25 Nisan 2011 Pazartesi

6100 Sayılı Yasada Yer Alan Taraf Dilekçeleri

Av. Ender Dedeağaç
Stj. Av. Can Sanal

Not: Bu yazı HMK tasarısı döneminde yazılmış dilekçelere ilişkin metnin yasaya göre güncellenmiş halidir.

Bilindiği gibi 1086 sayılı HUMK’un 72. maddesine göre bir uyuşmazlığa ilişkin yargılamanın başlayabilmesi için, yargıya yapılmış bir talep gerekmektedir. Bu husus HMK tasarısı hazırlanırken de dikkate alınmış ve tasarının 30/1 maddesinde hükme bağlanmıştır. 6100 sayılı HMK ya baktığımızda tasarruf ilkesi başlığıyla kanunun 24/1 maddesinde aynı ilkenin hükme bağlandığını görmekteyiz. Madde metni aynen aşağıya alınmış olup bilginize sunulmuştur.

MADDE 24- (1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.

Görüldüğü gibi 6100 sayılı HMK’nın 24. maddesi bir bütün halinde değerlendirildiğinde, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda, tarafa kimsenin baskı yapmaya hakkı olmadığı gibi hiçbir yargı merciinin yasanın belirttiği istisnalar dışında tarafın kendi serbest iradesiyle başvurusu olmaksızın herhangi bir uyuşmazlığı çözemeyeceği de hüküm altına alınmıştır.

6100 sayılı HMK’nın 24. maddesini incelediğimizde, bu maddenin yasanın 2. bölümünü oluşturan Yargılamaya Hakim Olan İlkeler bölümünde 10 ilkeyle birlikte yer aldığını görmekteyiz. Her ne kadar ilkeler, yabancımız değil ise de, 1086 sayılı HUMK’da bunları bir arada düzenlenmiş olarak görme olanağına sahip değildik. Bu ilkelerin şu anda detaylarına girmemekle birlikte tek tek başlıklarını saymakta yarar görmekteyiz. Söz konusu ilkeler;
— Tasarruf ilkesi
— Taraflarca Getirilme İlkesi
— Taleple Bağlılık İlkesi
— Hukuki Dinlenilme Hakkı
— Aleniyet İlkesi
— Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
— Usul Ekonomisi İlkesi
— Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi
— Yargılamanın Sevk ve İdaresi
— Hukukun Uygulanması

olarak sayılmaktadır.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, yargılama 6100 sayılı HMK’nın 24/1 doğrultusunda, mahkemeye başvuruyla başlayacaktır. Davanın özelliğine göre zaman zaman bu başvuru C. Savcılığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı gibi yasayla görevlendirilmiş makamlar ya da kurumlarca yapılmaktadır. Ancak her halükarda, başvuru koşulu yerine getirilmektedir.

Başvuruyu yaptığımız belgeye dava dilekçesi adı verilir. 1086 sayılı HUMK un 178. vd maddeleri, tasarının 123. vd. maddeleri bu konuyu düzenlediği gibi 6100 sayılı HMK’nın 118. vd. maddelerinde de dava dilekçesi hüküm altına alınmıştır. 1086 sayılı HUMK’un 178. maddesine baktığımızda davanın açılmış olabilmesi için dava dilekçesinin mahkeme kalemine kaydının şart olduğunun hüküm altına alındığını görmekteyiz. Bu dönemde yani HUMK’un uygulandığı dönemde özellikle harca tabi olmayan davaların hangi tarihte açılmış sayılacağı, harç yatırıldıktan sonra dava dilekçesinin kaleme teslim edilmemiş olması halinde nasıl bir uygulama yapılacağı gibi konularda uyuşmazlıklar çıkmıştır. Bu uyuşmazlıkların çeşitli yargı kararlarıyla çözümlendiği hatta bir kısım uyuşmazlıklar için herkesi bağlayıcı nitelikte olan YİBKK bile alındığı hepimizce bilinen bir gerçektir. Gerek tasarı, gerekse 6100 sayılı HMK bu konuların çözümünü yönetmeliğe bırakmıştır. Tasarının gerekçesine baktığımızda, bu hususun yönetmeliğe bırakılmasını bilişim alanındaki gelişmelerin yargıya yansıması nedeniyle süratle çözüm üretmenin amaçlandığının belirtildiği görülmektedir.

Ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 118. maddesini incelediğimizde, mahkemeye sunulan dava dilekçesinin davalı sayısı kadar örneğinin eklenmesini hükme bağlamıştır. Bu husus da zaten uygulamanın ve 1086 sayılı HUMK un 180. maddesinin emri olup yeni bir düzenleme getirmemektedir.

1086 sayılı HUMK’nın 179. maddesi ve tasarının 124. maddesinde olduğu gibi 6100 sayılı HMK’nın 119. maddesi de bir dava dilekçesinde bulunması gerekli hususları hüküm altın almıştır. Maddenin birinci fıkrasını aynen aşağıya aldığımızda;

Dava dilekçesinin içeriği
MADDE 119- (1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.

bir dava dilekçesinde yer alan unsurların bu şekilde belirtildiğini görmekteyiz.

6100 sayılı HMK’nın 119/1 maddesi tasarının tekrarıdır. Bu nedenle öncelikle, daha önce sizlere sunduğum HUMK ve Tasarıya Göre Davada Yer Alan Dilekçeler adlı açıklamaları hatırlatmak isterim. Söz konusu yazıda da belirtildiği gibi, dava dilekçesinde yer alması gerekli unsurlar 1086 sayılı HUMK a göre sayıca arttırılmış gibi gözüküyorsa da, aslında uygulamada da davacının T.C. numarası, davanın değeri zaten belirtilen unsurlardır. Elbette mahkemenin adı her dava dilekçesinin başlığı olmaktadır. Aynı zamanda davanın talebi de taleple bağlılık ilkesi nedeniyle dava dilekçesinde kendiliğinden yer alması gereken bir unsurdur. Bu nedenle dava dilekçesinde bulunması gerekli unsurlara ilave gibi gösterilen bu unsurlar, özünde ilave olmayıp uygulamanın kanuna yansımış halidir.

1086 sayılı HUMK 179/6 da yer alan cevap süresinin yazılmasını şart koşan unsur, aynı zamanda yasada 1086 sayılı HUMK un 195. maddesinde 10 gün olarak belirtildiği için uygulamada kullanılmaz hale gelmiş bir hükümdür. Bu nedenle, 6100 sayılı HMK bunu 119. maddenin içeriğinde saymamış, buna karşılık 127/1 maddesi içinde yani cevap dilekçesine ilişkin hükümler bünyesinde hükme bağlamıştır.

Tasarının 124. maddesinin gerekçesine baktığımızda, tasarıyı hazırlayan komisyon tarafından 124. maddenin en önemli özelliklerinin 124/1.e ve 124/1.f ye eklenen unsurlar olduğunun belirtildiğini görmekteyiz. 6100 sayılı HMK’nın 119. maddesi tasarıyla aynı hükümleri içerdiği için, tasarıyı hazırlayan komisyona göre 6100 sayılı yasanın 119. maddesinin 119/1.e ve 119/1.f hükümleri en önemli değişikliktir. Bu konu tarafımdan daha önceki yazıda cevaplandırıldığı için o cevabı aynen alarak bu yazıya eklemeyi tercih ettim. Bu eklenti aşağıda bilgilerinize sunulmuştur:

“Tasarıyı hazırlayanlara göre HMUK 179 ve HMKT 124 arasında fark oluşturan unsurlardan bir tanesinin HMKT 124/f. de yer alan “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” unsuru olduğu beyan edilmektedir. Üstelik HMKT md.198 gerekçesinde “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi ilkesi” ile ilgili açıklama yapılırken “...uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek...” amacı ile bu hükmün tasarıda yer aldığı belirtilmektedir.

HMUK 179/3 maddesine baktığımızda,”davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri ve delillerinin nelerden ibaret olduğu” hükmünün yer aldığını görmekteyiz. Bu cümle ile HMKT 124/e de yer alan “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri” ve HMKT 124/f de yer alan “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği” cümlelerini karşılaştırdığımda ben kendi adıma her hangi bir farklılık görmemekteyim. Gerek yasada gerekse taslakta yer alan bu hükümler özünde,

- Davacı iddiasını ispatla yükümlüdür.

- Davacı somutlaştırma yükü ile yükümlüdür.

- Davacı ıslah hariç iddiasını değiştiremez, ilkelerini sağlamaya yönelik hükümlerdir.

Yukarıda da belirttiğim gibi ben bir fark bulamadım. Ancak, HMKT 198 maddenin gerekçesinde yer alan eleştiriden utanç duydum. Çünkü yasa taslağını hazırlayan görevliler, bu açıklamaları ile bir mesleğin tamamını özensizlikle itham etmektedirler. Bu da kabul edilebilir bir eleştiri değildir.

Davada hukuki yorumun hâkime ait olması kuralını da dikkate aldığımızda, dava hazırlığında davacı olarak bizi ilgilendiren en önemli konunun olaylar ve kanıtları bölümü olduğunu belirtmekte yarar bulunmaktadır. Çünkü hukuki yorumda bir hata, yorumun hâkimin görevine girmesi ve iddianın genişletilmesi yasağı ile ilgisi bulunmaması nedeni ile giderilmesi mümkün hatadır.”

6100 sayılı HMK’nın 119/2 maddesine baktığımızda 119/1.a,d,e,f,g dışında kalan hususların eksik olması halinde yani; 1.b de belirtilen davacıyla davalının adı soyadı ve adresleri, 1.c de belirtilen davacının T.C. kimlik numarası, 1.ç de belirtilen tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı soyadı ver adresleri, 1.ğ de belirtilen dayanılan hukuki sebepler, 1.h de belirtilen davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası unsurlarında bir noksanlık varsa bunların tamamlanması için hakim davacıya bir haftalık kesin süre verecektir. Eğer bu bir haftalık kesin süre içinde söz konusu eksiklikler giderilmezse, dava açılmamış sayılacaktır. Bu husus tasarıda da aynen bu şekilde düzenlenmişti. Ancak 1086 sayılı HUMK un 187/7 maddesi ve “dava arzuhalinin veya davetiye varakasının veya cevap layihasının tanziminde kanuni noksanlar bulunduğu veya tebliğin usulüne muvafık olmadığı iddiası” varsa ve bu kanıtlanırsa mahkeme aynı yasanın 193. maddesi doğrultusunda dilekçenin iptaline karar verilerek davacıya yeni bir dilekçe vermesini emreder. Sn. Baki Kuru’nun Hukuk Muhakemeleri Usulü adlı yapıtının 6. bası 4257. sayfasında yer alan 4. HD. nin 11.12.1970 10300/9138 sayılı kararında da, aynı hususun yani davanın reddedilmeyeceğinin, sadece dilekçenin iptal edileceğinin hükme bağlandığını görmekteyiz. 1086 sayılı HUMK un 193/4. maddesine baktığımızda ise, iptal edilen dilekçe yerine yeni dilekçe vermesi emredilen davacı eğer bu yükümlülüğü yerine getirmezse davanın açılmamış sayılmasına karar verileceğinin hükme bağlandığını görmekteyiz. 6100 sayılı HMK madde 119/2 ile 1086 sayılı HUMK madde 187/7, 193/1 ve 193/4 ü bir arada değerlendirdiğimizde; 1086 sayılı HUMK da bütün unsurların noksanlığı halinde eksikliklerin giderilebileceği hüküm altına alınmıştır. Buna karşılık 6100 sayılı HMK da sınırlı unsurlar için eksikliğin giderilmesi şartı getirilmiştir. 1086 sayılı HUMK da eksikliğin giderilmesi için verilecek süre 193/4’te 10 gün olarak belirtilmiştir. 6100 sayılı HMK da ise bu süre bir hafta olarak ve kesin süre olarak belirlenmiştir. Her ikisinde de süre sonunda, eksiklik giderilemezse dava açılmamış sayılır. (HMK 119/2 HUMK 193/4)

HUMK 179. vd. maddelere baktığımızda dilekçede kanuni noksanlığın bulunmasının ilk itirazlardan olduğu görülmektedir. Bu nedenle de davalı yan, dava dilekçesindeki kanuni unsurların noksanlığını HUMK 189. doğrultusunda cevap süresi içinde itiraz konusu etmemişse, bir daha bunu dile getirmesi mümkün değildir. Ancak hakimin resen dikkate alması gereken bir husus varsa, bu husus yargılamanın her aşamasında hakim tarafından incelenebilir ve hakim tarafından karara bağlanabilir. 6100 sayılı yasanın 119. maddesine baktığımızda ise, madde içeriğinden noksan beyanının ilk itiraz olarak değerlendirilmediğini görüyoruz. Bu yüzden de dava dilekçesindeki eksikliklerin 119/2’nin anlamı doğrultusunda, resen dikkate alınacak konulardan olduğunu düşünmekteyiz. Kanımızca bu ayrım iki yasa arasındaki önemli farklardandır.

6100 sayılı HMK 1086 sayılı HUMK da yer almayan yeni bir uygulama getirmiştir. Bu uygulama HMK’nın 120. maddesinde hükme bağlanmıştır. Söz konusu maddeye göre davacı davasını açarken yargılama harçlarıyla birlikte, “gider avansı”nı da mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansları, her yıl Adalet Bakanlığı’nca belirlenecektir. HMK 120/2 hükmü gereğince ise, davanın herhangi bir aşamasında gider avansının yeterli olmadığı anlaşılırsa, gider avansının tamamlattırılması için davacıya iki haftalık süre verilecek olup, iş bu süre yasa gereği kesin süre olarak belirlenmiştir. Yasa, bu düzenlemeyi yapmış ancak, kesin süre için avansın yatırılmamasının sonuçlarını hükme bağlamıştır. Bilindiği gibi 1086 sayılı HUMK yürürlükten kalkıncaya kadar, giderler açısından ikili bir ayrım söz konusudur. Bazı giderler söz konusu süre içinde yatırılmadığında taraf bu giderle yapılması gerekli olan işlemin yapılmasında, örneğin tanığın dinlenilmesinden vazgeçmiş sayılmaktadır. Halbuki diğer giderler için Savcılık ödeneğinden yararlanılarak, gider yapılmakta davanın sonucuna göre yükümlüsünden tahsil edilmektedir. Yani tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde hakim tarafından resen başvurulan deliller için, HUMK 415. madde gereğince gider taraflarca verilmezse hazineden karşılanır. Aynı ilke yeni yasa olan HMK’nın 325/1. maddesinde de hükme bağlanmıştır.

6100 sayılı HMK’nın belgelerin birlikte verilmesi başlığını taşıyan 121. maddesi 1086 sayılı HUMK un 180. maddesiyle aynı niteliktedir. Her iki madde de dava dilekçesiyle birlikte, delillerin gösterilmesini davacının elinde bulunan delillerin dava dilekçesine eklenmesini, başkaca yerden getirtilecek delil var ise bu konuda yeterli açıklamanın dilekçede yer almasını ve getirtilme masraflarının karşılanmasını emretmektedir. 1086 sayılı HUMK un uygulanması döneminde, 180/1 in bu emredici hükmü aynı yasanın 180/2 hükmünün yanlış uygulanması ile uygulanamaz hale getirilmiş, yasa koyucunun amacı yok sayılmıştır. 1086 sayılı HUMK un 180/2. maddesine baktığımızda, bu fıkra gereği davacıya verilmesi gereken 10 günlük sürenin, davacının delillerini bildirmesi için değil; dava dilekçesinde bildirildiği halde dava dilekçesine herhangi bir nedenle eklenmeyen delillerin mahkemeye sunulması ya da getirtilmesi gereken ancak yeterli açıklama ya da masrafın verilmemesi nedeniyle getirtilemeyen delillerin getirtilmesi için verilmiş olduğu anlaşılacaktır.

Mahkemeye verilen dava dilekçesi, 6100 sayılı HMK’nın 122. maddesi doğrultusunda davalıya tebliğ edilir. Tebliğ zarfında davalının iki hafta içinde cevap verebileceği açıklamasına yer verilir. Görüldüğü gibi 6100 sayılı HMK ile başlayacak olan uygulamada, cevap süresi yasa tarafından belirlenmiştir. Halbuki 1086 sayılı HUMK da cevap süresinin 10 günlük yasal süreden az olmamak üzere davacı tarafından belirlenebileceği ilkesi benimsenmişti. Bu ilkeden dönülmüştür. Ayrıca yasal süre 10 günden, iki haftaya çıkartılmıştır.

Her ne kadar 6100 sayılı kanunun, 123. maddesinde davanın geri alınması, 124. maddesinde tarafta iradi değişiklik 125. maddesinde dava konusunun devri hükme bağlanmış ise de, yazının başlığına sadık kalarak bu üç maddenin incelenmesini daha sonraki bir yazıya bırakıyor ve cevap dilekçesini incelemeye başlıyoruz.

Yukarıda da açıkladığımız gibi HMK’nın 127/1 maddesine göre davalı, dava dilekçesinin kendisine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde cevap dilekçesini mahkemeye sunmakla yükümlüdür. Ancak cevap dilekçesinin iki haftalık süre içinde hazırlanması çok zor yahut imkansız ise, davalının dava dilekçesinin kendisine tebliği tarihinden itibaren geçecek olan iki haftalık süre içinde, yani pratikte cevap süresi olarak adlandırdığımız süre içinde, ilgili mahkemeye başvurarak ek cevap süresi istemesi mümkündür.

HMK 127/1 aynı konuyu düzenleyen HUMK 197. maddesinden farklı olarak, mahkeme tarafından verilecek olan süreyi de belirlemiştir. Mahkeme böylesi bir başvuru halinde bir ayı geçmemek üzere ek süre verebilir ve bu süre bir defaya mahsus olmak üzere verilir.

HUMK 198. maddesinde gördüğümüz davalının dava dilekçesini sunmaması, ek süre talebinde bulunmaması halinde eğer davalının mahkemece kabul edilebilir bir mazereti var ise ilk duruşmada bu mazeretini beyan etmesi ve mahkemece mazeretin kabulü halinde tanınan üç günlük cevap süresi 6100 sayılı HMK ya alınmamıştır.

1086 sayılı HUMK’nın 195. maddesi ile 6100 sayılı HMK’nın 127. maddesini karşılaştırdığımızda HUMK 195. maddede hakime cevap süresini belirleme hakkı verildiğini buna karşılık HMK 127 de böylesi bir hakkın yer almadığını görürüz. Hakim ancak davalının başvurusuyla ve eğer başvurusu kanuna uygunsa bir ayı geçmemek üzere ek süre verebilecektir. Bunun dışında cevap süresine hakimin müdahalesi söz konusu değildir.

HMK 126. maddesinin dört fıkrasını bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bugüne kadar sürdürdüğümüz uygulamanın ve uygulamaya dayanak olan yasa maddelerinin bir tekrarıyla karşılaşmaktayız. 126. maddeye göre, cevap dilekçesi davanın açılmış olduğu mahkemeye verilir ve davacı sayısı kadar örnek eklenir. Bu örnekler mahkeme tarafından davacıya tebliğ edilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, dava dilekçesinin verilmesiyle birlikte HMK 120/1 hükmü gereği gider avansı verildiğinden, bundan böyle cevap dilekçesine pul eklemek yükümlülüğü kalmamıştır.

HMK 126/3 doğrultusunda ise, cevap dilekçesinin üzerinde yer alan havale tarihi cevap dilekçesinin mahkemeye sunulduğu tarih olarak kabul edilecektir.

Eğer davalı yan süresi içinde cevap dilekçesi vermemişse HMK 128/1 doğrultusunda davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş olduğu kabul edilir. Bu hüküm bugüne kadar sürdürdüğümüz uygulamanın aynıdır. Çünkü 1086 sayılı HUMK un 201/1 maddesinin birinci cümlesinde cevap vermeyen davalının vakıaları inkar edeceğini hükme bağlamıştır.

HMK’nın 129/1 maddesi, cevap dilekçesinin içeriğini hükme bağlamıştır. Maddenin taşıdığı önemden ötürü 129/1. maddeyi aşağıya aynen almaktayız.

Cevap dilekçesinin içeriği
MADDE 129- (1) Cevap dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres.
c) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
e) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
f) Dayanılan hukuki sebepler.
g) Açık bir şekilde talep sonucu.
ğ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.
(2) 121 inci madde hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır.

Cevap dilekçesinin içeriğini incelediğimizde, HMK 129. maddede yer alan düzenlemenin HUMK 200. ve 201. maddelerinde yer alan düzenlemeye ilişkin hükümlerden farklı olduğunu görmekteyiz. Bilindiği gibi HUMK 200. maddesi, davalının, davacı tarafından ileri sürülen vakıaları inkar etmesi halinde düzenleyeceği cevap dilekçesinin içeriğini hükme bağlamıştır. HUMK 201 ise davalının inkar ile yetinmeyip, başkaca maddi vakıalar ileri sürmesi halinde düzenleyeceği cevap dilekçesinin içeriğini hükme bağlamıştır. HMK 129. maddede ise böylesi bir ayrım yer almamaktadır. Diğer bir anlatımla HMK 129/1 deki dilekçe örneği inkar ve yeni vakıa bildirme halinde de aynen kullanılmaktadır. Elbette davanın kabulü, kısmen kabulü halleri bunun dışında yer almalıdır.

HMK 129/2 ye baktığımızda, HMK’nın 121. maddesinin cevap dilekçesi için uygulanacağının hüküm altına alındığını görürüz. Yani davalı taraf da eklenmesi gerekli olan tüm belgeleri cevap dilekçesine ekleyecektir. Burada aklımıza gelen bir soru vardır. Bu soruya birlikte cevap aramak gerekir. Davacının getirtmek istediği belgelere ilişkin masraflar HMK 120 doğrultusunda, davacının yatırdığı avanstan karşılanmaktadır. Davalının getirtmek istediği belgelerin gideri nereden karşılanacaktır?

Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın sitesinde yer alan açıklama dikkate alındığında, Adalet Bakanlığı’nın da HUMK 180. ve 195. maddelerine ilişkin hükmün emredici hüküm olduğunu bu nedenle, taraflara yeniden süre verilmemesi gerektiğini beyan etmektedir. Adalet bakanlığı teftiş kurulunun bu görüşünü içeren alıntıyı ilgili siteden aynen kopya ederek bilginize sunmaktayız.

“Delillerin Sunulması İçin Kesin Süre Verilmediği
Dava dilekçelerinde veya cevap layihasında kanıtlarını açıklamayan tarafa ibraz için kesin süre tanınmadığı görülmüştür.
* HUMK’nın 180/1–2. madde ve fıkraları ile buna uygun Yargıtay 8.H.D.nin 09/12/1997 gün, 2356–8285 esas ve karar sayılı ilamı doğrultusunda, davacının elinde bulunan belgelerin asılları ile birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenecek örneklerinin dava dilekçesine eklenerek mahkemeye verilmesi, başka yerlerden getirilecek dosya ve belgeler için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak açıklamanın dilekçelerde yapılması, bu hususlara uyulmaması veya eksik yerine getirilmesi halinde, hâkimin taraflara 10 günlük kesin süre vermesinin zorunlu olduğu, sözü edilen Yasa’nın 195. maddesi uyarınca da davalının yukarıda belirtilen koşulları cevap dilekçesinde açıklaması gerektiği cihetle, bundan böyle anılan Yasa içeriğine uygun hareket edilmesi”

Belgelerin getirtilmesine ilişkin bu hükümleri Avukatlık kanununun 2. maddesiyle birlikte yorumlayarak, bir avukat olarak davada daha aktif görev almamız gerektiği inancında olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Bilindiği gibi söz konusu maddenin son cümlesi “Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklemeksizin mahkemeden alınabilir.” Hükmünü içermektedir. Kişisel kanımızca, bu hükme göre avukat delil toplamak için kendiliğinden müzekkere yazdırmak hakkına sahip değildir. Diğer bir anlatımla hangi delilin toplatılması gerektiğine hakim karar verecektir. Avukat bu karar doğrultusunda, müzekkerenin yazılmasını sağlayacaktır. Aksi uygulama gereksiz delillerin dosyada toplanmasına hatta bu yolla başkalarının özel hayatına ilişkin bilgi edinmeye yol açabilir, faydası kadar zarar da oluşturur.

HMK 130. maddesi açıkça, cevap dilekçesinde bir eksiklik varsa bunun nasıl giderileceğini hüküm altına almıştır. Söz konusu maddeye göre 129. maddenin 1. fıkrasının (d), (e), (f), (g) bentlerinde bir eksiklik varsa davalı HMK 130. maddeden yararlanamayacaktır. Yani hakim, kendisine eksikliklerin giderilmesi için süre veremeyecektir. Buna karşılık 129. maddenin 1. fıkrasının (a), (b), (c), (ç) ve (ğ) bentlerinin cevap dilekçesinde bulunmaması halinde hakim davalıya bir haftalık süre vererek eksikliğin tamamlattırılmasını ister. Verilen süre içerisinde eksiklikler tamamlanmazsa, cevap dilekçesi verilmemiş sayılır. Yani davalı HMK 128/1 ile karşı karşıya kalır ve davalının dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğu tüm vakıaları inkar etmiş kabul edilir.

HMK 131/1 maddesi gereğince, ilk itirazların cevap dilekçesiyle birlikte sunulması gerekmektedir. Eğer davalı cevap dilekçesini cevap süresinin bitiminden önce sunmuş ve bu dilekçede ilk itirazları belirtmemişse; cevap süresi bitmemiş olmasına rağmen geriye kalan zaman diliminde ilk itirazları sürme şansını kaybetmiştir. Bu husus 1086 sayılı HUMK un 187,188 195 ve 478. maddelerinde de düzenlenmiştir. (Sn. Baki Kuru’nun Hukuk Muhakemeleri Usulü eserinin 6. bası 4216. sayfasında YKD nin 1976/5 sayısında yer alan Yargıtay 4. HD 20.12.1974 gün 6155/17127 sayılı kararında bu konu çok açıkça dile getirilmiştir. Örnek karar olarak bilginize sunulmuştur.)

Bilindiği gibi dava dilekçesi ve cevap dilekçesinden sonra taraflara, ikinci dilekçelerini sunmak için HUMK’nın 209. maddesi bir olanak vermektedir. İşte bu olanak HMK nın 136/1 ve 136/2 maddelerinde hükme bağlanmıştır. Ancak unutulmaması gerekli bir husus vardır ki; HUMK 202. maddesi doğrultusunda, iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı dava dilekçesinin mahkemeye sunulması ile, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı ise cevap dilekçesinin davacıya tebliğiyle başlamaktaydı. Aynı konuya ilişkin olarak HMK’nın 141. maddesi hükmü taraflara daha geniş bir olanak tanımıştır. Bu maddeye göre iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinde uygulanmaz. Yani taraflar bu aşamada iddia ve savunmalarını genişletebilir veya değiştirebilirler. Eğer taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi haklarını kullanmışlar ve bu aşamadan sonra gelen, ön inceleme aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yoluna başvuracaklarsa karşı tarafın oluruna ihtiyaçları vardır. Ancak, eğer karşı taraf ön inceleme duruşmasına gelmemişse, gelen taraf gelmeyen tarafın olurunu aramaksızın iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi hakkını kullanabilir. Söz konusu hakkı ön inceleme aşamasından sonra kullanmak mümkün değildir. Bunun tek istisnası 141/2 de ifade edildiği gibi ıslah yoludur.

HUMK 209. maddeye baktığımızda, replik ve düplik dilekçelerinin düzenlenmesine ilişkin hükmün daha ayrıntılı olarak yasada yer adlığını görürüz. 209. maddenin Senai Olgaç tarafından sadeleştirilmiş hali aynen “Davalının cevap dilekçesinde ileri sürdüğü olaylara karşı davacı, gerekli durumda 207. maddenin birinci ve ikinci fıkralarına uygun hareketle on gün içerisinde inkar veya kabulü kanıtlayan açıklama yapmak zorundadır. Aynı süre içerisinde davacı defi de ileri sürebilir. Bu suretle davacının verdiği cevap dilekçesi hemen davalıya tebliğ olunur.” şeklindedir.
Buna karşılık HMK’nın 136. maddesi “(1) Davacı, cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevaba cevap dilekçesi; davalı da davacının cevabının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde ikinci cevap dilekçesi verebilir.
(2) Davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanır. “ şeklindedir. Görüldüğü gibi HUMK’da davacıya ve davalıya karşı tarafın ileri sürdüğü vakıaları kabul ya da inkar etmek, defi ileri sürmek hakkının verildiği açıkça hüküm altına alınmıştır. Halbuki HMK 136’da bu ancak 136/2’nin içeriğinden yorum yoluyla anlaşılabilmektedir. Bizim kişisel kanımıza göre, eski ve yeni yasa arasında bu açıdan bir fark yoktur. Ayrıca HMK 141. maddeyi dikkate aldığımızda, yukarıda da söylediğimiz gibi iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı ikinci dilekçelerden sonra başlayacağına göre, yorumlamayla elde etmek istediğimiz sonucun yasayla da desteklendiğini görmekteyiz.

Cevap dilekçesini incelerken, cevap dilekçesine ilişkin süre içinde davalıya tanınmış olan karşı dava açma hakkını da unutmamak gerekir. HMK’nın 132 vd. maddelerinde bu husus düzenlenmiştir. HMK 133/1 e göre, karşı dava ancak cevap süresi içinde açılabilir. Karşı dava, cevap süresi içinde olmak kaydıyla, cevap dilekçesiyle birlikte açılmak zorunda değildir. Süre geçmemek kayıt ve şartıyla ayrı bir dilekçe ile karşı dava açılabilir. Eğer bu kurala uygun davranılmamışsa, yani cevap süresinden sonra karşı dava açılmış ise mahkeme, davaların ayrılmasına karar verir. HMK 133/2’nin yazımından ayırma işleminin mahkemeye resen yüklenen yapılmak üzere yüklenen bir görev olduğunu anlamaktayız. HMK 132 ye baktığımız zaman, karşı dava açabilmenin şartlarının yasada açıkça belirlendiğini görürüz. Bu şartlar;

a) Asıl davanın açılmış ve hâlen görülmekte olması,
b) Karşı davada ileri sürülecek olan talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında takas veya mahsup ilişkisinin bulunması yahut bu davalar arasında bağlantının mevcut olmasıdır.

HMK 132/2 ye baktığımızda ise, bu şartlar gerçekleşmeden açılan karşı davanın, mahkeme tarafından resen ya da taraf istemiyle asıl davadan ayrılarak görevli mahkemeye gönderilmesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.

Bugüne kadar uygulamakta olduğumuz karşı davaya karşı dava açılamaz ilkesi, HMK 132/3’te hüküm altına alınmıştır.

HMK 134/1 e göre, asıl davanın herhangi bir sebeple örneğin feragat ya da sulh gibi bir nedenle sona ermiş olması, karşı davanın görüşülüp karara bağlanmasına engel olamaz.

HMK 135/1’de “Bu Kanunun dava ile ilgili hükümleri, aksine özel düzenleme bulunmayan hâllerde, karşı dava hakkında da uygulanır.” Hükmü bulunmaktadır. Bu durumda karşı davanın cevap dilekçesiyle açıldığını düşünürsek, davacının cevaba cevap dilekçesinin karşı davanın cevap dilekçesi olması gerektiği sonucuna ulaşırız. İşbu nedenle de asıl davaya ilişkin 4 temel dilekçe verilmiş olmasına rağmen, karşı davanın davalısı olan asıl davacının hakkı olan cevaba cevap dilekçesi daha sonraki bir aşamada verilecektir. Ön incelemenin de asıl davanın 4 dilekçesi tamamlandıktan sonra değil, karşı davanın da 4 dilekçesi tamamlandıktan sonra yapılması gerekir. Bu kişisel kanımız olup tartışılması gerektiğini düşünmekteyiz.

HUMK’nın 207. 208. 209. ve 210. maddelerine baktığımızda da, karşılık dava içinde 4 ayrı dilekçenin verilmesi gerektiğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz.

HMK 132. maddesi takas ve mahsup ilişkisinin bulunmasını ya da asıl dava ile karşılık dava arasında bağlantının mevcut olmasını aramaktadır. Bu maddenin karşılığı olarak HUMK’da yer alan 204. maddenin 2. bendinde ise karşılık dava açmak için tanınan olanak çok geniş tutulmuştur. Söz konusu maddeye göre “davacıya karşı davalının açtığı her çeşit davalar” karşılık dava olarak sayılmıştır. Yine de HUMK 206. maddesine baktığımızda, idari makamların incelemesine tabi konularla, hakemlerin çözeceği davaların karşılık dava olmayacağının açıkça hüküm altına alındığı görülmektedir. Buna benzer bir hüküm HMK’da yer almamaktadır. Ancak bu hüküm işin doğası gereği HMK’da da var kabul edilmeli, böyle uygulanmalıdır.

HUMK 187/5’e baktığımızda iki dava arasında sonuçları birbirini etkilediği takdirde bir bağlantı varsa, bunun irtibatlı davalar olarak kabul edildiği ve gene HUMK 205. maddesi doğrultusunda irtibatlı davaların da karşılık dava olarak değerlendirileceğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz. Halbuki HMK’da böylesi bir hükme rastlamamaktayız.

ek : Sn. Av. Kerime Sarı'nın uyarısı ile HMK 129 maddede oluşan bir imla hatasını düzelttim. Kendisine teşekkür ederim.
Ayrıca, davalının delillerinin toplanmasında giderlerin davalıdan alınması için, HMK 324 ve 326. maddelerden istifade edebileceğimizi öğrendiğimi de sizlerle paylaşmak isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder