Av. ENDER DEDEAĞAÇ
İstanbul’da yapılan, konuşmacı olarak katıldığım
bir toplantıda, hakimler için “meslek kardeşim” dedim diye, bir hakim tepki
vermişti. Haklı olmama rağmen birini üzmüş olmaktan öte üzülmüştüm. O hakimi
üzmüş olmaktan doğan üzüntümde bir eksilme olmamakla beraber, haklılığım
konusundaki düşüncelerim her geçen gün artmaktadır.
Bir meslektaşımın vekili olarak açmış olduğum,
aynı kişiye karşı ( meslektaşımın aynı vekil edenine ), aynı anda açmış
olduğum, ödenmeyen vekalet ücretinden kaynaklı
iki alacak davasından biri asliye hukuk mahkemesinde diğeri tüketici
mahkemesinde görülmektedir. Bunu anlamak mümkün değildir.
Bu yazının başında, meslektaş olduğumuzu
söyleyen meslek kardeşimiz hakimler var ya, onlara sormak istediğim bir soru
var. Sizler kendinizin yada kardeşinizin, ekmek parasını elde etmek için
verdiği uğraşta, onun ekmek parasına ulaşmasını engeller misiniz ? Sizin yada
kardeşinizin çocuklarına süt parası kazanmasını, kendisine kışlık bir palto
almasını yada ev kirasını vermesini hatta sofrasında eksiklikler olmasını ister
misiniz?. Elbette istemezsiniz. O zaman neden vekalet ücretinden kaynaklı
alacaklarımızın hangi görevli mahkemede görülmesi gerektiğine ilişkin son
derece basit bir konuyu aydınlığa kavuşturmazsınız?
Konunun hukuki boyutunu değerlendirmekte de
yarar bulunmaktadır. 2013 yılında yürürlüğe giren Tüketici yasasında, vekalet
akdinden doğan uyuşmazlıkların tüketici mahkemesinin görevine girdiği hükme
bağlanmıştır. İşte bu yasa değişikliği ile birlikte, avukatlık
sözleşmesinden/avukatın ücretine ilişkin davalarda, görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu
konusunda adeta bir karmaşa yaşanmaya başlamıştır.
Tam Ankara Bölge Adliye Mahkemesi yetki alanında
kalan mahkemeler için , istikrarlı bir şekilde asliye mahkemeleri görevlidir şeklinde
kararlar çıkınca, bu konu çözüme kavuştu derken, 14.12.2018 günü girmiş
olduğum, vekalet ücreti alacağından kaynaklı bir davada asliye hukuk mahkemesi
görevsizlik kararı vererek görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğuna karar
verince, hala çözümsüzlüğü yaşadığımızı
gördüm.
Duruşma hakimi, suratımda meydana gelen
değişikliğin farkına varmış olmalı ki, kararının gerekçesini açıklamak gereğini
duydu. Elbette, kararının gerekçesini açıklamak yerine, topu taca atıp “kanun
yoluna başvurun bakalım o de diyecek ?” şeklinde bir yanıtı tercih edebilirdi.
Fikirlerini ve bundan kaynaklı eylemini/kararını savunan bir hakim ile
karşılaşmış olmaktan ötürü mutlu olduğumu söylemeden edememekteyim. Ancak, topu
kanun yolunun kararına atan klasik tutumu tercih etmesini, bu somut olay için
tercih ederdim. Çünkü, o zaman, savunma dokunulmazlığı ve tartışma nezaketi
sınırları içinde ona sormak istediğim bir soru olabilirdi.
Duruşma hakimi, bu kararı almasındaki etkenin,
Yargıtay 13 HD kararlarının etkili olduğunu, salonda söyledi. Bu açıklamasının
arkasından, kendilerinin, meslekleri gereği, Yargıtay kararlarına uyum
göstermek zorunda olduklarını da ifade
etti
Duruşma hakiminin, bu kararı alırken yada
Yargıtay kararlarına uyum göstermek gerekir derken, yanıldığı bir yön vardı.
HMK 362/1.c maddesine göre, BAM’ ın yargı çevresine giren, ilk derece
mahkemeleri arasındaki görev uyuşmazlıklarını çözmek için verdiği kararların
kesin olduğunu unutmuş olması, duruşma hakiminin yanılgısını oluşturmaktaydı. Üstelik
BAM’ın bu konudaki kararları yerleşmiş karar niteliğine dönüşmüş olmasına
rağmen böylesi bir yanılgıya düşülmüştür. Kısacası, somut olayımızdaki
uyuşmazlık, Yargıtay incelemesine taşınmış olsa bile, Yargıtay’ın BAM
tarafından verilen göreve ilişkin kararı bozması söz konusu olamayacaktır. O
halde BAM kararına uymak mesleki açıdan doğru bir karar olacaktı. Bu fırsat
kaçırıldı.
Şimdi bir başka sorunun cevabını aramak
gerekecektir. Bu karar için istinaf yoluna başvurulacak mıdır ? Elbette
bulunulacaktır. Öncelikle haklı olduğumuzu, yanılanın biz değil duruşma hakimi
olduğunu kanıtlamaya yönelik mesleki görevimiz nedeniyle başvurulacaktır. Ayrıca,
pratik açıdan da baş vurmak zorunluluğumuz bulunmaktadır. Çünkü bizim istinafa
başvurmak yerine, tüketici mahkemesine gönderme kararına uyarak, dosyanın
tüketici mahkemesine gönderilmesini sağladığımızda, tüketici mahkemesi
hakiminin aksi kanıda olması ve onun da görevsizlik kararı vermesi ve bu
nedenle dosyanın bölge adliye mahkemesinin incelenmesine sunulması olasıdır.
Kısacası, kararların yazılması, postaya verilmesi, duruşma günü tayin edilmesi
, sıkça yapılan hakim atamalarından kaynaklı gecikmelerin olması vb nedenlerle
doğacak gecikmeleri göze almak mümkün değildir. Çünkü, vekil eden
meslektaşımızın eğitimini sürdüren çocuklarının gereksinmeleri için bu alacağın
bir an önce alınması gerekmektedir.
Hatırladığım ve taradığım kararlardan gördüğüm kadarıyla
biz bu kördüğümü daha öncede yaşadık. Bunlardan bir tanesi, kat karşılığı
inşaat sözleşmelerinde görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkindir. Yıllarca
sürmüştür. Çözümü kısa sürede oluşturmadığımız için pek çok kişinin hak kaybına
yada hakkını geç almasına neden olduk.
Bölge Adliye Mahkemelerinin kurulması aşamasında
benim duyduğum endişe, bölge adliye mahkemeleri arasındaki karar
farklılıklarının nasıl giderileceğine ilişkindi. Korkuyordum, çünkü HMK nın
yürürlüğe girmesinden bu yana yani 2011 yılından bu yana işçi alacaklarından
kaynaklı belirsiz alacak ve tespit davalarının nasıl değerlendirileceği
konusunda, Yargıtay’ın iki dairesi arasındaki fikir ayrılığının giderilmemiş
olmasını hem de konunun birkaç defa HGK kararına bağlanmış olmasına rağmen,
çözümsüz kaldığını görüyor, aynı çatı altındaki bir uyuşmazlığın giderilmemesi
söz konusu olduğuna göre, iki ayrı bölgede faaliyet gösteren BAM arasında nasıl
bir karar birliği sağlanacağını bilemiyordum ve hala da bilemiyorum.
İlk derece mahkemelerinin Yargıtay kararlarına
uyum göstermekteki hassasiyetini anlıyorum. Ancak cevap veremediğim bazı
sorularım olduğunu görüyor ve onları sizlerle paylaşmak istiyorum.
NEDEN
Yargıtay 13 HD 16.01.2014 gün 2013/22033 E
2014/817 K ve Yrg 4 HD 2.4.2018 gün 2016/6191 E 2018/2507 K sayılı kararlarına
göre, avukatların vekalet ücreti alacağından kaynaklı davalarda bilirkişi
incelemesine gerek yoktur. Ama nerede ise tüm ilk derece mahkemeleri
bilirkişiye başvurmaktadır.
Hakimler ve Savcılar Kanununun 63 maddesine göre
gereksiz yere bilirkişiye gitmenin disiplin suçu olduğunun hükme bağlanmış
olmasına rağmen bilirkişiye
gidilmektedir. Hatta Yargıtay 1 CD 18.3.1972 gün 613/1284 sayılı kararında,
bunun görevi ihmal suçu olduğu belirtilmesine rağmen bilirkişiye gidilmektedir.
Suç yada disiplin suçu olan bir eylemi, görevi
nedeniyle öğrenen kanun yolu mahkemelerinde görevli hakimlerin neden TCK 279 maddesi
gereği bunları ilgili mercilere ihbar etmediklerini de anlamıyorum.
Neden her yerde hukukun üstünlüğünü ve bunun
kaşınılmaz ilkesi olan tabii hakim ilkesini savunmamıza rağmen bu yanlışları
yaptığımızı anlamıyorum.
Bu konuda bilirkişi olarak emekli Sayıştay
denetçilerinin seçilmesinin dört işlem konusunda pratik sahibi olduklarından
kaynaklandığını, vekalet ücreti konusunda bildiklerini meslekleri gereği değil
uygulamada karşılarına çıkan olaylarla kısmen öğrendiklerini düşündükçe olayın
çözümsüzlüğünün daha büyük boyutta olduğunu düşünüyorum.
Bilgisayar ve interneti sevmiyorum, ama sadece
Yargıtay Daire Başkanlarının kitaplarından öğrendiğimiz Yargıtay kararlarına
şimdi pek çok internet sitesinden kavuştuğumuz için mutluyum. Üstelik yargı
kararlarının “açık yargılama” olarak yapılmasında ki amacın, tarafların yanı
sıra kamu oyunun da bilgilendirilmesi amacını taşımasına rağmen Yargıtay’ın
kararlarını nerde ise yok denecek azlıkta yayınlamasını da anlamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder