Av. ENDER DEDEAĞAÇ
HMUK da bulunmayan, yargılamaya hakim olan
ilkelerin, öğretiden ve yargı kararlarından, çıkarak yasal yapıya kavuşmasına,
HMK nın yürürlüğe girmesi ile olanak verilmiştir. Bu ilkelerden bir tanesi “aleniyet ilkesidir”. Aleniyet
ilkesi HMK dan önce AİHS 6 maddesi ile, Anayasamızın 36 ve 141maddelerinde yer almış bir ilkedir. Ceza
yargılaması ile uğraşan avukatlar, hakimler, ve savcılar ve, AİHS 6 maddesinde
ve Anayasamızın 36 ve 141 maddelerinde hükme bağlanan, aleniyet ilkesini özel
hukukla uğraşan bizlerden daha önce dile getirmişlerdir. Özel hukuk alanında
çalışanlar, uzun müddet, aleniyet ilkesini sadece duruşmaların açık yapılması
ilkesi olarak değerlendirmiş bu ilkenin diğer yönlerini bilmezden/görmezden
gelmişlerdir.
Aleniyet ilkesi, adil yargılanma hakkının içinde
yer alır. Adil yargılanma devlet açısından bir görev, birey açısından bir
haktır. Adil yargılanmanın içinde yer alan aleniyet ilkesi, her zaman açık
yargılama hakkı ile birlikte düşünülmüş ve düzenlenmiştir. Aleniyet ilkesi adil
yargılamanın içinde yer almasına rağmen, adil yargılanmanın gerçekleşip
gerçekleşmediğinin denetimi, aleniyet ilkesi ile sağlanacaktır.[1]
Aleniyet ilkesi, ilk derece mahkemelerinde olduğu
kadar, kanun yoluna ilişkin yargılamalarda da, söz konusu yargılamanın olanak
verdiği ölçüde uygulanması gereken bir kuraldır.
Aleniyetin adil yargılanma hakkının bir
gereği olduğu ve adil yargılanmanın da her şeyden önce bağımsız ve güvenceli
hakimler tarafından tarafsız yargılanma demek olduğu göz önüne alındığında,
yargının denetlenmesi amacının içerisinde aleniyet ilkesinin yargının
tarafsızlığının sağlanmasını kuvvetlendiren bir etki doğurduğu da
görülebilmektedir. Yargılamanın tarafsız olması ise, muhakeme hukuku açısından
bakılacak olursa, yargılamanın tarafların iddialarını ve kanıtlarını eşit
şekilde sunabilmesi ile özellikle sanık açısından savunma hakkına ve bunu
sağlayan ilkelere sıkı şekilde riayet edilecek nitelikte olması demektir[2]
.
Aleniyet ilkesinin, iki boyutu vardır. Bunlardan
birincisi, yargılama salonunun, yargılanan kişilere olduğu kadar topluma da
açık olmasıdır ve “mahkemenin yargılama faaliyetinin ürünü olarak vermiş olduğu
hükmün herkesin içinde, tarafların yüzüne karşı okunması suretiyle halkın
bilgisine sunulmasıdır. Aleniyet ilkesi bu iki özelliği ile birlikte
değerlendirildiğinde şu şekilde tanımlanabilir: “Yargılamanın tarafı olmayan
üçüncü kişilerin, yargılamanın yapıldığı yere serbestçe girip, yargılamayı
izleyebilme imkânını ve hükümlerin, yargılamanın tarafı olmayanlarca
öğrenilmesini sağlayacak şekilde açıklanması gereğini ifade eden ilkeye
aleniyet ilkesi denir” [3]
Duruşmayı izleyen kişilerin örneğin çok büyük ve
yeterli tertibat sağlanmamış duruşma salonlarında, muhakeme işlemlerini
duymadan orada hazır bulunmaları aleniyetin sağlandığı anlamına gelmeyecektir.
Yine taraf olan savcının hakim ile duruşma sırasında dinleyicilerin duymayacağı
şekilde konuşması açıklık prensibine aykırıdır.[4] Kişisel
kanımıza göre, hakimin kimsenin duymayacağı bir ses tonu ile duruşma tutanağını
yazdırması da aleniyet ilkesine aykırıdır.
Bu yazıda aleniyet ilkesinin, diğer boyutu olan,
kamu denetimini sağlayan niteliği değerlendirilmeye çalışılacaktır. Elbette
yargının denetiminden kasıt, yargıya can veren yargıçların denetimidir.
Yargıçların sorumluluğu ne kadar hassas bir konu ise, yargıçların denetimi de
aynı derece hassas bir konudur. Üstelik yargıçların tarafsızlığından,
bağımsızlığından, adil olduğundan söz edebilmek için, yargıçların ne yaptığının
toplum tarafından bilinmesi ön şarttır. Diğer bir anlatımla, kamunun yargıya
güven duyabilmesi için, yargıda yer alan kararların yani yargıçların ne
yaptığının bilinmesi gerekmektedir. Bu ise denetlenmeyi gerektirir.
Unutulmamalıdır ki yargı yürütmeyi ve yasamayı denetlemektedir. Onun
denetiminin de kamu tarafından yapılmasının, kuvvetler ayrılığı ilesinin
vazgeçilmesi olduğunu düşünmekteyiz.
Aleniyet ilkesi, hakimlerin daha dikkatli çalışmasını
sağlama özelliğine de sahiptir.[5]
Hukukumuzda aleni
yargılanma hakkını mecellede rastlıyoruz. Tanzimat dönemine kadar yapılan
duruşmalarda her davayı güvenilir ve dürüst kimselerin dinlediğini ve bunların
"şuhud'ül -hal" nitelemesiyle şahit olarak imzalarının alındığı
şer'iye sicillerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu durum bir tür
aleni yargılanma şeklinde ifade edilebilir. Ancak bunların her davada
bulunmaları söz konusudur ki bu durumda dikkat çekicidir. Şuhud'ül-hal
kurumundan başka mecellede hakimin yargılamayı aleni icra edeceği
düzenlenmiştir. Aleni yargılanma cezai yargılamada da kabul edilmiştir. Yine
tanzimat dönem sonrası dönemde 1861 tarihli Ticaret Usul Kanununun III.
faslından ticari yargılamanın aleniliği yer almıştır. 1876 tarihli Kanun-
Esasi de yargılamanın aleniliğine yer vermiştir. (Dustur I. Tertip IV/4 vd)
1879 tarihli usul-i Mu-hakeme -i Hukukiye Kanun -ı Muvakkatın 1917 tarihli
Usul-i Muhakeme-i Şer'iye kararnamesinin ikinci faslında yargılamanın aleniliği
düzenlenmiştir. 1924 Anayasanında aleni yargılanma hakkına ilişkin 58.
Maddede"Mahkemelerde muhakemât alenidir. Yalnız Usûl-i Muhakemât Kanûnu
mûcibince bir muhâkemenin hafiyyen reyânına mahkeme karar verebilir."
Hükmü yer almış 1961 Anayasanın 135.maddesinde duruşmanın açıklığı ilkesi
benimsenmiş 1982 Anayasasının 141. maddesinde de aleni yargılanma
"duruşmalar herkese açıktı" hükmü ile tanınmıştır. Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununun 373 vd maddelerinde de aleni yargılanma hakkı yer almış ayrıca
hükmünde aleni tefhim olunacağı belirtilmiştir. [6]
Eski Roma’da cezai uyuşmazlıklara ilişkin
yargılama aleni yapılır, tanıklar aleni olarak dinlenir ve sanık tanıklara
doğrudan soru sorabilirdi. Orta Çağın başlarında mahkemeler, askerlik yapabilme
şartlarına sahip olan silahlı erkeklerden oluşmakta, bu topluluk hem ceza hem
de medeni muhakemeyle ilgili uyuşmazlıkları çözmekle görevliydi. Toplumu
oluşturanların tamamı muhakemeye katılmasa da uyuşmazlık bu topluluk tarafından
bizzat çözüme kavuşturulduğu için muhakemenin aleni olduğu söylenebilmekteydi .
Orta Çağın ortalarından itibaren ise engizisyon mahkemelerinin ortaya
çıkmasıyla birlikte bu alenilik yerini gizliliğe bırakmıştı. Özellikle 1670
Emirnamesi, muhakeme usulünün gizli olması kuralını katı bir şekilde ortaya
koymuş ve bunun herhangi bir istisnasının da olmadığını düzenlenmiştir. Hatta o
kadar ki, sanığa neyle itham edildiğini bilme ve müdafi bulundurma hakları dahi
tanınmamıştı . Gizli ve yazılı muhakeme usulü, engizisyon mahkemelerindeki
muhakemenin esasını oluşturmaktaydı. Sanığın suçunu itiraf etmesini sağlamak
için başvurulan işkence usulleri mahkemelerdeki yargılama faaliyetlerinin
esasını oluşturuyordu . Orta Çağda gizli yargılama usulüne gösterilen tepkiler
sonucu yargılamaların aleniyeti esası yeniden ortaya çıkmıştır. [7]“Öyleyse gizli soruşturmaları ve cezaları haklı kılan
gerekçeler nelerdir?...1789 Fransız İhtilali ile
birlikte muhakemelerin gizli olması esası tamamen terk edilerek ve aleni
yargılamaya geçilmiştir. Bu özgürlükçü düşünce sisteminin etkisinde hazırlanan
1848 tarihli Fransız Anayasası ve Avusturya Anayasasında aleniyet ilkesi kabul
edilmiştir. Görüldüğü gibi aleniyet, Orta Çağın yaşattığı korku ve
güvensizliğin yargı tarafından bertaraf edilmesi amacıyla kabul edilmişti.
Ancak artık günümüzde kuvvetler ayrılığının kabul edildiği modern devletlerde
yargılamanın ne şekilde işlediğinin denetlenmesi yollarının çok çeşitli hale
gelmesi, ilkenin bu amacının o zamana göre daha geride kalmasına neden
olmuştur. Osmanlı Devleti’nde ise yargılamanın aleni olması kabul edilmişti.
İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı hukuk uygulamasında, aleni şekilde
gerçekleştirilmeyen duruşmaların şaibeli olduğu kabul edilmekteydi. Kadı
tarafından karara bağlanacak uyuşmazlıkların duruşmasının herkese açık olması
gerektiği kabul edilir ve çoğunlukla bunu sağlamak amacıyla duruşmalar
camilerde yapılırdı. Eğer yargılama başka bir yerde yapılıyor ise kapı açık
bırakılır ve bu sayede aleniyet sağlanmaya çalışılırdı. Aleni olarak yapılmayan
bir yargılama neticesinde verilen hükmün geçersiz olduğu kabul edilirdi. Fakat
kadı uygun görürse genel ahlak ve kamu güvenliği gibi sebeplerle kapalılık
kararı verebilirdi . Osmanlı mahkemelerinde şuhud’ül hal adı verilen bir heyet
de bulunmaktaydı. Şuhud’ül hal mahkemelerde bilirkişilik yapmak, yargılamanın
usulüne uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini denetlemek ve
verilen hükümlere tanıklık etmek amacıyla mahkemede bulunan yardımcı
görevlilerin oluşturduğu heyete denilmekteydi. Muhakemenin aleni şekilde
yapılacağı, Mecelle’de de kabul edilmiştir. Hakimin yargılama esnasında tek
başına olması onun verdiği kararların güvenilirliğini önemli ölçüde
azaltacağından ve hükmün doğru şekilde gerçekleştirilmiş bir yargılama sonucu
verildiğinin ispatını kolaylaştırması bakımından duruşmaların aleni olması
gerektiği öngörülmüştür . Daha sonrasında, 1839 Gülhane Hattı Humayunu ve 1856
Islahat Fermanı’nda da yargılamanın aleni olacağı açıkça belirtilmiştir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Cumhuriyet döneminde ise, 1924 Anayasası m.
58’de “yargılamalar herkese açıktır” ve 1961 Anayasası m. 135’te, “duruşmalar
herkese açıktır” hükümleriyle aleniyet ilkesi açıkça kabul edilmiştir. Fakat
1924 Anayasasında yargılamaların açık olduğundan bahisle ilke daha geniş
anlamda düzenlenirken, 1961 Anayasasında aleniyetin duruşmalarla sınırlı
olacağı belirtilmiştir. Bunun yanında 1924 Anayasasında aleniyetin sınırlama
sebebi olarak, yargılama usulü kanunlarının gerekli görmesi hali kabul
edilmişken, 1961 Anayasasında, 1982 Anayasasında olduğu gibi genel ahlak ve
kamu güvenliği sebebiyle ilkenin sınırlanacağı belirtilmiştir.[8]
1839’da Gülhane Hattı Hümayunu’nda ve 1856’da
Islahat Fermanı’nda bile muhakemelerin aleni olacağının ilan edildiği
görülebilir. Bu prensip, batıda, modern hukukun başlangıcından beri kabul
edilmekte idi. Karanlık engizisyon devrinde terk edilen aleniyet esası, Fransız
İhtilali ile tekrar itibar kazanmıştır [9] .
Hürriyet hareketlerinin bütün Avrupa’da zafer kazandığı 1848 senesi etrafındaki
anayasaların çoğu aleniyet prensibini açıkça ilan etmişlerdir. Bugün medeni her
ülkenin kabul ettiği bu kural, insanlığın ortak değeri haline geldiğinden,
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’nde de ifadesini bulmuştur.
“Hiçbir kimse, savunması için gerekli bütün teminatın bahşedilmiş bulunduğu
aleni bir muhakeme sonunda mahkûm edilmedikçe cezalandırılamaz”(m.11) [10].
“Alenîyet ilkesi, sadece tarafların menfaatlerini
değil; aynı zamanda kamu yararını da korumaya yöneliktir. Yargılamanın alenî
olması kamu düzeninden olduğu için, tarafların bu hususta sözleşme
yapabilmeleri ( bu haktan feragat anlamına gelecek sözleşme yapabilmeleri)
mümkün değildir.” [11] Bu hali
ile aleniyet ilkesi kişinin mutlak haklarındandır
Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı
adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin
saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu
yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini
oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması
silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur.[12]
Aleniyet ilkesinin kamunun denetimini sağlaması
ile ilgili olarak “Alenîyet ilkesi, yargı erkinin, halk tarafından
denetlenmesini sağlar. Bu denetim, halkın yargıya duyduğu güveni artırdığı
gibi, hâkimlerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını da teminat altına almaktadır.
Alenîyet ilkesi, aynı zamanda, yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının
ihlâlini önleyerek, önemli bir garanti fonksiyonunu yerine getirir; toplumun
adlî olaylar hakkında bilgilenmesine imkân vererek, yargı erki üzerinde
şüpheler oluşmasını engeller; kamu düzeninin devamlılığına katkı sağlar;
yargılamaya katılanların yalan beyanda bulunmalarına mâni olarak, gerçeğin
bulunmasına da aracılık eder.” Sözcükleri ile de bir açıklama yapmak mümkündür.[13]
Aleniyetin adil yargılanma hakkının bir
gereği olduğu ve adil yargılanmanın da her şeyden önce bağımsız ve güvenceli
hakimler tarafından tarafsız yargılanma demek olduğu göz önüne alındığında,
yargının denetlenmesi amacının içerisinde aleniyet ilkesinin yargının
tarafsızlığının sağlanmasını kuvvetlendiren bir etki doğurduğu da
görülebilmektedir. Yargılamanın tarafsız olması ise, muhakeme hukuku açısından
bakılacak olursa, yargılamanın tarafların iddialarını ve kanıtlarını eşit
şekilde sunabilmesi ile özellikle sanık açısından savunma hakkına ve bunu
sağlayan ilkelere sıkı şekilde riayet edilecek nitelikte olması demektir[14]
.
Adaletin başta gelen garantilerinden biri
davaların kapalı kapılar arkasında değil, hâkimiyetin gerçek sahibi olan ve
aynı zamanda devlet faaliyetlerini nihai olarak denetleyen halkın gözü önünde
cereyan etmesidir. Esasen verilen mahkeme kararlarının başında da, “Türk
Milleti Adına” kaydı bulunmaktadır. O halde Türk Milletinin, kendi adına
adaletin nasıl tevzi edildiğini kontrol imkanına sahip olmaksızın, sadece
sonucundan veya verilen hükümden haberdar edilmesi, elbette ki “Hakimiyet
Kayıtsız Şartsız Milletindir” ana kuralına aykırı düşer [15].
Öyleyse
gizli soruşturmaları ve cezaları haklı kılan gerekçeler nelerdir?...Bu nasıl
tuhaf bir yönetim/devlettir ki, bütün gücü ve güçten de etkili olan kamuoyunu
elinde tutar, hem de her yurttaşından korkar?...Acaba hem bütün toplumun
değerlerini çiğneyen, onu sarsan, hem de herkesin gözü önünde açıkça
yargılanması insanların yararına bulunmayan bir suç olabilir mi?”[16]
Adil yargılanmanın unsuru olan aleniyetten maksat,
doğrudan aleniyet, yani davanın tarafları dışında isteyen herkesin
yargılanmanın yapıldığı, oturumların icra edildiği yere girip, bizzat
yargılamayı izleyebilme imkanına sahip olmasıdır [17].
Aleniyet, muhakeme ile ilgili bulunmayan kişilerin
dahi muhakemenin yapıldığı yere serbestçe girebilmelerini ifade eder.
Muhakemenin yapıldığı yer neresi olursa olsun bu kural değişmez. Muhakeme
duruşma salonu dışında cereyan etse bile bu kural geçerlidir [18] .
AİHM kararlarında yer alan açıklamaya göre
”Alenîyet İlkesi, “Sözleşme’nin 6(1). fıkrasında sözü edilen yargısal organlar
önünde görülen bir davanın alenîyeti, davanın taraflarını, kamu denetiminin
bulunmadığı gizli adalet dağıtımına karşı korur; bu aynı zamanda, ister alt
derece olsun isterse üst derece olsun, mahkemelere olan güvenin sürdürülmesini
sağlama yollarından biridir. Alenîyet, adalet dağıtımını görünür kılmakla
Sözleşme’nin 6(1). fıkrasındaki amaçlardan birinin, yani Sözleşme anlamında her
demokratik toplumun temel prensiplerinden biri olan âdil yargılama güvencesinin
gerçekleştirilmesine de katkıda bulunur.”[19]
Muhakemenin aleni olması, taraf aleniyetinden
farklıdır. Çünkü taraflar her zaman mahkemelerin işlemlerini öğrenebilirler.
Aleniyetin esası, mahkemenin duruşma sırasında yaptığı işlemlerin üçüncü
kişilerce de izlenebilmesidir [20] .
Belirli şartlarda yargılamanın aleniyeti
kaldırılsa dahi, taraflar yönünden aleniyet, hemen hiç bozulmayan bir esas
olarak muhafaza edilecektir. Yani, taraflardan her birisi davanın her
aşamasında hazır olmak ve karşı tarafın yaptığı işlemleri öğrenmek yetkisini
haizdir. Ancak önemli sebeplerden dolayı hakim, tarafları bazen geçici olarak
duruşma dışı bırakabilir. Mesela, şahidin gerçeği daha açık söyleyebilmesi için
dinleme sırasında tarafların dışarı çıkarılmasına karar verilebilir.[21]
Yargılama aleni olduğu zaman, dava ile ilgili
gerçekler kamuoyu önüne serileceğinden, hakimler, şahitler ve bilirkişiler
üzerinde etkili olmaya meyilli nüfuzlu makam ya da kişiler dahi, bu
hareketlerden kaçınmak gereğini hissederler. Böylece, hakimler ve davada rolü
olan diğer şahıslar, birtakım nahoş teklif ve baskılar karşısında kalmaktan
kurtulmuş olacaklardır [22] .
Taraflardan gizli yargılama yapılması ve hüküm
verilmesi mümkün olmadığından, taraflar ve vekilleri için duruşma kapalı
yapılamaz. Bu, aleniyet ilkesinin bir sonucu olduğu gibi, hukuki dinlenilme
hakkının bir unsuru olan bilgilenme hakkının da bir gereğidir. Duruşmanın aleni
yapılması, tarafların hem hukuki dinlenilme hakkını kullanmasına hem de
karşılıklı olarak bilgilenmelerine yardımcı olmaktadır [23].
Yargılamanın amaçlarından biri de devletin
varlığının toplum tarafından hissedilmesidir. Devlet gücünü elinde bulunduran,
yani hakimiyeti onun adına icra eden makamlar ile fertler arasında itimat hüküm
sürmüyorsa ve bu durum devam ediyorsa, toplum ile devletin yargı gücü arasında
kopukluk oluşacaktır. Toplum, mahkemelerin adalet ve hukuktan başka mülahazaların
etkisi altında kaldığı kanaatine varırsa veya en azından haklı bir şüpheye
kapılırsa toplum hayatı en büyük darbeyi alır [24].
Duruşmaların aleniyeti tarafların güvencesini
doğrudan sağlayan bir ilkedir. Duruşmada aleniyet asıldır. Şifahi bir duruşma,
neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi’
kanuna mutlak muhalefet halidir.” (YGCK, 11.12.2001 T., 2001/288 k.)
(www.kazanci.com.tr).
“…Yargılama özel haller dışında alenen yapılır
(HUMK m. 149). Yapılan tahkikat ve muhakemenin cereyanı zapta yazılır. (HUMK
m.151) Muhakeme celsesinin hitamında zabıt, hakim ve katip tarafından derhal
imzalanır. (HUMK m. 152) Zaptın tamamı veya bir kısmı talep üzerine iki tarafa
verilir. (HUMK m.155) Mahkemede hazır olan tarafların savunmaları dinlendikten
sonra Duruşmanın aleniyeti hukuk
güvencesini ve toplumun haber alma hakkını gerçekleştirmektedir. Duruşmanın
aleniyeti ilkesi, sadece duruşma salonunda değil, keşif mahallinde veya tanığın
ifadesinin istinabe yoluyla veya naip hakim tarafından alınması durumunda da
geçerlidir . Duruşma olduğu zaman ise
aleniyet söz konusu olacaktır. Yargılamanın sona erdiği bildirilir ve hüküm
tefhim edilir. (HUMK m.381) Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait bir söz
sarfedilmeksizin istek sonuçları hakkında verilen hükümle taraflara yükletilen
harç ve tanınan hakların gösterilmesi gerekir.(HUMK m. 388/son) Gerekçeli
kararın da kısa karara uygun düzenlenmesi zorunludur.(10/04/1992 gün ve 7/4
sayılı içtihadı birleştirme kararı). …Hüküm fıkrasının davalının yüzüne karşı
okunmadığı kendisine verilen zabıt örneğinden anlaşılmaktadır. Bu durum
tutanaktaki daktilo değişikliği ile de sabittir. Karar yok hükmündedir.
Mahkemece yapılacak iş, açıklanan yasa hükümlerini dikkate alarak, oturumu açıp
işlem yapmaktan ibarettir. Açıklanan husus üzerinde durulmadan yazılı şekilde
karar verilmesi doğru görülmemiştir. …Temyiz edilen hükmün gösterilen sebeple
BOZULMASINA… oybirliği ile karar verildi.” (Y.2.HD,17.12.1996 t., 1996/10998
E., 1996/13435 K.)[25]
Ancak, daha önce HSK, TBB ve Ankara Barosuna gönderdiğim
yazımda belirttiğim gibi, Ankara Adliyesinde Ceza mahkemeleri, hükme ilişkin
yani kısa kararın olduğu tutanağı, taraflara vermekten kaçınmaktadır. Kısa
kararı içeren tutanak, gerekçeli kararla birlikte, UYAP’a kaydedilmektedir.
Kişisel kanımıza göre, bu konusu suç olan bir eylemdir. Çünkü, hiçbir hakim,
yargılama sonunda davanın taraflarına tutanağın verilmesinin zorunlu olduğunu
bilmediğini söyleyemeyeceği gibi, bu eylemde bulunan hiçbir hakim bunun ağır
kusur yada kasıt dışı bir davranış olarak değerlendirilmesi gerektiğini
savunamaz. Eğer hak kaybı oluşmuş ise, tazminat hukukunu da ilgilendirir.
Bilindiği gibi, tazminat istemleri, hazine aleyhine açılan davalarda istenmekte
ise de, hazinenin kaybettiği davalarda, zorunlu rücu vardır ( HMK 47/2 m ). Çünkü
madde metninde “istenebilir” değil “istenir” denilmektedir.
Yargılamanın aleni şekilde
gerçekleştirilmesi, onun sözlü şekilde yapılmasına bağlıdır. Sözlü olmayan
yargılama, aleni yargılama değildir. Duruşmanın doğrudan aleni olması
kapsamında gizlilik kararı verilmeyen dosyalarda duruşmayı bizzat izleyenler
ile dolaylı aleniyet kapsamında duruşmada yapılan işlemlerden haberdar olacak
olanların bu konuda bilgileri edinebilmesi ancak duruşmanın sözlü usulle
yapılması sonucu gerçekleşebilecektir. Duruşmada işlemler sözlü yapılacak,
duruşma önünde cereyan etmeyen olaylar hakkında hazırlanan belgeler de sözlülük
ilkesi uyarınca okunacak ve böylelikle hem hakim bu konularda kanaatini
oluşturmaya yarayacak bilgileri edinecek, hem de yargılamaya katılan diğer
kişiler ile aleni duruşmadan bilgi almak isteyen bütün kişilerin delillere
teması sağlanabilecektir[26]
.
Olayı bu boyutu ile değerlendirdiğimizde,
bizim “eski beyanlarımızı tekrar ederiz” hakimlerin ise “zamanım yok, zaten
bunları yazmıştınız” veya “gelen belge/kayıt okundu” yada “hakim değişikliği
nedeniyle eski zabıtlar okundu” aleniyet ilkesi ile bağdaşmadığını, duruşma
salonlarının kapılarını açarak, sözde aleniyet yaratıldığını, düşünmekteyiz.
Hiçbir hakkın kullanımı sınırsız olmadığına göre,
aleniyet ilkesinin kamu denetimi açısından, kullanılmasında da bir sınırlamaya
gerek bulunmaktadır. Bu sınır yargı bağımsızlığıdır. Daha geniş anlatmak
istersek “Yargılamanın dış etkilerden korunması da, gerçeğe uygun yargıya
ulaşılabilmesi için vazgeçilmez, yargı bağımsızlığı kapsamında bir
zorunluluktur. Hukuka aykırı yöntemlerle yanlı, gerçeğe aykırı yargı kararı
sağlanmasına yönelik eylemler de türüne göre suç oluşturmaktadır; esasen bu
durumda, yargının etkilenmesi değil saptırılması söz konusudur. Yargının
siyasal güce karşı bağımsızlığı demokratik ülkelerde anayasal kurallarla
güvenceye kavuşturulmaktadır. Yargıç bağımsızlığı, yargıcın karar verirken
özgür olması, hiçbir dış etki ve tesir altında bulunmaması anlamına gelir.
Baskı yapılması kadar, baskı yapılması olasılığı da yargıç bağımsızlığını
zedeler.[27]
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, duruşmada
basının da yer almasının aleniyetin amaçlarının sağlanmasında, en öncelikli
olarak da mahkemelere güvenin sağlanmasında çok önemli bir yerinin olduğunu
belirtmiştir. Ancak Komisyon’a göre, aleniyetin yer aldığı AİHS m. 6/1, taraf
devletlere basının duruşmadan haberdar edilmesi veya toplumun genelinin
bilgilendirilmesi için herhangi bir yükümlülük yüklememektedir. Komisyon’un
yorumuna göre, bu madde açısından önemli olan kişilerin duruşmada bulunmasına
engel olunmamasıdır.
Yargılamanın aleni olması, bu yargılamanın basın
tarafından da izlenebilmesi anlamına gelir. Ancak bu, basının duruşma sırasında
fotoğraf çekmesinin dışında kamuoyunu bilgilendirmeye yöneliktir. Basının
özgürlüğü sınırsız değildir [28].
Katılmadığımız bir görüşe
göre “Basın mensuplarının duruşmaya katılmasının sınırı konusunda sözleşmede
bir hüküm yoktur. Ancak bu konunun sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen ifade
özgürlüğü içinde bulunup engellenemeyeceği düşünülebilir. Duruşmanın düzenini
bozmadığı ve adil yargılama ilkesini zedelemediği sürece film ve fotoğraf
çekimi ile televizyon ile yaymaya izin verilebilir görüşündedir. Bütün sorun
duruşmanın düzeniyle adil yargılama arasındaki dengeyi koruyabilmektir.
Anayasamızın Basın Hürriyeti başlığı altında düzenlediği 28. madde 6. fıkrası
"Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için kanunla
belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak
üzere olaylar hakkına yayım yasağı konamaz" şeklindedir. Bu doğrultuda
Basın Kanununda ceza kovuşturmasının başlamasından ve son kararın yargı halini
almasına kadar hakim ve mahkemelerin hüküm karar ve işlemleri hakkında mütalaa
yayınlanmasının yasaklanması, hakimleri tesir altında bırakmamak için konulduğu
ve duruşmada olan bitenin hikaye edilmesini yasaklamadığından açıklık
prensibine aykırı değildir. [29]
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, duruşmada
basının da yer almasının aleniyetin amaçlarının sağlanmasında, en öncelikli
olarak da mahkemelere güvenin sağlanmasında çok önemli bir yerinin olduğunu
belirtmiştir. Ancak Komisyon’a göre, aleniyetin yer aldığı AİHS m. 6/1, taraf
devletlere basının duruşmadan haberdar edilmesi veya toplumun genelinin
bilgilendirilmesi için herhangi bir yükümlülük yüklememektedir. Komisyon’un
yorumuna göre, bu madde açısından önemli olan kişilerin duruşmada bulunmasına
engel olunmamasıdır. [30]
Bu sakıncaları önlemek açısından bazı yazarlar,
kararlar kesinleşmeden yayınlanmaması gerektiğini savunmaktadırlar. Kişisel
kanıma göre, bu görüşe katılmak mümkün değildir. Çünkü, Türkiye’de yargılamanın
zaman açısından uzaması nedeniyle, kararın yayınlanmasından ve/veya
eleştirilmesinden elde edilmesi olası yarar ortadan kalkmış olacaktır. Kişisel
yaşamımdan bir örnek vermek gerekirse, Bafra Kadastro mahkemesinde görülmekte
olan bir dava 60 yılı aşkın bir süredir karara bağlanamamıştır. Şimdi Samsun
Kadastro mahkemesine devredilmiştir. Halbuki kadastro mahkemelerinin kuruluşu
mülkiyet problemini ortadan kaldırmak amacını taşımaktadır. Bu nedenle,
yargılamanın, arazinin bulunduğu yerde bir anlamda gezici mahkemeler eliyle
yapılması amaçlanmıştır. Hatta kolaylık olsun diye, avukatlık kanununu ile
bağdaşmayan bir şekilde, avukat olmayan bazı kişilerinde bu mahkemelerde vekil
sıfatı ile görev almasına olanak verilmiştir. Bir başka örnek Pamukova tren
kazası davasıdır. Söz konusu dava hala derdesttir. Eğer bu davanın
yargılanmasında, makinistler dışında kişilerin neden yargılanmadığı
tartışılabilse idi belki de daha sonraki tren kazalarının önüne geçilmiş
olurdu. Üstelik benim gibi düşünen bazı kişilerin adalet duygusu sarsılmamış,
yargıya güveni etkilenmemiş olurdu. O halde kesinleşmeden sonra yayınlamak yada
eleştirmek topluma istenen denetim hakkını vermemektedir. Üstelik
bağımsızlığını korumaya çalıştığımız yargıya da bir katkısı olmamaktadır. Kol
kırılır yen içinde kalır düşüncesinden de öte bu davranışla, kırılan koldan
kolun sahibinin haberi bile olmaz ve gereken önlemleri alma olanağı bu kişinin
kendini yetiştirmek olanağı ortadan kalkar. Yani hatadan ders almak, olanaksız
hale gelir. Üstelik denetlenmemek, lakaydının doğmasına neden olur.
Bu görüş hukuk açısında da savunulacak bir
görüştür.
Mademki duruşma salonuna girmek ve izlemek herkese
tanınmış bir haktır. Bu hak sadece yasada belirlenen nedenlerle engellenebilir.
Hatta yasa ile engellenen hallerde bile, HMK 28/1 maddesine göre, hükmün
okunması aleni duruşmada gerçekleşir. O zaman, salona giremeyenlerin, bu
bilgilenmeden ve bundan kaynaklı denetleme hakkından yoksun kalması
düşünülemez. Bu olanaksızlığın ortadan kaldırılması için, duruşmaların basın
yolu ile yayınlanmasına, yargılamayı engellememek koşulu ile izin verilmiştir.
Bu nedenle kararların kesinleşmesi beklenilmeden toplumun bilgisine sunulması
ve onun denetleme hakkının ortadan kaldırılmaması gerekir.
Bu düşüncenin hakimin bağımsızlığı ile
bağdaşmadığı söylenebilirse de, bu ancak, Anayasamızın 138 maddesinin geniş
yorumu ile mümkündür. Çünkü söz konusu maddeye göre, “Hiçbir organ, makam,
merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir
ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Çünkü, kesinleşmemiş kararın yayınlanmasının, emir
ve talimat olarak sayılması mümkün olmadığı gibi, tavsiye ve telkin anlamına da
gelemez. Telkinde bulunmak, bir duyguyu düşünceyi aşılama ve tavsiyede bulunmak
Kesin bir
bağlayıcılığı (yaptırımı) bulunmayan, genellikle yol gösterici nitelikte karar;
kendisine uyulmasının doğru olacağı yönünde ve bağlayıcı olmayan karar; temenni
kararı olarak anlaşıldığına göre, bunun emir olarak kabulü mümkün değildir.
Sadece yayınlamakla kalmayıp eleştirirsek ne olur ? Eğer bu
eleştiri kanun yoluna başvurulan bir karar için yapılmış ise, yapılan
eleştirinin hukuka uygun olması halinde, yeniden karar oluşturacaklar için
dikkate alınmasında zarardan çok yarar olduğunu düşünmekteyiz.
Eğer, bir görüşün açıklanması hakimi etki
altında bırakacak ise, özellikle akademisyenler tarafından dosyaya sunulan,
bilirkişi raporu hukuki mütalaa ve uzman görüşü de bu kapsamda kalır. Yada,
karardan önce yayınlanmış bilimsel görüşlerin yada BAM veya Yargıtay
kararlarının dosyaya sunulması da aynı sonucu doğurmaktadır.
Kişisel kanımıza göre, henüz
kesinleşmemiş kararın aynen yayınlanması yada eleştirisi ile birlikte
yayınlanması, telkin yada tavsiye olarak kabul edilemez. Sadece, hüküm kuracak
olan hakime, somut olayın bir başka boyutunu gösterir ve yeni kararın hukuka
uygunluk olasılığını artırır. Elbette, hukuk açısından fantezi olan görüş hakim
tarafından dikkate alınmayacak bir görüştür.
Eleştiri, taraflar arasındaki silahların
eşitliğini ortadan kaldıracak mıdır ? Elbette hayır. Tarafların da bu
eleştiriyi değerlendirmek ve yanlışları mahkemeye sunmak olanağı bulunmaktadır.
Özellikle, HMK 146, 184 ve 186 maddeleri gereği, tahkikat
aşaması sonunda taraflara verilen söz hakkının, toplanması gerekirken
toplanmamış olan delil olup olmadığı, toplanan delilin hukuka aykırı olup
olmadığı şeklinde kullanılması ve bunun sonucunda, hakimin kabul edilen delil
ile kabul edilmeyen delil taraflara bildirmesi halinde, tarafların sözlü
yargılama hazırlığında hem hakime hem de hukuka katkılarını sağlayacaktır.
Elbette bu aşamada taraflar da gerekirse bu yayını eleştirmek hakkına sahip
olduğuna göre, hakim üzerinde tavsiye yada telkinden söz etmek mümkün
olmayacaktır.
Üstelik, yargılamayı hep hakim gözü ile
değerlendirmekteyiz. Eğer yargılamanın tarafları da olduğunu ve bunların
sürpriz yasağı gibi bir hukuk kurumu tarafından korunduğunu ancak bu yasağa
hakimlerin hiç uymadığını dikkate alırsak, kendi bağımsızlığını ön plana
çıkaran hakimin taraf haklarını dikkate almadığı sonucuna ulaşırız. Ne
hikmettir ki HMK yasalaşırken, yargılamaya hakim olan ilkeler arasında sürpriz
karar yasağına yer verilmemiştir. Bunun hukuki dinlenilme hakkı kapsamında
kaldığını savunmak mümkün ise de geçmiş uygulamalar dikkate alınarak, açıkça
belirtilmesi doğru olurdu.
Ayrıca, aleniyet ilkesi, madem ki,
hakimin bağımsızlığının ve tarafsızlığının
teminatıdır. O halde, aleniyetin devamı sayacağımız, kararların
yayınlanması için kesinleşmeyi beklemek olsa olsa hakim teminatı olan
bağımsızlığın ve tarafsızlığın geciktirilmesine ve bu nedenle zedelenmesine
neden olur.
Kişisel kanımıza göre, mahkemeye ilişkin
haberlerin yayınlanması istenmiyorsa, bunu alınacak yayın yasağı ile sağlamak
yada gizlilik kararı vererek sağlamak mümkündür. Mademki, HMK 28/1 maddesi
gereği gizli celsede verilen hükmün bile açık yargılamada verilmesini
emretmektedir. Kararların kesinleşmeden yayınlanmasında ve eleştirilmesinde bir
sakınca olmamalıdır.,
Aleniyetin adil yargılanma hakkının bir
gereği olduğu ve adil yargılanmanın da her şeyden önce bağımsız ve güvenceli
hakimler tarafından tarafsız yargılanma demek olduğu göz önüne alındığında,
yargının denetlenmesi amacının içerisinde aleniyet ilkesinin yargının
tarafsızlığının sağlanmasını kuvvetlendiren bir etki doğurduğu da
görülebilmektedir. Yargılamanın tarafsız olması ise, muhakeme hukuku açısından
bakılacak olursa, yargılamanın tarafların iddialarını ve kanıtlarını eşit
şekilde sunabilmesi ile özellikle sanık açısından savunma hakkına ve bunu
sağlayan ilkelere sıkı şekilde riayet edilecek nitelikte olması demektir .[31]
Anayasanın 26. maddesinin 1.
fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,
resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma
hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya
fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
Anayasa 26 /1 maddesinde basın
özgürlüğünden söz ederken 5187 sayılı Basın Kanunun mülga olan 19 maddesinde
yer alan, kararın kesinleşmesinin beklenilmesi gerektiğine ilişkin düşünce ışığında aleniyet ilkesini kısıtlamak doğru
değildir.
Aksini düşünmek ve savunmak hakimlerin
eleştiriden hoşlanmamasından ve hakimler hakkındaki koruyuculuğun, kamuyu
korumaktan önde gelmesinde kaynaklanmaktadır.
O halde, kamu oyuna sunulan kararlarda, kararı
veren mahkeme, hakimlerin kimliği, tarafların kimliği gibi bilgilerin
saklanması, hem yargının, hem de hakimlerin ve avukatların kamu oyu tarafından
denetlenmesini engeller. Bu nedenle,
kişisel kanıma göre, yayınlanan kararlarda, bu hususların kapatılması
faydadan çok zarar verir.
Bu nedenle, HMK 153 maddesinde yer alan
hükme katılmamaktayız. Madde aynen “MADDE 153- (1)
Duruşma sırasında fotoğraf çekilemez ve hiçbir şekilde ses ve görüntü kaydı
yapılamaz. Ancak, dava dosyasında saklı kalmak kaydıyla, yargılamanın zorunlu
kıldığı hâllerde, mahkemece çekim yapılabilir ve kayıt alınabilir. Bu şekilde yapılan çekim ve kayıtlar ile kişilik haklarını
ilgilendiren konuları içeren dava dosyası içindeki her türlü belge ve tutanak,
mahkemenin ve ilgili kişilerin açık izni olmadıkça hiçbir yerde yayımlanamaz.
(2)
Duruşma sırasında bu yasağa aykırı davranan kişi hakkında 151 inci madde hükmü
uygulanır.(3) Kayıt ve yayın yasağına aykırı davranan kişi hakkında, ayrıca Türk Ceza Kanununun 286 ncı maddesi hükümleri uygulanır.” Hükmünü içermektedir.
Maddenin gerekçesini incelediğimizde, bu maddenin “tarafları teşhir etmemek ve özellikle hakim ve tanıkları etki altında bırakma girişimlerinin önüne geçmek” için yasada yer aldığının belirtildiği görülecektir.
Madde metnine
baktığımızda, ayrıca “Bu şekilde yapılan çekim ve kayıtlar ile kişilik
haklarını ilgilendiren konuları içeren dava dosyası içindeki her türlü belge ve
tutanak, mahkemenin ve ilgili kişilerin açık izni olmadıkça hiçbir yerde
yayımlanamaz” hükmünün de yer aldığını görmekteyiz. Burada yer alan “ve”
sözcüğü nerede ise yargılamanın kamu ile paylaşılmasını imkansız hale getirecek
nitelikte bir sınırlamayı ifade etmektedir.
EK 07.09.2020
Demokrasiden söz edebilmek için, halkın yönetime katılmış olması şarttır. Yönetime katılmış olmak ise, bilinçli olarak siyasal yapıyı eleştirmek, karşı çıkmak, katkıda bulunmak, beraber hareket etmekle mümkündür. Bunun içinde devletin siyasal yapısı içinde bulunan üç erkin faaliyetleri hakkında bilgi almakla gerçekleşebilir. Yargı hakkında bilgi almak ancak aleniyet ilkesi ile mümkündür. Zaten, 12 Eylül sonrası yayınlanan 52 sayılı karar da bile, gerçeği yansıtmak kaydı ile duruşma tutanaklarını aynen yada kısaltarak yayınlamak mümkündür. Basın kanununda yer alan yayını sınırlayan ilkenin de bu doğrultuda kaldırılmış olmasını düşünmek gerekir. (Cüneyt Arcayürek / Bir Özgürlük Tutkunu Bülent Ecevit - Detay Yayıncılık 2 bası kasım 2006 sayfa 437 vd, yer alan düşünürlere ilişkin açıklamaların tarafımdan yapılan özeti)
İngiltere Kralı 8. Henry Osmanlı dan izin alarak, gönderdiği uzmanlarla Osmanlı'nın yargı yapısını incelemiş ve örnek almıştır. Bu gün ABD Kongre binasını ziyaret ederseniz, kongre binasının duvarında, 40 büyük hukukçunun arasında Kanunii Sultan Süleyman'ın da adını görürsünüz. ( Cengiz Özakıncı / Bütün Dünya Temmuz 2017 sayfa 51 vd )
EK 07.09.2020
Demokrasiden söz edebilmek için, halkın yönetime katılmış olması şarttır. Yönetime katılmış olmak ise, bilinçli olarak siyasal yapıyı eleştirmek, karşı çıkmak, katkıda bulunmak, beraber hareket etmekle mümkündür. Bunun içinde devletin siyasal yapısı içinde bulunan üç erkin faaliyetleri hakkında bilgi almakla gerçekleşebilir. Yargı hakkında bilgi almak ancak aleniyet ilkesi ile mümkündür. Zaten, 12 Eylül sonrası yayınlanan 52 sayılı karar da bile, gerçeği yansıtmak kaydı ile duruşma tutanaklarını aynen yada kısaltarak yayınlamak mümkündür. Basın kanununda yer alan yayını sınırlayan ilkenin de bu doğrultuda kaldırılmış olmasını düşünmek gerekir. (Cüneyt Arcayürek / Bir Özgürlük Tutkunu Bülent Ecevit - Detay Yayıncılık 2 bası kasım 2006 sayfa 437 vd, yer alan düşünürlere ilişkin açıklamaların tarafımdan yapılan özeti)
İngiltere Kralı 8. Henry Osmanlı dan izin alarak, gönderdiği uzmanlarla Osmanlı'nın yargı yapısını incelemiş ve örnek almıştır. Bu gün ABD Kongre binasını ziyaret ederseniz, kongre binasının duvarında, 40 büyük hukukçunun arasında Kanunii Sultan Süleyman'ın da adını görürsünüz. ( Cengiz Özakıncı / Bütün Dünya Temmuz 2017 sayfa 51 vd )
[1] Başar
Başaran Aleni Yargılama, Mevzuat Dergisi mart 1999
[2] Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukukunda Aleniyet İlkesi Süleyman Demirel Ün. Yüksek
Lisans tezi
[3] Yrd.
Doç. Dr. Nesibe Kurt Konca Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesinin
Sınırlandırılması SDÜ Hukuk Fakültesi Dergisi MİHBİR sayısı
[4]Başar
Başaran Aleni Yargılama, Mevzuat dergisi mart 1999 (Kunter ve Yenisey, Muhakeme
Hukuk Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku 10 bası sayfa 457)
[5] Baki
Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri 6 bası 1 cilt sayfa 147
[6] Başar
Başaran Aleni Yargılama, Mevzuat dergisi Mart 1999
[7]Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukukunda
Aleniyet İlkesi Süleyman Demirel Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi
[8] Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukukunda Aleniyet İlkesi Süleyman Demirel Üniversitesi
Yüksek Lisans Tezi
[9] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 7 ( Muammer Aksoy sayfa 9 )
[10] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 7
[12] Dilşat
Yılmaz, “USUL EKONOMİSİ İLKESİ”
ÇERÇEVESİNDE TÜRK İDARİ YARGILAMA USULÜNDE SÖZLÜLÜK İLKESİNE İLİŞKİN BAZI
DEĞERLENDİRMELER Ank Hacı Bayram Veli Ün. HFD 2019/ sayı 2 sayfa 267 vd
[13] Yrd
Doç. Dr. Nebile Kurt Konca age sayfa 69
[14] Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukuknda Aleniyet İlkse Süleyman Demirel Ün. Yüksek
Lisans Tezi
[15] Hacı
Ömer Öztürk Medeni Usul Hukukunda Aleniyet İlkesi, Ank. Ün. Sos.Bil. Ens.
Yüksek Lisans tezi sayfa 1 (Muammer Aksoy Mahkemelerin Aleniliği Prensibi Forum
Dergisi yıl 1957 sayı 73-76 sayfa 9 )
[16] Cesare BECCARİA, Suçlar ve
Cezalar Hakkında, çev. Sami SEÇUK, İmge Kitabevi, 2. Baskı, 2010, s. 82-83. 5
1789
[17] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 1 ( Süha Tanrıver Hukuk Yargısı Bağlamında Adil Yargılama
Hakkı (TBB Dergisi,sayı: 53, Ankara) (Yılmaz, Ejder; Hukuk Sözlüğü, 6.Baskı,
Ankara 2001, s.60.)
[18] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 10
[20] Hacı
Ömer Öztürk ağe sayfa 10 ( Hakan Pekcanıtez sayfa 100 ; Medeni Usul Hukukunda
Aleniyet İlkesi Prof. Dr.Faruk Erem’e Armağan 1999.)
[21] Hacı
Ömer Öztürk age 11 ( Medeni Usul Hukuku Ankara 1978 sayfa 292 )
[22] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 14 (Muammer Aksoy sayfa 15 )
[23] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 16 ( Özekes sayfa 88 )
[24] Hacı
Ömer Öztürk sayfa 18 ( Muammer Aksoy sayfa 10 )
[25] Erol Cihan&Feridun
Yenisey Ceza Muhakemesi Hukuku 1998 sayfa 341 Nur Cental&Hamide Zafer Ceza
Muhakemesi Hukuku 1998 sayfa 449
[26] Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukukunda Aleniyet İlkesi, Süleyman Demirel Ün. Yüksek
Lisans Tezi
[27]“
bkz. Erman/Özek, s. 259. 129 Özek, s. 383; Erman/Özek, s. 258.[27]
[28] Hacı
Ömer Öztürk age sayfa 14 (9 Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet;
Medeni Usul Hukuku ,Ankara 2005,s.215.)
[29] Başar
Başarır Aleniyet İlkesi Mevzuat Dergisi
[30] Gökçe
Tunç Ceza Muhakemeleri Hukukunda Aleniyet Süleyman Demirel Ün. Yüksek Lisans
Tezi
[31] Abdullah
Çelik Adil Yargılanma Rehberi Anayasa Mahkemesi yayını
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder