20 Temmuz 2011 Çarşamba

YARGITAY VE YARGITAY KANUNU

Av. Ender DEDEAĞAÇ

Tüm toplumsal kurallar gibi hukuk kuralları da toplumun gereksinimlerinden doğan ve toplumda kaosu önlemeyi amaçlamış kurallardır. Üstelik bu kuralların oluşumunda toplumda bulunan değişik menfaat gruplarının menfaatleri arasındaki denge de dikkate alınmıştır. Ayrıca hukuk kuralları uyulması zorunlu yaptırımlar da getirmektedir. Bu yaptırımlardan biri iptal edilebilirlik bir diğeri ise yokluktur.
Tüm hukukçuların bildiği, hukuka giriş derslerinde anlatılan bu konuları tekrar etmek istemiyorum.
Ancak, bir menfaat grubunun kendi bindiği dalı kesmesini ve aynı zamanda kendisine yakın bir menfaat grubunun yararlarını hiçe saymasını anlamam mümkün değil. Hukuk kurallarının oluşumu açısından, bana göre, yargı mensupları olarak avukat-hâkim-savcı aynı menfaat grubunun içinde olmalıdır. Bunlar arasındaki ayrım ise alt gruplaşmadır. Bu açıklamamdan ötürü kimse rahatsız olmasın, grubumuz üyelerinden hâkim ve savcı meslektaşlarımızın menfaatlerine aykırı bir olay doğduğunda haklı olarak bizlerden yani avukatlardan yardım beklemektedirler ya da en azından birlikte olmayı istemektedirler. Bu davranış yaşamın doğası gereğidir. Bunun karşılığında bizlerin yani avukatların da hâkim ve savcı meslektaşlarımızdan hukuk kurallarını uygularken kurallara bağlı olmalarını hele hele mesleki menfaatlerimizle ilgili olanlarda daha hassas davranmalarını beklemek kanımca hem hukuka uygunluğun denetimi açısından hem de grubumuzun menfaatlerinin hiçe sayılmasını önlemek açısından hakkımızdır.
Bilindiği gibi hukuka uygunluğu denetlemek barolara ve dolayısıyla avukatlara yargı kararları ile tanınan bir haktır. Ayrıca sosyal bilimlerin kullandığı menfaat grubu kavramının kullanılmış olması kimseyi rahatsız etmemelidir. Yıllardır, şövalye duygularla hareket etmek, toplum yararına olduğunu söyleyerek diğer meslek gruplarının yararına hareket etmek, ne hâkim ve savcı meslektaşlarımıza nede avukat meslektaşlarımıza bir yarar sağladı. Kanımca artık toplumsal yararın menfaat grupları Arasındaki menfaat dengesinden geçtiğinin bilincine varmanın ve kendi grubumuza ilişkin haklarımızı savunurken utanmamız gerektiğine inanıyorum.
Bu girişten sonra, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 12.12.1986 gün ve 1986/1, 1986/3 K sayılı kararını dikkatlerinize sunmak isterim. Söz konusu karar Kazancı İçtihat Bilgi Bankasında bulunmamaktadır.
Bu karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ile Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin içtihatları arasındaki çelişki nedeni ile oluşturulmuş bir karardır. Raportör üyenin açıklamasına baktığımızda çelişkinin: “Aralarında ayrılık bulunduğu ileri sürülen Üçüncü Hukuk Dairesi`nin 14.1.1985 gün ve 6375/66 sayılı kararında; maddi olayın özelliklerine değinildikten sonra, peşin ödemeyi öngören ücret sözleşmesindeki koşul yerine getirilmediğinden, vekâletname verilmeyen avukatın herhangi bir hizmeti sevk etmemekle, ücret sözleşmesinin geçerlilik kazanmadığı gerekçesiyle avukatın ücrete hak kazanmadığı görüşü benimsenmiştir. Dördüncü Hukuk Dairesi`nin 3.3.1972 gün, 11894/1780 sayılı kararında, vekâlet ilişkisinin gerçekleşmesine ilişkin kurallar değerlendirilerek, taraflar arasında bu ilişkinin gerçekleştiği benimsenmiş, gereksiz azil karşısında avukatın ücrete müstahak alacağı sonucuna varılmıştır.” ifadesi ile açıklandığını görmekteyiz.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunda gerçekleşen görüşmeler ise sonuç bölümünde 4 madde halinde dile getirilmiş olup aynen aşağıya alınmıştır:
a) Dördüncü Hukuk Dairesi, ücret sözleşmesini vekâlet akdi niteliğinde görmektedir. Üçüncü Hukuk Dairesi, bu hukuki teşhisi kabul etmemektedir.
b) Dördüncü Hukuk Dairesi, vekâlet sözleşmesi geçerlik şartına bağlı değil, vekâlet belgesi ispat biçimi ve mesleki disiplin kuralıdır, diyor. Üçüncü Hukuk Dairesi, vekâlet belgesi geçerlik şartıdır. Vekâletname olmadıkça, avukatlık parası peşin ödenmedikçe sözleşme geçerlik kazanmaz sonucuna varıyor.
c) Dördüncü Hukuk Dairesi, vekâletname vermeyerek işin takibini engellemek gereksiz azildir, diyor. Üçüncü Hukuk Dairesi, bu görüşe yer vermiyor.
d) Dördüncü Hukuk Dairesi, gereksiz azledilen vekil hiç bir iş yapmasa da ücrete hak kazanır, diyor. Üçüncü Hukuk Dairesi ise, yaptığı bir vekâlet hizmeti yoktur. Ücreti de peşin ödenmediğine göre, vekâlet hizmeti yapmak zorunda da değildir. Ücrete hak kazanmaz, sonucuna varıyor.
Demek ki, bu kararlar arasında maddi olaya uygulanacak hukuk kurallarının teşhisi, tavsifi, yorumu ve varılan sonuç itibariyle açık bir çelişki mevcuttur.
Bu durum karşısında, maddi olaylar benzer nitelikte olduğu ve Üçüncü ve Dördüncü Hukuk Dairesi kararlarının biri birine uymadığı, içtihat uyuşmazlığının ortaya çıktığı sayın Çoğunluk tarafından kabul edilerek içtihadın Dördüncü Hukuk Dairesi kararı paralelinde birleştirilmesine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle, "içtihat aykırılığından söz edilemeyeceğine" karar verilmiş bulunmasına karşıyız.
Görüldüğü gibi tüm tartışmaların sonunda 4. HD kararı kabul görmüş ve çelişkinin bu yolda giderilmesine karar verilmiştir.
Ancak, gene aynı kaynaktan aldığımız 3. HD’nin bir başka kararında ise, hem de 27.08.2008 tarihli bir kararında, yani 12 yıl sonra oluşan bir kararında, 3. HD eski görüşlerini aynen tekrarlamış ve “Avukatın davayı takip etmesi kararlaştırılmış ise de vekâletname verilerek davayı takip talimatı verilmediğinden avukatlık ücreti verilmeyeceğine” karar vermiştir.
Bilindiği gibi, Yargıtay Kanununun 45. maddesinin 5 fıkrası “İçtihadı Birleştirme kararlar benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar” hükmünü içermekte olup bu kurala öğretide, içtihadı birleştirme kurul kararlarının bağlayıcılığı denilmektedir.
Yargıtay Dairelerine karar verme hakkı veren ve verdiği kararlara adliye mahkemelerinin uyma yükümlülüğünü düzenleyen yani Yargıtay daire kararlarının meşruluğunu dile getiren Yargıtay Kanununun bir başka maddesine uymayan Yargıtay 3. HD bana göre, bu konudaki kararının meşruluğunun yitirilmesine neden olmuştur. Aynı zamanda bana göre ortada fiilen var olan ancak hukuken yok hükmünde bir kararın doğmasına da neden olmuştur. Eğer böylesi bir karar örneğin yargılama giderleri açısından bana karşı icraya konmuş olsa idi ben bu kararın hukuken yok hükmünde bir karar olduğunu yargısal zeminde de iddia eder ve sonucu merakla beklerdim. Böyle bir olanağım olmadığı için şimdi siz meslektaşlarımın görüşlerine sunmakta ve eleştiri ya da katkılarınızı beklemekteyim.
Eğer Yargıtay 3. HD kendisini haklı buluyorsa, bu haklılığını ancak Yargıtay Kanunun 45. maddesi çerçevesinde dile getirebilir ve içtihat değişikliğine gidilmesine neden olurdu. Böylesi bir yola gitmeden ben yaptım oldu demek bence hukukla bağdaşır bir tutum değildir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurul kararında 3. Hukuk Dairesine karşı yöneltilmiş olan “Bir defa, HUMK. m. 388/3 uyarınca, kararın gerekçesi hükümde yazılı olmalıdır ve madde 428 ve 439 uyarınca Yargıtay Özel Dairesinin kararında da bozma gerekçesi açıkça yazılmalı ve gösterilmelidir. Bozma ilamında yazılı olmayan bir bozma gerekçesi, Dairesinin tevhidi içtihat müzakerelerindeki sözlü açıklamalarına dayanılarak varit ve kabule şayan sayılamaz. Diğer bir ifadeyle, iki Yargıtay Özel Dairesi kararları arasında Yargıtay Kanunu`nun 15/2-b maddesi çevresinde, "...biri birine uymazlık..." bulunup bulunmadığı, "...biri birine uymayan kararlar verilmiş olup olmadığı..." Yargıtay ilamlarında yazılı gerekçelere göre değerlendirilir. İlamlarda yazılı olmayan, sözlü açıklamada ifade edilen sebeplere dayanılamaz. Zira böyle bir davranış, HUMK madde 388/3, 428, 439`a açıkça aykırıdır. Bir Yargıtay Özel Dairesi, incelediği dosya içeriğine göre var olan bozma sebeplerini, bozma ilamına eksiksiz, gerekçeleriyle birlikte geçirmelidir. Bozma kararında yer vermediği bir gerekçeye, içtihadı birleştirme müzakerelerinde dayanamaz. İçtihadı Birleştirme Kararlarında, böylesine sözlü açıklamalara değer verilmemesi gerekirdi.” cümlesini daha doğrusu eleştirisini de ayrıca dikkatlerinize sunmak isterim.
Başta da söylediğim gibi 3. HD, Yargıtay Kanununa aykırı davranarak, kendi bindiği dalı kesmiş aynı zamanda aynı menfaat grubunda olduğundan benim hiç şüphem olmayan avukatın yasa ile tanınan ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurul kararı ile pekiştirilen bir hakkını yok saymıştır.


Bu yazı 16 Mayıs Ulusal Hukuk Ve Tavır Dergisi'nin Mayıs-Haziran 2011 sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder