16 Mayıs 2010 Pazar

Edepsizlik Etmeyin ve Bir Örnek Davranış


Yazının başlığını görünce, sizlere kızdığımı ve sizleri terbiye etmeye kalktığımı düşünmeyin. Başlıkta yer alan bu sözcükler, Ankara’daki ağır ceza mahkemelerinin birinde, mahkeme başkanı tarafından, yargılama aşamasında, avukatlara söylendiği ve beni çok üzdüğü için, bu konuda birkaç şey söylemek ve bu anlatımıma da bunu başlık yapmak istememden ötürü orada yer almıştır.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu yargıcı tanımıyorum, bu sözlere muhatap olan meslektaşlarımın bir kısmı ile siyasi düşüncelerim arasında fark bulunmaktadır, bunlardan bir kısmını tanır bir kısmını tanımam, hatta tanıdıklarımın bir kısmı ile de aram iyi değildir. Ama ne olursa olsun bu davranış beni yaraladı ve suskun kalmamam gerektiğine karar vererek hiç olmazsa bu yazı ile sizleri de bilgilendirmek ve düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Olayın olduğu gün, baro başkan adayı olan bir meslektaşımız, bir mesleki toplantıdaki konuşmasından ötürü ağır ceza mahkemesinde yargılanmaktadır. Olayın bundan sonraki oluşumunu, meslektaşlarım tarafından açılan ve ilk derece mahkemesi sıfatı ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nde görülen manevi tazminat davasının kararında yer alan, ağır ceza mahkemesi tutanağının özetine dayalı olarak size aktarmak isterim.
Tutanağa göre olay “Bu arada mahkeme başkanı soruşturmanın genişletilmesi, sanık vekillerinin istemi konusunda Cumhuriyet Savcısından görüş sorulduğu sırada toplu halde laf attılar, daha sonra sesimin duyulmadığını söylediler. Ben oturmaları konusunda yüksek sesle bağırınca “bağırırken sesiniz çıkıyor ama” şeklinde konuştular. Kendilerine “edepsizlik yapmamalarını söyledim” şeklinde ….” oluşmuştur.
Yargıtay 4. HD kararında yer alan açıklamaya göre, ağır ceza mahkemesi tarafından tutulan tutanağa itirazları olan avukatlar da bir tutanak tutmuşlardır.
Tutanaklar arasında ki farkın ne olduğunu, mahkeme tutanağına dayalı hüküm verilirken avukatlar tarafından tutulan tutanağın hiç değerlendirilmemiş olmasını her iki tutanakta da tutanağı düzenleyenlerin taraf olması nedeni ile objektif anlatımların yanı sıra sübjektif anlatımların da bulunabileceğinin hiç tartışılmamış olmasını bir yana bırakmayı yeğlemekteyim. Bir yana bırakmayı yeğlemekteyim çünkü, Yargıtay 4. HD kararında sizlerle paylaşmak istediğim daha önemli konular bulunmaktadır.
Söz konusu kararın 2 sayfasının 3. paragrafının son cümlesinde aynen “Eldeki dava HUMK’un 573/4 maddesinde belirtilen “yargılama tutanakları ile kararların tağyir ve tahrif edilmiş ve söylenmeyen bir sözün hüküm ve kararı etkileyecek şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş olması” hükmüne dayandırılmıştır.” denmektedir ve hükümde de bu madde belirtilerek dava red edilmektedir. Halbuki aynı kararın 1. sayfasında gene “gereği düşünüldü” başlığı altındaki kısmında, “…mahkeme başkanı olan davalının sanık müdafileri olan davacılara “terbiyesizlik etmeyin” diye hakaret ettiği, sözlerinin tutanağa geçirilmesini isteyince davalının gerçeği çarpıtacak şekilde tutanağa geçirmesi nedeniyle davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek her bir davacı için …. manevi tazminat isteminde bulunmuştur.” açıklaması yer almaktadır. Alıntılardan da açıkça anlaşıldığı gibi kararda yer alan iki bölüm arasında çelişki bulunmaktadır. Elbette doğru ifade, dava dilekçesinde yer alan ifadedir. Ancak, bunu irdelemeye gerek yoktur. Çünkü kararda yer alan çelişkiye rağmen karar, talebin doğrusunun ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yargıtay kararında da belirtildiği gibi, davacılar “edepsizlik etmeyin” sözcükleri ile ve bu sözcüklerin kullanılmasında var olan zamansal ve mekânsal koşullarla kendilerine yargıç/davalı tarafından hakaret edildiğini ve davacılar için hakaret niteliğindeki bu eylemin yargıç/davalı tarafından tutanağa hatalı geçirilmesinden ötürü ileride yani şu anda incelemekte olduğumuz Yargıtay kararına konu olan hakaret davasında yanlış yorum ve sonuca neden olabileceğini düşündüklerini dile getirmişlerdir.
Karardan da anlaşıldığı gibi, hakaret, tutanağın oluşumunda değil, duruşmayı yöneten davalı yargıç tarafından kullanılan “terbiyesizlik etmeyin” ya da “edepsizlik etmeyin” sözcüklerinin kullanılması ile oluşmuştur. Bu iki sözcüğü ayrı ayrı kullanmam dikkatsizliğimden kaynaklanmamaktadır, Yargıtay kararında iki ayrı yerde bu iki ayrı sözcüğün kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, sözcük anlamına baktığımızda her iki sözcük arasında bir fark olmadığı için, hangisinin doğru olduğunu araştırmanın bir gereği de bulunmamaktadır.
Görülmekte olan dava bir tazminat davası olduğuna ve kararda da belirtildiği gibi, davalı yargıç bu sözcükleri duruşmada kullandığını dilekçelerinde beyan ettiğine göre, bu beyanı mahkeme içi ikrar niteliğinde olarak kabul edilmelidir. HUMK’un emrettiği bu nitelendirme yapıldıktan sonra davalı yargıcın mahkeme içi ikrarının hakaret niteliği taşıyıp taşımadığının araştırılması gerekir. Kanımca bir kimseye “edepsizlik etme” veya “terbiyesizlik etme” şeklindeki hitap hakaret niteliğinde bir hitaptır. Üstelik hitap edilen kişi savunma mesleğini yaparken yani görevi sırasında böylesi bir davranışa uğrarsa, bu davranışın hakaret olup olmadığını tartışmak bile mümkün değildir. Hâlbuki Yargıtay bu davranışı hakaret olarak nitelendirmemiştir. Yargıtay’a göre bu davranış, 5271 sayılı Yasa’nın 192 ve 203. maddeleri açısından mahkeme başkanına tanınan duruşma düzenini sağlama yetkisinin kapsamında kalmaktadır.
Elbette Yargıtay’ın bu dayanaksız yorumuna katılmak mümkün değildir. Çünkü söz konusu yasanın 192. maddesi duruşmayı yönetme yetkisini mahkeme başkanına vermiştir ve bu doğrudur. Yasanın 203. maddesi 1. fıkrasında bunu tekrarlamaktadır. Ayrıca 203. maddenin 2 ve 3 fıkraları mahkemenin düzenini bozan kişilere karşı, mahkeme başkanının hangi yetkilerle donatıldığını da hükme bağlamıştır. Söz konusu yasa maddesine göre mahkeme başkanı duruşma düzeninin bozulması halinde, savunma hakkını engellememek koşuluyla, düzeni bozan kişiyi salondan çıkartır. Eğer salondan çıkartma kararının uygulanmasında ilgili direnç gösterirse, disiplin hapsine hüküm verilir. Ancak disiplin hapsi yasadaki açık hüküm nedeniyle avukatlara uygulanamaz.
Buraya kadar ifade ettiklerimizi değerlendirirsek davalı yargıç mahkeme içi ikrarda bulunarak, davacılara duruşma sırasında “terbiyesizlik etmeyin” dediğini kabul etmektedir. Bu sözcükler her kime karşı kullanırsa kullanılsın, hakaret niteliğindedir. Bu sözcükler duruşma sırasında, savunma görevi yapan avukatlara karşı kullanıyorsa, hiç tereddütsüz hakaret niteliğindedir. Yargıtay kararında belirtildiği gibi yargıcın bu tutumu CMK’nın 192 ve 203. maddeleri kapsamında yorumlanamaz. Yargıtay tarafından yapılan böylesi bir yorum hatalı bir yorum olup savunma hakkını zedeleyici nitelikte olduğu için eleştirilmesi gerekmektedir.
Bu değerlendirmenin ardından davacıların tutum ve davranışlarında bu haksız fiilin yani hakaretin oluşumuna katkıları olup olmadığının da değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Olaya bu açıdan baktığımızda aşağıdaki saptamaları yapmak zorunda kalırız.
Yargıtay kararında yer alan, davalı yargıcın beyanına göre, davalı yargıç’ın bu beyanı kullanmasından önce, davalı yargıç, “…duruşma savcısının bir konuda görüşünü sorarken..” davacılar “ …. Biz de duymak istiyoruz, yüksek sesle konuşun …” şeklinde beyanda bulunmuşlardır.
Görüldüğü gibi olayın özünde davalı yargıç ile duruşma savcısı arasında geçen konuşma yer almaktadır. Her iki taraf da davalı yargıç ile duruşma savcısının sanık avukatları tarafından duyulmayacak şekilde konuştuklarını kabul etmektedirler. Bilindiği gibi yargılama da üç temel değişik rolde insan yer almaktadır. Bunlardan bir tanesi iddiayı gerçekleştiren savcıdır. Diğeri ise, savunmayı gerçekleştiren savunman yani avukattır. Üçüncü unsur olan yargıç sav ve savunmayı değerlendirerek yasaların kendisine verdiği yetkilerle yasalara ve hakkaniyet ilkelerine uygun, adil bir hüküm kurmak zorundadır. Yargıç, sav ve savunmaya eşit uzaklıkta bulunmak zorundadır. Aksi takdirde, hükmün içindeki hakkaniyet ve adillik unsuru zedelenebilir. Yılların vermiş olduğu geleneksel yapımızda hâkimin savcıyla birlikte salonda yer alan insanlardan daha yüksek bir konumda oturmuş olması ikisi arasında bir birlikteliğin varlığını ortaya koymaz. Bir başka yazımda da değindiğim gibi aynı konumda oturmuş olmaları, Osmanlı dönemindeki kadılık sisteminde kadının aynı zamanda hem sav hem de hüküm vermeye yetkili olmasından kaynaklanmış olabilir. Ama günümüzde çok güzel bir örnek olarak anayasa mahkememizde savcılık makamının, salonda savunma ile aynı seviyede, yer aldığını görmekteyiz.
Son günlerde İstanbul Adliyesinde gerçekleşen bir başka güzel olayı da burada sizlere aktarmak isterim, bir avukatın yargılanmasında, sanık avukat ile onun vekili olan avukatlar yan yana oturmuşlar ve sanığa tanınması gereken bir hakkın varlığını bana göre ilk kez gerçekleştirmişlerdir. Dilerim bundan sonra savcılar da müştekilerle birlikte salonda yerlerini alırlar, böylece gerçekten olması gereken oturma düzeni sağlanmış olur.
Somut olayda ilk hatalı hareket yargıçtan gelmiştir. Çünkü yargıcın savcıyla özel bir şey konuşması yargılama kuralları açısından doğru bir davranış değildir. Bu nedenle Türk Ceza Kanunu’nun 129/1 maddesiyle benimsediği hakaretin tepkiden doğması hali dahi somut olayımızda oluşmamıştır. Diğer bir anlatımla olayın başlangıcındaki sorumluluğu avukatlara yüklemek mümkün değildir.
Edepsiz sözcüğü ve bundan türetilen edepsizlik, utanmazlığı ve terbiyesizliği anlatan bir sözcüktür. Bu sözcük yalın haliyle hakareti içeren bir sözcüktür. Sözcük yalın haliyle hakaret içermese bile zaman zaman sözcük kullanıldığı ortama göre, kullanılan ses tonuna, beraberindeki jestlere ve vücut diline göre de değerlendirilerek hakaret olduğuna karar verilebilir. Örneğin “beyefendi” sözcüğü bile yeri geldiğinde hakaret amaçlı kullanılmış olabilir. Ancak tüm bunları bir kenara bırakmış olsak bile, zaten sözcük kendi başına hakareti içermektedir.
Yerel mahkemenin belirttiği ve Yargıtay’ın kabul ettiği gibi bu sözcüklerin CMK 192 ve 203. maddelerin kapsamında değerlendirmek mümkün değildir. Ceza hukukunda kıyas olmadığı için, zaten kıyaslayacak da bir şey olmadığı için eğer avukat ya da herhangi bir kişi duruşmanın düzenini bozarsa hâkim ancak bu maddelerin kendisine açıkça tanımış olduğu yetkileri kullanabilir. Bu yetkilerin dışına çıkamaz. Bunlar ise yasada açıkça belirtilmiştir. Savunma hakkını engellemeyecek şekilde salondan dışarıya çıkartmak, avukatlar hariç çıkma kararına direnç gösteren kişilere 4 güne kadar disiplin hapsi uygulamak hâkimin yetkisine giren işlemlerdir. Hâlbuki yargıç somut olayımızda görevli kişiye hakaret etmiştir. Böylece yasayı uygulamak yerine suç işlemiştir.
Yargıcın avukata karşı yapmış olduğu bu tutum kabul edilebilir bir davranış değildir. Yargıtay kararı ise savunmanın onurunu korumak açısından eleştirilmesi gereken bir karardır. Bu nedenle bu konuyu sizlerle paylaşmak istedim.
Sizlerle bir başka hususu daha paylaşmak isterim. Bana göre kabul edilmesi mümkün olmayan yukarıdaki olay ile birlikte İstanbul Barosu Kartal Bölge Temsilciliğinin Türkiye’ye faks yoluyla yaydığı bir hâkimin yargılanmasında en azından moral destek olabilmek için 14.05.2009 tarihinde Yargıtay’da olmamıza ilişkin çağrısını aldım. Bir yanda meslektaş olarak saydığımız bizden biri diye benimsediğimiz yargıçlara karşı bizim tutumuz ile görevimizi yaparken evindeki çocuğuna bile davranamayacağı bir üslupla bize karşı davranan aynı meslek grubunun tutum ve davranışını kıyasladım. Üzüldüm.
Kendi yaşamımda bir yaşanmışı daha hatırlayınca üzüntüm bir kat daha arttı. Hatırladığım olayda, bir büyük şehrimizde görev yapan bir bayan savcı meslektaşımız, büyük mağazaların birinden alışveriş yaparken, hatalı bir şey almamak amacıyla, daha önce kullandığı boş parfüm kutusunu da yanında götürmüştür, özel güvenlik adını verdiğimiz ancak yasa ile bağdaşmayan şekilde atanan ve görev yapan mağaza görevlisi, bayan savcı kimliğini göstermesine rağmen, bayan savcıyı aramak istemiştir. Bu olay bir büyük gazetemizde hatırı sayılır bir şekilde yer bulmuştur. Bu olayda üzüntümü belirtmek için bayan savcı meslektaşıma göndermiş olduğum kısa bir not bile kendisini çok duygulandırmıştır. Çünkü kendi ifadesine göre, hâkim ve savcı meslektaşları kendisini aramamıştır. Bu davranış meslektaşlar olarak hepimiz için üzüntü veren bir davranıştır. Bizler tüm diğer meslek üyeleri gibi yasalara saygı göstermek ve toplumun yararını kendi yararımızdan önce görmek kaydı ile bir birimize sevgi ve saygıda kusur etmemesi gereken kimseleriz.
Yazımın bu kısmını rahmetli babamın çok sık kullandığı bir deyişle bitirmek isterim. “Olmayasın keser gibi hep bana hep bana, olmayasın rende gibi hep sana hep sana, olmalısın testere gibi bir sana bir bana”.
Buraya kadar anlattıklarım, yazıda yer alan başlığın ilk kısmına ilişkindir. Yazıyı bu hali ile baskıya verdiğim sırada kişisel yaşamımda ki bir olay nedeni ile yazının yayının bir süre ertelenmesini talep ettim.
Bu erteleme dönemimde, saygı duyduğum meslektaşlarımdan biri, şimdi size örnek davranış olarak sunmak istediğim bir mahkeme kararını bana verdi. Ocak ayının duruşmasız geçen günlerinin ardından, kararda imzası bulunan yargıcı tanımak ve izlemek için mahkemesine gittim ve izledim. Yargıcı gördüğümde isim unutma olayıma çok sinirlenmekle beraber biraz da keyif aldım. Çünkü ben bu yargıcı heyetli mahkemelerden hatırlamakta idim. Ancak, o zaman mahkemenin heyetli olması nedeni ile yargıcın yeteneklerini göremediğimin farkına vardım. Kafamda heyetli mahkemelerle tek hâkimli mahkemelerin tartışmasını yaptım. Heyetli mahkemelerin üstünlüğünü kabul etmekle beraber uygulamanın doğru gelişmediği kanısına vardım. Fırsat bulursam heyetli mahkemelerle tek hâkimli mahkemelerin karşılaştırmasını bir başka zaman yapmak isterim. Şimdi ana konuya dönmek istiyorum.
Şimdi irdeleyeceğimiz mahkeme kararında da bir meslektaşımıza yapılan hakaret davanın konusunu oluşturmaktadır.
Bu davanın konusunu oluşturan hakaret de bir önceki olayda olduğu gibi yargılama aşamasında, yargı görevi yerine getirilirken oluşmuştur.
Yerel mahkemenin kararına göre davalı, taraf olarak katıldığı Ankara dışındaki bir ceza yargılamasında, sanıklar vekili olan davacıyı kastederek “sanıklar vekili Ankara Barosu avukatı olduğundan raporun düzenlenmesinde bilirkişilere ulaşıldığı izlenimini edindim.” demiş ve bu beyan, sanıklar vekil olan davacının talebi ile ceza yargılamasının tutanağına geçirilmiştir.
Yerel mahkeme, gerekçeli kararında öncelikle hangi delilleri topladığını ve bu delillerin içeriğinin neler olduğunu açıklamıştır. Yerel mahkeme bu davranışı yaparken delillerin HUMK 239 ve 242. maddesine uygun davranmış ve bunu madde belirtmeden kararında göstermiştir. Yerel Mahkeme bunun yanı sıra HUMK 241 ve 243. maddelerine uygun davrandığını yani delilleri Mahkemede, aleni celsede değerlendirdiğini ve başka yerde dinlenen tanıkların nerede dinlendiğini de kararında gene madde belirtmeden ifade etmiştir.
Yerel mahkeme, somut olayı yani maddi vakıayı değerlendirmiş ve bu değerlendirmeyi gerekçeli kararında açık bir şekilde dile getirmiş, bu maddi vakıanın hangi hukuk normu ile ilişkilendirilmesi gerektiğini de vurgulamıştır. Böylece kararın hukuk eğitimi almamış kişiler tarafından da anlaşılır olmasını sağlamıştır. Kanımca bu şekilde davranarak adil yargılamanın gerçekleşmesini sağlamıştır.
Yerel Mahkeme bu aşamada sonra delillerden hangisinin kendisince ve neden kabul edilmesi gerektiğini araştırmış ve resmi belge niteliğinde olan duruşma tutanağı varken tanık deliline dayanılamayacağını dile getirerek yani kabul edilen ve edilmeyen delil ayrımını HUMK 242 ikinci cümleye uygun olarak gerçekleştirmiştir. (Kanımca burada tanık delilinin toplanmaması gerektiğine baştan karar verip bunu 242 maddenin ikinci cümlesinde yer alan iade edilen delil kapsamında değerlendirmesi daha uygun olurdu. Ancak, yargılamanın tamamının aynı hâkim tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini bilmediğimiz gibi, yargılama aşamalarını da bilmemekteyiz. Bu nedenle bu eleştiriyi parantez içinde sunmayı yeğledim.)
Yerel Mahkeme bu aşamadan sonra HUMK 388. maddesine özellikle 388/4 maddesine uygun bir hüküm fıkrası da oluşturarak ve 389 maddenin emrettiği açılıkta hüküm kurarak üzerine düşen görevi, kusursuz bir şekilde yerine getirmiştir.
Merak ettiğim fakat cevap bulamadığım tek husus hükmün tefhimi ile kararın yazılımı aşamasında HUMK 381. maddesinin emrettiği 15 günlük süreye uygun davranılıp davranılmadığıdır.
Belki sizler birinci kararın ikinci kararda olduğu gibi incelenmemiş olmasının nedenlerini sorgulamak istersiniz diye söylüyorum, birinci kararda HUMK’un bu emredici kurallarına hiçbir şekilde uyulmamış olduğu için bu yolda bir inceleme yapılamamıştır ve kanımca birinci kararda HUMK 573/3 ve 573/7 maddelerine aykırı davranılarak yani HUMK’un emredici hükümlerini yerine getirmeyerek, kararı veren yargıçların sorumluluğunun doğmasına neden olunmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.12.2003 tarih, 2003/4-203 E., 2003/247 K. sayılı kararında, bilinen hukuk kurallarının uygulanmaması halinde yani 573. maddeye aykırılık halinde hakim açısından cezai sorumluluğun doğacağının açık bir dille hüküm altına alındığını, bu kararın benzer olaylarda da uygulama şansı bulunduğunu, böylesi bir durumun doğması halinde ise, savcı, hakim ve avukattan oluşan tüm yargı mensuplarının üzüntü duyacağını da dile getirmek isterim.
Bana göre, her iki kararda bulunan ortak noktalardan biri, kişilerin olumsuz giden her hangi bir işten ötürü hemen kendi dışında kusurlu birilerini arama alışkanlığının gün geçtikçe toplumda yaygın hale gelmesidir. Çünkü biz çocukluğumuzdan beri hiçbir hatalı harekette bulunmamış insanlarız. Eğer sınıfta kalmış isek, hocanın bize inat gitmesinden/bize takmasındandır. Ya da çocuğumuz sınıfta kalmış ise bu kez gene hoca hatalıdır. Biz hiçbir zaman hatalı olamayız. Biz hatalı olamadığımız gibi bize yakın olan hiç kimse de hatalı olamaz. Bu alışkanlıktan bir an önce vazgeçmeli ve hatalarımızı sorgular ve onları kabul eder hale gelmeliyiz. Bu davranış hem kişisel hem de toplumsal mutluluğumuz için kaçınılmazdır.
Bu hatalı davranışımız nedeni ile, bazı meslek mensuplarını da peşinen hataların kaynağı görme alışkanlığına sahip olduk. Bu meslek gruplarından biri de avukatlardır. Ortada yalan tanıklık varsa, bu tanığı tarafların mahkeme salonuna getirdiği unutulur ve avukat yalan tanık bulmaktan ötürü itham edilir. Bilirkişi raporu hatalı ise yada kasten yanlı yazılmış ise, bizim avukatımız bir şey yapamamış fakat karşı tarafın avukatı bilirkişi ile bağlantı kurmuştur. Bilirkişi kusursuz avukat kusurlu hatta ahlaksızdır. Ancak bu ahlaksızlık bilirkişiye ulaşan karşı tarafın avukatı olduğunda geçerlidir. Bizim avukat ulaşmış ise başarılı avukattır. Kısaca, yargılamada aleyhimize bir şey doğmuş ise bizim haksızlığımız söz konusu olamaz, asla tartışılamaz, çünkü böylesi şeyleri tartışmak emek gerektirir, bunun yerine bizim bir kusurlu bulmamız gerekir, aradığımız kusurlu kişi ise avukattır.
Mitolojiye göre, şeytan cennetten kovulmadan önce de yargılama vardı ve şeytan yargıçlık görevini yapmakta idi. O günden bu güne her toplumda bir yargılama sistemi ve yargıç olmuştur. İnsanın karnını doyurmaya duyduğu ihtiyaç ne ise toplumların da yargıya duyduğu ihtiyaç odur. Yargılamanın tek kişi elinde toplanması yani savcı ve savunmanın yer almadığı sadece yargıcın gerçekleştirdiği bir yargılama tek bacaklı sacayağı yapmaya çalışmakla eş değerdedir. Bunun üzerinde tencere tutmak mümkün olamayacağı için yemek pişirmek de olanaksızdır. Bu nedenle, yargıyı bir bütün olarak ele almalı ve her birine hak ettiği eşit değeri vermelidir. Aksine davranış sacayağının devrilmesine sebep olur. Tencere kaynamayacağı için de toplum olarak aç kalırız.
Yargıya karşı oluşan bu olumsuz tutum, hor görme, karalama yargının içinden geldiğinde ise, sistemi ayakta tutmak mümkün değildir.
Benim dileklerimden biri, toplumun kendi kusurlarını değerlendirip bunları gidermenin yollarını aramaya başlaması, yargının elbette ki savunmanın yer aldığı yargının yaşamın vazgeçilmesi olduğunu kabul etmesidir.
Benim dileklerimden bir başkası ise, ikinci karar benzerlerinin artması, hatta bu kararların örnek karar olmak yerine sıradan karar gibi değerlendirileceği günlerin gelmesidir. Yargı mensubu olan savcı, hâkim ve avukat olarak bizlerin, sevgi ve saygı ile, birlikte, doğruları bulmak için hareket ettiğimizde, bu günlerin geleceğine de inanmaktayım.
Saygılarımla

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder