Yargı reformuna ilişkin olarak TBB Başkanına açık
mektup
Sayın TBB Başkanı
Değerli meslektaşım
Gerek fiili yaşım gerekse mesleki yaşım ve
seçimlerde sizle beraber çalışmış olduğum gerçeğini dikkate aldığınızda, bu
yazıyı yazmaya hakkım olduğunu hatta görevim olduğunu kabul edeceğinizi
düşünmekteyim.
Sarayda yapılacak olan adli yıl açılışına
katılacağınızı ve bu konuda olumsuz görüş bildirenlerin, kuvvetler ayrımını
yanlış değerlendirdiğini ifade ettiniz. Ben yanlış değerlendirenlerden biriyim.
Sizin açıklamalarınızla ikna da olamadım.
Ancak,
yargı reformu için, saraya gitmenin doğru bir hareket olduğunu, eleştiri
yapanların bu hususu görmediklerini, üstelik reformun içeriğini bilmeden
konuştuklarını söylediğinizde, size hak verdim. Reform paketinin tamamını, daha
önce okumuş olmama ve meslektaşlarımla tartışmış olmama rağmen bir kez daha
okumak gereğini duydum.
Söz konusu reform paketinin, hayata geçirilmesi
için, avukatlar tarafından, yapılacak her hangi bir şey olmadığını gördüm. Bana
göre, yapılan tespitler yasaların yokluğundan yada boşluğundan kaynaklanmıyor.
Yargıda saptanan problemler, öncelikle karar vermeye yetkili olan hakimlerin
uygulama hatalarından hatta zaman zaman bencilliklerinden kaynaklanıyor.
İzin verirseniz bunlardan bir kaçını size aktarmak
istiyorum.
Ancak önce yıllardır, adalet bakanlarının avukat
kökenli olmasına ve politika ile ilgilerinin bittiğinde gene avukatlığa
dönmelerine rağmen, bakanlıkları sürecinde, hakimler gibi düşünmelerini hatta
onlardan yana tavır koymalarını anlamadığımı söylemek isterim. Bu nedenle,
içimden, kesilen ağaç gibi “BEN SENİN BENİ KESTİĞİNE DEĞİL, SAPININ BENDEN
OLMASINA YANARIM.” Diye bağırmak geldiğini de söylemeden edemeyeceğim.
İlk olarak, ben ilk okula giderken Bafra Kadastro
Mahkemesinde görülmekte olan bir davamın hukukçu olarak 50 yılımı tamamlamama
rağmen hala sonuçlanmadığını ve mahkemenin kapanması nedeniyle Samsun Kadastro
Mahkemesine devredildiğini söylemek isterim. Kısacası, yargıdan, vatandaş
olarak da şikayetçiyim.
Reform ile başarılmak istenilen konulardan birinin, uzayan
yargılamalara çözüm bulmak olduğunu gördüm. İzin verirseniz öncelikle, bu konu
üzerinde düşünelim.
Reform paketine göre, bu amaca ulaşmak için, hedef süre
uygulamasına önem verilecektir. Bu kez yapılan reform paketi çalışmasında, bu
konudaki çalışmaların nasıl yapıldığını, hedef sürelerin neye göre saptandığını
bilmiyorum. Ancak, davanın seri üretimde, örneğin buzdolabı üretiminde olduğu gibi zaman etüdüne dayalı olarak
değerlendirilmesine aklımın ermediğini söylemek isterim. Üstelik, daha önceki Adalet
Bakanı sayın Bekir Bozdağ döneminde, TBB temsilcisi olarak katıldığım
çalışmada, sürelerin, hakimlerin kişisel değerlendirmesine göre oluştuğunu
gördüm. Bunun yanlış olduğunu, yargılamada hedef süre olamayacağını söylemenin
yanı sıra, eğer böyle bir çalışma yapılacak ise, zaman etüdü ve buna göre reorganizasyon çalışmaları yapan
kişilerden yardım alınması gerektiğini söyledim. Hatta, yargılamanın uzamasına
bilirkişilerin neden olup olmadığı yolunda Bilgi Üniversitesi tarafından
kitaplaştırılmış bir çalışmayı görüşlerine sundum. Söz konusu çalışmada yaygın
düşüncenin aksine bilirkişilerin yargılamanın uzamasına etkisinin yok denecek
kadar az olduğunun saptandığını da belirttim. Ancak, Bakanlığın düşüncesini
değiştirmek mümkün olmadı. Hatta bir dönem tevzi formlarında, bu gün yapıldığı
gibi ortalama dava süresi belirtildi fakat sonra vaz geçildi.
İsterseniz, bu gün yürürlükte olan HMK ışığında, uzun süren yargılamanın nedenlerini arayalım.
İsterseniz, bu gün yürürlükte olan HMK ışığında, uzun süren yargılamanın nedenlerini arayalım.
Kişisel kanıma göre, uzamanın ilk sorumlusu biz avukatlarız.
Taraf dilekçelerine baktığımızda, HMK 119,129 ve 194 maddelerinde yer alan
kurala uygun davranmadığımız görülecektir. Somutlaştırma kuralı olarak
isimlendirdiğimiz bu kural aslında HMUK 179 ve 200 maddelerinde de yer
almaktaydı. Ancak, yargı tarafından oluşturulan “delillerin hasredilmesi”
kuralı nedeniyle, taraf dilekçelerinde, delil bildirmemeyi alışkanlık haline
getirmiştik. Bu günde üstü kapalı olsa da aynı yanlış uygulamaya devam
etmekteyiz.
HMUK 78. maddesinde ve HMK 32 maddesinde küçük bir farkla yer
alan, usule aykırı düzenlenen dilekçelerin iadesi kuralı, o gün de taraf
dilekçelerinin yasaya uygun olarak hazırlanmasını sağlayacak nitelikte olmasına
rağmen ne biz avukatlar tarafından nede yargıçlar tarafından uygulanmadı.
Taraf dilekçelerinde delil bildirme ve delil ekleme görevini
yapmadığımız için, dilekçede yer alan ilgili ilgisiz deliller, dava dilekçesi
ile birlikte, büyük olasılıkla, hazırlanan şablon doğrultusunda (tensip zaptı )
kalem tarafından toplanmaya başlanmakta, bu eylem ön inceleme duruşmasından da
sonra devam etmektedir. Ön inceleme duruşmasında, hakim HMK 187. maddesine
göre, uyuşmazlığın çözümünde yer alan ve tarafların anlaşamadıkları delilleri
toplamak yerine, soyut bir ifade ile, taraf delillerinin dosyaya
kazandırılmasına ilişkin, bir karar vermektedir. Bu kararla birlikte, yeni duruşma
günü belirlenmekte ve tüm deliller dosyaya kazandırılıncaya kadar, mübaşir,
kalem personeli, avukat, hakim gereksiz yere duruşma salonlarını
doldurmaktadır. Böylece, herkes için zaman kaybı yaşanmaktadır. Bunun önüne
geçilmesi istenildiğinde ve uygulayan mahkemeler örnek gösterildiğinde, kuralı
uygulamayan hakimlerin, kalem personeline güvenmedikleri beyanı ile
karşılaşmaktayız.
HMK 140. maddesinde yer alan hüküm özünde katılımcılığın
uygulanmasını emreden bir maddedir. Çünkü, ön inceleme aşamasında, yargıç,
tarafların da katılımı ile yargılamanın yol haritasını çizmekle yükümlüdür.
Ancak, tarafların bu aşamada yargılamaya katılabilmesi için, öncelikle,
tarafların, dayandıkları hukuk normunu saptamış ve bunu ön incelemede
tartışmaya açmış olmalıdır. Halbuki, yıllardır, HMUK 76.ve HMK 33. maddelerinde
yer alan uygulanacak hukuk kuralını hakim belirler ilkesini bir sığınak olarak
görüp, hukuki neden olarak sadece “ilgili yasalar” demeyi alışkanlık haline
getirdiğimiz için ön inceleme duruşmasında yeterince katılımcı olmamaktayız. Böylece,
gereksiz delil toplanmasından hatta yanlış belirlenmiş hukuk normundan ötürü
vakit kaybedilmektedir.
Yargıç ve avukatlar tarafından ön inceleme duruşmasının
gereği gibi yapılmasının sağlanmasına yönelik faaliyet gösterilmediğinden
ötürü, kaybedilen vakti kazanmak için bir yasal düzenlemeye gerek olmadığını
düşünmekteyim.
Hakim, Hakimler ve Savcılar Kanununun 63/e maddesinde disiplin suçu olarak
belirlenmesine hatta kişisel görüşüme göre suç olmasına rağmen gereksiz yere
bilirkişiye gitmektedir. Dosya bilirkişiye verilirken, bilirkişiye sorulacak
olan sorular ne bilirkişi deliline dayanan tarafça nede hakimce belirlenmemektedir
. Her ne kadar son günlerde hukuki görüş yazan bilirkişiler Ankara Bilirkişi
Kurulu tarafından cezalandırılıyorsa da hakim hakkında ki Hakimler ve Savcılar
Kanunu 63/e maddesindeki disiplin cezası uygulanmamaktadır. Ayrıca HMK 281. maddesine
göre bilirkişiye itiraz sadece noksan soruların tamamlattırılması ve çelişkilerin
giderilmesi ile sınırlı olması gerekirken, taraflar her şey için bilirkişi
raporuna itiraz etmektedirler. Böylece hemen hemen her dosya üç kez bilirkişiye
gitmektedir. Bu yöndeki zaman kaybını ve de HMK 266 ve 279/4. Maddelerine
aykırı olarak, hakimlerin bilirkişilerin hukuki görüşünü alarak hüküm
kurmalarını önlemek için, reform niteliğinde bir yasa düzenlenmesine mi gerek
vardır?
Tahkikat duruşması, bilirkişi, keşif ve tanık delilinin
dosyaya kazandırılması dışında delil toplanacak bir duruşma değildir. Bu
duruşmada taraflar ve yargıç, uyuşmazlığın çözümüne ilişkin delillerin toplanıp
toplanmadığını ve toplanan delillerin, delil niteliğinde olup olmadığını
kontrol etmek ve bu konuda beyanda bulunmak görevi ile yükümlü olmasına rağmen,
sözlü yargılama gibi değerlendirilmesine son verilmelidir. İşte bu aşamada elde
edilen ve değerlendirilen deliller ile son aşama olan sözlü yargılama
oluşmalıdır. Sözlü yargılamaya elbette yargıçta hazır gelmekle yükümlüdür.
Ancak bu hazırlık, tarafları konuşturmadan yada usulen söz hakkı verip “bunlar
zaten dosyada var” ikazı ile sözlü savunmayı amacından saptırarak, flaş belleğe
yazılmış karar metnini yazdırmak anlamına gelmemelidir. Eğer bu sağlanırsa,
yargıda katılımcılık ve müzakere kültürü gelişebilir. Bunun içinde bir yasa
değişikliğine gerek olduğunu düşünmüyorum.
Eğer bu aşamalar doğru tamamlanırsa, karar vermek yada
gerekçeli karar vermek, umulduğundan daha kolay hale gelecektir. Hatta bu
aşamaları takiben gerekçeli karar yasaya uygun yazılırsa, kanun yoluna
başvurmak umduğumuzdan daha kolay olacak ve “kaçak karar” “hatır kararı” ve
“çelişkili karar” gibi yargıya yakışmayan sözcüklerle anılan kararların
oluşması önlenecektir. Yasada olan bu hükümleri unutup yeniden yasa mı
çıkaracağız?
Yargıda reform ile “doğruluk kuralı”nın getirileceği ifade
edilmektedir. Bu kural HMK 29. maddesinde yaptırımı ise 327 ve 329.
Maddelerinde yer almaktadır. HMUK 418,422 ve 423 maddelerinde de yer alan bu
kural daha doğrusu yaptırım kaç kere uygulanmıştır. Önce bunun nedenlerini
sorgulamalı ondan sonra kural koyma aşaması düşünülmelidir.
Davaların tek celsede bitirilmesine ilişkin düşünce bu günkü
HMK ile bağdaşmayan bir düşüncedir. Uyuşmazlığa konu malzemenin taraflarca
getireceği ilke olarak benimsenen ve ön inceleme aşamasına uyuşmazlığın
çözümüne etki edecek maddi vakıaların saptanmasını, buna ilişkin delillerin
neler olduğunu belirledikten sonra hangi delillerin “taraflarca anlaşılan
delillerden” sayılacağı hangilerinin dosyaya kazandırılması gerekeceği kararı,
ön incelemede belirlenmesi gerektiği için bu oturumdan vazgeçmek mümkün
değildir. Tahkikat celsesi, özellikle
HMK 143 ve 184/1 maddelerinin taraflara yüklediği ödev ve katılımcı yargılama
açısından vazgeçilemez bir duruşmadır. Sözlü yargılama aşaması ise, yazılı ile
anlatılanların yetersiz olduğu tarihsel gelişim içinde saptanan bir husus
olduğu için bunun sözle güçlendirilmesini sağlayan, adil yargılanmanın içinde
yer alan hukuki dinlenilme hakkının sağlanması için mutlaka olması gereken bir
duruşma olduğuna göre bundan nasıl vazgeçilecektir. Kişisel kanıma göre,
yargıçlar avukatları hatta tarafları karşısında istemediklerinden ötürü, kendi
kendilerine yargılama yapmayı amaçladıkları için bu öneriye yer verilmektedir.
Kabul edilmesi mümkün olmayan bir öneridir. Yargıda katılımcılık v müzakere
ilkesi ile de bağdaşmaz.
Tanık ücretinin, tanığın yapmış olduğu görevle uyumlu
olmasının sağlanacağı ifade edilmektedir. HMK 265, maddesine bakıldığında,
bunun zaten var olduğunu ancak bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelik yargıçların
kolayına geldiği için, bu günkü anlamsızlığın yaşandığı, yasa hükmüne göre
tarife ile birlikte ödenmesi gereken yol, konaklama ve beslenme gibi giderlerin
ödenmediği hatırlanmalıdır. Yani yargıçların yasa maddesini uygulaması halinde
başkaca bir şeye gerek olmadığı son derece açıktır. Eğer tarifede yer alan
ücretler yeteriz ise hiç vakit kaybetmeden bakanlık tarafından arttırılabilecek
bir husustur. Reform sayılacak bir harekete gerek yoktur.
Üsteli HMUK 256 ve HMK 246 maddelerinde yer alan soru kağıdı
gönderilmesi uygulaması gerçekleştirilirse, tanıklıktan kaçınmanın önüne
geçilebilir.
Yargıçlar, davanın asıl tarafından takibinde HMK 323/1.g maddesine göre karar altına alınması
gereken “karşı taraf vekalet ücretine” yani tarafın giderlerinin
ödenmesi/tazmin edilmesi kuralını bile
iş yoğunluğu/zaman yokluğu gibi nedenlerle uygulamamaktadır. Yani
yasanın emredici hükmünü yerine getirmemektedir. Görevi savsaklama resen takip
edilecek suçlardan olmasına rağmen bunun bile uygulanmaması söz konusu iken
disiplin hukukunun yeniden yapılanmasından söz etmek doğru bir yaklaşım
değildir. Bunun uygulanabilmesi adalete erişimi sağlayacak önemli bir adım
olacaktır ve her hangi bir reform çalışmasına da gerek yoktur.
Hukuk mesleklerine giriş sınavını yasalaşmasını tüm
samimiyetimle istemekteyim. Hatta sınavların belirli aralıklarla mesleğin
devamınca da yapılması gerektiğine inanmaktayım. Ancak, bu konuda iki şeyi
düşünmekteyim. Bunlardan birincisi, bu karar hukuk fakültelerindeki eğitimin
yetersizliğini gündeme getirmektedir. Yetersiz bir eğitimin sorumlusu
gençlerimiz değil bizleriz. Onlara yeterli eğitimi sağlayamayan biz olmamıza
rağmen, sınavla, hayatından beş yılı çalmak hiç te anlamlı değildir. Bunu
reform konusu olarak gündeme getirmek gençlerimize haksızlık olur.
Diğer düşündüğüm ise, hakim, savcı ve noter olmak için ikinci
bir sınava gerek varken, avukat için bunun düşünülmemesi, bu güne kadar
yetersiz eğitimle mezun ettiğimiz gençlere “bari avukat ol” demek anlamına
gelmektedir.
Ancak biz buna müstahakız. Çünkü Av. K. var olan bir hüküm
ile alınacak stajyer sayısını belirlerken adalet komisyonunun olanaklarını
sormak ve buna göre stajyer almak, yasal bir hak ve görev iken bunu
uygulamaktan kaçındık. Hatta Av. Güneş Gürseler’in Tekirdağ Baro Başkanlığında
uygulanan bu kuralı kaldırdık. Av. Tuncay Alemdaroğlu tarafından, Ankara Barosu
Başkanı sıfatı ile, adalet komisyonuna sorulmuş olmasına rağmen, gelen sayı
yerine kim gelirse buyursun kuralını uygulamaya devam ettik. Sonra hüküm
yasadan kaldırıldı. Olduğundan haberimiz olmadığı için kalktığından da
haberimiz olmadı.
Bu gün avukat olmuş ancak yetersiz eğitim almış ve yetersiz
staj yapmış gençlerimize nasıl bir çözüm sağlayacağız. Düşündünüz mü ?
Mali müşavirler, mülakatı sınav gibi yaptılar ve Danıştay
kararları ile bunun doğru olduğu belirlendi. Bundan bile yararlanmadık ve
yetersiz gençlerin avukat olmalarına olanak tanıdık.
Avukat stajyerini sigortalı yapmayı düşünüyorsunuz. Mali
yükünün kimin tarafından karşılanacağını düşündünüz mü ? Kendi geçimimi
sağlamak için kavga verirken, stajyer için bazı giderlere katlanmamı beklemek
doğru bir yaklaşım mıdır?
Adli yardımda görev alan meslektaşlarıma ödenen ücretlerin
yetersiz olduğunu söylüyorsunuz, bunun için bir yasa değişikliğine gerek
olmadığını sözde biliyorsunuz. O halde iyi niyetinizi göstermek için, neden
onlara ödenen ücretleri, hak ettikleri seviyeye çıkarmıyorsunuz?
Bana kalırsa, avukatı, hakimi, savcısı, genci, yaşlısı ayrımı
yapmadan, tüm yargıyı, eğitime sokmak ve var olan yasaların doğru uygulanmasını
sağlamak en kolay çözüm olacaktır.
Bana kalırsa, sayın Bakanı bilgilendirmek en doğru hareket
olacaktır.
Saygılarımla
Av. Ender Dedeağaç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder