22 Mart 2020 Pazar

HMK DA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TEKLİFİNE İLİŞKİN DÜŞÜNDÜKLERİM


Av. Ender Dedeağaç
HMK da değişiklik yapılması için Balıkesir Milletvekili Adil Çelik ( sayın milletvekili avukattır) ve arkadaşları tarafından hazırlanan, bir kanun teklifinin 20.3.2020 gün ve 103 sayı ile TBMM sunulduğunu öğrendim. İnceledim. Bana ilginç gelen yerlerini sizlerle paylaşmak istedim.
Teklifin 7. Maddesi ile HMK 107. Maddesinin değiştirilmesi teklif edilmektedir. Kişisel kanıma göre, olumlu bir yaklaşımdır. Değişiklik teklifinde yer alan madde gerekçesi incelendiğinde, belirsiz alacağın, ne zaman ve kim tarafından belirleneceği uygulamada tartışmalara ( benim yaşadığım olaylara göre hak kaybına) neden olmaktadır. Bu nedenle, madde metni değiştirilerek, bu tespitin mahkemece yapılması gerektiği maddede belirtilmiştir. Üstelik,  bu belirlemeden sonra, mahkemece verilecek olan iki haftalık süre içinde davacı bu değişikliği “ tam ve kesin olarak “yapacaktır.
Bilindiği gibi, uygulamada, mahkemeler, alacağın belirgin hale geldiğini belirlemekten/beyan etmekten, “ihsas-ı rey” kuralı nedeniyle kaçınmakta, buna karşılık, “sürpriz karar” yasağını hiç akıllarına getirmemektedir. Çünkü, ihsas-rey kuralını uygulamanın, onları hem sorumluluktan kurtaracağını düşünmekteler hem de, bu belirlemeden kaynaklanan sorumluluğu almak istememektedirler.
Sürpriz karar yasağından kaynaklı, hak kayıplarından hakimler değil, avukatlar sorumlu olacaklarından, ötürü, hakimler bu kuralı hiç düşünmek istememektedirler.
Belirlenen alacağın hakimler tarafından belirtilmesi, hak kayıplarının önlenmesine neden olacaktır.
Ancak, yeni metinde, mahkeme tarafından belirlenen, “alacağın miktarı yada değeri” ne göre, davacının, “tam ve kesin olarak” belirlenen değere göre, davasına devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Böyle anlamak, HMK 109/3 maddesine aykırılık doğurabilecektir. Bu nedenle, metne metninin yazılımında, buna değinmekte ve dava değerinin mahkemece belirlenen değere yükseltilmemesi halinde, davaya kısmi dava olarak devam edileceğinin yazılmasında, yarar olduğunu düşünmekteyim.
İlk derece mahkemesi tarafından yapılan belirlemenin, ilk derece mahkemesi tarafından yada BAM yada Yargıtay tarafından (özellikle BAM tarafından ) aleyhe yada lehe değiştirilmesi halinde, hak kaybının nasıl önleneceği, bu konuda yaşanması olası problemlerimizden bir tanesi olarak gözükmektedir. Kişisel kanıma göre, eğer BAM yada Yargıtay aşamasında yada ilk derece mahkemesinin yargılaması aşamasındaki belirlemede, belirlenen dava miktarı yada dava değeri değişir ise, davanın yeniden belirlenen bu değere göre, düzenlenmesine olanak verilmelidir. Yaşanmış örneği ile, düşüncemi anlatmak istersem, ilk derece mahkemesine bilirkişi raporu verildikten sonra, ilk derece mahkemesinin tebligatında, “sözlü yargılama” için hazır bulunmamız çağrısı yapılmıştır. BU nedenle, tahkikat aşaması bitmeden değer artışı yapılmıştır. Buna rağmen, yeniden bilirkişi raporu alan, ilk derece mahkemesine aynı bilirkişiler tarafından sunulan ikinci raporda, dava değeri ilk rapora göre, düşük gösterilmiştir. Bunun sonucunda, davacı olarak, gereksiz yere yargılama gideri ödememize karar verilmiştir. Dosya BAM incelemesindedir.
Eğer dava bu hali ile kesinleşirse, bilirkişi ve hakim hakkında tazminat davası açılabilir mi ? AYM ye bireysel başvuruda bulunabilinir mi? AİHM gidilebilinir mi? Sorularına yanıt aramaktayım. Kanımca benim gibi bazı arkadaşlarım da aynı şeyleri düşünmektedir. Bu nedenle, mahkemece yapılan belirlemenin, mahkeme tarafında değiştirilmesi halinde, tarafın yeni belirlemeye göre, dava dilekçesini düzeltmesine olanak vermelidir.
Üstelik, ıslah konusunda, bu güne kadar yapılan çelişkili ve bir kısmına göre hak kaybına neden olan yasaklamanın kalkması ile bu soruna çözüm üretmek mümkün değildir. Çünkü ıslah bir kez yapılma olanağı bulunan bir haktır. Belki kullanılmıştır yada daha önemli bir şey için bekletilmektedir.
Teklifin 9. Maddesi ile HMK nın 120 maddesi değiştirilmesi teklif edilmektedir. Böylece dava açılırken, “delil giderinin” yatırılması gerekmeyecektir. Bu doğru bir yaklaşımdır. Ancak, bu maddeyi, teklifin 13. maddesinde yer alan HMK nın 139 ve 140 maddelerinde yapılması önerilen değişiklikle beraber değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Ön inceleme duruşmasına katılmayan, taraf aleyhine uygulanan iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının kaldırılması ve bu yasağın taraf dilekçeleri aşamasında sona ermesine ilişkin değişiklik kanımızca adil bir değişikliktir.
Ancak, ön inceleme duruşması için yapılan çağrıda, taraflara ellerindeki delilleri sunmaları yada getirilmesi talep ettikleri delillerin getirilmesi için gereken işlemleri yapmalarının duyurulması, doğru bir yaklaşım değildir. Öncelikle, bu gün uygulamada, dava dilekçesinin sunulması ile, mahkemenin, hiçbir yasal dayanağı olmayan tensip zaptı ile delil toplaması aşamasına başladığını ve bunun taraflara tebliğ edildiğini, hatırlatmak isterim. Ön inceleme duruşmasına ilişkin tebligatta delilere ilişkin bu ihbarın yer almasına rağmen, mahkemeler, yasaya uyarak ön inceleme duruşmasında HMK 140/5 maddesi doğrultusunda, tarafların yasal haklarını kullanmasına olanak vermektedir. Kısaca, mahkemeler kendi işlerini kolaylaştırdıklarını varsayarak, tensip zaptı ile delil toplamaktadır. Bu davranış ise, özellikle davanın asıllarınca hoş karşılanmamaktadır.
Önerilen değişiklikle, tensip zaptı ile yapılan delil toplama işi, bu kez ön inceleme daveti içeren tebligatla gerçekleştirilecektir.
Önce, delil giderlerinin, bu delil sunumu aşamasında mı yatırılması gerektiğinin açıklığa kavuşturulması gerektiğine inanmaktayım. Aksi takdirde, tarafa yüklenilen delil giderinin tahsili, bir buçuk ay gibi bir zaman dilimi için ertelenmiş olacak fakat madde değişikliği için oluşturulan gerekçe ile bağdaşmayacaktır. Çünkü, madde gerekçesinde, taraflara yükletilen giderlerin mümkün olduğunca az olmasına olanak verilmesinin istendiği belirtilmektedir. Diğer bir anlatımla adalete erişimi daha olanaklı hale getirerek düşük gelir grubunun, bu haktan daha fazla yararlanması sağlanmak istenmektedir.
Madde değişikliği ile bu olanak sağlanamayacağı gibi, değişiklik HMK 187/1, 187/2 ve 188 /1 maddelerine aykırıdır. Çünkü söz konusu hükümlere göre, “…tarafların üzerinde anlaşamadıkları, ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar için….” Delil gösterilecektir.
“Uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıa” belirlemesi yapmak için, uyuşmazlığın belirlenmesinin yanı sıra, taleple ilgili olarak kabul yada ret kararının verilmesinde, uygulanması gereken hukuk normunun belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar, HMK 33/1 maddesine göre, bu belirleme, hakimin tarafından yapılıyor ise de, HMK 31/1 maddesinin gerekçesine baktığımızda, hakimin, “uyuşmazlığı olgusal ve hukuki boyutunu” taraflarca  birlikte ele alma yükümlülüğünün yer aldığını, bunu gerçekleştirmek için ise taraflara “açıklama yaptırmak, soru sormak delil gösterilmesini isteme” ile görevli olduğunu görmekteyiz. Bu durumda, davada ister taraflarca sunulan delillerden isterse bir yerlerden getirtilmesi gereken delilerden olsun, bunların neler olduğu ön inceleme duruşmasında tarafların da katılımı ile hakim tarafından belirlenebilecektir. Bu durumda, delil toplanmasını, ön inceleme duruşmasına davetin yapıldığı tebligatla başlatmak, dosyada gereksiz delil toplanmasına neden olabileceği gibi, gereksiz zaman kaybına neden de olabilecektir. Hatta dosyanın lüzumsuz yere, şişmesine de neden olabilecektir.
HMUK döneminde ismen var olan fakat gerçek anlamda “delillerin hasredilmesi” ilkesi aslına, bu sakatlığı gidermek için benimsenmiş olmasına rağmen, uygulanmadığı için istenen faydayı sağlamamıştır.
Teklifin 16 maddesi ile HMK 147 maddesinin değiştirilerek, HMK da sözlü yargılama için gelmeyen tarafa gönderilmesi gereken davetiyeden vazgeçilmesi önerilmektedir. Madde gerekçesine göre bu öneri, davaların uzamasına ve davaya ilişkin masrafların artmasına neden olduğu için yapılmaktadır.
Buna katılmak mümkün değildir. Kanımca, bu değişiklik ile hukuki dinlenilme hakkı zedelenmektedir.
Üstelik zaman kaybı için bir değerlendirme yapılsa, sözlü yargılamaya davet için kaybedilen zamanın yanı sıra insan ömrünü törpüleyen nice zaman kayıplarının olduğu görülür. Örnek olarak, HMK 141/2 maddesine aykırı olarak, taraf dilekçelerinden sonra verilen ve madde gerekçesine göre iddia ve savunmanın değiştirilmesi kapsamında kalan dilekçelerin kabul edilmesi gösterilebilir. Hatta zaman zaman, HMK 31/1 maddesinin hakime tanıdığı hakkı kullanmak yerine, bu dilekçelerde yer alan delillerin toplanmasına bile imkan tanınmaktadır. Daha ötesi, katiplere iş çıkmasın diye, bu dilekçelerin karşı tarafa tebliği bile yapılmamaktadır. Böylece karşı tarafın, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi kapsamında kalan dilekçeyi daha doğrusu iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi kapsamındaki maddi vakıayı kabul şansı ortadan kaldırılmaktadır.
Ön inceleme duruşmasından sonra, delillerin toplanıp toplanmadığına bakılmaksızın, yeni duruşma günü verilmekte, taraflar koridorlarda gereksiz yere bekletilmektedirler. Neden olarak ise, yeniden duruşma günü belirlemenin kalemce başarılamayacağını söylemektedirler. İdari yargının yıllardır bunu uyguladığını yada İstanbul gibi illerimizde bazı mahkemelerin bunu başarı ile uyguladığı düşünülmemektedir. Zaten düşünmeye de gerek yoktur. Çünkü zaman kaybı, davanın taraflarınca yaşanmaktadır.
Bu maddenin değişmemesinden yana olduğumu belirtmek isterim.
Teklifin 17 maddesi ile HMK nın 149. Maddesinde değişiklik yapılmak istenmektedir. HMK 149/1 ve HMK 149/2 maddesinde yer alan değişiklik, “izin verir” ifadesi yerine “karar verir” ifadelerinin yer almasıdır.
HMK 149/3 maddesi ise, tarafların serbestçe tasarruf edemedikleri davalarda, bu madde kapsamında kalan hakkın hakim tarafından uygulanmasına olanak verilmesidir.
Yeni getirilmesi istenilen, HMK 149/4 maddesi ise, güvenlik nedeniyle davanın aynı ilin başka bir yerinde görülmesine olanak vermektedir. Ceza davalarında da uygulanan bu madde bana sıcak gelmemektedir. Çünkü, ben yüz yüzeliğin olduğunca geniş uygulanmasından yanayım. HMK 149/4 bu olanağı kaldıracak niteliktedir. Ayrıca, bu madde eski hali ile uygulanmamakta hatta pek çok hukukçu tarafından bilinmeyen bir madde olduğuna göre, yeni bir düzenlemeye gerek olmadığını düşünmekteyim.
Bu madde uygulanmadığı gibi, HMK 246/1 maddesinde yer alan tanığa soru kağıdı gönderilmesi kuralı da az bilinen ve hiç uygulanmayan kurallarımız arasında yer almaktadır.
Teklifin 19 maddesi ile HMK 177 maddesinde yapılması önerilen değişiklik, adil bir yargılamayı sağlayacak niteliktedir. YİBBGK nun kararının hala uygulanması, hakimlerin, adil olmamakla beraber, kolay karar vermesini sağlayan bir karar olmaktan öte giden bir uygulama değildir.
Örneğin, bozma, taraf teşkili olmadığı için bozulursa bile, ıslah hakkı ortadan kalkacaktır. Davalıya usulüne uygun tebligat yapılmaması davalının mı hatasıdır ? sorusu sorulmaksızın, davalının hakkı, hakim hatası yüzünden elinden alınmış olacaktır.
Teklifin 21 maddesi ile HMK 186 maddesinde yapılması önerilen değişiklik, yukarıda HMK 147 maddesinde yapılması düşünülen teklif için söylediklerimizin tekrarı niteliğinde olacaktır. Ayrıca, tarafların talebi halinde sözlü yargılama için süre verilmesi yerine, tarafların birlikte talebi ile tahkikat aşaması biter bitmez aynı duruşmada sözlü yargılamaya devam edilir demek, daha doğru olacaktır diye düşünmekteyim.
Teklifin 26 maddesi ile HMK nın 290 maddesinin değiştirilmesi önerilmektedir. Bu değişiklikle, keşfin hakim tarafından sorulan sorularla sınırlandırılması ilkesi ile hakimin keşif konusunda düşüncelerini keşif tutanağına yazması şartı getirilmektedir.
Bu değişiklikler bu günkü 290 maddesinin kapsamında yer alan hükümlerdir. Daha açık hale getirilmiştir. Bu değişiklik aşamasında keşif deliline başvuran kimsenin somutlaştırma kuralına uyması gerektiği de belirtilse idi, özünde var olan bir hükmün tekrarı olsa da uygulama açısından, yararlı bir değişim olurdu.
NOT
Ticari defterlerin delil olmasına ilişkin değişikliği tek başına incelemek istediğim için bu yazı kapsamında yer almamaktadır.
Teklifin 49 vd maddelerinde yer alan değişikliklere ilişkin fikir yürütecek bilgi sahibi olmadığım için,  bu konulara değinilmemiştir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder