28 Temmuz 2019 Pazar

AVUKATLIKTA AKDİ VEKALET ÜCRETİ VE Av. K 35/3 MADDESİNE GÖRE ANONİM ŞİRKETLERLE VE KOOPERATİFLERLE YAPTIĞIMIZ SÖZLEŞMELER


Av. Ender Dedeağaç

Değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yazdığım yazı ve yapmış olduğum konuşmaları toplu hale getirerek, gerek akdi avukatlık ücreti gerekse karşı taraf avukatlık ücreti (HMK dan kaynaklı avukatlık ücreti) konularındaki görüşlerimi sizlere toplu olarak sunmak istiyorum.
Bu nedenle, bu yazımda, bu güne kadar işlemediğim bir konuyu öncelikle paylaşmayı istedim.
Bu yazıya başlamadan önce bir anımı da sizlerle paylaşmak isterim.
Uzunca bir zaman önce, bir şirketin benimle, aylık ücret üzerinden danışmanlık sözleşmesi imzalamak istediğini öğrendim. Koşulları görüşmek için, limited şirket müdürü ve aynı zamanda şirket ortağı olan yetkili ile bir araya geldik. Şirket müdürü bana, kaç lira ücret istediğimi sordu bende söyledim. Bir an düşündü ve kabul ettiğini belirtti. Sözleşmeyi imzaladık ve sıra kahveleri içmeye geldi. Bu aşamada, şirket müdürü elinde ki derdest davaları ve açılması olası davaları konuşmaya başladı. Hiç saklamadan, benimle yapmış olduğu ücret sözleşmesinin üç yıllık tutarının, her bir dava için yapması olası avukatlık anlaşmasının toplam tutarından daha az olduğunu üstelik bana ödenecek ücretin taksitlerle ödenecek olmasından ötürü, avantajlı olduklarını söyledi.
Bu aşamadan sonra AAÜT ile ilgili çalışmalara katıldığım gibi, kendimce doğru bildiklerimi savundum. Ancak, uzunca bir müddettir, vekalet ücreti ile ilgili konulara değinmediğimi ve hata yaptığımı anladım.
Bu günkü konunun özünü Av. K. 35/3 maddesi hükmü oluşturmaktadır. Söz konusu madde hükmü aynen “ Dava açmaya yeteneği olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir. Ancak, Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır. Bu fıkra hükmüne aykırı davranan kuruluşlara Cumhuriyet savcısı tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgarî ücretin iki aylık brüt tutarı kadar idarî para cezası verilir.” Hükmünü içermektedir.
Av.K. 35/3 maddesi önce herkesin kendi davasını açabileceğine ilişkin prensibi hükme bağlamaktadır. Maddenin devamında ise, “Ancak, Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde ön görülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır.” Hükmünü getirerek bir anlamda zorunlu avukatlığı hükme bağlamaktadır. Madde metnine baktığımızda, zorunlu avukatlığın şirket yada kooperatif bünyesinde yer almasının yasa emri olduğunu, ancak dava ve icra takiplerinin mutlaka bu avukatlar aracılığı ile yapılması gerektiğine ilişkin bir ifadenin yer almadığını görmekteyiz. Diğer bir anlatımla, söz konusu sermaye yapısına sahip anonim şirket yada belirli sayıda ortağı bulunan kooperatif, kendilerini temsil ve ilzam etmeye yetkili kişilerce dava ve icra takiplerini yapabilecekleri gibi zorunlu sözleşmeli avukat dışında avukatlardan da hukuki yardım alabileceklerdir.
Öncelikle yasada ifade edilen “sözleşmeli avukat” deyimini incelemekte yarar bulunmaktadır. Günümüzde bu hükme uyan şirketler, iki tür sözleşme yapmaktadır. Bunlardan birine göre avukat kendi bürosunda çalışmakta ve çıkar çatışmasına olanak vermeyecek tüm işleri alabilmektedir. Diğerinde ise, avukat, şirketin bünyesinde çalışmakta ve söz konusu şirketin işleri dışında başkaca bir iş alamamaktadır. Sözleşme serbestisi kuralına göre bu iki uygulamayı da kabul etmek zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Ancak, bu iki uygulamanın avukata ne kazandırdığını ve ne kaybettirdiğini değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Her ikisinde de avukata AAÜT üçüncü bölümünde belirlenen ücret, en az aylık ücret olarak ödenir. Zaten, şirket bünyesinde çalışan avukatlara tarifede gösterilen ücretten fazla ödenmesi, işin doğası gereğidir. Çünkü tarifede belirlenen ücret aşağı yukarı asgari ücrete denk bir ücrettir. Elbette, avukatlık bürolarında asgari ücretin altında yada asgari ücrete eşit ücretle çalışan, fazla mesai, bayram ve hafta sonu tatil hakkı tanınmayan, (üstelik bu yasa dışı uygulamanın bir kısmının iş davalarına bakan avukatlık bürolarında olduğunu da düşünüyorum) genç meslektaşlarımızın varlığından haberdarım, ama şu aşamada öncelikle şirket ve kooperatifleri incelemek istiyorum.
Av.K.35/3 maddesine paralel olarak hazırlanan AAÜT üçüncü bölümüne göre “Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak avukatlık ücreti, yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir”. Bu hüküm ile benim sizlere anı olarak aktardığım olaydaki tacire benzeyen, uyanık tacirlerin önü kesilmeye çalışılmıştır. Ancak, bu hükmün bazı istisna durumlar haricinde uygulandığını düşünmüyorum. Çünkü kendi bünyesinde avukat çalıştıran şirketlerde bulunan meslektaşlarımız, genelde kendi bürosunu açmak şansına sahip olmayanlardan oluşmaktadır. Ayrıca, bu meslektaşlarımız, şirket yada kooperatiflerle bu konuda uyuşmazlık çıktığı takdirde, aynı koşullarla pek çok meslektaşın aynı işe talip olacağını bilmektedir. Kısacası, emeğin arzının, talepten çok olması nedeni ile bazı meslektaşlarımız hak ettiği ücreti ve olanakları elde edememektedir. 
Kendi bünyesinde avukat bulunduran şirketlerdeki meslektaşlarımız, şirketteki diğer işçilere uygulandığı için, bayram ve hafta sonu tatili, fazla mesai vb sosyal haklardan yararlanmaktadır. Bu meslektaşlarımızın bir kısmı bunu avantaj olarak değerlendirmekte ve çalışma koşullarını değerlendirirken bunu da dikkate almaktadır.
Kendi bürosundan çalışmak koşulu ile sözleşme imzalayan meslektaşlarımız da genelde AAÜT bu hükmünden yararlanmamaktadır.
Büyük bürolar ve avukatlık şirketleri, kooperatif ve anonim şirketlerden güçlü oldukları için, bu hükmün uygulanmasını sağlamak açısından daha şanslı gözükmektedirler.
Şirketlere, kooperatiflere ve özellikle bankalara hukuki yardım veren meslektaşlarımızın, bir başka kaybı ise, Yargıtay kararları ile oluşmuştur. Yargıtay kararlarına göre, sözleşmenin sona erdiği aşamada, yeni bir sözleşme imzalanmaz ise, avukat, başlamış fakat henüz bitmemiş dava ve icra takiplerinden, hakimin hakkaniyetle takdir edeceği bir ücret alır bunun dışında bir başka talebi olamaz. Yargıtay bu yöndeki kararlarını oluştururken, sözleşmelerin bir biri artına yenilenmiş ve sözleşmenin belirsiz hale gelmiş olması halini dikkate almamaktadır. Yargıtay’a göre, burada iş kanununa göre değerlendirilecek bir husus bulunmamaktadır, Sadece vekalet akdi söz konusudur ve sözleşme, sözleşmede belirlenen tarihte sona erdirildiği için, azilden söz etmek mümkün değildir.
Halbuki daha önceki tarihlerde, Yargıtay, avukatın, işyerinde belirli saatlerde çalışmayı kabul etmesi ve bu süreç içinde işverenin talimatlarına göre hareket zorunluluğu olmasına göre, akdi karma akit olarak değerlendirmekte ve iş hukukunun ve vekalet akdinin hükümlerine birlikte uygulamaktaydı. Bu gün ise, sadece vekalet akdi hükümlerinin uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Ancak, bunu uygularken, HMK da yer alan ücretin tamamına hak kazanmaya ilişkin hükümlerini değerlendirme dışı bırakmakta haklı azil yada haksız azil kavramlarını değerlendirmeksizin, sözleşmenin sona erdiği tarihi baz almaktadır. Bu adil bir davranış değildir. Uygulamada daha doğrusu gerçek hayatta bunun nasıl dejenere edildiğini görmekteyiz. Örneğin, ilk avukat pek çok işi bitirme aşamasına getirdiği tarihte, sözleşme sona erdi diye ilk avukatın işine son verilmekte, yeni bir avukata iş verilerek ilk avukatın hak ettiği akdi vekalet ücretinin hatta yazı konusu dışında kalan, karşı taraf vekalet ücreti ile icra takibinden kaynaklanması olası akdi ve karşı taraf vekalet ücretini almasına olanak verilmemektedir. Hatta sözleşmeye son vererek yeni bir avukat atanmasında, yeni avukatın, vekil edenin korumak istediği bir yakını olduğu da görülmektedir.
Halbuki, Av. K. 172 maddesine göre, vekil edenin birden fazla avukat atamasına bir engel bulunmamaktadır. Elbette yasa gereği bunların hak ettiği akdi vekalet ücretini tam olarak ödemek koşulu ile birden fazla avukattan hukuki yardım alabilir. Eğer, vekil eden, ilk avukatın akdini sona erdirirken, sözleşme tarihinin dışında bir nedene yani haklı fesih nedenine sahip değil ise, iki yöntemden birini seçmek zorundadır. Ya ilk avukatın devam eden işlerinin, onun tarafından bitirilmesine olanak vermeli yada haksız azil hükümleri gereği ödenmesi gereken tüm haklarını ödemelidir. Bize göre, eski kararlarda olduğu gibi, eğer sözleşme bir karma akit niteliğinde ise, iş hukukundan kaynaklanan hakları da ödemelidir. Elbette haklı azil nedenleri varsa, ilk avukat tarafından, bu uygulamayı talep hakkı bulunmamaktadır.
Bir başka problem ise, bünyesinde birden fazla avukat bulunduran şirket ve kooperatiflerde yaşanmaktadır. Bunların bir kısmında dava ve icra takiplerinin başından sonuna kadar bir avukattan hukuki yardım alınmaktadır. Bu tür çalışma tarzı kabul edilmiş ise, AAÜT hükmü ile ilgili hak ediş, kendiliğinden çözülmüştür. Ancak, bazı işyerlerinde orada çalışan tüm avukatlardan aynı anda hukuki yardım alınmaktadır. Örneğin o günkü duruşmaya kimin gireceği, bir gün öncesi belirlenmektedir. Bu durumda, Av. Kanununun 35/3 maddesi nasıl uygulanacaktır. Bunların her birine tam ücret hesaplaması mı yapılacaktır ? Yoksa hazine avukatlarında olduğu gibi bir paylaşım sistemi mi kabul edilecektir ? Yada ekip başı olan avukat vekalet alan avukat kabul edilecek ve diğer avukatlar alt vekil mi kabul edilecek ve ona göre aylık ve Av.K.35/3 maddesinin uygulanması mı yapılacaktır ?
Akıl almaz bir uygulama ise, bazı marka, patent vekilliklerince ve YMM tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu uygulamada, marka ve patent vekili yada YMM davaya konu işi ve parayı bizzat almakta ve davanın tüm aşamalarını, sanki iş kendi şirketinin gerçek işi imiş gibi örneğin sanki kendi şirketinin iş davası imiş gibi, kendi şirketine bağlı, maaşlı olarak çalıştırdığı avukata yaptırmaktadır. Akdi vekalet ücreti olarak her hangi bir ücret ödememektedir. Olayın avukata iş bulma yasağı kapsamında kalacağı fark edildikten sonra ise, bu sistem yerine, ayrı bir yerde ve kendi bürosunda çalışan avukatla sürekli iş ilişkisi kurarak çalışma dönemi başlamıştır. Elbette, işi getiren kişi kendi payını almaya devam etmektedir. Kısacası, kimsenin kölesi olmadığını iddia eden bizler, iş yokluğundan, geçim sıkıntısından ötürü, zincirsiz köle olmayı kabul etmekteyiz.
Zorunlu avukat hükmüne hayat vermek istiyorsak, şirketlere ve kooperatiflere sadece kahve içmeye gitmek yada çıkan dava ve icra takiplerinde hukuki yardım vermek yerine, yasada yapılacak değişiklikle, yasanın  emrettiği bazı işlerde, atacağımız imza ile sorumluluk alma durumuna getirirsek, hem yaptığımız işin ekonomiye bir katkısı olur hem de aldığımız para kimsenin gözüne batmaz,
Belki yeri değil ama hatırlatmak istediğim bir başka konu ise, işin sonuna kadar takip zorunluluğu ve işin sonu olarak kesinleşmenin belirlenmesine ilişkin kuraldır. Günümüzde, BAM ların kurulmuş ve BAM lardaki yargılamanın duruşmalı yapılmasının ilke olarak benimsenmiş olması dikkate alındığında bu kuralın değiştirilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Örneğin, kira parasının arttırılmasına ilişkin bir dava istinaf incelemesi için BAM da görülmeye başlandığında, vekil edenin katlanacağı yol giderleri ve bizim kaybedeceğimiz zaman dikkate alındığında, bu kuralın bedelinin, her iki taraf içinde ağır olacağı konusunda, şüphem bulunmamaktadır. Bu konuda tarife değişikliğinin yada yasa değişikliğinin TBB tarafından gündeme getirilmesi ve özellikle Bakanlığın bu konuda ikna olması çok zaman alacaktır. Bu nedenle, bana kalırsa, vekil edenle yazılı sözleşme yolu mutlaka uygulanmalı ve bu sözleşmede, işin takip edilecek kısmı açıkça belirtilmelidir. Örneğin, “ilk derece mahkemesinde gerçekleşecek hukuki yardımı kapsadığı ve BAM yada Yargıtay aşamasını kapsamadığı” açıkça belirtilmelidir,




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder