Av. Ender DEDEAĞAÇ
Milas’ın Kıyıkışlacık (İASOS)köyünde adli tatilimi
geçiriyorum. Bodrum’da olan depremleri uzaktan da olsa hissettik.
Milas’takileri ise, daha yakından hissettik. Bu gün ise 17 Ağustos.
İster istemez 1999 yılında Bolu depreminde
yaşadıklarım aklıma geldi. Deprem anında, konuşmacı olarak katıldığım bir
konferans nedeni ile Abant’da bir otelde idim.
Eşim Bolu’da noter olarak görev yapıyordu ve
deprem anında Bolu’da bulunuyordu.
Deprem sonrası, eşimle Bolu’da buluştuk ve
noterlik dairesi ile aynı binada bulunan evimizin, ağır hasarlı olduğunu
gördük. Elindeki olanaklar ölçüsünde evsiz kalan Bolu’luları misafir eden bir
otelde daha sonra da eşsiz insan İbrahim amcanın evinde misafir kaldık. Noterlik
dairesi ise şehir meydanında bir çatır içinde hizmet vermeye devam etti.
Kısacası, Yalova’da yaşananları yaşamadık ama depremin ne olduğunu Bolu’da
öğrendik.
Şimdi, Milas’ta can ve mal kaybı olmayan sadece gece
yada gündüz yerimizden fırlatan yada uykumuzu bölen depremleri yaşadıkça,
Bolu’yu anımsıyorum. Bu arada utanarak anımsadığım bir şey ise, sayın Necati
Doğru’nun 16.Ağustos 2009 da Vatan Gazetesinde yayınlanan “10 yıl önceki depremin
10 yıl sonraki sürprizi” başlıklı yazısıdır.
Hatırlanacağı gibi, 1999 yılında yaşanan depremler
ile yüzlerce bina yerle bir oldu, binlerce insan ise ya yaralandı yada canından
oldu.
Bu acılı insanlar, kendilerine zarar veren
kişilerin de cezalandırılmaları amacıyla, kamu adına açılan ceza davalarına
katıldılar ve tazminat davaları açtılar.
Ceza davalarının sonunda, yüzlerce binanın
yıkılmasından sorumlu olması gereken kamu görevlisinden ve yapımcıdan, bir elin
parmağıyla sayılacak kadar az görevli ve yapımcı, uzun süren yargılamalardan
sonra, yakınlarını kaybetmiş insanların gözünde, “eften püften cezalar” olarak
nitelendirilen cezalarla cezalandırıldılar.
Açılan ölüme dayalı tazminat davaları ve binaların
yıkılmasından kaynaklı mala gelen zararın giderilmesine ilişkin tazminat davaları
ise hukuk mahkemelerinde uzunca süren bir yargılama aşamasından sonra
sonuçlandı.
Ben yanlış hatırlamıyorsam, mala verilen zarardan
kaynaklı olarak yüklenicinin sorumluluğuna ilişkin olarak açılan davalarda,
uzunca bir müddet zamanaşımı sorunu tartışıldı, sonunda zamanaşımının zararın
doğduğu andan itibaren hesaplanması gerektiğine karar verilerek davalar
sonuçlandırıldı.
Kısacası, acı çeken, zarar gören insanların
acıların dinmesi zararların giderilmesi, deveye hendek atlatmak kadar zor ve uzunca
bir süreci aldı. Sayın Necati Doğru’nun yazdığı gibi, bunların bir kısmı10 yıl
gibi uzun bir süreçte sonuçlandı.
Sayın Necati Doğru’nun yazısında yer alan, yakınma,
zarar gördüğü için dava açanın yani davacının mahkemenin hükmü ile oluşan
zararını ve yargılama için yaptığı masrafları alamamış olmasına rağmen, davayı
kaybeden yani kendisine borçlu durumda olan davalının avukatına, karşı taraf
vekalet ücreti adı altında, mahkeme kararı ile belirlenen ücreti ödemek zorunda
kalmasından kaynaklanmaktadır.
Olayı öncelikle davacının avukatı açısından
değerlendirmekte yarar vardır. Yüklenicinin sorumluluğu ile biten bu davalarda,
maldan ötürü zarar gören yada ölüme bağlı olarak maddi ve manevi tazminat hak
eden kişilere hukuki yardımda bulunan meslektaşlarıma, davacı tarafından bir
ücret ödemek zorunluluğu bulunmaktadır. Çünkü, taraflar, baştan sözleşme
yapsalar da yapmasalar da avukat, avukatlık ücreti almaya hak kazanır. Çünkü,
ücretsiz iş almak yasağı nedeni ile, avukatlık kanununda yer alan, yasa hükmü
ile sözleşme yapılmasa da ücrete hak kazanılacağı belirtildiği için, davacılara
hukuki yardım veren meslektaşlarım, akdi vekalet ücreti denen bir ücrete hak
kazanırlar. Avukatlık kanunu ile yapılan bu düzenleme, özünde borçlar kanundan
yer alan, vekalet akdi nedeni ile ücret alınması mutat olan işlerde ücret
kararlaştırılmamışsa da, mahkeme tarafından ücrette hükmedilir, hükmünün
avukatlık kanunundaki karşılığıdır .
Avukatlık hizmetlerinden ücret alınacağı, arkeolojik
kazılarda elde edilen bilgilere göre, Hititlerde de geçerli olduğu için, avukatlık
hizmeti de profesyonel bir hizmet olduğundan ötürü, avukata ücret ödemek mutattır
ve bu nedenle, bu yasal düzenleme doğrudur.
Yasal düzenleme konusunda verdiğimiz bu
bilgilerden sonra, sayın Necati Doğru’nun yazısındaki olayı değerlendirirsek,
can yada mal kaybından kaynaklı tazminat davaları nedeniyle, zarara uğrayan
kişiye yani davacıya hukuki yardımda bulunan meslektaşım, akdi ücret diye
isimlendirdiğimiz bir ücrete hak kazanmış olacaktır. Bu ücret davacı tarafından
ödenmesi zorunlu bir ücrettir.
Üstelik bu ücret, davacının yada davalının davayı
kazanıp kazanmadığına bakılmaksızın, emek karşılığı kendisine hukuki yardımda
bulunan, kendi avukatına ödemesi gereken ücrettir.
Şimdi olayın bir başka boyutunu, sayın Necati
Doğru’nun yakındığı/eleştirdiği yanını incelemekte yarar bulunmaktadır. Yasalarımıza
göre, davanın tarafları haklılıkları oranında karşı taraftan, yapmış olduğu yargılama
giderlerini tahsil hakkını kazanır. Bu nedenle doğan alacak, tarafın talebine
bakılmaksızın hükümde yer alır. Bu gider içinde, devlete ödenen harç, dosya
bilirkişisinin ücreti, keşif giderleri, tanık ücretleri gibi giderler yer alır.
Gerek eski usul yasamız olan HMUK gerekse yeni usul yasamız olan HMK açısından “tarafın
yapmış olduğu giderler” konusunda hüküm vermek gerektiğinde, öncelikle, davayı,
tarafın bizzat kendisinin mi yoksa hukuki yardım aldığı avukatın mı takip
ettiğinin belirlenmesini şart koşmuştur.
Eğer, taraf, bu davayı, bizzat takip etmiş ise, HMK
323/1.g maddesi hükmü gereği, mahkemenin resen yani tarafın talebi olup
olmadığına bakmaksızın, haklı çıkan tarafın haklılık oranına göre, yargılamayı
takip etmek için, yapmış olduğu “gündelik, seyahat ve konaklama” giderleri de
dahil olmak üzere tüm giderlerin, karşı
tarafça ödenmesine karar vermesi yasa emridir. Ancak günlük hayatta hiçbir
hakim yasanın bu emrini yerine getirmemektedir. Bundan ötürü de kendilerine bir
sorumluluk yüklenmemektedir.
Eğer taraf kendini bir avukat aracılığı ile temsil
ettirmiş ise, HMK 323/1.ğ maddesi gereği, avukata ödediği “kanuni” ücret davada
haksız çıkan taraftan tahsil edilir.
Gene HMK ya göre, yargılama giderleri, davanın
tarafları adına hükmedilir. Yani bu giderlerin alacaklısı haklı çıktığı oranda
davacı yada davalıdır, hatta bazen ikisinin de değişik oranlarda haklı çıkması
söz konusu olabilir, o zaman haklılık oranına göre hüküm kurulur. Görüldüğü
gibi, taraf adına hükmedilmesi yasa gereği olan yargılama gideri ve bu giderler
kapsamında olan, avukatlık ücretinin alacaklısı, davanın tarafıdır.
Sayın Necati Doğru’nun anlattığı olayda, davacının,
davanın başlangıcında, davalıdan istediği/talep ettiği tazminattan daha az bir
tazminata hükmedilmiş olduğu için, yargılama giderleri kapsamında olan avukata
ödenen vekalet ücretinin de haklılık oranına göre paylaştırılması
gerekmektedir.
Ancak, HMK nın aksine, avukatlık kanunu gereği,
“kanun” gereği hükmedilen vekalet ücreti avukata aittir ve hiçbir nedenle
haczedilemez, takas ve mahsuba konu olamaz.
Görüldüğü gibi, iki yasa arasında çelişki
bulunmaktadır. Yargı bu çelişkiyi, vekalet ücretinin mahkeme kararında taraf
adına hükmedilmesi gerektiği, ondan sonra avukatla müvekkil arasındaki ilişkiyi
düzenleyen, avukatlık kanunu hükümleri nedeni ile, müvekkilin elde ettiği bu parayı
avukata ödemesi gerektiği şekli ile çözmüştür.
Somut olayda, aslında davayı kazanmakla birlikte hükmedilen
tazminat miktarından fazla talepte bulunan davacının da yargılama giderlerinin
bir kısmını üstlenmesi gerektiği yolunda hüküm kurulmuştur. Aslında, üstlenmiş
olduğu bu giderler özünde, davalının ve davacının yargılama süreci içinde
yapmış olduğu dava giderleri ile birlikte davalının kendi avukatı için ödediği
avukatlık ücretini kapsamaktadır ve davalının hakkıdır. Eğer davalı bu davayı
bizzat takip etmiş olsa idi, avukatlık ücreti dışında kalan tüm giderden ve de
gündelik, konaklama giderleri de dahil olmak üzere, haklılığı oranında geri
alması gerekenleri davalı geri alacaktı. Eğer kendisini avukatla temsil
ettirtmiş ise, yol gideri, konaklama gideri, gündelik giderleri dışında kalan
giderler ile karşı taraf vekalet ücretini alacaktı. Diğer bir anlatımla,
kendisini avukatla temsil ettiren taraf, davayı bizzat takip edenin alması
gereken, gündelik, yol gideri konaklama gideri yerine, kanunla belirlenen karşı
taraf vekalet ücretini almaya kazanmış olacaktı. Uygulamada da yargılama
giderlerinin bu kısmı, davalı tarafa bırakılmaktadır. Ancak yargılama gideri
kapsamında olan avukatlık ücretini, avukat, müvekkili adına tahsil ettikten
sonra kendisi için alıkoymaktadır.
Olayı bir başka açıdan değerlendirdiğimizde,
avukat kendi alacağı için, yapmış olduğu icra takibinden ötürü bir kez de icra
vekalet ücreti almaktadır.
Somut olayımızda, her iki taraf için haklılıkları
oranında yargılama giderlerine ve bu kapsamda karşı taraf vekalet ücretine
hükmedilmiştir.
Davacı yan davalı yanın batmış olmasından,
alacağını tahsil edeceği bir malı bulunmamasından ötürü, ne zararını nede
yargılama giderlerini alamamıştır. Davacı, öncelikle, kendisine hukuki yardımda
bulunan, kendi avukatının akdi vekalet ücretini bizzat ödemekle yükümlü olduğu
için, bunu ödemek zorunda kalmıştır.
Ancak davalı avukatı bu aşamada, davalı adına
tahsil edilmesi gereken yargılama giderlerini ve bu kapsamdaki karşı taraf
vekalet ücretini icraya koymuştur. Özünde, davalının alacağı olan bu vekalet
ücreti, avukatlık kanunda ki haczedilemez ve takas mahsup edilemez hükmü olmasa
idi, davacının tahsil edemediği alacaktan mahsup edilecekti. Ancak, avukatlık
kanununda bulunan bu hüküm nedeni ile mahsubu yada takası yapılamamaktadır. Bu
nedenle, davacı yan kendi alacağını alamamanın yanı sıra, davalıya olan, mahkemece
hükme bağlanan karşı taraf vekalet ücreti borcunu ödemektedir. Diğer bir anlatımla,
davacı, zararını davalıdan tahsil edemez iken, bir de davalıya para
ödemektedir.
Yasalardan ve yargısal yorumlardan kaynaklı bir
çelişkinin yaşandığının, varlığı inkar edilemez bir gerçektir.
Kişisel kanıma göre, hukuk sistemimiz, yargılama
giderlerinin haklılık oranında paylaşılmasını ve karşı taraf vekalet ücretinin
bu kapsamda kaldığını kabul ettiğine göre, iki yasa arasındaki çelişkinin,
yargılama aşamasında, hakimin yorum
kuralları ile çözümlemesi mümkündür.
Böylece de bu çelişkiden kaynaklanan çarpıklık
ortadan kalkar.
Bu yazıda yer alan görüşlerimi, değişik makale ve
konuşmalarımda dile getirdiğimde, meslektaşlarım beni eleştirdiler.
Hala beni, hatalı
gören yada meslektaşımın aleyhine olduğumu söyleyen varsa, bu meslektaşlarıma,
finans kurumlarının avukata hiçbir ücret ödemeden, hukuki yardım aldığını, hatırlatmak
isterim.
Bilindiği gibi, finans kuruluşları, avukata ancak
alacağın tahsilinde ve de kendi alacağının tamamını elde ettikten sonra yani
alacağın son diliminde, karşı taraf vekalet ücretinin belirli bir yüzdesini
ödemektedirler. Böylece ücret ödemeksizin avukattan hukuki yardım almanın yanı
sıra, avukatın sırtından da para kazanmaktadır. Bu nedenle, avukata ücret
karşılığı iş bulma suçunu işlemekte hem de bu suça kendisine hukuki yardımda
bulunan meslektaşımı da katmaktadır.
Şimdi soruyorum, karşı taraf vekalet ücreti avukatındır,
hükmüne güvenerek ücretsiz iş almak yada bu yolla kazanılan paranın bir kısmını
iş sahibine ödemek mi doğru yoksa akdi vekalet ücretini hakkıyla almak mı
doğrudur ?
Yaşanan olayları da hatırlayarak, adil olmanızı ve
düşüncenizi bundan sonra söylemenizi rica ederim.
Bu yazıya başladığımda, takvim, Yalova depreminin
bittiğinde ise Varto depreminin yaşandığı tarihi göstermekteydi. Lütfen kişilerin
mağduriyetine mağduriyet katmaksızın kendi ücret sorunumuzu çözmenin yolunu bulmaya
çalışalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder