Aşağıda yer alan soru benim hazırladığım soru, cevap ise henüz bir yıllık avukat Cansın Erkuş'a ait.
İhtiyar avukatlar, Cansın dahil olmak üzere iki stajyer iki de genç avukatla biz bu çalışmayı, karantinadan önce yüz yüze yapıyorduk. Şimdi, internet aracılığı ile yapıyoruz. Çalışmanın hedefi, genç meslektaşlarımın, dilekçelerini değerlendiren yada duruşmada dinleyen hakimlerin "ben sizden çok şey öğrendim" demesini sağlamaktır.
Size de önerim, evde sıkılmak yerine benzer şeyi sizlerde yapınız.
Herkese sevgi ve saygı ile
Av. Ender Dedceağaç
Yazının genişletilmiş hali 7.4.2020 de bu blogda yer almaktadır
SORU:
Mücbir sebep ile umulmadık hal arasında ne fark var?
Günümüzdeki salgın hastalık, hangi sözleşmeler için mücbir sebep, hangi
sözleşmeler için umulmadık hal, uygulamayı gerektirir.
Üçüncü köprü için ödenmesi gereken geçiş garantisi için hazine
avukatı olsa idin nasıl bir çözüm önerirdin.
|
1.
MÜCBİR SEBEP – BEKLENMEYEN HAL
Hukukumuzda, mücbir sebebin kanuni
bir tanımı yapılmamış, şartları Yargıtay içtihatları ve doktrindeki görüşler
doğrultusunda belirlenmiştir. Ayrıca taraflar, sözleşmede bazı durumları da mücbir
sebep olarak sayabilirler. Sözleşmede
yer almayan bir durumun mücbir sebep olabilmesi için
- kaçınılmaz
- karşı konulamaz
- öngörülemez
-
taraflardan hiçbirinin sorumluluğunu gerektirmeyecek nitelikte olması (yani
hiçbir tarafın olayın/zararın meydana gelmesinde kusurunun olmaması) gerekmektedir.
Şartlar, ancak bir arada bulundukları
takdirde bir olayın mücbir sebep olarak nitelenmesine imkân verir.
Yargıtay’ın “mücbir sebep”
yorumlaması, her bir sözleşmenin niteliğine göre değişebilmektedir. Örneğin,
birçok sözleşme türünde doğal afetler mücbir sebep olarak görülebilirken,
yüksek özen düzeyinin arandığı sözleşmelerde veya bizatihi doğal afeti teminat
altına alan sözleşmelerde (sigorta vb.) “mücbir sebep / beklenmedik hal
(fevkalade hal)” kavramının oldukça dar yorumlanması söz konusu olmaktadır.
Sözleşme altında açıkça “mücbir sebep” kabul edilebilecek durumların sınırlı
olarak sayılması halinde ise hukuk öğretisinde kural olarak borçlunun, sınırlı
şekilde sözleşmede belirlenmiş “mücbir sebep” hâllerinin dışında kalan olaylar
için sözleşmede düzenlemiş mücbir sebeplerin hukukî etkilerinden
yararlanamayacağı kabul edilmekle birlikte, TBK md.112 altında yer alan
“kusursuz sorumluluk” prensibinden de faydalanmanın mümkün olduğu ileri
sürülebilecektir. Bu nedenle, sözleşmede açıkça
mücbir sebep hallerinin düzenlenmediği veya düzenlense dahi sözleşmede
öngörülemeyen bir mücbir sebebin oluştuğu durumlarda, dürüstlük kuralı ve
kusursuz sorumluluk ilkeleri çerçevesinde sözleşme dengesi yeniden
değerlendirilmelidir (bkz.
COVID-19 Salgını ve Sözleşmesel İlişkiler, Hergüner Bilgen Özeke Avukatlık
Ortaklığı, https://www.theworldlawgroup.com/writable/documents/news/25.03.2020-Hukukta-g%C3%BCndem-COVID-19un-S%C3%B6zle%C5%9Fmesel-Y%C3%BCk%C3%BCml%C3%BCl%C3%BCklere-Etkisi-Client-alert-The-effects-of-COVID-19-on-Contractual-Liability.pdf )
Mücbir sebepte olayın nedeni
bilindiği halde önlenmesi olanağı yoktur. Mücbir sebep teşkil eden haller,
insanların elindeki araçlarla karşı koyamayacağı ve çoğunlukla da doğadan
kaynaklanan olaylardır (bkz. Ar. Gör.
Çınar Can Evren, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XIV, Y. 2010, Sa.
1).
Borçlar Hukukunda mücbir sebep,
beklenmeyen hal veya fevkalade hal olarak adlandırılan durumlar, kişilerin
sorumluluğunu kaldıran hallerdendir. İdare Hukukunda da mücbir sebepler,
idarenin sorumluluğunu kaldıran haller arasında sayılır. Bu hadiselerde
idarenin eylemi-işlemi ile zarar arasında illiyet bağı kurulamayacağı için
idarenin sorumlu olmayacağı kabul edilir. Ancak idarenin gücünün artması ve
teknolojik gelişmelerle idarenin sorumluluğunu kaldıran mücbir sebepler gün
geçtikçe sınırlanmaktadır (bkz. Danıştay
Kararlarında Mücbir Sebep Kavramı, Prof. Dr. Turan Yıldırım, Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi • Cilt 25, Sayı 2, Prof.
Dr. Ferit Hakan Baykal Armağanı, Aralık 2019, ISSN 2146-0590, ss. 1520-1538 •
DOI: 10.33433/maruhad.667551, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/909407).
Beklenmeyen hal ise sözleşme
ilişkisinde borçlunun irade ve davranışından bağımsız olarak borçlunun borcunu
ihlal etmesine kaçınılmaz biçimde neden olan olaydır. Umulmayan haller de
önlenemeyen olaylar olmakla birlikte, bu tür durumlarda olayın nedeninin bilinmemesi
zararı doğuran esas nedendir. Neden önceden bilinmiş olsa, alınacak tedbirlerle
olay ve neden olduğu zarar ortadan kaldırılabilecektir. Bu nedenle, umulmayan
hal, nedeni belli olmayan kusur olarak da adlandırılmıştır (bkz. Ar. Gör. Çınar Can Evren, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi C. XIV, Y. 2010, Sa. 1).
Beklenmeyen hal kuramının uygulanması
için, sözleşme yapıldığı sırada mevcut olan şartların önemli ölçüde değişmesi
aranır. Beklenmeyen hal teorisi, Alman hukukunda işlem temelinin çökmesi kuramı
olarak genişletilmiş olup sözleşmenin temelini teşkil eden, karşılıklı edimler
arasındaki dengenin taraflardan biri için artık çekilmez biçimde bozulduğu
hallerde, işlem temelinin çökmesi söz konusudur (Burcuoğlu Haluk, Hukukta
Beklenmeyen Hal ve Uyarlama, Filiz Kitabevi, 1995, s. 9). Beklenmeyen hal
mücbir sebepten daha geniştir. Beklenmeyen halin
varlığı için nisbi kaçınılmazlık aranır. Borçlunun aynı şartlardaki makul bir
kişinin göstereceği özeni göstermesi ve tedbirleri almasına rağmen olayın
sözleşmenin ihlaline yol açacak olması söz konusudur. Ancak mücbir
sebep bakımından mutlak bir kaçınılmazlık söz konusudur ve dıştan kaynaklanır (bkz. Korona Virüs Salgınının Sözleşmelere
Etkisi, İfa İmkânsızlığı, İfa Güçlüğü ve Uyarlama, Av. Dr. R. Tamer Pekdinçer, Av. İrem
Toprakkaya Babalık,
03.04.2020, https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-sozlesmelere-etkisi-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama/).
Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunun
10.maddesinde mücbir sebep olarak kabul edilebilecek haller şöyle
düzenlenmiştir: a) Doğal afetler. b) Kanuni grev. C) Genel Salgın Hastalık. d) Kısmî veya genel seferberlik ilânı. e)
Gerektiğinde Kurum tarafından belirlenecek benzeri diğer haller. 10.madde,
idarenin yukarıda sayılan halleri mücbir sebep olarak kabul etmesi için ayrıca
şu şartları da aramaktadır: a) Yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri
gelmemiş olması, b)Taahhüdün yerine getirilmesine engel nitelikte olması,
c)Yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemiş bulunması.
Gündelik yaşamın, düzen içerisinde
devamını sağlamakla yükümlü olan idarenin bu düzeni bozacak nitelikteki
afetlerin gerçekleşmemesine (daha doğru bir ifadeyle afetin engellenmesi mümkün
olmamakla birlikte afetin doğuracağı zararlı sonuçların engellenmesi) yönelik
önlemler alması ve gerçekleşmesi halinde de en az zararla atlatılmasını
sağlayacak faaliyetlere derhal girişilmesi, idarenin temel görevlerindendir. Bu
nedenle meydana gelen deprem, sel gibi bir olay derhal mücbir sebep olarak
değerlendirilmek yerine idarenin alması gereken önlemleri alıp almadığı, ilk
önce tespiti gereken bir husustur (bkz.
Ar. Gör. Çınar Can Evren, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XIV, Y.
2010, Sa. 1).
Ø Kamu İhale
Sözleşmeleri Kanunu’na Göre Mücbir Sebepler ve Sonuçları, Yrd. Doç. Dr. Ş.
Barış Özçelik, TBB Dergisi 2016 (123), syf. 303 vd.) :
İfa
İmkânsızlığının Mücbir Sebepten Kaynaklanmasının Sonuçları:
Mücbir sebep sonucunda imkânsız hale
gelen edimin borçlusu, herhangi bir tazminat ödemeksizin borcundan kurtulur.
Buna karşılık kural olarak karşı edimi talep hakkını kaybettiği gibi, kendisine
ifa edilmiş edimleri de iade etmekle yükümlü olur.
İfanın
Gecikmesinin Mücbir Sebepten Kaynaklanmasının Sonuçları
İfanın mücbir sebepler sonucunda
gecikmesi, geçici imkânsızlık (temporary impossibility, vorübergehende
Unmöglichkeit) olarak da adlandırılmaktadır (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel
Hükümler, 15. Baskı, Ankara 2013, s. 1040; Rona Serozan, Borçlar Hukuku Genel
Bölüm, Üçüncü Cilt, İfa İfa Engelleri Haksız Zenginleşme, 6. Bası, İstanbul
2014, s. 186, N. 1; Arnd Arnold, “Die vorübergehende Unmöglichkeit nach der
Schuldrechtsreform”, Juristen Zeitung, Y. 2002, S. 18, s. 866; Özçelik, s. 583.)
Borçlu, borcunu zamanında ifa etmemekle her durumda temerrüde düşer. Gecikmenin mücbir sebepten kaynaklanması, yalnızca
borçlunun, temerrüdün kusura bağlı sonuçlarından kurtulmasını sağlar. Bu
bağlamda alacaklı gecikme nedeniyle uğradığı zararların tazminini
isteyemeyeceği gibi (TBK 118), borçlu, beklenmedik halden doğacak zarardan da
sorumlu tutulamaz (TBK 119) (Bkz. Vedat Buz, Borçlu Temerrüdünde
Sözleşmeden Dönme, Ankara 1998, s. 104- 105; Serozan, s. 228 N. 11; Schwenzer,
s. 465 N. 64.04, s. 466 N. 66.06.). Tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde
ise alacaklı aynen ifadan vazgeçip müspet zararının tazminini isteyemez.
Eren,
(Borçlar) s. 1119; Schwenzer, s. 470 N. 66.26; Oğuzman/Öz, s. 526.). Sözleşmeden dönme
hakkı, borçlunun kusurunu gerektirmediğinden, alacaklı gerekli şartları yerine getirdikten
sonra sözleşmeden dönebilir. Ancak kusura bağlı olan, menfî zararının tazminini
isteyemez (TBK 125/III). Aynı şekilde, ifasına başlanmış olan sürekli borç
ilişkilerinde, TBK 126 uyarınca, borçlunun kusurundan bağımsız olarak
sözleşmeyi feshetme imkânına sahip olan alacaklı, anılan hüküm çerçevesinde
zararının tazminini talep edemez.
Gereği
Gibi İfa Etmemenin Mücbir Sebepten Kaynaklanmasının Sonuçları
Borcun gereği gibi ifa edilmediği
hallerde, borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemeyeceğini ispat etmedikçe,
alacaklının bu nedenle uğradığı zararı tazmin etmekle yükümlüdür (TBK 112). Bu
çerçevede alacaklı dilerse sözleşmeye aykırı ifayı reddedip borçluyu temerrüde
düşürebilir; dilerse TBK 112’den doğan tazminat talep etme hakkını saklı
tutarak ifayı kabul edebilir. Borçlu mücbir
sebeplerle edimi gereği gibi ifa edememiş ve alacaklı sözleşmeye aykırı ifayı
reddetmiş ise borçlu, bu şekilde düştüğü temerrüdün, kusura bağlı olan
sonuçlarından sorumlu tutulamaz. Alacaklının sözleşmeye aykırı ifayı
kabul etmesi sonucunda TBK 112’nin uygulanması halinde, bu hükümden doğan
tazminat talep etme hakkı, borçlunun kusursuzluğunu ispat edememiş olması
şartına bağlı olduğundan, borcun bir mücbir sebep nedeniyle gereği gibi ifa
edilemediğini ispatlayan borçlu tazminat yükümlülüğünden kurtulur.
2.
COVİD-19 MÜCBİR SEBEP Mİ BEKLENMEDİK HAL Mİ?
Covid 19 salgının Türk hukukunda
mücbir sebep oluşturabilecek objektif kriterleri taşıdığı görülmektedir. Ancak
bu salgının bir mücbir sebep olarak değerlendirilebilmesi için ayrıca sözleşme
edimini yerine getirilmesini imkânsız hale getiren bir durum oluşturarak sübjektif
koşulu da sağlaması gerekmektedir. Bu kapsamda, Türk hukukunda korona virüsün
mücbir sebep olarak değerlendirilmesinde, sübjektif koşul tespiti yapılırken, sözleşmede yer alan düzenlemeler, sözleşmenin tarafları,
taraflar arasındaki ticari ilişki, yabancılık unsuru, edimlerin niteliği gibi
unsurlar dikkatli şekilde ele alınarak değerlendirme yapılmalı, korona virüs
salgınının her koşulda mücbir sebep yaratacağı sonucuna varılmamalıdır (bkz. Sözleşmeler Hukukunda Korona Virüsü
Bir Mücbir Sebep Hali Midir? Mücbir Sebep Sayılması Durumunda Sonuçları Ne
Olacaktır, http://www.kasaroglu.av.tr/tr/sozlesmeler-hukukunda-korona-virusu-bir-mucbir-sebep-hali-midir)
Sözleşmede mücbir sebeplerin sınırlı
sayıda belirtilmesi halinde “salgın hastalık” ibaresinin varlığı aranacaktır. Eğer
bir sözleşmede, mücbir sebep halleri tek tek sayılmışsa ve fakat salgın ya da
bulaşıcı hastalık mücbir sebep hali olarak belirtilmediyse, Covid-19’un o
sözleşme bakımından mücbir sebep sayılamama ihtimali vardır. Ancak uygulamada
genellikle, sayılan mücbir sebep hallerinin sınırlı sayıda tutulmayarak “ve
benzeri” gibi ibarelerle ucu açık bırakılmaktadır. Mücbir sebep maddesinde
sayılı hallerin örnekleyici olduğu maddenin lafzından anlaşılıyorsa, salgın ya
da bulaşıcı hastalıklar mücbir sebep hali olarak belirtilmese de Covid-19
mücbir sebep hali olarak kabul edilebilecektir.
COVID-19 pandeminin öngörülemeyecek
bir olay ve öngörülmesi beklenmeyen bir olay olduğu gerek Dünya Sağlık
Örgütü’nün 12.03.2020 tarihli kararı ile COVID-19’un pandemi yani küresel bir
salgın olduğu ilan edilerek mücbir sebep olgularını desteklemektedir. Buna ek
olarak, gerek Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Cumhurbaşkanlığı gerek Türkiye
Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından alınan karar dahilinde halkın zorunlu
olmadıkça sokağa çıkmaması gerektiği, yargılamada söz konusu işlem sürelerin
ertelendiği, adliyelerde nöbetçi sisteme geçildiği belirtilerek birden çok ülke
vatandaşlarının ülkeye giriş çıkışı kapatılmıştır. Bu hususlar dikkate
alındığında, Türkiye Cumhuriyeti ve dünya ülkelerinin küresel salgın sebebi ile
olağanüstü önlemler alarak COVID-19 pandemini sona erdirmeye çalışmaktadır. Bu
da mücbir sebep olgularını desteklemektedir (bkz. COVID-19 Pandemi’nin Sözleşmeler Hukuku Üzerindeki Etkisi Av.
Dilara Nihal Tunç, https://www.bcct.org.tr/wp-content/uploads/20200331-Guden-COVID-19-Pandemi%E2%80%99nin-So%CC%88zles%CC%A7meler-Hukuku-U%CC%88zerinde-Etkisi-.pdf).
Sözleşmenin tüm hükümlerinin birlikte
değerlendirilmesi, salgın hastalığın mücbir sebep teşkil edip etmeyeceğinin
sözleşmenin amacına ve konusuna göre yorumlanması gerekmektedir. Sözleşmede
mücbir sebep hükmüne yer verilmemesi ihtimalinde, sözleşmenin genel ilkelere
göre sona erdirilmesi söz konusu olacaktır (TBK
m. 117 borçlunun temerrüdü, TBK
m. 136 ifa imkansızlığı, TBK
m. 138 ifa güçlüğü).
Korona virüs salgını nedeniyle, faaliyetleri
Bakanlık kararı ile durdurulan işyerleri veya tedarik ve dağıtım kanallarında
aksamalar, işgücü kaybı, ithalat ve ihracat engeli gibi kararlar nedeniyle
faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan işletmeler yönünden mücbir sebebin
varlığı kabul edilebilir. Korona virüs salgınının özellikle kira akdi, hizmet
akdi vb sürekli edimli sözleşmeler yönünden geçici imkansızlığa yol açması
muhtemeldir. Korono virüs salgının mücbir sebep olarak kabul edilmediği
durumlarda somut olayın özelliklerine göre beklenmeyen hal kapsamında
değerlendirilmesi mümkündür. Örneğin hammadde yokluğu, işgücü kaybı gibi üretim
ve satışı etkileyen durumlar beklenmeyen hal olarak kabul edilebilir.
02.04.2020
tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan 2020/5 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi uyarınca,
4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu (istisnaları dahil) ile bu
Kanundan istisna edilen düzenlemeler kapsamında gerçekleştirilen ihaleler
sonucunda imzalanan sözleşmelerde, COVID-19 salgını nedeniyle sözleşme konusu
işin yerine getirilmesinin geçici veya sürekli olarak, kısmen veya tamamen
imkânsız hale geldiğine ilişkin başvurular, yükleniciler tarafından bu durumun
belgelendirilmesi suretiyle sözleşmenin tarafı olan idareye yapılacaktır. İdarelerce
bu başvurular; 5/1/2002 tarihli ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri
Kanununun 10 uncu maddesi ve diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde incelenecek
ve karar alınmadan önce idarelerce Hazine ve Maliye Bakanlığının
değerlendirmesi alınacaktır. İdarelerce yapılan
değerlendirme sonucunda; ortaya çıkan durumun yükleniciden kaynaklanan bir
kusurdan ileri gelmemiş olması, yüklenicinin sözleşmeden doğan yükümlülüklerini
yerine getirmesine engel nitelikte olması ve yüklenicinin bu engeli ortadan
kaldırmaya gücünün yetmemesi şartlarının birlikte gerçekleştiğinin tespit
edilmesi üzerine süre uzatımı verilmesine veya sözleşmenin feshine karar
verilebilecektir.
3.
KÖPRÜ YAPMA DEVRETME GARANTİ VERME / YAP-İŞLET-DEVRET NEDİR?
Yap – İşlet – Devret modeli bir kamu
hizmetinin özel kişilere gördürülmesi yöntemlerinden biri olmakla birlikte aynı
zamanda özel kişilerin de maddi kaynak ihtiyacı duyulan projelerin
gerçekleştirilmesinde kullanabilecekleri bir finansman modelidir. Bu yöntem, yatırımcıların mali kaynak sıkıntısı içinde
bulunan özel kişiye ait bir taşınmaz üzerinde tesis kurması, bu tesisi belli
bir süre işletmesi ve kararlaştırılan süre sonunda devretmesi için uygulanan
bir yöntemdir. 13/06/1994 tarih ve 21959 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap – İşlet – Devret
Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında 3996 sayılı Kanun ile bu usule ilişkin
yasal çerçeve genişletilerek, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet ve görev
alanı içinde olup da İLERİ TEKNOLOJİ VE YÜKSEK
MADDİ KAYNAK gerektiren pek çok yatırım ve hizmetin bu usulle
yaptırılması ve işletilmesi amaçlanmıştır (bkz.
İdare Hukuku, Prof. Dr. Metin Günday, 10. Baskı 2013, syf. 355 vd.)
3996 sayılı Kanuna göre
Yap-İşlet-Devret sözleşmeleri, köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma
suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, enerji üretimi, iletimi,
dağıtımı, maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisler, çevre kirliliğini
önleyici yatırımlar, otoyol, demiryolu, yeraltı ve yerüstü otoparkı ve sivil
kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin
yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında idare ile sermaye
şirketleri veya yabancı şirketler arasında yapılır. Kanunun
9. maddesi uyarınca bu Kanuna göre sermaye şirketi veya yabancı şirket
tarafından yapılan yatırım ve hizmetler, sözleşmenin sona ermesi ile birlikte
her türlü borç ve taahhütlerden ari, bakımlı, çalışır ve kullanılabilir durumda
bedelsiz olarak kendiliğinden idareye geçer.
Türk sermaye şirketi ya da yabancı
şirketin yapım ve işletmesini üstleneceği yatırım ve hizmetin süresinin
belirlenmesinde, yatırım bedelinin ve yatırım için sağlanan kredilerin geri
ödeme süresi ile projenin maliyeti, sermayenin miktarı ve işletme esasları
dikkate alınacak ve sözleşmelerin süresi 49 yıldan fazla olmayacaktır (bkz. İdare Hukuku, Prof. Dr. Metin Günday,
10. Baskı 2013, syf. 355 vd.).
İdare ile özel hukuk kişisi arasında
yapılacak sözleşmenin taraflarca bütün konularında ve şartlarında ve bedelde karşılıklı
anlaşarak imzalanacak hale gelmesi; hazırlık aşaması, ihale aşaması, ihalenin
sözleşmeye bağlanması aşaması olmak üzere üç aşamada gerçekleşir (bkz. Genel Olarak İdarenin Sözleşmeleri,
Prof. Dr. Zehra Odyakmaz, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/789920).
İdare, sözleşmeyi yaparken uygun
nitelikli kişiyi ve en uygun bedeli bulabilmek için idarenin ihalede açıklık,
serbest rekabet ile uygun bedelin bulunması ilkelerine uyma zorunluluğu vardır.
4446 sayılı Kanun ile yapılan Anayasa
değişikliği ve bu doğrultuda 3996 sayılı Kanunda 4493 sayılı Kanun ile yapılan
değişiklikten sonra, aslında kamu hizmeti imtiyaz sözleşmelerine konu
olabilecek hizmetlerin hemen hemen tümü ne yakınının özel
hukuk sözleşmeleri ile özel kişilere gördürülmesine olanak tanınmıştır. Bu gibi
kamu hizmetlerinin özel kişilere gördürülmesine ilişkin sözleşmeler özel hukuk
sözleşmeleri olarak nitelendirilince, bu sözleşmelerden doğacak uyuşmazlıkların
da adli yargı mercilerince çözümleneceği doğal olup bu gibi sözleşmelere
tahkim yolunun konulması da mümkün kılınmıştır.
Sözü edilen kamu hizmetlerine ilişkin
sözleşmeler özel hukuk sözleşmeleri sayıldığında taraflar
eşit konumda olmakta ve sözleşmede yapılacak değişiklikler ancak tarafların
iradelerinin karşılıklı uyumu sonucu gündeme gelebilecektir. İdare, sözleşme
konusu olan kamu hizmetini yeni koşul ve durumlara uyarlayamayacak ve
sözleşmede tek yanlı değişiklikler yapamayacaktır.
3996 sayılı Kanunun “garantiler”
başlıklı 11. Maddesinde “yap-işlet-devret
modeli çerçevesindeki yatırım projeleri için idare adına sermaye şirketleri ya
da yabancı şirketlere, kamu kurum ve kuruluşları ile bağlı ortaklıklarının ve
mahalli idarelerin satın alacakları mal ve hizmet bedelleri ile kamu
kuruluşlarınca, bu şirketlere taahhüt edilmiş üretim girdilerinin temin
edilememesi halinde ilgili sözleşme çerçevesinde ortaya çıkabilecek ödeme
yükümlülükleri için garanti vermeye, sözleşme hükümleri gereği malî yükümlülük
altına giren kamu kurum ve kuruluşları ile fonlar lehine garanti vermeye,
gerektiğinde, proje ile ilgili anlaşmalardaki koşullar çerçevesinde köprü
krediler sağlanmasına veya sağlanacak bu krediler için geri ödeme garantisi
vermeye ve yap-işlet-devret modeline dayanan tesisin ve/veya şirket
hisselerinin söz konusu projelere ilişkin anlaşmalardaki koşullara uygun olarak
satın alınması halinde de dış kredi borçlarını yüklenecek kamu kurum ve
kuruluşları ile bağlı ortaklıklarının ve mahalli idarelerin lehine, finansör
kuruluşlara garanti vermeye ve garanti koşullarını belirlemeye Cumhurbaşkanı
yetkilidir” hükmü yer almaktadır.
Yatırım bedelinin idare veya
hizmetten yararlananlarca ödenmesinin mümkün olduğu Yap-İşlet-Devret
projelerinde, sözleşme tarafı merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin,
işletme süresi içinde taahhüt ettikleri garanti kapsamında doğabilecek ödeme
yükümlülükleri bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlamalara tabi olmadan
idare bütçelerinden ödeneceği de yine kanunun 8. Maddesinde belirtilmiştir.
4.
MÜCBİR SEBEP DURUMUNDA VERİLEN GARANTİ NE OLUR?
Borçlunun
sorumlu olmadığı imkansızlık halinde sözleşme riskinin olumsuz sonuçlarının
hangi tarafa yükleneceği sözleşme ile kararlaştırılmışsa sözleşme özgürlüğü
prensibi uyarınca sözleşme hükümleri uygulanır. Sözleşmenin herhangi bir tarafı
sözleşme hükmüyle mücbir sebepten sorumlu tutulmadıkça, mücbir sebebin neden
olduğu imkansızlıktan her iki taraf da sorumlu tutulmayacaktır. Ancak borçlunun
mücbir sebepten doğan imkansızlığa dair sorumluluğu sözleşme ile açıkça veya
zımnen üstlenmesi halinde, hiçbir kusuru olmamasına rağmen, sözleşme hükmü
gereği, imkansızlık nedeniyle alacaklının zararını karşılamak zorunda
kalacaktır.
Covid-
19 nedeniyle akdedilen sözleşmelerin ifasında güçlük yaşanmakta, bazı
sözleşmelerin ise ifasının imkansızlaştığı görülmektedir. Sözleşmenin
kurulduğu andaki şartların, salgın hastalık gibi beklenmeyen hal veya mücbir sebep
nedeniyle değiştiği durumlarda edim dengesi bozulabilir ve edimlerin aynen
ifasının talep edilmesi sözleşmeye bağlılık ilkesinin sağladığı işlem
güvenliği, hakkaniyete aykırı sonuçlara yol açar. Bu durumda ifa imkânsızlığı
nedeniyle borç ilişkisinin sona ermesi veya ifa güçlüğü nedeniyle
sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması (clausula rebus sic stantibus)
imkanı gündeme gelebilecektir (bkz.
Korona Virüs Salgınının Sözleşmelere Etkisi, İfa İmkânsızlığı, İfa Güçlüğü ve
Uyarlama, Av. Dr. R. Tamer Pekdinçer, Av. İrem
Toprakkaya Babalık,
03.04.2020, https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-sozlesmelere-etkisi-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama/).
Salgının
etkisinin ne zaman sona ereceği bilinmemekle birlikte, karantina vb
süreçlerinin geçici olduğu bilinmektedir. Bu durumda, somut olayın şartlarına
göre dürüstlük kuralı çerçevesinde bir değerlendirme yapılmalı, karşılıklı borç
yükleyen sözleşmelerde TBK
m. 136’nın uygulanamadığı olasılıklarda temerrüt hükümlerine
göre sözleşmeden dönme (TBK
m. 125) veya TBK
m. 138 uyarınca sözleşmenin sona erdirilmesi veya aşırı
ifa güçlüğü nedeniyle uyarlanması seçenekleri değerlendirilmelidir.
Geçici imkansızlık kural olarak borcu
sona erdirmez, ancak geç ifa nedeniyle kusursuz borçlu temerrüdü söz konusu
olabilecektir. Özellikle para borcunun ifasında
imkansızlık söz konusu olmayacağı için geç ifa gündeme gelebilecektir.
Korona virüs salgının geçici imkansızlığa yol açtığı düşünülen durumlarda kesin
vadeli işlemler yönünden bir ayırıma gidilmesi gerekebilecektir. Kesin vadeli
işlemlerde borcun vade tarihinde ifa edilememesi edimin sürekli imkansızlığına
yol açar.
Geçici imkansızlığın ne zaman sona
ereceği belli olmadığı veya sözleşmedeki vadede borcun ifa edilmemesi halinde
ifanın ekonomik değerinin kalmadığı hallerde, her ne kadar ifa aşırı güçleşmiş
olsa bile ifa imkansızlığı sonucunu doğuracağı kabul edilmektedir (bkz. 10 Soruda Covid-19’un Sözleşmelere
Etkisi, Tilegal Avukatlık Bürosu).
TBK
m. 136 hükmüne göre; borcun ifası borçlunun sorumlu
tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Taraflardan birinin
yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyen bir mücbir sebebin varlığı
halinde, ifanın imkânsızlığına ilişkin hükümler uygulanır. Bu durumda, TBK
m. 136 f. 2 uyarınca tam iki tarafa borç
yükleyen sözleşmelerde, imkansızlık nedeniyle borcu sona eren taraf, karşı
edimini isteyemez. Karşı edimini almışsa, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre
iade ile yükümlüdür. İfa imkansızlığının edimin bir kısmına yönelik olması
halinde, sadece imkansızlaşan kısım bakımından karşılıklı olarak sorumluluktan
kurtulma söz konusu olacaktır (TBK
m. 137).
Yargıtay
uygulamasında imkansızlık, ortaya çıkış nedenine göre bazı ayrımlara tabi
tutulmaktadır. Eğer ifa imkansızlığı
sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil aynı sözleşmeyi yapacak herkes
için söz konusu ise buna "objektif imkansızlık", yalnız sözleşmenin
taraflarından birinin tutumundan doğmuşsa buna da "sübjektif
imkansızlık" denilmektedir. İmkansızlık sözleşmeden sonra ve taraflardan
birinin kusurundan kaynaklanmışsa bu durum "kusurlu imkansızlık" ve
fakat tarafların kusuru olmadan meydana gelmişse "kusursuz
imkansızlık" olarak adlandırılır. İmkansızlık borcu sona erdiren
nedenlerden biridir. Borcun ifasının imkansız hale gelmesi, mücbir sebepten,
bir başka ifade ile önlenemez nedenden kaynaklanabilir. Genelde dış kuvvetlerin sonucu olan, borçlunun işletmesiyle bağlantılı
bulunmayan, önceden görülemeyen, kaçınılmaz ve mutlak bir şekilde borcun
ifasını engelleyen olay olarak doktrinde tanımını bulan mücbir sebebin varlığı,
borçlu yönünden borcu ortadan kaldıran nedenler arasındadır (bkz. Korona Virüs Salgınının Sözleşmelere
Etkisi, İfa İmkânsızlığı, İfa Güçlüğü ve Uyarlama, Av. Dr. R. Tamer Pekdinçer, Av. İrem
Toprakkaya Babalık,
03.04.2020, https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-sozlesmelere-etkisi-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama/).
III. Aşırı ifa
güçlüğü
TBK MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen
ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan
bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları,
kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede
borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın
aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa
borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara
uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına
sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının
yerine fesih hakkını kullanır.
Ø Vedat Buz,
2015-2016 ders anlatımından alınan notlar :
Şartları:
1.
Sözleşmenin
kurulduğu sırada mevcut olan şartların sonradan önemli ölçüde değişmiş olması gerekir.
2.
Şartlarda meydana
gelen bu değişikliklerin öngörülemez bir nitelik taşıması gerekir. Bazı şartlar
öngörülmüş olsa dahi etkileri tam olarak öngörülemeyebilir.
3.
Şartlardaki
değişikliğin edim – karşı edim dengesini açıkça ve aşırı bir biçimde bozmuş
olması gerekmekte, bunun ayrıca borçlunun mahvına neden olması gerekmemektedir.
4.
Kanunda veya
sözleşmede uyarlanmaya engel teşkil edecek bir düzenlemenin bulunmaması gerekir.
5.
Borçlunun edimini
henüz yerine getirmemiş veya aşırı ifa güçlüğünden doğan haklarını saklı
tutarak yerine getirmiş olması gerekir.
Uyarlamanın
Şekli:
Uyarlama, sözleşmenin içeriğinin değiştirilmesi
suretiyle gerçekleştirilir. Şartların değişikliğinden etkilenen tarafın edim
güçlüğünün azaltılması ya da karşı tarafın edim yükümlülüğünün arttırılması
şeklinde olabilir. Sözleşme süresinin uzatılması da içerik değişikliği olarak
ortaya çıkan uyarlama şeklidir. Ayrıca dönme veya fesih de sözleşmenin sona
ermesi biçiminde bir uyarlamadır.
TBK md. 138’e göre 2 türlü uyarlama vardır.
1.
Yenilik doğuran
dava
2.
Yenilik doğuran
hak
§ SALGININ ETKİSİNİN NE ZAMAN SONA ERECEĞİ BİLİNMEMEKLE BİRLİKTE,
KARANTİNA VB SÜREÇLERİNİN GEÇİCİ OLDUĞU BİLİNMEKTEDİR. COVİD-19, SÖZLEŞME TARAFLARININ EDİMİNİ İMKÂNSIZLAŞTIRMIYORSA DA
İFA EDİLMESİNİ GÜÇLEŞTİRMEKTEDİR. DOLAYISIYLA SALGINI KÖPRÜ GEÇİŞİNE İLİŞKİN
VERİLEN GARANTİDE İMKANSIZLIK OLARAK DEĞERLENDİRMEMEK, BU DURUMU İFA GÜÇLÜĞÜ
OLARAK KABUL ETMEK GEREK. BU NEDENLE AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜ ÇEKEN TARAF SÖZLEŞMENİN
YENİ KOŞULLARA UYARLANMASINI TALEP ETMELİ GEREKİRSE DAVA YOLUNA BAŞVURMALIDIR.
§ YÜZDE 10 KULLANILAN YOL VE KÖPRÜLERE
YÜZDE 100 ÜZERİNDEN GARANTİLİ GEÇİŞ ÜCRETİ ÖDENMEMELİDİR. TARAFLAR ARALARINDAKİ
SÖZLEŞMENİN UYARLANMASINI SAĞLAMALI EN AZINDAN BU SÜREÇ BİTENE KADAR GEÇİŞ İÇİN
GARANTİ EDİLEN DEĞERE ULAŞILMASA DA YİNE ELDE EDİLEN GELİRLER TARAFA AİT
OLMAKLA VERİLEN GARANTİNİN HÜKÜM İFADE ETMEMESİNDE KARAR KILINMALIDIR. BU
SÜRECİN TELAFİSİ İÇİN GEREKİRSE HÜKÜM İFADE ETMEMESİNE KARAR VERİLEN SÜRE
(SALGININ DEVAM ETTİĞİ SÜRE) SÖZLEŞMENİN BİTİŞ TARİHİNE EKLENEREK TELAFİ
SAĞLANMALIDIR.
§ FAKAT SÖZLEŞME SÜRESİ 49 YIL OLARAK
BELİRLENMİŞ VE BU SÜRENİN MÜCBİR SEBEPLER VE İDARENİN SEBEP OLDUĞU HALLER DÂHİL
HİÇBİR ŞEKİLDE TOPLAM 49 YILI GEÇEMEYECEĞİ KARARLAŞTIRILMIŞ İSE SALGININ DEVAM
ETTİĞİ SÜRENİN EKLENMESİ ŞANSI OLMAYACAKTIR. BU DURUMDA 49 YIL SONUNDA DEVLET
TARAFINDAN ELDE EDİLECEK OLAN GELİRİN SALGININ DEVAM ETTİĞİ SÜRE KADARININ
SÖZLEŞME TARAFINA VERİLECEĞİ KARARLAŞTIRILABİLİR.
§ AYRICA YENİ KOŞULLARA UYARLANMASINI
İSTEMENİN MÜMKÜN OLMADIĞI DÜŞÜNÜLÜRSE BU DURUMDA TBK UYARINCA SÖZLEŞMEDEN DÖNME
/ FESİH HAKKI GÜNDEME GELEBİLECEKTİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder