11 Ekim 2011 Salı

YARGITAY’IN BİR KARARINDA YER ALAN KESİN HÜKÜM/KESİN DELİL UYGULAMASINA ELEŞTİRİ

Av. Ender Dedeağaç

Yargıtay 19 Hukuk Dairesi’nin 13.07.2011 gün 2010/14558 E ve 2011/10013 K sayılı kararına baktığımızda, “Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı F Ltd. şti ne kiraladığı aracın arızalandığını, anılan dava dışı şirket aleyhine onarım için açılan dava sonucunda aracın kullanımından kaynaklanmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği, bu hükmün kesinleştiği, bu sefer onarım bedelinin davalı imalatçı T A.Ş. den tahsili için yapılan icra takibinin haksız itiraz nedeniyle durduğunu ileri sürerek itirazın iptaline % 40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.” Denilerek dava dosyasında yer alan iddia ve savunmayı özetlediğini görmekteyiz.
Yargıtay 19 Hukuk Dairesinin kararından ve bana gönderilen yerel mahkemenin dava dosyası örneğinden açıkça anlaşıldığı gibi, davacı, uğradığı zarardan ötürü, iki ayrı dava açmıştır. Bunlardan birincisi, F Ltd. Şti karşı açılmış olup, mülkiyeti davacıya ait olup F Ltd. Şti ne kiraya verilen araçta meydana gelen hasarın, kötü kullanımından kaynaklanan, tazminat davasıdır. Dava kötü kullanıma dayalı olarak açılmıştır, çünkü, aracın tamirinden sonra, araç T A.Ş. ye kontrol ettirilmiş ve T A.Ş. hasarın kötü kullanımdan kaynaklandığını rapor etmiştir. Bu husus yerel mahkemenin gerekçeli kararından açıkça anlaşılmaktadır.
Bu dava kiracının hor kullanımına dayalı bir davadır. Bu davanın davalısı, F Ltd. Şti dir. X plaka sayılı araçta meydana gelen hasarın hor kullanımdan kaynaklandığı iddia edilerek, hor kullanıma dayalı olarak BK..ya göre tazminat istenmektedir. Tazminatın miktarı, davacının aracın tamiri için ödemiş olduğu bedeldir.
Bu davada yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda, araçta meydana gelen hasarın, hor kullanımdan olmayıp, aracın imalatından kaynaklandığı saptanmış ve bu gerekçe ile dava reddedilmiş Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
Yargıtay ve yerel mahkeme kararında belirtilmeyen, ancak, yerel mahkemenin dava dosyasından anlaşılan bir husus ise, reddedilen bu davada, davanın imalatçı T A.Ş. ye ihbar edilmiş olmasıdır.
İlk davanın reddinden sonra, davacı bu kez ikinci davasını, imalatçı firmaya, imalat hatasından kaynaklanan zararının ödettirilmesi istemi ile açmıştır.
Yukarıda belirttiğimiz Yargıtay kararı ve kararda yer alan özet açıklama bu ikinci davaya aittir. Görüldüğü gibi, bizim özetimizle, Yargıtay’ın özeti arasında tek fark, bizim özetimizde, ikinci davanın davalısının, ilk davada ihbar edilen olarak yer almasına ilişkin açıklamaya yer verilmiş olmasıdır.
Bilindiği gibi, HMUK a göre, ihbar edilen aleyhine yada lehine hüküm kurulamaz. Çünkü, ihbar edilen ister HMUK 50. Maddede belirtilen şekilde, “ihbar eden kimsenin makamına kaim olarak” isterse HMUK 51 maddede belirtilen şekilde ihbar edenin yanında yer alsın, davada taraf olmaz. HMUK 50. Madde gereği ihbar edenin makamına kaim olarak davayı takip etmek istediğinde bile, “ihbar eden şahsı temsil eder.”. Hüküm taraf adına kurulur.
Kısaca, ikinci davanın davalısı, birinci davada taraf olmamıştır.
Yargıtay kararının, “KARAR” bölümünün üçüncü paragrafında, yerel mahkemenin gerçekleştirdiği tahkikat ve hükmü özetlenmiştir. Bu özete göre, “Mahkemece iddia ve savunma, toplanan delillere göre, davacının aynı konuda Ankara 9 Sulh Hukuk Mahkemesinin….sayılı dosyasında dava açtığı, reddedilen davanın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, kesinleşen hükme dayanak alınan rapor içeriğine göre davacının iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.”
Yargıtay kararının bu bölümünün son paragrafında ise “Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillere gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün onanmasına …” denilmektedir.
Her şeyden önce belirtmek isterim ki, bu karar, formül karar dediğimiz karardan bir farkı olmayan karardır. En az onun kadar usul hükümlerine ve Anayasamıza hatta evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır. Çünkü gerekçe içermemektedir. Aksini iddia etmek ve Yargıtay kararının son paragrafında yer alan açıklamanın gerekçe olduğunu beyan etmek ise, mümkün değildir. Özellikle HMUK 436. Maddesinin değişiklikten önceki halindeki açıklamalar karşısında bu gerekçeyi gerekçe olarak kabul etmek imkansızdır. Gerekçesiz bir karar ise, 5236 sayılı kanunun 16. Maddesi ile değişikliğe uğramış HMUK 436. Maddesine aykırıdır. Yargının yargılama ve hüküm kurma yetkisi yasalardan gelmektedir. Yargıladığı, Türk milletinin, kendisine verdiği bir görevdir. Eğer Türk milleti kendisine yargılama yetkisi vermiş ve bu yetki doğrultusunda hakkında hüküm verileceğini kabul etmiş ise ayrıca verilen hükme saygı göstermekte ise, Yargıtay’ında kendisine yargılama yetkisi veren kanunları uygulamak yükümlülüğü vardır. Aksi takdirde, sakat hatta yok hükmünde kararların doğmasına neden olur. Gerekçesiz karar yazmayı, iş yoğunluğuna dayandırmak mümkün değildir. Kanımca, yeterince incelenmiş, yasalara uygun şekilde gerekçeye dayalı olarak karara bağlanmış bir karar, yeterince incelenmiş olsa bile gerekçesiz on karardan daha makbuldür. Çünkü, kendisine yargılama yetkisi vererek, kendisinin yargılanmasına izin veren ve bu yargılama sonucunda alınan hükme saygı gösteren Türk milleti, hakkında ki kararın neden verildiğini anlayacak ve gerek yargıya gerekse yargı mensuplarına duyduğu saygı artacaktır. Her gün ağzımdan düşmeyen bu ve benzeri eleştirileri bir tarafa bırakarak konuya devam edersek;
Yukarıda yapılan özetten, özellikle Yargıtay kararının birinci paragrafında yer alan özetten, açıkça anlaşıldığı gibi, her iki davanın davalısı farklıdır.
Yargıtay kararında yer almamakla birlikte, ikinci davanın davalısının birinci davada ihbar edilen olarak yer alması, yukarıda belirttiğimiz kanun maddeleri nedeni ile bu sonucu değiştirmemektedir.
Gerekçesiz Yargıtay kararına göre, yerel mahkemenin delil saptaması ve bu delillerin takdiri doğru olup ulaşılan hüküm onanmalıdır.
Gerekçesiz Yargıtay kararından davanın neden reddedildiği ve neden onama kararı verildiği anlaşılmadığı için zorunlu olarak yerel mahkeme kararına bakmamız gerekmektedir. Yerel Mahkeme kararına baktığımızda ise, “davacı Ankara 9. Sulh Hukuk Mahkemesinin …esas sayılı dosya ile aynı konuda dava açmış dava karara bağlanmış ve Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Bu nedenle de davacının talebi aynıdır. Bu konuda alınan raporda da davacının iddiasını ispat edemediği görülmekle…” denildiği böylece, tahkikat aşamasının özetlendiği ve kararın gerekçesinin belirlendiği görülmektedir.
Yerel mahkeme kararını değerlendirdiğimde, davanın ret nedeninin, öncelikle, daha önce aynı istemle bir dava açılmış ve ret edilmiş, olması olarak anlamaktayım.
Yerel mahkemenin bu gerekçesinden ikinci davanın kesin hüküm nedenine dayandırılıp dayandırılmadığını anlamak mümkün değildir. Çünkü, yerel Mahkeme kararında böylesi bir açıklamaya yer verilmemiştir. Ayrıca kesin hükme ilişkin şartların başında davanın taraflarının aynı olması şartı gelmektedir ki, gerek yerel Mahkeme gerekse Yargıtay bu konuda davayı doğru değerlendirerek iki davanın taraflarının aynı olmadığını açıkça belirtmiştir.
Yerel Mahkeme yanlış bir değerlendirme ile iki davanın konusu aynı olarak değerlendirmiş ve red nedenlerinden biri olarak bunu göstermiştir. Bir an için iki davanın da “aynı konuda” dava olduğunu kabul etmiş olsak bile birinci dava kabul edilerek sonuçlanmadığına, davacı hakkını almadığına, davacının dava açmakta hukuki yararı devam ettiğine göre, iki davanın ayrı ayrı davalılara karşı, aynı konuda açılmış olması, bir ret nedeni oluşturamaz.
Yerel Mahkeme kararına göre ikinci red nedeni, birinci davada alınan bilirkişi raporuna göre, davacının iddiasını ispat edememiş olmasıdır. Birinci davada, davacının iddiası, kiracının kiralananı hor kullanımdan ötürü doğan zararın kiracıdan tahsilidir. Davacı bu iddiasını kanıtlamak için, zararın varlığını, aracın tamire gereksinimi olarak getirildiğine ve tamir faturasına dayandırmış, zararla davalı arasındaki illiyet bağını ise, ikinci davanın davalısının verdiği teknik rapora dayandırmıştır. Gerek ilk davanın gerekçeli kararı gerekse bu karara dayanak yapılan bilirkişi raporu, zararın varlığını ve zararın miktarını maddi vakıa olarak kabul etmiş ancak zararla zararı oluşturan olay arasında davalıyı sorumlu tutacak bir illiyet bağı olmadığına karar vermiştir. Üstelik bu davada, ihbar edilen olarak ikinci davanın davalısı da yer almış ve dava öncesi oluşturduğu, davacının davasına esas aldığı, kendi raporuna aykırı olarak hazırlanan mahkeme bilirkişisinin raporuna dayalı karar oluşmasını önleyememiştir.
Mahkeme bilirkişisinin hazırladığı rapora göre, zararı meydana getiren olay hor kullanma olmayıp, imalat hatasıdır. Bu rapora göre, zarar vardır ancak illiyet bağı nedeni ile kiracının sorumlu tutulması mümkün olmayıp, zarar ve zararı meydana getiren olay değerlendirilerek, imalat hatasından ötürü imalatçının sorumlu tutulması gerekmektedir. Bu raporun yer aldığı birinci davada ikinci davanın davalısı yer almıştır. Buna rağmen kendi raporunun aksini belirten rapora karşı bir uğraş vermemiştir. Hatta, birinci davanın davalısının da geç yağ değiştirmekten ötürü müşterek kusur olduğunu bile savunmamıştır.Bir anlamda kendi raporunun yanlışlığını mahkeme bilirkişisinin hazırladığı raporun doğruluğunu kabul etmiştir.
İşte ikinci dava bu bilirkişi raporuna dayanılarak, imalat hatasından kaynaklanan zararın imalatçıdan tahsili amacıyla açılmıştır. Söz konusu raporda davacının, zararının imalat hatasından kaynaklandığı yolundaki iddiasını kanıtlayamadığını gösterir tek satır yer almamaktadır. O halde, yerel Mahkemenin, davacı, bilirkişi raporuna göre iddiasını kanıtlayamamıştır, şeklindeki delil değerlendirmesi, hatalı bir değerlendirmedir. Bu hatalı değerlendirmeye dayanılarak kurulan hüküm de hatalıdır.
Elbette HMUK un ve evrensel hukuk kurallarının tanımladığı gerekçeye uygun olmayan hatta ortada gerekçe yoktur dememize yol açan bir şekilde oluşturulan, yerel Mahkeme kararında ki delil değerlendirilmesini doğru bulan Yargıtay kararı da hatalıdır.
Somut olayı doğru değerlendirdiğimizde, ikinci davanın davalısı olan imalatçının, ilk davanın açılmasına neden olan yanlış raporundan ötürü, davacıya, ilk dava için yapmış olduğu zararları da ödemesi gerektiğini düşünmekteyim. Kendisine danışılan kişinin yani vekilin özen borcu bunu gerektirir.
Eğer gerek yerel Mahkeme gerekse Yargıtay, yasaların kendilerine emrettiği gibi, gerekçeli karar oluşturmak yolunu seçmiş olsalardı, İstemeyerek yapmış oldukları bu hataları, gerekçe yazımında mutlaka fark edeceklerdi. Fark ettiklerinden ötürü de hatalı karar vermeyecekler ve toplumda yargıya duyulan saygının artmasına neden olacaklardı.
Ayrıca, bu hatalı karardan ötürü, gerçek hak sahibi hakkını alamamakta buna karşılık kusurlu olan taraf sebepsiz hatta haksız zenginleşmektedir.
Kötü niyete dayanmayan sadece iş yoğunluğundan kaynaklanan hatalardan ötürü hakimlerin sorumluluğuna ilişkin kuralları işletmek vicdan açısından kişiyi rahatsız ettiği gibi pratik açıdan bizi ileride yargılama yapacak hakim bulamamakla karşı karşıya getirir.
O halde zaman geçmeden iş yoğunluğunun esiri olmayı mı yoksa adil ve hukuka uygun karar vermeyi mi tercih ettiğimize hep birlikte karar vermeliyiz. Benim kararım şimdiden belli, iş yoğunluğu, hüküm kuran haklimin değil ona bu görevi veren Türk milletinin sorunudur. Bu nedenle adil ve hukuka uygun karar beklemekteyim.
Hakim, savcı ve avukat olarak çalışan tüm meslektaşlarıma daha doğrusu her önüne gelen tarafından eleştirilen yargı erkine başarı dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder