Av. Ender DEDEAĞAÇ & Av. Elçin SANAL
ŞİRKETİ YÖNETMEK HAKKI
Limited şirketlerin yönetimine ilişkin yasal
düzenlemeler TTK nın 623 vd maddelerinde yer almaktadır.
TTK da yer alan hükümlere göre, limited
şirketlerin temsil ve yönetimini müdürler gerçekleştirir. Müdürlerin bir yada
birden fazla olması yada ortak olup olmaması konuları, TTK 623 maddesi hükmü
gereği, şirket ana sözleşmesi ile düzenlenmelidir.
ETTK nın 540 maddesinin benzeri bir hükme YTTK da
rastlamamaktayız. Bu nedenle, ortağın, şirketin doğal müdürü olması yani özden
müdür kuralı YTTK da yer almamaktadır. Bu kuralın YTTK da yer almamasını,
limited şirketin organsız kalması ve ortağın kamu borçlarından sorumluluğu
açısından, getirmiş olduğu yenilikleri değerlendirmekte yarar bulunmaktadır.
TTK 573. maddesi tek ortaklı limited şirket
kurulmasına olanak verdiği için, bu tek ortağın hem genel kurul hem de müdür
yetkilerini kullanması kanun tarafından kabul edilmiştir.
YTTK 616/1.b maddesine göre, müdürlerin
atanması, şirket genel kurulunun devredilemez yetkileri arasında yer
almaktadır. Genel kurul bu yetkisini YTTK 620 maddesinde yer alan kurala göre,
eğer şirket sözleşmesinde aksi öngörülmemiş ise, toplantıda temsil edilen
oyların salt çoğunluğu ile alacağı karar ile kullanır. Kanımızca şirket
sözleşmesinde yasa tarafından konulan bu karar yeter sayısını azaltmak söz
konusu olmamalı aksine şirket sözleşmesi ile bu yeter sayı arttırılabilmelidir.
Limited şirketin yönetim ve temsil yetkisinin
ortak olmayan müdürlere bırakılması halinde, TTK 623/1 maddesine göre ”En
azından bir ortağın, şirketi yönetim hakkının ve temsil yetkisinin bulunması
gerekir”. Bu durumda ETTK 541 maddesine dayanılarak uygulanmakta olan, şirketin
yönetiminin sadece, ortak olmayan bir müdürün yönetim ve temsil yetkisine
bırakılması söz konusu olamayacak eğer tek müdür seçimi isteniyorsa bu müdürün
ortak olması gerekecektir.
Eğer tek müdür atanacak ise, bunun, eğer birden
fazla müdür atanacak ise bunlardan birinin,
yerleşim yerinin Türkiye’de olması YTTK 628 maddesinin hükmüdür. Gene
aynı madde hükmüne göre, yerleşim yeri Türkiye olan müdürün, şirketi tek
başına, temsile de yetkili olması gerekmektedir.
YTTK 629/1 maddesinin yollaması nedeniyle,
müdürlerin yetkilerinin kapsamı, yetkilerinin sınırlandırılması, imzaya yetkili
olanların belirlenmesi, imza şekli ve bunların tescil ve ilanına ilişkin olarak
anonim şirketlerin bu konudaki hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekmektedir.
YTTK 629/1, 372,373 ve 40 maddelerini birlikte
değerlendirdiğimizde, müdürlerin seçiminden sonra, müdürler, şirket
işlemlerinde kullanacağı imza örneklerini ve atama kararı ile temsile yetkili
olan kişiler ile temsil yetkilerini içeren bir kararı notere tasdik ettirerek
YTTK 27 vd maddeleri uyarınca, tescil ve ilan ettirmekle yükümlüdür.
YTTK nın 373 maddesi ETTK nın 323 maddesinin
karşılığı olarak gözükmekte ise de, YTTK 623/2 maddesi ETTK da bulunmamaktadır.
Bu maddeye göre, “ Temsil yetkisinin ticaret sicilinde tescilinden sonra,
ilgili kişilerin seçimine veya atanmalarına, ilişkin her hangi bir hukuki
sakatlık, şirket tarafından üçüncü kişilere, ancak sakatlığın bunlar tarafından
bilindiğinin ispat edilmesi şartıyla ileri sürülebilir.”
TTK 623/2 maddesi, bir yeniliği içermektedir. Bu
maddeye göre, ortak olan yada olmayan bir tüzel kişinin şirket müdürlüğü
görevini üstlenmesi söz konusu olabilecektir. Eğer, bir tüzel kişi yönetim
kurulu üyesi olarak seçilmiş ise, tüzel kişinin yetkili organı, kendisini
temsil edecek bir gerçek kişiyi belirler. Her ne kadar YTTK 623/2 maddesinde
bir hüküm olarak belirtilmemiş ise de YTTK 629 maddesi ile anonim şirket
hükümlerine yapılan gönderme nedeni ile, YTTK 359/2 maddesi hükümlerinin uygulanması
gerekmektedir. Bu nedenle, tüzel kişinin belirlemiş olduğu bu gerçek kişinin,
limited şirkete bildirilmesi ve de tescil ve ilan işlemlerinin tamamlanması
gerekmektedir. Aynen anonim şirketlerde olduğu gibi, bu kişinin değiştirilmesi
ve yerine yeni bir gerçek kişinin görevlendirilmesine ilişkin yetki, müdür
olarak seçilen tüzel kişiye aittir. Yapılan bu değişikliğin de yasaya uygun
şekilde tescil ve ilanı gerekir. ETTK ile YTTK arasındaki en önemli farklardan
birinin tüzel kişinin seçilebilmesi olanağının anonim ve limited şirketlerde
olanaklı hale getirilmesidir. Böylece ETTK dan farklı olarak , şirket müdürlüğü
görevini tüzel kişi üstlendiği için, bu gerçek kişinin vermiş olduğu
zararlardan ötürü tüzel kişi sorumlu olacaktır. Halbuki ETTK da seçilen kişi
bizzat genel kurul tarafından seçildiği için, tüzel kişi sadece öneren durumunda
olup her hangi bir sorumluluk almamakta idi.
Müdür olarak bir tüzel kişinin seçilmiş olması
halinde, tüzel kişinin belirlediği, gerçek kişiye yapılacak bir itiraz varsa
bunun tüzel kişiye yapılması ve tüzel kişiden bu kişiyi değiştirmesinin
istenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Eğer tüzel kişi bu değişikliği yapmaz ise,
ne olacaktır? Bu sorunun cevabını YTTK nın limited ve anonim şirkete ilişkin
hükümleri arasında bulmak mümkün değildir. Kanımızca, böylesi bir durum
olduğunda, yargı yoluna başvurmak gerekecek ve, limited şirkete müdür olarak
belirlenen kişinin atamasında şirket sözleşmesine yada iyi niyet kurallarına
aykırılık olduğu iddia edilecektir. Bu nedene dayalı olarak tüzel kişinin
müdürlükten azli istenecektir.
Her ne kadar, limited şirketler yapısı gereği,
güven ve birlikte emek unsurlarının ağırlık kazandığı bir sermaye şirketi ise
de, yasanın getirmiş olduğu, tüzel kişinin müdür atanması olanağı, limited
şirketlerde de anonim şirketlerde olduğu gibi, yönetim ve temsilin,
profesyonellere bırakılmasına olanak verecek bir hükümdür.
Şirketin yönetim ve temsiline ilişkin yetkilerin
neler olduğu ve kimler tarafından kullanılacağı konusuna geçmeden önce,
bunlardan ne anlamamız gerektiğini açıklamada yarar bulunmaktadır. ETTK
döneminde hukukçular şirketin idare ve temsil yetkisini birlikte algılamakta ve
yasada yer alan bu ifadenin şirketi dışarıya temsil anlamına geldiği kanısı ile
hareket etmekteydi
Kanımızca, yeni TTK yönetim ve temsili ayrı ayrı
maddelerde hüküm altına alarak bu farklılığı dile getirmiştir. Şirketlerin
yönetiminden ne anlamak gerektiği konusunda bilgi sahibi olabilmek için,
Sabancı Unv.edu/sitesinde yer alan Dr. Melsa Ararat’ın “Kurumsal Şirket
Yönetimi Hakkında Genel Durum” başlıklı çalışmasının okunmasını önermekteyiz.
Söz konusu çalışmaya göre, anonim şirketlerin
kuruluşu sanayi devrimi öncesinde oluşmuştur. Bunun oluşmasında demiryolu
yatırımı sırasında, şirket yönetmekten anlamayan yada şirket yönetmek istemeyen
kişilerin demiryolu yatırımına sermaye koymaları ve bundan kar elde etmek
istemeleri rol oynamıştır. Bize göre, servet sahibi olan kişilerin, şirketlere
yatırım yapması, sermayedar olmayı arzulamalarından ileri gelmektedir.
Sermayedar olmaları tacir yada yönetici olmalarını şart kılmamaktadır. Bu
kişilerin istemi kar elde etmektir. Tacir yada yönetici, şirketi daha verimli
ve daha karlı olarak yönetmek zorundadır. Elbette, yönetici bu çalışmayı
gerçekleştirirken şirket tüzel kişiliğinin ve ortakların haklarına ve yasal
sorumluluklara uygun davranmak zorundadır. Yönetici, daha verimli ve daha karlı
bir şirket olmaya çalışırken, bunun sürdürebilir olmasına da dikkat etmek
zorundadır.
Sayın Dr. Melsa Ararat’ın anonim şirketler için
söyledikleri, kanımızca, limidet şirketler için de geçerlidir. Her iki şirket
türü de TTK nın ticaret şirketlerine ilişkin hükümlerin düzenlenmiş olup, amaç
bir ticari işletmenin işletilmesidir.
Bu kanımızı desteklemek amacıyla, müdürlerin
devredilemez ve vazgeçilemez görevleri madde başlığını taşıyan TTK 625
maddesini incelediğimizde, müdürlerin, şirketin üst düzey yönetilmesini
sağlamak, şirketin örgüt yapısını belirlemek, muhasebe, finansal denetim ve
finansal planlarını yapmak görevleri ile görevli olduğunu görmekteyiz. Yasada
yer alan bu hükümler ile incelemenize sunduğumuz çalışma arasında bir fark
bulunmamaktadır. Birisi, işletmeci/yönetici gözü ile diğeri ise hukuk gözü ile
konuyu işlemektedir.
Şirketin yönetim ve temsiline ilişkin tüm görev
ve yetkileri, üç ana gruba ayırmak mümkündür. Bunlar;
-
Anasözleşme ve kanunla genel kurula
bırakılan devredilemez yetkiler
-
Anasözleşme ve kanunla
müdürlere/müdürler kuruluna bırakılan devredilemez yetkiler
-
Genel kurulun ve müdürlerin
devredemeyeceği görev ve terkiler dışında kalan görev ve yetkiler
Genel kurula kanunla bırakılan ve devredilemeyen
yetkiler TTK 616. maddesinde ve yönetim kuruluna bırakılan yetkiler ise TTK 625
maddesinde düzenlenmiştir.
TTK 625 maddesinde düzenlenmiş olan
müdür/müdürler kurulunun devredilemeyen yetkileri ;
(1) Müdürler, kanunların ve şirket
sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve
yetkilidir. Müdürler, aşağıdaki görevlerini ve yetkilerini devredemez ve
bunlardan vazgeçemezler:
a) Şirketin üst düzeyde yönetilmesi ve yönetimi ve gerekli
talimatların verilmesi.
b) Kanun ve şirket sözleşmesi çerçevesinde şirket yönetim
örgütünün belirlenmesi.
c) Şirketin yönetimi için gerekli olduğu takdirde, muhasebenin,
finansal denetimin ve finansal planlamanın oluşturulması.
d) Şirket yönetiminin bazı bölümleri kendilerine devredilmiş
bulunan kişilerin, kanunlara, şirket sözleşmesine, iç tüzüklere ve talimatlara
uygun hareket edip etmediklerinin gözetimi.
e) Küçük limited şirketler hariç, risklerin erken teşhisi ve
yönetimi komitesinin kurulması.
f) Şirket finansal tablolarının, yıllık faaliyet raporunun ve
gerekli olduğu takdirde topluluk finansal tablolarının ve yıllık faaliyet
raporunun düzenlenmesi.
g) Genel kurul toplantısının hazırlanması ve genel kurul
kararlarının yürütülmesi.
h) Şirketin borca batık olması hâlinde durumun mahkemeye bildirilmesi.
Olarak sayılmıştır.
Söz konusu maddenin ikinci fıkrasına göre, şirket sözleşmesinde,
müdürün veya müdürlerin aldıkları belirli kararları ve münferit
sorunları, genel kurulun onayına sunmaları gereği öngörülebilir. Ancak, genel
kurulun onayı müdürlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, sınırlandırmaz. Bu
fıkranın son cümlesine göre ise, böylesi durumlarda, Türk Borçlar Kanununun 51
ve 52 nci madde hükümleri saklıdır.
Elbette, kanunla devredilemeyeceği hüküm altına
alınan yetkilerin yanı sıra, şirket anasözleşmesi ile devredilemez yetkiler
belirlemek mümkündür. Burada dikkat edilmesi gereken husus, ana sözleşmenin
belirleyeceği devredilemezlik kuralının, kesin hükümsüzlük yada iptal
edilebilirlik kapsamında kalacak bir kural olmamasıdır.
TTK 624/1 ve TTK 624/3 maddelerini birlikte
değerlendirdiğimizde, müdür olarak birden fazla kişinin atanması halinde,
bunların kurul olarak çalışması gerekeceğini görmekteyiz. Bu husus eski TTK dan
farklı bir yapının doğmasına neden olmaktadır. Kurul olarak çalışmayı kabul
eden yasa koyucu, birden fazla müdürün seçilmesi halinde, bunlardan birinin
başkan olarak atanması gerektiğini ve şirket ana sözleşmesinde başka bir hüküm
yoksa bunların çoğunlukla karar alabileceğini hüküm altına almıştır. Ancak, bu
çoğunluğun, salt çoğunluk mu yoksa toplantıya katılanların çoğunluğu mu
olduğu konusunda yasada bir açıklık
bulunmamaktadır. Yasa koyucu, toplantı yeter sayısını da belirlememiştir. Bu
nedenle, toplantı yeter sayısı için, adi çoğunluğun, karar yeter sayısı için ise toplantıya
katılanların çoğunluğunun yeterli olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Çünkü,
salt çoğunluk gibi ağırlaştırılmış yeter sayılar istisna olup istisnalar dar
yorumlanması gereken kurallardır. Yani istisnanın olabilmesi için açık bir yasa
hükmüne gerek vardır.
Müdürlerin genel kurul tarafından her zaman
görevden alınmaları yada yönetim hakkının yada temsil yetkisinin
sınırlandırılabilmesi mümkündür. Genel kurula bu yetkiyi veren TTK 630 maddesi,
genel kurulun bu yetkisini kullanabilmesi için, ortaklara tanınmış olan,
yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkisinin sınırlandırılmasında olduğu
gibi, haklı bir nedenin varlığının aranması gibi bir sınırlama getirmemiştir.
Ancak, kanunda bir sınırlama getirilmemiş olmasına rağmen aynı maddenin son cümlesinde
yer alan müdürlere tanınan tazminat hakkı, genel kurulun bu yetkisini
dilediğince kullanamayacağı onunda iyi
niyet kurallarına ve hakkaniyet ilkelerine uygun davranması gerektiğini ifade
etmektedir. Aksi davranışın, YTTK 622 maddesinin yollaması ile YTTK 445 ve 446
maddeleri gereği, genel kurul kararının iptali yolunda müdür yada müdürlere
dava hakkı vereceği inancını taşımaktayız.
YTTK 630 maddesinde yer alan müdürlerin görevden
alınması, yönetim ve temsil yetkisinin geri alınması ve sınırlandırılması
hükmü, ETTK 543 maddesinden farklıdır. Bilindiği gibi, ETTK ortak olan müdür ile ortak olmayan müdür
ayrımı yapmanın yanı sıra müdürün ana sözleşme ile atanması ile genel kurul
kararı ile atanmasını ayrı ayrı hükme bağlamıştı. Halbuki YTTK da ortak olan yada olmayan ayrımı
olmadığı gibi, atamanın ana sözleşme ile yada genel kurul kararı ile meydana
gelmesi arasında da bir fark bulunmamaktadır.
ETTK ya göre, ortaklar haklı nedenlere dayalı
olarak müdürün görevinden azlini talep etmek istediğinde, ETTK 543 yollaması
ile ETTK 161 ve 162 madde hükmü uygulanmaktaydı. Bu hükümlere göre, müdürün ana
sözleşme hükmü ile atanması halinde,
müdürün haklı nedenle görevden alınmasına ilişkin her hangi bir hakkı
bulunmamaktaydı. Ortağın hakkı sadece, genel kurul kararı ile atanan müdürler
için vardı. Ortak, genel kurul kararı ile atanan müdürün ortak olup olmadığı
konusunda bir ayrıma tabi olmaksızın, görevden alınması yolunda ki hakkını
kullanabilmekteydi. Halbuki şimdi, ortak, müdürün ortak olup olmadığı yada ana sözleşme
ile atanıp atanmadığı konusunda bir sınırlamaya bağlı olmaksızın her zaman
müdürlerin görevden alınmasını talep edebilecektir.
ETTK ya göre, anasözleşme ile atanan müdürün
görevden alınması gerektiğinde, istem ister genel kuruldan gelsin ister ortaktan
gelsin, bu istemin gerçekleşebilmesi için mutlaka anasözleşme değişikliği
gerekmesine rağmen yeni TTK da böylesi bir zorunluluk kalmamıştır.
YTTK nın 630/3 maddesi “haklı nedenleri” örnek
olarak saymıştır. Bunlar sınırlayıcı nedenler değildir. Başka bir haklı nedenin
varlığı halinde de ortak görevden alınmayı talep edebilir. Bu maddede;
-
Müdürün özen ve bağlılık
yükümlülüğüne aykırı davranışı
-
Diğer kanunlardan doğan
yükümlülüklerine aykırı davranması
-
Ana sözleşmeden kaynaklanan
görevlerini ağır bir şekilde ihmal etmesi
-
Şirketin iyi bir şekilde yönetimi
için gereken yeteneklerini kaybetmesi
Haklı neden için örnek olarak gösterilmiştir.
Elbette, TTK 626 maddesinde yer alan, özen ve
bağlılık yükümlülüğüne, rekabet
yasağına, dürüstlük kuralına, eşit işlem yapma yükümlülüğüne, aykırı davranış,
görevden alınma yada sınırlandırma için bir haklı neden olarak kabul
edilmelidir.
Kanımızca, ETTK 161 maddesinde yer alan ”vazifesini yerine getirmede basiretsizlik,
ağır ihmal veya idarede iktidarsızlık” hallerinin haklı neden olarak kabulü
gerekir. Bu konuya örnek olarak Kazancı bilgi bankasında yer alan Yargıtay 11
Hukuk Dairesi’nin 25.03.2002 gün ve 2001/10398 E 2002/2264 sayılı kararında
belirtilen genel kurul toplantılarını yapmamak, 01.11i1997 gün 4015-4723 sayılı kararında belirtilen
hataları düzeltmemek ve18 03.2002 gün ve 2001/10071 E 2002/2455 K sayılı
kararında belirtilen görevde basiretsizlik ve ihmal hallerine ilişkin kararları
gösterebiliriz.
YTTK 630 maddesi incelendiğinde ortağın
hakkının, yetkinin sınırlandırılması yada kaldırılmasını talep olarak
belirlendiğini görmekteyiz. Ortak bu haklarını kullanmak için mahkemeye
başvurmalıdır. Elbette ortağın başvuracağı mahkeme, YTTK 4.1.a ve 1521 madde
hükümlerine göre, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki ticaret mahkemesi
olacaktır ve bu mahkeme yargılamayı basit yargılama usullerine göre
çözümleyecektir.
Yargıtay 16.01.2007 gün ve 2005/13377 E 2007/302
K sayılı kararında belirtildiği gibi ispat yükü davacıya aittir. ETTK dönemine
ilişkin olan bu karar YTTK nın 553/1 maddesi hükmü ile uyumlu bir karardır.
Ancak, şirketle, müdür arasında bir akdin varlığını kabul edersek, müdürün
sorumluluğunun TBK 112 maddesi hükümlerine uygun olması gerektiğini kabul
etmemiz gerekecektir. Bu nedenle, 553/1 maddesinin önceki yazılımının neden
değiştirildiğini ve müdürün kusursuzluğunu ispatlaması yerine davacının yani
ortağın yada şirket alacaklısının müdürün kusurunun kanıtlamak yükümü altına
sokulduğunu anlamak bizce zordur.
Ancak, ispat yüküne ilişkin HMK kuralları ile
davacıya yüklenen bu yükümlülüğü hafifletmek mümkündür. Bilindiği gibi, ispat
yükü başka şey delil yükü başka şeydir. Bu nedenle, davacı, zararlandırıcı
eylemi belirttikten sonra, buna ait delillerin HMK 219 vd maddeleri
doğrultusunda, davalı tarafça sunulmasını talep edebilir. Davacı bu delil
talebinde bulunurken HMK 194 maddesine göre somutlaştırmaya özen göstermelidir.
Ancak, gösterilen delililerin mahkemece incelenmesinde, delilin ticari sır olup
olmayacağı ve ticari sır olarak kabul edilecek ise nasıl bir işlem
yapılacağının gözden ırak tutulmaması gerektiğine inanmaktayız.
Limited şirkette yönetim ve temsilin müdürler
tarafından da yerine getirileceği kabul edilen bir kural olduğuna göre ve
müdürlerin sorumluluğunda, YTTK 644 maddesi yollaması ile YTTK 553 maddesinin
uygulanması gerektiğinden, farklılaştırılmış teselsül kuralının limited
şirketlerde geçerli olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. YTTK 644
maddesi atfı sadece YTTK 553 maddeye yapmıştır. Ancak, YTTK 553/3 maddesi, “Hiç kimse kontrolü dışında kalan, kanuna
veya esas sözleşmeye aykırılıklar veya yolsuzluklar sebebiyle sorumlu tutulamaz”
hükmünü içermektedir. YTTK 553/3 maddesinin bu hükmü nedeni ile YTTK 557/1
maddesinde yer alan “Birden çok kişinin aynı zararı tazminle yükümlü olmaları
halinde, bunlardan her biri, kusuruna ve durumun gereklerine göre, zarar şahsen
kendisine yükletilebildiği ölçüde, bu zarardan diğerleri ile birlikte
müteselsilen sorumlu olur” hükmünün de limited şirket müdürlerinin
sorumluluğunda uygulanacağı kanısını taşımaktayız.
YTTK 626/1 maddesi hükmüne göre, müdürler,
“görevlerini tüm özeni göstererek yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini,
dürüstlük kuralı çerçevesinde gözetmekle yükümlüdürler”. Eğer şirket
anasözleşmesinde TTK 625/2.a ve b maddeleri
gereğince müdürlerin alacakları kararları yada sorunları şirket genel
kurulunun onayına sunmak zorunluluğu varsa ve şirket müdürü bu zorunluluğa uygun
davranarak gereken onayı almış olsa bile, aynı hüküm gereğince, müdürün
sorumluluğu sona ermez.
Müdürler YTTK 627/1 maddesi gereği özen borcu
ile yükümlüdür.
Müdürler TTK 627/1 maddesi gereği “ortaklara
eşit şartlar altında eşit işlem yaparlar”.
Müdürler TTK 626/3 maddesi hükmü gereği
“ortaklar için öngörülen bağlılık yükümlülüğüne” tabidir.
Ancak, TTK 626/1 son cümleye göre, limited
şirketin “bağlı şirketlerden” olması halinde, sorumluluğa ilişkin hükümler
uygulanırken TTK 202 ila 205 maddesi dikkate alınmalıdır.
Müdürlerin şirketle rekabet yapmaları TTK 626/2
maddesi ile yasaklanmıştır. Bu yasağın uygulanmaması yani müdürün rekabet
gerektiren bir faaliyette bulunabilmesi için tüm ortakların yazılı izin vermiş
olması gerekmektedir. Ancak aynı yasa maddesine göre, şirket sözleşmesinde,
iznin, ortakların yazılı izni ile verilmesi yerine genel kurul kararına
bağlanması mümkündür. Kanımca, yasa koyucu bu hükmü getirerek, karar almada,
tartışmanın en doğru yol olduğunu belirlemek istemiştir.
Yönetimin temel görevinin şirketin yönetimi ve
şirketin temsili olduğu YTTK 623 maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu maddeye
göre, şirketin yönetim ve temsili şirket müdürleri tarafından
gerçekleştirilmelidir. Aynı maddeye göre, şirketin yönetim ve temsiline ilişkin
kurallar şirket sözleşmesi ile düzenlenecek hususlardır. Zaten YTTK 587/1.ı
maddesi, şirketin idaresi ile ilgili bir zorunlu maddenin varlığından söz
etmemekle birlikte, temsil yetkisinin kullanım şeklinin ana sözleşme ile
belirlenmesini şart koşmuştur.
Şirketin yönetiminden ne anlamamız gerektiğini
daha önce belirtmiştik. Bu kez şirketin temsilinden ne anlamamız gerektiğini
dile getirmekte yarar bulunmaktadır. Şirketin temsili, şirketin üçüncü kişiler
nezdinde temsilini ifade etmektedir. Yukarıda yer alan açıklamalarda
belirttiğimiz gibi, şirketin temsili ortak olan yada olmayan gerçek yada tüzel
kişilerden seçilmiş müdür yada müdürler tarafından yerine getirilir.
Hatırlatmak isteriz ki, müdürlerin ortak olup olmamasının önemi olmamasına
rağmen en az bir müdürün ortaklar arasından seçilmesi gerekir. Çünkü, YTTK
623/1 maddesi, en azından bir ortağın yönetim ve temsil yetkisine sahip
olmasını şart koşmuştur.
YTTK 629/1 maddesine baktığımızda, müdürlerin
temsil yetkilerinin sınırlandırılmasının mümkün olduğunu görmekteyiz. Aynı
maddeye göre temsil yetkisinde bir sınırlandırma yapılacak ise anonim
şirketlerin bu konudaki hükümlerine uygun davranılması gerektiğinin hükme
bağlanmıştır.
Anonim şirketlere ilişkin YTTK hükümlerine
baktığımızda, YTTK nın 370 maddesinin temsil yetkisini genel olarak hüküm
altına aldığını ve bu maddeye göre, çift imza yetkisinin anonim şirketlere
ilişkin temsil yetkisinin kullanılması için ana kural olarak belirlendiğini görmekteyiz. Halbuki limited şirketlerle
ilgili hükümleri içeren YTTK nın 623 ve 624 maddelerine baktığımızda böyle bir
sınırlamanın olmadığını görmekteyiz. Ancak, yasanın böylesi bir kural
getirmemiş olması çift imza ilkesinin limited şirketlerde uygulanmayacağı
anlamına gelmemektedir. YTTK 623/1 maddesinin birinci cümlesinde yer alan
“Şirketin yönetimi ve temsili şirket sözleşmesi ile düzenlenir” hükmüne ve
371/3 maddesi hükmüne dayanarak, çift imza kuralının şirket sözleşmesi ile yada
genel kurul kararıyla kabulü mümkündür.
YTTK nın 371 maddesinin başlığı “kapsam ve sınırlar”
olup, anonim şirkette temsil yetkisinin kapsamını ve sınırlarını düzenleyen
temel maddedir. Bu maddeyi limited şirket açısından değerlendirdiğimizde;
öncelikle,
-
Temsile yetkili olanların şirketin
amacına ve işletme konusuna giren her tür işleri ve hukuki işlemleri şirket
adına yapabileceğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz.
-
Temsile yetkili olanların üçüncü
kişilerle, işletme konusu dışında yaptığı işlemler de şirketi bağlar.
-
Yasanın aynı maddesine göre, üçüncü
kişilerle işletme konusu dışında yapılan işlemlerin şirketi bağlamaması için,
bu işlemlerin şirketin işletme konusu dışında olduğunun üçüncü kişi tarafından
bilinmesi yada üçüncü kişinin bilebilecek durumda olması gerekmektedir. Gene
yasaya göre, üçüncü kişinin bildiği yada bilebilecek durumda olduğunu
kanıtlamak için, şirket sözleşmesinin ilan edilmiş olması tek başına delil
olarak kullanılamaz.
-
Kanun ve şirket sözleşmesine aykırı
işlemler nedeniyle şirketin rucu hakkı vardır.
Hükümlerinin yer
aldığını görmekteyiz. Maddenin gerekçesine
baktığımızda, bu hükümlerin ultra vires kuralının kalkması nedeniyle,
geldiğini, söz konusu hükümler nedeniyle, şirketi temsile yetkili olanların
üçüncü kişilerle yapmış oldukları işlemlerde hak ehliyetinin sınırını şirketin
işletme konusunun çizmediğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz. Bu husus
YTTK 371/4 maddesinde açıkça hükme bağlanmıştır. Bu hükmün tek istisnası, gene
aynı madde içinde düzenlenmiş olup, üçüncü kişinin, bu yetki konusunu “bilmesi
yada bilebilmesi” halinin varlığıdır. Yasa koyucu, bu sınırlamayı getirirken,
ticaret sicili kaydının bilme konusunda tek başına bir karine oluşturmayacağını
da hüküm altına alarak, bilme koşulunu daha açık ve uygulanabilir hale
getirmiştir.
Bu düzenleme nedeni
ile, şirketin işletme konusu, şirketin hak ehliyetini düzenlememekle birlikte,
yetkili kişilerin, şirketin işletme konusu dışında yapmış oldukları işlemlerden
ötürü şirkete karşı sorumluluğunu düzenlemektedir. Ancak, şirket
anasözleşmesine ve işletme konusuna kısaca yetki sınırlarına aykırı işlem yapan
şirket müdürlerinin işlemlerinden ötürü, şirket üçüncü kişilere karşı sorumlu
olmakla birlikte müdürlere karşı rucu
davası açabilecektir.
Müdürlere ilişkin
temsil yetkisinin sınırlandırılması için, sınırlandırmanın, şirketin merkezi
yada şubesinin işlemleri ile ilgili olması ve bunun tescil ve ilan edilmiş
olması yada birlikte yani çift imza yetkisinin benimsenmiş olması ve bununda
tescil ve ilan edilmiş olması gerekmektedir.
YTTK 631 maddesine
göre, kural olarak, ticari mümessiller ve ticari vekiller genel kurul
tarafından atanır ve genel kurul tarafından yetkilerinin sınırlandırılmasına
yada geri alınmasına karar verilir. Buna aykırı hüküm yani bu kişilerin
atanmaları ve görevden alınmalarına ilişkin karar alma yetkisi anasözleşme ile
belirlenmek şartına bağlı olarak müdürlere bırakılabilinir. Ticari mümessillere
gerek ETTK gerekse YTTK ile şirket adına işlem yapmak hususunda geniş yetki
verilmiştir. Ancak onlara verilen bu yetki, onların şirketi temsili anlamına
gelmemektedir.
Eğer anasözleşme
hükmü gereği, genel kurul kararı ile atanmış ticari mümessilin yada ticari
vekilin yetkilerinin sınırlandırılması yada görevden alınması, müdür yada
müdürler tarafından isteniyorsa, müdür yada müdürler gecikmeden genel kurulu
toplantıya çağırmalı ve bu konuda karar alınmasını sağlamalıdır.
YTTK 631/2 maddesine hükmüne göre, ancak,
bunlardan yetkileri YTTK 623 maddesinin kapsamındaki yetkileri içermeyenler
varsa, bunların görevden
uzaklaştırılmaları için, müdür yada müdürler kurulu her zaman karar alabilir.
Madde gerekçesine
baktığımızda bu maddenin ETTK 545 maddesinin aynı olduğu söylenmekte ise de,
kanımızca aynı değildir. Çünkü, ETTK 545 maddesi de, atamanın, anasözleşmede
aksine bir hüküm olmaması halinde, genel kurul kararıyla olması gerektiğini
hükme bağlamış olmasına rağmen, bunların azlinin yani görevden alınmasının
müdürün yetkisinde olduğunu hükme bağlayarak YTTK 631 den farklı bir hüküm
içermekte idi. Yeni ve eskiye ait yasa maddelerinin karşılaştırılmasının
sonunda, atamalara ilişkin hükümde bir farklılık olmamakla beraber görevden
alma açısından müdürlere tanınan yetkide iki yasa açısından bir fark olduğu
görülmektedir.
Gerek limited
şirketlere ilişkin YTTK hükümleri arasında gerekse anonim şirketlere ilişkin
yollamayı düzenleyen YTTK 644 maddesi, müdürlerin yönetim yetkilerinin devri
için anonim şirketlerde YTTK 367 maddesi ile hükme bağlandığı gibi iç yönerge
yapılmış olması şartına bağlandığını gösterir, her hangi bir maddeye yer
vermemektedir. Her ne kadar, YTTK 625/1.b hükmüne göre, “şirket yönetim
örgütünün” belirlenmesi, müdürlerin devredilemez yetkileri arasında yer
alıyorsa da, yönetim görevinin devri aşamasında, bu koşulun gerçekleşip
gerçekleşmediği aranmayacaktır.
Ancak, bu
devrin, ticari temsilci, ticari vekil ve
diğer tacir yardımcılarını hükme bağlayan YTTK 547 vd maddelerindeki hükümlere
aykırı olmaması gerekmektedir.
Müdürlük görevinin
sona ermesini düzenleyen bir hüküm ne ETTK da nede YTTK yer almamaktadır.
Elbette, atamaya ilişkin anasözleşmede yer alan hükmün yada genel kurul kararının
sona ermesi halinde müdürlük görevi sona erecektir. YTTK 617 maddesinin atfı
nedeniyle YTTK 410/1 maddesi gereği , müdür bu sona ermeye rağmen genel kurulu
toplantıya çağırabilecektir.
Kanımızca, müdürlük
görevinin sona ermiş olmasına rağmen, müdür, genel kurulu toplantıya çağırmanın
yanı sıra, yapılması zorunlu işleri, örneğin, vergi beyannamesi vermek, davaya
cevap vermek gibi yapmakla yükümlü olmalıdır. Çünkü, vekilin işi bırakması TBK
da uygun zaman kavramına bağlandığına göre, müdür de bu kurala uymakla
yükümlüdür
Kanunda
belirtilmemiş olmasına rağmen, atanmaya ilişkin engellerin doğması halinde
müdürlük görevinin devam etmemesi gerekmektedir. TBK 512 maddede yer alan
koşullar olan hukuki fiil ehliyetinin kaybedilmesi, ölüm ve iflas sona erme nedenlerinden
biridir.
Hukuki fiil
ehliyetini ortadan kaldırmamakla birlikte, kısa süreli hapis cezaları da
müdürlük görevinin kaldırılması için haklı bir neden olmalıdır.
Atanan kişinin
okuma yazma bilmesi bir zorunluluk değil ise de, okuma yazma bilmeyen
kişilerin, imzalarının geçerli olması için aranması gereken koşulları
değerlendirdiğimizde, bunların müdür olmasının mümkün olmadığı gibi genel kurul
toplantılarına bizzat katılmaları da mümkün değildir. Çünkü bu kişilerin
imzalarının noter tarafından onaylanması gerekmektedir. Bu ise şirket
sırlarının sızması demektir.
SORUMLULUK
Şirket müdürlerinin
sorumluluğu, YTTK 644 maddesi hükmünün yollaması nedeniyle anonim şirketlerde
yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu düzenleyen 549, 550, 551 ve 553 madde hükümlerine
göre çözümlenmesi gerekmektedir. Söz konusu maddeler incelediğimizde, YTTK 553
maddesinde düzenlenen sorumluluk halinin, müdür ve müdürlerin şirketin işleyişi
aşamasında, kanundan ve esas sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal
halinde doğan sorumluluğu düzenlediğini görmekteyiz. Bu sorumluluk hali, YTTK
549, 550 ve 551 maddelerinde düzenlenen sorumluk halinden daha genel bir
sorumluluk halidir. Bu nedenle öncelikle, YTTK 553 maddesinden kaynaklanan
sorumluluk halini incelemekte yarar bulunmaktadır.
Madde metninden
açıkça anlaşıldığı gibi, bu sorumluluğun doğabilmesi için, müdürün, kanun ve
esas sözleşmeye aykırı davranması, kanun ve esas sözleşmenin yükümlülüklerini
yerine getirmemesi gerekmektedir.
YTTK 625/1.g
maddesine baktığımızda, şirket müdürlerinin devredilemez ve vazgeçilemez
görevleri arasında “genel kurul kararlarının yürütülmesi” görevinin de
bulunduğunu görmekteyiz. Ayrıca limited şirketlerde, genel kurul kararlarının
iptalini düzenleyen YTTK 622/1 maddesine baktığımızda, anonim şirketlere
ilişkin genel kurul kararlarının iptali ile ilgili olan kuralların burada da
geçerli olduğunu görürüz. Bu nedenle, anonim şirketlerde genel kurul
kararlarının iptali için yönetim kurulu üyelerine YTTK 446/1.c.d maddeleri ile
verilen dava açma hakkı, limited şirketlerde müdürlere de verilmiştir.
Kanımızca bu hakkın verilmiş olması, YTTK 625/1.g maddesinin şirket müdürlerine
vermiş olduğu, genel kurul kararlarını yerine getirme yükümlülüğünden
kurtulabilmesini sağlamaktır. Bu nedenleri birlikte yorumladığımızda,
müdürlerin sorumluluğu incelenirken genel kurul kararlarının uygulanmamasından
doğan sorumluluğun da varlığı kabul edilmelidir, sonucuna ulaşırız.
YTTK 553 maddesinin
ilk halinde, yönetim kurulu üyelerinin “kusurlarının bulunmadığını ispatlamadıkça”
hükmü yer almakta idi. Böylece, yasa koyucu, yönetim kurulu üyelerinin
sorumluluğunda sözleşmeden kaynaklanan kusur sorumluluğunu kabul etmenin yanı
sıra ispat yükünü yönetim kurulu üyelerine bırakmış idi. Ancak söz konusu
maddede 6335 sayılı kanunla yapılan değişiklik ile bu yükümlülük
kaldırılmıştır.
YTTK 553/2 maddesi,
kanundan ve esas sözleşmeden doğan yetki ve görevin devri halinde müdürlerin
sorumluluğunu düzenlemiştir. Söz konusu maddeye göre, müdür görev ve yetkisini
devrederken, öncelikle bu devrin kanuna uygun olarak gerçekleştirildiğini
kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, devredilen görev ve yetkinin devredilemez
yetkilerden olmadığının kanıtlanması öncelik almaktadır. Eğer kanunda
devredilmesine olanak verilemeyen bir yetki ve görev devredilmiş ise bu devir
yasaya aykırı yani kesin hükümsüzlüğe konu bir devir olduğu için bir sonuç
doğurmayacak ve müdür için sorumluluktan kurtulmak söz konusu olamayacaktır.
Her ne kadar YTTK 553 maddesinin metninde kanuna uygun devirden söz edilmekte
ise de kanımızca, bu devrin aynı zamanda esas sözleşmeye de uygun olarak
gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Müdür, devrin kanun
ve esas sözleşmeye uygun olarak devredildiğini kanıtlamanın yanı sıra, “görev
ve yetkileri devralan kişilerin makul şekilde özen göstermediklerinin ispat
edilmesi” gerektiğini de hüküm altına almıştır. Madde metninden anlaşıldığı
gibi, yasa koyucu bu sorumluk hali için de kendi fiil ve kararlarından
sorumluluk halini düzenleyen YTTK 553/1 maddesinde olduğu gibi, ispat yükünü
müdüre yüklememiştir.
Yasa koyucu bununla
da yetinmemiş. YTTK 553/3 maddesinde, müdürlerin “kontrolü dışında kalan kanuna
ve esas sözleşmeye aykırılıklar” dan dolayı sorumlu olamayacağını hükme
bağlamıştır. Hatta, ETTK döneminde ilmi ve kazai içtihatlarca benimsenen,
“gözetim ve özen yükümlülüğü”nden kaynaklanan sorumluluk halinin YTTK döneminde
söz konusu olamayacağını hükme bağlamıştır.
Olayı öncelikle,
YTTK nın ve 6335 sayılı kanunun gerekçesi ile değerlendirmekte yarar
bulunmaktadır.
YTTK 553 maddenin
birinci fıkrasının gerekçesine baktığımızda ;
-
YTTK 553 madde ile şirketin, şirket
pay sahiplerinin ve şirket alacaklılarının uğramış olduğu zararlardan ötürü bu
maddeye dayanarak tazminat isteyebileceğini görmekteyiz. Böylece söz konusu
madde, doğrudan ve dolayısıyla sorumluluğu düzenleyen bir madde olarak
karşımıza çıkmaktadır.
-
Bu maddede kurucuların, yönetim
kurulu memurlarının, tasfiye memurlarının ve yöneticilerin sorumlu olacağı
hükme bağlanmıştır.
Kaynak kanun olan İsviçre
Borçlar Kanunu ile YTTK 553 maddesi arasında bir fark oluşturulmuştur. Kaynak
kanunda “yönetim ve tasfiye ile uğraşan” ifadesi yer almış olmasına rağmen
bizde “yöneticiler” ifadesi tercih edilmiştir. Böylece, sorumlu olan kişiler
daha sınırlandırılmış ve yönetime dışarıdan müdahale eden/yön veren büyük pay
sahiplerinin dışarıda tutulması sağlanmıştır. Ayrıca, yargı kararları ile
maddeye yön vermek amaçlanmıştır.
-
YTTK 553 kaynak kanundan farklı
olarak kurucuların sorumluluğunu da düzenlemiştir.
İkinci fıkranın gerekçesinde;
-
Bu maddenin uygulanmasında görev ve
yetki devri esas alındığı için yardımcı kişilere yapılan devirler bu madde
kapsamında değerlendirilmeyeceği belirtilmiştir.
Üçüncü fıkranın gerekçesinde;
-
Yönetim organının, organsal işlevi ister kanuna göre devredilmiş olsun
isterse organın kendisinde kalsın, organın gözetim ve denetim yükümlülüğün var
olduğunu açıklamaktadır. Ancak, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan söz
edebilmek için, uygun nedensellik bağının varlığını yada kusurlarını
aramaktadır.
Kanımızca, maddede yer alan
kontrolü “dışında kalan” ifadesi bu şekilde anlaşılmalıdır.
Müdür ile şirket arasında
temsil ilişkisinin varlığını kabul ettiğimize göre, müdürün şirkete karşı
sorumluluğunu akitten doğan kusur sorumluluğu olarak kabul etmemiz
gerekmektedir. Akitten doğan sorumlulukta ise TBK 112 maddesine göre, taraf
üzerine düşeni yaptığını/kusursuzluğunu kanıtlamakla yükümlüdür. Bu durumda,
sorumluluk hukukunun genel yapısına uygun olan YTTK 553 maddesi, 6335 sayılı
kanun ile istisnai bir yapıya dönüşmüştür.
YTTK 553 maddesi,
aktif dava ehliyetlisi olarak şirketi, pay sahiplerini ve alacaklıları kabul
etmiş olmasına rağmen, YTTK 554 maddesinde, bunlar arasında bir fark
oluşturmuştur. Söz konusu farka göre, şirket alacaklısından farklı olarak,
şirket ve pay sahibi ödenmesine karar verilen zararın, şirkete ödenmesini
isteyebilecektir. Burada yer alan “isteyebilecektir” ibaresini bir tercih mi
yoksa bir zorunluluk mu olduğunu tartışmakta yarar bulunmaktadır. Kanımızca
somut olayın akışına göre, bu bir zorunluluktur. Çünkü, madde gerekçesinde de
belirtildiği gibi, pay sahibine tanınmış olan dava hakkının, şirketin uğramış
olduğu zarardan ötürü, şirketin dava açmaması halinde, pay sahibi tarafından
kullanılabileceği belirtilmiştir. Bu durumda, zarar gören şirket olduğuna göre,
tazminatın şirket adına hükmedilmesi zorunluluktur. Ancak, somut olayda, zarar
gören, pay sahibinin kendisi ise, yani pay sahibi, bizzat alacaklı durumunda
ise, bu kez doğan zararın pay sahibi adına hükmedilmesi gerektiğini
düşünmekteyiz. Zaten bu husus, gerekçede de belirtilmiştir. Hatta maddenin
ikinci fıkrası, şirketin uğradığı zarardan ötürü, dava açmak isteyen pay
sahibinin, dava giderleri ile avukatlık ücretinin pay sahibi ile şirket
arasında hakkaniyete göre paylaştırılacağını hükme bağlamıştır.
Şirket ortaklarının açacağı sorumluluk davaları
. YTTK 4.1.a ve 1521 madde hükümlerine göre, şirketin merkezinin bulunduğu
yerdeki ticaret mahkemesi olacaktır ve bu mahkeme yargılamayı basit yargılama
usullerine göre çözümleyecektir. Ancak şirket alacaklısının açacağı sorumluluk
davasının mutlaka şirket merkezinde açılması zorunluluğu yoktur. Çünkü, bu
kesin yetki kuralına tabi değildir. Genel yetki kuralları ile belirlenen
mahkemede yada uygunsa yetki sözleşmesinin gösterdiği yetkili mahkeme dava
açılabilir. Kazancı bilgi bankasında yer alan 11 HD 18.9.2013 gün ve 2013/11633
E 2013 / 16010 K sayılı kararı bu konuya ilişkin bir örnek karardır.
YTTK 556 maddesi,
iflas halinde, iflas idaresinin, pay sahibinin ve şirket alacaklısının dava
açma hakkının bulunduğunu hükme bağlamaktadır.
ZAMANAŞIMI
Müdürlerin
sorumluluğuna ilişkin davalarda zamanaşımı, anonim şirketlerin yönetim kurulu
üyelerine uygulanan zamanaşımı ile aynıdır. Bu olayda üç ayrı zaman aşımından
söz edilebilir.
-
Kısa zaman aşımı, davacının zararı
ve sorumluyu öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl
-
Her halükarda olayın oluşumundan
itibaren beş yıl
-
Eğer ceza davası söz konusu ise,
ceza zaman aşımının oluşturduğu uzamış zamanaşımı
LİMİTED ŞİRKET MÜDÜRLERLERİNİN HAKSIZ FİİL
SORUMLULUĞU
ETTK 542/2 maddesinde yer alan şirket
müdürlerinin haksız fiil sorumluluğu YTTK 632/1 maddesinde aynen yer
almaktadır. Söz konusu maddeye göre “Şirketin yönetimi ve temsili ile
görevlendirilen kişinin, şirkete ilişkin görevlerini yerine getirmesi sırasında
işlediği haksız fiilden şirket sorumludur.”
Madde, sadece şirket müdürlerinin haksız
fiilleri ile ilgili sorumluluğu düzenlemektedir. Madde metnine göre, şirketi
yönetim ve temsil ile görevli olan herkes bu madde kapsamına girmektedir. Bu
nedenle YTTK 623 maddesine uygun olarak şirketin yönetim ve temsil görevini
üstlenen herkes bu madde kapsamında değerlendirilmelidir.
Burada haksız fiil sorumluluğunun şirkete
yöneltilmiş olması, şirketin bu kişilere rücu etmek olanağını ortadan
kaldırmaz.
Davacı, davasını hem bu maddeye göre şirkete hem
de haksız fiilin faili olan kişiye yöneltebilir mi? Eğer yöneltirse bu
sorumluluk müştereken ve müteselsile sorumluluk olarak mı yorumlanır?
LİMİTED ŞİRKET MÜDÜRLERİNİN VERGİDEN KAYNAKLANAN
SORUMLULUĞU
Bu konudaki sorumluluk, VUK 10 maddesi ile
AATUHK mükerrer 35. maddesi hükümlerine göre belirlenir.
VUK 10 maddesine göre, tüzel kişilerin vergi
mükellefi ve sorumlusu olmaları halinde, tüzel kişilere düşen vergi
kanunlarından kaynaklanan ödevler, kanuni temsilcileri tarafından yerine
getirilir. Görüldüğü gibi bu madde Vergi Usul Kanunu kapsamına giren
vergilerden doğan ödevlerin yerine getirilmesinde tüzel kişilerin kanuni
temsilcilerini sorumlu tutmuştur.
Halbuki AATUHK mükerrer 35 maddesi, kanuni
temsilcilerin, vergi sorumlusu olan tüzel kişilerden tahsil edilemeyen yada
tahsil edilemeyeceği anlaşılan vergilerden ötürü, kişisel mal varlıkları ile
sorumlu olduklarını hükme bağlamıştır.
Bu durumda, YTTK hükümlerine göre tüzel kişiliğe
sahip olarak kurulmuş olan limited şirketlerde, kanuni temsilci olan şirket
müdürleri, limited şirketten, vergi mükellefi yada vergi sorumlusu olarak,
tahsil edilemeyen yada tahsil edilemeyecek olan vergilerden ötürü, kişisel mal
varlığı ile sorumlu tutulması gerekmektedir.
Bu sorumluluk AATUHK mükerrer 35 maddesine 5776 sayılı kanunla,2008 tarihinde eklenen 5
fıkra hükmüne göre, amme alacağının doğduğu ve tahsil edilmesi gereken
tarihlerde görevde bulunan kanuni temsilcilerden müteselsilen tahsil
edilmekteydi. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin 19.03.2015 gün ve 2014/144 E 2015/29
K sayılı kararı ile bu madde iptal
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında yer alan Danıştay
açıklamasına baktığımızda, VUK 10 maddesi hükmünün, tüzel kişi temsilcilerine
yüklediği yükümlülüğün, sadece VUK doğan vergileri kapsadığının bu nedenle, “213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına
girmeyen fiyat farkı, kur farkı, haksız yere alınan ihracatta vergi iadesi,
kaynak kullanımı destekleme primi gibi bazı amme alacaklarının tüzel kişiliğin
mal varlığından tahsil imkanı bulunmadığından kanuni temsilciler hakkında
tatbikata geçilmiş ancak Danıştay'ca verilen muhtelif kararlarla 213 sayılı
Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen alacakların takibinde mezkur maddenin tatbik
imkanı bulunmadığı yönünde görüş birliğine varılmıştır.” İfadesinin yer
aldığını görmekteyiz.
Gene aynı
açıklamaya göre AATUHK mükerrer 35 maddesine 5 ve 6 fıkraların eklenmesinin
nedeni” Vergi Usul Kanunu kapsamına girmeyen bu tür alacakların takibinde genel
hükümlere başvurulması uzun zaman alacağı gibi bu hükümlerin uygulanması
idareye pratik bir fayda sağlamayacaktır. Bu itibarla amme borçlusunun mal
varlığından alınamayan bu tür alacakların kanuni temsilcilerinin, teşekkülü
idare edenlerin veya yabancı şahıs veya kurum mümessillerinin mal varlığından
6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsilini temin etmek ve Vergi Usul Kanunu
kapsamına giren vergi ve buna bağlı alacaklarda sorumlu olan bu şahısların
diğer amme alacaklarının ödenmesinden de sorumlu olmalarını sağlamak amacıyla
6183 sayılı Kanuna mükerrer 35 inci madde eklenmiştir." Cümleleri ile
açıklanmaktadır.
Görüldüğü gibi,
devlet kendi alacağı için, kişilerin alacağından farklı bir tahsil usulü
benimseyerek, kendi lehine bir fark yaratmıştır. Böylece, devleti koruyorum
düşüncesi ile devlet memurlarını korumayı yeğlemiştir. Bunu kabul etmek mümkün
değildir.
AATUHK mükerrer
35 maddenin eklenmesinden sonra da, Danıştay’ın görüşünün vergi idarelerini
rahatlatmadığını görmekteyiz. Bunu aynı kararda yer alan Danıştay’ın
başvurusunda yer alan “Belirtilen düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte
ortaya çıkan uyuşmazlıklarda Danıştay'ın genel yaklaşımı, "6183 sayılı
Kanun, 1 inci maddesinde sayılı vergi dahil tüm amme alacaklarının tahsil usulünü
düzenlediğinden, mükerrer 35 inci madde vergi ve buna bağlı alacaklar için
uygulanabilir gibi görünse de, Vergi Usul Kanunu'nun 10 uncu maddesinin özel
nitelikli bir tahsil hükmü olan ikinci fıkrası zımmen veya açık olarak ilga
edilmediği için, vergi ve buna bağlı alacaklarda mükerrer 35 inci maddenin
uygulanma olanağı bulunmadığı, nitekim Kanunun gerekçesinde de Vergi Usul
Kanunu'nun 10 uncu maddesine atıfta bulunularak, mükerrer 35 inci maddenin
"diğer amme alacakları" için getirildiği belirtilmekle, paralel bir
düzenlemeyle bu ayırıma gidilmiş olduğu, bu durumda, vergi ve buna bağlı
alacaklarda kanuni temsilcilerin takibi için uygulanacak madde özel hüküm olan
Vergi Usul Kanunu'nun 10 uncu maddesi olup, 6183 sayılı Kanun'un mükerrer 35
inci maddesi ancak diğer amme alacakları için uygulanabileceği"
şeklindedir” açıklamasından anlamaktayız.
Mükerrer 35
maddenin yürürlüğe girmesi ile de kendisine istenilen çözümü sağlayamayan,
şirket yöneticilerinin hatta ortaklarının kasıtlı olarak değişmesi nedeni ile
de takip zorluğu yaşayan vergi idareleri, bu kez mükerrer 35 maddeye 5 ve 6
fıkra hükümlerini eklemeyi uygun görmüşlerdir.
Yapılan bu ekleme konusunda Danıştay’ın görüşü aynen “6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35 inci maddesine 5766
sayılı Kanunla eklenen son iki fıkrasında, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi
gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı
şahıslar olmaları halinde bu şahısların, amme alacağının ödenmesinden
müteselsilen sorumlu tutulacağı, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213
sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümlerin, bu maddede düzenlenen
sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı öngörülmüştür.
Söz konusu düzenlemenin gerekçesinde, "Madde ile 6183 sayılı Kanunun
mükerrer 35 inci maddesinde ibare değişikliği yapılması ve maddeye bir fıkra
eklenmesi öngörülmektedir. Maddede yapılan ibare değişikliği ile borçludan
tahsil edilemeyen dolayısıyla 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesi
kapsamında takip edilmesi gereken kamu alacaklarına açıklık getirilmektedir.
Madde hükmünün Kanunun 1 inci ve 2 nci maddesi kapsamına giren amme alacakları
için uygulanacağı hususu metinde belirtilerek, özellikle 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu kapsamına giren amme alacakları ile ilgili olarak oluşan tereddütler
giderilmektedir. Maddede yapılan bir diğer düzenleme ile amme alacağının
doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare
edenlerin farklı şahıslar olması halinde bu şahısların, amme alacağının
ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacakları belirtilmekte ve bu sorumluluk
uygulamasının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamına giren amme alacaklarının,
düzenlendikleri kanunlardaki kanuni ödeme sürelerinde veya 213 sayılı Vergi
Usul Kanununa göre verilen özel ödeme süreleri içinde farklı şahısların kanuni
temsilci veya teşekkülü idare eden olması halini de kapsadığı ifade
edilmektedir." denilmektedir.
Bu haliyle,
6183 sayılı Kanunun mükerrer 35. maddesinin 5766 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesiyle eklenen son fıkrayla, 213 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi kapsamına
giren amme alacakları da dâhil olmak üzere tüm amme alacaklarının takibinin
mükerrer 35 inci madde kapsamında yapılabilmesinin mümkün hale geldiği
görülmektedir.” ifadeleri ile belirtilmektedir.
Danıştay’ın başvuru
yazısını incelemeye devam ettiğimizde, Mükerrer 35 maddeye 5 ve 6 maddelerin
eklenmesi ile birlikte;
-
VUK 10 maddesi
ile AATUHK mükerrer 35 maddesinin uygulama alanlarının aynı olması nedeni ile,
uyuşmazlıkların çözümünde problemlerin yaşandığının
-
VUK getirdiği
sorumluluğun kusur sorumluluğu olmasına rağmen, AATUHK getirdiği sorumluluğu
kusursuz sorumluluk olduğunun
-
AATUHK mükerrer
35 maddesine eklenen 5 ve 6 fıkralar nedeniyle, verginin doğduğu ve ödeme
zamanında görevde olan kişilerden müteselsilen tahsili gerektiğinin
uygulanır hale
geldiğinin belirtildiğini görmekteyiz.
Danıştay bu problemlerin Anayasa’ya aykırılık oluşturduğu kanısına vararak,
başvuru yazısında yer alan” Bu bağlamda, uyuşmazlığa uygulanacak olan 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35 inci
maddesinin Anayasaya aykırılık sorunu taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesinde "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir." denilmek suretiyle
Devletin hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasanın 73 üncü maddesinde ise
"Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi
ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye
politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali
yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin
hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik
yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir." hükmü mevcuttur. Anayasa
Mahkemesinin bir çok kararında da belirtildiği gibi, hukuk devleti, insan
haklarına dayanan bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve
işlemleri hukuka uygun olan; her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan,
yargı denetimine açık, Anayasa'nın ve yasaların üstünde yasa koyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti ilkesinin ön koşullarından biri olan hukuk güvenliği ile
kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği
ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletinde yasal düzenlemelerinde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Vergi
mükelleflerinin ve sorumlularının ne kadar vergi ödeyeceğini, sorumluluklarının
kapsam ve sınırını önceden bilmesi, bunların sosyal, ekonomik ve hukuksal
davranışlarına yön veren ve geleceğe ilişkin karar almalarını mümkün kılan
hukuk güvenliğinin ön koşuludur. Herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını
önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre düzene sokabilmesi için
hukuk güvenliği ve belirlilik gerekir. Zira, dinamik olan ve yeni gelişmelerden
çabukça etkilenen ekonomik yaşam belirlilik ve kararlılık ister. Hukuki
güvenlik ilkesi vergilemenin belirliliğini de içerir.
"Siyasi Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan vergilendirme
yetkisi, devletin ülkesi üzerindeki egemenliğine bağlı olarak ve günümüzdeki
yaklaşımlara uyarak bizzat ekonomi içerisinde yer almaması dikkate alındığında,
kamu giderlerini karşılayabilmek için en önemli gelir kaynağı olan vergilerin
toplanabilmesi için, devletin bu yetkisini kullanması ve vergi koyması
kaçınılmazdır. Anayasa'nın 5 inci maddesinde belirtilen toplumun refah ve
huzurunun sağlanması için devletin yeni vergiler ihdas etmesi veya bazı istisna
ve muafiyetleri kaldırması en tabii hakkıdır. Ancak, vergideki "yasallık
ilkesi" ile amaçlanan unsur belirlilik olduğuna göre, verginin tarh,
tahakkuk ve tahsil aşamalarını belirleyen yasal düzenlemeler, hukuk devletinin
doğal sonucu olarak bir hukuki güven sağlamaktadır. Vatandaşların, devlete
güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını özgürce geliştirebilmeleri
için hukuk güvenliğinin sağlanması gerekir.
Kamu hizmetlerinin yürütülmesinde gerekli kaynağın elde edilmesi adına
vergi ve diğer kamu alacaklarının takip ve tahsili için hukuki düzenlemeler ve
ayrıcalıklı yetkilerle kolaylık ve hızlılık sağlanmasının doğal olduğu kabul
edilmekle birlikte, bu konuda bireylerin hakları ve hukukun genel ilkelerinin
de göz önünde bulundurulması hukuk devletinin vazgeçilmezlerindendir. Anayasaya
aykırılığı tartışılan 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen
düzenlemeden beklenen kamu yararının, kamu alacaklarında ilgililerinin
sorumluluklarını arttırarak ve müteselsil sorumluluk getirerek daha hızlı ve
daha yüksek oranda tahsilatın sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, her türlü yasal yükümlülüğü yerine getiren kanuni temsilcilere hiç
bir kusur atfetmek mümkün değilken sadece bu sıfatı nedeniyle Kanun zoruyla
müteselsil sorumlu tutulmaları bireylerin hukuka olan güven duygusunu
zedelediği gibi hukuk güvenliği ilkesiyle de bağdaşmaz. Bireyin kanuni
temsilcisi olmadığı dönemde ve başkası tarafından yapılması zorunlu olan
vergisel ödevlerin yerine getirilmemesinden dolayı ortaya çıkan vergi
alacaklarından müteselsil sorumlu tutulması hukuki güvenlik ilkesine açıkça
aykırılık oluşturur.
Öte yandan, 213 sayılı Kanunda kanuni temsilcilerin sorumluluğunu düzenleyen
ve 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesiyle benzer hükümler içeren ancak
sorumluluk için kusur arayan 10 uncu maddenin aynı anda tatbik edilmesi
sonucunu doğuran mükerrer 35 inci maddeye 5766 sayılı Kanunla eklenen son
fıkranın hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan, uygulanacak yasal
düzenlemelerin herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır olmasını gerektiren ve bireylerin hukuksal güvenliğinin
sağlanması bakımından da önem arz eden belirlilik ilkesine aykırı düşmektedir.
Bu durumda, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni
temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu
şahısların, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağı ve kanuni
temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Kanunda yer alan hükümlerin,
mükerrer 35 inci maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmayacağı
yolundaki düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varıldığından,
Anayasa'nın 152 nci ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanun'un 28 inci maddesi uyarınca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanunun mükerrer 35 inci maddesine 5766 sayılı Kanunla
eklenen son iki fıkrasının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına,
davanın bu sebeple geri bırakılmasına, dava dosyasının tamamının tasdikli bir
örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na gönderilmesine 29/04/2014 gününde
oybirliğiyle karar verildi."
İfadeleri ile
Anayasa Mahkemesi’ne göndermiştir. Anayasa Mahkemesi bu istemi değerlendirmiş
ve AATUHK mükerrer 35 maddesinin 5 ve 6 fıkralarının Anayasa’ya aykırılığına
karar vermiştir.
Bu karar
limited şirket müdürlerinin, şirketin vergi borçları açısından sorumluluğunda
yeni bir yorum ve uygulama getirmiştir.
Danıştay
gerekçesinde yer aldığı gibi, bundan böyle, VUK kapsamı dışında kalan vergiler
açısından limited şirket müdürlerini sorumlu tutmak mümkün olmayacaktır.
Ayrıca, limited şirket müdürünün sorumluluğu kendi müdürlük dönemi ile sınırlı
olacaktır. Üstelik VUK 10 maddesi hükmü gereği kusur sorumluluğu olarak
sorumlulukları değerlendirilecektir.
Bu arada dikkat
edilmesi gereken bir husus ise, VUK getirdiği sorumluluğu kusur sorumluluğu
olmasına rağmen AATUHK getirdiği sorumluluğun kusursuz sorumluluk olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının gerekçesinde yer alan aşağıdaki açıklamayı
değerlendirdiğimizde ise, Anayasa Mahkemesi’nin tüzel kişilerin yöneticilerine
ilişkin vergi sorumluluğunda, kusur
sorumluğundan yana olduğu kanısı uyanmaktadır.Bu nedenle, özellikle
tasfiye memuru gibi, kayyum gibi, iflas memuru gibi kanun tarafından
görevlendirilmiş kişilerin bu yöndeki sorumluluklarının değerlendirilerek
gereken hukuksal mücadelenin yapılması gerektiğine inanmaktayız.
Anayasa
Mahkemesi kararının gerekçesinden yapılan alıntı;
“Kanun koyucu,
amme alacağını güvenceye almak bakımından sorumluluğun yaygınlaştırılması
yoluna gidebileceği gibi müteselsil sorumluluk da öngörebilir. Ancak amme
alacağının doğduğu veya ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin
farklı kişiler olabileceği gerçeği göz önüne alındığında, kural ile getirilen
düzenleme vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz
olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde
olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir
eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurmaktadır. Adalet ve
hakkaniyet ilkeleri karşısında, bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir
biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle, başkalarının eylem veya
ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olması adalet ve hakkaniyetle
bağdaşmaz. Dolayısıyla, itiraz konusu kural hukuk devleti ilkesine aykırıdır.”
Bilindiği gibi,
YTTK yönetim kurulu üyeleri için, kusura dayalı sorumluluk ilkesini benimsediği
gibi, kusurun kanıtlanmasını davacıya yani, şirket tüzel kişiliğine, ortağa
yada alacaklıya yüklemiştir. Üstelik farklılaştırılmış teselsül ilkesini de
kabul etmiştir. Limited şirketin vergi borçlarından ötürü şirket müdür ve
müdürlerinin sorumluluğunu, bu kurallar açısından da değerlendirmekte yarar
bulunmaktadır.
İdari yargıda
şirket müdürünün şirketin vergi borçlarından ötürü sorumluluğunda kusur
sorumluluğu kabul edilmesine rağmen, kusursuzluğun kanıtlanmasını müdüre
bırakmaktadır. Halbuki, ETTK ve YTTK kusurun kanıtlanmasını davacıya yani
konumuz açısından vergi idaresine bırakmaktadır.Bu durumda iki yasa açısından
çelişki doğmaktadır. Üstelik daha öncede beyan ettiğimiz gibi, özel hukuk
davalarında bireye yüklenen kanıtlama yükü devlete yüklenmeyerek yargılamada
eşitsizliğe yol açılmaktadır. Halbuki, devletin/vergi idaresinin, inceleme
yetkisi ve şirketin vergi dairesine beyannameler yolu ile düzenli bilgi
verdiğini düşünürsek, idare kanıtlamak açısında bireyden daha fazla avantaja
sahiptir.
Konuyu iflas ve
iflas memurları açısından değerlendirdiğimizde ise daha büyük bir haksızlıkla
karşılaşırız. Çünkü vergi idarelerine verilen beyannameler yolu ile vergi
daireleri şirketleri sürekli kontrol etmektedir. Üstelik günümüzde bu kontrolü
bilgisayarlar aracılığı ile kolaylaştırmak mümkündür. Diğer bir anlatımla,
vergi idaresi şirketin mali yapısını beyannamelerle izlemesine ve onun borca batık
yada sermaye kaybına uğramış olduğunu saptamasına rağmen hareketsiz kalıp sonra
iflas memurundan bunun hesabını sormasını anlamak mümkün değildir. Hem de iflas
masasını oluşturan kişilerin gerçekte kendi alacaklarını tahsil etmek için
masada görev almış kişiler olduğunu düşünürsek bu davranışla bireye alacağını
tahsil edememek şanssızlığının yanı sıra müflisin vergi borçlarını da üstlenmek
şanssızlığını yüklemekte olduğumuzu görürü ve haksız davranışımızı anlarız.
Limited şirketlere uygulamakla yükümlü
olduğumuz anonim şirketlere ait YTTK 557/1 maddesine göre, birden fazla müdürün
görev alması halinde, sorumluluğun bu müdürler arasında müteselsil sorumluluk
olduğu kabul edilmiştir. Ancak, ETTK dan farklı olarak, YTTK da bu müteselsil sorumluluk uygulanırken
birlikte sorumlu olan kişilerin, bireysel olarak verilen zararla olan illiyet
bağının saptanması ve verdiği zararın ölçümlemesi yapılmaktadır. Yapılan bu
tespite dayalı olarak müteselsil sorumluluk doğmaktadır Yani verilen zararın
birlikte verilen kısmında zarar verenler birlikte sorumlu olacaklardır. Ancak,
her hangi birinin verdiği zararda diğerlerinin illiyet bağı söz konusu değil
ise, bu kişi zararın bu bölümünden sorumlu olmayacaktır. Elbette, zararla bu
birey arasında hiçbir şekilde illiyet bağı kurulamıyorsa bu birey zarardan
sorumlu olmayacaktır.
YTTK 557
maddesinin gerekçesinde, zararın hesabında, BK 43 ve 44 maddelerinin de dikkate
alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu maddeler TBK da 51 ve 52 madde olarak yer
almaktadır. Buna göre, hakim zararın oluşumunda kusur oranlarına baktığı gibi,
zarar görenin kusurun oluşumunda ki rolünü ve tazminat borçlusunun zararı
ödemesi halinde zarar verenin yoksulluğa düşüp düşmeyeceğini de resen dikkate
almak zorundadır. Üstelik, davanın bu ayrım gözetilmeden açılması olması
halinde de hakim bunları resen göz önüne almakla yükümlüdür.
İşin özünde, BK
43 ve 44 uygulanması, ETTK zamanında bile bir zorunluluk olmasına rağmen,
uygulamada bu kurala değinilmeden yıllar geçiştirilmiştir. Bu nedenle, YTTK
yeni bir şey getirmiş olmamakta sadece bu ayıbımızı gidermiş olmaktadır.
Anonim
şirketlere ilişkin olan YTTK 392 maddeye baktığımızda, yönetim kurulu üyesinin
bilgi alma hakkının sınırlandığını hatta uygulama açısından bir muhasebe
memurunun yada bilgisayar memurunun bile daha fazla bilgiye daha kolay
ulaştığını görürüz. Bu nedenle, farlılaştırılmış teselsülün faydasına
inandığımızı belirtmek isteriz. Ancak, bizim kanımıza göre, vergi borçlarından
ötürü sorumlulukta da farklılaştırılmış teselsül, TBK 51 ve 52uygulanmalı ve
devlet ile birey arasında fark giderilerek kanıt yükü devlette/vergi dairesinde
bırakılmalıdır
ŞİRKET
SERMAYESİNİN KORUNMASI VE ŞİRKETİN BORCA BATIK OLMASI
Müdürlerin
devredilemez ve vazgeçilemez görevlerini sayan YTTK nın 625/1.h maddesine baktığımızda,
şirketin borca batık olması halinde durumun mahkemeye bildirilmesi görevinin
yer aldığını görmekteyiz.
Madde
gerekçesinde yer alan açıklamaya göre, Müdür YTTK 376 maddesinden kaynaklanan
görevlerini ve sorumluluklarını YTTK 625/1.h maddesi gereği kimseye devredemez.
Bundan doğan tazminat hukukuna ve ceza hukukuna ait sorumluluk sadece kendisine
aittir.
YTTK nın 633
maddesinde şirket esas sermayesinin kaybı yada borca batık olması ve 634 maddesinde ise şirketin iflası halinde anonim şirketlere
ilişkin hükümlerin uygulanacağının hükme bağlandığını görmekteyiz. Bu nedenle,
şirket sermayesinin korunması ve şirketin borca batık olması halinde limited
şirket müdürlerinin sorumluluğunu incelerken,
incelerken YTTK 376 ve 377 maddesi inceleme konumuzu oluşturan yasa
maddeleri olacaktır.
Elbette YTTK
377 maddesine göre iflasın ertelenmesi incelenirken, İİK 179 maddesinde yer
alan hükümlerinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
YTTK 376
maddesine baktığımızda, şirketin sermayesinin şirket müdürü tarafından
kontrolünü hükme bağlayan yasa koyucunun, sermaye yapısını dikkate alarak
birden fazla alternatifi değerlendirdiğini görmekteyiz.
Madde hükmünü
değerlendirmeden önce, yasa koyucunun sermayeden ne anladığını belirtmekte
yarar bulunmaktadır. Bu amaçla madde gerekçesine baktığımızda, yasa koyucunun
sermaye terimi ile “bilançoda sermaye kalemi altında yer alan esas sermaye ve
kayıtlı sermaye sisteminde çıkarılmış
sermaye; kanuni yedek akçe ile 519 madde hükmünde düzenlenen akçeler”i
anladığını görmekteyiz.
Yasanın
değerlendirdiği alternatiflerden birincisi, YTTK 376/1 maddesinde
düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, şirket
müdürü, son yıllık bilançoda, sermaye ve kanuni yedeklerin toplamını
değerlendirmeli, bu değerlendirme sonucunda eğer, şirket sermayesi ile kanuni
yedek akçelerin toplamının, şirketin zararları nedeni ile ½ si karşılıksız
kalmış ise, şirket müdürünün, şirket genel kurulunu derhal toplantıya çağırması
gerekir. Şirket müdürünün bu toplantıda, şirketin durumunun iyileştirilmesi
için gereken önerileri, genel kurulun bilgisine sunması gerekmektedir. Genel
kurul sunulan bu önerilerden her hangi birini kabul edeceği gibi, her hangi bir
karar almadan, şirketin bu şekilde devam etmesini kabul ederek de toplantıya
son verebilir.
Madde
gerekçesine göre, sermaye terimi ile “bilançoda sermaye kalemi altında yer alan
esas sermaye ve kayıtlı sermaye sisteminde çıkarılmış sermaye; kanuni yedek akçe ile 519 madde
hükmünde düzenlenen akçeler kastedilmiştir.”
Burada
belirtilen bilanço, madde gerekçesinden anlaşıldığı üzere, yıl sonu bilançosu
olabileceği gibi, bir ara bilanço yada YTTK 378 gereğince riskin erken
saptanması işlemleri sırasında elde edilen bilanço olabilir.
Gerekçede de
belirtildiği gibi, müdürün genel kurulu toplantıya çağırmaması halinde,
ortaklardan biri de toplantı çağrısını YTTK 617/3 maddesinin göndermesi
nedeniyle YTTK 410,411ve 412 maddelerine dayanarak yapabilir. Çağrı yapmak
isteyen ortağın tek payın sahibi olması, yada azınlığı oluşturması sonucu
değiştirmez.
YTTK 376
maddesinin hükme bağladığı diğer husus, maddenin ikinci fıkrasında yer
almaktadır. Burada, şirketin sermayesi
ile kanuni yedek akçeler toplamının zararlar nedeniyle 2/3 nün karşılıksız
kalması hali incelenmiştir.
YTTK 376/2 maddesini incelemeden önce, gerek
maddenin yazılımında gerekse gerekçesinde sermaye ve kanuni yedekler
toplamının, zararlar nedeni ile1/2 ile 2/3 arasında karşılıksız kalmasında
nelerin yapılması gerektiğine dair bir açıklamaya rastlanmadığını belirtmekte
yarar bulunmaktadır. Bu nedenle, kanımızca, şirketin sermayesinin 2/3 oranında
karşılıksız kalmasına kadar geçen sürede şirket müdürüne YTTK 376/1 maddesinin
yüklediği yükümlülüklerden öte bir yükümlülük yüklenmemiştir.
YTTK 376/2
maddesi, ancak sermaye ve kanuni yedek akçeler toplamının, zararlar nedeniyle
2/3 oranında karşılıksız kalması halinde uygulanması zorunlu olacaktır. Böylesi
bir durum doğduğunda şirket müdürü, şirket genel kurulunu derhal toplamakla
görevlidir. Şirket genel kurulu bu kez sessiz kalmak hakkına sahip değildir.
Genel kurul yasada gösterilen iki karardan birini vermek zorundadır. Eğer bu
iki karardan birini vermez ise şirket kendiliğinden sona erer.
Söz konusu iki
karardan biri, şirketin sermayesini azaltarak, sermayenin 1/3 ü ile yaşamına
devam kararı almasıdır. Ancak, burada unutulmaması gereken husus, eğer bu
yöntem seçilecek ise, yani sermaye azaltılması yolu ile şirketin devamına karar
verilecek ise, YTTK 592 maddesinin
uygulanması gerekir. Söz konusu madde ise anonim şirketlerin sermaye
azaltılması ilişkin olan maddelerine atıf yapmaktadır Diğer bir anlatımla,
şirket, sermaye azaltılmasına ilişkin tüm kuralları yerine getirmek koşulu ile
sermayenin 1/3 ü ile hayatına devam etmeye karar verebilir. Eğer YTTK 592
maddesinin emredici kurallarını yerine getirmek mümkün değil ise bu yöntemin
uygulanması da düşünülemez.
YTTK 376/2
maddesine göre alabileceği ikinci karar ise, sermayenin tamamlanması yönünde
alınacak olan karardır. Gerekçeye göre, tamamlamadan ”azaltılan sermaye kadar veya ondan fazla
sermaye artırımı yapılması veya bilanço açıklarının pay sahiplerinin tümünce
veya bazı pay sahipleri tarafından kapatılması yada bazı alacaklıların
alacaklarını silmesi kastedilmektedir.”
Sermayenin
tamamlanması yönündeki karara tüm ortaklar katılır ve sermayedeki payları
oranında bu işlemi gerçekleştirirlerse pay oranlarında değişiklik olmaksızın
şirkete devam etmek mümkündür. Ancak, tamamlama işlemi gerekçede de
belirtildiği gibi, tüm pay sahiplerinin iştiraki olmaksızın, bazı pay sahipleri
tarafından gerçekleştirilirse ne olacaktır? Buna ilişkin bir açıklama ne yasada
ne de gerekçede yer almamaktadır.
Kanun gereği,
şirket genel kurulu, bu iki karardan birini almaz ise, şirket kendiliğinden
sona erer.
YTTK 376
maddesinin ilk iki fıkrası, sermaye hareketlerini denetleyerek alınması gereken
önlemleri hükme bağlamış olmasına rağmen 3 fıkrası şirketin borca batık olması
halinde alınması gereken önlemleri hükme bağlamıştır. Madde gerekçesine göre,
borca batık olmak, şirket aktiflerinin gerçek değerleri/ olası satış değerleri
ile değerlendirilmesine rağmen, şirketin borç ve taahhütlerini karşılayamaması
demektir.
Eğer böylesi
bir durum varsa, müdür şirketin” işletmenin devamı esasına göre hazırlanmış bir
bilançoyu” da hazırlamakla görevlidir. Gerekçeye göre, işletmenin devamı
esasına göre çıkarılan bilanço, aktiflerin ve pasiflerin işletmenin
sürekliliğine göre değerlendirilmesi ve işletme faaliyetine devam edecek bir
işletme esas alınarak yapılacak olan bilançodur. Bu iki bilançonun değerlendirilmesi
sonucunda iflas için mahkemeye başvurulup vurulmayacağını ortaya çıkar. Diğer
bir anlatımla, YTTK 376/3 maddesine göre, olası satış değerlerine göre
hazırlanan ilk bilançoda,şirketin borca batık olduğu saptanmış olsa bile,
eğer,işletmenin devamına göre hazırlanmış bilançoda, şirketin kurtulması
olasılığı varsa, iflas için mahkemeye başvurulmayacağı gibi, yapılmış bir
başvuru varsa bunun da ret edilmesi gerekir. Eğer iflas için mahkemeye
başvurulmuş ise,ve de ret kararı verilmesi riski göze alınmadığı için, iflasın
ertelenmesi talebinde bulunulmuş ise, erteleme talebinin değerlendirilmesinde
de bu hususun dikkate alınması
gerekmektedir.
YTTK 376/3
maddesine göre, bu değerlendirme, YTTK 400 maddesinde belirtilen denetçi
tarafından yapılır. Gene YTTK 635 maddesine göre, anonim şirketlerinin denetçi,
işlem denetçisi ve özel denetçiye ilişkin hükümleri burada da uygulanır.
YTTK 376/3
maddesine göre, müdür hazırlamış olduğu bu iki bilançoyu değerlendirmek üzere
denetçiye vermek zorundadır. Mahkemeye başvurulup başvurulmayacağı, denetçinin
yapacağı inceleme sonucuna göre belirlenecektir.
Denetçinin
hazırlamış olduğu rapor olumsuz ise, yani, şirket aktiflerinin şirket
alacaklılarının alacağını karşılamaya yetmediği anlaşılırsa, müdür, şirketin
iflasına ilişkin başvuruyu, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye
ticaret mahkemesine yapar.
Yasa koyucu
şirketin devamını öncelikle değerlendirdiği için, bu aşamada, şirket
alacaklılarından her hangi biri yada birileri, iflas kararı verilmeden önce,
mahkemeye başvurarak, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu
ortadan kaldıracak kadar alacağı olduğunu ve bu alacağını tüm alacaklılar
aldıktan sonra almayı kabul ve taahhüt ettiğini mahkemeye bildirirse, mahkeme
bu durumu değerlendirmek ile yükümlüdür. Mahkeme durum değerlendirmesi için
yaptıracağı bilirkişi incelemesinde, yapılan taahhüdün doğruluğunun yanı sıra,
taahhüdü oluşturan sözleşmenin ve beyanın, yerindeliğini, geçerliliğini ve
gerçekliğini araştırmakla görevlidir. Eğer bilirkişi raporu olumlu ise, iflas
kararı verilmez. Eğer rapor olumsuz ise iflas kararı verilir.
YTTK 376
maddesine benzer bir düzenleme, İİK 179 maddesinde de yer almaktadır. Bu
maddeye göre, iflas başvurusu sadece, müdürler tarafından yapılması gereken bir
başvuru olmaktan çıkarılmış, şirket tasfiye halinde ise, tasfiye memurlarının
ve de alacaklılardan her hangi birinin de talep de bulanacağı kabul edilmiştir.
Ancak, İİK 179
maddesi ile YTTK 376 maddesi arasında önemli bir fark bulunmaktadır. İİK göre
yapılan incelemede, işletme bilançosunun hazırlanması ve kararın ondan sonra
verilmesine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Kanımızca, İİK hükmünde yer alan
”mahkeme gerek görürse, idare ve temsille görevlendirilmiş kimseleri ve
alacaklıları dinleyebilir.” Hükmü doğrultusunda, resen yapacağı dinlemede yada
bunlardan birinin başvurması ile yapacağı dinlemede, işletme bilançosunu da
değerlendirmelidir. Değerlendirme sonunda, işletme bilançosunun olumlu olduğu
anlaşılırsa ne olacaktır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, iflas uygulamasına
geçilmeyecektir.
Bu konuda ki
açıklamalara son vermeden önce, konuyu anlamakta yararlı olacağını düşündüğümüz
için, Sn Ahmet Türk’ün “Anonim Ortaklıkta Sermaye Kaybı ve Borca Batıklığın
Hukuki Sonuçları” adlı yapıtında yer alan bazı tanımlardan yararlanarak, bazı
açıklamalarda bulunmak gereğini hissettik. Söz konusu açıklamalar;
1/Esas
sermayenin karşılıksız kalmasından söz edebilmek için, bilançoda görülen net
safi mal varlığı ile esas sermaye arasındaki ilişkiyi esas alınmalı ve bu
ilişkide net(safi) mal varlığı esas sermaye rakamından küçük çıkması
çıkmalıdır.(s16)
2/Bu anlatımda
yer alan net safi mal varlığı, ortaklık brüt mal varlığının borçları aşan
kısmıdır. (s17)
3/Sermaye
kaybından söz edebilmek içi, öz kaynakların zararlar sonucu esas sermayeye göre
azalması gerekir.(s18)
4/Borca
batıklıktan söz edebilmek için, borçların hukuksal anlamda mal varlığı ile
karşılanamaması gerekmektedir. (s35)
5/Ödemeden aciz
halinden söz edebilmek için, şirketin, muaccel borçların önemli bir bölümünü
ödeyebilme olanağını, uzun bir süre için yitirmiş olması gerekir. (s36)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder