Av. Ender Dedeağaç
Taraf dilekçelerinin sunulması bir usul hukuku
işlemidir. HMK 176/1 maddesine göre “taraflardan her biri, yapmış olduğu usul
işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir”. Bu durumda, hep birlikte kabul
ettiğimiz gibi, taraf dilekçeleri, kısmen yada tamamen ıslah edilebilir.
HMK 119/1.f, HMK 129/1.e ve HMK 136/2 maddelerine
baktığımızda, “delil” lerin bu dilekçelerin ayrılmaz bir bölümü olduğunu
görmekteyiz. O halde, kısmi ıslah kapsamı ile delillerimiz ıslah edebilmeliyiz.
Tanık dinletme istemi de bir delil sunumu olduğuna göre, kısmi ıslah yolu ile
tanık dinlenilmesine olanak olduğunu düşünmekteyim.
Kişisel kanıma göre, yasak olan, HMK 240/2
maddesinde yer alan “ikinci tanık listesi”nin verilmesidir. Bu nedenle ikinci
tanık listesi verilmesinden ne anladığımızı belirtmekte yarar bulunmaktadır.
HMK 119, 129 ve 136 maddelerine baktığımızda,
davaya konu her bir maddi vakıa için, somutlaştırma kuralı doğrultusunda delil bildirmek
gerekmektedir. Zaten HMK 240/2 maddesi de aynı düşünce ile kaleme alınmış ve
“Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinletilmesi
istenilen tanıkların adı soyadı ile tebliğe elverişli listeyi mahkemeye sunar.”
Hükmünü içermektedir.
Yrg 1 HD 6.10.2016 gün 2014/18862 E 2016/9103 (
kazanci içtihat) kararında da belirtildiği ve uygulamada itirazsız olarak
uygulanan kurala göre, tarafın dilekçesinde tanık deliline dayandığını beyan
etmiş olmasına ve HMK 240/2 maddesi emrine rağmen tanık kimlik ve adresini
açıklamamış ise, kendisine açıklama yapması yani liste vermesi için süre
verilmektedir. İster dava dilekçesinde yer alsın isterse sonradan liste halinde
mahkemeye sunulmuş olsun, tanık bilgisini içeren bu belge birinci liste olarak
kabul edilmektedir. Yasak olan bu listeden sonra liste verilmesidir. Özet
olarak sunduğum, sizin yazınızda da yer alan, 11 HD 14.04.2005 gün ve 2004/6863
E 2005/3658 K sayılı kararı (sinerji mevzuat ve içtihat programı) aynı görüşü paylaşmaktadır.
“ıslah,
taraflardan birinin yaptığı bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesi
yöntemidir. Buna göre ıslah, bir taraf işlemi olup, geçerli olması karşı
tarafın veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Somut davada, davalı ıslahta
bulunarak süresinden sonra verdiği yanıtında, ilk yanıtında hasretmediği
delillerini hasretmiştir. Süresinden sonra bile ıslah yolu ile delil
gösterilmesi mümkün bulunmakta olup, bu husustaki tek sınırlama ikinci tanık
listesinin verilemeyeceği yönündeki HUMK'nun 274/son cümlesidir. Davalı
sigorta şirketi tarafından ıslah yolu ile verilen dilekçede tanıkların ilk kez
bildirilmiş olmasına göre, ikinci tanık listesi verme durumu da
bulunmamaktadır. Bu nedenle davalının gösterdiği tanıkların da dinlenerek
sonucuna göre, tüm deliller değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken,
yazılı gerekçe ile davalı tarafın gösterdiği tanıkların dinlenmemesi sonucu
eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş olup, kararın mümeyyiz
davalı yararına bozulması gerekmiştir.“
Yazımın sonunda örneklerini sunduğum HGK kararını
incelediğimde, ıslahın yapılabilmesi için, ilk şart olarak, yasanın emrettiği
ve izin verdiği taraf dilekçelerinin verilmiş olmasının ilk şart olarak öne
sürüldüğünü anlamaktayım. Bu durumda, taraf dilekçelerinin kısmen ıslahı ile
tanık deliline dayanmak mümkün olmalıdır.
Kanımca, HMUK döneminden beri tartışılan “cevap
dilekçesi verilmemiş olması inkar niteliğindedir. O halde inkarda bir usul
işlemi olarak değerlendirilmeli ve cevap vermeyen de ıslahtan yararlanmalıdır
yada yararlanmamalıdır”. Konusu, tartışmanın özünü oluşturmaktadır.
Bazılarına göre, cevap dilekçesi vermeyenlerin,
sırf bu nedenle ıslaha hakkı yoktur. Diğerlerine göre ise, cevap dilekçesi
vermeyenler, inkar etmiş sayılacakları için, inkarla sınırlı olmak üzere delil
gösterebilir. O halde tanık ismi de bildirebilir. Bence doğru olan budur. Çünkü
davayı inkar eden tarafın, bir dilekçe üzerine davayı inkar ediyorum yazmış
olması ile aynı sonucu doğuracak olan hiç cevap vermemiş olması arasında hiçbir
fark bulunmamaktadır.
Elbette HMK 31 maddesinde yer alan hakimin davayı
aydınlatma görevi kapsamında sorması gereken soru ve buna dayalı olan delil
istemesi ile HMK 145 kapsamında kalan sonradan delil gösterme hakkı bu
açıklamanın dışında kalmaktadır.
Üstelik iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve
genişletilmesi yasağının cevaba cevap ve ikinci cevap aşamalarından sonra
verilmesinin HMK ile getirilmiş olması bu konunun bir kez daha irdelenmesini
şart kılmıştır.
Cevap dilekçesi vermemiş olan davalının ıslah yolu
ile cevap dilekçesi vermesi ve bu kapsamda tanık bildirmesi hakkını, davayı
uzatan bir davranış olarak kabul etmemek gerekmektedir. Çünkü, HMK 182/1 maddesine göre, hakim, kötü niyetle
yapılan ıslahın varlığına karar verirse ıslahı dikkate almaksızın karar
vereceği gibi, bu davranışta bulunan tarafın, karşı tarafa vermiş olduğu tüm
zararları ödetmeye mahkum etmenin yanı sıra disiplin para cezasına mahkum
edilmesine de karar verebilir.
Zaten ıslahın geçerli olması için, mahkemenin
kabulüne gerek yoksa da, HMK 178/1 maddesine göre, “Islah eden taraf, ıslah
sebebiyle geçersiz hale gelen işlemler
için yargılama giderleri ile karşı tarafın uğradığı zararları karşılamak üzere hakimin takdir edeceği teminatı, bir hafta
içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi halde ıslah yapılmamış
sayılır.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına
göre, teminat noksan gelirse tamamlattırılır. Görüldüğü gibi, kötü niyetle yada
iyi niyetle yapılmış ıslahtan ötürü karşı tarafa verilmesi olası bir zarar yada
verilmiş bir zarar varsa, ıslah işlemine başvuran bu zararı gidermekle
yükümlüdür. Elbette bu hakime bir yük getirmektedir. Ancak, hakimi bu yükten
kurtarmak için, ıslah hakkını sınırlayarak tarafın adil yargılanma hakkının bir
parçası olan hukuki dinlenilme hakkından mahrum etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Kanımca daha doğrusu kişisel gözlemlerime göre,
hakimler, HMK 178/1 maddesini uygulamamaktadır. Gene kişisel kanıma göre,
hakimlerin bu davranışından kaynaklı bir zarar söz konusu olursa, HMK 46/1.e
maddesine göre hakimin sorumluluğu doğacaktır. Hazineye karşı açılacak olan bu
tazminat davasında, zararın tazminine karar verilirse, ilgili hakime rücu
edilmelidir. HMK 46/3 maddesi gereğince rucu davası açılır. Bu madde hükmü
emredici nitelikte olduğu için, davayı açmakla yükümlü olan hazinenin davanın
açılmasında bir takdir hakkı olmadığı gibi, açmamaktan ötürü kendi sorumluluğu
doğmaktadır.
Olayı bir başka açıdan değerlendirmekte yarar
görmekteyim. Bilindiği gibi, HMK 240/2 maddesi “Tanık gösteren taraf, tanık
dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ad ve soyadları
ile tebliğe elverişli adreslerini içeren bir listeyi mahkemeye sunar.” Hükmünü
getirmiş olmasına rağmen, listenin ne zaman verileceğine dair bir hüküm
içermemektedir. Madde gerekçesinde de bu konuda bir açıklama yer almamaktadır.
Bu nedenle, uygulamada taraf dilekçesinde tanık deliline dayanıyorum diye bir
ifade yer almış ise, tarafa tanık listesi vermesi için süre verilmektedir.
Kanımca bu uygulama yanlıştır. Üstelik
mahkemelerin yazı işleri tarafından bu uygulama daha yanlış hale
getirilmektedir. Yanlıştır, çünkü;
-
Eğer olayı HMK 240/2 maddesi ve HMK
119/1. f, 129/1.e ile HMK 194/1 maddelerini birlikte değerlendirerek bir yorum
yaparsak, uygulamanın yanlış olduğunu görürüz. Öncelikle, dilekçesinde tanık
deliline dayanan tarafın, yukarıda belirttiğim yasa maddeleri doğrultusunda, hangi
maddi vakıa için tanık deliline dayandığını açıkça belirtmesi gerekir. Eğer
böyle bir belirtme yoksa, tarafın tüm maddi vakıalar için tanık istediği
varsayılamaz. Bu varsayım, yukarıda yer alan yasa maddelerine aykırı olduğu
gibi, HMK 27 maddesinde yer alan hukuki dinlenilme hakkına da aykırıdır.
Bilindiği gibi, HMK
200/1 maddesi senetle ispat zorunluluğunu getirmiş ve 203 maddesi ise
istisnaları saymıştır.
Bilindiği gibi, HMK 255 tanığa itiraz hallerini belirlemiştir.
Bilindiği gibi HMK 191/1
karşı delil hakkını düzenlemiştir.
Eğer, hangi maddi
vakıa için kimin tanık olarak getirileceğini bilmiyorsam, bu hakları kullanma
olanağım olmayacaktır yada duruşma sırasında doğacak olan olanağı, davanın
tarafının katılmaması yada vekil ile takibi halinde, sınırlı hale gelecektir.
Somutlaştırma
kuralının temel amacı, karşı tarafın, davaya konu maddi vakıa ile birlikte
delili de değerlendirilmesini sağlamaktır. Bu nedenle HMK 240/2 maddesi hükmünü
taraf dilekçeleri aşamasında ve dilekçe ile birlikte tanık listesi verilir diye
yorumlamak gerektiğine inanmaktayım.
-
Uygulamada, tanık listesi ve pek çok
belgeyi örneğin basit yargılamada, cevap dilekçesini bile karşı tarafa tebliğ
etmek gereğini duymamaktadır. Bu davranış HMK 27 maddesinde yer alan hukuki
dinlenilme hakkının ihlali anlamına geleceği gibi HMK nın yazı işlerine
yüklediği “yargılamanın şekli anlamda sevk ve idaresi” görevinin yapılmaması
anlamına da gelecektir.
HMK 243 maddesi
gereğince tanık deliline dayanan kimse, tanık listesi vermesi için kendisine
kesin süre verilmesi halinde, listeyi vermezse bile tanığı duruşma günü hazır
ettiği takdirde, bu tanık dinlenir, hükmünü getirmektedir. Bu hüküm ikinci
liste verme yasağını delmenin bir yolu olarak kullanılabileceği gibi, yukarıda
açıklamaya çalıştığım somutlaştırma kuralının ve hukuki dinlenilme hakkının ihlaline
de neden olacaktır.
Tüm açıklamalardan
sonra kişisel kanıma göre, tanık isimlerinin, tanık dinletilmesi istenilen
dilekçe ile birlikte ve maddi vakıayı da belirterek verilmesi gerektiğine inandığımı
dile getirmek isterim.
Ayrıca, eğer HMK 31/1
maddesi gerekçesinde yer alan açıklamaya uygun olarak yerine getirilse, bu tür
tartışmalarla vakit kaybına gerek kalmayacağına da inanmaktayım. Çünkü, söz
konusu maddenin gerekçesinde,”….hakim, olayın ve hukuki uyuşmazlığın olgusal ve hukuki boyutlarını gerekli olduğu
ölçüde taraflarla birlikte ele alabilecek, tarafların zamanında uyuşmazlığın
çözümü için önemli vakıaların tamamı hakkında açıklama yapmalarını, özellikle
ileri sürülen vakıalardaki eksikleri tamamlamalarını, delileri ikame etmelerini
ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayacaktır.” denilmektedir. Bir an için
ön inceleme duruşmasının bu kurala uygun yapıldığını düşünmenizi istemekteyim.
Şimdi soruyorum, ön inceleme duruşması bu kurala uygun yapılsa, ikinci tanık
listesi tartışması, hakimin iş yükü kavgası vb tartışmalara gerek kalır mı ?
Kişisel kanıma göre,
HMUK 216, 217, 218 ve 219 maddelerine baktığımızda, HMK nın ön inceleme bölüm
başlığı ile hükme bağladığı tüm hususları aynen hükme bağlandığını görmekteyiz.
Bu maddelere göre, hakim, dilekçeler aşaması bittiğinde tarafları dinler, “iki
tarafın mutabık kaldıkları cihetleri tespit ve ihtilaflı olanları tefrik eyler”
“davanın ispatı için delil ikamesi lazım ise bunları tafsilen yekdiğerine
tebliğ ..” için süre verir. Bunlardan sonra, kabul edilen deli ile kabul
edilmeyen deliller için gerekçeli karar vererek tahkikat aşamasına geçer. HMUK
dönemine ait usul kitaplarına ve kararlarına baktığımızda bu anlatımın akademik
olarak kabul edildiğini ve yargı kararlarında yer aldığını görmekteyiz ( YHGK
10.03.2010 gün 2010/4-125 E 2010/144 K sayılı karar ve Dr. Bülent Hayri Acar Özel
Hukukta İspat ve Delil Bağlamında Uygulamalı Hukuk).
Her iki yasa
hükümlerine göre, maddi vakıaların bildirilmesinden yani dilekçeleri aşamasının
tamamlanmasından sonra, hakim önce uyuşmazlık konusunu tespit etmeli, bu konuda
nelerin kanıtlanması gerektiğini belirlemeli, kanıtlarla ilgili belirlemeden sonra,
tarafların belirttiği maddi vakıalarla bağlı kalarak, eğer tarafların
bildirmedikleri delil varsa ispat ve delil yükünü gözeterek yargılamaya devam
eder. Görüldüğü gibi, her iki yasa, delil sınırlamasının, dilekçeler aşamasının
sona ermesinden sonra hakim kararı ile tamamlanması gerektiğini hükme
bağlamıştır.
Unutmayın ki hakim,
savcı, akademisyen ve avukat tüm hukukçuları çok seviyorum ancak hukuku daha
çok seviyorum. Bu nedenle eleştiren bir bakışla olay değerlendirmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder