16 Mayıs 2010 Pazar

Hukuk Eğitimi ve Avukatlık


Adli yılın son Perşembe günü olan 30 Temmuz 2009 da Türk Hukuk Kurumu yetkililerinin hoş görüsüne sığınıp, kurumun salon ve imkânlarından da yararlanarak, “Hukuk Eğitimi ve Avukatlık” konulu bir tartışmalı sunumu gerçekleştirdim. Söz konusu toplantının dinleyici sayısının az olacağını baştan biliyordum daha doğrusu katılanlar ve kurum yetkilileri de dâhil olmak üzere hepimiz birlikte biliyorduk. Ancak, adli yılın bitimi olan bu tarih gençlerimizin lisans eğitimi için seçim yapmak zorunda olduğu günlerden biri idi, bu nedenle de eğer doğru sonuçlar alabilir isek ve bu sonuçları gençlerimize ulaştırabilir isek mutlu olacaktım ve bu amaçla, toplantıdan sonra, sizlere, toplantının bendeki izlenimlerini aktaracağım bu çalışmayı gerçekleştirdim.
Eski dostlarım olan THK Yönetim Kurulu Başkanı Av. Tuncay Alemdaroğlu ve yönetim kurulu üyesi Av. Hasan Aydın Tansu ile Av. Semih Güner’in, bu toplantıda vermiş oldukları desteğe öncelikle teşekkür ederim. Ancak bu toplantıda tanıdığım ve tüm katılanların zevkle ve ilgi ile izlediği, Prof Dr. Metin Feyzioğlu ile ve avukatın eğitimine yıllardır katkı veren Av. Bera Besler ile tanışmaktan da büyük keyif aldım.
Bu toplantının yönetiminin bana verilmesini istediğimde iki konudaki düşüncemi gerek toplantıya katılanlarla gerekse sizlerle paylaşmayı ve tartışmayı düşünüyordum. Bu düşüncelerimin ilkinde, avukatın yetiştirilmesinde ve eğitiminde neler yapabileceğimizi yıllardır tartışmamıza rağmen, kendimize bir hedef seçmemiş olmamızı, ülkenin gerçeklerine ve yasalarımıza göre nasıl bir avukata gereksinimiz olduğunun rol modelini belirlememiş olmamızı dile getirmek yer alıyordu. Ancak bunda geç kaldım. Çünkü Sn. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu kendine özgü üslubu ile bir başka pencereden bakarak bu konuyu son derece başarılı bir şekilde, gündeme getirdi. Bana ise olayı, kendi penceremden, tekrar etmek kaldı. Bu nedenle ileriki satırlarda, bu konuya ilişkin görüşlerimi aktarırken, Sn. Feyzioğlu’nun görüşlerini kendi görüşlerimle birlikte aktarırsam bunun, bir fikir hırsızlığı olarak değerlendirilmemesini, sadece benimsenen fikir olarak kabul edilmesini sizlerden rica ederim.
Paylaşmayı amaçladığım düşüncelerimin ikincisi ise, İstanbul Barosu Başkanının ve delegelerinin, son Türkiye Barolar Birliği genel kurulunda gerçekleştirmiş olduğu eylemi dile getirmek idi. İstanbul Barosundaki meslektaşlarım Avukatlık Kanunu 117/3 maddesine dayalı bir öneriyi genel kurulun oyuna sunarak ve onun kabulünü sağlayarak bir ilki gerçekleştirdi. Bilindiği gibi, TBB genel kurulunda Avukatlık Kanunu 117/3 maddesine uygun olarak alınan kararlar, TBB yönetimi tarafından uygulanması zorunlu kararlardır. Bu meslektaşlarım bu uygulamayı başlatarak, delegasyonun sadece seçimli genel kurulda, nasıl bir proğram uygulayacağı, yönetiminin kimlerden oluşacağı bile belli olmayan seçimde oy kullanmayacaklarını, bu nedenle sadece arkadaşlarını/dostlarını seçme amacıyla, oy vermek için seçilmediğini, düşüncelerini dile getirirken almış olduğu kararlar ile TBB yönetim kuruluna emir verebileceğini, bilenlere hatırlattı bilmeyenlere öğretti. Üstelik bu genel kurul, stajla ilgili olarak almış olduğu bu yöndeki emredici kararla, TBB yönetiminin staj eğitimini planlamak zorunda olduğunu ve bu planlamayı gerçekleştirirken, bir rol model seçilmesinin zorunlu olduğunu, baroların bu seçilen rol modele/avukat profiline aykırı bir staj gerçekleştiremeyeceğini, lisans eğitiminin buna uygun olması zorunluluğunu, aksi takdirde bu kurala aykırı davranan fakültenin öğrencilerinin staja kabul edilemeyeceğini, en önemlisi avukatlık kanununda sınav vardı yoktu tartışması yerine var olan olanaklarla nasıl sınav gerçekleştirileceğini dile getirdiği için hem tartışmalı sunumun içeriğindeki konulara cevap vermekte idi, hem de benim yıllardır dile getirmeye çalıştığım düşüncelerimi yasal olanaklarla dile getirdiği için benim için çok önemli idi. Çünkü mazeret olarak sığınamayacağımız bir neden olmasına rağmen, bana göre de, avukatlıkta ki başarısızlığın temel nedenlerinden biri, lisans eğitimlerinin, belirli bir düzenden ve kaliteden yoksun olmasıdır. Diğer nedenlerden biri ise, sınavsız bir staj sonunda, ruhsata kavuşmak ve ruhsatın elde edilmesinden sonra da, bilgiyi güncelleyecek olan meslek içi eğitim ile uygulamayı/avukatın başarısını, denetleyecek bir sistemin geliştirilmemiş olmasıdır. (Bu önerinin tam metnini İstanbul Barosu Internet sitesinde görmek mümkün)
Daha önce de değişik nedenlerle/vesilelerle söylediğim gibi, bana göre, hiçbir baro başkanı lisans eğitiminin yeterli olmadığı mazeretine sığınamayacağı gibi, hiçbir hukuk fakültesi yöneticisi, hatta öğretim görevlisi de, mezunlarının yetersizliği konusunda, onların lisede yeterli eğitim almadığını, bu nedenle lisans eğitiminin de yeterli olmadığı tezini savunamaz. Örneğin; avukatlık sınavının kanundan çıkarıldığı tarihte hukuk fakültelerinin birinde, dekanlık görevi yapan bir öğretim görevlisi, avukatlık sınavının yasadan çıkarılmış olmasını, öğrencilerine müjde olarak vermiştir. Eğer, bir dekan, bu haberi müjde olarak öğrencilerine verebiliyor ise, bu öğretim görevlisi/dekan, aslında, kendi başarısızlığının ölçülmesi olanağı ortadan kalktığı için, gerçek müjdeyi kendisine vermektedir.
Hukuk Fakültelerinin yöneticileri ve öğretim görevlileri, öğrencilerin, lisans öncesi öğrenimlerinde elde ettikleri bilgi ne olursa olsun, bu öğrencilerin, lisans eğitimleri sırasında tüm olumsuzlukları yendiklerini bu nedenle, hukuk fakültesi diploması almaya hak kazandıklarını, öğrenciye, ailesine ve topluma ilan etmektedirler hatta bu konuda kefil olmaktadırlar. Bundan da öte, yeterli eğitimi alan öğrenci ile almayan ya da alamayan öğrenciyi aynı kefeye koyarak, hem öğrenciler arasında bir haksızlığın doğmasına neden olmaktadırlar hem de ülkeme karşı görevlerini yaparken gereken titizliği göstermemiş olmaktadırlar.
Bu yazıda yer alan benim yorumlarımdaki sertlikte olmasa da, söz konusu tartışmaya katılan tüm konuşmacıların, lisans eğitiminin yetersizliği ve avukatlık stajında sınavın zorunluluğu konusunda hem fikir olduklarını belirtmekte yarar görmekteyim.
Hukuk Fakültelerine ve öğretim görevlilerine ilişkin olarak yapmış olduğum bu eleştirinin bir benzerini barolar ve yanında stajyer yetiştiren avukatlar için yapmaz isem, haksızlık edeceğimi düşünmekteyim. Çünkü kanıma göre, biz staj eğitimi vermemekteyiz/verememekteyiz. Buna karşılık, gençlerimizin bir yılını ellerinden almaktayız.
Öncelikle, lisans eğitiminin noksanlarını bizim tamamlamamız gerektiğine inanmaktayız. Bu nedenle de üstümüze vazife olmayan şekilde, lisans eğitiminde almış oldukları derslerin tekrarı olacak şekilde, usul, icra, ceza gibi konuları öğretmeye çalışmaktayız. Bunu yaparken, bizim öğretmen değil eğitmen olduğumuzu unutmaktayız. Hatta benim gibi öğretim görevlisi olmaya özenmiş olmasına rağmen bunu gerçekleştiremeyen kişiler ise, kendilerini öğretim görevlisi sayarak, stajyerlere öğretim görevlisi rolü ile bir şeyler vermeye çalışmaktadırlar. Böylece hem kendi zamanlarımızı hem de bu gençlerin zamanlarını almaktayız.
Bizim öncelikle, böylesi bir uğraşa gönül veren kişinin yani eğitimcinin, öncelikle “eğitimci olarak” eğitilmesi gerçeğini peşinen kabul etmemiz ve sistemimizi buna göre oluşturmamız gerekmektedir.
Bir tarihte Ankara Barosunda bu konuda bir çalışma gerçekleştirilse de sonradan unutulmuş olması bence kayıptır.
Üstelik gençlere usule ilişkin bilgi aktarırken, hukuk usul ve ceza usulle sınırlı bilgi aktarmaktayız. Vergi usul gibi, avukatların ilgilenmesi zorunlu olan, konularda bilgi aktarmaktan çekinmekteyiz ya da olanak bulamamaktayız. Hâlbuki bu konuda verilecek eğitim ile vergi hukukunda yasaların tebliğlerden önce geldiği fikrini aşılayarak, gerek vergi dairelerinin gerekse mükelleflerin vergi konusunda hukuka uygun davranması sağlanabilir hem de çok geniş bir pazar olan vergi davalarında bu pazarın gerçek sahipleri olan avukatların yer almasına neden olunabilinir.
Tüm bunların yanı sıra aynen fakülteler arasında ki olanaksızlığın yarattığı farklı öğretimler gibi barolar arasındaki olanaksızlığın yarattığı farklılıktan ötürü de farklı eğitimler yaratmaktayız.
Yanına stajyer avukat almak isteyen meslektaşın, bir rehber gibi davranması gerektiğini ve rehberliğinde, öğretim elemanı, eğitim elemanı gibi doğuştan getirilen yeteneklerin yanı sıra eğitim ve öğretim ile geliştirileceğini unutmamamız gerekmektedir.
Barolar ve stajla ilgili olarak Ankara Barosunda yaşanan bir olayı aktarmak isterim. Baromuzun gerek stajyerleri gerekse meslektaşları tarafından sevilen bir staj eğitmeni, bir stajyere bir konuyu anlatmak için tüm gayretini vermiş olmasına rağmen stajyer buna tepki göstermiş ve “hoca sen kendi işin ile uğraş, benim babam zengin ben stajı bitirdikten sonra büro açacağım, işi bulacağım ve senin gibi avukatları da bu işlerin takibinde çalıştıracağım” diye cevap vermiştir. Kanımca, stajyer, bu cevabı verirken, sürenin sonunda ya da uzatmanın sonunda ruhsatı alacağından son derece emin idi. Böylesi düşüncelerin doğmuş hatta ifade edilmiş olması karşısında, stajını hakkıyla yapanla yapmayan arasındaki adaletsizliğin giderilmesinin ve stajyeri eğitmeyi bir onur olarak kabul eden meslektaşın emeğinin de yeniden değerlendirilmesinin zamanının geldiğini düşünmekteyim.
Kanımca, staj sonrası yapılan “mülakat” bir sınavdır. Genel kanı sınavın zorunlu olduğu noktasında birleşiyor ise; yasada değişiklik beklemek yerine, bu mülakattan yeterince faydalanmanın yolu aranmalıdır.
Gerek İstanbul Barosunun TBB Genel Kurulu’nca kabul gören önerisine gerekse Sn. Feyzioğlu’nun önerilerine göre, ülkemin nasıl bir avukata gereksiniminin olduğu saptanmalı ve bir avukat profili oluşturulmalıdır. Bu benimde katıldığım görüştür. Çünkü eğitim dâhil olmak üzere tüm faaliyetlerin bir amacı olmalıdır. Üstelik Sn. Feyzioğlu’nun çok açık bir şekilde dile getirdiği gibi, ülkelerin yapılanmalarında hukuk her zaman ön planda olmuş ve hukukun şekillenmesinde ise hâkimlerin rollerine göre avukatların rolleri ağırlıklı olmuştur. Öyle ise, ülkemin gelişimine şekil veren hukuk biliminin oluşumunu ve onun en önemli rolünü yerine getiren, avukatın profilini oluştururken, gereken özeni göstermeliyiz.
Bu profil oluşturulurken, benim siyasal düşünceme sahip olan ve en azından son üç seçimde, seçimden mağlup olarak çıkan kişilerin çok dikkatli davranması gerekmektedir. Bir seçimden mağlup olarak çıkmanın ilk sonucu, toplumun, bizim siyasal düşüncemizi ve bizi sevmemiş olması, olarak kabul edilmelidir. Bunun sorumluluğunu kimseye yıkmaya da hakkımız yoktur. Kendi sorumluluğumuzun bilincinde olarak, yeniden iktidarı elde etmek için neler yapılması gerektiğini tartışıp doğru olanları gerçekleştirirken, kısacası ülkemin insanına kendimi ve siyasal düşüncelerimi yeniden sevdirmeye çalışırken, seçimi kazanan ve kendi siyasal düşünceleri doğrultusunda ülkemin yapılanmasını oluşturmak hakkını elde eden siyasal partinin, bu çalışmalarında, benim siyasal düşüncelerime de yer vermesini ve değişikliğin ülke yararına, çağdaş düşünceye uygun olmasını sağlamak görevim bulunmaktadır.
Üyesi olduğum meslek yargının vazgeçilmez unsuru olduğuna göre, bağlı olduğum TBB de yargının bir parçasıdır. O halde, “avukat profili nasıl olmalıdır” sorusuna yanıt ararken, olayı, Anayasamın benimsediği, kuvvetler ayrımı ilkesine göre, kuvvetlerden biri olan yargı penceresinden bakarak değerlendirmek zorunluluğum bulunmaktadır. Bunun en önemli sonucu ise, yasa çıkarmak yetkisinin ne üyesi bulunduğum yargı gücünde nede yürütme gücünde olmadığını, yasama organında olduğunu bilmek ve buna saygı göstermektir.
O halde, var olan yasalara göre, avukat profilinin oluşumunda hangi hükümlerden etkilenmeli ya da yararlanmalıyım? Sorusuna öncelikle cevap aramalıyım.
Öncelikle, yüksek öğrenimde aranması gereken hedefler için YÖK yasasının 4. ve 5. maddelerinde yer alan hükümlerden yararlanmalıyım. Bu hükümlere göre, yüksek öğrenimde ki amaç;
“Madde 4 – Yükseköğretimin amacı:
a) Öğrencilerini;
(1) Atatürk İnkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
(2) Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,
(3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu,
(4) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren,
(5) Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı,
(6) Beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş,
(7) İlgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek,
b) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak,
c) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır.
Ana ilkeler:
Madde 5 – Yükseköğretim, aşağıdaki "Ana ilkeler" doğrultusunda planlanır, programlanır ve düzenlenir:
a) Öğrencilere, Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.
b) Milli Kültürümüz, örf ve adetlerimize bağlı, kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır.
c) Yükseköğretim kurumlarının özellikleri, eğitim - öğretim dalları ile amaçları gözetilerek eğitim - öğretimde birlik ilkesi sağlanır.
d) Eğitim - öğretim plan ve programları, bilimsel ve teknolojik esaslara, ülke ve yöre ihtiyaçlarına göre kısa ve uzun vadeli olarak hazırlanıp sürekli olarak geliştirilir.
e) Yükseköğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak önlemler alınır.
f) (Değişik: 3/4/1991 - 3708/2 md.) Üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunlar içindeki fakülte, enstitü ve yüksekokullar, kalkınma plan ve programlarının ilke ve hedefleri doğrultusunda ve yükseköğretim planlaması çerçevesinde Yükseköğretim Kurulunun görüşü veya önerisi üzerine kanunla kurulur.
g) Meslek elemanı yetiştiren bakanlıklara bağlı yüksekokullar, Yükseköğretim Kurulunun tespit edeceği esaslara göre Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur.
h) Yükseköğretim kurumlarının geliştirilmesi, verimlerinin artırılması, genişletilmesi ve bütün yurda yaygınlaştırılması amacına yönelik olarak yenilerinin açılması, öğretim elemanlarının yurt içinde ve dışında yetiştirilmeleri ve görevlendirilmeleri, üretim - insangücü - eğitim unsurları arasında dengenin sağlanması, yükseköğretime ayrılan kaynakların ve ihtisas gücünün dağılımı, milli eğitim politikası ve kalkınma planları ilke ve hedefleri doğrultusunda ülke, çevre ve uygulama alanı ihtiyaçlarının karşılanması, örgün, yaygın, sürekli ve açık eğitim - öğretimi de kapsayacak şekilde planlanır ve gerçekleştirilir.
ı) (Değişik : 29/5/1991 - 3747/1 md.) Yükseköğretim kurumlarında, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Türk dili, yabancı dil zorunlu derslerdendir. Ayrıca, zorunlu olmamak koşuluyla beden eğitimi veya güzel sanat dallarındaki derslerden birisi okutulur. Bütün bu dersler en az iki yarıyıl olarak programlanır ve uygulanır.” şeklinde hükme bağlanmıştır.
Bunu özetlersek;
- Atatürkçü düşünce yapısında
- Çağdaş
- Bilimsel inceleme yapabilme yeteneğine sahip
Gençlerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır sonucuna ulaşırız. Bu durumda, avukatın profilini oluştururken Atatürkçü düşünce yapısında, çağdaş ve bilimsel inceleme yapabilme yeteneğine sahip olması gerektiğini en azından, bu kanundan ötürü kabul zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Kanunun bu emredici hükmünün uygulanmasını sağlayarak, benim benimsediğim ve kanunun belirlediği nitelikte lisans öğrencisi yetişmesini kontrol etmek, avukat olarak benim hem hakkım hem de görevim olmalıdır. Eğer bu kontrol görevini yapmaz isem, ekmek kavgası olarak nitelendirdiğimiz çalışma hayatında, niteliksiz ve kalitesiz kişilerin benimle rekabet etmesine, gerek ekmeğimi gerekse mesleğimi elimden almasına izin vermiş olurum. Üstelik bu kontrol görevi sadece lisans eğitiminin sonuçları ile sınırlı kalmamalı, staj da dâhil olmak üzere avukatlığın tüm aşamaları için de devam etmelidir. Kanunun getirmiş olduğu bu yapılanma benim ve benim gibi düşünenlerin siyasal görüşlerine de uygun olduğu için, yasaların olanak verdiği yolları kullanarak değişmesine engel olmalıyım.
Lisans öğrencisinin genel profilini çizen bu kanundan sonra, daha özel nitelikli bir arayışa girmenin ve böylece avukatın yapısının ne olduğunu saptamaya biraz daha yaklaşmanın gerektiğine inanmaktayım. Bu nedenle avukatlık Kanununun 2. maddesinden yararlanmayı düşünmekteyim. İşte bu amaçla söz konusu kanun maddesini incelediğimde maddenin “Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların hakkaniyete ve adalete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.”hükmünün yer aldığını görmekteyim. Bu maddeyi kendime göre değerlendirdiğimde, bana göre avukat;
- Yargı organları önünde ve onların dışında yer alan tüm kişi, kurum ve kurumlar da
- Hukuki münasebetlerin düzenlenmesi ve
- Uyuşmazlıkların çözümü
İçin, hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamakla birlikte, hakkaniyete ve adalete uygun çözüm sağlayacak kişi olarak tanımlanmaktadır.
Bu tanıma göre, avukat, hem uyuşmazlık öncesinde, hukuki münasebetlerin düzenlenmesi aşamasında hem de uyuşmazlıkların çözümünde görev alan kişidir. Bu görevi yerine getirirken hukuk kurallarının tam olarak uygulamanın yanı sıra hakkaniyet ve adalet ilkelerine uygun olarak da davranmak zorunluluğu bulunmaktadır.
Avukatın yukarıda tanımlanan görevlerini yaparken, uymakla yükümlü olduğu usul hükümlerinin değerlendirilmesi ile de avukatın daha net bir şekilde tanımlanacağını ve avukata verilecek olan öğretim, eğitim ve rehberlik hizmetlerinin somut hale geleceğini düşünmekteyim.
Ancak bu değerlendirmeyi yaparken, kişisel bilgimin noksan kalacağının bilincindeyim. Üstelik ben bu değerlendirmeyi eksiği ve noksanı ile ancak, HMUK açısından yapabilecek bilgi dağarcığına sahibim. Diğer usul kanunlarının yabancısıyım. Bu nedenle, diğer meslektaşlarımın katkılarını beklemek durumundayım.
Bir hukuki düzenlemenin oluşması ya da bir uyuşmazlığın çözümü için çalışmanın başlaması için öncelikle tarafların bu konudaki iradelerini bildirmeleri gerekmektedir. İşin doğasında olan bu kural, HMUK’un 79. maddesinde, kimsenin dava açmaya zorlanamayacağı ve 72, 74 ve 75. maddelerinde yer alan kısaca davanın oluşması ve karar verilebilmesi için tarafların iradelerinin şart olması şeklinde özetleyebileceğimiz kuralla pekiştirilmiştir.
O halde, avukat, öncelikle, dinlediğini anlama ve anladığı bu somut olayın içerdiği problemi çözme yeteneğine sahip olmalıdır. Bu yetenek, gerek hukuki münasebetlerin düzenlenmesi gerekse uyuşmazlıkların çözümü görevleri için mutlaka bulunması gereken bir yetenektir.
Avukat ulaşmış olduğu çözümü, önce kendisine başvuran kişiye yani tarafa daha sonra mahkemeye ya da bunun dışında yer alan ilgili mercie anlatmak zorundadır. Bu anlatım zaman zaman sözlü, zaman zaman yazılı olabileceği gibi bazen ikisi bir arada olabilmektedir. Bu nedenle de avukat iyi yazabilme yeteneğine sahip olacağı gibi iyi konuşma yeteneğine de sahip olmalıdır. HMUK 178. maddesi hükmüne göre, davanın açılabilmesi için, HMUK 217. maddeye göre delil bildirmek için, HMUK 375. maddeye göre hüküm öncesi savunmayı sunmak için, HMUK 431. maddesine göre verilen kararı, temyiz edebilmek için, bir dilekçeye gereksinim vardır. Aynı zamanda, HMUK 377. maddesine göre, savunma dilekçesinin yanı sıra, karar celsesinde, son savunma için, tarafların ikişer kere konuşmak hakkı bulunmaktadır. O halde avukatın iyi konuşma ve güzel yazma yeteneğinin bulunması da gerekmektedir.
Bir hukuki problemin çözümü, maddi ve usul hukuku kurallarını bilmenin yanı sıra bunları yorumlama yeteneğini de gerektirmektedir. Üstelik bu yorum yapılırken, hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi gibi bu gün önem vermediğimiz bilim dallarından hatta genel kültürden de yararlanmak gerekmektedir.
Üstelik problemi çözmek başka şey bunu uygulamaya koymak başka şeydir. Özellikle birden fazla, çözüm yoluna sahip problemlerde yollardan hangisinin seçileceğinin kararını vermek gerekecektir. Gerek bu tür kararlar, gerekse uzlaşma yöntemleri uygulanırken alınması gereken kararlar, nedeniyle, avukatın karar verme yeteneğine de sahip olması gerekmektedir.
Yazdığını okutabilmek, söylediğini dinletebilmek için, güvenilir bir kişi olmanız gerekmektedir. Böylesi bir yeteneğin de avukatta bulunması şarttır. Üstelik bu yeteneğin sergilenebilmesi için bu gün önemsiz bir konu gibi değerlendirilen giyim-kuşam, davranış, vücut diline hâkimiyet gibi konular da önem kazanmaktadır.
Olayı usul hukuka ilişkin bir örnekle biraz anlaşılır hale getirmekte yarar bulunmaktadır. Dava ya da cevap dilekçesinin içeriğinin ne olacağı, verilmesinin yada verilememiş olmasının koşulları/sonuçları, verilememiş ise neler yapılabileceği gibi konular lisans eğitimi sırasında verilmesi gereken hukuk bilgileridir. Hâkim, savcı, avukat, kaymakam, müfettiş ayrımı yapılmaksızın tüm öğrencilere bu bilgi verilir. Avukatlık stajında ise, bu dilekçenin çatısının nasıl kurulacağı, ilk itirazların bu aşamada dilekçede bulunmasının zorunluluğu, maddi vakıalarla deliller arasındaki ilgi, bu ilginin madde ve şekli hukuk kuralları dikkate alınarak, yasal açıdan değerlendirilmesi gibi konular da bilgi verilmelidir. Yanında staj yapılan avukat yani meslek rehberi ise yaşanmışları bilgisi ile birlikte stajyerine sunmalı ve özellikle seçme ve uygulama konusunda karar verme hakkını ona bırakmalıdır. Konuları tartışmalı, doğruları ya da yanlışları birlikte bulmanın yolunu aramalıdır.
Avukatın faaliyetlerini gösterir şemalar yani iş akım şemaları çıkarılarak, gereksinimlerimiz bulunabilir. Gereksinimlerimiz bulunduktan sonra ise, bunları giderebilmemiz için nasıl bir eğitim yapmamız gerektiğinin planlaması yapılabilinir.
Eğitim planlaması ile uğraşan bir profesyonel için bu anlattıklarım gülünç gelebilir. Olsun gülünç gelsin, ancak, gördüğüm o ki, staj eğitimi hatta meslek içi eğitim dendiğinde, hepimiz kendi kafamıza göre çözümler üretmekte ve bunu okuyucuya ya da dinleyiciye sunmaktayız. Olayı gereksinimler ve bunların giderilmesi açısından değerlendirmemekteyiz. Eğer ben yanılmıyorsam bu değerlendirme ilk kez söz konusu tartışmalı sunum da gerçekleşti. Dilerim bundan sonra kendi düşüncelerimize ya da okuduğumuz/gördüğümüz ülkelerin yöntemlerine ilişkin önerilerimizi sunmak yerine gereksinimlere dayalı öneriler sunarız. Sağlıklı çözümler üretiriz.
Eğer bu çalışmayı gerçekleştirmez ya da savsaklarsak, Samanyolu TV’nin “Boşanmak istemiyorum” adlı programında olduğu gibi, hukukla ilgisi olmayan, bizim dışımızdaki kişi ve kuruluşlar, gerçeğe aykırı programlar yolu ile kendi düşündükleri hayali yargı sistemini ve maddi hukuk kurallarını varmış gibi topluma tanıtmaya devam edeceklerdir. Hatta hayali bir yargıç tiplemesinin toplumca kabul görmesi için çalışacaklardırlar. Bu çalışmanın sonucunda, Amerikan filmlerindeki yemin sahnesinin benimsenip, mahkemelerimizdeki yeminlerde de el kaldırma yönteminin vatandaşlar tarafından, benimsendiği gibi, toplum bu kuralları da benimseyip uygulamasını talep edebilir ve çözülmesi güç problemlerin dogmasına neden olurlar. Bizler ise, kanunların emrettiğini gerçekleştirememenin üzüntüsünün yanı sıra, istemediğimiz bir yargısal yapılanmanın doğmasın seyretmek zorunda kalırız.
Bu yazıda yer alan düşüncelerimi sizlerle paylaşmanın yanı sıra, bir başka konuda da sizlerden destek istemekteyim. Bilindiği gibi usul kanunları, her hâkim tarafından ayrı yorumlanmakta ve her avukat tarafından ayrı uygulanmaktadır. Bu durum kargaşaya neden olmakta, hatta usulün emredici hükümlerinin uygulanmaması nedeniyle haksızlıklara bile sebep olunmaktadır. Bu kusurlu davranışı oluşturan avukat ve hâkim meslektaşlarımızı uyarmak ve usul hükümlerine uygun davranılmasını sağlamak için 7 Ekim 2009 pazartesi günü başlamak üzere bir hafta boyunca, bu davranışı kınadığımı belirtmek için cüppemin sol yakasına beyaz bir kurdele taktım. Bu davranışımda beni destekleyenlere, hatta bana katılanlara tekrar teşekkür ederim.
Saygılarımla

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder