Av.Ender
DEDEAĞAÇ – Av.Elçin SANAL
NOT ; Bu yazı ilk kez 20.01.2016 da yayınlanmış, daha sonra SİİRT BAROSUNDA yapılan sunumla genişletilmiştir. Bu nedenle, genişletilmiş yazıdan sonra eski metin başlığı ile 20.01.2016 tarihli metin korunmuştur.
İstinaf,
ilk derece mahkemesinin kesinleşmemiş nihai kararlarına karşı başvurulan maddi
ve hukuki denetimin bir arada yapılmasına olanak sağlayan bir kanun
yoludur.(Yrd. Doç. Tolga Akkaya Medeni Usul Hukukunda istinaf sayfa 62)
Anayasamız
açısından olayı değerlendirdiğimizde, Anayasamızın 60. maddesine göre, istinaf
kanun yolunun bulunmasının zorunlu olmadığını görmekteyiz. (Yrd Doç Tolga
Akkaya age sayfa 48-50 )
Ancak,
Anayasamızın, 36, 142 ve 154 maddelerini istinaf kanun yolunun hukuk sistemimiz içinde yer almasını
destekler niteliktedir. Ayrıca, AİHS 6 ve 13 maddeleri de istinafın kanun yolu
olarak benimsenmesini hükme bağlamaktadır.
Hatta AİHS 7. Protokolünde ceza yargılamasında istinafın bulunmasını
gerektiren hükümlere, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Komitesinin 1995/5 sayılı
kararının yapmış olduğu atıf nedeniyle, özel hukuk yargılamasında da istinafın
yer alması gerektiği kanısına ulaşmaktayız. Çünkü, AİHS, 1995 yılında TBMM tarafından
kabul görmüş bir uluslar arası anlaşmadır. (Yrd. Doç. Tolga Akkaya age sayfa
48-50 Deren Nevris toplantı sayfa 267, Özekez Muhammet age sayfa 46 vd )
Bazı
yazarlara göre aksi söylense bile ( Pekcanıtez Hakan İstinaf Mahkemeleri
Uluslar arası Toplantı sayfa 123 )Osmanlı döneminde var olduğu bilinen istinaf
mahkemeleri, 1924 yılında kaldırılmıştır. İstinaf mahkemelerinin
kaldırılmasında ki nedenlerden biri, Birinci Cihan Harbinde
hakimlerin/kadıların pek çoğunun harpte şehit olması nedeniyle (Doğanay İsmail
Toplantı sayfa 116) , hakim kadrolarının hem birinci derece mahkemelerine hem
de ikinci derece mahkemelerine yetmemesidir. Diğer bir neden olarak ise,
tecrübeli fakat eski hukuk düzeni içinde yetişmiş olan hakimlerin istinaf
mahkemelerinde görevlendirilmesine karşılık yeni yetişen hakimlerin birinci
derece mahkemelerinde görev almasından ötürü, arada telafisi mümkün olmayan
görüş ayrılıklarının doğması ve alt yapı eksikliğidir ( Özekez Muhammet, HMK ya
göre Medeni Usul Hukukunda Yeni Kanun Yolu Sistemi TBB sayfa 39 ).
İstinaf
mahkemeleri için olumlu yada olumsuz görüş bildiren yazarlara rastlamak
mümkündür ( Özekez Muhammet age sayfa 41 vd ).
İstinaf
uzun yıllar tartışma konusu olmuş bir kanun yoludur. HMK nın kabulü ile
birlikte yasalaşan bu kurum, HMK nın yürürlüğe girmesinde askıya alınmış ise
de 20 Temmuz 2016 yürürlüğe gireceği kesinleşmiştir.
İstinaf
iki ayrı yapıda karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birine dar anlamda istinaf
diğerine ise geniş anlamda istinaf denilmektedir. Bu ayrım, istinaf
mahkemesindeki inceleme dikkate alınarak yapılmaktadır. Eğer, istinaf
mahkemesinde yapılan incelemede, taraflar yeni delil sunmak şansına sahip ise
ve istinaf mahkemesi, birinci derece mahkemesi gibi yargılamayı baştan
başlatacak ise buna geniş anlamda istinaf denilmektedir. Buna karşılık istinaf
mahkemesi sadece ilk derece mahkemesi tarafından yapılan incelemeyi kontrol
edecek ise buna da dar anlamda istinaf denilmektedir.
İstinaf
sözcüğünün anlamı, yeniden başlama, olduğuna göre, kanımızca, istinaf
mahkemelerinde ki incelemenin, geniş anlamda istinaf yada en azından buna yakın bir yapıya
kavuşmuş istinaf olması gerekmektedir.
Ancak,
Almanya’da yaşananlar nedeniyle bu kanımızın tartışılabilir olduğunu söylememiz
gerekmektedir. Almanya Medeni Usulü Kanununun 525. Paragrafında “istinaf
mahkemesi davayı tarafların başvurusunda belirtilen sınırlar içinde yeniden ele
alır” hükmü bulunurken, yapılan değişikliklerle, yeniden vakıa sunma hakkı
sürekli olarak sınırlanmıştır. 2001 yılında yasada yapılan değişiklik ile,
istinaf incelemesi sadece hukukun ihlal edilmesi halini inceleme ile sınırlı
hale getirilmiştir. Siyasi iktidar bunu reform olarak görmekte ise de, bazı
ilim insanları tarafından eleştirilmektedir ( Prof.Dr.Ekkehard Becker
Eberhooard, toplantı sayfa 28 vd ).
HMK
355/1 maddesine ve bu maddeye ilişkin hükümet gerekçesine baktığımızda, bölge
adliye mahkemesinde yapılan incelemede, kamu düzenine ilişkin hususlar hariç
olmak üzere, istinaf incelemesinde, istinaf başvurusu için verilen dilekçede yer alan, taleple ve sebeplerle bağlı kalınması gerektiğini
görmekteyiz. Gene gerekçeye göre, bölge adliye mahkemesi, ilk derece
mahkemesinin kararının kanuna aykırı olduğunu tespit ettiği takdirde, yeniden yargılama
yaparak yeni bir karar verebilme hakkına sahiptir.
İstinaf
ile temyizin arasındaki farka değinmekte yarar bulunmaktadır. İstinafta, daha
önce de belirttiğimiz gibi, ilk derece mahkemesinin nihai nitelikte kararı hem
hukuka uygunluk hem de olaya uygunluk bakımından denetlenir. Halbuki, temyizde,
sadece hukuka uygunluk açısından bir denetim gerçekleştirilir. (Cenk Akil
İstinaf sayfa 205)
Ayrıca,
temizde incelemenin dosya üzerinden gerçekleştirilmesi, istinafta ise
incelemenin duruşmalı olarak gerçekleştirilmesi ilke olarak benimsenmiştir.
Diğer bir anlatımla istinaf ilk derece mahkemelerine daha yakın bir yapıya
sahiptir.
Bunun
yanı sıra, istinaf incelemesinde, dava hakkında, incelemeyi yapan mahkeme yani
bölge adliye mahkemesi bizzat karar verir. Buna karşılık temyiz incelemesinde
Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını bozarak, yeniden karar vermeyi ilk
derece mahkemesine bırakır. Temyiz incelemesinde, düzelterek onama yolu ile
zaman zaman Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi gibi bizzat karar verdiğini
görmekte isek de bunun sınırlı bir uygulama alanı olduğunu belirtmekte yarar
bulunmaktadır. Ancak, Yargıtay işe iade davalarında 4857 sayılı kanunun 20/3
maddesindeki düzenleme nedeniyle, ilk derece mahkemesi gibi karar
verebilmektedir. (Cenk Akil age sayfa 220-221)
Uygulama
açısından bir fikre ulaşmak için, HMK 324 maddesini tüm fıkraları ile birlikte
değerlendirdiğimizde, ilk derece mahkemelerinin nihai kararları, gerek dava
değeri açısından kesinlik sınırı içinde kalmıyorsa gerekse yasalar tarafından
ilk derece mahkemesinin nihai kararları kesin karar niteliğini taşımıyorsa, bu
kararlar bölge adliye mahkemelerinde istinaf yolu ile incelenebilecektir. Söz
konusu maddenin 3 fıkrası, mal varlığı davalarında, kısmi davalar ile ilgili
kesinlik sınırının nasıl belirleneceğini hükme bağlamıştır. Bu hükme göre,
kesinlik sınırı belirlenirken, alacağın tamamı dikkate alınır.
Kanımızca,
HMUK döneminde de kısmi davanın temyiz başvurusuna ilişkin olan bu kural,
HMK dönemine de taşınmıştır. Bu nedenle, HMK 109/2 maddesinin yürürlükten
kaldırılmasından sonra geniş bir uygulama olanağına kavuşan kısmi dava
açılırken, davacı, alacağının tamamını belirtmek, ancak bunun bir kısmını dava
konusu yaptığını açıklamak zorundadır. Bu hüküm, davalı tarafın, dava değerini
bilmesine olanak sağlayacağı için, sulhe ilişkin uygulamaların gerçekleşmesine
yol açacağı gibi, kendini haklı bulan davalının olumsuz tespit davası açarak,
alacağın tamamını dava konusu haline getirme olanağına da yol açacaktır. ( Baki
Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Bası sayfa 1518, Yrg 10 HD 23.05.2013 gün
2012/19223 E, 2013/11244 K sayılı kararı,Kazancı).
HMK
109/3 maddesinde yer alan, açık bir feragat olmadığı takdirde, feragatten söz
edilemez hükmü, davanın kısmi dava olduğunu belirtmeyi zorunlu kılmaktan
çıkarmış olmasına rağmen, kanun yoluna başvurma açısından, bu kuralın
uygulanması gerektiğine yani dava olunun değerin tamamının da dava dilekçesinde
belirtilmesi gerektiğine inanmaktayız.
HMK
341/4 maddesi, alacağın tamamının dava edilmesine rağmen, davanın kısmen kabul
kısmen ret ile bitmesi halinde kesinlik sınırının, tarafların kanun yoluna
başvurmada ki yararı dikkate alınarak saptanması gerektiğini belirtmiştir.
Diğer bir anlatımla, davası kısmen kabul edilmiş davalı, kanun yoluna
başvururken ret edilen kısmın parasal değerinin kesinlik sınırı altında kalıp
kalmadığın incelemekle yükümlüdür. Elbette aynı kural davalı için de
geçerlidir.
Kısmi
davada istinafa, ve elbette temyize başvuruda sınırın belirlenmesi için
oluşturulan bu kuralın yanı sıra, belirsiz alacak ve tespit davasında ki
uygulamanın nasıl gelişeceğinin de bir kurala bağlanması gerektiğine
inanmaktayız. Örneğin, davanın belirgin hale gelmesi anında, davacı davasının
kazanma şansı bulunmadığını hissederek yada başka nedenlerden ötürü, davasını
belirgin hale getirmek istemez ise, yani değer artışı yapmaz ise, ne olacaktır
? sorusunun da cevap bulması gerektiğine inanmaktayız. Çünkü, bu aşamada HMK
109/3 maddesi doğrultusunda, davacının suskun kalmasını açık feragat olarak
kabul edip etmeyeceğimiz sorusu ile karşılaşmaktayız. Eğer açık feragat olarak kabul etmiyorsak, böylesi
bir durumun varlığında, kısmi davanın var olduğunu söylemek zorunluluğumuz
doğacaktır.
Bu
güne kadar gelen uygulamada, ilk derece mahkemesinin, nihai kararında, temyiz
yolunun açık yada kapalı olduğuna ilişkin kararının, yanlış olmasından ötürü,
taraflara bir hak doğmayacağına ilişkin uygulama istinaf kanun yoluna başvuruda
da dikkate alınacaktır. HMK 346 maddesi hükmü bu uygulamanın devam edeceği
kanısını uyandırmaktadır.(YHGK 13.03.2013 gün 2012/19-779 E, 2013/355 K,
Kazancı)
HMK
345/1 maddesi istinaf yoluna başvuruda, başvuru süresinin iki hafta olduğunu,
bu sürenin, özel kanunlarda yer alan hükümler saklı kalmak kaydı ile, kararın
taraflara usulüne uygun şekilde tebliği ile başlayacağını hükme bağlamıştır.
HMK
345/1 maddesinin tasarıda ki karşılığı olan 349 maddenin gerekçesine
baktığımızda, Devletle kişiler arasındaki davalar da hem Devlet hem de kişi
için aynı sürelerin geçerli olduğunun belirtildiğini görmekteyiz.
HMK
345/1 maddesinin birinci cümlesinde yer alan hükmün yanı sıra ikinci cümle, bir
istisnayı hükme bağlamıştır. Bu istisnaya göre, özel kanunlarında, daha kısa
yada daha uzun süreye bağlanmış, istinafa başvuru süresi varsa, somut olaya,
iki hafta yerine bu özel süre uygulanacaktır.
Burada,
çözümlenmesi gereken sorun, iş mahkemelerinde olduğu gibi, nihai kararın
tefhime tabi tutulduğu davalar açısından bu hükmün nasıl uygulanması gerektiği
konusundadır. Bu aşamada hatırlatmak istediğimiz bir Yargıtay kararı
bulunmaktadır. Bilindiği gibi, kanun yoluna başvurmada sürenin başlaması için
tefhimin yeterli olduğu nihai kararlarda, Yargıtay kısa kararın içeriğinin,
kanunun gerekçeli kararda aradığı tüm hususları içermesi gerektiğini, ancak bu
durumda sürenin tefhimle başlayacağını aksi takdirde, sürenin gerekçeli kararın
tebliği ile başlayacağını belirtmektedir. Ancak, bu ve buna benzer kararlara
rağmen hala Yargıtay’da bir birinden farklı uygulamaların devam ettiğini söylemek
isteriz.
Bu
aşamada, aklımıza gelen bir soruyu sizlerle paylaşmak isteriz, her ne kadar,
gerekçeli kararın HMK 297 maddesinde belirtilen unsurları içermemesi bir bozma
nedeni ise de, böylesi bir kararın tebliğ edilmiş olması, istinaf başvuru
süresini başlatır mı ?
HMK
342 ve 343 maddelerini birlikte değerlendirdiğimizde, istinaf başvurusunun,
dilekçe ile yapılmasının şart koşulduğunu görmekteyiz. HMK 342/2 maddesi
dilekçenin hangi bilgileri içermesi gerektiğini hükme bağlamış olmasına
karşılık HMK 343/3 maddesi, dilekçede bu bilgilerin noksan olması halinde,
dilekçede tarafın kimlik bilgilerinin, hangi karar için istinaf başvurusunda
bulunulduğunun belirtilmesi ve imzasının bulunması halinde, dilekçenin
içeriğine bakılması gerektiğini hükme bağladığını görmekteyiz. Söz konusu
maddeye göre, eğer dilekçede kanun yoluna başvurulan kararın hangi karar
olduğunu belirten yeteri kadar açıklama varsa, incelemenin HMK 355 maddesi
hükmüne göre yapılması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, HMK 355/1 maddesi
her ne kadar incelemenin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı
olarak yapılacağını hükme bağlamış ise de, söz konusu maddenin son cümlesi, bölge
adliye mahkemesinin, kamu düzenine aykırılık gördüğü hususları resen
incelemekle görevli olduğunu hükme bağlamaktadır. İşte bu hüküm nedeni ile, böylesi
bir durumun varlığı halinde de bölge adliye mahkemesi söz konusu kararda kamu
düzenine aykırı bir husus varsa bu hususu incelemekle yükümlüdür. Ancak,
unutmadan belirtmek isteriz ki, kamu düzenine ilişkin hususların neler olduğu
ancak uygulamanın incelenmesi ile bulunabilecek bir husus olmanın yanı sıra
zaman içinde değişkenlik gösteren bir husustur. Bu nedenle, bu kurala dayalı
olarak istinafa başvururken, çok dikkatli olunmalıdır.
Taraf
sayısından bir fazla olarak hazırlanan, istinaf dilekçesi, kararı veren
mahkemeye verilebileceği gibi başka bir yer mahkemesine de verilebilinir. Ancak,
bu dilekçe istinaf mahkemesine verilemez ( Ejder Yılmaz age sayfa 65). Eğer
başka bir mahkemeye verilmiş ise, dilekçe kayıt işleminden sonra kararı veren
mahkemeye gönderilir. İstinaf başvurusunun tarihi, HMK 343/3 yollaması ile HMK
118 maddesi hükmüne göre, dilekçenin verildiği yer mahkemesince istinaf
defterine kaydının yapıldığı tarihtir. Dilekçeyi kabul eden mahkeme bunun
karşılığında bir belge vermek zorundadır.
İstinaf
dilekçesinin verilmesi ile birlikte, harç ve giderler ödenir. Giderlerin noksan
yada hiç ödenmemiş olması halinde, kararı veren mahkeme dilekçe sahibine HMK
344/1 maddesi gereği bir haftalık kesin süre verir. Bu kesin süre içinde harç
ve giderler tamamlanmamış olursa, başvuru yapılmamış sayılır.
Eğer,
karar veren mahkemenin 344/1 maddesi gereği almış olduğu, başvuru yapılmamıştır
kararına karşı ilgilisi, alınan bu karara karşı, istinafa başvurmak isterse bu
kez HMK 346/2 maddesinde de belirtildiği gibi, bir haftalık süre içinde bu
karar için yapacağı başvuru nedeniyle dosyası ilgili bölge adliye mahkemesine
gönderilir. Bölge adliye mahkemesi önce istinaf başvurusunun reddine ilişkin
kararı değerlendirir, bu değerlendirmede, ilk derece mahkemesinin kararını
yerinde görmez ise, ilk verilen istinaf dilekçesi doğrultusunda başvuruyu
inceler. Elbette aksi takdirde rette ilişkin kararı kabul ederek başkaca bir
işlem yapmadan dosyayı ilgili mahkemeye iade eder.
HMK
346/2 maddesinde yer alan ve yukarıda, harç ve giderlerden ötürü ret edilen
istinaf başvurusu için anlattıklarımız, istinaf dilekçesinin kanuni süre
geçtikten sonra verilmesi halinde ve ilk derece mahkemesinin kesin olan kararları
için yapılan başvurularda da geçerlidir.
İstinaf
dilekçesi karar veren mahkemeye gelmekle, mahkeme dilekçenin bir örneğini karşı
tarafa gönderir. Karşı taraf, tebliğden
itibaren iki haftalık süre içinde HMK 347/2 maddesi gereği cevap verecektir,
Eğer,
istinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, daha önce istinaf yoluna
başvurmamış yada istinaf yoluna başvurması için HMK 345/1 maddesinin hükme
bağladığı iki haftalık süreyi geçirmiş ise, HMK 348/1 maddesinin sağladığı
hakkı kullanarak katılma yolu ile istinaf için başvurabilir.
Katılma
yolu ile istinaftan, istinaf hakkı bulunmayan taraf da yararlanır.
Ancak, istinaf yoluna başvuran bu
başvurusundan feragat ederse yada bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu esastan
ret ederse, katılma yolu ile yapılan başvuruda başkaca bir işleme gerek
kalmaksızın HMK 438/2 maddesi gereğince ret edilir.
Hukuk
sisteminde kabul edilen kural gereğince, istinaf hakkından feragat için,
kararın tarafa tebliğ edilmiş olması şarttır.
Feragat başvurusunun yapıldığı aşamada eğer dosya bölge adliye
mahkemesine sunulmamış ise, kararı veren ilk derece mahkemesi, başvurunun
rettine karar verir. Eğer dosya bölge adliye mahkemesine gönderilmiş ve henüz
bölge adliye mahkemesince nihai karar verilmemiş ise, bölge adliye
mahkemesince, başvuru feragat nedeniyle ret olunur.(HMK m 349).
İstinaf
başvurusuna ilişkin dilekçe nihai kararı veren yerel mahkemeye ulaştığında
yerel mahkeme işbu dilekçenin bir örneğini karşı yana tebliğ eder.
Karşı
yan m.347/2 doğrultusunda 2 haftalık süre içinde istinaf başvurusu hakkında
cevap vermek hakkında sahiptir. Yukarıda da söylediğimiz gibi karşı yan bu
cevap verme süresiyle sınırlı olmak kaydıyla katılma yoluyla istinafa
başvurabilir. Eğer böylesi bir olay meydana gelmişse yerel mahkeme katılma
yoluyla yapılan istinafa ilişkin dilekçeye ait cevabın da dosyaya gelmesini
bekler (HMK m.348/1 ve m 347/3).
İstinafa
başvurulmuş olması kararın icrasını durdurmaz ancak kişiler hukuku, aile hukuku
ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmeden icraya
konu olamayacağı için bölge adliye mahkemesindeki incelemeyle geçecek zaman
dilimi içerisinde herhangi bir işlem yapılamaz.
Aleyhine
karar verilen kişi bu istisnalardan yararlanmıyorsa kararın icrasını engellemek
için İİK m.36 doğrultusunda durdurma kararı alması gerekir. HMK m.350’de
düzenlenen bu hususlar arasında en ayırıcı özellik nafakaya ilişkin haklar için
icranın geri bırakılmasına ilişkin karar alınamayacağının da hüküm altına alınmış
olması halidir.
Bölge
adliye mahkemesine ulaşan dosyada bölge adliye mahkemesi öncelikle HMK m.352/1
hükmü gereğince bir ön inceleme yapmakla yükümlüdür. Ancak bu ön incelemenin
HMK m.137 vd. da belirtilen ön incelemeyle hiçbir benzerliği yoktur. Bölge
adliye mahkemelerinde yapılan ön inceleme dosya üzerinden gerçekleştirilir. Bu
incelemede;
- İncelemenin
başka bir daireye ait olup olmadığı
- İlk derece
mahkemesinin kararının kesin olup olmadığı
- İstinaf
başvurusunun süresi içinde yapılıp yapılmadığı
- Başvurun
şartlarının yerine getirilip getirilmediği
- Başvuru
sebeplerinin veya gerekçesinin gösterilip gösterilmediği,
incelenir.
Eğer, yukarıda belirtilen konularda bir eksiklik varsa, bölge adliye mahkemesi
önce bu konuda bir karar vermekle yükümlüdür. Diğer bir anlatımla bölge adliye
mahkemesi bu durumda başvurunun reddine karar verir. Eğer dosyada bir eksiklik
yoksa dosya bölge adliye mahkemesi tarafından incelemeye alınır.
Yapılacak
incelemede öncelikle HMK 353.maddenin fıkralarında belirtilen bir hususun var
olup olmadığı saptanır.
HMK
353/1 maddesinde yer alan hususlar, ikiye ayrılarak incelenmelidir.
HMK 353/1.a da yer alan, bir hususun varlığı
halinde, duruşma yapılmaksızın verilecek olan kararlar usul yönünden verilen
kararlardır. Bunlar;
1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar
vermiş olması.
2) İleri sürülen haklı ret talebine
rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması.
3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına
rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin
görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması veyahut
mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması.
4) Diğer dava şartlarına aykırılık
bulunması.
5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın
veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya
ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması.
6) Mahkemece, tarafların davanın esasıyla
ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen
deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması.
Şeklinde
hükme bağlanmıştır.
Yapılacak
incelemede öncelikle HMK 353/1.a da hükme bağlanan hususlardan birinin varlığı
saptanır ise ;
- Kararın
kaldırılmasına,
- Davanın
yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren mahkemeye gönderilmesine
- Kendi
yargı çevresinde kalmak kaydıyla başka bir yer mahkemesine gönderilmesine
- Görev ve
yetki kuralına bağlı kalarak başka bir yer mahkemesine gönderilmesine
Karar
verebilir. HMK 353/1.a maddesine göre verilen kararlar kesin kararlardır.
Buna
karşılık, HMK 353/1.b yer alan hususlardan birinin varlığı halinde, duruşma
yapılmaksızın esas hakkında karar verilir. Madde metninde yer alan hükme göre;
1) İncelenen mahkeme kararının usul veya
esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan
reddine,
2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla
beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama
yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş
ise düzelterek yeniden esas hakkında,
3) Yargılamada bulunan eksiklikler
duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından
sonra yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir.
Eğer, bölge adliye mahkemesinin vereceği
karar, HMK 353/1.a ve b maddesinde hükme bağlanan kararlardan yani duruşma
yapılmaksızın verilebilecek kararlardan değil ise, bölge adliye mahkemesi
incelemesini duruşmalı olarak yapmak zorundadır. Diğer bir anlatımla, bölge
adliye mahkemesindeki yargılamada, doğrudanlık ve yüz yüzelik ilkeleri
doğrultusunda, sözlü yargılama benimsenmiştir. Kanımca, bu kurala uyulmamış
olması örneğin “yazdıklarınızı okudum” şeklinde yapılan müdahale ile, sözlü
yargılama, fiilen uygulanmaz hale getiriliyorsa, bu, taraflar için bir hak
kaybının doğmasına neden olacağı gibi, hakim açısından da, görevin gereğince
yapılmaması anlamına geleceği için, disiplin yada ceza veya giderim davası
açısından istenmeyen bir sonucun doğmasına neden olacaktır.
Bu
madde kapsamında kalan davalarla ilgili olan inceleme, HMK m.354/1
doğrultusunda heyetçe ya da görevlendirilebilecek bir hakim tarafından yapılır.
Maddenin gerekçesine göre burada yer alan “inceleme” sözcüğü hukuk usulüne
ilişkin “tahkikat” kavramının karşılığı olarak kullanılmıştır. Her ne kadar
inceleme, tek hakim tarafından yapılabilinir ise de, karar, mutlaka, heyet
halinde alınmalıdır.
İnceleme,
HMK m.355/1 doğrultusunda istinaf dilekçesinde belirtilen sınırlarla bağlı
kalınarak gerçekleştirilir. Bunun tek istisnası, dosya kapsamında yer alan ve
hakimin resen gözetmekle yükümlü olduğu hususların, ilk derece mahkemesi
kararında bulunmasıdır. Böylesi bir husus varsa elbette istinaf dilekçesinde
var olup olmamasına bakılmaksızın hakim tarafından resen incelenir.
Bölge
adliye mahkemelerinde yapılan incelemede istinaf dilekçesinde yer alan hususlar
dışında kalan konuların incelenememesi kuralının yanı sıra HMK m.357’nin 1 ve
2.fıkralarında gösterilen işlemler de yapılamaz. Yani bu aşamada karşı dava
açılamaz. Davaya müdahale talebinde bulunulamaz. Davanın ıslahı ve
birleştirilmesi istenemez. Bölge adliye mahkemesine ilişkin, yetki sözleşmesi
yapılamaz. Davaların birleştirilmesi yasağının tek istisnası HMK m.166/1
hükmünün varlığı yani davalar arasında bağlantı bulunması ve bu davaların aynı
yargı çevresine ait olması ve aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde
açılmış olması halindedir. Böylesi bir
durum varsa, bölge adliye mahkemesi aşamasında ki yargılamada, davaların
birleştirilmesi kararı verilebilinir ve bölge adliye mahkemesindeki inceleme bu
birleştirme kararına göre gerçekleştirilir.
Bölge
adliye mahkemelerindeki duruşmanın gerçekleşebilmesi için başvuran taraf
gerekli avansı yatırmakla yükümlüdür. Bu aşamada çıkartılacak davetiyede
tarafların mazeretsiz olarak gelmemesi halinde davanın yoklukta görüleceği
ihtar edilir. Bunun tek istisnası bölge adliye mahkemesi tarafından tahkikatın
dosya üzerinde yapılmasının olanaksız olduğunun anlaşılması halidir. Böylesi
bir durumun varlığı halinde ise HMK md 358/3 doğrultusunda başvuru reddedilir.
M.358/2 başvuranın mazereti halinde yeni bir duruşma günü verileceğini hüküm
altına almıştır. Anlaşılan odur ki mazeret bir defayla sınırlıdır. Eğer
anladığımız doğru ise, mazeretin kabulü ile duruşma günü verilirken, mahkemenin
duruşma defterinin uygunluğu kadar tarafların duruşma defterlerinin de
uygunluğu dikkate alınmalıdır.Örneğin mazeret bildiren tarafın önerdiği günler
dikkate alınarak gün belirlemesi yapılmalıdır.
Bölge
adliye mahkemesi kararlarının içeriği HMK m.359’da belirlenmiştir. Bu
belirlenme HMK’nın genel ilkelerine uygundur. Bizce, HMK 359 maddesinin en
önemli kısmı, 1 fıkranın e bendinde gösterilen kısmıdır. Bu hükme göre,
“Taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan veya olmayan hususlarla bunlara
ilişkin delillerin tartışılması, ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen
vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep” mutlaka gerekçeli kararda
yer almalıdır. Bir karar ne kadar hukuka uygun olursa olsun ne kadar adil
olursa olsun, kararın toplum tarafından kabul edilebilmesi de en az bunlar
kadar önemlidir. İşte, bir kararın taraflarca ve de toplum tarafından kabul
edilip edilmeyeceğini belirleyen en önemli husus bu husustur.
İstinaf
mahkemesiyle ilgili olan HMK 8.kısmın 1.bölümde yer alan hükümler arasında
aksine bir hüküm bulunmayan hallerde, HMK 360/1 maddesi hükmü gereği, ilk
derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü bölge adliye mahkemesi için de
uygulanır. Söz konusu maddenin gerekçesine baktığımızda, bölge adliye
mahkemesinin duruşma yapmaya karar vermesi halinde, ilk derece mahkemesinde ki
yargılama usulüne göre, basit yada yazılı yargılamaya ilişkin kuralları
uygulaması gerektiğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz.
HMK
360/1 maddesinde yer alan bu kural nedeni ile, HMK 24 vd maddelerinde yer alan “yargılamaya
hakim olan ilkeler” bölge adliye mahkemesinde yapılan yargılama aşamasında da
geçerlidir. Özellikle HMK 31/1 maddesinde yer alan hakimin davayı aydınlatma
görevi bu aşamada da uygulanması gereken bir kuraldır. Ancak, bu kurala rağmen,
bölge adliye mahkemelerinde, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi
kuralına uygun olmak kaydı ile yeni delil bildirilmesini istemek mümkün
değildir.
HMK
360/1 maddesi hükmü gereği, ilk derece mahkemesi kararlarında var olan maddi
hataların düzeltilmesi ve tavzihe ilişkin kurallar, bölge adliye mahkemesi
kararları içinde geçerlidir.
Bölge
adliye mahkemesinde de, ilk derece mahkemesinde olduğu gibi, taleple bağlılık
kuralı geçerlidir.
Temyiz
incelemesi nedeni ile alışkın olduğumuz, bozma yada onama istemleri yerine
bölge adliye mahkemesinin yapısına uygun olarak “ilk derece mahkemesi kararının
kaldırılarak davanın kabulüne yada rettine karar verilmesi istenmektedir.”
İsteminin dilekçede yer alması daha doğru olacaktır.
Ayrıca,
bölge adliye mahkemelerinde yargılamanın duruşmalı olması temel kural olduğu
için, dilekçelerde duruşmalı yapılmasını talep etmeye gerek yoktur.
Bölge
adliye mahkemesinde yapılacak incelemede istinaf dilekçesinde yer alan
incelemeyle sınırlı kalınacağı yeni maddi vakıa ve yeni delil ileri
sürülemeyeceği hüküm altına alınmış olmasına rağmen HMK m.357/3 hükmü gereği
tarafların ilk derece mahkemesine sunmuş oldukları ancak ilk derece mahkemesi
tarafından incelenmeden reddedilen veya tarafın delilini geç ileri sürmesinde
bir kusurunun bulunmadığı hallerde dosya kapsamında yer alan deliller bölge
adliye mahkemesinde incelenir.
HMK
da istinaf sebeplerinin neler olduğunu gösteren her hangi bir madde yer
almamaktadır. Bu durum istinaf kanun yolunun
niteliğinden kaynaklanmaktadır. Zira istinaf ilk derece yargılamasında
ve kararındaki her türlü hatanın giderilmesini amaçlamaktadır. Bu nedenle,
istinafın genel yapısı dikkate alınarak bunu çözmek gerekecektir. Bu sebepleri
üç grupta değerlendirmek mümkündür.
-
Maddi hukuk kurallarına aykırılık (hukuki sorunun
yanlış çözümlenmesi)
-
Usul kurallarına aykırılık ( hatalı yargılama
yapılması)
-
Maddi sorun hakkında yanlış sonuca varılması (vakıa
tespitlerine ilişkin hatalar) (Tolga Akkaya age sayfa 188 ve dipnot 205 de
Konuralp’e atıf)
Usul
kurallarına aykırılığın istinaf sebebi olarak kabul edilebilmesi için, söz
konusu aykırılığın hatalı hükme neden olması gerekir.( Ejder Yılmaz İstinaf
sayfa 62)Bu nedenle, mutlak usul hataları ve bunun dışında kalan usul hataları/nispi
usul hataları olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmiştir. Örneğin davaya bakması
yasak olan bir hakimin davaya bakmış olması mutlak usul hatası olarak kabul
edilmektedir. Tarafların dava ehliyetinin olmaması da mutlak usul hatalarından
biri olarak kabul edilmektedir. Kısaca dava şartları mutlak usul hatası olarak
değerlendirilmektedir.(Tolga Akkaya age sayfa 190 vd)
Elbette
özel hukuka ilişkin tüm yargılamalarda aranan hukuki yararın bulunması koşulu,
hem istinaf başvurusunun kendisi için hemde ilk derece mahkemesi tarafından
yapılan yargılamada dikkate alınması gereken bir husustur. Bu nedenle, mutlak
usul hatası olarak değerlendirilmelidir.( Tolga Akkaya age sayfa 198)
Nispi
usul hatasına bir örnek vermek gerekirse, uzmanlık gereken bir konuda uzman
olmayan bir kişiden bilirkişi raporu alınması ve alınan bu raporun hükme etki
etmiş olması gösterilebilinir ( Tolga Akkaya age sayfa 203)
Önümüzdeki
günlerde yaşayacağımızı düşündüğümüz, en önemli sorunun, kanunun, zaman
bakımından uygulanmasına ilişkin olduğudur. Bilindiği gibi, usul hükümleri,
yasalaşmakla birlikte uygulanması gereken kurallardır. HMK nın yürürlüğe
girmesinde de aynı uygulama gerçekleştirilmiştir. Ancak, bu kuralın
uygulanabilmesi için, usul açısından tamamlanmamış işlemlerin varlığı
gerekmektedir. Aksi takdirde yani usulen tamamlanmış işlemlere yeni yasanın
uygulanması söz konusu olmamaktadır. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimizde,
Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasından önce yani 19 temmuzda bir dava
sonuçlanmış ise, hakim hüküm fıkrasında, temyiz yolunun açık olduğunu yada
olmadığını belirtecektir. Bölge Adliye Mahkemeleri göreve başlamadığı için
başka şansıda bulunmamaktadır. Böylece kanun yoluna başvurmada, nasıl bir yol
izleneceği kararda belirtilmiş olacaktır. Bu nedenle, bu durum, tamamlanmış
işlem olarak değerlendirilmeli ve bu dava için kanun yolunun temyiz olduğu kabul
edilmelidir. Ancak, Ankara Barosunca düzenlenen bir panelde konuşan Yargıtay 15
Hukuk Dairesi üyesi, Aden Albayrak hem sunumunda hem de “Avukatlar için
sorularla hukukta istinaf el kitabı” adlı eserinde, 19 temmuzda verilen karar
için 21 temmuzda kanun yoluna başvurulacak ise, kararda temyiz yolu denmesinin
bir önemi olmadığını, bunun istinafa tabi olduğunu belirtmiştir. Biz buna
katılmamaktayız. Çünkü, ilk derece mahkemesi hakimi, karar vererek, hüküm
kurmaya ilişkin usul işlemini tamamlamıştır. Bu nedenle HMK 448 maddesi
doğrultusunda tamamlanmış bu işleme yeni yasal hükümleri uygulamak mümkün
değildir. İlk derece mahkemesi, kararında hangi kanun yoluna başvurulacağını
belirterek anayasamızın 9. Maddesine uygun davranmıştır.
Ayrıca,
olayı daha geniş bir boyuttan bakarak değerlendirmekte mümkündür. İlk derece
mahkemesi, kararını, mart 2016 da vermiştir. Kararın yazımını yaya aykırı olsa
da mayıs 2016 da gerçekleştirmiştir. Taraflar tebliğe çıkmakta ve temyize
başvurmada ihmalci davranmışlardır. Temyiz süresinin, son günü olan, 22
temmuzda temyize başvurmak istediklerinde, bunlara, kararında Yargıtay’a
başvuru hakkın olduğu yazıyorsa da, yasa değişikliği nedeni ile bölge adliye
mahkemesine başvuracaksın demenin yanlış olduğunu düşünmekteyiz.
Biz
bu görüşümüzü, her yıl değişen temyiz sınırları nedeniyle, olaylara karar
tarihindeki sınırın uygulanacağını gösteriri HGK 29.5.2013 gün 2012/13-1652 E,
2013/775 K ve Yrg 2 HD 3.10.2011 kararını, tamamlanmış işlemlere yeni usul
kuralının uygulanamayacağını belirten HGK 25.12.2013 gün 2013/10-436 E
2013/1748 K sayılı kararını ve en önemlisi HMK 448 maddesini dayanak yaparak
katılmadığımızı belirtmek isteriz. (kararlar kazancı)
Sayın
Adem Albayrak bu görüşünü, 5235 sk geçici 2/1 ve 6100 sk geçici 3/2 maddelerine
dayandırmaktadır. Kanımızca, sayın Adem Albayrak tarafından HMK 448 maddesinin
bu değerlendirmede dikkate alınmamış olması, ikimiz arasındaki görüş ayrılığına
neden olmaktadır.
Sayın
Adem Albayrak’ın aynı eserinde belirttiği gibi, 2004 sayılı İİK nun 363 ve 5521
sayılı İş Kanununun geçici 1 maddeleri de, 20 temmuzdan önce verilen
kararlarda, kanun yolu olarak Yargıtay’a başvurulması gerektiğini hükme
bağlamıştır. Bu iki hüküm bizim kanımızın doğru olduğunu gösterir bir başka
dayanak noktasıdır.
Bu
aşamada HMK 345/1 maddesinde yer alan istisna hükmünü de değerlendirmekte yarar
bulunmaktadır. Söz konusu hüküm gereği, istinaf başvurusu için belirlenen süre
tebliğden itibaren iki haftadır. Kanımızca, bu süre iş ve icra mahkemelerinde
görülen davalar içinde geçerlidir. Çünkü, iş ve mahkemelerinde belirlenen 8 ve
10 günlük süreler, temiz başvurusu için geçerli olan sürelerdir. Bu sürelerin
istinaf başvurusu içinde uygulanmasına olanak yoktur.
Kanımızca,
kalan şu kısa zamanda, bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Aksi
takdirde HMK nın yürürlüğe girdiğinde, bozmadan dönen kararlar için talep
edilen dava giderinin yatırılmamış olmasından ötürü yaşadığımız olumsuzlukları
yaşamamız gerekebilir. HGK 13.03.2013 gün 2012/19-779 E 2013/355 K sayılı
kararında belirtildiği gibi, hakimin bu yöndeki hatası bize bir olanak
sağlamayacağından ötürü, sorumlu bizler oluruz.
HMK
324/1 maddesi, nihai kararlar için istinaf yolunu açmakla kalmamış ayrıca,
ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının da istinaf yolu ile
incelenmesine olanak vermiştir.
HMK
391/3 maddesi, ihtiyati tedbir talep eden kişinin talebinin ret edilmesi
halinde bu kişinin kanun yoluna başvurabileceğini hükme bağlamıştır.
HMK
391 maddesi ise ihtiyati tedbirin kabulü halinde, aleyhine tedbir verilen
kişinin ve tedbirden zarar gören kişinin kanun yoluna başvurabileceğini hükme
bağlamıştır.
HMK
394/,2 ve maddelerine göre, karşı tarafın dinlenilmediği hallerde, karşı taraf
ihtiyati tedbirin uygulanmasında hazır bulunuyorsa tedbir uygulamasını takiben
hazır bulunmuyorsa tutanağın tebliği tarihinden itibaren ve ihtiyati tedbirin
uygulanmasından ötürü zarar gören üçüncü kişi varsa bunların ihtiyati tedbir kararını
öğrenmelerinden itibaren, tedbiri veren mahkemeye itiraz edebileceklerdir. İşte
bu itiraz üzerine verilen karar için taraflar istinaf yoluna
başvurabileceklerdir. HMK 393/5 maddesine göre, ihtiyati tedbirden ötürü kanun
yoluna başvurulmuş ise, “tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece örnekleri
ilgili mahkemeye gönderilecektir.” Bu nedenle, birinci derece mahkemesinde
yargılamaya devam edilecektir. HMK 394/5 maddesine göre, kanun yoluna başvurma
tedbirin uygulamasını durduramayacağı için tedbir uygulaması da devam
edecektir.
Her
ne kadar 391/3 maddesi, ihtiyati tedbirin retti halinde, talebi ret edilen
kişinin, kanun yoluna başvurulabileceğini hükme bağlamış ise de, HMK 394/4
maddesinde yer alan, dosyanın örneğinin ilgili mercie gönderilmesine ilişkin
hükme yer vermemiştir. Ancak kişisel kanımıza göre, bu durumda da örnek
dosyanın gönderilmesi ve yargılamanın devam etmesi gerekmektedir.
HMK
345/1 maddesine göre, istinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Kanun koyucu,
nihai kararlarla ihtiyati tedbirden kaynaklanan kararlar arasında bir ayrım
yapmamıştır. Çünkü, ihtiyati tedbirde kanun yoluna başvuru düzenleyen maddeler
arasında bir süreye rastlamamaktayız. Bu nedenle, ihtiyati tedbirden
kaynaklanan kanun yoluna başvurularda da, başvuru süresinin iki hafta olarak
kabul edilmesi gerektiğine inanmaktayız.
Bölge
adliye mahkemeleri, ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarını kanun yolu
incelemesi ile inceleyeceği gibi, kendisi de ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz
kararı verebilmektedir.
Görüldüğü
gibi, istinaf mahkemesi incelemesini, ilk derece mahkemesine sunulan “dava
malzemelerini” değerlendirerek gerçekleştirir.
Resen
inceleme ilkesinin hakim olduğu davalar hariç, yani taraflarca hazırlanması
gereken davaların tamamında, taraf dilekçelerinin usul ve maddi hukuk
kurallarına uygun olmasının yanı sıra, mesleki bilgi ile zenginleştirerek
hazırlanmış olması davanın daha başlangıçtan kazanılmasını sağlayan bir yoldur.
Her ne kadar istinaf incelemesi, dar anlamda da olsa yeniden yargılamayı
olanaklı hale getirse bile, gerek maddi vakıa sunumu gerekse delil bildirme açısından ilk derece mahkemesindeki
dava dosyasının kapsamı ile bağlıdır. Bu nedenle, taraf dilekçeleri
hazırlanırken, hangi sonucu elde etmek için dava açtığımızı, bu istemimizin
hangi hukuk kuralları ile sağlanabileceğini doğru saptamamız gerekmektedir. Bu
saptama ile birlikte, söz konusu hukuk kuralının/hukuki kurumun uygulanmasında
gereken unsurları saptamalı ve maddi vakıa bildiriminde, buna uygun
davranılmalıdır. Çünkü, tarafların uyuştukları ve uyuşamadıkları konuların
saptanması, uyuşmazlığın çözümüne etki edecek çekişmeli vakıaların
bulunması,delil ve ispat yükünün bu
çekişmeli vakıalara ilişkin hususları kapsayacak şekilde belirlenmesi ancak bu
çalışmanın varlığı ile doğru olarak ortaya konacaktır.
İşte
bu nedenle, uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kuralını hakim belirler ilkesini bir
rahatlık olarak kabul etmemeli, hakimin hangi hukuk kuralını uygulaması
gerektiği hatta birden fazla hukuk kuralının uygulanması olasılığı var ise,
talebimize en uygun kuralın hangisi olduğunu saptadıktan sonra, hakimin
uygulaması gereken hukuk kuralı açısından ikna edilmesine çalışılmalıdır.
Eğer
uygulanacak hukuk kuralını doğru seçersek, maddi vakıa seçimini ve buna göre
delillerin somutlaştırılmasını da doğru uygularız. Bu ise hakimin doğru karar
vermesine olanak sağlar.
Kısacası,
yargılama sürecince üstlendiğimiz rolümüzü daha aktif hale getirmek
zorunluluğumuz bulunmaktadır. Bu hem başarımızın hem de mesleğin onurunun bir
gereğidir.
Bölge
adliye mahkemelerinin daha doğrusu istinafın işlerlik kazanması ile hukuk
birliğinin zedeleneceği ifade edilmektedir. Öncelikle belirtmek isteriz ki,
belirsiz alacak ve tespit davası nedeniyle iki Yargıtay dairesinin farklı
uygulaması da hukuk bütünlüğünü bölmüştür. Hatta aynı dairenin çelişen
kararları da hukuk bütünlüğünü bölmüştür.Bu iddiayı desteklemediğimizi belirmek
isteriz. Ayrıca, bölge adliye mahkemelerinin kuruşlunu sağlayan kanunun 35/3
maddesine baktığımızda, farklı uygulamaların varlığı nedeniyle, içtihatların
birleştirilmesi yoluna gidileceğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz. Ancak
Yargıtay bu hükmü Yargıtay Kanununun 15 ve 16 maddeleri ile kendisine verilen
birleştiricilik grevini yapmazsa bu gün yaşadıklarımızı aynen yaşarız. Bunun da
nedeni bölge adliye mahkemelerinin kuruluşu değil Yargıtay’ın görevini
yapmaması olarak ortaya çıkar.
Eski metin
Bazı
yazarlara göre aksi söylense bile ( Pekcanıtez Hakan İstinaf Mahkemeleri
Uluslar arası Toplantı sayfa 123 )Osmanlı döneminde var olduğu bilinen istinaf
mahkemeleri, 1924 yılında kaldırılmıştır. İstinaf mahkemelerinin
kaldırılmasında ki nedenlerden biri, Birinci Cihan Harbinde
hakimlerin/kadıların pek çoğunun harpte şehit olması nedeniyle (Doğanay İsmail
Toplantı sayfa 116) , hakim kadrolarının hem birinci derece mahkemelerine hem
de ikinci derece mahkemelerine yetmemesidir. Diğer bir neden olarak ise,
tecrübeli fakat eski hukuk düzeni içinde yetişmiş olan hakimlerin istinaf
mahkemelerinde görevlendirilmesine karşılık yeni yetişen hakimlerin birinci
derece mahkemelerinde görev almasından ötürü, arada telafisi mümkün olmayan
görüş ayrılıklarının doğması ve alt yapı eksikliğidir ( Özekez Muhammet, HMK ya
göre Medeni Usul Hukukunda Yeni Kanun Yolu Sistemi TBB sayfa 39 ).
İstinaf
mahkemeleri için olumlu yada olumsuz görüş bildiren yazarlara rastlamak
mümkündür ( Özekez Muhammet age sayfa 41 vd ).
Ancak,
istinaf uzun yıllar tartışma konusu olmuş bir kanun yoludur. HMK nın kabulü ile
birlikte yasalaşan bu kurum, HMK nın yürürlüğe girmesinde askıya alınmış 2016 yürürlüğe gireceği
kesinleşmiştir.
İstinafın
uygulamaya konulmasının bir nedeni ise AİHS 6 maddesinde yer alan ilkelere uyum
sağlamaktır ( Deren Nevris toplantı sayfa 267, Özekes Muhammet age sayfa 46
vd).
İstinaf
iki ayrı yapıda karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birine dar anlamda istinaf
diğerine ise geniş anlamda istinaf denilmektedir. Bu ayrım, istinaf mahkemesindeki
inceleme dikkate alınarak yapılmaktadır. Eğer, istinaf mahkemesinde yapılan
incelemede, taraflar yeni delil sunmak şansına sahip ise ve istinaf mahkemesi,
birinci derece mahkemesi gibi yargılamayı baştan başlatacak ise buna geniş
anlamda istinaf denilmektedir. Buna karşılık istinaf mahkemesi sadece ilk
derece mahkemesi tarafından yapılan incelemeyi kontrol edecek ise buna da dar
anlamda istinaf denilmektedir.
İstinaf
sözcüğünün anlamı, yeniden başlama, olduğuna göre, kanımızca, istinaf mahkemelerinde
ki incelemenin, geniş anlamda i istinaf yada en azından buna yakın bir yapıya
kavuşmuş istinaf olması gerektiğine inanmaktayız.
HMK 355/1
maddesine ve bu maddeye ilişkin hükümet gerekçesine baktığımızda, bölge adliye
mahkemesinde yapılan incelemede, kamu düzenine ilişkin hususlar hariç olmak
üzere, istinaf incelemesi talep edilen dilekçede yer alan sebeplerle bağlı
kalınması gerektiğini görmekteyiz. Gene gerekçeye göre, bölge adliye mahkemesi,
ilk derece mahkemesinin kararının kanuna aykırı olduğunu tespit ediği takdirde,
yeniden yargılama yaparak yeni bir karar verebilme hakkına sahiptir.
Almanya
Medeni Usulü Kanununun 525. Paragrafında
“istinaf mahkemesi davayı tarafların başvurusunda belirtilen sınırlar
içinde yeniden ele alır” hükmü bulunurken, yapılan değişikliklerle, yeniden
vakıa sunma hakkı sürekli olarak sınırlanmıştır. 2001 yılında yasada yapılan
değişiklik ile, istinaf incelemesi sadece hukukun ihlal edilmesi halini incelme
ile sınırlı hale getirilmiştir. Siyasi iktidar bunu reform olarak görmekte ise
de, bazı ilim insanları tarafından eleştirilmektedir ( Prof.Dr.Ekkehard Becker
Eberhooard, toplantı sayfa 28 vd ).
HMK da yer
alan istinafa ilişkin hükümler BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİ adı ile kurulan
mahkemeler tarafından uygulanacağına ve de bizim hattimizi aşacağına göre, işin
akademik tarafını bir yana bırakarak, nasıl uygulayacağımızı incelemekte yarar
bulunmaktadır.
HMK 324
maddesini tüm fıkraları ile birlikte değerlendirdiğimizde, gerek dava değeri
gerekse yasalar tarafından ilk derece mahkemesinin nihai kararları kesin karar
niteliğini taşımıyorsa, bu kararlar bölge adliye mahkemelerinde istinaf yolu
ile incelenebilecektir. Söz konusu maddenin 3 fıkrası, mal varlığı davalarında,
kısmi davalar ile ilgili kesinlik sınırının nasıl belirleneceğini hükme
bağlamıştır. Bu hükme göre, kesinlik sınır belirlenirken, alacağın tamamı
dikkate alınır. Kanımızca, HMUK döneminde de kısmi davanın temyiz
başvurusuna ilişkin olan bu kural, HMK
dönemine de taşınmıştır. Bu nedenle, HMK 109/2 maddesinin yürürlükten
kaldırılmasından sonra geniş bir uygulama olanağına kavuşan kısmi dava
açılırken, davacı alacağının tamamını belirtmek ancak bunun bir kısmını dava
konusu yaptığını açıklamak zorundadır. Bu hüküm, davalı tarafın, dava değerini
bilmesine olanak sağlayacağı için, sulhe ilişkin uygulamaların gerçekleşmesine
yol açacağı gibi, kendini haklı bulan davalının olumsuz tespit davası açarak,
alacağın tamamını dava konusu haline getirme olanağına da yol açacaktır.
HMK 341/4
maddesi, alacağın tamamının dava edilmesine rağmen, davanın kısmen kabul kısmen
ret ile bitmesi halinde kesinlik sınırının, tarafların kanun yoluna başvurmada
ki yararı dikkate alınarak saptanması gerektiğini belirtmiştir. Diğer bir
anlatımla, davsı kısmen kabul edilmiş davalı, kanun yoluna başvururken ret
edilen kısmın parasal değerinin kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığın
incelemekle yükümlüdür. Elbette anı kural davalı için de geçerlidir.
HMK 324/1
maddesi, nihai kararlar için istinaf yolunu açmakla kalmamış ayrıca, ihtiyati
tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının da istinaf yolu ile incelenmesine olanak
vermiştir.
HMK
391/3 maddesi, ihtiyati tedbir talep
eden kişinin talebinin ret edilmesi halinde bu kişinin kanun yoluna
başvurabileceğini hükme bağlamıştır.
HMK 391 maddesi
ise ihtiyati tedbirin kabulü halinde, aleyhine tedbir verilen kişinin ve
tedbirden zarar gören kişinin kanun yoluna başvurabileceğini hükme bağlamıştır.
HMK 394/,2
ve maddelerine göre, karşı tarafın dinlenilmediği hallerde, karşı taraf
ihtiyati tedbirin uygulanmasında hazır bulunuyorsa tedbir uygulamasını takiben
hazır bulunmuyorsa tutanağın tebliği tarihinden itibaren ve ihtiyati tedbirin
uygulanmasından ötürü zarar gören üçüncü kişi varsa bunların ihtiyati tedbir
kararını öğrenmelerinden itibaren, tedbiri veren mahkemeye itiraz
edebileceklerdir. İşte bu itiraz üzerine verilen karar için taraflar istinaf
yoluna başvurabileceklerdir. HMK 393/5 maddesine göre, ihtiyati tedbirden ötürü
kanun yoluna başvurulmuş ise, “tedbire ilişkin dosya ve delillerin sadece
örnekleri ilgili mahkemeye gönderilecektir.” Bu nedenle, birinci derece
mahkemesinde yargılamaya devam edilecektir. HMK 394/5 maddesine göre, kanun
yoluna başvurma tedbirin uygulamasını durduramayacağı için tedbir uygulaması da
devam edecektir.
Her ne
kadar 391/3 maddesi, ihtiyati tedbirin retti halinde, talebi ret edilen
kişinin, kanun yoluna başvurulabileceğini hükme bağlamış ise de, HMK 394/4
maddesinde yer alan, dosyanın örneğinin ilgili mercie gönderilmesine ilişkin
hükme yer vermemiştir. Ancak kişisel kanımıza göre, bu durumda da örnek
dosyanın gönderilmesi ve yargılamanın devam etmesi gerekmektedir.
HMK 345/1
maddesine göre, istinaf yoluna başvuru süresi iki haftadır. Kanun koyucu, nihai
kararlarla ihtiyati tedbirden kaynaklanan kararlar arasında bir ayrım
yapmamıştır. Çünkü, ihtiyati tedbirde kanun yoluna başvuru düzenleyen maddeler
arasında bir süreye rastlamamaktayız. Bu nedenle, ihtiyati tedbirden
kaynaklanan kanun yoluna başvurularda da, başvuru süresinin iki hafta olarak
kabul edilmesi gerektiğine inanmaktayız.
HMK 345/1
maddesi istinaf yoluna başvuruda, başvuru süresinin, kararın taraflara usulüne
uygun şekilde tebliği ile başlayacağını hükme bağlamıştır. HMK 345/1 maddesinin
tasarıda ki karşılığı oln 349 maddenin gerekçesine baktığımızda, Devletle
kişiler arasındaki davalar da hem Devlet hem de kişi için aynı sürelerin
geçerli olduğunun belirtildiğini görmekteyiz. Gene aynı maddeye göre, istinaf
yoluna başvuru süresine ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır.
Burada,
çözümlenmesi gereken sorun, iş mahkemelerinde olduğu gibi, nihai kararın
tefhime tabi tutulduğu davalar açısından bu hükmün nasıl uygulanması gerektiği
konusundadır. Bu aşamada hatırlatmak istediğimiz bir Yargıtay kararı
bulunmaktadır. Bilindiği gibi, YRG…..kararına göre, kanun yoluna başvurmada
sürenin başlaması için tefhimin yeterli olduğu nihai kararlarda Yargıtay kısa
kararın içeriğinin kanunun gerekçeli kararda aradığı tüm hususları içermesi
gerektiğini belirtmektedir.
HMK 342 ve
343 maddelerini birlikte değerlendirdiğimizde, istinaf başvurusunun, dilekçe
ile yapılmasının şart koşulduğunu görmekteyiz.
HMK 342/2 maddesi dilekçenin hangi bilgileri içermesi gerektiğini hükme
bağlamış olmasına karşılık HMK 343/3 maddesi, dilekçede bu bilgilerin noksan
olması halinde, dilekçede tarafın kimlik bilgilerinin ve imzasının bulunması
halinde, dilekçenin içeriğine balkıması gerektiğini hükme bağladığını
görmekteyiz. Söz konusu maddeye göre, eğer dilekçede kanun yoluna başvurulan
kararın hangi karar olduğunu belirten yeteri kadar açıklama varsa, incelemenin
HMK 355 maddesi hükmüne göre yapılması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, HMK
355/1 maddesi her ne kadar incelemenin, istinaf dilekçesinde belirtilen
sebeplerle sınırlı olarak yapılacağını hükme bağlamış ise de, söz konusu
maddenin son cümlesi, kamu düzenine aykırılık gördüğü hususları resen
incelemekle görevlidir. Böylesi bir durumun varlığı halinde de bölge adliye
mahkemesi söz konusu kararda kamu düzenine aykırı bir husus varsa bu hususu
incelemekle yükümlüdür.
Taraf
sayısından bir fazla olarak hazırlanan, istinaf dilekçesi, kararı veren
mahkemeye verilebileceği gibi başka bir yer mahkemesine de verilebilinir. Eğer
başka bir mahkemeye verilmiş ise, dilekçe kayıt işleminden sonra kararı veren
mahkemeye gönderilir. İstinaf başvurusunun tarihi, HMK 343/3 yollaması ile HMK
118 maddesi hükmüne göre, dilekçenin verildiği yer mahkemesince istinaf
defterine kaydının yapıldığı tarihtir.
İstinaf
dilekçesinin verilmesi ile birlikte, harç ve giderler ödenir. Giderlerin noksan
yada hiç ödenmemiş olması halinde, kararı veren mahkeme dilekçe sahibine HMK
344/1 maddesi gereği bir haftalık kesin süre veriri. Bu kesin süre içinde harç
ve giderler tamamlanmamış olursa, başvuru yapılmamış sayılır.
Eğer,
karar veren mahkemenin 344/1 maddesi gereği almış olduğu başvuru yapılmamıştır
kararına karşı ilgilisi, alınan bu karara karşı istinafa başvurmak isterse bu
kez HMK 346/2 maddesinde de belirtildiği gibi, bir haftalık süre içinde bu
karar için yapacağı başvuru nedeniyle dosyası ilgili bölge adliye mahkemesine gönderilir.
Bölge Adliye Mahkemesi önce istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararı
değerlendirir, bu değerlendirmede kararı yerine görmez ise, ilk verilen istinaf
dilekçesi doğrultusunda başvuruyu inceler. Elbette aksi takdirde rette ilişkin
kararı kabul ederek başkaca bir işlem yapmadan dosyayı ilgili mahkemeye iade
edere
HMK 346/2
maddesinde yer alan ve yukarıda, harç ve giderlerden ötürü ret edilen istinaf
başvurusu için anlattıklarımız, istinaf dilekçesinin kanuni süre geçtikten
sonra verilmesi halinde ve ilk derece mahkemesinin kesin olan kararları için
yapılan başvurularda da geçerlidir.
İstinaf
dilekçesi karar veren mahkemeye gelmekle, mahkeme dilekçenin bir örneğini karşı
tarafa gönderir. Karşı taraf bu dilekçeyi almakla birlikte, HMK tebliğden itibaren
bir haftalık süre içinde HMK 347/2 maddesi gereği cevap vereceği gibi, HMK
348/1 maddesinin sağladığı hakkı kullanarak katılma yolu ile istinaf için
başvurabilir. Katılma yolu ile istinaftan, istinaf hakkı bulunmayan yada süreyi
kaçıran taraf yararlanır. Ancak, istinaf yoluna başvuran bu başvurusundan
feragat ederse yada bölge adliye mahkemesi bu başvuruyu esastan ret ederse,
katılma yolu ile yapılan başvuruda başkaca bir işleme gerek kalmaksızın HMK
438/2 maddesi gereğince ret edilir.
Hukuk
sisteminde kabul edilen kural gereğince, istinaf hakkından feragat için,
kararın tarafa tebliğ edilmiş olması şarttır. Karar tebliğ edildikten sonra ya
da istinafa başvurulmuş olmasına rağmen karar verilmeden önce feragat mümkündür
(HMK 346).
İstinaf
başvurusuna ilişkin dilekçe nihai kararı veren yerel mahkemeye ulaştığında
yerel mahkeme işbu dilekçenin bir örneğini karşı yana tebliğ edilir. Karşı yan
m.347/2 doğrultusunda 2 haftalık süreç içinde istinaf başvurusu hakkında cevap
vermek hakkında sahiptir. Yukarıda da söylediğimiz gibi karşı yan bu cevap
verme süresiyle sınırlı olmak kaydıyla katılma yoluyla istinafa başvurabilir.
Eğer böylesi bir olay meydana gelmişse yerel mahkeme katılma yoluyla yapılan
istinafa ilişkin dilekçeye ait cevabın da dosyaya gelmesini bekler (HMK
m.348/1 ve m347/3).
İstinafa
başvurulmuş olması kararın icrasını durdurmaz ancak kişiler hukuku, aile hukuku
ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmeden icraya
gidemeyeceği için bölge adliye mahkemesindeki incelemeyle geçecek zaman dilimi
içerisinde herhangi başka işlem yapılamaz. Aleyhine karar verilen kişi bu
istisnalardan yararlanmıyorsa kararın icrasını engellemek için İİK m.36
doğrultusunda durdurma kararı alması gerekir. HMK m.350’de düzenlenen bu
hususlar arasında en ayırıcı özellikle nafakaya ilişkin haklar için icranın
geri bırakılmasına ilişkin karar alınamayacağını da hüküm altına almıştır.
Bölge
adliye mahkemesine ulaşan dosyada bölge adliye mahkemesi öncelikle HMK m.352/1
hükmü gereğince bir ön inceleme yapmakla yükümlüdür. Ancak bu ön incelemenin
HMK m.137 vd. da belirtilen ön incelemeyle hiçbir benzerliği yoktur. Bölge
adliye mahkemelerinde yapılan ön inceleme dosya üzerinden gerçekleştirilir. Bu
incelemede;
- İncelemenin başka bir daireye ait
olup olmadığı
- Yerele mahkeme kararının kesin olup
olmadığı
- İstinaf başvurusunun süresi içinde
yapılıp yapılmadığı
- Başvurun şartlarının yerine
getirilip getirilmediği
- Başvuru sebeplerinin veya
gerekçesinin gösterilip gösterilmediği,
incelenir.
Eğer dosyada bir eksiklik yoksa dosya bölge adliye mahkemesi tarafından
incelemeye alınır.
Yapılacak
incelemede öncelikle HMK 353.maddenin fıkralarında belirtilen bir hususun var
olup olmadığı saptanır. Eğer var ise bölge adliye mahkemesi esası
incelemeksizin aşağıdaki kararlardan birini alır. Söz konusu kararlar
353/1/a’da gösterilmiştir. Buna göre ;
- Kararın kaldırılmasına,
- Davanın yeniden görülmesi için
dosyanın yeniden kararı veren mahkemeye gönderilmesine
- Kendi yargı çevresinde kalmak
kaydıyla başka bir yer mahkemesine gönderilmesine
- Görev ve yetki kuralına bağlı
kalarak başka bir yer mahkemesine gönderilmesine
Karar
verebilir.
Konunun
önemi nedeniyle 353.madde aynen bilgilerinize sunulmaktadır:
“Duruşma yapılmadan verilecek kararlar
MADDE 353- (1) Ön inceleme sonunda
dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;
a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye
mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden
görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde
uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye
gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:
1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar
vermiş olması.
2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen
reddedilen hâkimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili
olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya
mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması
veyahut mahkemenin bölge adliye mahkemesinin yargı çevresi dışında kalması.
4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.
5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın
veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya
ayrılmasına, merci tayinine karar verilmiş olması.
6) Mahkemece, tarafların davanın
esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya
gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden karar verilmiş olması.
b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla
ilgili olarak;
1) İncelenen mahkeme kararının usul veya
esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan
reddine,
2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla
beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama
yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş
ise düzelterek yeniden esas hakkında,
3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma
yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra
yeniden esas hakkında, duruşma yapılmadan karar verilir.”
Bu madde
kapsamı kalan davalarla ilgili olan inceleme HMK m.354/1 doğrultusunda heyetçe
ya da görevlendirilebilecek bir görevli tarafından yapılır. Maddenin
gerekçesine göre burada yer alan “inceleme” sözcüğü hukuk usulüne ilişkin
“tahkikat” kavramının karşılığı olarak kullanılmıştır.
İncelemede
HMK m.355/1 doğrultusunda istinaf dilekçesinde belirtilen sınırlarla bağlı
kalınarak inceleme gerçekleştirilir. Bunun tek istisnası dosya kapsamında yer
alan hakimin resen gözetmekle yükümlü olduğu hususların varlığıdır. Böylesi bir
husus varsa elbette istinaf dilekçesinde var olup olmamasına bakılmaksızın
hakim tarafından resen incelenir. Bölge Adliye mahkemelerinde yapılan
incelemede istinaf dilekçesinde yer alan hususlar dışında kalan konuların incelenememesi
kuralının yanı sıra HMK m.357’nin 1 ve 2.fıkralarında gösterilen işlemler de
yapılamaz. Yani bu aşamada karşı dava açılamaz. Davaya müdahale talebinde
bulunulamaz. Davanın ıslahı ve birleştirilmesi istenemez. Yetki sözleşmesi
yapılamaz. Davaların birleştirilmesi yasağının tek istisnası HMK m.166/1
hükmünün varlığı halindedir.
Bölge
adliye mahkemelerindeki duruşmanın gerçekleşebilmesi için başvuran taraf
gerekli avansı yatırmakla yükümlüdür. Bu aşamada çıkartılacak davetiyede
tarafların mazeretsiz olarak gelmemesi halinde davanın yoklukta görüleceği
ihtar edilir. Bunun tek istisnası bölge adliye mahkemesi tarafından tahkikatın
dosya üzerinde yapılmasının olanaksız olduğunun anlaşılması halidir. Böylesi
bir durumun varlığı halinde ise HMK md 358/3 doğrultusunda başvuru reddedilir.
M.358/2 başvuranın mazereti halinde yeni bir duruşma günü verileceğini hüküm
altına almıştır. Anlaşılan odur ki mazeret bir defayla sınırlıdır.
Bölge
adliye mahkemesi kararlarının içeriği HMK m.359’da belirlenmiştir. Bu belirlenme
HMK’nın genel ilkelerine uygundur.
İstinaf
mahkemesiyle ilgili olan HMK 8.kısmın 1.bölümde yer alan hükümler arasında
aksine bir hüküm bulunmayan hallerde ilk derece mahkemesinde uygulanan
yargılama usulü bölge adliye mahkemesi için de uygulanır.
Bölge
adliye mahkemesinde yapılacak incelemede istinaf dilekçesinde yer alan
incelemeyle sınırlı kalınacağı yeni maddi vakıa ve yeni delil ileri
sürülemeyeceği hüküm altına alınmış olmasına rağmen HMK m.357/3 hükmü gereği
tarafların ilk derece mahkemesine sunmuş oldukları ancak ilk derece mahkemesi
tarafından incelenmeden reddedilen veya tarafın delilini geç ileri sürmesinde
bir kusurunun bulunmadığı hallerde dosya kapsamında yer alan deliller bölge
adliye mahkemesinde incelenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder