin varlık veya yokluk nedenidir.
Bunun içindir ki, hukuk devletinde,
Devlet yetkisi varsa kamusal işlem vardır, Devlet yetkisi yoksa kamusal işlemde
-oluşmasından ayrı olarak- yoktur [126] . Devlet yetkisinin bulunmayışı, kişi,
organ veya kurumun o işlemle ilgili yetkisizliğidir, yani o kamusal işlemi
yapma gücünden yoksunluktur.
Yetkisizlikte, kamusal işlemi yapacak olan, işlemle ilgili Anayasadan
kaynaklanan Devlet yetkisine sahip değildir [127].
Gerçekten, Anayasa
Mahkemesinin bir kararına [128] göre, “Anayasa, kendisi düzenlemedikçe, açıkça
olur vermedikçe ya da bir yasa ile düzenlenebileceğini belirterek bu yolla
kullanılacağını bildirmedikçe, bir organ ya da kişi bir devlet yetkisini
kullanamaz. Anayasa’ya dayanmayan, Anayasa’dan kaynaklanmayan Devlete ilişkin
yetki sözkonusu olamayacağından, böyle bir yetkinin kullanılması da
düşünülemez. Anayasal dayanak, geçerlik koşuludur”.
Anayasa, devletin hukuki kişiliğini, bu
kapsamda, devletin şeklini, niteliğini, anayasal organları, tüm faaliyetlerini
ve kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen temel yasadır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin hukuki kişiliği, Devletin kuruluşundan bu yana farklı
Anayasalarca düzenlenmiştir [129].
Devletin işleyişi ve tüm faaliyet, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na
göre yapılmaktadır. Hukuk devletinin Anayasaya bağlı, onu üstün değer gören ve
ona uygun davranan devlet olması, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığının,
hukuk devletinin önemli unsurlarından olduğunu göstermektedir. Anayasa, 11.
maddesiyle [130],
üstün ve bağlayıcı niteliğini ortaya koyarken, sadece anayasal organları,
idareyi belirtmemiş, diğer kuruluş ve kişileri bağladığını da hükme
bağlamıştır. Buna göre, ülkede yaşayan herkes, Anayasaya uymak zorundadır.
Anayasa Mahkemesine göre, “Asli
kurucu iktidarın önceki Anayasalarla bağlı olmaksızın yarattığı yeni Anayasa,
temel düzen normu haline geldiği andan itibaren, tüm anayasal kurum ve
kuruluşların meşruiyetlerinin dayanağı haline gelir. Anayasa’nın
öngördüğü ve öğretide kurulu iktidar
olarak tanımlanan yasama, yürütme, yargı organları ile bunların alt
birimlerinin asli kurucu iktidarın yarattığı “hukuksal otorite” sınırları
içinde hareket etmeleri, işlem ve eylemlerinin hukuksal geçerlilik
kazanabilmesinin önkoşuludur. Bu durum, Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan
“hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz” ifadesiyle, herhangi bir istisna tanımaksızın kabul edilmiştir.
Anayasa koyucu “hiçbir kimse ya da organ”dan söz ettiğine göre, kurulu bir
organ olarak yasama organının da sistem dışı yetki kullanımının hukuksal açıdan
geçerli olmayacağının kabulü gerekir” [131].
B)
Dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemiyle ilgili Yargıtay
kararlarının hukuken yok hükmünde olması
Yargılama, yargı erkine dayalı olarak,
hukukun, Anayasanın ve kanunların koyduğu usul ve esaslara göre yapılan adli /
yargısal faaliyettir. Soruşturmanın ve kovuşturmanın konusu, şüpheli veya
sanığa atılı suça ve unsurlarına konu eylemden ibarettir (CMK 160/1 [132],
225/1, 170/3-i). Soruşturma ve kovuşturma konusu olmayan eylem ve olgu, ceza
iddiasının ve yargılamanın konusu değildir. Bu nedenle, yukarıda kamu gücünü kullananların, kamusal
işlem, adli / yargısal işlem yapabilmelerinin, yetki sahibi olmalarına bağlı
olduğu açıklanmıştır [133]. Bu kapsamda, yargılanmayan eylemi temsil eden bulgu, soruşturmada ve kovuşturmada şüpheli
veya sanığa karşı kullanılamaz. Açıkçası, yargılanmayan eyleme ilişkin bulguyla herhangi bir yargılama işlemi,
örneğin sorgu yapılamaz [134]. Cumhuriyet savcısının mahkeme veya
yargıcın belirtilen nitelikteki bulguyla sorgu yapabilme yetkisi yoktur. Bu durum, temyiz incelemesi içinde
geçerlidir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, temyiz
incelemesini, ancak, iddianamede gösterilen, yani yargılanan eylemlerle ilgili
ve sınırlı olarak yapabilir. Yargıtay’ın denetim yetkisi, sınırlı yetkidir,
sınırsız / kesin / mutlak yetki değildir. Yargıtay’ın, iddianamede veya
cezalandırma kararında yer almayan bir eylemle ilgili karar verme yetkisi
olmadığı gibi, temyiz yoluyla sanığa iddianamede olmayan bir eylemden dolayı
yargılanmasına ve cezalandırılmasına karar verme şeklinde yetkisi de
bulunmamaktadır.
Gerçekten, iddianamede
yer almayan, yani yargılanmayan, yani dava dışı eylemler, yargılamanın konusu
olmadığından, yani yargılama dışı olduğundan, mahkemenin, dava dışı eylemlerle
ilgili olarak işlem yapabilme ve karar verebilme yetkisi yoktur [135]. Yargıtay 5. Ceza Dairesinin [136]
ve Yargıtay 4. Dairesinin [137]
kararları da, görüşümüzü doğrulamaktadır.
CMK 225/1 maddesi, CMUK 150 maddesinin
yinelenmesidir [138].
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bir kararına göre, (CMUK 157, 257) “Bu hükümlerde
de belirtildiği üzere, hükmün konusu
iddianamede gösterilen eylemdir. İddianamede açıklanan fiilin dışına çıkılarak
karar verilmesi, açılmayan ve mevcut olmayan bir davadan dolayı karar verilmesi
sonucunu doğuracaktır. Hakim, iddianamede belirtilen eylemle sınırlı ise
de, bu eylemin niteliğini tayin ve takdirde iddianameyle bağlı bulunmamaktadır” [139].
Uygulamada, iddianamede, atılı suça konu
eylemin açıklanması sırasında, bir başka suça konu eylemden söz edildiği, bu
eylemden dava açılmamasına karşın, mahkemenin, ikinci eylemi de karara
bağladığı görülmektedir. Bu durumda da, ikinci eylemden dolayı kamu davası
açılmamıştır [140].
Dolayısıyla, ikinci eylem, dava dışıdır ve yargılanması söz konusu değildir.
Yukarıda Deniz Seki’ye atılı iki eylemle ilgili iddianamenin zorunlu unsurları
ve metni gösterilmiştir. İddianamede Deniz Seki’ye atılı iki eylem,
iddianamenin zorunlu unsurları (CMK 170/3-h, i, j) arasında yer almaktadır, bir
başka eylem zorunlu unsurlar arasında yer almamaktadır. Buna göre, Yargıtay 10.
Ceza Dairesinin bozma kararına konu ‘Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemi, iddianameyle dava konusu
edilmiş değildir. Deniz Seki’nin bozma kararındaki eylemden yargılanması,
herhangi bir şekilde söz konusu değildir. Ayrıca, bozma kararındaki eylem,
gerçek eylem değil, aşağıda ele alınacağı üzere, sanal bir eylemdir.
İddianamede
yer almayan, yani yargılanmayan eylemler, yargılama dışı olduğundan, ister
mahkeme olsun, ister Yargıtay olsun, dava dışı eylemlerle ilgili olarak işlem
yapabilme ve karar verebilme yetkisi yoktur. Bozma kararında iddia edilen Deniz
Seki’nin uyuşturucu satışına aracılık etme eylemi, iddianamede yer
almadığından, yani dava dışı olduğundan, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, sözü edilen
bu eylem nedeniyle, bozma kararı görüntüsü altında, sanığın yeniden
yargılanmasına ve cezalandırılmasına karar vermek yetkisine sahip değildir.
Anayasanın 6/III-son
maddesi emredici hükmü, Yargıtay 10. Ceza Dairesini de bağlar. Yargıtay 10. Ceza Dairesi
de, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa,
Yargıtay 10. Ceza Dairesine, sanık Deniz Seki’nin yargılanmadığı, dava dışı
eylem olan, sanığın iki satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık
etme eyleminden dolayı, bozma kararı verme yetkisi tanımamıştır. Bu
nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, Deniz Seki’nin dava dışı anılan
aracılık eyleminden dolayı, anılan dava dışı eylemi kovuşturmaya almak,
sanık olarak yeniden yargılanmasını ve cezalandırılmasını isteme yetkisi
olmadığından, bozma kararının Deniz Seki’nin sanık olarak yeniden
yargılanmasıyla ilgili kısmı, “yetkisizlikten” (AY 6/III-son) dolayı hukuken
yok hükmündedir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
yukarıda belirtilen itirazıyla, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin bozma kararının
hukuken yok hükmündeki kısmına itiraz etmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, hukuken
yok hükmündeki işlem, sonradan yapılan hukuki işlemle, hukukileştirilemez, yani
hukuki hale getirilemez. Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının
itirazıyla, Yargıtay bozma kararının dava dışı anılan eylemle ilgili yoklukla
sakat kısmı, yoklukla sakatlıktan çıkıp, hukuken geçerli hale gelmez, yoklukla
sakatlık durumu devam eder. “Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilamın kendisine
verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz
edebilir. Sanık lehine itirazda süre aranmaz” (CMK 308/1). Buna göre, CMK
308/1’deki itiraz, hukuken mevcut ve geçerli Yargıtay ceza dairelerinin
kararları için söz konusudur, yoklukla sakat daire kararları için değildir. Bu
demektir ki Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının, bozma kararının yoklukla sakat kısmına ilişkin itirazı da
hukuken yok hükmündedir.
Yargılama
hukukunun “ortak” ilkelerinden birisi, talepsiz, resen karar verme yasağıdır. “Örneğin, bir mahkeme, usulüne uygun olarak önüne
getirilmedikçe olmayan bir dava ile ilgili kendiliğinden yargılama yapamaz (ör.
HUMK m. 72)” [141].
Hukuken yok hükmündeki talep yazısı ile
talep olmaması ile eş değerlidir. Bu demektir ki, mahkemenin ve yargıcın veya Yargıtay’ın, hukuken yok
hükmündeki taleple ilgili olarak, hukuken yok hükmündeki talebin kabulüne karar
verme yetkisi yoktur. Bu nedenle, hukuken
yok hükmündeki itiraz, CMK 308/1’e göre yapılan itiraz değildir. Hukuken
yok hükmündeki itiraz, itirazla ilgili yazının yer aldığı kağıdın üzerinde
maddeten vardır, hukuk düzeninde işlem olarak yoktur.
Görüldüğü üzere, CMK 308/1’e göre Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun karar verebilmesi, usulüne uygun bir istemin / itirazın
yapılması ön şartına bağlıdır. Anılan bozma kararının yok hükmündeki
kısmına itiraz, usulüne uygun bir itiraz niteliğinde değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, görevi gereğince,
resen, öncelikle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazına konu bozma
kararının kısmen veya tamamen hukuken mevcut olup olmadığını araştırması
gerekir. Olayda, kamusal savunma makamında görevli müdafi olarak, Yargıtay
Ceza Genel Kuruluna sunduğumuz yazılı kamusal savunmada bu durum açık olarak ve
gerekçesiyle belirtilmiştir. Buna karşın, Yargıtay
Ceza Genel Kurulu, resen araştırma görevini yapmamış ve kamusal savunmayı da
göz önüne almamış ve değerlendirmemiştir.
Hukuken
yok hükmündeki taleple ilgili karar verilmesi, talepsiz, resen karar
verilmesiyle eş değerlidir, yani hukuken yok hükmündedir. Hukuken yok
hükmündeki taleple ilgili kabul kararı da, talepsiz, resen karar verilmesi gibi
yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir. Ayrıca, yukarıda belirtildiği üzere, hukuken yok
hükmündeki taleple ilgili verilen kararla, hukuken yok hükmündeki talebe hukuki
geçerlik kazandırılamaz [142].
Yüce Divan’da görülen bir davada, Adalet
başmüfettişinin yetkisiz olarak CMK 135/1-6’daki isteminin kabulü ile hakim
kararı verilmesi veya Adalet başmüfettişinin yetkisiz olarak CMK 135/1-6’daki
konudaki karar vermesi ve bunun onayına ilişkin hakim kararının, yetkisizlikten
dolayı hukuken yok hükmünde olduğu, hüküm ifade etmediği savunmamız, Yüce Divan
tarafından aynen kabul edilmiş ve aynen karara bağlanmıştır [143].
Anılan bozma kararının yoklukla sakat
kısmına ilişkin hukuken yok hükmündeki
itiraz, hukuken mevcut olmadığı içindir ki, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun hukuken mevcut olmayan bir itirazla
ilgili karar verebilmesi söz konusu değildir. Hükümsüz karar, ister mutlak
butlan, ister yokluk şeklinde olsun, hukuken mevcut olmayan bir karardır.
Hükümsüz karara dayalı yapılan işlemler, hukuka aykırı değil, fiilen, yani
herhangi bir karara dayanmadan yapılan işlem niteliğindedirler. Sonuç olarak, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, anılan bozma
kararının yok hükmündeki kısmına ilişkin kararı da, açıklanan nedenle hukuken yok hükmündedir.
C)
Yargıtay’ın dava dışı Deniz Seki’nin iki uyuşturucu
satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eylemiyle ilgili kararlarına
karşı, Deniz Seki’nin kendini suçlandırmama hakkı
Yukarıda belirtildiği üzere, mahkemenin
yetkisi, şüpheli veya sanığı, iddianamedeki iddia konusu eylemde yargılamakla
sınırlıdır [144]
(CMK 225/1). Şüpheli veya sanığın, yargılamada,
yargılanan eylemler dışındaki eylem ve olguyla muhatap edilmesi, adil
yargılanma hakkı kapsamındaki, “kendini suçlandırmama hakkının” çiğnenmesine
yol açar. AİHS 6/1’de “Her şahıs .. cezai sahada kendisine karşı serdedilen
bir isnadın esası hakkında” demektedir. Bu nedenle, herkes, ortada hukuka uygun surette getirilmemiş veya hukukta varlık
kazanamamış olan isnatlara karşı, “kendini suçlandırmama hakkına” sahiptir.
Buna göre, kişinin kendini suçlandırmama hakkının zorunlu sonucu olarak, her türlü yargılama işlemi, örneğin sorgu, yargılanan eylem dışındaki eyleme
göre yapılamaz.
Gerçekten, şüpheli veya sanığın kamu
davasının konusu olmayan eylemden yargılama işlemine bağlı tutulması, onun,
yetkisiz / yani fiili, yani keyfi olarak suç isnadına bağlı tutulmasıdır.
Yetkisiz / fiili, yani keyfi yargılama işlemine veya suç isnadına muhatap olan
herkes, kendisini bu tür isnatlara karşı korumak hakkına sahiptir. AİHS 6/1
gereğince, usulüne uygun surette yapılmış olan bir ceza isnadına karşı, doğru
ve adil yargılanma hakkına sahip olan herkesin,
hukuken yok hükmündeki isnatlara veya usulüne uygun surette getirilmemiş olan
isnatlara karşı, “kendini koruma hakkı” öncelikle vardır.
Kimse ve hiçbir makam veya organ, bu tür
isnatlara muhatap olan kişilerin yargılanmaları iddiasında bulunamaz. AİHM,
‘Funke - Fransa kararında’, kişinin elinde olduğu düşünülen bazı belgeleri
vermesinin sağlanması için cezalandırılmasının, onun kendi aleyhine delil
göstermeye zorlanma teşebbüsü niteliğini taşıdığı, bu durumun kişinin kendini
suçlandırmama hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir [145].
Böyle olunca, yargılanan eylem dışındaki
eylemden dolayı, kişinin kendini suçlandırmama hakkının çiğnenmesine yol
açar.
Diğer yandan, sanık veya kamusal savunma makamı olarak müdafi, yargılanmayan eylemi
ve buna ilişkin bulguyu tespit ve mahkemeye bildirmek zorunda değildir.
Özellikle sanığın böyle bir yükümü yoktur. Sanık doğru ve adil yargılanmasını
istemek hakkına, bu kapsamda, yargılanmayan eylemi ve bu eylemi temsil eden
bulguyla muhatap edilmemesini isteme hakkına sahiptir. Yargılama sanığın değil
mahkemenin görevidir. Mahkeme
yargılama yapmak için vardır. Yargılanmayan
eylemden yargılama yapmama, yani yetkisiz yargılama yapmama mahkeme için
ödevdir. Sanık böyle bir yüküm veya ödev altında değildir.
Yukarıdaki açıklama karşısında, Yargıtay
Onuncu Ceza Dairesi, yukarıda açıklanan araştırma görevini yerine getirmemiş, sanık
Deniz Seki’yi dava dışı iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına
aracılık etme eylemi ile, sanık sıfatıyla muhatap etmiştir. Yargıtay Onuncu
Ceza Dairesi, yetkisiz, yani fiili eylemiyle, dava dışı anılan eylemle Deniz
Seki’yi sanık olarak muhatap etmekle kalmamış, onun dava dışı eylemden dolayı
cezalandırılmasına ve hükümlü sıfatını almasına neden olmuştur. Yargıtay Onuncu Ceza Dairesinin, Deniz
Seki’yi, yargılanmadığı dava dışı anılan uyuşturucu satışına aracılık etme
eyleminden dolayı yetkisiz eylemiyle, sanık konumuna düşürme, yargılama,
cezalandırma hakkı bulunmamaktadır.
3. YARGITAY’IN DENİZ SEKİ’Yİ HÜKÜMLÜ DURUMUNA DÜŞÜRDÜĞÜ
YOK HÜKMÜNDEKİ KARARLARINA KONU, DAVA DIŞI İKİ UYUŞTURUCU SATICISI ARASINDAKİ
SATIŞA ARACILIK ETME EYLEMİNİN “SANAL EYLEM” OLMASI
A) Yargıtay’ın yasa yolu yargılamasında Deniz Seki’yi
dava dışı bir eylemin sanığı ve hükümlüsü durumuna düşürmekten kaçınma yükümüne
aykırı davranması
Yukarıda
açıklanan kendini suçlandırmama hakkı, sanığın temel haklarındandır. Mahkeme ve
yargıç veya Yargıtay, kovuşturmada, şüpheli veya sanığın bu temel hakkını
sağlamakla yükümlüdür. Çünkü, hukuk devletinde, mahkeme ve yargıç veya
Yargıtay’ın, Anayasadan kaynaklanan Devlet yetkisi, şüpheli ve sanığı,
iddianameyle atılı eylemlerden kovuşturmak ve yargılamaktır. Anayasa ve temel
ceza yasalarına göre, mahkeme ve yargıç veya Yargıtay, yetkisiz işlem veya
yetkiyi aşan işlem yapamayacaktır. Yetkisiz işlemde veya yetkiyi aşan işlemde,
Anayasadan kaynaklanan Devlet yetkisinin kullanılması söz konusu değildir.
Mahkeme ve yargıç veya
Yargıtay, şüpheli ve sanığı, yargılanan, yani iddianameye konu eylemin dışında
bir başka eylemin görünüşte sanığı durumuna düşürmekten kaçınma yükümü
altındadır. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, yasa yolu yargılamasında,
sanık Deniz Seki’yi, yargılanan Murat kod adlı satıcının arkadaşlarına
uyuşturucu satışına aracılık eylemi dışında, yani dava dışı iki uyuşturucu
satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin görünüşte
sanığı durumuna düşürmekten kaçınma yükümüne aykırı davranmıştır.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulu ise, belirtilen kaçınma yükümüne aykırı davranmakla kalmamış, Deniz Seki’yi
yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündeki kararıyla, dava dışı iki
uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin
“hükümlüsü” yapmış ve cezaevine konulmasına neden olmuştur.
B) Sanık Deniz Seki’nin dava dışı iki uyuşturucu
satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin, gerçek ve
mevcut eylem değil, “sanal eylem” olması
“Eylemsiz suç ve ceza
olmaz” ilkesi, demokratik ceza düzeninin temelini oluşturur. Eylem, olgu, durum, dışa
vurmuş, dış dünyada değişiklik yaratmış, yani evrende gerçekleşmiş ve var olan,
başkalarınca algılanabilir, objektif, nesnel hareket, davranış ve durumlardır.
Bunun içindir ki, öncelikle, Deniz Seki’nin, Yargıtay bozma kararında
iddia edildiği gibi, dava dışı iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu
satışına aracılık etme eylemi, evrende gerçekleşmiş ve mevcut bulunmalıdır.
Hemen belirtelim ki, evrende sanığın iddia edildiği şekliyle bir yardım /
aracılık etme eylemi gerçekleşmemiş ve var olmamıştır, yani evrende gerçekleşen
böyle bir yardım / aracılık etme eylemi yoktur.
Bir eylem, ya evrende
gerçekleşmiş ve var olmuştur, ya evrende gerçekleşmemiş ve var olmamıştır. İkisinin ortası yoktur.
İşte, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, bozma kararıyla iddia ettiği Deniz
Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık eylemi
de, evrende gerçekleşmiş ve var olmamıştır. Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin, bozma kararıyla iddia ettiği ve Deniz Seki’nin yeniden
yargılanmasını ve cezalandırılmasını istediği, dava dışı olan uyuşturucu
satışına yardım eylemi de, “sanal eylemdir” [146].
Tabii
ki, sanal eylem, eylem değildir. Demokratik ceza düzeninde “sanal eylemle
suç ve ceza olmaz”. Sanal eylem işlediği iddiasıyla, sanığın yeniden
yargılanması ve cezalandırılması istenilemez. Açıkçası, sanık, sanal eylem
işlediği iddiasıyla yargılanamaz ve cezalandırılamaz. Yargıtay 10. Ceza
Dairesi, kamu gücü, yargı gücü kullanmaktadır [147]. Kişinin sanal eylemle
suç işlediği iddiasıyla yargılanmaya ve cezalandırılmaya kalkışılması, kamu
gücünün yetkisiz, fiili kullanılmasıdır. Bu demektir ki, sanığın bozma
kararında iddia edilen sanal uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminden
dolayı, yargılanması hukuki değil tamamıyla fiilidir.
C) İddianamedeki 10.02.2009 tarihli tapelerdeki
konuşmanın, bozma kararındaki dava dışı ve sanal eylem değil, başka bir eylem
olması
İddianamede,
şüpheli Deniz Seki ile ilgili iddialar arasında, “295 ve 296 numaralı
tapelerde, Deniz SEKİ’nin, …. isimli şahsı [148] Diyar kod isimli sanık
ile konuşturduğu, daha sonra da Diyar’ın adamı olan ….’den [149] uyuşturucu madde temin
ettikleri” [150] iddia edilmiştir. İddianamede
sözü edilen iki tape kaydı, 10.02.2009 tarihlidir. 10.02.2009 tarihli tapeler,
iki değil üç tapedir.
Her üç tapedeki
beyanlara konu eylemlerde, bozma kararındaki yukarıda belirtilen dava dışı,
“sanık Deniz Seki’nin iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına
yardım eylemi” yer almamaktadır. Gerçekten, aşağıda belirtileceği üzere, tapelerde,
uyuşturucu satışı ve uyuşturucu madde verilmesi eylemleri bulunmamaktadır. Buna
göre, bozma kararındaki sanal eylemle, 10.02.2009 tarihli tapelerdeki
eylemler aynı değil, farklı eylemlerdir.
10.02.2009
tarihli tapelerden ilki, 10.02.2009 01.41.51 (Diyar-B4141) arasındaki görüşmedir.
İddianamede Tape 295 olarak geçen ilk tape içeriğinde Diyar’la görüşen
kişi, sanık Deniz Seki’dir. İlk tapede, sanık Deniz Seki, Diyar’a telefonunu
bir arkadaşına verdiğini, onun Zeynep Hanımın telefonunu verdiği kişi olarak, kendisini
arayacağını söylemektedir. İlk tapedeki görüşme bundan ibarettir. Görüldüğü
üzere, tape 295 denilen ilk tapedeki beyanlarda, dava dışı uyuşturucu
satışına ve bu satışa yardım etme eylemi yer almamaktadır.
İddianamede
tape 296 olarak geçen ikinci tape, 10.02.2009 01.44.12 (Diyar kod adlı
sanık - Murat kod adlı sanık) arasındaki görüşmedir. İkinci görüşmede,
Diyar, Murat’ı Deniz Seki’nin telefonunu verdiği bir arkadaşı olarak
bilmektedir. Murat da konuşmada bu şekilde davranmaktadır [151]. Bu nedenle, ikinci tapede görüşen Diyar ve Murat kod
adlı sanıklar, aynı suç örgütüne mensup oldukları iddia edilen iki uyuşturucu
satıcısı olarak görüşmemektedirler. İkinci tapede Diyar kod adlı sanık,
uyuşturucu madde satıcısı olarak konuşmaktadır. Buna karşın, Murat kod adlı
sanık, uyuşturucu satıcısı kimliğini saklamakta, uyuşturucu kullanan kişi
olarak, uyuşturucu madde almak isteyen kişi olarak konuşmaktadır. Buna göre,
ikinci tapenin görüşenleri, iki uyuşturucu satıcısı değil, biri uyuşturucu
satıcısı diğer kullanmak için uyuşturucu almak isteyen kişilerdir.
İlk iki tapedeki görüşme içeriği ve
yapılışı sırasında Murat’ın kimliğini saklaması ve uyuşturucu kullanan kişi
gibi kendini göstermesi nedeniyle, ilk iki tapedeki beyanlarda dava dışı iki
uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışı eyleminin yer almadığı /
almasının mümkün olamayacağı açıktır. Gerçekten, Tape 296 denilen 10.02.2009 tarihli ikinci tapede, Murat kod adlı
sanık ile Diyar olduğu iddia edilen sanık [152] arasında sadece buluşmayla ilgili konuşma
vardır, buna karşın, uyuşturucu satışı eylemi yer almamaktadır. Buna
göre, ilk iki tapede uyuşturucu satışı eylemi, mevcut olmadığı gibi, şüpheli
bile değildir [153].
10.02.2009 01.55.45
kayıtlı üçüncü tape, Diyar ile Murat arasındadır. Tape üçüncü görüşmeye
göre, “Murat: Geldimi arkadaş Diyar: Çık oraya çık Murat: Ben çıkmışım ordayım
Diyar: Tamam” beyanında bulunmaktadır. Tape üçteki beyanlara göre, Murat
Diyar’a buluşma yerine gelecek kişinin gelip gelmediğini sormaktadır. Diyar
Murat’a söylenen yere çıkmasını söylemekte, Murat sözü edilen yerde olduğunu beyan
etmektedir. Konuşmanın tamamı bundan ibarettir.
Tape üçte de, bozma
kararında iddia edilen iki uyuşturucu satıcısı arasında uyuşturucu satışı
eylemi ve uyuşturucu maddenin verildiği eylemi yer almamaktadır. Diyar’ın Murat’a
uyuşturucu madde satışı yapıp yapmadığı ve uyuşturucu maddenin verilip
verilmediği belli değildir / belirsizdir.
Yargıtay
kararlarında sözü edilen iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu
satışına aracılık etme eyleminin varlığı, (a) her iki kişinin birbirinin
uyuşturucu satıcısı olduğunu bilmeleri, (b) uyuşturucunun niteliği, cinsi,
miktarı, bedeli ve teslimi üzerinde karşılıklı anlaşmaları, (c) üçüncü kişinin
iki satıcı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etmesine ilişkin eylemlerin
gerçekleşmesine bağlıdır. Bir tape kaydında (a), (b), (c)’deki unsurlarla
ilgili beyanların tam ve eksiksiz yer alması gerekir. Aksi takdirde, bir tape
kaydında (a), (b), (c)’deki unsurlardan birisinin eksikliğinde veya bu
unsurların açık ve tam bir şekilde yer almayışında, tape kaydında anılan
uyuşturucu satıcıları arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin
yer aldığından söz edilemez. Bu durumda, ancak, tapede yer almayan sanal bir
eylemin, tapede varmış gibi gösterilmeye kalkışılmasından söz edilebilir. Buna
göre, tape kaydının, anılan eylemin delili olabilmesi, yani anılan eylemin
tapedeki beyanlarla ispatlanabilmesi mümkün değildir.
Üçüncü tapedeki
beyanlarda yer almayan, uyuşturucu satışı eylemi ve uyuşturucu maddenin
verildiği eyleminin, şüpheli eylem oldukları bile kabul edilemez [154]. Tapede yer almayan
bir eylem, şüpheli eylem olamaz. Tapede yer almayan bir eylem, ancak, kişinin
his dünyasında yaratarak varlığını iddia ettiği sanal eylem olabilir. Sanal
eylemde, eylem değildir.
Yukarıda
belirtilen 10.02.2009 tarihli her üç tape birlikte incelendiğinde, Diyar’ın
Murat’ı tanımadığı, buluşmaya bizzat gitmemesi nedeniyle Murat’la sadece
telefonda, Zeynep’in arkadaşı olarak
görüştüğü anlaşılmaktadır. Her üç tapedeki beyanlara göre, Diyar, Murat’ın
uyuşturucu satıcısı olduğunu bilmemektedir. Her üç tapede Murat’ın
uyuşturucu satıcısı olduğuna ilişkin bir bilgi, imalı olarak bile yer
almamaktadır. Her üç tape kaydına
göre, Diyar’ın Murat’ın uyuşturucu satıcısı olduğunu bildiği veya bilmesi
gerektiği de iddia edilemez.
İki uyuşturucu
satıcısı arasındaki uyuşturucu satışı, iki sanığın birbirini uyuşturucu
satıcısı olarak bilmesi, tanıması, birbirlerine bu sıfatlarını bilerek, yani
uyuşturucu ticareti yaptıklarını bilmeleri, bu istek ve iradeyle, uyuşturucu
satışı yapmaları, yanı uyuşturucucun cinsi, miktarı, bedeli ve tesliminde
anlaşmalarıdır [155].
Gerekçeli kararda, Murat kod adlı sanık [156] ile Diyar kod adlı sanığın [157], aynı uyuşturucu satışıyla ilgili suç
örgütünün üyeleri oldukları kabul edilmiş ve TCK 220/2’deki suçtan
cezalandırılmışlardır. Gerekçeli karara göre, Murat kod adlı sanık, suç
örgütünün ikinci adamıdır. Apo kod adlı sanık ise, suç örgütü üyesi olmayıp,
Diyar kod adlı satıcının torbacısıdır [158].
Buna göre, Murat’ın ikinci adamı olduğu,
aynı suç örgütü üyesi her iki sanık arasında, uyuşturucu satışı olamaz / olmasını
gerektiren bir durum söz konusu edilemez. Dolayısıyla, iddia edilen bu
nitelikte uyuşturucu satışına da aracılık edilemez / edilmesini gerektiren bu
durumun varlığı ileri sürülemez. Çünkü, suç örgütünün ikinci adamı Murat,
Diyar’a emir verir ve uyuşturucu göndermesini ister. Aynı örgüt üyesi iki sanık
arasındaki uyuşturucu satışı ve bu satışa Deniz Seki’nin aracılık etmesi kadar,
akla aykırı bir eylem olamaz. Yargıtay’ın kararlarına konu dava dışı eylem,
önce akla, sonra yaşamın olağan akışına aykırıdır. Bu nedenle, iddianamede dava
dışı eyleme yer verilmemesi, doğru ve yerindedir. Buna karşın, bozma kararında,
Diyar kod adlı sanığın örgüt üyesi olduğu ispatlanamadığına karar verilmiş
olması da, dava dışı eylemin sanal eylem olma sonucunu değiştirmemektedir.
Her üç tapedeki
beyanlarda, (a) uyuşturucu satışı eylemi, (b) uyuşturucu maddenin verilmesi
eylemi yer almadığından, Diyar’ın Murat’a uyuşturucu madde sattığı kabul ve
sonucu çıkarılamaz [159]. Her üç tape birlikte ele alındığında, Diyar’la
Murat’ın buluşma yerini konuşmaları ve Murat’ın buluşma yerine geldiğini
söylemesinden başka bir eylem yer almamaktadır. Dolayısıyla, her üç
tapedeki beyanlara konu olarak, (a) Diyar’la Murat’ın buluşma yerini
konuşmaları, (b) Murat’ın Diyar’a buluşma yerine geldiğini söylemesi
eylemlerinden başka bir eylemin, örneğin ikisi arasında uyuşturucu madde
satışının yapıldığı ve uyuşturucu maddenin verildiği eylemlerinin eklenebilmesi
mümkün değildir. Bu demektir ki, sanık Deniz Seki’nin 10.02.2009 tarihinde
uyuşturucu madde satışına yardım / aracılık etme eylemi yoktur ve
ispatlanmamıştır.
Böyle olunca, yukarıda
belirtilen dava dışı, yargılanmayan, bozma kararıyla iddia edilen sanık Deniz Seki’nin iki sanık arasındaki
uyuşturucu satışına yardımı eylemi, sanal eylemdir. Sanal eylem, eylem
değildir. Buna göre, bozma kararındaki
sanık Deniz Seki’nin sanal yardım eyleminin, iddianamede yer alan 10.02.2009
tarihli tapelerdeki beyanlara konu buluşma yeri ile sanıklardan birisinin
buluşma yerine geldiği beyanına konu eylem olabilmesi de söz konusu değildir.
Ayrıca, 10.02.2009 tarihli tapelerdeki beyanlarda,
uyuşturucu madde satışı ve uyuşturucu madde teslimi eylemleri yer almamaktadır.
Dolayısıyla, her üç tapeden
hareketle Deniz Seki’nin iki satıcı arasında gerçekleşmiş ve mevcut olmayan bir
uyuşturucu satışına yardım / aracılık etme eylemi de, evrende gerçekleşmiş ve
mevcut değildir.
Sonuç olarak, bozma kararında iddia
edilen Deniz Seki’nin sanal uyuşturucu satışına yardım eyleminin, 10.02.2009
tarihli tapelerdeki konuşmalara konu eylem olması mümkün değildir.
ÜÇÜNCÜ
ALT BÖLÜM
DENİZ SEKİ’NİN DAVA DIŞI, YANİ
YARGILANMAYAN VE SANAL BİR EYLEMDEN CEZALANDIRILMASI
1.
YARGITAY’IN DENİZ SEKİ MÜDAFİİ OLARAK YASA YOLUNDAKİ
KAMUSAL SAVUNMALARIMIZI KARARA BAĞLAMAMASI
A)
Deniz Seki müdafii olarak 04.04.2013 tarihli kamusal
savunmamızın temyizde göz önüne alınmaması ve sonuçları
Yasa
yolu aşamasında, kamusal savunmada, Deniz Seki müdafii olarak görev alınmıştır.
04.04.2013 tarihli kamusal savunmamız [160],
Yargıtay 10. Ceza Dairesine verilmiştir. Bu kamusal savunma dilekçemizde, yargılamada yer verilmeyen savunmalar ele
alınmıştır. Deniz Seki, yargılamada savunmasını yapan müdafii aracılığıyla,
cezalandırma kararını temyiz etmiştir. 04.04.2013 tarihli kamusal savunma, ek
dilekçe olarak verilmiştir. “Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine
müstenit olur. / Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik
edilmesi kanuna muhalefettir” (CMUK 307). Buna göre, temyiz incelemesinde, Deniz Seki ile ilgili soruşturma ve kovuşturmada
uygulanması gereken hukuk kurallarının uygulanmaması, yasaya muhalefettir ve
resen incelenmesi zorunludur. Aksi davranış, temyiz incelemesinin tam ve
gereği gibi yapılmadığını ortaya koyar.
04.04.2013 tarihli kamusal savunma
dilekçemizle, önceki temyiz
dilekçesinde dile getirilmeyen, yeni ve
farklı kanuna muhalefet halleri açıklanmıştır. Bu nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 04.04.2013
tarihli kamusal savunmamızda ileri
sürülen kamusal savunmaları, resen incelemek, değerlendirmek ve karara
bağlamakla yükümlüdür. Anılan kamusal savunmaya konu ilk kanuna muhalefet,
Deniz Seki hakkındaki soruşturma işlemlerinin büyük kısmının HSYK tarafından
görevlendirilen özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılmayıp,
jandarma tarafından yapılmasıdır. Deniz Seki hakkındaki soruşturma, yürürlükten
kaldırılan CMK 250. Madde hükmü kapsamında yürütülmüştür. Kanuna göre, “250 nci
madde kapsamına giren suçlarda, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu
suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca
bizzat yapılır” (CMK 251/1-I). Deniz Seki ile ilgili soruşturmada, arama ve el
koyma işlemleri, ilk ifade alma, aramada el konulan bulgularla ilgili ekspertiz
raporu alınması işlemleri, özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat
yapılmamıştır. 04.04.2013 tarihli kamusal savunmada, özel yetkili Cumhuriyet
savcısının, CMK 251/1-I madde hükmüne aykırı olarak, bizzat yapması /
yaptırması gereken soruşturma işlemlerini, adli kolluk niteliği bulunmayan
jandarmaya yaptırmasının, ikinci kanuna muhalefet olduğu belirtilmiştir.
Her
iki kanuna muhalefette, soruşturma işlemleri yetkisiz kişilerce yapılmıştır.
Anayasaya göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir
Devlet yetkisi kullanamaz” (AY 6/III-son). Soruşturma işlemlerinin büyük kısmı,
bu işlemleri bizzat yapması gereken özel yetkili Cumhuriyet savcısınca
yapılmamış ve yetkisiz kolluğa yaptırılmıştır. Yetkisiz kişilerin yaptığı
soruşturma işlemleri, yetkisiz işlemlerdir. Yetkisiz kişilerce yapılan yetkisiz işlemlerle soruşturmada delil elde
edilmesi, hukuka aykırı usullerle delil elde edilmesidir. Anayasaya göre,
“Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kullanılamaz” (AY
38/VI).
Görüldüğü
üzere, ilk iki kanuna muhalefet oluşturan yetkisiz işlemlerle elde edilen
delillerin, sanık Deniz Seki’nin aleyhine kullanılamaması, Anayasanın 38/VI
madde hükmünün emri gereğidir. Buna karşın, mahkeme, iki farklı yetkisiz işlemle elde edilen delillerle, sanık
Deniz Seki’yi cezalandırmış ve Anayasanın 38/VI madde hükmüne aykırı
davranmıştır.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 04.04.2013 tarihli kamusal savunmada açıklanan iki kanuna muhalefet halini tespit etmemiş,
incelememiş ve kararına esas almamıştır. Hemen belirtelim ki, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, her iki kanuna
muhalefet durumunu, kamusal savunma tarafından ileri sürülmese bile, resen tespit etmek, yani görmek ve karara
bağlamakla yükümlüdür. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, kamusal savunmayla
belirtilmesine karşın, her iki kanuna muhalefeti görmezden gelmesi, doğrudan
doğruya Anayasanın 6/III-son ve 38/VI madde hükümlerine aykırı davranmasıdır.
04.04.2013
tarihli kamusal savunmada, Deniz Seki’nin telefonunun dinlenmesiyle ilgili
hakim kararının yetkisiz jandarma ve personeli tarafından yerine getirilmesi,
Deniz Seki’nin dolaylı dinlenen sıfatını taşıdığı ses kayıtlarının aleyhine
delil olarak kullanılması, hukuka aykırı delilin uzak etkisine aykırı işlemle
elde edilen delilin cezalandırma kararına esas alınması, bizzat Yargıtay 10.
Ceza Dairesi ile ilgili yargısal kararlarla kabul edilen yargısal uygulamaya aykırı
davranılması, diğer kanuna muhalefet halleri olarak ileri sürülmüştür.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 04.04.2013 tarihli kamusal savunmada ileri sürülen kanuna muhalefet hallerinin hiç
birisini ele almamış, incelememiş ve karara bağlamamıştır. Yargıtay 10.
Ceza Dairesi, bozma kararında, Deniz Seki’nin yargılamadaki savunmasını
üstlenen müdafiinin temyiziyle ilgili olarak ileri sürülen itirazları,
gerekçesiz ve soyut sözlerle reddetmiştir. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 04.04.2013 tarihli kamusal savunmayla ileri
sürdüğümüz kanuna muhalefet hallerini görmezden gelmeyi yeğlemiştir. Tabii
ki, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin görevi,
kamusal savunmadaki muhalefet hallerini resen görmek ve karara bağlamaktır.
Şimdi,
Deniz Seki ile ilgili cezalandırma kararının temyiz mercii olan Yargıtay 10.
Ceza Dairesine aşağıdaki soruların sorulması gerekir;
-
CMK 251/1-I maddedeki soruşturma işlemlerinin özel
yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılması hükmü, emredici hüküm ve
anılan hükmün yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi Yargıtay’ın görevi
kapsamında değil midir?
-
Teşkilat yasalarına göre belediye sınırları içinde
işlenen eylemlerle ilgili yetkili kolluk emniyet değil midir, İstanbul ili ve
ilçeleri belediye sınırları içinde işlendiği iddia edilen Deniz Seki’ye atılı
iki eylemin soruşturma işlemleri jandarma tarafından hangi yasal yetkiyle
yapılmıştır, Yargıtay jandarmanın yetkili ve görevli kolluk olup olmadığını
denetlemekle görevli değil midir?
-
CMK 135 madde hükmü ve ilgili Yönetmelik hükümleri
gereğince hakim kararının yerine getirilmesiyle ilgili yetkili kolluk ve
personeli emniyet değil midir, yetkisiz jandarma ve personeline hakim kararının
yerine getirilmesi görevi hangi yasal hükümle verilmiştir, Yargıtay bu durumu
resen denetlemeyle görevli değil midir?
-
04.04.2013 tarihli kamusal savunmadaki kanuna
muhalefet hallerine konu işlemlerle elde edilen delillerle verilen cezalandırma
kararı, Anayasa 6/III-son ve 38/VI madde hükümlerine aykırı değil midir, her
iki Anayasa hükmü mahkemeyi bağlamamakta mıdır (AY 11/I)?
-
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin bizzat kendi kararları
ve diğer yargısal kararlarla kabul edilen yargısal uygulamanın, mahkemece Deniz
Seki ile ilgili yargılamada niçin uygulanmadığının denetlenmesi, Yargıtay’ın
denetleme görevi kapsamında değil midir?
Yukarıdaki
sorular ve cevapları açıktır ve 04.04.2013 tarihli kamusal savunmayla
verilmiştir. Bu sorular, 04.04.2013 tarihli kamusal savunmada yer alan kanuna
muhalefetlerle doğrudan ilgilidir. Sorular
ve yanıtları, Deniz Seki’yi cezalandırma kararının hukuka uygun olup
olmadığını, çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Aşağıda Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin -kamusal savunmada yer alması nedeniyle- görmezden gelip
incelemediği, dolayısıyla, karara bağlamadığı kanuna muhalefet halleri ve
sonuçlarına karşı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun nasıl bir tutum takındıkları, nasıl bir davranışta bulundukları ele
alınacaktır.
B)
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.04.2013
tarihli kamusal savunmada belirtilen kanuna muhalefet hallerini göz önüne
almaması
Yukarıda
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, temyiz incelemesinde, 04.04.2013 tarihli kamusal
savunmada belirtilen kanuna muhalefet hallerini, görmezden gelmesinin,
açıklanan sorulardaki hukuka aykırı sonuçlara neden olduğu gösterilmiştir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, bozma kararında, anılan kamusal savunmada
gösterilen kanuna muhalefet halleri için takındığı davranışın, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından devam ettirildiği gözlenmektedir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı, CMK 308/1 madde gereğince, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
Deniz Seki ile ilgili bozma kararına karşı, resen veya istem üzerine, ilamın
kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna
itiraz edebilir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Deniz Seki ile ilgili bozma
kararına karşı, CMK 308/1 madde hükmüne göre itiraz etmiştir. Anılan itiraz, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
bozma kararının hukuka aykırı olduğu düşünülen kısımlarıyla ilgili olacaktır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı,
Deniz Seki ile ilgili bozma kararındaki her türlü hukuka aykırılığı tespit
etmek ve itiraz konusu yapmakla görevlidir. CMK 308/1 madde Gerekçesi’nde, “İtiraz, daire kararında gerek maddi ve
gerekse usul hukukuna aykırı olduğu saptanan hususlara yönelik olabilir. İtiraz
nedenlerinin açık ve gerekçeleriyle birlikte bildirilmesi gerekir”
denilmektedir. Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin, 04.04.2013 tarihli kamusal
savunmamızda belirtilen kanuna muhalefet hallerini göz önüne almaması,
incelememesi ve karara bağlamaması, açık birer hukuka aykırılıktır. Çünkü,
anılan ceza dairesi, temyiz
incelemesinde, kanunen, Deniz Seki ile ilgili her türlü temyiz itirazını
incelemek ve karara bağlamak zorundadır.
Yargıtay
10. Ceza Dairesi ise, kamusal savunmamızda ileri sürülen kanuna muhalefet
hallerine ilişkin görüşleri kabul etmek değil, gerekçesiyle karara bağlamakla
görevlidir. Bu nedenle, anılan ceza dairesinin, kamusal savunmamızda ileri
sürülen kanuna muhalefet hallerini görmezden gelip karara bağlamaması, açık bir
kanuna aykırılıktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bozma kararındaki açık
hukuka aykırılıkları tespit edecek ve itiraz konusu yapacaktır. 04.04.2013
tarihli kamusal savunmada, kanuna muhalefet halleri, yukarıda olduğu gibi açık
ve gerekçesiyle gösterilmiştir.
Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığının, bozma kararına itirazında, 04.04.2013 tarihli
kamusal savunmada belirtilen kanuna muhalefet hallerini ve Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin belirtilen kanuna muhalefet hallerini ve bozma kararıyla ortaya
çıkan kanuna aykırılıklara yer vermeyişi, bozma kararına itiraz etme görevini
tam ve gereği gibi yerine getirmediğini ortaya koymaktadır.
C)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun temyiz aşamasındaki kamusal
savunmalarımızı göz önüne almamasının hukuka aykırılığı
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı, Deniz Seki’nin kısmen lehine olan Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
03.06.2013 tarih 2013/3094-4985 sayılı bozma kararına karşı, sanık Deniz
Seki’nin aleyhine karar verilmesi gerekçesiyle itiraz etmiştir. İtiraz üzerine
dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne gelmiştir.
CMK 308/1 madde
Gerekçesi’ne göre, “Ceza Genel Kurulu
itirazda ileri sürülen nedenlerle bağlı olmaksızın kararı usul ve esas yönünden
inceler. / Yargıtay Ceza Genel Kurulu, itirazın süresinde yapılıp
yapılmadığını, ileri sürülen nedenin itiraz konusu olup olmayacağını
inceledikten sonra, itiraz süresi geçmiş veya konu itiraz edilebilir değilse
usulden ret kararı verir. Süresinde ve itiraz edilebilir olduğu saptanırsa
karar esastan incelenir. İtiraz yerinde bulunmazsa esastan ret kararı verilir;
yerinde görülürse karar yerine geçecek ve itiraz doğrultusunda, kurulun gördüğü
nedenle karar verilir”.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, yerleşik görüşüne göre, itiraz üzerine yapacağı temyiz incelemesinin sınırını
CMUK 326/son’daki ‘aleyhe düzeltme ilkesi’ oluşturmaktadır. Anılan yerleşik yargısal görüşte, Yargıtay’ın
görevinin ülkede hukukun genel ilkelerinin, yasaların, hukuk kurallarının
uygulanmasındaki birliğin sağlanması olduğu, temyiz nedenleriyle bağlı olunmadığı, temyiz konusu olsun veya olmasın [161], örneğin suç niteliğindeki isabetsizliğin
bozma nedeni yapılacağı, gerekçesiyle birlikte açıklanmıştır [162]. Buna göre, 23.08.2013 tarihli kamusal savunma
dilekçemizde, resen ve başvuru üzerine, Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin bozma
kararında yer almayan, mahkeme kararındaki hukukun genel ilkelerine, Anayasaya,
AİHS’ne [163],
CMK ve hukuk kurallarına ve ilkelerine aykırı konuların incelenip, sanığı
lehine karara bağlanacağı [164]
belirtilmiştir [165].
Deniz Seki müdafii
olarak, 04.04.2013 tarihli kamusal savunmadan sonra, bu kamusal savunmanın
tekrarı niteliğinde, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna önce 23.08.2013 tarihli
kamusal savunma, sonra tebliğnamenin tebliği üzerine 17.01.2014 tarihli kamusal
savunma verilmiştir [166].
Yargıtay Ceza Genel Kuruluna verdiğimiz her iki kamusal savunmada, 04.04.2013
tarihli kamusal savunmada belirtilen kanuna muhalefet halleri ile bozma
kararındaki kanuna muhalefet halleri açıklanmıştır.
İkinci kamusal savunmada
belirtildiği üzere, “Bozma kararındaki,
“Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı” açıklaması,
(a) hukuka aykırıdır, (b) gerekçesizdir. Aşağıda sunulan nedenlerle,
Yüksek Daire bozma kararında, kamusal savunmada açıklandığı üzere, bizzat
yerleşik yargısal görüş ve uygulamasına aykırı olarak, (a) kovuşturma ve
ispattaki görüşlerine aykırılıkları tespit etmemiştir, (b) ispat olsa bile
atılı suçun nitelendirilmesinde hataya düşmüştür. Gerçekten, Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin, temyiz incelemesinde, hukuka aykırı delillerle müvekkil sanığın cezalandırılmasının,
(a) adil yargılanma hakkının ihlali olduğunu, (b) “hukuki bir kanun hükmünün
tatbik edilmemesi” oluşturduğunu, resen tespit ile göz önüne alması ve sanığın
lehine karara bağlaması gerekir. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, hukuka aykırı elde edilen delillerin ve
hukuka aykırı delilerden hareketle elde edilen delillerin yok sayılarak karar
verilmesi için, cezalandırma kararını bozması gerekirken, hukuka aykırı elde
edilen delilleri, hukuka uygun saymış, bu suretle, adil yargılanma hakkının
çiğnenmesini kabul etmiştir.
Özellikle, Yüksek
Dairenin, bozma kararının, Deniz
Seki’nin iki satıcı arasındaki uyuşturucu satışına yardım etme eylemi, yukarıda
belirtildiği üzere, iddianamede yer
almayan, yani dava dışı, yargılanmayan eylemdir (CMK 225/1, 170/3-i). Bu
nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin,
sözü edilen yardım eylemiyle ilgili karar verebilme yetkisinin bulunmaması
(AY 6/III-son) nedeniyle, bozma
kararının sanığın yeniden yargılanması ve cezalandırılmasıyla ilgili kısmı,
yetkisizlik nedeniyle hukuken yok hükmündedir. Hukuken yok hükmündeki bozma
kararı kısmından dolayı, Deniz Seki’nin yeniden yargılanacak ve
cezalandırılacak olması, adil yargılanma hakkının ve kişi özgürlüğü ve
güvenliği anayasal haklarının açık ve ağır ihlalini oluşturur.
Gerçekten, sanık Deniz Seki ile ilgili
bozma kararında dava dışı eylemden sanık Deniz Seki’nin cezalandırılması
gerektiğine yetkisiz karar veren Yargıtay
10. Ceza Dairesi, 10.10.2013 tarihli kararında, “dava açılmayan eylemden
cezalandırma kararı verilmesini kanuna aykırı bulmuş ve kararın bozulmasına
karar vermiştir:
“Kadıköy Cumhuriyet
Başsavcılığı’nın 22.01.2010 tarihli iddianamesi ile sanık Birol hakkında
03.10.2009 tarihli olayda ele geçirilen 8,2 gram esrar nedeniyle kamu davası
açıldığı, 09.10.2009 tarihli olaydan
dolayı sanık hakkında açılan bir kamu davası bulunmadığı gözetilmeden,
sanığın 09.10.2009 tarihinde ele geçirilen uyuşturucu maddeden de sorumlu
tutularak temel cezanın fazla belirlenmesi, Kanuna aykırı” [167]
Adil yargılanma hakkı, AİHM’nin
kararlarında belirtildiği üzere, birden çok hakkı kapsayan, genel ve çerçeve
bir haktır. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki haklardan birisi, “kendini
suçlandırmama hakkıdır” (AY 38, AİHS 6). Bozma kararındaki yetkisizlikten
hukuken yok hükmündeki Deniz Seki’nin iddia edilen dava dışı yardım eyleminden
yargılanacak olmasıyla, sanığın “kendini suçlandırmama hakkı” çiğnenmiştir.
Aynı şekilde, adil yargılanma hakkı kapsamında, sanığın, hukuken yok hükmündeki
bozma kararı kısmından dolayı, dava dışı iddia edilen yardım eyleminden yeniden
yargılanacak olmasıyla, sanığın “davasız yargılanmama hakkı” ihlal edilmiştir [168].
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, dava dosyası
önünde incelemede iken verdiğimiz, biri diğerinin tekrarı niteliğindeki her iki
kamusal savunmadan bilgi sahibidir. Bu durumda, Yargıtay Ceza Genel Kurulu,
Deniz Seki müdafii olarak her iki kamusal savunmayla bilgisine sunulan,
incelemesi ve karara bağlaması istenilen kanuna muhalefet hallerini resen
görmek, incelemek ve karara bağlamakla görevlidir. Buna karşın, Yargıtay Ceza
Genel Kurulu, Yargıtay 10. Ceza Dairesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
gibi, 04.04.2013 tarihli kamusal savunma ile diğer iki kamusal savunmada
belirtilen kanuna muhalefet hallerini görmezden gelmiştir. Çünkü, Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun kararında, ne tebliğnamenin tebliğinden önce verilen ilk
kamusal savunmanın, ne de ikinci kamusal savunmanın verildiğine ilişkin bir
açıklama yer almamıştır. Dolayısıyla, Yargıtay
Ceza Genel Kurulu, her iki kamusal savunmayı incelememiş, incelemesine esas
almamış, açıklanan kanuna aykırılıkları ise resen görememiş, tespit edememiş ve
bir karara bağlayamamıştır.
Yukarıda Yargıtay 10. Ceza Dairesi ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kamusal savunmalarda belirtilen kanuna
muhalefet hallerini görmek, incelemek, karara bağlamak görevlerini
yapmamalarına ilişkin açıklamalarımız, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun aynı
görevi yapmaması içinde geçerlidir. Yargıtay
Ceza Genel Kurulu da, resen görmek, tespit etme ve sanık Deniz Seki’nin lehine
karara bağlamakla görevi olduğu kanuna muhalefet hallerini, görmemiş, tespit
etmemiş, karara bağlamamış ve Deniz Seki’nin cezaevine konulmasına neden
olmuştur.
2.
SANIK DENİZ SEKİ’YE ATILI EYLEMLERİN HUKUKİ
NİTELENDİRİLMESİNDE AÇIK HATAYA DÜŞÜLMESİ
A)
Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre satın alma ve
bulundurma eylemlerinin hangi suça konu olduğunun tespitinin zorunlu olması
Türk
Ceza Kanunu’nda Kamunun Sağılığına Karşı Suçlar Bölümünde, uyuşturucu
maddelerle ilgili iki suç düzenlenmiştir. İlki ‘Uyuşturucu veya uyarıcı madde
imal ve ticareti’ başlıklı TCK 188 madde hükmü, diğeri ‘Kullanmak için
uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak”
başlıklı TCK 191 madde hükmüdür. Türk Ceza Kanunu, Gerekçesi’nde, her iki suçla korunan hukuki
değerler ile suçların unsurlarındaki farkı belirtmiştir. TCK 188 madde
Gerekçesi’ne göre, “Bu maddede, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal ve
ticareti suçuna ilişkin hükümler düzenlenmiştir. .. Üçüncü fıkrada, uyuşturucu
veya uyarıcı madde ticaretine ilişkin çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak
tanımlanmıştır”. Buna karşın, TCK 191 madde Gerekçesi’nde, “Madde metninde,
izlenen suç politikası gereği olarak, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak
değil, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek
veya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır. Uyuşturucu veya uyarıcı
madde kullanan kişi, aslında tedavi ve terapiye ihtiyaç duyan bir kişidir. Bu
nedenle, maddenin ikinci fıkrasında, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan
kişinin, tedaviye ve denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulması gerektiği
belirtilmiştir”.
Görüldüğü üzere, TCK 188/3’deki suçla
korunan hukuki değer, kamunun ve toplumun sağlığı ve güvenliğinin korunmasıdır.
TCK 191/1’deki suçla korunan hukuki değer, kullanmak için uyuşturucu veya
uyarıcı madde satın alan, kabul eden, bulunduran kişinin sağlığı ve
güvenliğinin korunmasıdır. Her iki suçun unsurlarına konu eylemler farklıdır.
Buna karşın, satın alma ve bulundurma eylemleri, her iki suçun maddi unsurunda
yer almaktadır. Kullanmak için satın alma ve bulundurma, TCK 191/1’deki suçun
maddi unsurunu oluşturmaktadır.
Kararda sanık Deniz Seki’yle ilgili olarak
uyuşturucu madde (kokain) ile ilgili kabul edilen “satın alma” ve “bulundurma”
eylemleri, yukarıda belirtildiği üzere, her iki suça konu eylemlerdir. Buna
karşın, bu iki eylemin, bir olayda, hangi suçun konusu olabileceğini ayıran
ölçüt, eylemlerin “uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanmak için” işlenip
işlenmemesidir. Sanık, uyuşturucu ve
uyarıcı maddeyi, kullanmak için satın almış veya bulundurmuş ise, TCK
191/1’deki suçu işlemiş olur. Kanun, uyuşturucu ve uyarıcı maddenin, kullanım
için satın alınması veya bulundurulmasıyla ilgili bir miktar saptamasına
gitmemiştir. Kanun koyucu, somut olayda, uyuşturucu ve uyarıcı madde satın alma
veya bulundurmanın, kullanmak için olup olmadığının tespitini mahkemelere
bırakmıştır.
Yargıtay
10. Ceza Dairesinin yerleşik içtihadına göre, sanıkta ele geçirilen uyuşturucu
ve uyarıcı maddenin niteliğine göre, (a) ele geçirilen miktarın kullanım
sınırını aşıp aşmayacağının, (b) sanığın uyuşturucu kullanıp kullanmadığının
teknik yöntemlerle saptanması, (a) ve (b)’deki tespitlerin sonucuna göre,
sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yüksek Dairenin yerleşik içtihadının (a)
unsuruna uygun bir kararına göre,
“233 kök hint keneviri bitkisinden elde
edilebilecek olası esrar miktarının bilirkişi incelemesi yaptırılarak
belirlenmesi; bu miktarın kişisel kullanım sınırının üzerinde olması
durumunda, delillerin değerlendirilmesi ile 2313 sayılı Kanun’un 23/son
maddesinde öngörülen “esrar elde etmek için izinsiz hint keneviri ekmek
suçunun” oluşup oluşmadığının tartışılması görevinin Asliye Ceza Mahkemesine
ait olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, eksik araştırma
ile yazılı biçimde hüküm kurulması, .. Yasaya aykırı”dır [169]
Yüksek Dairenin yerleşik içtihadının (b)
unsuruna uygun bir kararına göre,
“Dosya
kapsamına göre; suç konusu uyuşturucu maddelerin ele geçiriliş biçimi
itibariyle, sanıkların; sübut bulan uyuşturucu madde ticareti yapmak suçunu
gizlemek ve bu suçun cezasından kurtulmak için; suça konu maddeleri kullanmak
için bulundurduklarını belirttikleri, sanıkların
uyuşturucu madde kullandıklarının teknik yöntemlerle de belirlenmediği
gözetilmeden atılı suçlardan beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi, Yasa
aykırı”dır [170].
B)
Mahkemenin Yargıtay’ın yerleşik görüşünü
uygulamaması ve eksik soruşturmayla sanık Deniz Seki’yi cezalandırması
Sanık Deniz Seki, savcılık ifadesi
(sorguda kabul etmemiş), hakim önünde ve mahkemede sorgudaki beyanlarında, açık
ve değişmez bir biçimde, kullanmak için uyuşturucu madde satın aldığını ve
kullandığını beyan etmiştir. Sanık Deniz
Seki’nin beyanına konu “kullanmak için uyuşturucu madde satın alma ve kullanma”
eylemleri, Murat ve Apo kod adlı sanıklar ile Deniz Seki’nin şoförü sanığın beyanlarıyla
doğrulanmıştır. Tape kayıtlarındaki
beyanlar da, kullanmak için satın alma ve bulundurma eylemlerine ilişkindir. Dosyada,
sanık Deniz Seki’nin beyanları aleyhine,
TCK 188/3’deki suça konu eylemlerin işlendiğini gösterir herhangi bir delil bulunmamaktadır
[171].
Somut olayda, yetkisiz jandarma ve
mahkeme tarafından, sadece sanıklarda ele geçen maddelerin, uyuşturucu veya
uyarıcı maddelerden olup olmadıkları tespit ettirilmiştir. 15.02.2009 tarihli
Ekspertiz raporu ile 03.08.2009 tarihli Adli Tıp Kurumu 5. Adli Tıp
İhtisas Kurulu’nun .. 1484 sayılı Raporu, bunu doğrulamaktadır. Buna karşın,
mahkeme, sanık Deniz Seki’nin diğer sanıkların beyanlarıyla doğrulanan
kullanmak için uyuşturucu madde satın aldığı ve bulundurduğu beyanlarına
karşın, Yüksek Dairenin yukarıda belirtilen yerleşik içtihadı gereğince, ele
geçirilen uyuşturucu miktarının kullanma amaçlı olup olmadığının ve sanığın
uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığının teknik yöntemlerle tespitini
yaptırmamıştır.
Açıkçası, mahkeme, Yüksek Dairenin yerleşik
içtihadını, sanık Deniz Seki yönünden uygulamadan, cezalandırma kararı
vermiştir. Mahkemenin Yüksek Dairenin yerleşik içtihadına uygun uygulama
yapmadan, sanık Deniz Seki’nin kullanma amaçlı satın alma ve bulundurma
eylemlerini işleyip işlemediğini tespit etmeden, “eksik soruşturmayla”, TCK
188/3’deki suçtan cezalandırma kararı verilmesi, mutlak bozma nedenidir. Buna
karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, mahkemenin kendi yerleşik görüş ve
uygulamasını yerine getirmeyişini tespit etme görevini yapamamıştır.
C)
Hukuka aykırı delillerle bile sanık Deniz Seki’nin
TCK 188/3’deki suça konu eylemleri işlendiğinin ispatlanmadığının gösterilmesi
Mahkemenin,
hukuka aykırı aramada elde edilen bulguların kime ait olduğunu ve bu
bulguların sanık Deniz Seki tarafından kullanılıp kullanılmadığını ve bu
sanığın o gece ve diğer zamanlarda uyuşturucu
madde kullandığını teknik yöntemlerle belirlememesi, bozma nedeni oluşturmaktadır.
Yukarıda sunulan nedenlerle, hukuka aykırı aramayla otelin 105 nolu odasında hukuka aykırı elde edilen bulguların, kime ait olduğu,
kimin tarafından kullanıldığı tespit edilmemiştir. İlgili arama tutanağına
göre, sanık Deniz Seki, otel odasında yalnız kalmamış, … adlı arkadaşıyla
birlikte kalmıştır. Buna göre, aramada elde edilen bulgulara konu maddelerin, Deniz Seki veya arkadaşı tarafından ayrı
veya birlikte veya hangisi tarafından kullanıldığı tespit edilmemiştir.
Otel odasındaki arkadaşı, savcılıkta
şüpheli sıfatıyla alınan 16.02.2009 tarihli ifadesinde, “Perşembe günü beni Deniz Seki telefonla arayarak otele
davet etti. Ben bu arkadaşımın bu teklifini kabul ederek otele gittim.
Giderkende yanımda daha önceden yanımda bulunan esrar maddesini almıştım. Çok
az miktardaydı bu esrar maddesi. Ancak bunu da içmeden daha doğrusu kullanmayı
bilmediğimizden attım. Ancak Deniz Seki
o gece uyuşturucu madde kullanmadı. Otel odasında yakalanan aparatlar ve uyuşturucu madde muhtevası
bulunan kalemin kime ait olduğunu bilmiyorum. Daha önceden de kokain
maddesi kullanmadım” beyanında bulunmuştur.
Görüldüğü
üzere, oteldeki arkadaşı, savcılık beyanında, Deniz Seki’nin otelde o gece
uyuşturucu kullanmadığını beyan etmiştir. Oteldeki arkadaşının beyanı, Deniz
Seki’nin 13.02.2009 tarihinde, uyuşturucu kullanmadığını ispatlamaktadır.
Mahkeme, dosyada mevcut Deniz Seki’nin lehine olan bu beyan delilini görmemiş,
tartışmamıştır, böylece, sözü edilen tespiti yapmamıştır. Mahkeme, sözü edilen tespiti yapmadan, sözü edilen bulguların,
sanık Deniz Seki’ye ait olduğunu kabulle
cezalandırma kararı vermiştir. Bu eksik soruşturmayla karar vermektir.
Ayrıca, soruşturmada, sanık Deniz
Seki’nin, 13.02.2009 tarihinde yakalandıktan
sonra, otelin 105 nolu odasında kaldığı
gece, uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı, Adli Tıp Kurumuna tespit
ettirilmemiştir. Mahkeme, kovuşturmada, sanık Deniz Seki’nin uyuşturucu madde kullandığını, teknik yöntemlerle tespit
ettirmesi gerekirken, bu tespiti yaptırmamıştır. Bu durum, eksik soruşturmadır.
Buna karşın, mahkeme, Deniz Seki’nin uyuşturucu madde (kokain)
kullanıp kullanmadığını teknik yöntemlerle tespit etmeden, sanığın
uyuşturucu maddeyi salt kullandığına, TCK 188/3 maddesi kapsamında bir eylemde
bulunmadığına ilişkin beyanlarına karşın, sanığın TCK 188/3 maddedeki suçtan cezalandırılmasına karar vermiştir. Yüksek
Dairenin yukarıdaki yerleşik kararına göre, bu durum, hukuka aykırı olup, bozma
nedenidir.
Diğer yandan, mahkemenin, tape kayıtlarında sanık Deniz Seki tarafından istenilen uyuşturucu madde miktarlarının, TCK
191/1’deki suça konu olup olmayacağının, teknik yöntemlerle belirlememesi diğer
bir bozma nedeni oluşturmaktadır. Sanık Deniz Seki’nin TCK 188/3’deki suça
konu eylemde bulunduğuna ilişkin herhangi somut delil bulunmamaktadır. Buna
göre, hukuka aykırı elde edilen delillerin göz önüne alınmasında bile, sanık Deniz Seki’nin eylemlerinin, ancak,
TCK 191/1’deki suçu oluşturması söz konusu olabilir. Özellikle, Murat kod
adlı sanık, Savcılık ifadesinde, Deniz Seki’ye kullanmak amacıyla uyuşturucu
satmasına ilişkin uyuşturucu miktarı konusunda beyanda bulunmuştur: Bir günlük
iki veya üç adet uyuşturucu satarım.
Mahkeme, Yüksek Dairenin TCK 191’deki
suçla ilgili yerleşik görüşünde belirtilen nedenlerle, tape kayıtlarında ve
sanıkların beyanlarında geçen uyuşturucu madde miktarının, TCK 191’deki suça
konu olup olmadığını teknik yöntemle tespit etmesi ve kararında bu durumu
tartışması gerekirken, bu görevini yapmamış, eksik soruşturmayla, sanık Deniz
Seki’nin cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu durum, Yüksek Dairenin yerleşik
uygulamasına, TCK 191’e, usule ve yasaya aykırıdır, hukuka aykırılık (kanuna
muhalefet) oluşturur ve bozma nedenidir.
Gerçekten,
Yüksek Dairenizin sunulan kararları da,
bu kamusal savunmamızı doğrulamaktadır:
Yüksek
Dairenin TCK 191/1’deki suçla ilgili diğer bir kararına göre, “Dosya kapsamına
göre; olay günü sanığın sevk ve idaresindeki araçta Ekstacy hap bulunduğu ve bu
hapların satıcılığı ihbarının alınması üzerine, söz konusu araçta yapılan aramada suça konu 7 adet Ekstacy hapın
yakalandığı ve sanığın tüm aşamalarda atılı suçu kabul etmediği anlaşılmakta
olup; söz konusu hapların sayısının kişisel kullanım sınırları içerisinde
sayılabilecek miktarda olması ve sanığın bu hapları satmak amacıyla
bulundurduğuna ilişkin soyut ihbar dışında hiçbir delilin bulunmaması
karşısında; sanığın bu hapları kullanmak amacıyla bulundurduğunun kabulü
gerekirken sanığın inkarı aleyhine yorumlanarak satmak amacı ile uyuşturucu
madde bulundurmak suçundan mahkumiyetine karar verilmesi, Yasaya aykırı”dır [172]
Dosyadaki hukuka aykırı delil ve
bulgularla bile, sanık Deniz Seki’nin diğer sanıklarca da doğrulanan, kullanmak
için uyuşturucu satın alma ve bulundurma eylemlerini işlediği beyanının aksine,
TCK 188/3’deki suçu işlediği “tam olarak”, yani Yargıtay’ın yerleşik görüşüne
göre herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek biçimde ispatlanmış
değildir. Buna karşın, mahkeme, sanık Deniz Seki’nin, özellikle tapelerdeki
sözlerini, “sanığın aleyhine yorumla”, TCK 188/3’deki suçu işlediğini kabul
etmiştir. Bu durum, hukuka aykırıdır ve bozma nedenidir.
Sanık Deniz Seki hakkındaki hukuka
aykırı aramada otel odasında bulgular ele geçirilmiştir. Yetkisiz Jandarma veya
savcılık, bu bulguların, Deniz Seki’ye ait olup olmadığını, o gece, bu
bulgulara konu maddenin, Deniz Seki veya birlikte kaldığı arkadaşı tarafından
veya ikisi tarafından kullanıp kullanılmadığını tespit ettirmemiştir. Dosyada,
yetkisiz jandarma, savcılık veya mahkeme tarafından, özellikle Deniz Seki ile
ilgili bu konuda, Adli Tıp Kurumuna veya benzeri sağlık kuruluşuna yaptırılmış
bir tespit bulunmamaktadır.
Sözü edilen bulgulara konu maddelerin, doğrudan Deniz Seki’ye ait olduğu kabul
edilemez. Mahkemenin görevi, bulgulara konu maddenin kime ait olduğunu tam
olarak tespit etmektir. Bu konuda, Arama ve El Koyma Tutanağında, sadece
sözü edilen bulguların tespiti yer almaktadır. Tutanakta, bu bulgulara konu maddenin Deniz Seki’ye veya arkadaşına ait
olup olmamasına ilişkin bir tespit ve beyan yer almamaktadır. Diğer
söylemle, yetkisiz jandarma, ele geçen bulguların kime ait olduğunu tespit
etmemiştir. Buna göre, bulgulara konu maddelerin,
Deniz Seki’ye veya arkadaşına ait olup olmadığı, kesin, herhangi bir
duraksamaya ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespit edilmiş değildir [173]. Ayrıca, sözü edilen bulgulara konu maddelerin Deniz
Seki’ye ait olması olasılığında ise, ele geçirilen maddenin kullanıldığı, bulgulardan açık olarak anlaşılmaktadır.
Yüksek Dairenin kararına göre, “uyuşturucu
madde kullanmak eylemi, öncelikle bu maddeyi bulundurma eylemini gerektirir”
[174]. Buna göre, olayda,
ancak, Yüksek Dairenin anılan kararında belirtildiği üzere, TCK 191/1’deki suç oluşabilir, TCK
188/3’deki suç oluşmaz.
Olayda, Deniz Seki’nin, Murat kod adlı sanık ile Diyar kod adlı tanımadığı
kişinin yönlendirmesiyle Apo kod adlı
sanıktan uyuşturucu madde aldığı iddia edilmiştir. Buna göre, Deniz Seki - Murat kod adlı sanık ile Deniz
Seki - Apo kod adlı sanık beyanları karşılaştırılacaktır:
Murat
kod adlı sanık, jandarma ifadesinde, Deniz Seki’ye kullanmak için uyuşturucu
sattığını, kokain satışı için aracılık yaptırmadığını belirtmiştir. Murat kod
adlı sanık, Savcılık ifadesinde, Deniz Seki’ye uyuşturucu sattığını, onun
başkasına satmadığını, kendisine müşteri temin etmediğini, her gün, gün aşırı,
üç günde bir, günlük iki tane, üç tane uyuşturucu sattığını, Deniz Seki’nin
müşteri yönlendirdiği iddiasını kabul etmediğini beyan etmiştir.
Murat
kod adlı sanık, hakim önündeki 16.02.2009 tarihli beyanında,
“Deniz
Seki de benim müşterimdir, kendisi iki
veya üç günde bir az miktarda kokain maddesi kullanır, benim kokain satışıma
aracılık yapmamıştır, kendisinin ifadesinde geçen tapedeki stüdyodaki
insanların kokain istemesi eylemi gerçekleşmemiştir, gerçekleşseydi buna
ilişkin kayıtlar dosyaya konmuş olurdu, benimle ilgili 400 civarında dinleme
kaydı olmasına rağmen iddia edildiği şekilde Deniz Seki’nin benim uyuşturucu satışıma aracılık ettiğine ilişkin bir
eylem ve görüşme kaydı yoktur. .. Deniz Seki .. normal bir kullanıcının
kullanacağı miktarları aşacak şekilde benden kokain alımları olmamıştır” [175] demiştir.
Murat
kod adlı sanık, mahkemede sorgusunda ise, “Deniz Seki kokain içicisidir, kendisine kokain sattığım olmuştur, iddianamede iddia edildiği gibi uyuşturucu
satışıma hiçbir şekilde aracılık etmemiştir” [176] beyanında bulunmuştur.
Deniz Seki, jandarmada ifade
vermemiştir. Deniz Seki, hakim önündeki 16.02.2009 tarihli beyanında, Murat kod
adlı sanıktan uyuşturucu aldığını, “kimseye menfaat karşılığı uyuşturucu madde
temin etmiş değilim, suçun uyuşturucu kullanmaktan ibarettir” [177]
şeklinde sözler söylemiştir. Deniz Seki, savcılık ifadesinde, “Yaklaşık 5-6
aydan bu yana bu maddeyi kullanırım. Ben bu maddeyi Murat ve Apo olarak
bildiğim şahıslardan aldım, bazen hergün, bazen 3 günde, 5 günde bir bu maddeyi
alırdım” beyanında bulunmuştur. Sorguda,
savcılık ifadesini kabul etmemiştir. Sorguda, Murat kod adlı sanığı tanıdığını
belirtmiş, Soruldu:
Ben satıcı şahıslardan arkadaşları(m)a ve yakınlarıma uyuşturucu temini için
uyuşturucu madde almadım, uyuşturucu maddeye karşı olacağım” [178] demiştir.
Murat
kod adlı sanık ile Deniz Seki’nin tüm
beyanlarına bakıldığında, Deniz Seki’nin anılan sanıktan kullanmak için
uyuşturucu madde aldığı, maddenin alınması süreleri ve miktarları, satın
almanın kullanım için olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, her iki
sanığın beyanı, Deniz Seki’ye atılı eylemleri ispata yeterliyse, bu sanık
beyanlarıyla, ancak, işlenen satın alma ve bulundurma eylemlerinin, TCK
191/1’deki suçun konusu eylemler olabileceği ispatlanmış olacaktır.
Yukarıda dava dışı Deniz Seki’nin iki
uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme eyleminin
sanal bir eylem olduğu, belirtilen dava dışı eylemin 13.02.2009 tarihinde
işlendiği iddia edilen eylemle aynı eylem olmadığı, aksine, her iki eylemin
birbirinden ayrı ve farklı eylemler olduğu açıklanmıştır. Buna karşın, sanık
Deniz Seki’nin aleyhine bir kabulle, her iki eylemin aynı eylem olduğunun
kabulünde bile, her iki sanığın yukarıdaki beyanlarından, Yargıtay’ın yerleşik
görüşündeki tam ispatın oluşmayacağı, şüpheli kalacağı görülmektedir.
Öncelikle, iddianamede ve kararda, suç tarihi, her bir sanık için açık ve belli
bir tarih ve zaman dilimiyle gösterilmemiştir. Suç tarihi, toptancı
yaklaşımla ve isnadın belli olması ilkesine ve CMK 170/3 (i) maddesine aykırı
biçimde, “13.02.2009 ve öncesi” olarak gösterilmiştir. Olayda, yargılamaya konu
tek fiil, 13.02.2009 tarihinde işlendiği iddia edilen fiildir [179].
İddianamede ve kararda, Murat kod adlı
sanığın Deniz Seki’ye, hangi tarihte, hangi zaman diliminde, nerede, nasıl ve
ne şekilde, uyuşturucu madde sattığı ve teslim ettiği gösterilmemiştir. Ayrıca,
tape kayıtlarındaki beyanlar da, sanık
Deniz Seki’ye atılı eylemlerin, tam ispatına yeterli değildir. Bu tapelerin bir kısmında, uyuşturucu
istenmesine ilişkin beyanlar vardır. Buna karşın, istenilen maddelerin, verilip verilmediği, verilmişse, hangi zaman
diliminde, nasıl, ne şekilde verildiği, her bir somut olay için belli ve
ispatlı değildir. En önemlisi, Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre, tape kaydındaki suç konusu fiil, somut bir
delille ispatlanacaktır. Tapelerde söz edilen uyuşturucu madde satın alınsa
bile, bu maddeler, bir başka somut delille tespit edilmemiş ve
doğrulanmamıştır, buna göre de tam bir ispat söz konusu değildir.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına
göre, -sanık, kovuşturmada,
iletişim tutanağındaki beyanına konu fiili, olguyu, ister kabul etsin, ister
etmesin- bu beyan delilindeki atılı suça
konu fiil ve olguların, bu fiil ve olguları temsil eden bir başka delille
ispatlanması gerekir [180].
Deniz Seki ile Apo kod adlı sanığın beyanlarında
ve beyanlara konu eylemlerde, açık çelişki vardır. Mahkeme, sanıkların bizzat
kendi beyanlarındaki çelişkileri tespit edip gidermemiş ve çelişkili beyanlarla
karar vermiştir. Bu durum, hukuka aykırıdır ve bozma nedenidir.
Apo
kod adlı sanık savcılık ifadesinde, Deniz Seki’yi basından tanıdığını
belirtmiş, otele CD ve dergi götürüp Deniz Seki’nin şoförü sanığa verdiğini,
09.02.2009 tarihinde Diyar kod adlı kişinin kağıt mendile sarılı paketçik
verip, Deniz Seki’ye götürmesini istediğini, “Deniz Seki’nin evinin paspası
altına bırakmamı söyledi” demiş, evin adresini hatırlamadığını, götürüp
paspasın altına koyduğunu belirtmiştir. Deniz Seki ise, savcılık ifadesinde, Apo
kod adlı sanığı Apo olarak tanıdığını, uyuşturucu aldığını beyan etmiştir.
Görüldüğü üzere, her iki sanığın savcılık
beyanlarında, birbirini tanıyıp tanımadıkları, doğrudan uyuşturucu alınıp
alınmadığına ilişkin beyanlar çelişkilidir.
Her iki sanığın, 16.02.2009 tarihli Hakim önündeki beyanlarında, açık çelişkiler vardır: Apo kod adlı
sanık, “Deniz Seki’yi basından tanırım, yüzyüze
görüşmüşlüğüm yoktur, şoförü olan …… ı tanırım, beni yönlendiren Diyar
isimli şahıs bir keresinde …. isimli otele benimle CD göndermişti, bu CD’yi
…..’a teslim etmiştim, bir keresinde de dergi götürmüştüm” demektedir. Buna
karşın, Deniz Seki ise, “….’i de birkaç
kez görmüştüm .. uyuşturucu almıştım”
demektedir. Görüldüğü üzere, her iki
sanığın beyanlarında, birbirini tanıyıp tanımadıkları, doğrudan uyuşturucu
alınıp alınmadığına ilişkin beyanlar çelişkilidir.
Mahkemedeki sorgularında beyanlarda, peçete
içinde bir maddenin verilip verilmemesinde açıklık yoktur. Apo kod adlı
sanık, “Bir kez benim Deniz Seki’nin evine gitmemi istedi, peçeteye sarılı bir
madde verdi, teslim etmemi istedi. Deniz Hanımın kendisine verdim” demiştir.
Deniz Seki, sorguda, yukarıda verilen beyanında bu konuda bir beyanda
bulunmamıştır. Buna göre, sözü edilen
peçeteye sarılı maddenin Deniz Seki’ye verilip verilmediği belli değildir. Bu
nokta çelişkilidir ve mahkeme bu konuya açıklık getirtmek suretiyle çelişkiyi
gidermemiştir.
Ceza
Muhakemeleri Kanunu, pozitif norm olarak, şüpheli veya sanığın beyanlarındaki
çelişkinin (CMK 213) ve tanık beyanlarındaki çelişkinin (CMK 213/1),
giderilmesini, mahkemenin görevi olarak düzenlemiştir. Sanık beyanı ile tanık beyanı, sözlü delildir.
Kanunun amacı, mahkemenin, her iki sözlü delilde, çelişki olması durumunda, bu
çelişkileri gidermeye çalışması, böylece, beyanlarda olabildiğince, çelişkili
durumun kalmamasının sağlanmasıdır. Bu demektir ki, ceza mahkemesinin görevlerinden birisi de, sanık veya tanık
beyanlarında çelişki olup olmadığının tespiti, beyanlarda çelişki tespitinde,
bu çelişkinin giderilmeye çalışılmasıdır.
Öncelikle, delillerdeki çelişkinin
tanımlanması gerekir. “Delilde çelişki”,
ister aynı delilde olsun, ister farklı delillerde olsun, delilde temsil edilen
fiil ve olgularla ilgili olarak, kısmen veya tamamen farklı temsilin,
görünüşlerin söz konusu olmasıdır. Sözlü delillerdeki çelişki, sanığın veya
tanığın beyanında veya birden fazla beyanlarında veya sanıkların veya
tanıkların beyanlarında yer alan fiil ve olgularla ilgili olabilir [181].
İster tek bir beyanda, ister birden çok
beyanda yer alan fiil ve olgularda olsun, beyanlardaki
fiil ve olgularla ilgili çelişki, aynı fiil ve olguyla ilgili olarak, birden
fazla ve farklı durumun, olasılığın ortaya çıkmasına neden olur. Diğer bir
söylemle, çelişkili fiil ve olgu, ya bu
fiil ve olgunun kişi / yer / zaman unsurlarında eksikliğe veya bozukluğa, ya da
bu fiil ve olgularda birden fazla olası duruma neden olma [182] şeklinde
ortaya çıkar. Çelişkili fiil ve
olgunun, yer / kişi / zaman unsurlarındaki eksiklik veya bozukluk, çelişkili
fiil ve olguyu, tam ve gerçeğe uygun ve doğru temsil etmeyen delilin
yetersizliğine (delil yetersizliği) neden olur. Bu durum, CMK 223/2 (e)’deki
“Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması” kapsamındadır.
Görüldüğü üzere, sanık veya tanık beyanı veya beyanlarındaki çelişkinin giderilmeye
çalışılmasına karşın, beyandaki / beyanlardaki çelişkinin giderilmemesi,
sanığın lehinedir. Bu demektir ki, mahkeme,
çelişkili beyanları gidermezse, çelişkili beyanları, sanığın aleyhine takdir
edemez ve karara esas alamaz. Mahkeme, kovuşturmada, sanıklar Apo kod adlı sanık ile Deniz Seki’nin beyanlarına konu fiil ve
olgulara ilişkin olan, birden çok esasa etkili çelişkileri ortadan
kaldırmamıştır. Mahkeme, sanıklara soru sormasına karşın, çelişkili
beyanları, CMK 212/1 göre veya soru sorarak giderme görevini, “her nedense”
yerine getirmemiştir / getirmekten kaçınmıştır. Sonuç olarak, sanıklar Apo kod adlı sanık ile Deniz Seki’nin çelişkili
beyanlarıyla da tam ispat söz konusu değildir.
3.
YARGITAY’IN DENİZ SEKİ’NİN ANAYASAL HAKLARININ AÇIK
İHLALLE CEZAEVİNE KONULMASINA NEDEN OLAN KARARLARININ ELEŞTİRİSİ
A)
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin bozma kararı ile
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının eleştirisi
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, Deniz Seki
ile ilgili yukarıda metni verilen bozma kararında, ‘yargılama sürecindeki
işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığını’ belirtmiştir. 04.04.2013 tarihli
kamusal savunmada, soruşturma işlemlerinin (arama, el koyma, ifade alma,
ekspertiz raporu alma), (a) CMK 251/1 madde hükmüne aykırı olarak özel yetkili
Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılmaması, (b) yetkisizlik içinde
yetkisiz jandarmaya belediye sınırları içinde işlem yaptırılması, (c) Deniz
Seki ile ilgili dinleme kararının yerine getirilmesinin yetkisiz jandarma ve
personeline yaptırılması nedenleriyle, hukuken yok hükmünde oldukları
açıklanmıştır (AY 6/III-son). Buna karşın,
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, soruşturmada (a)-(c)’deki yetkisiz işlemlerle ilgili
temyiz itirazını tamamıyla görmezden gelmiştir.
Anılan ceza dairesinin görevi, yetkisiz
soruşturma işlemlerini görmezden gelip, tek bir cümleyle, yargılama sürecindeki
işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığını söylemek değildir. Anılan ceza dairesinin görevi, temyiz
itirazlarının eksiksiz görülmesi, incelenmesi, hukuken geçerli değilse, yani
soruşturma işlemleri hukuka uygunsa, bunun hukuki nedenlerinin, gerekçesinin
açık biçimde gösterilmesidir. Yukarıda açıkladığımız gibi, anılan ceza
dairesi, kamusal savunmadaki yetkisiz soruşturma işlemlerinin hukuken yok
hükmünde olduğu temyiz itirazını kabul etmek zorunda değildir. Anılan ceza dairesi, belirtilen temyiz
itirazını hukuken geçerli bulmazsa, CMK
251/1-I madde emredici hükmüne karşın, özel yetkili Cumhuriyet savcısının
soruşturma işlemlerini bizzat yapmak yerine, soruşturma işlemlerini kolluğa
yaptırabilmesinin, kolluğu yetkilendirebilmesinin, özel yetkilerini kolluğa
devredebilmesinin, yasal dayanağını göstermek zorundadır. Aynı durum, teşkilat kanunlarına ve
ilgili hukuk kurallarına göre, belediye
sınırları içinde adli kolluk görevi yapması olanağı bulunmayan, jandarmanın,
belediye sınırları içinde yaptığı yetkisiz soruşturma işlemleri içinde geçerlidir.
Yine, CMK 135 ve ilgili yönetmelik hükümlerine göre, dinlemeyle ilgili hakim kararının da, yetkili adli kolluk ve
personeli dışında, yetkisiz kişilere yaptırılabilmesi olanağı söz konusu
olmadığından, anılan yetkisiz jandarma
ve personeline, hangi yasal normla ilgili işlemlerin yaptırıldığının hukuki
dayanağının açıklanması zorunludur.
Kamusal savunmanın soruşturma işlemleri
yetkisiz işlemlerdir demesiyle nasıl soruşturma işlemleri yetkisiz işlem
olmazsa, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
temyiz itirazlarını görmezden gelip, yargılama sürecindeki işlemler kanuna
uygundur demesiyle de, yetkisiz işlemlerin hukukileşmesi, yani hukuki varlık
kazanmaları söz konusu değildir. Unutulmamalıdır
ki, yargısal işlemlerde sözün söze üstünlüğü, görevli makamların birbirine
karşı söz üstünlüğü bulunmamaktadır. Hukuk devletinde, yargılamada, görevli
makamların işlemlerinin hukuki geçerlilikleri ve değeri önemlidir.
Yasa yolu aşamasında kamusal savunma
makamında görevli Deniz Seki müdafii olarak, 04.04.2013 tarihli kamusal
savunmada açıkladığımız, yetkili organın yetkisiz soruşturma işlemleriyle
ilgili yukarıda yinelediğimiz görüşlerimizi, bu yayın aracılığıyla hukukçuların
ve kamuoyunun denetimine sunmuş bulunmaktayız. Kişisel görüşüme göre,
yukarıdaki nedenlerle, soruşturmada arama, el koyma, kolluğun ifade alması,
ekspertiz raporu alma, dinlemeyle ilgili hakim kararının yerine getirilmesi
işlemleri, Anayasanın 6/III-son maddesi hükmü gereğince, yetkisizlikten hukuken
yok hükmündedir. Tüm yetkisiz soruşturma işlemlerinin hukuka uygun işlemler
olduğunu iddia eden / edebilen varsa, görüşlerini hukuki gerekçesiyle birlikte
kamuoyuna açıklamalıdırlar.
Diğer yandan, soruşturmada yetkisiz işlemlerle delil elde edilmesi,
hukuka aykırı delil elde etmenin, en ağır ve en kötü olanıdır. Çünkü, hukuk
devletinde yetki, kamusal işlemin, adli / yargısal işlemin hukuki varlık
nedenidir. Bunun içindir ki, hukuk devletinde yetki varsa kamusal işlem, adli /
yargısal işlem vardır. Yetkisiz soruşturma işlemleri, yetkinin yokluğuna bağlı
olarak, hukuken yokturlar, yok hükmündedirler. Hukuk devletinde, yok hükmünde bir soruşturma işleminin olabilirliği
mümkündür, ancak, kabul edilebilir değildir. Yetkisiz işlem, o işlemi yapma
hukuki gücüne sahip olmayan kişinin yaptığı işlemdir. Oysa, işlemin, o işlemi
yapabilme hukuki gücüne, yani yetkisine sahip kişi tarafından yapılması
gerekir. Anayasaya, hiçbir kişi veya organın, Anayasadan kaynaklanmayan bir
Devlet yetkisi kullanamayacağı emredici hükmünün konulması nedeni de budur. Bu
nedenle, demokratik hukuk devletinde, Hafızoğulları’nın Dörtlü Önermesi’ndeki
“amaç meşru - araç gayrımeşru” önermesine konu eylemlerle, kamusal işlem
yapılabilmesi mümkün değildir. Demokratik hukuk devletinde, meşru olmayan
araçlarla kamusal işlem yapma yasağı bunun için getirilmiştir. Yetkisiz işlem
demek, işlemi yapma hukuki gücünden yoksun olanın yaptığı işlem olduğuna göre,
fiili niteliğiyle, her türlü keyfiliğe açık işlem demektir. Açıkçası, yetkisiz işlem, keyfi işlemdir, çünkü,
keyfiliğin sınırı, derecesi, etkisi, yapanın istek ve iradesine kamıştır.
Keyfiliğin olduğu yerde, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi yoktur, olması da
mümkün değildir. İşte, yetkisiz işlemlerle delil elde etmenin, hukuka aykırı
delil etme yollarının en ağır ve en kötü olmasının nedeni de budur.
Soruşturmada, Deniz Seki ile ilgili
yetkisiz işlemlerle, deliller elde edilmiştir. Anayasanın 38/VI madde emredici
hükmü açıktır ve bilmeyenlerin öğrenmesi, bilenlerin uygulamasına yardımcı
olmak için, bir kez daha yinelenmesinde yarar vardır: “Kanuna aykırı olarak
elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”. Bu nedenle, soruşturmada yetkisiz arama ve elkoyma,
kollukça ifade alma, ekpertiz raporu alma ve dinlemeyle ilgili hakim kararının
yetkisiz jandarma ve personeli tarafından yerine getirilmesi ile elde edilen
delillerin tamamı, Anayasanın 38/VI. madde emredici hükmüne aykırı olarak elde
edilmiştir.
Mahkeme,
Anayasanın 38/VI madde emredici
hükmüne aykırı olarak, soruşturmada
yetkisiz işlemlerle / hukuka aykırı usullerle elde edilen delilleri, sanık
Deniz Seki’nin aleyhine kullanarak, onun cezalandırılmasına karar vermiştir.
Yargıtay
10. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu, soruşturmadaki yetkisiz
işlemlerle, yani hukuka aykırı elde etmenin an ağır ve en kötü olanıyla elde
edilen delillerle, sanık Deniz Seki’nin cezalandırılmasına, hükümlü durumuna
düşürülmesine ve cezaevine konulmasına yol açan kararlar vermişlerdir. Bu nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, bozma
kararındaki “toplanan tüm delillerle birlikte eylemin sanık tarafından
gerçekleştirildiğinin saptandığı” görüşü, tümüyle hukuksal dayanaktan yoksun
bulunmaktadır.
Hemen belirtelim ki, Anayasanın 11/I
madde hükmüne göre, “Anayasanın hükümleri, yasama, yürütme, yargı organlarını,
idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk
kurallarıdır”. Anayasanın 11/I maddesi ile Anayasanın 6/III-son ve 38/VI madde
hükümleri, Yargıtay 10. Ceza Dairesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulunu da bağlar.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi ile Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun, Deniz Seki ile ilgili soruşturmadaki yetkisiz işlemleri
görmezden gelmesiyle, yetkisiz soruşturma işlemleri hukukileşmemekte, yani
hukuki varlık kazanmamakta, aksine, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmünde
işlemler kalmaya devam etmektedirler. Çünkü, Yargıtay’ın, kararlarıyla,
soruşturmadaki yetkisiz işlemlere hukuki varlık kazandırabilme hukuki gücü,
yani Anayasadan kaynaklanan bir Devlet yetkisi söz konusu değildir.
Anayasanın 138/I madde hükmüne göre,
“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun
olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler”. “Delisiz vicdani kanaat olmaz” [183]. Anayasanın
38/VI madde hükmünün zorunlu sonucu olarak, soruşturmada yetkisiz işlemlerle
elde edilen delillerle ilgili olarak da, vicdani kanaat olamayacaktır. Çünkü,
vicdani kanaatin kullanılması yönünden, delilsizlikle hukuka aykırı elde edilen
delillerin kullanılamazlığı hukuken eş değerlidir. Buna göre, soruşturmada yetkisiz işlemlerle elde edilen delillerin
sanık Deniz Seki’nin aleyhine kullanılmasının söz konusu olamayacağı hukuki
gerçeğinden hareketle, kullanılamayacak delille ilgili vicdani kanaatten de söz
konusu edilemeyecektir. Bunun içindir ki, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin
bozma kararındaki “vicdani kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu
olarak kesin verilere dayandırıldığı” görüşü, açık bir biçimde hukuksal
dayanaktan yoksun bulunmaktadır.
Cezalandırma kararında,
doğru ve hukuka uygun olarak, iddianamede yer alan ve Deniz Seki’ye atılı iki
eylemle ilgili ve sınırlı karar verilmiştir. Mahkeme, uyuşturucu madde
kullanılması eylemiyle ilgili ceza hükmü verilmesine yer olmadığına karar
vermiş ve bu hüküm temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Mahkeme, Deniz Seki’yi,
Murat kod adlı uyuşturucu satıcısının arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına
aracılık etme eyleminden cezalandırmıştır. Buna karşın, Yargıtay 10. Ceza Dairesi,
bozma kararında, “Sanığın, telefon
konuşmalarında ve mesajlarında adları geçen arkadaşlarının satıcı kişilerden
uyuşturucu madde almalarına aracı olduğu ileri sürülmüş ise de, alım satımına
aracılık ettiği iddia olunan bu maddelerin ele geçirilememesi nedeniyle uyuşturucu
veya uyarıcı madde olarak kabul edilemeyeceği” sonucuna varmıştır.
Yargıtay
10. Ceza Dairesi, bozma kararında, iddianameyle Deniz Seki’ye atılı ve onun
cezalandırılmasına neden olan, Deniz Seki’nin Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısının arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık etme eyleminin
ispatlanmamış olduğu sonucuna varmıştır. Bozma kararındaki bu sonuca göre,
sanık Deniz Seki’nin delil yetersizliğinden dolayı beraatine karar verilmesi
gerekecektir. Bozma kararındaki hukuki durum bu kadar açık iken, Yargıtay
10. Ceza Dairesi, kimsenin aklına gelmeyecek bir sonuca varmış, iddianamede yer
almayan, yani dava dışı, yargılanmayan bir eylemi, yetkisiz olarak kovuşturmaya
getirmiş ve yetkisiz olarak Deniz Seki’nin bu dava dışı eylemi işlediğine karar
vermiştir. Bozma kararıyla, yetkisiz biçimde yasa yolu aşamasında
kovuşturulmaya getirilen dava dışı eylem, Deniz Seki’nin Murat ve Diyar kod
adlı uyuşturucu satıcıları arasındaki uyuşturucu satışına aracılık etme
eylemidir. Konuyla ilgili yukarıda gerekli ve yeterli açıklama,
gerekçesiyle birlikte yapılmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere, bozma
kararındaki dava dışı eylem, aynı zamanda sanal eylemdir.
Yargıtay, yukarıda belirtildiği
üzere, iddianamede yer almayan, yani dava dışı bir eylemi, temyiz incelemesi
sırasında, kendiliğinden / resen, temyiz incelemesinin konusu yapamaz, yani
kovuşturmaya getiremez, çünkü böyle bir yetkisi yoktur. Yargıtay’ın temyiz
yetkisi ve bu yetkinin kapsamı ve sınırları, CMUK 320 ve 321 maddelerinde
gösterilmiştir. Bu nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin, dava dışı bir
eylemi temyiz incelemesine alması ve sanık Deniz Seki’nin bu dava dışı eylemden
cezalandırılması gerektiğine karar vermesi, yetkisiz, yani Anayasadan
kaynaklanan bir Devlet yetkisine dayanmayan, hukuken yok hükmündeki işlemidir.
Dolayısıyla, bozma kararının dava dışı eylemle ilgili kısmı, hukuken yok
hükmündedir (görünüşte karardır).
Hukuk
devletinde, bu durumun kabul edilebilir bir yönü olmadığı gibi, konuyla ilgili
fazlaca bir söze de gerek bulunmamaktadır. Bu nedenle, dava dışı eylemle ilgili
bu açıklamamız, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının ve Yargıtay Ceza
Genel Kurulu kararının dava dışı eylemle ilgili kısımları içinde aynen
geçerlidir.
B)
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili
kararının eleştirisi
Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yargıtay 10. Ceza Dairesi
arasındaki uyuşmazlığın, TCK 188/3’deki suçtan cezalandırılan Deniz Seki’nin,
TCK 37/1 maddesi uyarınca eylemi işleyen fail olarak mı, yoksa TCK 39 maddesi
uyarınca yardım eden olarak mı sorumlu olacağının belirlenmesine ilişkin
olduğunu belirtmiştir [184].
Yüksek Kurulun kararında, uyuşmazlığa konu eylemin, hangi eylem olduğu
gösterilmemiştir. Karardan, sözü edilen eylemin, cezalandırma kararına konu
eylem veya bozma kararına konu dava dışı eylem veya her ikisinin olup olmadığı
belli değildir. Dava dışı eylemin, belirtilen uyuşmazlığın konusu olamayacağı açıktır.
Eğer kurul kararında sözü edilen uyuşmazlık konusu eylem, dava dışı eylem ise,
ortada uyuşmazlık söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla, Yargıtay Ceza Genel
Kurulu kararındaki dava dışı eylemle ilgili açıklamalar ve hukuken yok
hükmündeki yetkisiz karar kısmıyla ilgili bir değerlendirme yapılmayacaktır.
Yukarıdaki açıklamalar dışında başka bir açıklama yapmaya değer hukuki bir
durum söz konusu değildir.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun kararının değerlendirilmesine geçmeden önce, Yargıtay’ın TCK 188/3’deki
suç ile TCK 191/1’deki suça konu satış veya bulundurma eylemlerinin ispatıyla
ilgili kabul ettiği yerleşik görüşle, sanıkta ele geçirilen uyuşturucu madde
miktarından hareketle iki suçtan hangisinin oluşmuş olabileceğine ilişkin
yerleşik görüş ele alınacaktır.
Yargıtay 10. Ceza
Dairesinin sözü edilen ispatla ilgili yerleşik görüşü ve uygulaması yukarıda
açıklanmıştır. Bu yerleşik görüşe göre, sanıkların ikrar niteliğindeki
beyanlarına veya tape kayıtlarındaki uyuşturucu satışına veya uyuşturucu kullanılmasına
ilişkin beyanlara karşın, uyuşturucu madde elde edilmemişse, atılı eylemlerin
ispatlandığı kabul edilmemektedir. Açıkçası, anılan yerleşik yargısal görüşe
göre, atılı suçlarla ilgili eylemlerin tam ispatı, ikrar veya tapedeki
beyanlara konu uyuşturucu maddenin elde edilmesine bağlıdır. Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili kararı ile anılan yerleşik yargısal görüş
açık bir biçimde çelişmektedir. Bu çelişkinin incelenmesine geçmeden önce,
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yukarıya alınan kararları dışındaki yeni tarihli
kararlarına bakılacaktır.
Yargıtay
10. Ceza Dairesinin uyuşturucu madde bulundurma eylemiyle ilgili yeni bir
kararında, “Hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı
soruşturma yapılan Furkan’ın soyut beyanı ile somut olay ve olgularla
örtüşmeyen telefon konuşmaları dışında, sanığın üzerinde ele geçirilen 0,02
gramdan ibaret eroini, savunmasının aksine, satmak için bulundurduğuna veya
suçları sabit olan diğer sanıkların fiillerine iştirak ettiğine ilişkin kesin
ve yeterli delil bulunmadığı, sabit olan fiilinin “kullanmak için uyuşturucu
madde bulundurma” suçunu oluşturduğu gözetilmeden, “uyuşturucu madde ticareti
yapma” suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, kanuna aykırı” bulunmuş ve hükmün
bozulmasına karar verilmiştir [185].
Yukarıdaki kararda, TCK 188/3’deki suça eylemle ilgili soyut beyan ile somut olay
ve olgularla örtüşmeyen telefon konuşmalarının ispata yeterli olmadığı kabul
edilmiştir.
Yargıtay
10. Ceza Dairesinin uyuşturucu madde ticareti yapma suçuyla ilgili yeni bir
kararına göre, “Sanığın birden fazla
kişiye ayrı ayrı uyuşturucu madde verip vermediği saptandıktan sonra, sanık
hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin
tartışılmaması, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni sayılmamıştır” [186].
Görüldüğü üzere, ikinci kararda, atılı suçla
ilgili TCK 43 madde hükmünün uygulanabilmesi, sanığın uyuşturucu madde verip
vermediğinin tespitine bağlanmıştır. Buna göre, uyuşturucu madde verildiği ispatlanmadan, sanığın birden fazla atılı
suça konu eylemi işlediği kabul edilemeyecektir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin sanıkta ele
geçirilen uyuşturucu madde miktarından hareketle iki suçtan hangisinin oluşmuş
olacağına ilişkin yeni kararlarına göre, sanıkta ele geçirilen 0,02 gram eroin
veya 276,62 gram esrarın [187],
TCK 191/1’deki suça konu eylem olacağı kabul edilmiştir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, sanıkların
beyanlarında veya telefon konuşmalarında geçen ve TCK 188/3’deki suça veya TCK
191/1’deki suça konu olduğu iddia edilen uyuşturucu veya uyarıcı madde olup
olmadığının teknik yöntemlerle belirlenmesine, aksi takdirde, iddia konusu
eylemin ispatlanmamış sayılmasına ilişkin yerleşik görüşünü, bozma kararında
korumuştur. Yargıtay 10. Ceza Dairesi, yukarıya alınan yeni tarihli
kararlarında da, yerleşik görüşünü devam ettirmiştir. Buna karşın, Yargıtay
Ceza Genel Kurulu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Deniz Seki ile ilgili
bozma kararına itirazını kabul etmiştir.
Yüksek
Kurul, Deniz Seki ile ilgili kararında, anılan her iki suç konusu
eylemin ispatlanması için, iddia edilen uyuşturucu maddenin bulunmasına ve teknik yöntemlerle uyuşturucu veya
uyarıcı madde olup olmadığının teknik
yöntemlerle belirlenmesine gerek olmadan, sanıklarının beyanlarının veya
telefon görüşmelerindeki konuşmalarının yeterli olacağına karar vermiştir [188].
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, bozma
kararını ikiye karşı üç çoğunluk oyuyla karar vermesine karşın, Deniz Seki ile
ilgili bozma kararında, yerleşik görüş ve uygulamasına bağlı kalmış ve
cezalandırma kararına konu eylemin uyuşturucu maddenin elde edilememesi
nedeniyle ispatlanamadığına karar vermiştir. Bu durumda, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerleşik görüşü ile Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun kararı arasında, TCK 188/3 ve TCK 191/1’deki suçlara konu eylemin
ispatı usulüyle ilgili olarak, uyuşturucu maddenin elde edilmiş olması ve
teknik yöntemlerle niteliğinin belirlenmesinde, görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun anılan kararının Deniz Seki ile ilgili olaya özgü
olup olmadığı, yani salt Deniz Seki’nin cezalandırılmasıyla sınırlı bulunup
bulunmadığı bilinememektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki
ile ilgili kararı salt ona ait olaya özgü ve bu olayla sınırlı değilse, anılan
Kurul kararıyla, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerleşik görüşü arasında, içtihat
uyuşmazlığı çıkmış demektir. Eğer, ortada belirtilen şekilde oluşan içtihat
uyuşmazlığı varsa, bu uyuşmazlığın, içtihadı birleştirme yolu ile ortadan
kaldırılması zorunludur.
Yargıtay’ın yerleşik görüşüne göre,
ikrar tek başına atılı eylemim ispatına yeterli değildir, başka bir maddi
delille doğrulanması gerekir [189].
Olayla ilgili ele geçirilen nesnelerin,
uyuşturucu madde olup olmadığının bilinmesi gerekir. Eğer, ele geçirilen
maddeler, uyuşturucu madde değilse, anılan her iki suça konu uyuşturucu madde
bulundurma veya satma eylemleri söz konusu olamaz. Ele geçirilen nesnelerin
uyuşturucu madde olup olmadığının tespiti, özel ve teknik bilgi gerektirir. 2313 sayılı Kanunun 20/II maddesine göre, “Zaptedilen uyuşturucu maddenin cins, vasıf ve miktarının
kesin olarak saptanması amacıyla analizlere yetecek kadar örnek madde alınarak
usulüne uygun şekilde ilgili laboratuvarlara gönderilir”. Buna göre, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, yerleşik
görüşüyle, anılan yasa hükmünün gereğini yerine getirmektedir. Buna karşı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Deniz Seki ile
ilgili kararında, anılan yasa hükmüne karşı bir görüş ortaya koymuştur. Bu
nedenlerle, kişisel görüşüme göre,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili kararı hukuka aykırı olduğundan, anılan içtihat uyuşmazlığının,
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerleşik görüşü doğrultusunda çözülmesi
gerekmektedir.
Görüldüğü üzere, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili kararı, öncelikle,
2313 sayılı Kanunun 20/II madde hükmünü göz önüne almaması nedeniyle, temelden
hukuka aykırıdır. Bu nedenle, Yargıtay 10. Ceza Dairesinin bozma
kararındaki ‘Deniz Seki’nin Murat kod adlı uyuşturucu satıcısının arkadaşlarına
uyuşturucu satışına aracılık etme’ eyleminin ispatlanamadığına ilişkin görüşü,
-yukarıda belirtilen hukuka aykırılıklarına karşın- her zaman ve her şekilde
hukuken anılan Kurul kararına üstün ve geçerlidir. Hukuki durum bu kadar açık
olmasına karşın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Deniz Seki ile ilgili -hukuka
aykırı elde edilen delilleri hukuka uygun deliller kabul ederek verdiği-
kararı, bizzat gerekçesine göre de hukuka aykırıdır.
Aşağıda Yüksek Kurul kararının hukuka
aykırılığı, yukarıdaki açıklamalardan ayrı olarak, bizzat gerekçesinden
hareketle ortaya konulacaktır.
Kurul kararında, Deniz Seki’nin
kendisinin ve arkadaşlarıyla birlikte kullanmak için, Murat ve Apo adlı
sanıklardan kokain satın almalarının, cezalandırma kararına konu Deniz Seki’nin
Murat kod adlı satıcının arkadaşlarına uyuşturucu madde satışına aracılık
eyleminin işlendiğini gösterdiğini olarak kabulü, önce akla sonra ispat
hukukuna açıktan aykırıdır.
Deniz Seki’nin, kendisinin veya
arkadaşlarıyla birlikte kullanması için kokain alma eylemi, salt TCK 191/1’deki
suçun konusudur. Cezalandırma kararında ise, Deniz Seki’nin kokain kullanma
eyleminden dolayı, ceza hükmü verilmesine yer olmadığına karar verilmiş ve
kesinleşmiştir. Deniz Seki’nin arkadaşlarıyla birlikte kullanmak için
uyuşturucu madde almaları da, TCK 191/1’deki suçun konusudur, TCK 188/3’deki
suçun konusu değildir. Bu nedenle, Deniz Seki’nin kendisi veya arkadaşlarıyla
birlikte kullanmak için uyuşturucu madde satın almalarının, TCK 188/3’deki
suçla bir ilgisinin bulunmaması nedeniyle, Kurul kararında bu açıklamaya yer
verilmesi, kararın hukuka aykırılığını göstermektedir.
Kurul kararındaki, Deniz Seki’nin
savcılık ifadesinde “bazen yanında bulunduğu arkadaşlarının istek ve ısrarları
üzerine onlar için de kokain istediğini, çoğunlukla ödemeyi kendisinin
yaptığını savunması”, Deniz Seki’nin şoförü sanıkla iki tanık arkadaşının da
“kokain kullanıcısı olan sanığın bazen arkadaşları ile birlikte de kullandığını
ve bu amaçla kokain satın aldığını beyan etmeleri”, Murat ve Apo kod adlı
satıcıların “sanığa kokain sattıklarını kabul etmeleri” [190]
açıklamalarıyla, Deniz Seki’nin TCK 188/3’deki suçun faili olduğu kabul
edilmiştir. Bizzat karardaki bu açıklama, Kurul kararının hukuka aykırılığını
ortaya koymaktadır.
Gerçekten, Kurul kararındaki bu
açıklamaların tamamı, Deniz Seki’nin kendisi veya arkadaşlarıyla birlikte
uyuşturucu madde kullanmalarına ilişkindir. Uyuşturucu madde kullanma eyleminin
ne olduğu, TCK 191/1’deki suça konu olduğu açıktır. Buna karşın, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Deniz Seki’nin
kendisi veya arkadaşlarıyla birlikte uyuşturucu kullanma eylemini, TCK
188/3’deki suçun konusu olarak göstermiş ve kabul etmiştir. Kurul kararının yukarıya
alınan açıklama kısmında, cezalandırma
kararına konu Deniz Seki’nin Murat kod adlı satıcının arkadaşlarına
uyuşturucu satışına aracılık etme eylemi
herhangi bir şekilde yer almamaktadır. Bu nedenle, bizzat Kurulun
yukarıdaki açıklaması, sanık Deniz Seki’nin TCK 188/3’deki suçu işlemediğini /
işlemesinin mümkün olmadığını ispatlamaktadır. Kurulun, (A) suçuna ait eylemi, (B) suçuna eylem olarak kabulle, Deniz
Seki’yi (B) suçundan cezalandırması, hükümlü durumuna getirmesi ve cezaevine
konulmasına neden olması, Kurul kararının hukuka aykırılığının ne kadar açık ve
ağır olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan, Kurul kararında, sanıkların
şifreli konuştukları, şifreli kelimelerin uyuşturucu madde anlamına geldiği
belirtilmiştir [191].
Kurul kararındaki bu ifade, doğru ve geçerli olsa bile, bu ifade, Deniz
Seki’nin TCK 188/3’deki suçtan cezalandırılmasının gerekçesi olamaz. Çünkü, bu
ifadede, Deniz Seki’nin TCK 188/3’deki suça konu eylemini gösteren bir unsur
bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu ifadenin gerekçe olarak gösterilmesi de,
kararın hukuka aykırılığını gösteren diğer bir nedendir.
Son olarak, Kurul kararında, telefon
konuşmalarında geçen uyuşturucu madde miktarlarının, kişisel kulanım
miktarlarının üzerinde olduğu, bu durumun, sanık Deniz Seki’nin kullanım amaçlı
uyuşturucu madde satın aldığı savunmasını çürüttüğü açıklanmıştır [192].
Hemen belirtelim ki, Kurul kararında
geçen miktarların, kişisel kullanma miktarı kapsamında olup olmadığının
tespiti, teknik bir konudur ve uzman bilirkişi incelemesiyle tespiti
gerektirir. Yargıtay’ın uygulamasının da bu şekilde olduğu, 04.04.2013
tarihli kamusal savunmada verilen yargısal kararlarla gösterilmiştir. Bu
nedenle, Kurul kararı, öncelikle, sözü
edilen uyuşturucu miktarlarının tespiti işinin, teknik bir iş olması nedeniyle
hukuka aykırıdır.
Ayrıca, sanık beyanı, sözlü delildir.
Deniz Seki’nin arkadaşlarının ısrarlı istekleri üzerine satıcıları aradığı,
genelde ödemeyi kendisinin yaptığı, bazen onlardan da para veren olduğu
şeklindeki beyanı, onun TCK 188/3’deki suçu işlediğini değil, aksine, bu suçu
işlemediğini ortaya koyar. Kurul
kararında belirtilen şekliyle, Deniz Seki’nin beyanındaki, (a) genel ödemeyi
kendisinin yapması, (b) bazen arkadaşlarının da para vermesi eylemlerinden, TCK
188/3’deki suçun işlendiğinin çıkarılması mümkün değildir. Bu nedenle,
Kurulun, kararında, Deniz Seki’nin belirtilen beyanından TCK 188/3’deki suçun
işlendiğini kabulü, açık bir hukuki nitelendirme hatasına düşüldüğünü
göstermektedir.
Gerekçeli karara göre, Murat kod adlı
sanıkta yapılan aramada, 1,5 gram ağırlığında toz ve topak halindeki maddenin,
ekspertiz raporuyla kokain olduğu anlaşılmıştır [193].
Murat kod adlı sanık, Deniz Seki’nin uyuşturucu satışına aracılık etmediğini
beyan etmiştir. Kurul kararında anılan sanığın aşamalardaki beyanlarında,
“Deniz’in iddianamede belirtildiği gibi uyuşturucu satışına hiçbir şekilde
aracılık etmediğini” [194]
söylediği belirtilmiştir. Sanığın bu beyanı, Deniz Seki ile diğer sanıklar ve
tanıkların beyanlarıyla doğrulanmıştır. Yargıtay 10. Ceza Dairesinin yerleşik
görüşüne göre, Murat kod adlı sanıktan ele geçen kokain miktarının, kullanma
suçuna mı, uyuşturucu satışı suçuna mı konu olacağının, bilirkişi incelemesiyle
tespiti gerekir. 2313 sayılı kanunun
20/II madde açık hükmü, iddia olunan maddenin uyuşturucu olup olmadığının
tespiti yükümünü getirmektedir. Bu yasal yükümün yerine getirilmesi, zorunlu
olarak maddenin elde edilmesine bağlıdır.
Tape kayıtlarındaki beyanların çoğu,
Deniz Seki’nin kendisi ve arkadaşlarıyla birlikte uyuşturucu kullanılmasına
ilişkindir. İşlendiği iddia edilen her
eylemin, diğer eylemlerden ayrı olması nedeniyle, her bir eylemin diğerinden
ayrı olarak, CMK 170/3 (i) ve (j) maddeleri gereğince, yer, tarih ve zaman
dilimi ve deliliyle gösterilmesi yasal zorunluluktur. Bu yasal zorunluluk,
mahkemenin gerekçeli kararı ve Yargıtay denetlemesi ve kararları içinde
geçerlidir. Bu demektir ki, iddia edilen
her bir eylem diğerlerinden ayrı olarak ispatlanacaktır. Yukarıda TCK 43
madde uygulamasına ilişkin kararda bunu doğrulamaktadır.
Tape
kayıtlarında yer alan maddelerin, Murat kod adlı satıcı tarafından Deniz
Seki’nin arkadaşlarına, (a) verilip verilmediği, (b) uyuşturucu madde olup
olmadığı belli ve ispatlanmış değildir. Çünkü, söz konusu maddeler elde edilmemiş ve uyuşturucu madde olup
olmadıkları teknik usullerle tespit edilmemiştir. Bu nedenle, her bir eylemin diğerlerinden ayrı ispatı
yerine, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında toptancı / paçal bir usulle, Murat
kod adlı sanığın Deniz Seki’nin arkadaşlarına onun aracılığıyla uyuşturucu
sattığı, delilsiz, ispatsız, soyut olarak kabul edilmiştir. Demokratik ceza
düzeninde toptancı / paçal usulle, delilsiz, ispatsız, soyut ve yorumla bir
eylemin işlendiği kabul edilemez. Bu nedenle, Kurul kararındaki, gerekçe [195],
hukuksal dayanaktan yoksundur.
Ayrıca, sanığın aleyhine kabulde bile,
Kurul kararındaki gerekçeyle atılı eylemin ispatı değil, ancak, şüpheli
olabilmesi söz konusu olabilir. Kararın gerekçesinde, delil yerine, yorumla
telefon görüşmelerindeki maddelerin kokain olduğunun kabulü gerektiği ileri
sürülmüştür. Öncelikle, yorum, kişinin
öznel düşüncesidir, yani his dünyasında yarattığı ve açıkladığı düşüncedir.
Bu nedenle, yorum = delil bağıntısı
kabul edilemez ve yorum delil yerine konulamaz.
Ancak, anılan gerekçedeki en önemli
eksiklik veya hata, telefon görüşmelerinde yer alan uyuşturucu maddenin verilip
verilmediğine ilişkindir. Gerekçede, telefon görüşmelerinden sonra, Deniz
Seki’nin arkadaşlarına uyuşturucunun verilip verilmediğine ilişkin bir açıklık
yoktur. Buna göre, telefon
görüşmelerinden sonra, Murat kod adlı satıcının anılan kişilere uyuşturucu
verip vermediği belli değildir. Dosyada x sayılı tapedeki konuşmadan sonra,
onu izleyen ilk veya sonraki bir x tapede geçen uyuşturucu maddenin verildiğine
ilişkin herhangi bir beyan yer almamaktadır. Sanık veya tanık veya dava dışı
kişilerin, Murat kod adlı satıcıdan uyuşturucu aldıkları şeklindeki beyanı, x
sayılı tapedeki uyuşturucu madde olarak değerlendirilemez. Böyle bir kabule CMK
170/3 (i) ve (j) maddeleri engeldir.
Bu durumda, x sayılı tapedeki görüşmeden sonra, uyuşturucu verilmiş de olabilir,
verilmemiş de olabilir. Sanığın
aleyhine kabulle verilmiş olma olasılığı, diğer olasılıktan büyük olsa bile,
sonuç değişmemektedir. Yargıtay da aynı görüştedir [196]. Her iki durumda da, uyuşturucunun
verilmesi eyleminin gerçekleşip gerçekleşmediği olasılıkları devam etmektedir.
Bunun içindir ki, bir eylemin mevcut olup olmadığına ilişkin % 1 olasılık ile %
99 olasılık, hukuken eş değerlidir [197].
Yukarıda belirtildiği üzere, uyuşturucunun verilip verilmemesiyle ilgili en az
iki olasılık var ve bu iki olasılık mevcut delillerle teke indirilemiyorsa,
anılan eylemde şüphe vardır.
Olayda sanığın aleyhine kabulde bile, anılan uyuşturucu verme eylemiyle ilgili
iki olasılık, mevcut delillerle teke indirilememekte, yani devam etmektedir ve
anılan eylem şüphelidir. AY 38/IV madde hükmü kapsamında, şüphe sanık
lehinedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, sanığın aleyhine kabule göre bile,
şüphe sanık lehine ilkesini çiğnemiş, uyuşturucu verme eyleminde şüpheyi, sanığın
aleyhine kabul etmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararı, Anayasanın 38/IV
maddesine aykırıdır. Şüphe sanık lehine
ilkesine gereğince, telefon görüşmelerine konu uyuşturucuların Deniz Seki’nin
arkadaşlarına verilmediğini kabulü zorunludur. Yüksek Kurul kararı bu
yönüyle de hukuka açıktan aykırıdır.
Yukarıdaki
durum, Yüksek Kurulun delil takdirinin denetlenmesinde açık hataya düştüğünü
göstermektedir. AİHM kararlarında, delillerin takdiri, genellikle ulusal
makamların takdirine bırakılmakla birlikte, delillerin takdirindeki açık
hataların da AİHS 6. maddesinin kapsamında olduğu belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo - İspanya Kararı) [198]. Bu nedenle, sanık Deniz Seki
hakkındaki karar ve işlemler, Anayasa 36 ve AİHS 6. maddesine aykırıdır.
C)
Yargıtay’ın kararlarıyla Deniz Seki’nin anayasal
haklarının açık ihlaliyle cezaevine konulması
04.04.2013 tarihli ve diğer kamusal
savunmalarımızda belirtilen hukuksal gerektirici nedenlerle, Deniz Seki,
iddianameyle atılı TCK 188/3’deki suçtan beraat etmesi gerekirken, Yargıtay’ın
hukuka açıktan aykırı kararlarıyla cezalandırılmıştır. Beraat etmesi gereken Deniz Seki’nin cezalandırılması, onun haksız /
hukuka aykırı olarak, hükümlü sıfatını almasına ve cezaevine konulmasına neden
olmuştur. Hukuk devletinde, bir ceza davasında beraati gereken sanığın
cezalandırılması, adil yargılanma hakkının ihlalinden önce, Anayasanın 2, 17,
19 madde hükümlerindeki hakların ağır ihlaline neden olur. Hukuk devletinin ön
şartı olarak nitelenen hukuki güvenlik ilkesi, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini gerekli kılar. Buna göre, kamu gücünü kullananlar Deniz Seki’yi
yargılarken, beraati gerekiyorsa, cezalandırılmasına karar veremeyeceklerdir.
Deniz
Seki’nin yargılandığı davada, yetkisiz işlemlerle elde edilen bulguların delil
olarak kabulüyle cezalandırılması, hukuki güvenlik ilkesiyle bağdaşmaz. En önemlisi, Deniz
Seki, sanal olgu olan, yani gerçekleşmemiş, yani kamu gücünü kullananların
his dünyalarında oluşturdukları, aynı zamanda dava dışı / yargılanmayan eylem olan, “iki uyuşturucu satıcısı
arasındaki uyuşturucu satışına aracılık / yardım etmesi” eylemini işlediğinin,
delilsiz kabulüyle cezalandırılmıştır. Bu şekilde bir cezalandırma kararıyla, Deniz
Seki’nin hukuki güvenlik hakkı çiğnenmemiş, özüyle birlikte yok edilmiştir.
İfadede abartı yoktur. Deniz Seki’nin, fiilsiz suçlu sayılması, delilsiz sanal
eylemin ispatlanmış kabulüyle cezalandırılmasında, hukuki güvenlik hakkı özüyle
bir ortadan kaldırılmıştır.
Kişilerin
fiilsiz suç işlemiş sayıldığı, delilsiz sanal olgunun ispatlanmış kabul
edildiği bir ülke, kanun devleti bile olamaz. Böyle bir devlet, ancak, egemenin
sözünün kanun veya kesin yargı kararı olduğu totaliter bir düzen olabilir. Hukuk
devletinde, beraati gereken sanığın, kamu gücünü kullananların hukuka aykırı ve
açık ve ağır yanlış işlem ve kararlarıyla cezalandırılması, hükümlü olarak
cezaevine girmesi, cezasını çekmesi istenilemez, buna izin verilemez. “Herkes,
yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” (AY
17/1). Beraati gereken Deniz Seki’nin cezalandırılması, cezaevine konulması,
ceza çektirilmesi, ona işkence ve eziyet yapılmasıdır. “Kimseye işkence ve
eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya ve muameleye
tabi tutulamaz” (AY 17/III). Deniz Seki’nin, beraatiyle özgürlüğüne sahip olmak
yerine, haksız cezalandırılarak hükümlü yapılmasıyla, kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkı ihlal edilmiştir.
Deniz Seki, adil yargılanma hakkına
sahiptir (AY 36/I, AİHS 6). Mahkeme, Deniz Seki’yi, adil yargılanma hakkına uygun
yargılamakla, Yargıtay temyiz incelemesini bu temel hakka uygun yerine
getirmekle görevlidir. Adil yargılanma hakkının kapsamında, öncelikle, sanığın
hukuka aykırı delillerle cezalandırılmaması vardır. Anayasanın 38/VI maddesine
göre, “Kanuna aykırı elde edilen bulgular, delil olarak kabul edilemez”. Anayasanın 38/VI ve CMK 217/2 maddeleri
hükümlerine göre, hukuka aykırı elde edilen delillerle, kovuşturma yapılamaz,
karar verilemez. Örneğin, “Bir kişinin yaptığı görüşmenin gizlice
kaydedilmesi hukuka aykırı olduğundan, delil olarak değerlendirilmesi olanaklı
değildir” [199].
Hukuka aykırı deliller tespit edilir ve
bu deliller yok sayılarak, kalan delillerle karar verilebilir.
Mahkeme,
somut olayda, Anayasanın 38/VI
maddesini uygulamamış, hukuka aykırı
elde edilen yukarıda gösterilen bulguları, delil olarak kabulle, Deniz Seki’yi
cezalandırmıştır. Böylece, mahkeme, Deniz Seki’nin adil yargılanma hakkını
açık ve ağır biçimde çiğnemiştir [200]. Yargıtay’ın, temyiz incelemesinde,
hukuka aykırı delillerle Deniz Seki’nin cezalandırılmasının, (a) adil
yargılanma hakkının ihlali olduğunu, (b) “hukuki bir kanun hükmünün tatbik
edilmemesi” oluşturduğunu, resen tespit ile göz önüne alması ve sanığın lehine
karara bağlaması gerekir. Buna karşın, Yargıtay,
hukuka aykırı elde edilen delillerin yok sayılarak karar verilmesi için,
cezalandırma kararını bozması gerekirken, hukuka aykırı elde edilen delilleri,
hukuka uygun saymış, bu suretle, adil yargılanma hakkının çiğnenmesini kabul
etmiştir.
Deniz Seki’nin, Anayasa 38/VI, CMK 217/2
maddelerine aykırı biçimde, hukuka
aykırı deliller esas alınmak yoluyla, cezalandırılmasına karar verilmesi,
anayasal hakkı olan, adil yargılanma hakkının açık ihlalidir.
Somut olayda, Deniz Seki hakkında hukuka aykırı elde edilen ilk deliller,
dolaylı kişi durumundaki tapeler, aramada elde edilen bulgular ve Ekspertiz
Raporu, jandarmadaki şüpheli ifadeleri ve tanık beyanlarıdır. Bu ilk hukuka aykırı delillerden hareketle
elde edilen diğer hukuka aykırı deliller, savcılık, hakim ve sorgudaki
şüpheli ve sanık beyanları, 13.11.2008’den sonraki tape kayıtları, Adli Tıp
Kurumu’nun uyuşturucu maddeyle ilgili raporudur. Anayasanın 38/VI, CMK 217/2
maddelerine göre, her iki küme hukuka
aykırı delil, delil olarak Deniz Seki’nin aleyhine kabul edilemeyecek, bu
delillerin tamamı yokmuş gibi davranılacaktır. Tüm hukuka aykırı delillerin
hukuken yok sayılması, Deniz Seki’nin aleyhine delil olarak kabul ve takdir
edilememesi, karara esas alınamaması nedenleriyle, kalan delillerin, Deniz
Seki’ye atılı eylemlerin ispatına yeterli derecede olmadığı açıktır. Bu
nedenle, Deniz Seki’nin atılı eylemlerden delil yetersizliğinden beraati
yerine, cezalandırılmasına karar verilmesi, anayasal adil yargılanma hakkının
açık ve çok ağır biçimde çiğnendiğini ortaya koymaktadır.
Adil yargılanma hakkı, kişinin, hukukun
genel ilkelerine, Anayasaya, AİHS’ne, Ceza Muhakemesi Kanununa uygun yargılanma
hakkıdır (AY 36/I). Adil yargılanma hakkı, AİHM’nin kararlarında belirtildiği
üzere, birden çok hakkı kapsayan, genel ve çerçeve bir haktır. Adil yargılanma
hakkı kapsamındaki haklardan birisi, “kendini suçlandırmama hakkıdır” (AY 38,
AİHS 6) [201].
Deniz Seki, yukarıda belirtilen fiili / keyfi eylemlere karşı,
doğru ve adil yargılanma hakkının içeriği gereğince “kendini suçlandırmama
hakkına” sahiptir. Deniz Seki, cezalandırıldığı sanal eylem ve dava dışı
eylem olan “Deniz Seki’nin iki satıcı arasındaki uyuşturucu satışına aracılık
etmek” eylemine karşı, kendini suçlandırmama hakkına sahip iken, Yargıtay’ın
anılan eylemden dolayı Deniz Seki’yi cezalandırması, anılan hakkının ihlalidir.
Bu bağlamda, adil yargılanma hakkı kapsamında, Deniz Seki’nin, sanal eylem ve
dava dışı eylem olan “iki uyuşturucu satıcısı arasındaki uyuşturucu satışına
aracılık etmek” eyleminden yargılanmış ve cezalandırılmış olmasıyla, davasız
yargılanmama hakkı ihlal edilmiştir.
Deniz Seki hakkındaki arama ve elkoyma işlemleri, yukarıda açıklandığı
üzere, yetkisizlikten dolayı hukuken yok hükmündedir. Yetkisiz işlemlerle, Deniz
Seki’nin, özel hayatın gizliliği anayasal hakkına dokunulamaz (AY 20/II).
Yukarıda açıklanan yetkisizlikten hukuken yok hükmündeki arama ve el koyma
işlemleriyle, Deniz Seki’nin, özel hayatın gizliliği hakkı ihlal edilmiştir.
Yetkisiz işlem nedeniyle, bu ihlal, ağır ve açık ihlaldir.
Deniz Seki’nin beraati yerine
cezalandırılması, bizatihi onun maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik, açık, ağır
mevcut ve yaşadığı tehlikedir. Çünkü, Deniz Seki, cezalandırma kararının
onanmasıyla birlikte hükümlü sayılmış ve cezaevine konulmuştur. Deniz Seki,
beraati yerine cezalandırılmışsa, kimse ondan bu duruma katlanmasını isteyemez,
bekleyemez. Kimse, beraati gerekirken,
cezalandırmayla hükümlü olmak, cezaevine girmek istemez. Anayasal hakları
ağır, açık biçimde ihlal edilen kişinin, beraati yerine cezalandırılması ve
cezaevine konulmasıyla, psikolojik durumunun ağır biçimde olumsuz etkileneceği,
bozulacağı açıktır. Deniz Seki, hakkında
hukuka uygun bir cezalandırma kararı bulunmamasına karşın, anayasal haklarının ihlalinin devamına katlanmaya devam etmek, haksız
yere, davasız yargılanmak, cezalandırılmak ve cezaevine girmek ve orada yaşamak
zorunda değildir.
[1] ACAR, Meşru Araç Kullanma Yasağına
Aykırılığın Yaptırımı, s.
122/257-125/257.
[2] Gerçekten, “davacının
dava dilekçesinde bildirdiği vakıalar davanın temelidir. Çünkü, sadece bu
vakıalar davanın sınırını çizmekte, hakim ancak bu vakıalar hakkında inceleme
yapabilmektedir. Bu nedenle, hukukumuzda dava sebebi (hukuki sebepler
değil) davacının davasını dayandırmış olduğu vakıalardır. Yargıtay da bu
görüştedir” (KURU, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Dördüncü Baskı, C.II,
Ankara 1980, s.1089).
[3] Eylem ve olgunun tanımlanması
gerekir. Eylem ve olgu, evrende meydana gelen, dış dünyada değişiklik
oluşturan, gerçek, var olan, nesnel, başkalarınca algılanabilir, hareket,
davranış, olay ve durumdur.
[4] TOSUN, Öztekin: Türk Suç Muhakemesi Hukuku
Dersleri, Cilt 1, Genel Kısım, Üçüncü Bası, İstanbul 1981, s. 253.
[5] TOSUN, I, s. 525.
[6] “İsnat
edilen eylemin değişmezliği ilkesi: İsnat edilen eylemin değişmezliği (=
immutabilita del fatto contestato) sanığın hakları arasında sayılmaktadır.
Kanımızca, bu ilke savunmaya hakim bir ilke olup kamu davasının açılmasından
mahkemenin bitimine kadar gerek iddia, gerekse yargılama makamlarını bağlayıcı
bir etki göstermektedir. / Savunmanın
belli bir eylemle sınırlanması durumunda sanığın savunmasını bu eyleme göre
hazırlaması olanağı sağlanmaktadır; böylece sanık savunmasında sürpriz ile
karşılaşmamakta, bir eylem bakımından savunmasını hazırlamışken başka bir
eylemden muhakeme edilmemektedir. Yasaya göre, “son kararın konusu
iddianamede gösterilen fiilden ibarettir” (CMUK m. 257/1)” (TOSUN, I, s. 253).
[7] “İddianamede mağdurların evlerinin bahçesine bir
taş atıldığını duyup araştırdıklarında sanığı bahçeye bitişik bir ağaçta
gördükleri ve karakola haber vererek gelen memurların aradıkları ve sanığı evin
mutfağı yanında ve bahçede yakaladıkları yazılmakla beraber, bu suretle
davacıların konut dokunulmazlığını bozduğu belirtilerek, TCK m. 193/1 ile
cezalandırılması istenilmiştir. Daha açık bir deyimle sanığın davacıların
konutlarının müştemilatı sayılan bahçeye izinsiz ve habersiz girmesinden
(sarkıntılıktan) dava açılmamıştır. Olayın özelliği vardır. CMUK m. 257’ye
göre, açılmamış bir eylemden dolayı hüküm verilemez (oyçokluğu ile) (CGK
18.5.1964 4/239-232, ÇAĞLAYAN, Muhtar: a:g:e cilt II, sh: 436)“ (TOSUN,
Öztekin: Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, C II, Muhakemenin Yürüyüşü, 2.
Bası, İstanbul 1976, s. 33 dn 4).
[8] “Sorgu hakimliğinin 14.5.1963 günlü kararında,
sanıklardan Mehmed’e karşı mağdur Şaziyenin, sanık Muzaffer ile beraatine karar
verilmiş bulunan Ahmede karşı da Şerifenin zorla ırzına geçmeğe kalkışmaktan
yargılanmak üzere sonsoruşturma açılmıştır ve yargılama sonunda mahkemenin
vereceği hükmün konusu da Mehmedin Şaziyenin, Muzaffer ve Ahmedin de Şerifenin
ırzına geçmiş olup olmadığının tespiti olacaktı .. Hal böyle iken, Mehmedin
mağdure Şerifenin, Muzafferin de mağdure Şaziyenin ırzına geçmeğe kalkışmadan
yani kendilerine karşı açılan davanın dışında kalan eylemlerden
hükümlendirilmişlerdir (Yarg. CGK 30.11.1964 tarih ve 520/D-5/499-ÇAĞLAYAN,
Muhtar a:g:e cilt II, sh: 433)”, TOSUN, II, s. 33 dn 5).
[9] TOSUN, II, s. 33.
[10]
“Uyuşmazlığın belirtilmesi demek, uyuşmazlık konusu olayın başka olaylardan
ayırdedilebilecek şekilde belli edilmesi, bunun için de sınırlandırılması
demektir. Bir
olayın hukuki durumu bakımından çıkan uyuşmazlık, dava açılarak, çözülmek üzere
yargılama makamı önüne getirildiğine göre, dava konusu olan “olay”ın, dava konusu
olmıyan “olaylar”dan ayırdedilmesi gerekir. Bu da, dava açılırken, “olayın sınırlandırılması” ile sağlanır” (KUNTER, Nurullah: Muhakeme Hukuku dalı
olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Yedinci Bası, Büyükçekmece/İstanbul 1981, s.
211 no. 140).
[11] KUNTER, s. 216 no. 144.
[12] “İHAS m. 6/3,a’daki, her sanık, “Şahsına tevcih
edilen isnadın mahiyet ve sebebinden en kısa bir zamanda, anladığı bir dilde ve
etraflı surette haberdar edilmek hakkına sahiptir” hükmü karşısında, isnadın
sanığın anlayacağı dilden yapılması zorunludur.
[13]“Sanığa isnat
edilen fiilin bildirilmesi, savunma açısından gereklidir; çünkü sanık, ancak
isnat edilen fiil bakımından meramını anlatabilecektir. Dolayısıyla, suçlama
ile ilgili olarak sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiili nedeniyle
suçlandığını (isnadın sebebini) ve bu fiilin hukuki nitelemesinin (isnadın
mahiyetinin) ne olduğunu içermelidir; sonradan ortaya çıkan değişiklikler
de dahil olmak üzere, ayrıntının derecesi her somut olayda değişebilmekle
birlikte, bunların hiçbir fiili yahut hukuki hataya yer vermeyecek şekilde
olması da gereklidir. Bu bakımdan, celpnamelerde veya tutuklama kararlarında,
isnat edilen fiil ile ilgili olarak, örneğin “hırsızlık” gibi yüzeysel ibareler
kullanılması, sanığın yön tayini bakımından yeterli değildir” (DEMİRBAŞ, s. 101).
[14] KUNTER, s. 216 no. 144.
[15] Eylem ve olgunun tanımlanması
gerekir. Eylem ve olgu, evrende meydana gelen, dış dünyada değişiklik
oluşturan, gerçek, var olan, nesnel, başkalarınca algılanabilir, hareket,
davranış, olay ve durumdur.
[16] 07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No:
2009/385, İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 54.
[17] Murat kod adlı şüpheli.
[18] 07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No:
2009/385, İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 56-57.
[19] 07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No:
2009/385, İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 60.
[20] “Şüphelinin yakalanmış olduğu otel odasında
İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinden alınan 2009/208 arama ve el koyma kararına
istinaden yapılan arama neticesinde; 1 adet 500 ml ağır kısmında paket lastiği
ile sarılı folyo kağıt sarılı gövdesi üzerinde delil bulunan plastik su şişesi
ile üzerinde takılı vaziyette sarı renkli kalem dış kabı, 1 adet siyah renkli
içi boş plastik çubuk, 4 adet buruşturulmuş peçete içerisinde yeşil renkli
bitki kırıntısı, 1 adet üzerinde BETTY BOOP ibaresi yazılı metal kutu, 1 adet
La Reser Ve De Nice ibaresi bulunan beyaz renkli kutu, 2 adet cep telefonu elde
edildiği” (07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No: 2009/385, İddianame
No: 2009/276 sayılı İddianame s. 54).
[21] “Şüpheli Deniz SEKİ’nin şoförü olan şüpheli …
Jandarma ve Cumhuriyet Savcılığında vermiş olduğu ifadesinde; / “Patronum olan
Deniz SEKİ evinde arkadaşları ile beraber uyuşturucu madde kullanmaktadır.
Evinde …., uyuşturucu madde getiren Murat isimli şahıs, Deniz hanım’ın
Kuruçeşme’de bulunan evine gelerek uyuşturucu madde kullanmaktadırlar, 3 defada
evine çok yakın bulunan .. otelde kalmıştır. Kaldığı sürelerde bir defa …’le
kaldığı sırada, Apo’nun (…) CD kutusu
içerisinde bulunan uyuşturucu maddeyi alıp odasına çıkardım. Yine …’la kaldığı
esnada da Apo’nun (…) otel odasının kapısına kadar getirdiği CD kutusu
içerisinde bulunan uyuşturucu maddeyi Deniz hanıma verdim. Basın danışmanı ..,
, … ve …’a uyuşturucu madde temin
edebilmek maksadıyla Apo (…) veya Murat’ı (…) göndermiş olabilir. Arkadaşı …’ye
stüdyoda kaldığı zamanlarda da uyuşturucu madde temin edebilmesi için Murat’ı
veya Apo’yu göndermiştir. Deniz SEKİ’yi patronum olmasına rağmen kızımdan
ayırmam kızım kadar severim, en az 3 ya da 4 kez bırak bu zıkkımı demişimdir, …
ile beraber olduktan sonra sosyal hayatı tamamen değişmiştir daha çok evinde
oturan ve içine kapanık bir insan olmuştur. Ben Deniz SEKİ’nin uyuşturucu madde
kullanımını …. vasıtasıyla arttığını düşünüyorum” dediği görülmüştür”
(07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No: 2009/385, İddianame No:
2009/276 sayılı İddianame s. 54).
[22] 07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No:
2009/385, İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 55.
[23] “Dosya arasında tanık olarak ifadesi bulunan …
ifadesinde; “Deniz SEKİ’nin evinde uyuşturucu madde kullandığını biliyorum.
Ayrıca … isimli otelde kendisine danışmanlık yaptığım esnada uyuşturucu madde
kullandığını gördüm. Otele benimde bulunduğum esnada … ve eşi geldi ama ben
onların uyuşturucu madde kullandığını görmedim hep birlikte içki içtiklerini”
belirttiği” (07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No: 2009/385,
İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 54-55).
[24] “Dosya arasında tanık olarak ifadesi bulunan …
ifadesinde; “Bundan 2-3 ay kadar önce ev temizliğini yaptığım esnada yatak
odasında içerisine kalem sokulmuş pet şişe gördüm. Daha sonra da sıkça ev temizliğini
yaptığım zamanlarda da aynı şekilde çokça şişe gördüm ne amaçla kullanıldığını
Deniz SEKİ’ye sorduğumda kokain içmekte kullandığını belirtti. Kendisinin … ile
beraber kullandığını belirtti. Eve çok sık olarak Deniz SEKİ’nin arkadaşları
olan …, , basın danışmanı olan … hanım, yakın arkadaşı .. ile çocukluk arkadaşı
… hanım gelirlerdi. … ile beraber yaşarlardı. Evde temizlik esnasında bulduğum
pet şişeleri yatak odasında bulurdum. Bunun haricinde başka bir şey söylemek
istemiyorum. Ben sürekli evde bulunan bir şahısım Deniz SEKİ’nin ev dışındaki
ilişkilerini ve neler yaptığını bilmem. Ama kendini defalarca bu şişeleri
bulduğumda ikaz ettim abla lütfen kullanma dedim ama beni dinlemedi” dediği”
(07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No: 2009/385, İddianame No:
2009/276 sayılı İddianame s. 55).
[25] “Dosya arasında tanık olarak ifadesi bulunan …
ifadesinde; “Deniz SEKi ile çok yakın arkadaş olduğumuz için benimde daha önce
işte çalıştığım için ara sıra görüşüyorduk. Özellikle … ile arkadaş olduktan
sonra Deniz SEKİ’nin uyuşturucu madde kullandığını gördüm. ….’den önceki
dönemlerde uyuşturucu madde kullandığını hiç görmedim. Deniz SEKİ’yi evinde …
ile beraber tahmini 6-8 ay kadar önce ilk defa yarım litre’lik şaşal suyu
kabının üzerinde düzenek hazırlanarak kokain içtiklerini gördüm. Bu olaya
birkaç defa şahit oldum. Yine Deniz SEKİ’yi yalnız olarak ve … ile birlikte
beyaz renkli tuza benzeyen toz bir maddeyi bir tabak içerisine koyup kartla
ufaladıkları ve daha sonra rulo halinde bir kağıt ile burunlarına beraber ve
yanız çektiklerini gördüm. Bu toz maddenin kokain olduğunu öğrendim. Deniz
benim yakın arkadaşım olduğu için uyuşturucudan kurtarmak için defalarca
ikazlarda bulundum. Hatta beraber Deniz SEKİ’nin psikiyatrisine götürdüm. Ama
sonuç alamadım” dediği görülmüştür” (07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759,
Esas No: 2009/385, İddianame No: 2009/276 sayılı İddianame s. 55).
[26] “Şüpheli Deniz SEKİ’ye ait dosya arasında mevcut
iletişim tespit tutanaklarının incelenmesinde; / 16 numaralı tapede, … isimli
bir şahsın yanında iken onun evine uyuşturucu madde istediği, / 18 numaralı
tapede, almış olduğu uyuşturucu maddelerin miktarı ile ilgili mesaj olduğu, /
30 numaralı tapede, almış olduğu uyuşturucu maddeleri kendisinin içmediğini,
arkadaşlarının içtiğini belirterek yeniden uyuşturucu madde istediğine dair
mesaj olduğu, 33 numaralı tapede, yine uyuşturucu madde istediği ancak
“paylaşıyorum, kendim için değil” demek suretiyle başka şahıslar için
uyuşturucu madde istediği, / 42 numaralı tapede, “30 dakikaya …’ye pas pas 500
dolar” demek suretiyle .. isimli arkadaşına uyuşturucu madde getirmesini
istediği, / 43 numaralı tapede, “8 taş 4 kuş” demek suretiyle çok fazla
miktarda uyuşturucu madde istediği, bu görüşmenin devamında yaptığı 44 numaralı
görüşmede, “hayır 7+4 kuş ben istemiyorum” diyerek arkadaşlarına uyuşturucu
madde istediği, / 51 numaralı tapede, “uyumadıysan ben değil arkadaşlarım
tutturdu ara beni” demek suretiyle arkadaşları için uyuşturucu madde istediği, /
55 numaralı tapede, “kendime değil, bunlar deli gibi arıyorlar, bende ben
arayayım” dedim diyerek arkadaşları için aracılık yaptığı, / 56 numaralı
tapede, “ya ben kendime istemiyorum oğlum” diyerek başkasına uyuşturucu madde
istediği, devam eden görüşmede “oğlum ben kendime istemiyorum, benim evde var”
demek suretiyle uyuşturucu maddeyi arkadaşlarına istediği, / 58 numaralı
tapede, Murat kod …’den uyuşturucu madde getirmesi halinde başkalarından para
kazanacağını ima ettiği, / 68 numaralı tapede, yine arkadaşları için uyuşturucu
madde istediği, devam eden görüşmede arkadaşlarının kendisini çok
sıkıştırdıklarını anlattığı, / 75 numaralı tapede, … isimli bir şahıs için
uyuşturucu madde istediği, yine uyuşturucu madde teminine aracılık ettiği, / 81
numaralı tapede, … ile birlikte Diyar kod isimli şahıstan almış oldukları
uyuşturucu maddenin kötü çıkmış olduğuna dair görüşme olduğu, / 92 numaralı
tapede, … isimli arkadaşının Deniz’den uyuşturucu madde getirmesini istediği, /
95 numaralı tapede, yine … isimli arkadaşı ile birlikte kaldığı, …’nün
kardeşinin uyuşturucu madde istediği, ona emanet göndereceklerini söylediği, /
135 numaralı tapede, … isimli şahsın evine kokain maddesini istediği, / 139
numaralı tapede, stüdyodan arkadaşlarının kendi adını kullanarak …’den
uyuşturucu madde isteyeceklerini, Zeynep kod kelimesini kullanacaklarını,
yardımcı olmasını istediği, dolayısıyla yine aracılık yaptığı, / 140 numaralı
tapede, Deniz SEKİ’nin … isimli şahsa
torbacı …’in içicileri ile konuştuğu telefon numarasını verdiği, / 141 numaralı
tapede, arkadaşlarının uyuşturucu madde istediğini, Murat kod …’in
arkadaşlarına gitmesini söylediği, / 143 numaralı tapede, buna benzer bir
konuşma yaptığı, / 144 ve 145 numaralı tapelerin de, arkadaşlarına uyuşturucu
madde ayarlama ile ilgili olduğu, / 146 numaralı tapede, … isimli şahıs adına
Murat kod …’den uyuşturucu madde istediği, / 177 numaralı tapede, … ile
uyuşturucu madde teminine görüşme yaptıkları, / 221 numaralı tapede, …’nin,
Deniz SEKİ’de uyuşturucu madde olup olmadığını sorduğu, / 231 numaralı tapede,
“bekliyorum ….’i de al istersen” dediği kişi ile, 232 numaralı görüşmesinde,
şüpheli Deniz SEKİ’nin, … isimli arkadaşını, Diyar isimli şahıstan uyuşturucu
madde temin etmesini müteakip çağırdığı, …’a hitaben “sana bir sürprizim var,
hediye aldım” demek suretiyle uyuşturucu madde temin ettiği, bu görüşmeleri
27.01.2009 günü saat 02:15’de yaptığı, aynı gün 02:01 ve 02:10’da yapılan
görüşmelerden anlaşılacağı üzere, Deniz SEKİ’nin Diyar’dan uyuşturucu madde
istediği tespit edilmiş olup, / Bu görüşmeyi yaptığı … isimli şahsın alınan
ifadesinde; Deniz SEKİ’nin sürpriz olarak bahsettiği şeyin, kendisine almış
olduğu bir kıyafet olduğunu, hediye vermek amacıyla kendisini çağırdığını,
uyuşturucu madde kullanmadıklarını belirttiği görülmüş olup, şüpheli Deniz
SEKİ’nin de ifadesinde aynı şeylerden bahsettiği görülmüştür. / 263 numaralı
tapede, Murat kod ….’in, Deniz SEKİ’nin telefon kartlarını kırmasını, yeni
aldığı kartı da eski telefona takmamasını söylediği, / 296 ve 296 numaralı tapelerde,
Deniz SEKİ’nin, … isimli şahsı Diyar kod isimli şüpheli ile konuşturduğu, daha
sonra da Diyar’ın adamı olan …’den uyuşturucu madde temin ettikleri”
(07.04.2007 tarih Soruşturma No: 2009/759, Esas No: 2009/385, İddianame No:
2009/276 sayılı İddianame s. 55-56).
[27] 18.02.2010 tarihli yazılı Esas Hakkında Mütalaa s.
44-47.
[28] Esas Hakkında Mütalaada Deniz Seki’nin irtibatlı
olduğu ve arkadaşlarıyla bağlantı kurdurduğu söylenilen sanık, Murat kod adlı
uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan kişidir.
[29] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[30] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[31] 18.02.2010 tarihli yazılı Esas Hakkında Mütalaa s.
47.
[32] 18.02.2010 tarihli yazılı Esas Hakkında Mütalaa s.
49.
[33] İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi
(CMK 250. Maddesi İle Görevli) Dosya No: 2009/105 Karar No: 2012/113 C.
Savcılığı Esas No: 2009/385 sayılı / 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Kararı.
Mahkeme kurulu: Başkan Nurettin Ak 24384 / Üye Osman Kaya 37339 / Üye Eşref
Aksu 39735.
[34] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 55/76-58/76. Yukarıda 13-19 dipnotlardaki
açıklamalar, Gerekçeli Karara aktarılmıştır.
[35] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[36] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[37] Diyar kod adlı sanığa çalıştığı kabul edilen Apo
kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan kişidir.
[38] Diyar kod adlı uyuşturucu satıcısı olan kişidir.
[39] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 59/76.
[40] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 60/76.
[41] “Sanıklar DENİZ SEKİ, …. ve …’un
uyuşturucu madde (kokain) ticareti yaptıkları sabit olduğundan, eylemlerine
uyan 5237 sayılı TCK nın 188/3. maddesi gereğince ve uyuşturucunun miktarı,
zarar ve tehlikenin ağırlığı dikkate alınarak takdiren sanıkların 5 SENE HAPİS
VE ŞAHSİ VE EKONOMİK DURUMLARI DİKKATE ALINARAK 40 GÜN ADLİ PARA CEZASI ile
cezalandırılmalarına, / TCK nın 188/4. maddesi gereğince cezanın takdiren ½
oranında artırılarak sanıkların ayrı ayrı 7 SENE HAPİS VE 60 GÜN ADLİ PARA
CEZASI ile cezalandırılmalarına, / Sanıklar hakkında TCK nın 188/5, 192/3.
maddelerinin uygulanmasına yer olmadığına, / Sanıkların fiilden sonraki ve
yargılama sürecindeki davranışları nedeniyle tayin olunan ceza, TCK nın 62.
maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirilerek sanıkların ayrı ayrı 6 SENE
3 AY HAPİS VE 50 GÜN ADLİ PARA CEZASI ile cezalandırılmalarına, / Sanıklara
verilen 50 gün Adli Para Cezasının TCK nın 52/2 maddesi gereğince şahsi ve
ekonomik durumlarına göre günlüğü 20 TL den hesaplanarak 1000 TL Adli Para
Cezası olarak belirlenmesine, / Sanıklar hakkında TCK nın 53/1-2-3 maddelerinin
UYGULANMASINA, / TCK nın 63. maddesi gereğince sanıklar hakkında karar
kesinleşmeden önce gerçekleşen tüm şahsi hürriyeti sınırlama sonucu doğuran
hallerin hapis cezalarından MAHSUBUNA, / Her ne kadar sanık DENİZ SEKİ hakkında
uyuşturucu madde kullanmak suçundan cezalandırılması talep edilmiş ise de;
sanığın savunması, dosya kapsamı dikkate alındığında sanık hakkında TCK 192/2.
Maddesi gereğince CEZA TERTİBİNE YER OLMADIĞINA” (22.05.2012 tarihli Gerekçeli
Karar s. 74/76-75/76).
[42] Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Mustafa Çolak imzalı 14.02.2013 tarih 10. Bölüm 2012/291396 nolu Tebliğname
ile, Deniz Seki müdafiinin temyizi ile ilgili olarak, “sanık Deniz Seki
müdafisinin, iletişimin tesbitinin ve arama kararının hukuka aykırı olduğuna,
sanığın kendisi için uyuşturucu madde temin ettiğine, aleyhte delil olmadığına,
o yer Cumhuriyet savcısının, sanık Deniz Seki lehine nedensiz, .. dair yerinde
görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükümlerin
ONANMASI” istenilmiştir (14.02.2013 tarihli Tebliğname s. 3).
[43] Y.10.CD’nin 03.06.2013 tarih 2013/3094-4985 sayılı Bozma
kararı s. ...
[44] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[45] Diyar kod adlı uyuşturucu satıcısı olan kişidir.
[46] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[47] Murat kod adlı uyuşturucu satıcısı (torbacı) olan
kişidir.
[48] Diyar kod adlı uyuşturucu satıcısı olan kişidir.
[49] Y.10.CD’nin 03.06.2013 tarih 2013/3094-4985 sayılı Bozma
kararı s. 4-5.
[50] Daire Üyeleri H. Torlak ve M.
Özkan’ın karşı oy yazılarına göre, “Mahkemece, sanık Deniz Seki’nin, kokain
maddesini başkalarına vermek, temin etmek suretiyle uyuşturucu madde ticareti
yaptığından bahisle TCK’nun 188/3-4 ve 62. maddeleri uyarınca 6 sene 3 ay hapis
cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu mahkumiyet hükmünün onanması
gerektiği görüşünde olduğumuzdan, çoğunluğun bozma kararına katılmıyoruz. Şöyle
Ki:
…. Dosyadaki veriler
karşısında, sanık Deniz ile ilgili somut olarak karşımıza çıkan olgular
şunlardır:
1-
Sanığın,
satın aldığı uyuşturucu miktarı ve alım ücreti olarak ödediği paralar dikkate
alındığında uyuşturucu miktarı bir kişinin bireysel ihtiyacının çok
üzerindedir. Satıcılarla, bazen 25.11.2008 tarihinde olduğu gibi aynı günün
değişik zaman dilimlerinde 04.48 ile 17.28 arasında 6 kez görüşme yaptığı ve
hemen hemen her gün çok sıkı bir şekilde iletişimde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca, sanık yakalandığı sırada bulunduğu yerde kokain bulaşıklı 2 adet metal
kutu, 0,32 gram esrar ve esrar bulaşıklı 3 adet kağıt parçasının ele
geçirilmesi yani uyuşturucu çeşitliliği başka kişiler için uyuşturucu madde
temin ettiğini göstermektedir ki, tapelerden de bu sonuca ulaşılmaktadır.
Sanığın, 27.01.2009 tarihinde saat 02.01’de satıcıdan sipariş ettiği uyuşturucu
geldikten sonra, saat 02.15’de … isimli kişiyi arayıp “Bekliyorum, sana bir
sürprizim var, hediye aldım” şeklindeki konuşmasından, başkası için uyuşturucu
sipariş edip getirttiği anlaşılmaktadır. Değişik tarihlerde hemen hemen her gün
süreklilik arz eden bu durum, bireysel kullanım sınırlarının ötesinde olup,
temin etme ve ticari faaliyet halini almıştır. / Teknik takip altında
bulundurulan sanık Deniz’in sık sık iletişim halinde olduğu satıcı …’ın dosya
sanıklarından sanık .. ile 25.10.2009 tarihinde yaptığı görüşme şu şekildedir;
“(…: Şu an bir tek sensin ha, …: İstanbul’da bir tek benim rakibim yok) Bu
görüşmeden, satıcı …’ın büyük çapta uyuşturucu taciri olduğu anlaşılmakta olup,
sanık Deniz’in de hukuki durumunu teyit etmektedir.
2-
İletişim
tespitinin başlangıcı 22.09.2008 ile sanığın yakalandığı 13.02.2009 tarihlerini
içeren zaman diliminde, sanık ile satıcı konumundaki kişiler arasında
gerçekleşen kokain ve para trafiği sanık üzerinden işlemektedir. Satılan kokain
bedelinin sanık dışında başka bir kişiden alınacağı veya üçüncü bir kişinin
borcu olduğuna ilişkin hiçbir yerde konuşma, görüşme ve beyan yoktur. O halde,
sanık ‘uyuşturucu maddeleri satın alan, dağıtan, parayı tahsil eden ve
satıcılara ödemeyi yapan’ konumundadır.
3-
Sanığın
şoförlüğünü yapan .., kokaini satıcı kişilerden sanık adına alıp getiren veya
satıcıların sanığın evine getirdikleri kokaini kapıda karşılayıp sanığa veren
kişidir ve bu kişi hakkında verilen mahkumiyet kararı, sayın çoğunluğun da
katılımıyla oybirliğiyle onanmıştır. Sanık Deniz hakkındaki bozma kararında
ise, satıcı kişilerden alınan maddelerin ele geçirilememesi nedeniyle
uyuşturucu madde kabul edilemeyeceği belirtilmektedir. … ‘ın sanığa verdiği
kokain ele geçirilemediği için; sanık Deniz bakımından uyuşturucu madde kabul
edilmezken, … bakımından uyuşturucu madde kabul edilmesinin bir çelişki olduğu
görüşündeyiz.
4-
Sanık
ile satıcı .. arasında geçen 08.01.2009 tarihli görüşmenin tape kaydı şu
şekildedir: ‘Deniz: .. seni arıyor yana yakıla, sonra da bana diyor ki çok
çirkin neyse, stüdyoda sana ihtiyaçları var galiba. …: Çirkin olan neydi.
Deniz: Beni düşürdüğün duruma bak, şu an kriz geçiriyorum falan tarzı, anladın
mı beni, ben alıştırdım.com, o yüzden sinirim bozuldu. Eğer müsaitsen geri ara,
istersen git ver onlara bir şey. Çünkü canımı sıktılar benim’. Bu görüşmeden,
kokain kullanma alışkanlığı olan kişinin bunu kullanmaması nedeniyle krize
girdiği ve sanık Deniz’in başkalarına uyuşturucu madde temin ettiğinden ve
alışkanlık kazandırdığından dolayı içinde bulunduğu konumdan hoşnut olmadığı
anlaşılmaktadır. Devam edegelen uyuşturucu madde trafiği sürecinde, satın
alınan kokain uyuşturucu etkisi yapmıştır ki, kokain bağımlısı kullanıcılar
memnun kaldıklarından dolayı satıcı ..’dan kokain almaya devam etmişlerdir. / Uyuşturucu
maddenin kötü olduğu yani satın alınan kokainin bozuk çıktığına dair beyan,
sadece bir defa, satıcı Diyar’dan alınan uyuşturucu ile ilgili 26.11.1998
tarihli tapede geçmektedir. Diğer bütün alışverişlerdeki kokainin bozuk
çıktığına dair bir serzenişte bulunulmamıştır. Uyuşturucu madde satan satıcılar
ile bunların taşıcılığını yapan diğer sanıklarda ele geçirilen kokainler, sanık
Deniz’in arkadaşlarının geçmişte kullandığı kokainlerin devamıdır. Dolayısıyla,
ele geçirilemeyen maddelerin de uyuşturucu veya uyarıcı madde olduğu kabul
edilmelidir.
5-
08.01.2009
tarihinde …’nin sanık Deniz’e gönderdiği mesaj. ‘Bana bir şey gönderebilirsen,
..’ı gönderecem sana. Kapana kısılmış fareyim şu an’ şeklindedir. Ayrıca, sanık
Deniz’in Murat kod adlı satıcı …’a 07.01.2009 tarihinde çektiği mesajların
içeriği Deniz’in işlevini göstermektedir; ‘Murocum, git paranı kazan, ben burda
yokum ve sıkkın canım. Beni yiyorlar, abla sen bir ara diye. Aradım işte,
açmayacağını da biliyorum. Ama git paranı kazan’ ve ‘Şu seni arayan numaraya
dönüp bi şey götürür müsün, yediler beni’. Bu mesajların içeriğinden de, sanık
Deniz’in eyleminin TCK 39. maddesinin ötesinde, sanık .. ile birlikte hareket
ettiği anlaşılmaktadır.
İzah edilen nedenlerden dolayı,
sanık Deniz’in, TCK’nun 37/1 ve 188/3-4. maddeleri kapsamında başkalarına
uyuşturucu madde temin ettiği ve ticaretini yaptığı anlaşıldığından, hakkında
uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen mahkumiyet kararının onanması
gerektiği” (Y.10.CD 03.06.2013 tarih
2013/3094-4985 sayılı Bozma kararı s. 5-6), Karar yayınlanmamıştır).
[51] Deniz Seki’nin şoförü olan
sanık.
[52] Murat ve Apo kod adlı uyuşturucu
satıcıları.
[53] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[54] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[55] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[56] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[57] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[58] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[59] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[60] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[61] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[62] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[63] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[64] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[65] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[66] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[67] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[68] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[69] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[70] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[71] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[72] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[73] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[74] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[75] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[76] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[77] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[78] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[79] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[80] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[81] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[82] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[83] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[84] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s.8.
[85] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[86] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[87] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[88] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[89] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[90] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[91] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[92] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[93] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[94] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[95] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[96] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[97] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[98] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[99] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[100] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[101] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[102] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[103] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[104] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[105] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[106] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[107] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s.8-12.
[108] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[109] Diyar kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[110] Deniz Seki’nin şoförü olan sanık.
.
[111] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[112] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[113] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s.12.
[114] Deniz Seki’nin şoförü olan sanık.
[115] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[116] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[117] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 18-19.
[118] Bu madde başlığı altında yer alan
açıklamalarımız, bir Panel’deki konuşmadaki görüşmelerimizden alınmıştır. ACAR, Bülent Hayri: Türk Hukuk
Düzeninin Anayasa, Türk Ceza Kanunu Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İle
Korunması, s. 7/28-9/28 (Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
22.05.2014 tarihinde yapılan ‘Türkiye’de Anayasa Düzeninin Korunması Sorunu’
konulu Panel’de yapılan konuşma metni, yayımlanmamıştır).
[119] “Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti
eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa
ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan
devlettir” (AYM 10.10.2013, 2013/6-111 (RG 09.05.2014 - 28995).
[120] Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına göre, hukuk
devletinin unsurları, (a) insan haklarının, temel hak ve özgürlüklerin
tanınması, korunması, yaşama geçirilmesi, (b) adil, etkili, geçerli hukuk
düzeninin kurulması ve işletilmesi, (c) çoğulcu demokrasiye bağlılık, (d) her
türlü devlet faaliyetinin hukuka ve Anayasaya bağlı olmasıdır.
AYM 27.03.2014, 2013/158-2014/68
(RG 09.04.2014 - 28967). Anayasa Mahkemesinin 30.05.1990, 1990/2-10 kararına
göre, “3- Anayasa’nın 6. Maddesi Yönünden İnceleme: Bu maddede, egemenliğin,
kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu açıklanmaktadır. / “Egemenlik”
başlıklı bu maddenin üçüncü fıkrasında, hiçbir kimsenin ya da organın kaynağını
Anayasa’dan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı öngörülmektedir.
Anayasa, kendisi düzenlemedikçe, açıkça olur vermedikçe ya da bir yasa ile düzenlenebileceğini
belirterek bu yolla kullanılacağını bildirmedikçe, bir organ ya da kişi bir
devlet yetkisini kullanamaz. Anayasa’ya
dayanmayan, Anayasa’dan kaynaklanmayan Devlete ilişkin yetki sözkonusu
olamayacağından, böyle bir yetkinin kullanılması da düşünülemez. Anayasal
dayanak, geçerlik koşuludur”. Aynı görüşte bkz. AYM 09.10.1987, 1987/23-27
(RG 14.10.1987 - 19604), AYM 11.02.1987, 1986/12-1987/4, RG 21.11.1987 -
19641). Kamusal işlemin anayasal dayanağa bağlı olması, yetkiyle ilgisi
nedeniyle, karardaki geçerliliği, işlemin varlık nedeni olarak anlamak gerekir.
Geçerlikten amaç, işlemin belli şekilde yapılması değildir.
[121] Anayasada, milletvekili yemini (AY 81) ve
Cumhurbaşkanı yemininde (AY 103), pozitif olarak hukuk üstünlüğü kavramına yer
verilmiştir. Buna karşın, hukukun üstünlüğünün açık bir tanımı yapılamamıştır.
Öğretide katıldığımız bir tanıma göre, hukukun üstünlüğü, yasama ve yürütmenin
işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması ve yargının çift dereceli
bulunmasıdır. Anılan tanım için bkz. HAFIZOĞULLARI,
Zeki: Türk Hukuk Düzeninde “Hukukun Üstünlüğü Prensibi” Sorunu, ABD Yıl 60 2002/1 s. 29-30.
[122] Bkz. AYM 11.02.1987, 1986/12-1987/4 (RG 21.11.1987
- 19641). Diğer yandan, hukuk devleti, çoğunlukçu demokrasiyle değil, çoğulcu
demokrasiyle ilgilidir. Çoğulcu demokrasiyle birlikte, demokratik hukuk
devletinden söz edilmeye başlanmıştır.
[123] AKİPEK, Ömer
İlhan: Devletler Hukuku, İkinci Kitap, Devletler Hukukunun Şahıslarından
Devlet, Üçüncü Bası, Ankara, s. 88.
[124] AKİPEK, s. 90.
[125] Bunun içindir ki, AİHM’nin Refah Partisi-Türkiye kararına göre,
Türk hukuk düzeninde egemenlik tektir, çok hukukluluk söz konusu olamaz (Refah Partisi-Türkiye Kararı, p.119, ABD Yıl 61 S. 2003/2
s. 193-194).
[126] Bu niteliğiyle egemenlik, bir anlamda kamusal
işlemde somutlaşmaktadır.
[127] Bu durumda, millet adına egemenliği kullanmaya
yetkili bir kişi, organ veya kurum söz konusu değildir.
[128] AYM 30.05.1990, 2-10 kararı (RG
09.02.1992 - 20781).
[129] 1921 ve 1924 Anayasaları, Devletin
kuruluşunu, 1961 ve 1982 Anayasaları kişiliğin devamını sağlamıştır. Son
Anayasa, 09.11.1982 tarihinden itibaren, değişikliklerle birlikte tüm
hükümleriyle yürürlüktedir.
[130] Anayasa’nın ‘Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü’
başlıklı 11/I maddesine göre, “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel
hukuk kurallarıdır”.
[131] AYM 05.06.2008, 2008/16-116, RG
22.10.2008-27032.
[132] Soruşturmanın başı olan kanunun suç saydığı fiilin,
olgunun ihbarında, soruşturmanın sonunda İddianamenin hazırlanmasına ilişkin
tam ve net bilgi ve delil söz konusu olmayabilir. Soruşturma, İddianamenin
unsurlarını oluşturan bilgi ve delillerin elde edilmesi için yapılır. Bu
nedenle, soruşturmanın başında, fail belli olabilir, fiil veya delili belli
olmayabilir; fiil, olgu belli olabilir, faili veya delili belli olmayabilir
veya her iki durum birlikte belli olabilir. Buna göre, terimin doğrusu, suçun
ihbarı değil, kanunun suç saydığı fiilin ihbarıdır. Böyle olunca, suça konu
fiilin ihbarında, fail belli olmayabilir, buna karşın, fiil gösterilmiş
olmalıdır. Suç ihbarı, somut bir fiile,
olguya dayanmalıdır. CMK 160/1’deki bir suçun işlendiği izlenimini veren bir
hal, dışa vurmuş, başkalarınca algılanabilir, nesnel bir fiilin, olgunun,
durumun varlığını gerektirir. Cumhuriyet savcısının, ihbar üzerine, CMK
160/1’e göre, “bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir öğrenmez”,
işin gerçeğini araştırmaya başlayabilmesi için, ihbarda bir fiil, olgu gösterilmesi zorunludur. Fiilsiz, olgusuz, suç
olmaz ilkesi gereğince, ihbarda bir fiilin, olgunun gösterilmemesinde, suç
işlendiği izlenimini veren halden söz edilemez. Buna göre, ihbardaki soyut,
kalıpsal sözlerin soruşturmaya esas alınıp alınmaması iyi değerlendirilmelidir.
[133] Buradaki hukuki sorun, mahkemenin, bir sanığı iddianamede yer almayan, yani dava
dışı, yargılanmayan eylem olan, ör. ‘uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama eyleminden’ dolayı yargılayabilmesi ve cezalandırma kararı verebilmesi yetkisine
sahip olup olmamasıdır? Hemen belirtelim ki, mahkeme,
CMK 225/1, 170/3 (i)’ye göre, sanığı salt iddianamede yer alan, ör. ‘Uyuşturucu
veya uyarı madde ithal etme eyleminden’ dolayı yargılama ve cezalandırma kararı
verebilme yetkisine sahiptir. Buna karşın, mahkemenin, sanığı, dava dışı, yargılanmayan eylemlerden, yani ‘uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama eyleminden’ dolayı yargılayabilmesi ve cezalandırma yetkisine sahip değildir (AY 6/III-son). Mahkemenin veya yargıcın
yargılama yetkisi, sadece iddianamede yer alan, atılı suçla ilgili olduğu iddia
edilen eylem ve olgularla sınırlı olarak vardır. Mahkeme, dava dışı,
yargılanmayan eylemleri, yargılama yetkisine sahip bulunmamaktadır. Böyle
olunca, mahkemenin, sanığı, dava dışı,
yargılanmayan eylem olan, ‘uyuşturucu
veya uyarıcı madde ticareti yapma veya sağlama eyleminden’ dolayı yargılayabilmesi ve cezalandırma kararı, yetkisizlikle (AY
6/III-son) hukuken yok hükmündedir.
[134] Mahkemenin veya yargıcın,
yargılanmayan fiile ilişkin bulguyla sorgu yapması, yetkisiz işlemdir ve sorgu
hükümsüzdür. Sorguda yetkisiz, hükümsüz her işlemin kullanılması yasaktır. Aksi
davranış, sorgunun, yetkisiz, yani usulsüz yapılmasıdır.
[135] CMK 225/1, 170/3 (i)’ye göre, “mahkemeler iddianamede gösterilen eylemle
sınırlı olarak yargılama yapmak zorundadırlar. Karar; kim hakkında ve hangi
eylemden dolayı dava açılmışsa onunla sınırlı olacaktır”. Örneğin, sanıklar
hakkında adlarına kayıtlı otobüsle Hicaza yolcu götürebilmek için noter
tasdikli trafik tescil ve araç trafik belgesindeki 1974 yazısını 1983 olarak
değiştirdikleri iddiasıyla açılan davada, sanıkların 21.06.1988 gün 14084
sayılı vekaletnamede sahtecilik yaptıkları kabul edilerek, cezalandırma kararı
verilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “İncelenen
dosyadaki iddianamede vekaletnamede sahtecilik suçundan söz edilmediğine göre
dava açılmayan bu suçtan hüküm kurulması yasaya aykırıdır” gerekçesiyle,
direnme kararının bozulmasına karar vermiştir (YCGK 10.02.1992, 6-359-22, SAVAŞ
- MOLLAMAHMUTOĞLU, s. 1338-1339).
[136] “Trabzon Cumhuriyet
Başsavcılığınca düzenlenen 10.07.2006 tarih ve 2006/1271 sayılı iddianamede suç
işlemek amacıyla örgüt kurmak ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak
suçlarına yer verilmediği gibi soruşturma evrakı kapsamına göre örgüt kurma
suçunun oluşmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle açıkça bu suçlardan dava
açılmadığının bildirildiği, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının tanzim ettiği
08.10.2007 günlü ek iddianamede ise atılan suçlardan kamu davası açılmış
olmakla birlikte sanıklar .. kapsamadığı, kamu davasının konusu ile hükmün
konusunun maddi olay bakımından aynı olması gerektiği, mahkemenin sadece ek savunma hakkı tanınmak suretiyle ya da iddianame
kapsamı dışına çıkan görevsizlik kararına dayanarak dava edilmeyen eylemler
hakkında kendiliğinden yargılama yaparak hüküm kuramayacağı nazara alınmadan ve
CMK’nun 225/1 maddesinin “Hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça
ilişkin fiil ve faili hakkında verilir” hükmüne de aykırı olarak adı geçen
sanıklar hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, suç işlemek amacıyla
kurulmuş örgüte üye olmak ve örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlemek
suçlarından usulüne uygun kamu davasının açılması sağlanmadan yargılama yapılıp
mahkumiyetlerine karar verilmesi, .. Kanuna aykırı” (Y.5.CD 22.09.2008,
2008/8361-7873, Karar yayımlanmamıştır).
[137] “CMK’nın 170/3-6 maddesi uyarınca
iddianamede “Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, mevcut
delillerle ilişkilendirilerek yüklenen suçu oluşturan olaylar” gösterilecek,
aynı yasanın 225. maddesine göre de hüküm, ancak iddianamede unsurları
gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilecektir. / Yasal
düzenlemelerde açıkça belirtildiği gibi, hükmün konusu iddianamede gösterilen
eylemdir. İddianamede açıklanan fiilin
dışına çıkılarak dava konusu yapılmayan bir eylem nedeniyle yargılama yapılması
ve açılmayan davadan hüküm kurulması yasaya aykırıdır” (Y.4.CD 11.06.2012,
2010/21275-2012/13997, YKD 2012/10 s. 2037).
[138] CMUK 150. Maddesinin Gerekçesinde,
“Bu madde, tahkikat ve hükmün, yalnız iddianamede serdedilen fiile ve zan
altına alınan şahıslara hasredeceğini tasrih etmektedir. İddianamede
zikredilmeyen fiil ve şahıslara iptidai veya nihai tahkikatın teşmil
edilebilmesi, ancak bunlar hakkında da ayrıca hukuku amme davasının ikamesine
vabestedir. .. / .. mahkemeler, yalnız kendilerine tevdi edilen fiile ve yalnız
kendilerine tevdi edilen şahsa hüküm vermekle mükelleftirler. Ne iddiada
mevzuubahis olmayan bir fiili, ne de iddianamede gösterilmeyen bir şahsı
kendiliklerinden mevzuubahis edemezler” (SAVAŞ - MOLLAMAHMUTOĞLU, s.
861-862).
[139] YCGK 28.03.1994, 4-59-82, SAVAŞ -
MOLLAMAHMUTOĞLU, s. 863.
[140] İkinci eylemin, yargılanan eylem olup olmadığını, iddianamenin zorunlu
unsurları arasında gösterilip gösterilmemesiyle anlamak mümkündür. Eğer, ikinci
eylem, ilk eylemle birlikte, iddianamenin, “Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri” (CMK 170/3-h),
“Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi” (CMK 170/3-i), “suçun
delilleri” (CMK 170/3-j) gibi, zorunlu
unsurlarında gösterilmişse, iki ayrı suça konu her iki fiil birlikte
yargılanacaktır.
Özel hukukta da
durum aynıdır. “İspat, dava konusu uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek
çekişmeli olguların varlığının veya yokluğunun, hukuka uygun olarak
belirlenmesidir. Uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli olgular,
talep sonucuna, iddia ve savunmaya konu hak veya hukuki ilişkinin unsurlarına
ilişkin asıl unsurlardır” (ACAR, Bülent Hayri: Özel Hukukta İspat Ve Delil
Bağlamında Uygulamalı Hukuk, Ankara Ocak 2014, US-A Yayıncılık, s. 35)
Eğer, ikinci
eylem, iddianamenin belirtilen zorunlu unsurlarıyla birlikte gösterilmemişse,
ikinci eylemin, olayın açıklanmasıyla ilgili olduğu, yargılama konusu olmadığı
kabul edilecektir. Örneğin, vergi inceleme raporunda farklı iki suç olan, “sahte fatura düzenlemek” ve “sahte fatura kullanmak” suçlarından, iddianameyle,
salt “sahte fatura kullanmak” suçundan dava açılmış, buna karşın, sahte fatura
düzenleme suçundan cezalandırma kararı verilmişse, ikinci eylem, dava konusu
olmadığından, cezalandırma kararı, yetkisizlik nedeniyle hukuken yok
hükmündedir.
Yargıtay 11. CD’nin
bir kararında durum açıklanmıştır. Anılan karara göre, “213 sayılı Vergi Usul
Kanunu’na aykırılıktan sanık Ü. Deniz’in, anılan Kanun’un 359/b-1, 765 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddeleri gereğince 15 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına dair, (Adana Üçüncü
Ağır Ceza Mahkemesi)’nin 22.10.2002 tarihli ve 2000/261 esas, 2002/400 sayılı
kararın sanık Ü. Deniz ile Oktay hakkında, 1998, 1999, 2000 yıllarında sahte fatura kullanmak suretiyle vergi
kaçakçılığı suçunu işlediğinden bahisle açılan kamu davasında; / Sanık Ü.
Deniz için Defterdarlık tarafından verilen mütalaada, defter ve belgeleri ibraz
etmemek ve muhteviyatı itibariyle sahte
belge düzenleme suçuna ilişkin görüşünün bulunmadığı ve bu konuda kamu davası açılmamasına rağmen, sahte
belge kullanmak suçundan Defterdarlık mütalaası verilmiş olduğu gözetilmeden, sanık Ü. Deniz’in mütalaa olmayan sahte
belge düzenlemek suçundan mahkum edilmesinde isabet görülmediğinden bahisle
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın
bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü 07.12.2007
gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.04-130-7419-2007/62890 sayılı kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C. Başsavcılığı’nın
15.01.2008 gün ve KYB.2007289761 sayılı ihbarnamesiyle Daireye ihbar ve dava
evrakı tevdii edilmekle incelenip gereği görüşüldü: / İncelenen dosya içeriğine
göre; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 367. maddesi uyarınca Adana Gelirler
Bölge Müdürlüğü 20.07.2000 tarih ve 7406 sayı ile hükümlü Ü. Deniz hakkında
1998, 1999 ve 2000 takvim yıllarında “sahte fatura düzenlemek” ve “yasal defter
ve belgeleri incelemeye ibraz etmemek” eylemlerinden dolayı vergi suçu raporuna
atıfta usulüne uygun şekilde mütalaa vermiş ise de; 4369 sayılı Kanun ile
değişik 213 sayılı Kanun’un 359/b-1 bendinde yaptırıma bağlanan “sahte fatura düzenlemek” ve “sahte fatura
kullanmak” suçlarının birbirinden ayrı ve bağımsız suçlar olduğu, 1412
sayılı CMUK’nın 257. (5271 sayılı CMK’nın 225.) maddesi uyarınca hükmün konusu, duruşmanın neticesine
göre iddianamede gösterilen fiilden
ibaret olup, kamu davasının “sahte fatura kullanmak” suçundan açıldığı
gözetilmeden, kaçakçılık suçu ile vergi inceleme raporlarına uygun, ancak dava konusu yapılmayan “sahte fatura
düzenlemek” suçundan mahkumiyetine karar verilmesi yasaya aykırı olup, kanun
yararına bozmaya atfen düzenlenen ihbarnamesindeki düşünce yerinde
görüldüğünden, Adana Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22.10.2002 gün ve 2000/261 Esas, 2002/400 sayılı kararının CMK’nın
309. Maddesi gereğince (BOZULMASINA), cezanın
çektirilmemesine, dosyanın Yargıtay C. Başsavcılığı’na İADESİNE, 29.12.2008
gününde oybirliğiyle karar verildi” (Y.11.CD 29.12.2008, 2008/458-13886 YKD
2009/5 s. 1000-1001).
[141] “Buyurgan kural HYYY 72'nin konuluş amacı da
gözönüne alınarak, nasıl ki, yargı organı (yargılık) önüne getirilmeyen bir
davaya o yargılığın bakma yetkisi yoksa, aynı ilkenin bir sonucu olarak da,
davadan elini çekmiş bir yargıcın da, dava yöntemine uygun olarak önüne
getirilmedikçe, o davaya bakma yetkisi yoktur" ACAR, Bülent: Ceyhan Asliye Hukuk Yargılığının 1975/514 E.'da Yazımlı
Kesinleşen Ölü Abdullah'ın Nüfus Kütüğü Yazımındaki "1926 Ölüm Yılı"
Yazımının Düzeltilmesi Davasına İlişkin Yargısal Kararların "Yargıcın
İstenmezliği (Reddi Hakim)" Kurumuyla Sınırlı Olarak İncelenmesi Ve
Eleştirisi, Yasa HD 8.Cilt,
1985/11, s. 1534.
[142] Örneğin, “Cumhuriyet savcısı veya
kolluğun yazılı emri ile gerçekleştirilen elkoyma
işlemi, hakim onayına sunulacağı süre zarfında ve hakimin bu konudaki karar
verme süresince hukuka uygundur. Buna karşılık, hakim onayına sunma süresi geçirildiği andan itibaren yoklukla malül
hale gelir. Aynı şekilde, onaya
sunulan elkoyma işlemi ile ilgili olarak hakim kırksekiz saat içinde bir karar
vermediği takdirde, elkoyma yok hükmündedir. Bu süre geçtikten sonra hakimin
bir karar vermiş olması, elkoyma işlemini yeniden diriltmez ve hukuka uygun bir
hale getirmez. Hakim, kırksekiz saatlik süre içinde, işlemin hukuka aykırı
olduğuna karar vermek suretiyle de elkoymayı ortadan kaldırabilir” ((ŞAHİN, Cumhur: Ceza Muhakemesi Hukuku -I-
Ankara 2007, s. 251).
[143] “Adalet Başmüfettişince Yapılan İşlemlerin Yetki Yönünden
Değerlendirilmesi / Yüce Divan yargılamasındaki olayda haklarında inceleme ve
soruşturma yapılan kişilerin hâkimler ve bunların suçlarına iştirak edenler
olmaları, inceleme ve soruşturma yapılan suçun ise görev nedeniyle işlenebilen
rüşvet suçu olması nedeniyle adalet başmüfettişinin kişi ve konu yönünden
yetkisi bulunmaktadır. Ancak 10.11.2008 gününde, rüşvet verileceği iddia edilen
kişinin sanık Hasan ERDOĞAN olduğunun anlaşılmasından sonra ise anılan sanığın
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi Başkanı sıfatını taşıması ve buna bağlı olarak özel
soruşturma usulüne tabi olduğundan, Adalet Başmüfettişinin kişi yönünden
yetkisinin bulunmadığı açıktır.
Diğer taraftan,
Adalet Başmüfettişinin iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme
tedbirleri yönünden başlangıçtan itibaren yetkisi bulunmamaktadır.
Yukarıda kronolojik
olarak belirtilen işlemlerden anlaşılacağı üzere, Adalet Başmüfettişi, Yüce
Divan yargılamasına konu olayla ilgili inceleme ve soruşturma sırasında çeşitli
mahkemelerden iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirine
ilişkin kararlar talep etmiş ve gecikmesinde sakınca bulunduğu belirtilen bazı
hâllerde ise resen bu kararları kendisi vermiştir. Oysa yukarıda da belirtildiği
üzere, Anayasa’da, 2802 sayılı Kanun’da ve diğer kanunlarda, adalet
müfettişlerine, hâkim ve savcılar ile bunların suçlarına iştirak edenlerin
işledikleri suçların soruşturulması sırasında, bu kişilerin iletişimlerinin
denetlenmesi veya teknik araçlarla izlenmesine ilişkin her hangi bir yetki
verilmemiştir. Teftiş Kurulu Yönetmeliği ile bu yetkilerin verilmesi ise
anayasal olarak mümkün değildir. Yetkisiz olarak yapılan iletişimin
denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirlerine ilişkin talepler üzerine
mahkemeden karar alınması ya da yetkisiz olarak resen verilen kararların
sonradan hâkim tarafından onaylanmış olması da bu durumu değiştirmez.
Açıklanan
nedenlerle, Yüce Divan yargılamasına konu olayda Adalet Başmüfettişi’nin
yetkisi olmadığı hâlde hukuka aykırı olarak iletişimin denetlenmesi ve teknik
araçlarla izleme tedbirlerine başvurmuş olduğu sonucuna varılmıştır” (Yüce
Divan’ın 2011/1 E. 2011/1 K. sayılı Kararı s. 156-157).
[144] Aksi davranış, kişinin yetkisiz yargılanması olur.
Yetkisiz yargılama, TCK 257/1’deki suçu oluşturur. Gerçekten, yargılanan fiil,
olgu dışındaki fiilden, olgudan yargılanma, kişinin davasız yargılanmasıdır.
Hukuk devletinde, kimse usulüne uygun soruşturma ve kamu davası olmadıkça
yargılanamaz.
[145] “Vergi müdürlüğünün ihbarı üzerine gümrük
görevlileri adli polisle birlikte 14 Ocak 1980’de başvurucunun ve eşinin
‘yurtdışındaki malvarlıklarına dair bir delil elde etmek üzere’ evlerine arama
yapmıştır. / Başvurucu yurtdışındaki bankalarla ilgili belgelerini görevlilere
ibraz etmemiş, evde yapılan ve dört buçuk saat süren aramada yabancı
bankalardan verilmiş çek defterlerine, bazı belgelere ve eşyalara el
konulmuştur. / Başvurucu hakkında mali suçlarla ilgili her hangi bir ceza
davası açılmamış, ancak başvurucunun belgeleri ibraz etmemesi nedeniyle yapılan
yargılama sonucu kendisine para cezaları verilmiştir. / Başvurucu İnsan Hakları
Avrupa Komisyonu’na başvurarak Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci ve ikinci
fıkralarıyla, 8. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun ölümü
üzerine dul eşi başvuruyu izlemiştir.
“Madde 6 (1): başvurucu gümrük görevlilerinin başvurucunun elinde
bulunduğuna inandıkları bazı belgeleri ibraz etmesini sağlamak için mahkum
edildiğinden, bu mahkumiyet başvurucuyu kendi aleyhine delil göstermeye zorlama
teşebbüsü olduğundan, Sözleşmenin 6. maddesinde “bir suç isnadı” ile karşılaşan
bir kimse susma hakkına ve mevzuatının özel nitelikleri böyle bir hakkın ihlal
edilmesini mazur göstermediğinden, kendini suçlandırmama hakkının ihlaline” (25.02.1993
Funke - Fransa kararı, (Seri A No. 256 - A; E.H.R.R. 16: 297) DOĞRU, Osman:
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlar Rehberi (1960-1994), İstanbul Barosu
Yayınları, İstanbul 1999, s. 333 k. 393).
[146] Bir eylemin, evrende gerçekleşmeyişine ve mevcut olmayışına karşın, iddia
konusu yapılmasında, “sanal eylem” söz konusudur. Sanal eylem, evrende
gerçekleşmeyen ve mevcut olmayan bir eylemin, kişinin his dünyasında veya
kişilerin ortak his dünyalarında yarattıkları ve evrende gerçekleşmiş ve
mevcutmuş gibi göstermeye kalkıştıkları eylemdir. Bkz. ACAR, Uygulamalı Hukuk,
s. 10.
[147] Hukuk devletinde, kamu gücü, ancak, hukuka uygun kullanılabilir. Hukuk
devletinde, kamu gücünün hukuka uygun kullanılması, önce işlem yapma
yetkisinin, sonra yetkinin hukuka uygun kullanılmasına bağlıdır. Hukuk
devletinde, yetki yoksa, kamu gücünün kullanılması, her zaman “fiilidir”,
hukuki değildir. Hukuk devletinde, kişinin yetkisiz, yani fiili
yargılanması söz konusu olamaz.
[148] Murat kod adlı uyuşturucu
satıcısı.
[149] Apo kod adlı uyuşturucu satıcısı.
[150] 07.04.2009 tarihli İddianame s. 56.
[151] Tapedeki konuşmalar açıktır. İkinci tapedeki görüşmede, “Murat: İyi
akşamlar abi ben Zeynepin arkadaşıyım. Belki aramıştır seni biraz önce. Diyar:
He” demekte, sonrasındaki sözlerden Zeynepin karıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Tapede “Murat: E tamam arkadaşım arayacak dedi o benim işte” denildikten sonra,
“Murat: O Şişli Migrosun ordan araya giriyorsunya” diyerek, Murat buluşma
yerini söylemektedir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, Diyar’ın kendisinin
değil, bir başkasının Murat’ın yanına geleceğini beyan etmesidir: “Murat: Ne
zaman orda olursun. Diyar: Gelir ondakkayan orda olur”.
[152] Gerekçeli Kararda, ….’nın “Diyar”
kod adlı satıcı olduğu kabul edilmiştir (s. 37/76-38/76). Bozma kararında,
Diyar kod adlı sanığın “suç örgütüne üye olma” suçunu işlediğine ilişkin
yeterli ispatın bulunmadığından, atılı suçtan verilen cezalandırma kararının
bozulmasına karar verilmiştir. Ayrıca, Diyar kod adlı, 30.11.2010 tarihli
sorgusunda, “Ben sanıkların hiçbirisini tanımıyorum. .. Birleşen dosya
1-278’deki telefon görüşmeleri ile ilgili tapeler okundu soruldu / kabul
etmiyorum, görüşmeler bana ait değildir” beyanında bulunmuştur (30.11.2010
tarihli Duruşma Tutanağı s. 2/5). Apo kod adlı sanık ise, 24.06.2010 tarihli
oturumda, “LUZUMUNA BİNAEN SANIK …. SORULDU. Sanık ….’e birleşen dosya sanığı ….
gösterilerek soruldu / benim ifadelerimde Diyar olarak söylediğim şahıs bu
şahıs değildir dedi” (24.06.2010 tarihli Duruşma Tutanağı s. 1/4). Bu nedenle,
sanık …’nın Diyar kod adlı kişi olup olmadığı konusunun ayrıca ele alınması ve
irdelenmesi gerekmektedir.
[153] Diyar’ın uyuşturucu satıcısı
olması, ilk iki tapeden hareketle, Yargıtay tarafından kabul edildiği gibi,
Murat’ın Diyar’ı uyuşturucu almak için aramış olması söz konusu edilse bile,
iki tapedeki sözlerden, uyuşturucu madde satışı eyleminin gerçekleştiği ve
evrende mevcut olduğu ileri sürülemez. İlk iki tapedeki beyanlardan hareketle,
anılan dava dışı eylemin gerçekleştiğinin kabulü için, iki tapedeki beyanlarda
uyuşturucu satışı eyleminin açık bir şekilde yer alması gerekir. Bu durumda,
iki tapedeki beyanlardan hareketle aleyhe kabulle, anılan dava dışı uyuşturucu
satışı eylemi, işlenmiş olabileceği gibi, işlenmemiş de olabilir. Görüldüğü
gibi, ilk iki tapedeki beyanlara göre, uyuşturucu madde satışı ihtimalden öte
bir anlam taşımaz. İhtimali eylem, ancak, şüpheli eylemdir. Şüpheli eylem, işlendiği kesinlik kazanmış,
ispatlanmış eylem değildir.
[154] Aksi kabulle üçüncü tapedeki
görüşmede, uyuşturucu madde satışı ve uyuşturucu maddenin verildiği eylemleri,
ancak, şüpheli eylemler olabilir. Gerçekten, her iki eylem gerçekleşmiş
olabilir veya olmayabilir. Buna göre, her iki eylemle ilgili olarak, en az iki
olasılık vardır ve bu iki olasılık mevcut delillerle teke indirilememektedir.
Bir eylemin işlenip işlenmediğinde, en az iki olasılık varsa ve bu iki olasılık
mevcut delillerle teke indirilemiyorsa, o eylemde şüphe vardır. Anayasanın
38/IV maddesindeki suçsuzluk karinesi kapsamında, şüphe sanık lehinedir ve anılan ilke gereğince her iki eylemde
gerçekleşmemiş kabul edilir ve ona göre karar verilir.
Ancak, anılan eylem, ister sanal eylem,
ister şüpheli eylem olsun, iddianamede yer almadığından, her zaman dava
dışıdır, yani yargılanmayan eylemdir.
[155] İki kişi arasındaki her uyuşturucu
madde alımı eylemi, TCK 188’deki suçun değil, TCK 191’deki suçunda konusu
olabilir.
[156] Gerekçeli kararla, Murat kod adlı
sanık hakkında, “Sanık …’ın dosya kapsamındaki deliller ve aşamalardaki
savunmaları değerlendirildiğinde; uyuşturucu maddelerden kokain ticaretiyle
uğraşan suç örgütünün ikinci adamı
olduğu, örgütün tüm faaliyetlerini .. ile birlikte organize ettiği, örgüt
tarafından alınan uyuşturucu maddelerin kalite kontrolünü yaparak örgüt lideri
…’ı bilgilendirdiği … sanık …’ın uyuşturucu maddelerden kokain maddesi ticareti
yapmak amacıyla kurulan örgüte üye olduğu, örgüt faaliyeti kapsamında
uyuşturucu madde ticareti yaptığı, uyuşturucu madde kullandığı ve gerçek resmi
evrakta tahrifat yapmak suretiyle atılı suçları işlediği kanaatine
varıldığından sanığın 5237 sayılı TCK 220/2, 188/3-4-5 maddeleri gereğince
cezalandırılmasına” karar verilmiştir (22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar s. 23/76).
[157] Gerekçeli kararla, Diyar kod adlı
sanık hakkında, “Yukarıda izah edilen deliller ve aşamalardaki sanık
savunmalarından sanık …’nın, Diyar kod ismi ile …’ın liderliğini yaptığı örgüt
içerisinde Diyarbakır ilinden kokain maddesi temin ederek, İstanbul iline gönderdiği,
burada adamı olan (Apo kod adlı sanık) aracılığıyla bu maddeleri piyasaya
sürdüğü, Diyar kod …’nın, Diyarbakır ilinde bulunduğu, kendisi ile irtibata
geçen kişilere uyuşturucu madde götürmesi için … ve başkaca açık kimliği tespit
edilemeyen torbacılarını gönderdiği, ancak aralarındaki bu görüşmeleri farklı
telefonlarla gerçekleştirdikleri için bu görüşmelerin tespit edilemediği, /
Sanık …’nın, … aracılığıyla İstanbul ilinde kokain maddesi pazarladığı,
müşterileriyle doğrudan irtibata geçtiği, zaman zaman İstanbul iline gelerek,
faaliyetleri kontrol ettiği, bu faaliyetlerinin yukarıda anlatıldığı üzere,
kayden tespit edildiği, dosyada 300 adet civarında iletişim tespit tutanağının
bulunduğu ve tamamının kokain maddesi ticaretine ait olduğu anlaşıldığından
sanığın örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapma ve örgüte
üye olma suçlarını işlediği yönünden Mahkememizde kanaati hasıl olduğundan 5237
sayılı TCK’nın 220/2, 188/3-4-5 maddeleri gereğince cezalandırılmasına” karar
verilmiştir (22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar s. 40/76).
[158] 22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 49/76.
[159] Ayrıca, aleyhe olarak, her üç tape
kaydında uyuşturucu madde satışıyla ilgili görüşmeler yapıldığının kabulü
olasılığında bile, bizzat sanık Deniz Seki ile ilgili bozma kararında
belirtildiği üzere, Diyar ile Murat arasında iddiaya konu uyuşturucu madde satışına konu uyuşturucu maddenin verilip alındığı da
belli değildir. Bu demektir ki, her
üç tapeye göre, Diyar’ın buluşma yerine gidecek kişi aracılığıyla, Murat’a
uyuşturucu madde satıp satmadığı ve uyuşturucu madde verip vermediği belirsizdir.
Diyar’ın gönderdiği kişinin buluşma yerine gidip gitmediği de belli değildir /
belirsizdir. Yukarıda belirtildiği üzere, aleyhe kabulle, sayılan tüm
eylemler, şüpheli eylemler bile olsalar, şüphe
sanık lehinedir ilkesinin zorunlu sonucu olarak, (a) Diyar’ın gönderdiği
kişinin buluşma yerine gitmediğinin, (b) Diyar’la Murat arasında uyuşturucu
madde satışının yapılmadığının, (c) Diyar’ın gönderdiği kişi aracılığıyla
Murat’a uyuşturucu madde vermediğinin kabulü gerekecektir.
Son olarak,
iddianameye göre, 13.02.2009 tarihli aramada, Murat kod adlı sanıkta net
ağırlığı 8.4 gram beyaz toz madde ve 1,5 gram ağırlığındaki toz ve topak
halindeki maddeye elkonulmuştur. 15.02.2009 tarihli Ekspertiz Raporunda, bu
maddelerin, kokain olduğu tespit edilmiştir. Yukarıdaki 10.02.2009 tarihli üç tapeye göre, Diyar’ın Murat’a uyuşturucu madde
satışı yaptığı ispat edilmediğinden, 13.02.2009 tarihinde Murat kod adlı
sanıkta ele geçirilen kokainin, bozma kararında Diyar’ın Murat’a sattığı kabul
edilen uyuşturucu madde olarak kabulü de imkansızdır.
[160] 04.04.2013 tarihli kamusal savunma
dilekçemiz, Giriş, iki Bölümden oluşan Birinci Kısım, iki Bölümden oluşan
İkinci Kısım, Sonuç ve İstem olmak üzere, 68 sayfadır.
[161] YCGK 07.04.2009, 2009/3-64-83, YKD
2010/1 s. 123.
[162] YCGK 14.06.2011, 2011/7-48-128,
YKD 2012/1 s. 135.
[163] Ayrıca, Yüksek Kurul, ceza
kararnamesiyle verilen mahkumiyetlerin hükmün açıklanmasına engel olamayacağına
ilişkin kararında, AİHM kararları ve AİHS 6/1 maddenin göz önüne alınacağını ve
sonucuna göre karar verileceğini belirtmiştir. YCGK 28.02.2012, 2011/4-2012/71,
YKD 2013/1 s. 127-136.
[164] Örneğin, Yüksek Kurul, katılan
lehine vekalet ücreti verilmesiyle ilgili itirazda, resen, TCK 53/3’ün
uygulanmamasının bozma nedeni olduğuna karar vermiş, hükmü düzelterek
onamıştır. YCGK 13.03.2012, 2011/2-395-2012/89, YKD 2012/12 s. 2477.
[165] 23.08.2013 tarihli YCGK’na verilen
ilk kamusal savunma dilekçemiz s. 3/54.
[166] 23.08.2014 tarihli kamusal
savunmada, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna, o tebliğnamenin tebliğ edilmemesi
nedeniyle, o aşamada yapılan başvurunun hukuki dayanağı açıklanmıştır. 23.08.2013 tarihli ilk kamusal savunma dilekçemiz s. 1/54-3/54.
[167] Y.10.CD 10.10.2013,
2012/28381-2013/8872, YKD 2014/4 s. 875.
[168] 17.01.2014 tarihli ikinci kamusal
savunma dilekçemiz s. 2/54-3/54.
[169] Y.10.CD 26.05.2008,
2006/10837-2008/8489, YKD 2009/10 s. 2010. Yüksek Dairenin yerleşik içtihadına
konu diğer kararları aşağıda sunulmuştur:
- “Sanığın evinde yakalanan net 203 gram esrarın ele geçiriliş
biçimi ve miktarı dikkate alındığında,
savunmasının aksine suça konu esrarı satmak amacıyla bulundurduğuna ilişkin
soyut ihbardan başka şüpheden uzak, yeterli, kesin, inandırıcı delil
bulunmadığı ve sanığın tek olan fiilinin bütünüyle kullanmak için
uyuşturucu madde bulundurmak suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde
mahkumiyet hükmü kurulması, Yasaya aykırı”dır (Y.10.CD 28.04.2009,
2008/15703-2009/7806, YKD 2010/1 s. 167).
- “Evinde ele geçen 4,92 gramdan ibaret esrarı kullanmak için
bulundurduğunu belirten sanığın savunmasının aksine, sözü edilen uyuşturucu
maddenin ticaretini yaptığına ilişkin her türlü kuşkudan uzak, kesin ve
inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, kullanmak için uyuşturucu madde
bulundurmak suçu yerine, uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan
mahkumiyetine karar verilmesi, Yasaya aykırı”dır (Y.10.CD 21.01.2010,
2009/5405-2010/710, YKD 2010/9 s. 1745).
- “Evinde yapılan arama sonucu bir poşet içinde 12,5 gramdan ibaret esrar
bulunması nedeniyle beraat kararı temyiz edilmemiş ise de; tüm aşamalarda suç konusu esrarı satmak
için değil, kullanmak için bulundurduğunu söyleyen sanığın savunmasının aksine,
nuhbirin soyut ihbarı dışında delil bulunmadığı, tek olan fiilinin bütünüyle
“kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suçun
niteliği yanlış belirlenerek yazılı şekilde hüküm kurulması, Yasaya aykırı”dır
(Y.10.CD 21.06.2011, 2010/28975-2011/5110, YKD 2011/10 s. 1902).
[170] Y.10.CD 29.04.2009,
2008/18087-2009/8013, YKD 2009/10 s. 2014.
[171] Sanık müdafii de, yargılamada,
Deniz Seki’nin uyuşturucu madde satışına aracılık ettiğine veya bu maddeyi
başkasına verdiğine ilişkin herhangi bir delil bulunmadığını, sanığın sözü
edilen madde mağduru “kullanıcı” olduğunu belirtmiştir (Sanık müdafiinin
22.06.2010 tarihli Esas Hakkında Savunma Dilekçesi s. 16 m.2). Bu bağlamda, sanık müdafii, “kullanım amaçlı başkasına verme” eylemiyle
ilgili olarak, yargısal ve bilimsel görüşe dayalı haklı ve geçerli açıklamada
bulunmuştur (Sanık müdafiinin 22.06.2010 tarihli Esas Hakkında Savunma
Dilekçesi s. 16-18).
[172] Y.10.CD 15.06.2006, 2006/222-8111,
YKD 2006/11 s. 1862-18635.
[173] Bu demektir ki, bulgulara konu maddelerin kimin olacağında,
birden fazla en az iki olasılık vardır: bulguya konu maddeler, ikisinden birine
veya ikisine birlikte ait olabilir. Bir
eylem ve olgunun varlığı veya yokluğunda, en az iki olmak üzere birden çok
olasılık mevcut ve bu olasılıklar, mevcut delillerle teke indirilemiyorsa, o
eylem ve olgunun varlığı veya yokluğunda şüphe vardır. Anayasanın 38/IV
maddesindeki suçsuzluk karinesi kapsamında, şüphe sanık lehinedir. Buna göre, bulgulara konu maddenin kime ait olduğunda şüphe vardır. Şüphe sanık
Deniz Seki’nin lehinedir. Buna karşın, mahkemenin, herhangi bir tespit
olmadan, şüpheye karşın, bulguya konu nesnelerin Deniz Seki’ye ait olduğunun
kabulü bozma nedenidir.
[174] Y.10.CD 07.05.2007,
2006/12505-5296, YKD 2007/8 s. 1608.
[175] 16.02.2009 tarihli İfade Sorgu
Zaptı s. 6/11.
[176] 01.10.2009 tarih (1) nolu Celse
Duruşma Tutanağı s. 4/18.
[177] 16.02.2009 tarihli İfade Sorgu
Zaptı s. 3/11.
[178] 01.10.2009 tarih (1) nolu Celse
Duruşma Tutanağı s. 13/18.
[179] Sanığa atılı suç tarihi açık ve
belli olacaktır. CMK 170/3 (i)’ye göre, İddianamede, “Yüklenen suçun işlendiği
yer, tarih ve zaman dilimi” gösterilecektir. CMK 174/1 (a)’ya göre, CMK 170/3
(i)’deki unsur, iddianamenin esaslı unsurlarındandır, eksikliği iddianamenin
iadesi sebebidir. Yargılanan fiil, yer, tarih ve zaman dilimiyle belli olan
fiildir. Sanık Deniz Seki’ye atılı TCK
188/3’deki suçun işlendiği iddiasında, atılı eylemlerin, nerede, hangi tarih ve
zaman diliminde (CMK 170/3-i) gerçekleştiği
belli değildir. Buna göre, atılı suça konu eylemlerin gerçekleştiği tarih
ve zaman diliminin, iddiayla birlikte gösterilmesi, açıklanması zorunludur. Çünkü, atılı eylemlerin işlendiği tarih ve
zaman diliminden önce, atılı suçun işlenmesi kesinlikle mümkün değildir.
CMK 170/3 (i) gereğince, iddiada atılı suça ve unsurlarına konu eylemlerin,
yeri, tarihi ve zaman dilimiyle açıklanması zorunludur.
Sanığın, atılı suçu işlediği
iddiasına karşı, kendisini savunabilmesi ve lehine olan delillerini
gösterebilmesi, toplanmasını isteyebilmesi için, atılı suçla ilgili iddia
konusu eylemlerin, yeri, tarihi ve zaman dilimi unsurlarını bilmesi gerekir.
CMK 160/2’ye göre, Cumhuriyet savcısının, atılı suçla ilgili şüphelinin lehine
ve aleyhine olan delilleri toplayabilmesi, atılı eylemlerin tarihi ve zaman
dilimiyle belli olmasına bağlıdır. Bir bulgunun delil niteliğini taşıyabilmesi,
atılı suça ve unsurlarına konu eylem ve olguları temsil etmesine bağlıdır.
Bunun içindir ki, şüpheliye atılı suça
ait eylemleri temsil eden delilin tespiti ve toplanması için, öncelikle, anılan
eylemlerin tarihinin belli olması ve bilinmesi gerekir. Anılan eylemlerin
tarihi belli olmadan, bu eylemleri temsil eden delilin toplanması söz konusu
olamaz.
Görüldüğü üzere, CMK 160/2, CMK
170/3 (i)’ye göre, şüpheliye, hukuken geçerli atılı bir suç isnadı, atılı suça
konu eylemin, yer, tarih ve zaman dilimi unsurlarıyla işlendiğinin gösterilerek
yapılmasına bağlıdır. Hemen belirtelim ki, şüpheliye,
atılı suçla ilgili eylemlerin, yukarıda belirtilen unsurları, somut, açık biçimde gösterilmeden, soyut,
belirsiz biçimde yapılabilmesi söz konusu değildir.
Hemen
belirtelim ki, sanığa atılı eylemin işlendiği tarihin belli olması, yasal
zorunluluktur. Yargıtay’da bu görüştedir. Örneğin, Yargıtay 3. Dairesi, 6831
sayılı Kanunun 91 maddesine aykırı ağaç kesme eyleminin tarihinin tespitiyle,
sanığın hukuki durumun değerlendirilmesi gereğine karşın, eksik soruşturmayla
karar verilmesini bozma nedeni saymıştır:
“Sanık suç tutanağı tanzimi
sırasında ağaçları kimin kestiğini bilmediğini, soruşturma aşamasında ise,
kendisinin Rusya’da işçi olarak çalıştığı sırada bir yıl önce ölen annesi
Şaziye tarafından kestirildiğini ileri sürmüş, annesi Şaziye’nin de 30.01.2006
tarihinde öldüğü dosyada mevcut nüfus kaydından anlaşılmış olmasına göre; dava
konusu ağaçların annesi tarafından kesilip kesilmediği araştırılıp, mahallinde
bilirkişi marifetiyle keşif yapılıp, kesim
tarihinin ve sanığın köye dönüş zamanının tespiti ile toplanacak delillerin
birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun tayini gerekeceği
gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı
şekilde hüküm tesisi, Bozmayı gerektirmiş” (Y.3.CD 28.10.2010, 2009/1157-2010/16214, YKD 2011/2 s. 333-334).
Belirtilen nedenlerle, Sanık Deniz
Seki ile ilgili 13.02.2009 tarihli hukuka aykırı aramada ele geçen maddelerin
kime ait olduğunun belli olmaması, aleyhe olarak Deniz Seki’ye ait olmasının
şüpheli olması, şüphenin sanık lehine bulunması nedeniyle, iddia edilen
13.02.2009 tarihli fiilin tam bir ispatı yoktur, Sanığın beraati gerekir.
[180] Emsal kararda,
sanık Ferhat, kovuşturmada, iletişim tutanağındaki 20.12.2006 ve Eylül 2006
tarihli satmak amacıyla esrar satın alma fiillerini kabul etmiştir. Sanık
Hasan, kovuşturmada, 20.12.2006 tarihli esrar satma fiilini kabul etmemiştir.
Olayda, her iki sanıkla ilgili arama kararıyla yapılan aramada, (a) Hasan’da
net 2.700 gram esrar, (b) Ferhat’ta net 18 gram esrar ele geçirilmiştir.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi, emsal kararda, aramalarda elde edilen esrarların,
anılan beyan deliline konu esrarlar olup olmadığından hareketle, “sanıklarda
ele geçirilen esrarların dışında yakalanmalarından
önce sattıkları ve satmak için satın aldıkları uyuşturucu maddeler ele
geçirilemediği gibi, ele geçirilen uyuşturucu maddelerle aynı bütünün
parçaları olup olmadığının araştırılma imkanı da bulunmadığından” gerekçesiyle, aramada elde edilen
esrarların, Hasan ve Ferhat’a atılı 20.12.2006 tarihli suça ve unsurlarına konu
esrar satma fiiline ilişkin esrar olduğu, yani aramada elde edilen delillerin
sanıklara atılı esrar alım satımı fiilini temsil ettiği sonucuna varamamıştır.
Buna göre, Yargıtay 10. Ceza Dairesi, aramada elde edilen delillerle, atılı
suça konu satmak amacıyla esrar satın alma fiillerinin ispatlanmadığını kabul
etmiştir.
Emsal kararda,
sanıklar Kadir ve Bayram’ın, yukarıda karardaki “24.12.2006 günü sanıklar Kadir
ve Bayram’ın, sanık Hasan’dan uyuşturucu madde satın almak için İstanbul’dan
gelecekleri kanısına varılarak yapılan operasyon sonucu” açıklamasından dolayı,
İstanbul’dan esrar alımı için Sungurlu’ya geldikleri, sonuçta esrar almaktan
ihtiyarı ile vazgeçtiklerini kabul etmiştir. Emsal kararda, bu sanıklarla ilgili olarak, “aleyhlerine
Sungurlu’ya gitmelerinden önceki olaylara ilişkin telefon görüşme kayıtları
dışında, mahkumiyetlerine yetecek her türlü şüpheden uzak somut ve inandırıcı
delil bulunmadığı gözetilmeden, beraatleri yerine yazılı şekilde
mahkumiyetlerine karar verilmesi” gerekçesiyle,
yukarıdaki iletişim tutanağındaki beyanın tek başına, atılı suça konu fiili
ispata yetmediği görüşü yinelenmiştir.
Emsal kararda, aynı hukuki sonuç, sanık Ferhat’ın iletişim
tutanağındaki Eylül 2006 tarihli esrar satın alma fiiline ait beyanıyla ilgili
olarak, sanık Servet’le sanık Ferhat’a atılı esrar alma satma fiilinin ispatı
ile ilgili olarak yinelenmiştir.
[181] ACAR, Özel Hukukta İspat Ve Delil Bağlamında Uygulamalı Hukuk, s. 115.
[182] Beyan deliline konu fiil ve olgunun görünüşündeki, temsilindeki birden
fazla olasılık ise, fiil ve olguda şüpheye neden olur. Anayasanın 38/IV maddesindeki
suçsuzluk karinesi kapsamında, şüphe sanık lehinedir. Bu durumda, CMK 223/2 (e)
maddesi hükmü kapsamına girmektedir.
[183] EREM, Faruk: Ceza Usulü Hukuku, Dördüncü Bası, Ankara 1973, s. 272.
[184] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 8.
[185] Y.10.CD 24.02.2014,
2011/26372-2014/1250, YKD 2014/12 s. 2721.
[186] Y.10.CD 28.02.2014,
2013/13007-2014/1359, YKD 2014/12 s. 2723.
[187] “Sanıkların 276,62 gramdan ibaret
suç konusu esrarı Sakarya’dan alıp oturmakta oldukları Bilecik ilinin Osmaneli
ilçesine aynı otomobille getirmekte iken yakalandıkları, kullanma sınırları
içindeki bu esrarı satacaklarına veya başkalarına vereceklerine ilişkin,
kuşkuyu aşan kesin delil bulunmadığı, sabit olan fiillerinin “kullanmak için
uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturduğu gözetilmeden; sanıklar Arif ve
Hayri hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan mahkumiyet, .. hükmü
kurulması, Kanuna aykırı” (Y.10.CD 03.03.2014, 2009/17857-2014/1400, YKD 2014/9
s. 2028).
[188] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 18.
[189] “Dosyadaki kanıtlara bakıldığında; 29.1.1992 günü
şikayetçi Cafer’e ait işyerinin duvarı delinerek içeriye girilip, çelik kasa
kırılmak suretiyle içinden 7.800 Mark, 1.200 Dolar ile çek ve senetleri
çalınmıştır. Şikayetçi, 30.1.1992 günü durumu öğrenir öğrenmez kolluğa
başvuruda bulunmuş, kolluk yaptığı tüm çalışmalara rağmen olayın failini
saptayamamış ve C. Savcılığına yazdığı 4.2.1992 günlü yazıda ; “tüm aramalara
rağmen suç faillerinin yakalanamadığını” bildirmiştir. Bilahare, 6.2.1992
gecesi saat 02.00 sıralarında devriye görevi yapılırken, durumlarından
kuşkulanan sanıklar Osman ve Hüseyin yakalanmışlar, üzerlerinde yapılan aramada
3.500 Mark, 420 Dolar elde edilmiş, ellerindeki poşette de makas vs. görülerek
bunlara el konulmuştur.
Olayın görgü tanığı bulunmamaktadır. Sanıklar kolluktaki ifadelerinde
suçu işlediklerini ikrar etmişler. Bilahare, sulh hakimi tarafından yapılan
sorgularında ve duruşmada suçu işlemediklerini savunarak, kolluktaki
ikrarlarının baskıya dayalı olduğunu ileri sürmüşler, üzerlerinde yakalanan
dövizin dükkan satışı nedeniyle ortağı Mustafa’dan aldığı 20.000.000 liranın
dövize çevrilmesi sonucu sağlandığını belirtmişler ve bu savunmaları tanıklar
Mustafa ile Abdullah tarafından da doğrulanmıştır.
Öte yandan, Adli Tıp Eyüp Şube Müdürlüğünün 22.5.1992 günlü
raporlarında, sanıklarda eskiye dayalı, iyileşmeye yüz tutmuş ekimoz ve ödemler
bulunduğu da açıklanmıştır.
Sanıkların üzerlerinde yakalanan dövizin, şikayetçinin dükkanından
çalındığı saptanamamış, ellerindeki poşette yakalanan aletlerin de olayda
kullanıldığı belirlenememiştir.
3842 sayılı yasayla değişik
CYUY nın 135/a maddesinde ; “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine
dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç
verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar
uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz. / Kanuna
aykırı bir menfaat vaad edilemez. / Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak
yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez”
hükmü yer almakta, 254. maddenin 2. fıkrasında ise, soruşturma ve kovuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri delilleri hükme esas
alınamaz” kuralına yer verilmektedir.
Bu düzenlemelere göre, yasak
sorgu yöntemleriyle toplanan kanıtlara dayanılarak mahkumiyet kararı
kurulamayacağı açıktır
Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun, bir kararına göre, “İnceleme konusu olayda, sanıklar, kolluktaki
ikrarlarının baskıya dayalı olduğunu ileri sürmektedirler ve bu savunmaları
Adli Tıp Eyüp Şube Müdürlüğünün raporları ile doğrulamaktadır. Kaldı ki
sanıkların suçu işlediklerine dair başkaca yan kanıt da elde edilememiştir.
Ceza yargılamasının
amacı hiçbir duraksamaya yer veremeyecek biçimde maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasıdır. Halbuki, sanıkların yüklenen suçu işlediklerine dair herhangi
bir kanıt elde edilememiştir.
Açıklanan nedenler, sanıklar müdafilerinin temyiz
itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden direnme kararının bozulmasına
karar verilmiştir” (YCGK 04.10.1993, 6/192-217, YAŞAR, s. 581-582).
[190] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 18.
[191] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 18-19.
[192] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 19.
[193] “Sanık … ‘ın liderliğini yaptığı
suç örgütüne yönelik yapılan operasyon sonucunda yakalanan uyuşturucu madde ve
türevleri ile ilgili olarak alınan 15.02.2009 tarihli ekspertiz raporunda;
sanıklardan (Apo kod adlı sanık) ..’in üst aramasında yakalanan net ağırlığı
12,2 gram gelen beyaz renkli katı madde, yine 18,9 gram gelen renkli toz madde,
yine (Murat kod adlı sanık) .. ‘de yakalanan 1i5 gram ağırlığındaki toz ve
topak halindeki madde, …’da yakalanan 1,5 gram beyaz renkli toz maddenin
uyuşturucu maddelerden uyarıcı özelliğe sahip kokain olduğu” anlaşılmıştır (22.05.2012
tarihli Gerekçeli Karar s. 18/76).
[194] YCGK 25.03.2014,
2013/10-637-2014/137 s. 12.
[195] Murat ve Apo kod adlı sanıkların
Deniz Seki’ye kokain sattıklarını kabulleri ve bu sanıklarda “kokain olduğu
tespit edilen maddelerin ele geçmesi karşısında, uyuşturucu madde ticareti
suçundan mahkum olan inceleme dışı sanıklarda ele geçen kokainlerin öncekilerin
devamı niteliğinde ve telefon görüşmelerine konu önceki maddelerin de uyarıcı
maddelerden kokain olduğunu kabulü gerekmekte olup, böylelikle görüşmelere konu
maddelerin ele geçmediğinden bahisle uyuşturucu ya da uyarıcı madde olarak
kabul edilemeyeceği ileri sürülemeyecektir” (22.05.2012 tarihli Gerekçeli Karar
s. 18/76).
[196] “Sanıklar Murat ve Burak hakkında
kurulan yakarak mala zarar vermeye azmettirme suçuna ilişkin mahkumiyet hükmüne
yönelik temyiz incelemesinde, / a) Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31.03.2009
tarih ve 2008/6-256 Esas ve 2009/79 Karar sayılı kararında da vurgulandığı
üzere, ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “şüpheden sanık
yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir
suçtan cezalandırılmasının temel koşulunun, suçun kuşkuya yer vermeyen bir
kesinlikle ispat edilmesine bağlı olduğu, gerçekleşme şeklinin kuşkulu ve tam
olarak aydınlatılmamış olan olaylar ve iddiaların, sanığın aleyhine
yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, ceza mahkumiyetinin, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir
kısmına dayanarak ve diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir
ispata dayanması gerektiği, bu ispatın, hiçbir kuşku ve başka bir türlü oluşa
olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa
dayanarak sanığı cezalandırmanın, ceza yargılamasının en önemli amacı olan
gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği dikkate
alınarak; somut olayda, sanıkların suçlamaları kabul etmemesi, katılanın soyut
iddiasından başka mahkumiyete yeter kesin ve inandırıcı delil bulunmaması,
sanıklarla katılan arasında daha önceden devam eden husumet bulunmasının, tek
başına bu suçun işlendiğini de göstermeyeceği anlaşılmakla 5271 sayılı CMK’nın
223/2-e maddesi gereğince sanıkların ayrı ayrı beraatine karar verilmesi
gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi … Bozmayı gerektirmiş” (Y.15.CD
05.11.2014, 2013/27215-2014/18132 s. 2741-2742).
[197] KUNTER, s. 464 no. 326.
[198] AİHM’nin Barbera,
Messegue ve Jabardo – İspanya Kararı, 16.12.1988, Karar sıra no 179, Parag. 67,
DOĞRU, Osman: İnsan Hakları Kararlar
Derlemesi, İstanbul 2000, İstanbul Barosu Yayınları, s. 37.
[199] Y.4.CD 27.12.2009,
2007/11957-2009/21077, YKD 2011/10 s. 1887-1891. Bkz. aynı görüşte Y.10.CD 05.05.2011,
2011/86-4387, YKD 2011/10 s. 1910.
[200] Örneğin, Yargıtay, bir kararında,
“sanığın katılan ile yaptığı konuşmanın katılan tarafından gizli olarak kasete
kaydedildiğinden hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve hükme esas
alınamayacağı şeklindeki mahkeme gerekçesi yerinde görülmekle, .. hükmün istem
gibi onanmasına” karar vermiştir (Y.8.CD 09.11.2009, 2009/9930-13934, YKD
2010/1 s. 162).
[201] Bkz. 25.02.1993 Funke - Fransa kararı (DOĞRU, s. 333 k. 393).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder