6 Ekim 2011 Perşembe

“ISLAH” “KISMİ EDA DAVASI” VE “BELİRSİZ ALACAK VE TESPİT DAVASI” NIN BİRLİKTE İNCELENMESİ

Av. Ender Dedeağaç

HMK nın yürürlüğe girmesini beklediğimiz günlerden bu güne kadar tartışılan konuların başında, “talebin ıslahla değiştirilmesi olanağı kalktı mı?”, “Islah olanağı varsa belirsiz alacak ve tespit davasına ne gerek var?”, “Kanunda yer alan tanım nedeniyle kısmi dava açmak olanağını nasıl kullanacağız?” şeklinde özetleyebileceğim konuların olduğunu gördüm.
Bende çorbada tuzum olsun düşüncesi ile, bu yazıyı sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Bilindiği gibi ıslah, HUMK’un 83. vd maddelerinde düzenlenen bir kurumdur. Bu kurum ile taraflardan her hangi birinin usule ilişkin olarak yapmış olduğu hatayı düzeltmesine olanak tanınmak istenmiştir. 2000 yılına kadar, taraflara tanınan bu hak, maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm nedeni ile, davanın talep kısmını içermeyecek şekilde uygulanmakta idi. Ancak, 21.1.2000 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından verilen 2000/1 E, 2000/2 K sayılı kararla HUMK 83/2 m iptal edilmiş ve bu tarihten sonra talebinde ıslah yolu ile düzeltilmesi olanağı getirilmiştir.
Yeni yasamızda yani HMK da ıslah düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, HUMK’un ilk halinde olduğu gibi, ıslahın, davanın talep kısmını içermeyeceğine ilişkin bir sınırlama getirilmemiştir. Bu nedenle, HMK ilk günden itibaren ıslah yolu ile davanın sonuç/talep kısmının da değiştirilebileceğini kabul etmiştir.
Üstelik HMK 109/3 maddesi, kısmi davada “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması” na ilişkin açıklama yer almasa bile, fazlaya ilişkin hakların saklı olduğunu, fazlaya ilişkin haklardan vazgeçmenin ancak açık bir irade beyanı ile yani bu konuda yapılacak bir feragatle mümkün olacağını da hükme bağlamıştır. Yani kısmi davadan sonra, alacağın geri kalan kısmı, davanın açılması, hak düşürücü süre ile engellenmemiş ise yada zamanaşımı nedeniyle zora sokulmamış ise her zaman açılabilir hale gelmiştir. Üstelik bunun birden fazla kullanılmasına da iyiniyet kuralları dışında bir başka engel de bulunmamaktadır.
Bilindiği gibi, özellikle iş mahkemelerinin görev alanına giren davalarda, davanın değeri, görevli mahkemenin değişmesine neden olmayacağından ötürü, kısmi dava uygulaması en çok iş mahkemesinde açılan davalarda gerçekleşmiştir. Elbette diğer mahkemelerin görev alanına giren davalarda da kısmi dava uygulaması yapılmıştır. Bunlar da genelde haksız fiilden kaynaklanan tazminat davaları, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak davaları gibi davalar olarak karşımıza çıkmıştır.
Kısmi davanın açılmasında, dava değerinin tamamının bilinmesi, en azından, kamu düzenine ilişkin kurallar olarak kabul ettiğimiz göreve ilişkin kurallar (HUMK 4 m.) nedeniyle, görevli mahkemenin saptanması için bir zorunluluk ise de, iş mahkemesinde görevle ilgili bir sorun yaşanmayacağından ötürü, bu uygulama bir probleme neden olmadan benimsenmiştir. Ancak, görevli mahkemenin saptanabilmesine ilişkin sakıncasına rağmen, iş mahkemesinde benimsenen uygulama kısa zamanda diğer davalarda da uygulanır hale gelmiştir. Diğer mahkemelerde ki uygulamada görev problemini çözmek için, ilk açılan dava bölümü, yani kısmi dava, asliye mahkemelerinin görev alanı içinde kalacak şekilde seçilmiştir. Dava değerinin bu şekilde seçimi yapılırken, dava değerinden ötürü kanun yoluna başvurmayı engellemeyecek bir değerin de seçilmiş olmasına özen gösterilmiştir. Zaten, mahkeme, kısmi davanın değerini asliye mahkemesinin görev alanına giren bir dava olduğunu gördükten sonra, kanun yolarına başvurulup başvurulmayacağını inceleme gereğini duymamıştır. Hatta kanun yollarına başvurma ile ilgili olan bu tutum davanın hükme bağlanmasında bile devam etmiş, hüküm fıkrasında yer alan kanun yoluna başvurma hakkının var olup olmadığına ilişkin saptama gerçekleştirilirken bile zaman zaman sadece dava dilekçesinde yer alan dava değerine itibar edilmiştir. Kısaca kısmi dava uygulamasında, en azından benim davalarımda benden kaynaklanan şekilde, yasa ile uyumdan çok oluşmuş uygulamaya itibar edilmiştir.
2000 yılından önce, uygulanan ek dava yöntemine, bu tarihte oluşan, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı ile birlikte, talebin ıslahı olanağı geldiğinde, bu kez davacı, iki olanaktan birini seçme şansını elde etmiş ve taşıdığı sakıncalara rağmen, ıslah, ek davadan çok kullanılır hale gelmiştir. Islahın en önemli sakıncası tüm dava boyunca bir defa kullanılabilecek bir olanak olmasıdır. Genelde davacılar, yani ıslahın bir başka yerde kullanılmasına gerek olabilir endişesini taşımaksızın, ıslahı ek davaya tercih etmişlerdir.
Islah yolunun uygulanmaya başlaması ile birlikte, kısmi davanın açılmış olmasının ıslah edilen kısım için de zaman aşımını yada hak düşürücü süreyi kesip kesmeyeceği tartışması yaşanmış ve kısmi davanın zamanaşımını ve hak düşürücü süreyi kesmeyeceği kabul edilmiştir.
Ek dava yöntemi tercih edildiğinde, ek davaya ilişkin dava dilekçesi davalıya tebliğ edilirken, ıslahta ıslah dilekçesi, dava aşamasında, davalı vekiline tebliğ edilerek, tebliğ işlemleri de tamamlanmıştır. Ancak, daha önce bir başka yazımda belirttiğim gibi, kısmi dava açarak, davalı vekilin ücret talebini sınırlayan davacı vekili meslektaşım, bu kez ıslah yolu ile davalı vekilinin yeni ücret istemesi olanağını da yok etmiştir. Elbette “bu gün sana yarın bana” kuralı doğrultusunda kendi olanaklarını da ortadan kaldırmıştır. Davalı vekilleri de, açılan kısmi dava da, karşı dava olarak, bakiye kısım için olumlu yada olumsuz tespit davası açarak, davayı gerçek boyutuna taşamadığından, avukatın maddi anlamda kaybına neden olacak bir uygulamaya, bizzat avukatlar neden olmuştur.
Islah uygulaması bu günde yürürlükte olduğuna göre, ıslahı tercih edip etmeyeceğimizin kararını verirken tüm bunları yada benim aklıma gelmeyen diğer hususları göz önüne almak gerekir.
Islahın detaylarına girmeden evvel, bu gün HMK da tanımlanan iki dava türü ile ıslah yolu ile talebin/sonucun değiştirilmesi yolu arasında ki farkları değerlendirmekte yarar vardır.
HMK nın 109/1 maddesine göre, kısmi dava açılabilmesi için,” talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir” olması gerekmektedir. HMK da yer alan bu kavram, daha önceki uygulamalarımıza da uygun düşmektedir. HUMK zamanında da para borcu gibi bölünebilen ve kısmi edaya konu olabilecek alacaklar yada borçlar dava konusu edilmekteydi. HUMK döneminde, EBK 68 m.de (YBK 84.m.) yer alan hükümler de dikkate alınarak, talebin tamamının bilinmesi kısmi dava açmaya engel değildi. Üstelik, talep konusunun tamamının bilinmesi, görevli mahkemenin belirlenmesi, kanun yoluna başvurmanın var olup olmadığının saptanması gibi konularda önem taşımakta idi. Halbuki HMK nın 109/2 maddesinde yer alan, “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız yada açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz” kuralı nedeniyle , uygulamada, bir tartışma başlamıştır. Bilindiği gibi, iş mahkemesinde görülmekte olan işçi alacaklarına ilişkin davaların pek çoğu, kısmi dava olarak açılmakta, bilirkişi raporunun kesinleşmesinden sonra ıslah yada ek dava yolu ile geri kalan alacak talep edilmekte idi. Bu davalar açılırken, bana göre, yanlış olan bir uygulamaya da yer verilerek eda davası açmanın mümkün olduğu hallerde tespit davası açılamaz kuralı da ihlal edilerek, işçi alacaklarına ilişkin davalar önce bir anlamda tespit davası bir anlamda eda davası gibi açılmaktaydı. Bana göre yanlış idi, çünkü, ben hiçbir işçinin maaşını bilmediği, kullandığı izinleri hatırlamadığı vb şekildeki beyanları samimi bulmamaktaydım. Kıdem hesabı gibi hesapların ise teknik nitelikte hesaplar olduğuna inanmamaktaydım. Aynı düşüncelerim bu günde geçerlidir. Bir an için bunların teknik nitelikli hesaplar olduğunu düşünsek bile, bu hesapların bir kısmı en azından kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi kısımları dava öncesi, mahkemeler tarafından delil tespiti niteliğinde yada özel danışmanlarca hesaplanabilecek şeylerdir. Hesaplanacak şeylerdir, çünkü, eğer kıdem tazminatı yada benzeri hak işveren tarafından verildiğinde, bunun hesabı işverence yada işverenin muhasebe servisi tarafından yapılmaktadır. Dava açılırken de, işçi yapılan bu hesabı beğenmediği için dava açmaktadır. Yani, bu alacakların hesaplanmasının mümkün olmadığı yolundaki savunma geçerli değildir. Aynı şeyleri haksız fiil kaynaklı vücut kaybından doğan tazminat davaları içinde söyleyebiliriz.
İşçi alacaklarının önceden tespit edilip edilemeyeceğini bir tarafa bırakarak, HMK 109/2 de ki kurala tekrar dönmekte yarar bulunmaktadır. Bu kural nedeniyle, kısmi dava uygulanamaz hale gelecektir. Çünkü, eğer, alacak miktarının bilinmesi halinde HMK 109/2 deki yasak nedeniyle, üstelik BK da yer alan kurallara rağmen, kısmi dava açılamayacaktır.
Ayrıca, uygulamada, kısmi davanın çatısını oluşturan tespit özelliği, HMK 107 maddesinde yer alan belirsiz alacak ve tespit davası içinde çözülmesi gereken bir dava olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu günkü uygulamada, kısmi dava açmanın amacı, belirsiz olan alacağı belirgin hale getirmek ve bunu takiben de davayı tam eda davası haline dönüştürmektir. İşte HMK 107 maddesinde düzenlenen, belirsiz alacak ve tespit davası bu amacı karşılayacak bir özelliğe sahiptir. Belirsiz alacak ve tespit davası açarak, davacı, alacağın tamamının değerini yargı yolu ile saptama olanağına kavuşacaktır. Dava içinde elde etmiş olduğu bu olanağa dayanarak, “asgari bir miktar yada değeri” içeren şekilde diğer bir deyimle sembolik bir değerle açmış olduğu davayı, iddianın genişletilmesi yasağı engeli ile karşılaşmadan tam eda davası haline dönüştürecektir.
Gerek maddenin yazılımından gerekse madde gerekçesinin yazılımından anlayamadığım husus, belirsiz alacak ve tespit davası açılınca, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin nasıl etkileneceği hususudur. Bana göre, yasa koyucu madde gerekçesinde, belirsiz alacak ve tespit davasının özellikle, tazminat davalarında, bir zorunluluk olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca bu maddeye ilişkin gerekçede, hak sahibi açısından, “üstün hukuki korumanın” sağlanmasının amaçlandığı da vurgulanmaktadır. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimde, belirsiz alacak ve tespit davasının açılması ile birlikte zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin kesilmesi ve alacağın belirli hale gelmesi ile birlikte bu sürelerin kesildiği yerden devam etmesi gerektiğini düşünmekteyim. Çünkü, bir zorunluluk olarak açıldığına inandığımız bu davada, alacağın belirlenmesinden sonra asgari değer üzerinden açılan davanın, tam eda davası haline dönüştürülmemesinde davacının iradesi rol oynamaktadır. O halde davacı kendi iradesi ile verdiği kararın sonuçlarına katlanmak zorundadır.
Hemen bu aşamada, Avukatlık Kanununa bir ek yapılmasının gerektiğine inandığımı da belirtmek isterim. Benim gözlemlerime göre, kısmi davalarda, özellikle işçi alacaklarına ilişkin yada sigorta şirketleri tarafından ödemenin yapılmasına ilişkin kısmi davalarda, alacağın belirlenmesini takiben davacı asıl ile davalı asıl anlaşmakta, gerek davacı gerekse davalı avukatı, sadece kısmi davada hukuki yardımda bulunmuş gibi, avukatlık ücretine hak kazanmaktadır. İşte bu çarpıklığın giderilmesi, böylece başkalarının haklarını korumak uğruna kendi haklarımızdan fedakarlık yapmamamız gerektiğine inanmaktayım.
Tartışmasız bir örnek olduğunu düşündüğüm için, Av. K 164/4 de yer alan örneğe dayalı olarak açıklamak isterim. Av. K 164/4 göre, taraflar arasında bir sözleşme imzalanmamış yada yasanın saydığı nedenlerden ötürü sözleşme yok sayılıyorsa, akdi vekalet ücreti, AAÜT yer alan değerin altında olmamak üzere, davanın kazanılan kısmının %10-%20 si olarak mahkeme tarafından belirlenir. Görüldüğü gibi, bu davanın açıldığı aşamada aynen manevi tazminat davalarında olduğu gibi dava değerini belirlemek hakimin takdirine bırakılmıştır. Yani eda davasının açılabilmesi için, mutlaka bir tespite gereksinim vardır. İşte bundan böyle, bu alacak ve benzeri alacaklar için, belirsiz alacak ve eda davası açmak mümkün olacaktır.
Ancak, bu dava görülmekte iken,”Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerini tam ve kesin olarak belirlenmesinin mümkün olduğu anda davacı talebini arttırmak isterse, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini arttırabilir. Kanun “arttırabilir” ifadesini kullandığından, bu ifade zorunluluk dışında bir istemi içerdiğinden, burada davacının kararına göre davanın kısmi eda davası yada tam eda davası olarak görülmesi gerekecektir. Zaten HMK 107/3 maddesine göre, kısmi eda davası açılması mümkün olan hallerde belirsiz alacak ve tespit davası açmak mümkündür. Kanunun deyimi ile bu tür hallerde hukuki yarar olduğu kendiliğinden kabul edilir.
Ancak, HMK 109/2 ye göre, kısmi davada, “talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız yada açıkça belli ise kısmi dava açılamaz” kuralı nedeniyle, bir dava ister belirsiz alacak ve tespit davası olarak isterse kısmi eda davası olarak açılsın, talep konusunun belirlenmesi ile birlikte, tam eda davasına dönüşmesi gerekecektir. İş mahkemelerinde görülmekte olan alacak davaları yada haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında, amaç kısmi eda davasını tam eda davası haline dönüştürmek olduğu için belki uygulamacılar açısından bu fazla bir önem taşımayacaktır. Ancak, kanunun bütünlüğü açısından daha önemlisi uygulamada hak kayıplarına neden olmamak için, bunun bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiğine inanmaktayım.
Kısacası bu üç hukuki kurum arasında ki ilişkiyi anlatırken, bunlar arasında ki çelişkiden ötürü, zorlanmaktayım. Kanımca, eğer ben ve benim gibi düşünenler bir şeyleri anlamıyor yada yanlış anlıyorsak birilerinin bize doğruyu anlatması yada zaman geçmeden burada ki çelişkinin yasa koyucu tarafından giderilmesi gerekmektedir.
Kısmi davaya değinmiş iken bir husus daha belirtmek isterim. HMK 109/3 maddesine göre, kısmi davada açıkça davanın açılmayan kısmi için feragat söz konusu değilse, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulup tutulmasına bakılmadan ek dava açılabilecektir. Ancak bu dava açılırken, kısmi dava ile ek dava arasında kesin hüküm ve derdestlik ilişkisinin olup olmadığı incelenmelidir, diye düşünmekteyim. Eğer ek dava, kesin hüküm yada derdestlik oluşturacak nitelikte ise, bu husus mutlaka değerlendirilmelidir.
Yazının konu başlığını göz önüne alarak, ıslahla ilgili açıklamalara da yer vermek gerektiğini düşünmekteyim.
HUMK 83. Maddesinin karşılığı olarak HMK 176. Maddesi hükme bağlanmıştır. İkisi arasında fark bulunmamaktadır. Söz konusu maddelere göre, ıslah, usul işlemlerinin kısmen yada tamamen değiştirilmesine olanak veren bir hukuki kurumdur. Islah taraflara tanınmış bir hak olup tüm dava boyunca ancak bir defa ve HMK 177/1 maddesi gereği tahkikatın sona ermesine kadar, kullanılabilir.
HMK 177/1 de yer alan hüküm HUMK 84/1 den farklıdır. HUMK 84/1 tahkikata tabi davalar ile tahkikata tabi olmayan davalar arasında bir ayrım yapmasına rağmen HMK bu ayrımı kaldırmış tüm davalar için ıslahın ancak tahkikatın sona ermesine kadar yapılacağını kabul etmiştir.
Islah duruşmada yada duruşma dışında yapılabileceği gibi, ıslahın sözlü yada yazılı yapılmasına bir engel yoktur. Ancak, eğer ıslah duruşmada sözlü olarak yapılıyorsa, bu husus tutanağa geçirilmelidir. Karşı taraf duruşmada hazır ise, ıslahın yapıldığını duruşmada öğrenecektir. Ancak duruşmada hazır değilse, HMK 177/2 maddesi gereği, haber vermek amacıyla, ıslah dilekçesi yada tutanak karşı tarafa tebliğ edilir. Islah karşı tarafın kabulüne bağlı bir hukuki işlem olmadığı için, bu bildirim sadece haber vermek, amacını taşımaktadır.
Elbette, ıslah ile davanın talep kısmı değiştiriliyorsa, eski uygulamalarımızda olduğu gibi, ıslahla birlikte, harç noksanının da tamamlanması gerekecektir. Islahı yapan taraf, harç tamamlamasının yanı sıra, HUMK 86.maddenin tekrarı olan HUMK 178. Madde hükmüne göre, ıslah nedeniyle ortaya çıkan yargılama giderleri ve karşı tarafın zararının ödenmesini de üstlenmektedir. Bu nedenle, ıslah yapan hakimin takdir edeceği teminatı bir hafta içinde mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Bunu yapmaz ise, ıslah yapılmamış sayılır. Burada belirtilen teminat, tahmine dayalı olarak belirlenir ve HMK 178/2 maddesi gereği, gerçek zarar ortaya çıktığında, eksik varsa tamamlattırılır fazla varsa iade edilir.
HMK 179/! Maddesi HUMK 87 maddesinde olduğu gibi, ıslahın yapıldığı andan itibaren, bütün usul işlemleri yapılmamış sayılır. Bu nedenle, HMK 180/1 maddesine göre, eğer ıslah davanın tamamen ıslahı şeklinde ise, ıslah eden taraf, ıslah talebini takip eden bir hafta içinde, yeniden dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi takdirde, ıslah yapılmamış gibi davaya devam edilir. Davanın tamamen ıslahı nedeniyle, dava dilekçesi verildiğini dikkate aldığımızda, dava dilekçesini takip eden bütün işlemlerin, örneğin taraf dilekçelerinin verilmesi gibi işlemlerin, yeniden yapılması gerekecektir.
Eğer ıslah, kısmen ıslah ise, gene ıslahı yapan taraf, HMK 181/1 maddesi gereği, bir hafta içinde, ıslah ettiği usul işlemini yapmakla yükümlüdür. Aksi davranış halinde ıslah yapılmamış sayılır.
Gerek davanın tamamının gerekse davanın bir kısmının ıslahında, taraf bir hafta içinde ıslah işlemini yapmaz ise, ıslah yapılmamış sayıldığına göre, ıslahı yapılmamış sayılan taraf, aynı nedenle yada bir başka nedenle ileriki bir tarihte yeniden ıslah yapmak isterse, bu ıslah istemi ikinci ıslah olarak değerlendirilip HMK 176/2 maddesi gereği kabul edilmeyecek midir? Yoksa daha önceki ıslah yapılamış sayıldığı için bu ilk ıslah olarak mı değerlendirilecektir?.
Islah anına kadar oluşmuş olan ikrar, dinlenen tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanaklarının geçerli olup olmadığı HMK 179/2 ve 3 maddelerinde yer alan hükme göre belirlenir. Eğer, ıslah bu işlemlerin değerlendirilmesini gereksiz kılıyorsa, bunlar değerlendirilmez. Aksi takdirde bunlar davanın ıslahtan sonraki halinde de değerlendirilir.
Olayı yemin açısından da değerlendirmekte yarar vardır. Gene aynı maddeye göre, eğer yemin ıslahtan önce yerine getirilmiş ise ve ıslahtan sonra da dava için önemini/geçerliliğini koruyorsa, yemin ıslahtan sonraki aşamada da değerlendirilir. Eğer yemin teklifi, ıslahtan önce yapılmış ve karşı tarafça kabul edilmiş olmakla birlikte yemin yerine getirilmemiş ise, ıslahtan sonra yeminin davaya olan etkisine bakılır ve yemin hala değerini koruyorsa, buna göre işleme devam edilir. Bu husus yeminin reddi ve iadesi içinde geçerlidir.
Bilindiği gibi ve yemin delilini irdeleyen yazımda da belirttiğim gibi, yemin, bir yada birden fazla maddi vakıanın kanıtlanması için yerine getirilir. Davanın kabulü yada reddi için yemin verilmez. Olsa olsa davada yer alması gereken tüm olayları kapsayacak şekilde yemin verilir yada red ve iade edilir.
Yasa koyucu, ıslahın taraf iradesine bağlı olmaksızın davanın başından başlamak üzere, davayı değiştirmek özelliğine sahip olmasını dikkate alarak bunun kötü niyetle de kullanılabileceğini varsayarak bu konuda da karşı tarafı koruyucu hükümleri HMK 182/1 de düzenlemiştir. Söz konusu maddeye göre, eğer hakim, ıslahın amacının davayı uzatmak yada karşı tarafı rahatsız etmek olduğu konusunda belirtilerin varlığına kani olursa, ıslah yapanın kötü niyetinin varlığının kanıtlanmasına gerek olmaksızın bu belirtilere dayanarak, mahkeme ıslahı dikkate almadan karar verir. Yani, karşı tarafın iradesine bağlı olmaksızın uygulama hakkına sahip olduğumuz ıslah kurumunu kötü niyetle kullanmaya kalkarsak bu hakkımız hakim tarafından kullanılmaz hale getirilir.
Kötü niyetle ıslaha başvuran tarafın ıslah talebi hakim tarafından dikkate alınmayacağı, yani red edileceği gibi aynı zamanda kötü niyetli kişiye, karşı tarafın bu yüzden uğradığı tüm zararları ödemeye mahkum etmekle birlikte disiplin para cezası da verir. Gerek tazminata gerekse disiplin para cezasının uygulanması hakimin takdirine tabi olmayıp uygulanması zorunludur.
Yasa koyucu ıslahı düzenlediği, ikinci kısmın beşinci bölümünün altıncı ayrımı içinde 183/1 maddesi ile maddi hataların düzeltilmesini hükme bağlamıştır. Burada söz konusu maddi hatalar, hükümden sonra yapılan hükmün tashihi olarak tanımladığımız maddi hataların düzeltilmesinden farklıdır. Burada ki maddi hatalar, “tarafların veya mahkemenin dava dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap hataları”dır. Mahkeme bunların düzeltilmesini, karar verinceye kadar gerçekleştirebilir. Ancak bundan ötürü yargılama uzamışsa hükümde bu dikkate alınarak yargılama giderlerine ilişkin kararda belirtilir.

Ek: Belirsiz Alacak ve Tespit Davası ile Kısmi Davaya ilişkin 2. bir yazı ekim ayında bloga konulmuştur, bilgilerinize sunulur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder