*Bu yazı, 21-22 Kasım 2015 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen Yargı ve İş Dünyası Sempozyumundaki sunumun notlarıdır.
Av.Ender
DEDEAĞAÇ – Av.Necla ERDEM*
GİRİŞ
Bu çalışma, koridor
avukatlarının vekil edenlerine sağladığı hukuki yardımlar sırasında doğmuş ve
doğabilecek sorunlar dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu nedenle, iflasın
ertelenmesi kurumunun, iflas hukuku içinde mi yoksa ticaret hukuku içinde mi
değerlendirilmesi gerektiği gibi akademik boyutlu endişelerden uzak olarak
gerçekleştirilmiştir. Ancak öncelikle belirtmek isteriz ki, iflasın ertelenmesi,
YTTK 4/1/a maddesi gereği, bir mutlak ticari davadır.
Bu çalışmada; sermayenin
oluşumuna ve korunmasına ilişkin kurallar işlendikten ve bu kuralların ihlal
edilmesi halinde, alacaklılar açısından ne gibi hakların doğduğu belirtildikten
sonra, özellikle bu hakların iflasın ertelenmesi aşamasında nasıl kullanılması
gerektiği üzerinde durulacaktır.
Konunun bir sunum kapsamında
kalması amaçlandığı için, anonim şirketler üzerinden anlatımın yapılması tercih
edilmiş, bu aşamada limited şirketler ve kooperatiflere ilişkin açıklamalardan
kaçınılmıştır.
Aksine düşünceler[1]
olmasına rağmen, iflasın ertelenmesi, hukuk sistemimize kazandırılmış yararlı bir
kurumdur.
İflasın ertelenmesi özünde,
borca batık ya da iflasın eşiğine gelmiş bir borçlu şirketi korumak amacıyla
hukuk sistemimize kazandırılmış bir kurum değildir. İflasın ertelenmesinin
hukuk sistemimize kazandırılmasındaki amaç, makro düzeyde ekonomiyi, mikro
düzeyde ise alacaklıları ve servetini, sermaye şirketlerinin sermayelerine
katılan katılımcıları korumaktır.[2]
SERMAYE
Kanımızca, yasa koyucu, iflasın
ertelenmesi kurumunu benimseyerek, ortakların
şahsi mal varlıklarından bağımsız olarak bir mal varlığına sahip olan sermaye şirketlerinin,
mal varlıklarını/sermayelerini, şirketin kuruluşundaki gibi, ileriki aşamalarda
da korumayı amaçlamıştır.
O halde bu konuyu
irdeleyebilmemiz için, öncelikle, sermaye kavramının üzerinde durmamız
gerekecektir. Sermaye, çeşitli ilgi alanlarına göre değişen tanımlamalara
sahiptir. Bir muhasebecinin, bir ekonomistin, bir hukukçunun sermayeden anladıkları
farklı olduğu gibi sermaye tanımlamaları da farklıdır.[3]
Biz, konumuz gereği, hukuk
açısından sermayenin nasıl tanımlandığı ile ilgilenmekteyiz. Bu nedenle, öncelikle,
TTK’da sermayenin tanımının yapılıp yapılmadığını saptamakta yarar vardır. Ne
yazık ki, yeni TTK, eski TTK’da olduğu gibi sermayenin tanımını yapmamış,
sadece nelerin sermaye olabileceğini belirtmekle yetinmiştir. Kanun tarafından
yapılan bu belirtme işlemi, sınırlama anlamına gelmemektedir. YTTK, parasal
değeri olan şeylerin şirket sermayesi olabileceği açısından, açık uçlu olarak
kaleme alınmıştır.[4]
Bu nedenle, ilmi içtihatlarda yer alan sermaye tanımlarından yararlanmak gerekmektedir.
Kanımızca, sermayeyi tanımlarken, onu dar ve geniş sermaye olarak iki tanımla
ayırmak en uygun yol olacaktır. Bu ayrıma göre, “Bir
ortağın mal varlığından çıkıp o ortağın paydaşı bulunduğu şirketin mal
varlığına giren ve nakden kabili takdir ve devir olanağına sahip olan mal ve
hakları” dar anlamda sermaye; “Şirkete kazanç ve fayda sağlayabilen her türlü
edimler” de geniş anlamda sermayedir.[5]
İflasın ertelenmesi kurumu,
sermaye şirketleri ile kooperatiflere özgü bir kurum olup[6], sermayesi kayba uğramış
şirketlerin sermayelerini tekrar kazanarak/sağlıklı hale gelerek, ticari hayata
devamını sağlamayı amaçladığına göre, öncelikle YTTK açısından sermayeden kastımızın
ne olduğunu açıklamak gerekmektedir.
Daha önce de söylediğimiz gibi,
sermaye, genel anlamı ile YTTK’da tanımlanmamıştır. Buna karşılık, YTTK 127.maddesinde
nelerin sermaye olarak konulabileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak iflasın
ertelenmesi kurumunun uygulandığı, limited ve anonim şirketler ile kooperatifler
bakımından sermayeden söz ettiğimizde, bu genel tanımda yer alan emek
faktörünün sermaye olarak kabul edilmediğini belirmek isteriz (YTTK m.342/1, m.581/1,
Kooperatifler Kanunu m.4).
Anonim şirketlerde ve limited
şirketlerde, sermaye, taahhüt edilen ve ödenmiş sermaye olarak ikiye ayrılmaktadır.
Anonim şirketlerde, bu ayrımın yanı sıra, kayıtlı sermaye ve şarta bağlı
sermaye olarak tanımladığımız iki ayrı sermaye türü daha bulunmaktadır.
İFLASIN
ERTELENMESİ VE BENZER UYGULAMALAR
YTTK ve İİK’da gerçekleşen
değişikliklerle bugünkü yapısına ulaşan iflasın ertelenmesi kurumunun yanı sıra,
hukuk sistemimizde aynı amaçları sağlamaya yönelik olarak, konkordato kurumu da
bulunmaktadır. Bunun yetersiz kaldığı dönemde, ‘İstanbul yaklaşımı’ adıyla
andığımız bir uygulama da hukuk sistemimize kazandırılmıştır. [7]
Konkordato ile iflasın ertelenmesi
kurumu arasındaki temel fark ise; konkordatoda alacaklıların iradesinin, iflasın
ertelenmesinde ise hakim kararının ağırlık kazanmasıdır. Bu nedenle kanımca, konkordato,
iflasın ertelenmesinden daha değerlidir. Çünkü alacaklılar, sonucu bilerek,
bunu kendi iradeleri ile kabul etmektedirler.
İİK 179/a ve 179/b maddelerinin
eklenmesi ile ilgili olan 4949 sayılı kanunun hükümet gerekçesine baktığımızda,
“İflasın ertelenmesi konkordatodan esas itibariyle iki bakımdan farlıdır. Bir
kere, iflasın ertelenmesi hakime ve ilgililere daha geniş bir hareket alanı
sağlayabilir. Nitekim maddede, mali durumunu düzeltmek için borçlunun
başvurabileceği çareler konusunda herhangi bir yönlendirme, sınırlandırma beyan
edilmemiştir. İkinci olarak, iflasın ertelenmesi kurumu, mali durumun
düzelmesine ilişkin tedbirlerin uygulamaya konulması bakımından borçluya
herhangi bir yardım da sağlayamamaktadır.” ifadeleri ile aradaki farkın
değerlendirildiği de görülmektedir.
Bilindiği gibi, İİK’nın iflasın
ertelenmesi ile ilgili olan maddelerine, 4949 sayılı kanunla yapılan ekler
dışında, 5902 sayılı kanun ve 6103 sayılı kanunla da değişiklikler yapılmıştır.
Konkordato yerine geçici bir
süre uyguladığımız İstanbul yaklaşımında da, taraf iradeleri ön plana
çıkmaktadır. Bununla konkordato arasında temel fark, İstanbul yaklaşımının bir
yasayla düzenlenmemiş olması ve alacaklı bankalardan birinin bu kriz dönemini
yönetmeyi üstlenmiş olmasıdır. Kanımızca, alacaklı bankalardan birinin süreci
yürütmeyi üstlenmiş olması, İstanbul yaklaşımını konkordato ve iflasın
ertelenmesi kurumlarından daha değerli hale getirmektedir. Çünkü yönetim,
mahkemelerin seçtiği kriz yönetiminde uzman olmayan kayyumlar yerine, bu konuda
uzman kişilerle çalışma olanağı olan bankalarca gerçekleştirilmektedir.
Gerek konkordatonun gerekse
İstanbul yaklaşımının başarısız olması nedeniyle yeni bir kuruma gereksinim
duymamızdaki temel sebep, ne adla anılırsa anılsın usul hukukunda yer alan sulh
uygulamasının benimsenmemiş olmasıdır. Bizler, tahkim, arabuluculuk vb.
kurumları uygulamaktan kaçındığımız için, bir sulh yaklaşımı gibi kabul edebileceğimiz
konkordato ve İstanbul yaklaşımı başarısız olmuştur.
Konkordatonun uygulanmasında
başarısızlığın temel nedeni; konkordato komiserinin bilgi ve deneyimden
yoksunluğu ve almış olduğu görevden kaynaklanan sorumluluklarının iyi
belirlenmemiş olmasıdır. İflasın ertelenmesi uygulamasında konkordato
komiserinin yerini, kayyumlar almış ise de; kanımızca, aynı aksaklıklar devam
etmektedir. En basitinden ifade etmek gerekirse, kimsenin iflasın eşiğindeki
bir şirketin yönetimine talip olmaması nedeniyle, kayyumlar, adliye bünyesinde
bilinen ve ticaret mahkemelerine bilirkişilik yapan, muhasebeci, avukat vb
kişilerden seçilmekte ve onlara sembolik ücretler ödenmektedir. Bu nedenle,
dünün konkordato komiseri ad değiştirerek, bugünün kayyumu haline
dönüştürülmüştür.
Üstelik kayyumluk kurumu da, TMK
ile benimsenen vesayet kurumu dışında bir oluşum haline getirilmiştir. Örneğin
bazı işlemlerin tasdike tabi olmasına yol açan hükümlerin yokluğu nedeniyle, yeterince
denetim olmadığı gibi; TMK’da benimsenen devlet sorumluluğu yerine, kayyumun
kişisel sorumluluğu getirilmiştir. Kanımızca, bu düzenleme, alacaklıların
zararına yol açacak bir uygulamadır.
KURULUŞ
AŞAMASINDA SERMAYENİN KORUNMASI
Anonim ve limited şirketlerde,
kuruluşta konulması gereken asgari sermaye tutarı, kanunla belirlenmiş olup,
şirket esas sözleşmesinde, konulan sermayenin değerinin belirtilmesi de şart
koşulmuştur. Anonim şirketin ani kuruluş ya da kayıtlı sermaye türünden birini
seçmesi, bu yükümlülüğü değil yalnızca asgari tutarı değiştirmektedir. Ayrıca
kayıtlı sermayenin iflas ertelemesi aşamasında talep edilebilmesi için, bu
sermayenin, taahhüt edilen sermaye haline dönüşmesi gerekmektedir. Şarta bağlı
sermayenin ise, iflasın ertelenmesi isteminde bir rolü yoktur. Çünkü şarta
bağlı sermayenin sermaye haline dönüşebilmesi için, söz konusu şartın
gerçekleşmesi gerekir. Şart gerçekleşmemiş ise, söz konusu değer, şirketin
borcu olmaya devam eder.[8]
Limited şirketlerde kayıtlı
sermaye olmadığı için, bu ayrıma rastlamamaktayız.
Kooperatiflerde, her ne kadar
asgari sermaye kanun tarafından belirlenmemiş gibi gözüküyorsa da, kooperatifin
kuruluşundaki asgari ortak sayısı ve her bir ortağın sahip olması gereken pay
tutarı belli olduğuna göre, kooperatifler açısından da asgari sermaye kuralının
var olduğunu söylememiz gerekir.
Yasa koyucu, asgari sermaye
şartını kontrol edebilmek için, şirket tüzel kişiliğinin kuruluş belgesi olarak
nitelendirmemiz gereken şirket esas sözleşmesindeki imzaların noter tarafından
tasdiki koşulunun yanı sıra, ödenmemiş sermayenin muvazaadan ari olarak taahhüt
edilmiş olduğunun da noter tarafından onanması ve esas sözleşmenin ticaret
sicil müdürlüğünce tescil ve ilan edilmesi koşulunu getirmiştir. YTTK m.32/1’e göre,
sicil müdürü, kanuni şartların var olup olmadığını incelemekle yükümlüdür. Bu
yükümlülüğün yerine getirilmemesi, YTTK m.25/2 gereğince, sicil müdürünün, kamu
görevlisi olarak, eylemin oluşumuna göre görevi savsaklama ya da evrakta
sahtecilik vb. suçlardan biri nedeniyle cezalandırılmasını gerektirecektir. Bu
eylemin bir suç oluşturmasının yanı sıra; aynı madde doğrultusunda, kanuni şartları
taşımayan esas sözleşmenin bir zarara neden olması halinde, zararın ilgili oda
ve devlet tarafından giderilmesi gerekmektedir.
Ayrıca bu konuda gerçeğe aykırı
beyanda bulunan kişiler de, YTTK m.38/1 maddesi doğrultusunda hapis ya da adli
para cezası ile cezalandırılırlar.
YTTK m.35’in getirdiği aleniyet
ilkesi doğrultusunda, herkesin ticaret sicilinde yer alan kayıtlardan bilgi ve
örnek alma hakkı olduğuna göre, asgari sermaye tutarı ile ilgili -özellikle
ayın sermaye olarak getirilen değerlerle ilgili- daha kuruluş aşamasında bilgi
sahibi olmak ve gereken yaptırımların uygulanmasını istemek hakkının herkesten
çok alacaklının hakkı olduğunu düşünmekteyiz.
YTTK m.342’nin notere yüklediği
yükümlülük, kurucuların esas sermayenin tamamını taahhüt ettikleri yolundaki
beyanlarıın esas sözleşmenin altına şerh olarak işlenmesi ile ilgilidir. Yoksa
taahhüdün gerçekliği gibi konularda, noterin bir irdeleme yükümlülüğü yoktur.
Aslında, bu şerh, kurucuları esas sermayenin tamamı açısından sorumlu hale
getirecek bir şerhtir. YTTK ile tedrici kuruluş kaldırıldığına göre, esas
sözleşme, bütün ortaklar tarafından imzalanmış olmaktadır. Kanımızca, bu
taahhüt/yükümlülük, tüm ortaklar tarafından imzalandığı için, kurucu
ortaklardan her birinin diğer kurucu ortakların taahhüdünden sorumlu olmasını
gerektirmektedir.
Eğer sermaye yapısında ayni
sermayeye de yer verilmiş ise, yasa koyucu, bu sermayenin şirkete
kazandırılması açısından bir takım önlemler almıştır. Bu önlemlerin başında,
ayın sermaye açısından tespit edilecek değerlerin doğru/gerçek değerler
olmasını sağlanmak gelmektedir. Aksine davranış, yani değer tespitinde hile yapılması;
TCK hükümlerine göre resmi belgede sahtecilik suçunun işlenmesi anlamına
gelecektir. Elbette, bunun yanı sıra, suçtan kaynaklı haksız fiil oluştuğu
için, bu haksız fiilden kaynaklı giderim davaları da kaçınılmaz olacaktır. Eğer ayın sermaye arasında taşınmazlar varsa,
bunların sermaye olarak gösterilmesi
halinde; şirket sözleşmesinin düzenlenmesi aşamasında, YTTK m.128’de yer alan tedbirleri
almanın yanı sıra, tescille birlikte ticaret sicil müdürüne, şirket adına bunların
tescilini talep etme hakkı tanınarak, yaşanan olumsuz olayların önüne geçilmek
istemiştir. Gene aynı şekilde, taşınırlar için de, güvenilir kişiye teslim
koşulu getirilmiştir. Alacakların sermaye olarak konulması halinde ise, alacağı
sermaye olarak koyan kişinin, alacağın tahsil edilememesi halinde sorumlu
olacağına ilişkin kural getirilmiştir.
Tüm bunların yanı sıra,
kuruculara bedelsiz hisse senedi verilemeyeceği de kural olarak benimsenmiş
olup, sermayenin gerçek değerden oluşması istenmiştir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız
kuruluş aşamasına ait olan ancak sermayenin korunmasına yönelik tüm uyumsuzluklar/aykırılıklar
bakımından, bunların saptanması ve sorumlular hakkında gereken işlemlerin
yapılması gerektiği kanısında olduğumuzu beyan etmek isteriz.
ŞİRKETİN
FAALİYET DÖNEMİNDE SERMAYENİN KORUNMASI [9]
Bunların en başında, taahhüt
edilen sermayenin, şirket tüzel kişiliği tarafından talep edilmesi kuralı
gelmektedir. Eğer şirket kuruluşunda ya da sermaye artırımında düzenlenen
iştirak taahhütnamesinde, taahhüt edilen sermayenin ödenmesi için bir tarih
belirlenmiş ise; ortak, bu tarihin gelmesi ile direngen hale gelir. Eğer
iştirak taahhütnamesinde böylesi bir tarih belirlenmemiş ise; yönetim kurulu
tarafından belirlenen tarih ile, taahhüt edilen sermaye, istenebilir hale
gelir.
Kişisel kanımıza göre, esas
sözleşmede tarih belirlensin ya da belirlenmesin, taahhüt edilen sermayenin
ödenmesi, en geç 24 ay içinde tamamlanmalıdır. Çünkü bu, YTTK m.344/1’de
emredici bir şekilde hüküm altına alınmıştır. YTTK m.345/1 gereği, şirketin
kuruluşunda yapılması gereken ödemelerin, 5411 sayılı yasaya göre kurulmuş bir
bankaya yapılması gerektiği ve ancak ticaret sicil müdürlüğünün oluru ile
şirket hesaplarına geçebileceği yasa gereğidir. YTTK m.456’nın değişik
fıkralarında yer alan hükümler incelendiğinde, kuruluş sermayesi ile ilgili bu
koşullara sermaye arttırma aşamalarında da uyulması gerektiği görülmektedir.
Ortağın taahhüt ettiği sermayeyi
ödememesi halinde, YTTK m.482 gereğince, faiz
ve/veya cezai şart talep etmek
hakkı olduğu gibi, TTK 482 ve 483.maddelerinde yer alan hükümler doğrultusunda,
ortağın ıskatına ilişkin işlemler de gerçekleştirilebilir. Taahhüt edilen
sermayenin ödenmemesi bakımından 5 yıl olan zaman aşımı, ödeme tarihinin
gelmesi ile başlayacaktır.[10]
Ancak zamanaşımı konusu irdelenirken,
YHGK 02.04.2003 gün ve 2003/253 E. 2003/270
K. sayılı kararında da belirtildiği gibi, suiniyetli kişilerin zaman aşımında
yararlanamayacağı ve YHGK 13.07.2011 gün ve 2011/17-427 E. 2011/549 K. sayılı
kararında belirtildiği gibi, suça konu olaylarda dava açılsın ya da açılmasın
ceza zamanaşımının dikkate alınması gerektiği hususlarını unutmamak gerekmektedir.
Sermayenin geri ödenmesine
ilişkin tüm işlemler, YTTK m.480/3 ile yasaklanmıştır. Buna yol açacak bir
uygulama olan, sermayeye faiz ödenmesinin de önüne geçilmiş ve bu YTTK m.509/1
ile yasaklanmıştır. Bu tür işlemler, geçersiz işlemler olduğundan, bu işlemden
yarar sağlayanların iade yükümlülüğü bulunmaktadır.[11]
ETTK’ya göre daha hafif
koşullara bağlanmış olmakla beraber, şirketin kendi hisselerini alması, YTTK 379-386.maddelerinde
şartlara bağlanmış ve böylece sermayenin yitirilmesinin önüne geçilmiştir.[12]
Yasa koyucu, ayın olarak sermaye
koyan ortağa iki yıl süre ile devir yasağı getirerek, ortağın aynın değer
biçilmesinden kaynaklı hilesinden doğan sorumluluğunu önlemek istemiştir. Böylesi
bir devir, Yargıtay 11.H.D.’ninn 24.06.1986 gün ve 3800 E. 2374 K. sayılı
kararında da belirtildiği gibi, hükümsüzdür.[13]
Yasa koyucu, kuruluştan sonra
sermayenin bazı alımlarla yitirilmesini önlemek için, madde başlığı kanuna
karşı hile olan YTTK m.356/1 ile bu tür alımlarda sene ve sermayeye oran koşulu
getirerek, önlem almıştır.
Şirketin zor durumlarına çözüm
olmak için, kanuni yedeklerin ayrılması koşulu getirilmiştir.
YTTK 512.maddesi, haksız yere ve
kötü niyetle kar payı, hazırlık faizi alan ortaklar ve kazanç payı alan yönetim
kurulu üyelerinin, beş yıllık zamanaşımı süresi içinde bunları iadeyle yükümlü
olduğunu hükme bağlamıştır. YTTK m.513 ise, şirketin iflası halinde, yönetim
kurulu üyelerini, iflasın açılmasından önceki üç yıl içinde hangi ad ile olursa
olsun hizmetlerine karşılık almış oldukları uygun olmayan, yani aşırı
nitelikteki tüm ödemeleri geri ödemekle yükümlü tutmuştur. İflasın ertelemesi
her ne kadar iflasın açılması anlamına gelmemekteyse de, yasaya göre iflasın
ertelenmesini talep hakkının doğumu için, doğrudan iflas istemi ile bir davanın
açılması şartı bulunmaktadır. Bu nedenle, alacaklıların, söz konusu maddenin
iflas ertelemesinde uygulanması gerektiği yolunda çaba göstermesi; hatta
gerekirse TMK’nın 1.maddesinin uygulanmasıyla hakimin yasa yaratmasına yol açan
bir kararın oluşmasına gayret göstermesi gerektiğine inanmaktayız. Ayrıca iflas
ertelemesinin yasal koşulları taşımaması nedeniyle iflasa karar verilmesi
halinde; yöneticinin sorumluluğu açısından, bu maddeden yararlanılacağı unutulmamalıdır.
Bu aşamada, kuruluş ibrası ile
olağan genel kurul toplantılarında alınan ibra kararının alınıp alınmadığının
ve karar alınmış ise bunun usulüne uygun olup olmadığı hususlarının kanunda yer
almasının da, şirketin sermayesini koruyacak işlemler arasında sayılması
gerektiğine inanmaktayız. Üstelik yeni YTTK m.558, ibra oylaması sırasında
bulunmayanların ya da ibra etmeyenlerin her birinin dava hakkının varlığını
kabul ettiğine göre, bu haktan yararlanmanın yolları aranmalıdır.
YARGILAMA
AŞAMASI
A
- KARARDAN ÖNCESİ
İflasın ertelenmesi talebi,
doğrudan iflas talebine konu bir başvuruyu takiben ya da birlikte sunulan bir
talep olduğu için, tüzel kişinin ikametgahının bulunduğu yerdeki asliye ticaret
mahkemesinde incelenir ve karara bağlanır. (TTK m.376/3 ve HMK m.384)
Her ne kadar iflasın ertelenmesi
talebi, doğrudan iflas yolu olan YTTK 376.maddesine özgü bir yol ise de; bir
başka nedene dayalı olarak açılan iflas davasını takiben YTTK m.376/3’ye dayalı
bir iflas davası varsa, bu davada iflasın ertelenmesi talep edilebilir. Böylesi
bir durum doğmuş ise; hakim, tarafların yararını da gözeterek, iflas öncesi bir
kurum olması nedeniyle iflasın ertelenmesi istemini öncelikle inceler ve karara
bağlar.[14]
Basit yargılamaya tabidir.
İ
flasın
ertelenmesi davası, kamu düzenine ilişkin bir dava olduğu için, hakim resen
delil toplamakla görevlidir.
Davayı
açan kişinin, davayı takip etmemesi ya da masraf yatırmaması nedeniyle davanın
müracaata bırakılması söz konusu olamaz. İflasın ertelenmesi talebi, aynı
zamanda borca batıklık bildirimi niteliğinde olduğundan, genel HMK hükümlerinin
aksine, davadan feragat edilemez.
Hasımsız olarak açılır.[15]
Ancak İİK m.158 ve m.166 gereği
yapılan ilanlarla, davaya alacaklıların katılması sağlanır. Akademisyenler
arasında bu katılmanın feri müdahale mi asli müdahale mi olduğu
tartışılmaktadır; ancak Yargıtay kararlarında, bu olaya katılma denilmekle
yetinilmiştir. Kanımızca, doğrusu da budur.
Doğrudan iflası hükme bağlayan
kanun maddelerinden biri olan YTTK m.376/3 iflasın ertelenmesini düzenleyen
temel hükümdür. YTTK m.376, ETTK m.324/3’den farklı kaleme alınmıştır.
Öncelikle bu farklılığı açıklamakta yarar bulunmaktadır. ETTK 324/3.maddesine
göre, şirketin “aciz” içinde bulunması gerekmektedir. Halbuki YTTK 376/3.maddesine
göre, şirketin “borca batık” durumdan bulunması gerekmektedir. Üstelik ETTK
”aciz” durumunu tanımlamamış olmasına rağmen, YTTK “borca batıklığı”
tanımlamıştır. Bize göre, YTTK’nın bu davranışı, bazı tartışmaları ortadan
kaldırıcak niteliktedir.
YTTK m.376/1 ve m.376/2’de,
sermayenin oransal olarak kaybı incelenmiş ve bu durumlarda şirketin yapması
gerekenler ile yapmaması halinde uygulanması gereken yaptırımların neler
olacağı hükme bağlanmıştır. Bu nedenle, YTTK 376/2.maddesinde belirtildiği
gibi, şirket sermayesinin 2/3’nün kaybedilmesi halinde; şirket, iki karardan
birini almak zorundadır. Bu durumda şirket, ya kalan sermaye ile devam etmeye
karar verecek ve sermayenin azaltılmasına ilişkin kurallara uyarak sermayenin
azaltılmasını gerçekleştirecek ya da sermaye tamamlanması yoluna gidecektir.
Aksi takdirde, şirket kendiliğinden sona ermiş sayılacaktır. Buradaki sona erme
iflası içermediğinden, iflasa dayalı olarak gündeme gelen iflasın ertelemesi
kurumunu uygulamak, mümkün olmayacaktır. Sermayenin yalnız başına 2/3’nün kaybı,
şirketin iflas istemesine ve buna dayalı olarak iflasın ertelenmesinin
uygulanmasına olanak vermeyecektir. İflas istenebilmesi için, mutlaka “borca
batıklık” şartının gerçekleşmesi gerekmektedir. (15)[16]
YTTK m.376/3’e göre, borca
batıklık, “şirket aktiflerinin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya
yetmediği” halidir. Gene aynı maddeye göre, yıl sonu bilançosu ya da herhangi
bir nedenle, yönetim kurulu, şirketin borca batık olduğu konusunda şüpheye
düşerse; derhal amaçları bir birinden farklı iki tane ara bilanço yapmak
zorundadır. Bu bilançolardan birinin amacı, şirketin devamlılığını; diğerinin
amacı ise, şirketin aktiflerinin satış fiyatları üzerinden yapılacak
değerlendirmeyle şirketin bilanço günündeki mali değerleri açısından son durumunu
görmektir. Bilançoların içeriği, söz konusu maddenin hükümet gerekçesinde daha
detaylı olarak dile getirilmiştir.
Borca batıklık halinde, borca
batık şirketin yüklendiği kefalet, rehin, garanti gibi borçlar, henüz doğmamış
olsa bile, borca batıklık bilançosunda gösterilmelidir.
İşte çıkarılan bu iki bilanço
sonucunda yönetim kurulu, şirketin borca batık olduğu konusundaki şüphesinin
doğru olduğunu, şirketin aktiflerinin şirketin alacaklılarının alacağını
karşılamaya yetmediğini saptarsa, başkaca bir işleme gerek olmaksızın, şirketin
merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesine borca batıklığı bildirir
ve şirketin iflasını ister. Görüldüğü gibi, yasa koyucu, burada bir davadan söz
etmemiş, sadece bildirimden söz etmiştir.
YTK 376/3.maddesine göre, şirket
yönetim kurulu, ticaret mahkemesine bildirimde bulunmadan önce, borca
batıklığın var olup olmadığını saptamak için, çıkarmış olduğu ara bilançoları
inceleyip öneri sunması için denetçiye verir. Hatta pay senetleri borsada işlem
gören bir şirketin borca batık olması hali söz konusu ise; değerlendirme
yapması ve öneri bildirmesi için bilançolar YTTK 378.maddesine göre çalışan
“erken teşhis komitesine” de verilir. Ancak YTTK’da denetçilik kurumunun
işlerliğinin tartışma konusu olduğunu hatırlatarak, denetçilerin hazırlaması
gereken öneri raporuna sadece değinmekle yetinmek isteriz.[17]
Görüldüğü gibi, YTTK m.376/3’de yönetim
kurulunun görevini, şirketin borca batık olması konusunda duyduğu şüpheyi
irdelemek ve borca batıklığı saptaması halinde, şirketin iflasının gerektiğini,
asliye ticaret mahkemesine bildirmek oluşturur.
İİK m.179 hükmü gereği, şirket
tasfiyeye girmiş ve tasfiye memuru atanmış ise ya da iflas ertelenmesine
ilişkin nedene dayalı olmaksızın bir
kayyum atanmış ise, bunlar da iflas ve gerekirse iflasın ertelenmesi
için gereken başvuruyu yapmakla yükümlüdür. Ortağın böylesi bir başvuru yapmaya
hakkı olmadığını belirtmekte yarar vardır.[18]
Şirke,t bu başvurusuna, borca
batıklık şüphesi üzerine düzenlenen iki bilançoyu, denetçi raporunu ve başvuru
konusunda alınmış yönetim kurulu kararını eklemek zorundadır. Kanımızca, bunlar,
bu başvuru için maddi hukuk anlamında dava koşulu olarak değerlendirilmelidir.[19]
Elbette yönetim kurulu kararının,
toplantı ve karar yeter sayısına uygun olarak alınması gerekmektedir. Bu kurala
uygun olmayan karar, TBK’nın tanımlamasıyla, kesin hükümsüzlük doğuran bir
karardır. Bu nedenle, HMK m.189/2 gereği hukuka aykırı olarak elde edilmiş
delil sayılmalı ve HMK m.189/4 gereğince hakim tarafından caiz delil yani kabul
edilebilir delil sayılmamalıdır.
Eğer yönetim kurulu üyelerinden
bir kısmı ve/veya meşru menfaati
bulunanlar, yönetim kurulu tarafından alınan bu kararı uygun görmez ve söz
konusu kararda YTTK 391.maddesinin saydığı hususların var ise, tespit davası
açarak söz konusu kararın batıl karar olduğunun tespitini talep edebilirler.
Elbette, tespit sonucunda karar, batıl karar olarak karara bağlanırsa, yönetim
kurulunun kararının içeriğine bakılmalıdır. Karar, sadece iflas istemini içeren
karar ise, iflas isteminin dava şartının yokluğu nedeni ile reddedilmesi
gerekmektedir. Eğer karar, sadece iflasın ertelenmesine yönelik olarak iflas
bildiriminden sonra alınmış ve bu amaçla mahkemeye sunulmuş ise, iflasın
ertelenmesini ayakta tutacak başkaca bir öneri yoksa iflasın ertelenmesi
uygulaması için yapılan işlemlere son verilmeli ve iflasa hükmedilmelidir.
YTTK 391.maddesinin hükümet
gerekçesine göre, yönetim kurulu kararlarının batıl olduğunun tespiti davası,
“meşru menfaati bulunanlar tarafından” açılabilecek bir davadır. Bu gerekçe
nedeniyle, alacaklıların da meşru menfaatini kanıtlamak kaydı ile böylesi bir
dava açmasının mümkün olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Bizim
kanımıza göre, HMK m.119/1/h’deki “hukuki yarar” şartının varlığı halinde,
ortak olmayanların özellikle alacaklıların, yönetim kurulu kararlarının batıl
olduğuna ilişkin dava açmaya hakları vardır.
Yönetim kurulu kararları ile
ilgili olarak düşünülmesi gereken bir başka husus, şirketin toplantı yeter
sayısını oluşturamamaktan ötürü organsız kaldığının kabulü halinde nasıl
davranılması gerektiğidir. Kanımızca, böylesi bir durumda, yönetim kurulu üye
sayısı karar alma yeter sayısını karşılıyorsa, bunların alacağı karar hukuka
uygun karar olarak kabul edilmelidir. Eğer ne toplantı ne de karar yeter sayısı
oluşmuyorsa, kanımızca, TBK m.513/2’den yararlanılarak, toplantı ve karar
nisabı aranmaksızın yapılan başvuru kabul edilmelidir.
Eğer şirketin organsız kalması
nedeniyle kayyum ataması yapılmış ise, kayyumun da iflası ve iflas ertelemesini
talep etmesi gerekmektedir.[20]
Yönetim kurulu kararına
bağlanmış olan iflas ve/veya iflas erteleme talebini daha önceden alınmış bir
vekaletnameyle avukat, vekil sıfatıyla gerçekleştirebilir. Çünkü henüz, iflas
kararı alınmamış olup, TBK m.513 gereği vekalet görevi son bulmamıştır.
İflasın ertelenmesi talebi, bu
başvuruyu takip eden ikinci aşamada karşımıza çıkan bir hukuk kurumudur.
İflasın ertelenmesi talebinin YTTK 376/3.maddesine göre yapılabilmesi için, üç
koşul gerekmektedir. Bunlardan birincisi, mahkemenin iflas kararı vermemiş
olmasıdır. İkincisi ise, “şirketin açığını kapayacak ve borca batık durumunu
ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının
sırasının diğer tüm alacaklılardan sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak
kabul” etmiş ya da bu konuda iflas erteleme talebinde bulunacak olan şirket ile
bir sözleşme yapmış olmalıdır. Üçüncüsü ise, “bu beyanın ya da sözleşmenin
gerçekliği ve geçerliliği, yönetim kurulunca iflas isteminin bildirileceği
mahkemece atanan bilirkişilerce” doğrulanmış olmalıdır.[21]
Söz konusu maddenin gerekçesine
baktığımızda, “Erteleme bir anlamda istekle sırada en sona giderek şirketi
iflastan kurtarma, ertelemenin son bulduğu tarihe kadar takas, mahsup ve takip
yapmama anlamını taşır, yoksa alacaktan feragat anlamına değildir.” İfadesiyle,
sırada sona geçmenin ne anlama geldiği ve sonuçlarının açıklandığını
görmekteyiz. Gerekçede, bu beyanın zamanaşımına herhangi bir etkide bulunmayacağı
ifade edilmektedir. Halbuki İİK m.179/b/I’de yer alan hükme göre, erteleme
kararı üzerine, borçlu aleyhine bir takip muamelesi ile kesilebilen zaman aşımı
ve hak düşüren müddetler işlememektedir.[22] Bu nedenle, sıra değişimi
ile diğer alacaklılar ve borçlu lehine bir davranışta bulunan alacaklının
alacağı hakkında da İİK 179/a/I maddesinde olduğu gibi , zamanaşımının
kesilmesi ve hak düşürücü sürelerin işlememesi yolunda bir yasal hükmün olması
gerektiğine inanmaktayız.
ETTK m.324/3, YTTK 376/3.maddesinde
yer alan alacaklının sıra değiştirmesi yoluna ilişkin, benzer bir hüküm içermemektedir.
Bu yol, YTTK ile hukukumuza kazandırılmıştır. Biz, bu hükmü, konkordatoya
ilişkin İİK m.298’deki, alacaklılardan birinin teminat göstermesi hükmüne
benzetmekteyiz.
YTTK 376/3 maddesi gereği iflas
bildiriminde bulunan şirketin, iflasının ertelenebilmesine olanak sağlayan
diğer bir yasa maddemiz ise YTTK 377 maddesidir. Bu maddenin uygulanabilmesi
için de YTTK 376/3 maddesine göre bir iflas başvurusunun varlığı ve henüz iflas
kararının verilmemiş olması ön koşuldur.[23]
YTTK 377.maddesine göre, bu ön
koşulun yanı sıra, bir “iyileştirme projesinin” de mahkemeye sunulmuş olması
gerekmektedir.[24]
Ayrıca YTTK 377.maddesi, İİK 179,179/a ve 179/b maddelerinin de bu madde ile
birlikte uygulanmasını şart koşmuş olduğu için, yapılacak değerlendirmenin her
iki yasayı da içerecek şekilde olması gerekmektedir. Her iki yasada da yer alan
ortak noktalardan bir kısmı, “iyileştirme projesine” ilişkin hükümlerdir.
Bunlar;
-
YTTK 377.maddesine göre, iyileştirme projesi
“yeni nakit sermaye koyma” önlemini içermelidir.
-
YTTK 377.maddesine göre, iyileştirme projesi
“nesnel ve gerçek kaynakları” göstermelidir.
-
İİK 179 maddesine göre bu proje “ciddi ve
inandırıcı” olmalıdır.
-
Bu proje, mahkeme tarafından da ciddi ve
inandırıcı olarak kabul edilmelidir.
YTTK 377.maddesine göre, iyileştirme
projesi, yönetim kurulu ya da herhangi bir alacaklı tarafından mahkemeye
sunulabilinir. Ancak gerekçede yer alan ifadelerden anlaşılacağı üzere,
iyileştirme projesinin yönetim kurulu tarafından ya da alacaklılarca sunulmuş
olması hallinde de, söz konusu projenin, denetçi ve erken teşhis komitesinin
önerilerini içerecek şekilde düzenlemiş olması gerekmektedir. İİK 179.maddesine
göre, bu proje ile birlikte, projenin ciddi ve inandırıcı olduğunu gösteren
bilgi ve belgelerin de mahkemeye sunulması şarttır. Bu husus, TMK m.6 ve HMK m.190/1’e
uygun bir davranıştır. Mahkeme, bununla yetinmeyerek, İİK m.179/3 hükmünden
yararlanarak, şirketi idare ve temsille görevli kişileri ve de alacaklıları
dinleyebilir.
İİK 179/b maddesine göre,
erteleme kararı bir yıl için verilebileceğine göre, iyileştirme projesi
hazırlanırken, bu kurala uygun zaman dağılımının da yapılmış olması gerektiğine
inanmaktayız. Eğer daha uzun bir süreyi kapsayacak bir proje sunulmakta ise,
yani erteleme talebinin yenilenmesi talep edilecek ise, bunun nedenlerinin
belirtilmesi ve buna ilişkin zaman dağılımının da yapılması gerektiğine
inanmaktayız. Böylece sunulan projenin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlamak
mümkün olacağı gibi, alacaklıların bu zaman dilimi içinde alacaklarını ertelemekten
sağlayacakları yarar ile anında iflas kararı verilmesi ile elde edecekleri
yarar arasında bir karşılaştırma olanağı doğacaktır. Daha önce de belirttiğimiz
gibi, iflasın ertelenmesi kararı verirken, olay sadece borçlu şirket açısından
değil, aynı zamanda alacaklılar açısından da değerlendirilmelidir.[25] Alacaklılar, zaman
açısından yapmış oldukları fedakarlığa karşılık maddi anlamda bir getiri elde
edebiliyorsa, kendisinden bu zamansal kayba katlanması beklenmelidir.
Gerek YTTK m.377 gerekse İİK
m.179, bu aşamada, bilirkişi incelemesine gerek görmemiştir. Ancak hakim, HMK
266.maddesinin koşullarının varlığına inandığı takdirde, mahkemeye sunulan
bilançoların, denetçi raporunun ve iyileştirme projesinin değerlendirilmesi
amacıyla bilirkişiye başvurmalıdır. Zaten bildiğimiz kadarıyla uygulamada bu
yönde gelişmektedir.[26]
ETTK m.324, iflas erteleme
talebi ile birlikte alınması gereken tedbirleri belirleyerek, şirket mallarının
envanterinin çıkarılmasını, şirket mallarının muhafazası için gereken
tedbirlerin alınmasını ve bunlar için bir yediemin atanmasını hükme
bağlamıştır. Buna karşılık YTTK m.377, erteleme başvurusu ile birlikte alınması
gereken tedbirlerin neler olabileceğini İİK m.179/b’nin düzenlemesine
bırakmıştır.
İlk başvuru ile İİK 179/b
maddesine göre verilecek olan tedbir, HMK’da yer alan tedbir kararları
kapsamında değerlendirilmesi gereken bir tedbir olduğu için, bu tedbirin
uygulanmasında “yaklaşık ispat kuralının” uygulanması gerektiğini
düşünmekteyiz. Ayrıca HMK’da yer alan tedbire itiraza ilişkin kuralların burada
da uygulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
İİK 179/a maddesine göre,
başvuru ile birlikte, hakim;
-
Kayyum atar
o
Kayyum şirketin envanterini çıkarır
o
Kendisine verilen görev kapsamında kalarak ya
şirketin yönetim kurulu kararlarını onar yada şirketi yönetir.
-
Atanan kayyumun görevlerini ve yetkilerini İİK
166 maddesi hükmüne dayanarak tescil ve ilan ettirir.
-
Şirketin mallarının korunması için gereken
önlemleri alır.
Görüldüğü gibi, ETTK 324/3
malların korunması için yediemin atamayı uygun görmüş, YTTK 376/3 maddesi ise
kayyum atanmasının daha uygun olacağını düşünerek hükmünü kayyum atanması
yolunda oluşturmuştur.[27] Böylece ETTK erteleme
talebi ile birlikte şirketi durgun hale getirmeyi, YTTK ise şirketin
faaliyetlerini kontrol altına alsa da devam ettirmeyi tercih etmiştir.
Uygulamada, şirketin mallarının
korumak için alınması gereken tedbirlerin neler olduğu, tartışma konusu
olmaktadır.[28]
Bu hususun aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir (Bu konuda Mahmut Bilgen’in
eserinde sayfa 796 vd. yer alan muhtelif kararlardan yararlanılabilir).
Özellikle bu aşamada,
alacaklılar tarafından takip yapılması ve dava açılmasının önüne geçecek
şekilde karar verilmesi, kanunun amacına aykırıdır.[29] Zaten, şirketin
mallarının icra yolu ile satışının önlenmesi sağlandığı takdirde şirket malları
korunacağına göre, takip açılmasını önleyecek, ihtiyati haciz ya da ihtiyati
tedbir alınması olanağını ortadan kaldıracak şekilde tedbir kararı verilmesi,
amacı aşan karar olarak değerlendirilmelidir.[30]
Satış aşamasına geçilmediği
takdirde tedbir kararından önce başlamış olan icra takibinin ve haczin aynen
korunması, nasıl şirketin mal varlığını azaltmıyorsa, alacaklıların, alacakları
için ihtiyati haciz ya da ihtiyati tedbir istemeleri de şirketin mal varlığını
azaltmayacaktır. Ayrıca kambiyo senetlerinin protesto edilmesi de erteleme
kararına bir zarar vermeyeceği için, bunu önleyici bir tedbir kararına gerek
yoktur. Bu nedenle bu hakların kullanılmasını önleyici kararların alınması da,
amacı aşan karar olarak değerlendirilmelidir. Alınan ihtiyati haciz ve ihtiyati
tedbir kararının icra aşamasına geçmesine olanak yoktur; ancak erteleme süresi
içinde, ihtiyati hacze ve ihtiyati tedbire ilişkin zamanaşımı işlemeyecektir.[31]
Erteleme kararından önce
gerçekleşmiş haciz ve muhafaza işlemi varsa, ve hacze konu mallar, işletmenin
iyileştirme projesinin kapsamı içinde yer alması gerekiyorsa, muhafazaya
ilişkin tedbirler değiştirilerek bunların işletme içinde kullanılmasına olanak
verilmelidir.[32]
İflas ertelemesi talebinde
uygulanacak yolları değerlendirdiğimizde, alacaklıların sıra değiştirmesinde ve
yeni nakit sermaye konulmasında, mahkemenin bir takdir hakkı bulunmadığını
sadece durum saptaması yaparak talebin kanunun aradığı koşulları içerip
içermediğini belirlediğini görmekteyiz.
Kanımızca, sermayenin nakit
olarak artırılması önerilmiş ise, iflas davasında bu hususun gerçekleşip
gerçekleşmediği konusunda makul süre verilerek bu hususu bekletici mesele
yapılmalı ve sermaye artırımının gerçekleşmesi halinde borca batıklık ortadan
kalkacağı için iflas davası ve buna dayalı olarak gerçekleştirilen iflasın
ertelemesi talebi, davanın konusuz kalması nedeniyle ret edilmelidir.[33] Aksi takdirde YTTK 376/3
son cümle hükmü gereği, başkaca bir araştırmaya gerek duyulmaksızın iflasa
karar verilmelidir. Kanımızca, YTTK 376/3 maddesi YTTK 377 maddesinde olduğu
gibi İİK 179, 179/a ve 179/b maddelerine atıf yapmadığı için, böylesi bir
başvuru varsa, 179/b maddesinde yer alan tedbirlerin, bu maddeye dayalı iflas
erteleme istemlerinde, gerçekleştirilmesine gerek yoktur.
Halbuki iyileştirme projesi
sunarak iflas ertelenmesinin talep edildiği halde hakimin takdir hakkı da
devreye girmektedir. Hakim bu takdir hakkını, şirket tarafından sunulan,
bilançolara, riskin erken saptanması komitesinin görüşünü içeren denetçi raporuna, iyileştirme projesine ve yaptıracağı
bilirkişi incelemesine dayanarak vermelidir. Anayasanın ve HMK 391 maddesinin,
açık hükmü nedeni ile hakim ister ret isterse kabul yönünde bir karar versin
mutlaka gerekçelendirmelidir. Gerekçesiz karar AYM kararlarıyla bireysel
başvuruya konu kararlar arasında yer aldığı gibi Yargıtay kararlarına göre
bozma nedeni sayılmaktadır. Bize göre ise bu tür kararlar fiilen var hukuken
yok hükmünde kararlardır.
Yasa koyucu, kayyum atanması
koşulunu getirmekle birlikte, kayyumun sayısını ve niteliğinin takdirini
mahkemeye bırakmıştır. Ayrıca, söz konusu kayyumlar, TMK 126 ve maddelerinde belirtilen
kayyumlar kapsamına girmediği için, bunların gerek şirkete gerekse alacaklılara
vermiş oldukları zararlardan ötürü sadece şahsi sorumlulukları
bulunmaktadır. İş bu nedenle, kayyum
atamaları, ticaret mahkemeleri tarafından gerçekleştirilse bile, sorumlulukları
ve izlenmeleri TBK sistemi içinde çözümlenmelidir.
İİK 179/a maddesinde
kayyumların, yargılama sonunda verilen erteleme kararı ile birlikte, her üç
ayda bir mahkemeye rapor vermesi gerekmektedir. Kanımızca, bu yükümlülük,
başvuru aşamasında gerçekleştirilen kayyum ataması içinde uygulanmalıdır. Zaten
izlediğimiz kadarıyla uygulamada bu yönde olmaktadır. Bunda zaruret de
bulunmaktadır. Çünkü, bu konudaki tedbirler, İİK 179/a nın emredici hükmüne
dayanarak, karşı taraf dinlenilmeksizin alınmış kararlardır. Yukarıda da
söylediğimiz gibi, bu tedbirin HMK nın 389 vd maddelerinde yer alan tedbirden
ayrılması söz konusu olamaz. Bu nedenle, alacaklıların HMK 391 maddesi ile
kanun yoluna başvurması ve HMK 395 maddesi ile itiraz etmesi söz konusu
olmalıdır. Ayrıca, bir değişiklik var ise, bu değişikliğe göre, tarafların
başvurusu ile tedbir kararı gözden geçirilmeli ve HMK 396 maddesi gözetilerek,
yeni duruma uygun karar alınmalıdır. Bu tedbirler resen alındığına göre, hakim
değişiklikleri takip etmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğünden ötürü tedbiri değiştirmek
hakkına sahiptir. Elbette taraflarında bu konuda değişiklik talep etmeye
hakları vardır.
B
– KARARDAN SONRASI
Yerel mahkemenin vermiş olduğu
karar ister ertelemenin kabulü isterse retti yönünde olsun, bu karar için kanun
yoluna başvurulabilir.
Bu başvuru kanımızca iki, hususu
içermelidir. Bunlardan birincisi, alınan kararın yasaya aykırı olduğuna
ilişkindir. Diğeri ise, erteleme kararının içerdiği tedbirlere ilişkindir.
Kararın verilmesinden sonra,
kayyumların üç ayda bir rapor vermek görevi devam etmektedir. Eğer kayyumların
olumsuz olarak sundukları rapor hakim tarafından kabul görür ise, hakim
bilirkişi incelemesine gerek duyarak yada duymadan İİK 179/b maddesine göre,
erteleme kararından dönebilir.
Kanımızca, hakimin bu dönme
hakkı, kabul görmüş erteleme kararının Yargıtay incelemesi aşamasında da devam
etmektedir. Çünkü, dönmenin kanun yoluna başvurmakla engelleneceğine ilişkin
bir hüküm İİK 179/b maddesinde yer almamaktadır.
Bu önerimizin oluşmasında ki
temel neden, Yargıtay incelemesinin uzun bir süre alması nedeniyle, iflas
ertelemesi alan borca batık şirket, eğer suiniyetli ise, kayyumlara rağmen
dilediğince hareket etmekte, hatta ticari ikametgahını bile terk edip yeni bir
ikametgah edinmek gereğini bile hissetmemektedir.[34] Ancak, bu öneri kabul gördüğünde, yerel
mahkemenin erteleme kararından dönmesinin, dönmeden zarar gördüğünü iddia eden
tarafın yeniden kanun yoluna başvurma hakkının doğduğunun da kabulünü
gerektirdiğini unutmamak gerekmektedir.
Kanun yolu aşamasındaki
incelemenin uzun sürmesinin yarattığı bir başka problem, erteleme kararının
geçerli olduğu bir yıllık sürenin dolmuş olması halinde yaşanmaktadır. Erteleme
talep eden şirket yeni bir başvuru ile ertelemenin uzatmasını istediğinde,
yerleşmiş kararlara göre, yerel mahkeme, Yargıtay incelemesinin sonucunu
beklemek zorundadır. Yargıtay’ın bu konuda ki gerekçesi, ertelemenin
uzatılmasını talep ancak, kesinleşmiş bir erteleme talebine dayalı olarak
yapılacağına ilişkindir.[35] Burada göz ardı edilen husus, erteleme kararının sürenin bitmesi
ile ortadan kalkmış olmasıdır. Bir anlamda bu aşamada dava konusuz kalmıştır.
Yargıtay’ın yerel mahkemenin yenileme/uzatma kararı verebilmesi için kararın
kesinleşmesi şarttır, uygulamasını kabul ettiğimiz takdirde, Yargıtay’ın konusuz
kalan bir davayı incelemesine olanak tanımamızın yanı sıra yasa koyucunun İİK
179/b maddesi ile emredici hüküm olarak belirlediği,ilk erteleme bir yılı
geçemez uzatmalar ancak üç yıl için yapılabilir., yani toplam süre dört yılı
geçemez kuralı uygulanmaz hale gelmektedir.
HMK 397/2 maddesine göre, alınan
tedbirlerin kararın kesinleşmesine kadar sürmesi kabul edildiğine göre, bir
yıllık sürenin Yargıtay aşamasında bitmiş olması daha da önemli hale
gelmektedir.
Erteleme kararı ile, İİK 179/b.I
maddesi gereği, borçlu aleyhine 6183 sayılı kanuna göre yapılan takiplerde
dahil olmak üzer hiçbir takip yapılamaz ve yapılan takipler durur. Madde
hükmünde yer alan, durma emri, erteleme kararının verilmesinden önce yapılan
takiplerde haciz aşamasına gelinmiş ise, haczin baki kalacağı anlaşılmalıdır.
Takiplerle ilgili istisnalar
gene aynı madde içeriğinde gösterilmiştir. Buna göre, rehinli alacalar ile
ilgili takipler açılabilir, satış aşamasına kadar gelinir. Ancak, satış
geçekleştirilmez.
Aynı şekilde İİK 206 maddesinin
birinci sırasında yer alan alacaklar için de haciz yolu ile takip yapılabilir.
Erteleme kararının verildiği
tarihten geriye doğru bir yıl içinde ödenmemiş olan işçi alacakları da bu
kapsama girmektedir.
İflasın ertelenmesi sürecince,
borçlunun mal varlığı üzerindeki tasarrufları kural olarak devam eder. Ancak
bazı yazarlara göre, atanan kayyuma, yönetim yetkisi verilmiş ise, mal varlığı
üzerindeki tasarruf yetkisi kayyuma geçer.[36] Bizim kanımıza göre,
burada tasarruf yetkisi devam etmektedir. Kayyuma geçen karar almak yetkisidir.
Erteleme kararının, borçlu
aleyhine açılacak davalara ve borçlu tarafından açılacak davalara bir etkisi
yoktur. Ancak ilamların icrası yapılamaz.
Erteleme kararından önce
yapılmış sözleşmeler yürürlükte kalmaktadır. Ancak karşılıklı borç yükleyen
akitlerden ötürü, diğer tarafın, kendisine ödenmesi gereken edimlerin
ödenmemesinden ötürü, akdi fesih hakkı doğup doğmadığı tartışılmaktadır.[37] Bizim kanımıza göre,
olayı iki ayrı boyutta incelemekte yarar bulunmaktadır. Eğer borç erteleme
kararından önceki döneme ilişkin ise, bu borç için icra takibi yapılamayacağı
gibi, akdin feshi de talep edilemez. Ancak akdin erteleme kararından sonra ki
kısmında doğan bir borç varsa bunun ifa edilmemesinden ötürü akdin feshine
gidilmesi gerekmektedir.
İİK 179 b.I maddesinde yer alan
icra takibi yapılamaz kuralından üçüncü kişiler yani, aval verenler, müteselsil
kefil olanlar, teminat gösterenler yararlanamaz. Onlar hakkında takip devam
eder. Ancak, adi kefalette, asıl borçluya gidilmeden kefile başvurulamayacağı kuralı
nedeni ile adi kefile karşı da her hangi bir işlem yapılamayacağına
inanmaktayız
İZLENECEK
YOL
Öncelikle belirtmek isteriz ki,
iflas yada iflasın ertelenmesi talebi mal varlığını ilgilendiren bir konudur.
İş bu nedenle, talepte bulunan tacir YTTK 85 maddesi doğrultusunda tüm ticari
defterlerini belgelerini ve kayıtlarını mahkemeye sunmakla yükümlüdür. Yasa
koyucu, defterlerin tutulmasında, tasdikinde, saklanmasında ve incelemeye
sunulmasında kanuna uygun hareket etmeyenlerin YTTK 562/1 maddesi gereğince
cezalandırılmaları gerektiğini hükme bağlamıştır. YTTK 562/2 maddesinde ise,
defter ve belgeleri, TTK 88 maddesinde belirtilen koşullara uygun olarak
tutmayanlar hakkında uygulanması gereken ceza hükümlerini düzenlemiştir.
Bu aşamada iflas yada iflas ertelemesi
isteyen kişinin, bir kısım defter ve belgelerinin vermemeye yada ticari sır
kavramından yararlanmaya hakkı bulunmamaktadır. Çünkü, ilmi ve kazai
içtihatlara göre, iflas erteleme kurumuna ilişkin uygulamada, iflas erteleme talebinde bulunan borçlunun
yararının bulunması gözetildiği gibi, alacaklıların da menfaatinin gözetilmesi
gerekmektedir. Hatta, alacalıların menfaatleri gözetilirken, alacaklının
iflasla elde edeceği yarardan fazla bir yararın doğup doğmadığına bakmanın
zorunlu olduğu da ifade edilmektedir.[38] Bu yaklaşım işin doğasına uygundur. Alacağını
geç almak durumunda kalan kişinin alacağını ertelemesinden kaynaklı menfaati
yoksa onu bu yük atına hem de kanun emri ile sokmak en azından hukukun
ilkelerinden biri olan eşitlik ilkesi ile bağdaşır bir tutum olmayacaktır.
İş bu nedenle, mahkemece yapılan
ilan nedeniyle iflas ertelemesinden haberdar olan alacaklı, katılma dilekçesi
ile birlikte iş bu defter ve belgeleri inceleme hakkına ulaşmış olacaktır.
İncelenecek defterlerin yıllar
açısından bir sınırlamasına da gerek olmamalıdır. Çünkü, olaylara göre, zaman
aşımı yada hak düşürücü süreler değişmektedir. Ayrıca, hak düşürücü yada zaman
aşımına uğramış bir hakkın öğrenilmiş olması bu hakkın kullanılmasına yada hak
düşürücü sürelere ilişkin olaylarda hakim tarafından gözetilmesine engel
olmayacağı için, defter ve belgelerin alacaklılar tarafından incelenmesinde bir
zaman sınırlaması yapmanın söz konusu olmayacağını düşünmekteyiz.
Ayrıca, şirketin sermaye
hareketlerini doğru izleyebilmek için, şirketin kuruluş aşamasından itibaren
incelemenin yapılmasında zorunluluk olabilir.
Ertelemeyi talep eden taraf,
borca batıklığı ve aktiflerin şirket alacalılarının alacaklarını karşılamaya
yetmediğini HMK 190 ve MK 6 maddesi uyarınca kanıtlamakla yükümlü olduğuna
göre, erteleme talep edenin defter ve belge sunmaya ilişkin yükümlülükten
kurtulması mümkün değildir.
Bir an için erteleme talep edenin,
şirket tüzel kişiliği yerine alacalılardan biri olduğunu düşündüğümüzde bile,
tüzel kişiliğin bu yükümlülüğünün devam etmesi gerektiğine inanmaktayız. Çünkü,
iflas erteleme talebi, iflasın bir önceki basamağı olmasına rağmen, iflas
talebinden sonra yerine getirilen bir taleptir. İflasta da defter ve belgelerin
tamamının ibrazı söz konusu olduğuna göre, talebin alacaklılardan biri
tarafından yapılması olayımızı değiştirmeyecektir.
Böylesi bir incelemenin sadece,
hukuk, muhasebe yada işletme bilgisi ile çözümlenmesi mümkün olmayacağına göre,
alacaklı yada alacaklılar bu incelemeyi tüm bu alanlardaki uzmanlardan yardım
alarak yapmak zorundadırlar. Böylece,
iflas erteleme talep koşulunun var olup olmadığı saptanmalıdır. Bu masraflı bir
inceleme olacağı için, alacaklıların birlikte hareketinde yarar bulunmaktadır.
İİK 286 maddesi gereğince,
ticari defterleri usulüne uygun olarak tutmayan kişinin konkordato talebinin
reddi gerekeceği belirtilmiştir. Aynı zamanda, usulüne uygun defter tutmayan
tacir, iflas aşamasında ise, İİK 310 maddesine göre taksiratlı müflis
sayılmakta ve TCK 162 maddesine göre cezalandırılmaktadır.
Burada YTTK 562/1a maddesine
göre cezalandırılacaktır.
Ayrıca, HMK 222 maddesine göre, tasdiksiz
defterlerin lehe delil olamayacağı kuralını dikkate alırsak, iflas
ertelenmesinin talep eden lehine sonuç doğuracak bir özellik taşıması
nedeniyle, böylesi bir durumun varlığı halinde, defter sadece aleyhe delil
niteliği dikkat alınarak değerlendirilmeli buna rağmen ertelemenin
uygulanmasının koşulları oluşmuş ise sonuca göre karar verilmelidir.
Bu aşamada cevap verilmesi
gereken bir soru ise, alacaklının defter ve belge kayıtlarının bu incelemeye
bir etkisi olacak mıdır ? sorusudur. Elbette olacaktır, Çünkü, defter ve
belgelerin delil olabilmesinde karşı taraf defterleri de önem taşımaktadır. Bu
nedenle, alacaklı hazırlanan bilirkişi raporuna bu yönüyle itiraz ederek,
raporda yer alan bilgileri çürütebilir.
Erteleme kararında alacaklıların
yararlarının da incelenmesi gerektiği için, mahkeme tarafından atanan
bilirkişilerin bu hususu da dikkate alarak bir rapor hazırlamak zorunluluğu
bulunmaktadır.
Ayrıca, borçlu açısından doğmuş
bazı cezai yaptırımların varlığı da bu aşamada saptanabilir.
Alacaklılar tarafından defter ve
belgelerin incelenmesi aşamasında, belgelerin ve beyanların kanuna aykırı
olması söz konusu ise, bu eylemden sorumlu olan kişiler hakkında YTTK 549 maddesinden
yararlanarak gereken giderim ve YTTK 562/7 maddesinden yararlanarak ceza
davalarının açılmasının olanakları araştırılmalıdır.
Eğer, bu tür işlemler ile,
ödenmemiş sermaye ödenmiş gibi gösterilmiş ise yada taahhüt edilmemiş bir
sermaye taahhüt edilmiş gibi gösterilmiş ise, sermaye hakkında yanlış
beyanların oluşmasını sağlanmış olan kişiler hakkında YTTK 550 maddesi
doğrultusunda giderim ve oluşmuş ise YTTK 562/9 maddesinden yararlanarak, ceza
davalarının açılmasının olanakları düşünülmelidir.
Gene aynı şekilde, iflas
ertelenmesi talep eden şirketin, sermaye koyma yükümlülüğü aşamasında, ayın
sermayeye değer biçmede, hile yaptığı saptanmış olursa, YTTK 551 maddesi
doğrultusunda, bu eylemi gerçekleştiren kişiler hakkında, YTTK 551 maddesinden
yararlanarak, YTTK 562/10 maddesinden yararlanarak, ceza ve giderim davalarının açılmasının
yolları aranmalıdır.
YTTK 562/5 maddesine göre,
kuruluş aşamasında, YTTK 349 maddesine aykırı olarak, gerçek dışı beyanda
bulunan, YTTK 358 maddesine aykırı şekilde borç alan ortak yada YTTK 395
maddesine göre şirketten borç alan yada yakınlarının borç almasına aracılık
eden yönetim kurulu üyesi varsa bunlar hakkında gereken cezai işlemlerin uygulanmasını
talep etmenin yanı sıra bu eylemlerden ötürü bir giderim davası olanağı doğmuş
ise bunun kullanılmasının olanakları aranmalıdır.
Y
TTK 356 maddesinde yer alan
kanuna karşı hileye ilişkin kuralı görmezden gelerek, kanunun engellediği
alımları yapan yada bu tür alımları gerçekleştirirken yasal prosedüre
uymaksızın, şirket varlığını azaltarak, alacaklıların ve ortakların haklarını
almalarını engelleyen sorumlular hakkında, gereken giderim ve ceza davalarının
açılmasının yolları aranmalıdır.
Bilindiği gibi, TTK 563/1
maddesi gereğince TTK 562 maddesinde yer alan suçlar resen soruşturulacak ve
kovuşturulacak suçlardandır. Gene bilindiği gibi, suçtan haberdar olan kamu
görevlisinin suçu ihbar yükümlülüğü bulunmaktadır. Davaya bakan hakiminde bir
kamu görevlisi olduğunu düşünürsek,
hakiminde söz konusu yasa hükmü gereği ihbar yükümlülüğü olduğunu ve
buna aykırı hareketten ötürü TCK 279 maddesi gereği cezai ve HMK 46 vd
maddelerinden ötürü de giderim sorumluluğu bulunduğunu söylemek zorunda
kalırız. Hakimlerin sorumluluğunda davanın devlete karşı açılmış olması, onları
tamamen sorumluluktan kurtarmamaktadır. Açılacak olan rucu davası ile
sorumluluk hakimin üzerine yüklenmektedir. Ayrıca rücu davası açılmamasını,
bireyin dava konusu yapabileceği dikkate alındığında, sorumluluğun ne denli
ağır olduğu görülmektedir.
Giderim davaları açılırken, İİK
331,333/a ve 345/a maddelerinde belirtilen
koşullarının oluşup oluşmadığına da bakmakta yarar bulunmaktadır. İflasın
ertelenmesi halinde, iflasın ertelenmesinde hukuki yararı bulunan borçlu şirket
yetkililerinin erteleme sürecinde şirketin durumunun düzeltilmesi için
yapacakları iş ve işlemlerle, alacaklıların alacaklarını almalarını engelleyici
veya imkansız hale getirici tavır ve davranışlar içerisine girmemeleri için
İİK’da bir kısım cezai sorumluluk halleri düzenlenmiştir. Eğer bu maddelerin uygulanmasının
koşulları oluşmuş ise, gereken davalar açılmalıdır. Bu davalarda kimlerin
yargılanacağı İİK 345 maddesinde belirlenmiştir.
Buna göre, İİK’da suç teşkil
eden fiilleri işleyen şirketlerde; sözkonusu fiili şirket adına ifa eden
Yönetim Kurulu başkan ve üyelerinin, Müdürlerin, mümessillerin, vekillerin,
şirket tasfiye halinde ise, tasfiye memurlarının, denetçi ve müfettişlerin ve
iflas ertelemede yukarda incelendiği üzere şirketin idaresi, Kayyuma bırakılmış
ise, kayyumların sorumluluğu sözkonusu olmaktadır.
“Alacaklısını
Zarara Sokmak Kasdiyle Mevcudunu Eksiltme Suçu” İİK. 331 maddede
düzenlenmiştir. Bu suçun maddi
unsurları madde metninde açıkça sayılmış olup, iflasın ertelenmesi kararından
önceki iki yıl veya iflasın ertelenmesinden sonraki iki yıl içinde olmak kaydı
ile;
Borçlu;
1-Alacaklısını
zarara sokma kasdı ile hareket etmeli, ayrıca
2-Mallarını
kısmen veya tamamen; satarak veya telef ederek veya kıymetten düşürerek veya
muvaza ile başkasına devrederek veya aslı olmayan borçları kabul ederek kendini
borçlu göstermiş olmalıdır.
Alacaklı;
1-
Borçlu hakkında kesin
aciz vesikası alarak veya
2-
Borçludan alacağını
alamadığını-ki, borçlu hakkında takip, haciz,muhafaza..vs işlemlerine rağmen-
ispat ederek
Borçlunun
cezalandırılmasını isteyebilir.
Yerleşik
Yargıtay içtihatları ile; borçlu hakkında aciz belgesi alınıp alınmadığı ve
borçlunun borcu karşılamaya yetecek başka bir mal varlığı olup olmadığı,
Mahkemece resen araştırılmak zorundadır. Ayrıca alacaklıyı zarara uğratma
kastının varlığının tespiti için, şikayete konu işlemin yapıldığı şirkete ait
defter ve kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, aktifin borçları
ödemek için yeterli olup olmadığının saptanması, borçlu şirket hakkında başka
icra takipleri varsa incelenmesi, borçlu şirkete ait taşınır veya taşınmaz
malların satışının yapılıp yapılmadığının araştırılması gerekmektedir.[39]
Ticari işletmede yöneticinin
sorumluluğu iik 333/a maddesinde düzenlenmiştir. İİk.nda iflas erteleme ile
ilgili olarak 2003 yılında yapılan değişikliklere paralel olarak İİK.333/a
maddesi eklenmiştir. Yukarda incelediğimiz İİK 331.maddesi ile benzer ifadeler
içeren yasa maddesinde baktığımızda, hususen, Borçlu olan Ticaret Şirketler
için düzenlendiği, oysa İİK 331.m.deki borçlu ifadesinin gerçek ve tüzel kişileri
kapsadığı, suç anlamında benzer maddi unsurları taşımakla beraber, madde
metninde aynen “Ticaret şirketlerinde hukuken veya fiilen yönetim yetkisine
sahip olanların alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticarî işletmenin
borçlarını kısmen veya tamamen ödemeyerek alacaklıları zarara soktukları
takdirde, bu işlem ve eylemlerin başka
bir suç oluşturmaması hâlinde, alacaklının şikâyeti üzerine, ….cezalandırılır.”
hükmü gereğince Borçlu Şirketin yöneticisi işletmenin borçlarını kısmen veya
tamamen ödememiş olmalıdır. Ayrıca fiilin başka bir suç oluşturmaması
gerekmektedir. Şöyleki; “şirkete ait
malların mevcudiyetinin azaltılması veya şirket mallarının gizlenmesi, diğer
suçların konusudur. Failin özel bir davranışı gerekmeyip, borcunu ödeme
olanağına sahip olmasına karşın, yalnızca açıklanan kasta uygun olarak borcun
ödenmemesi durumunda, zarar koşulunun da varlığı halinde suç oluşacaktır”.[40]
Sermaye Şirketlerinin İflasını istemek
mecburiyetinde olanların, iflası istememeleri halinde İİK 345/a maddesi gereğince
cezalandırılması sözkonusudur. Yukarda bahsi geçen suçlarda olduğu gibi,
takibi şikayete bağlı olan sözkonusu suçun failleri, sermaye şirketleri ile
kooperatif idare ve temsil yetkisine sahip kişiler, tasfiye halinde ise,
tasfiye memurlarıdır. Yargıtay CGK.nun 27.03.2012 tarihli Kararında belirtildiği
üzere; 345/a bentinde cezalandırılan eylem , sayılan kişiler tarafından yasal
koşullar oluştuğu halde iflasın istenmemesidir.
İİK
331.m., 333/a ve 345/a maddesinde düzenlenen sözkonusu fiiller nedeniyle
alacaklının şikayeti ile suç olarak takip edileceği madde metinlerinde hükme
bağlanmıştır. Bu nedenledir ki, şikayetten vazgeçme ile suç, dava, ceza tüm
sonuçları ile ortadan kalkmaktadır.
Şikayet
hakkı fiilin öğrenildiği tarihten itibaren 3 ay, herhalde, fiilin işlendiği
tarihten itibaren 1 yıl geçmekle düşer(İİK.347.m)
Şikayette
yetkili mahkeme, İcra takibinin yapıldığı yer mahkemesidir(İİK 348.m.)
Görevli
Mahkeme Yargıtay CGK.nun 13.02.2007 tarih ve 2007/16 E., 2008/28 K: sayılı
Kararı ile yasada açıkça düzenlenmemiş görevli mahkemenin İcra Ceza mahkemesi
olduğu, uygulamada yaşanan karmaşaya son verici açıklıkta olmak üzere yargılama
aşamasında 5271 sayılı Kanun hükümlerinin değil, İİK hükümlerinin uygulanacağı
kabul edilmiştir.
Elbette, bu suçların bazılarının
oluşmasında, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura yada sahte fatura
kullanılmış olabilir ve bu husus bilirkişiler, kayyumlar, hakim en önemlisi
alacaklılar tarafından saptanmış bulunabilir. Böylesi bir durumun varlığında,
ceza davasının açılması için vergi hukukundan kaynaklı bazı prosedürlerin
gerçekleşmesi gerekiyorsa da, ihbar için hiç bir prosedüre gerek yoktur.
Üstelik, ihbarcının ikramiye alması olasılığı düşünülürse, iflasın
ertelenmesinden kaynaklı zararın giderilmesinin bir yolu olabilir. Ayrıca,
konusu suç olan bu eylem nedeni ile, iflas ertelemesi istenilen tüzel kişiye
zarar verildiğine göre, en azından tüzel kişinin tazminat hakkının doğması
olasılığı da bulunmaktadır
Yönetim kurulu üyelerine karşı
açılacak giderim davalarında, zaman aşımı için üç temel kural bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, haber alma tarihine dayalı olan zamanaşımı süresi olup,
haber alma tarihinden itibaren iki yıl olarak belirlenmiştir. İkincisi olayın
olduğu tarih dikkate alınarak oluşturulan zamanaşımıdır. Burada ise zamanaşımı
olayın olduğu tarihten itibaren beş yıl olarak belirlenmiştir. Üçüncüsü ise,
ceza zaman aşımı dediğimiz uzatılmış zamanaşımıdır. Eğer giderime konu olay
aynı zamanda suç oluşturuyorsa, ceza davasının açılmış olup olmadığına
bakılmaksızın, ceza davasına ilişkin zaman aşımı süresi hukuk davası için de
geçerlidir.[41]
Eğer bir olayda sahtecilik yada
hile varsa bu olayda, davalının zamanaşımı itirazının dinlenilmemesi gerekir.[42]
TBK 153 vd maddelerinde yer alan
zamanaşımını kesen ve durduran nedenlerin varlığının incelenmesi ile hakka
ulaşmanın mümkün olup olmadığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Ceza davalarının açılması resen
olduğuna göre, olayı saptayan her alacaklı yada üçüncü kişinin, ihbar hakkı
hatta ihbar görevi bulunmaktadır. Önemli olan alacaklı olarak giderim davası
açabilip bilmeyeceğimizdir.
İyileştirme projesinin
gerçekleşmesinin sağlanıp sağlanmadığının kontrolü yapılmalıdır. Örneğin
kayyumlarına ücret ödemeyen, işletmesinin bulunduğu çalışma mekanını terk
ederek anlamsız bir adresi işletmenin adresi olarak gösteren, şirket defter ve
belgelerini kayyumlara vermeyen, iflasın ertelemesi davasının açılması ile
birlikte oluşturulan şirket envanterinde yer alan aktiflerin azalmasına neden
olan, bir şirketin işletme projesini uygulamasından söz edilemeyeceği dikkate
alınmalı ve yasal işlemlere başlanmalıdır.
Eğer şirketin iflas ertelemesi
talep etmesine neden olan ve bundan ötürü, şirketin yada alacaklıların zararına
neden olan bir olay varsa, bundan kaynaklanan zararın bir de sorumlusu
bulunmaktadır. İşte bu sorumlular hakkında iki ayrı yasa maddesi ile giderim
istemek mümkündür. Bunlardan birisi, TBK da yer alan haksız fiillere ilişkin
giderim davasıdır. Diğeri ise TTK da yer alan özel hükümlere ilişkin giderim
davasıdır.[43]
TTK nın 553 maddesine
baktığımızda, kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, yöneticilerin ve tasfiye
memurlarının, şirkete, ortaklara ve alacaklılara zarar vermesi halinde,
sorumluluklarını düzenlediğini görmekteyiz.[44]
Yeni TTK, eski TTK dan farklı
olarak, fiili organ konumunda olan kişilerin, yani herhangi bir görev
üstlenmemiş olmakla beraber şirketin kararlarına yön veren kişilerinde sorumlu
tutulması gerektiğini hükme bağlamıştır.[45]
TTK 334 maddesine göre, yönetim
kuruluna üye gönderen kamu tüzel kişisi, bu üyenin vermiş olduğu zarardan
sorumludur. Aynı şekilde, yönetim kuruluna bir tüzel kişi seçilmiş ise, tüzel
kişinin kendisini temsil etmek için gönderdiği gerçek kişinin vermiş olduğu
zarardan ötürü, tüzel kişi sorumludur.[46]
İnançlı yönetim kurulu üyesi adı
ile andığımız, bir başkasının istemleri doğrultusunda yönetim kurulu
kararlarına katılmayı kabul eden kişilerin vermiş oldukları zarardan ötürü ise
hem söz konusu gerçek kişi hemde ona bu görevi veren gerçek yada tüzel kişi
fiili organ kuralı gereğince sorumludur.[47]
Ayrıca, yeni TTK şirketler topluluğu
gerçeğine yer vermiş ve bağlı şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluklarını
bu ilkeyi göz önüne alarak hem bağlı şirket hem de hakim şirket açısından hükme
bağlamıştır.[48]
Gene yeni TTK ya göre, sorumluluk
davası açabilmek için, şirket ortaklarının genel kurul kararına gerek
olmaksızın hareket etmesinin yolu açılmış, alacaklıların dava açmalarına
ilişkin hükümler daha açık ve uygulanır hale getirilmiştir.
Ne yazık ki uygulamada
alacaklıların bu yollardan her hangi birine gittiğini görmedim. Bu nedenle de
bu konuyu doğrusu ile yanlışı ile dikkatinize sunmak, tartışa tartışa kötü
niyetli kişilerin borçlarının keyfini sürerken, alacaklıların mağdur olmasının
önüne geçmenin yollarını bulmak istedik.
*Av.Necla Erdem-Ankara Barosuna kayıtlı-İletişim mail:n_erdem@hotmail.com,Tel: 05327975570
1- İş bu yazı içeriğinde, İflas ve İflas Erteleme Davalarında görevli mahkemenin, "Şirket Merkezindeki Asliye Ticaret Mahkemesi" olduğunu belirtmiştik. Ancak daha sonra www.kararara.com sitesinde yayınlanan Yargıtay HGK.nun 20.02.2013 gün ve 2013/19-643 E. 2013/256 K. sayılı Kararından öğrendiğimize göre; İİK 154.m. doğrultusunda, davanın şirket merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinin yanısıra, "şirketin muamelelerinin şirket merkezinden farklı bir yerde yürütülmesi" durumunda, şirketin muamele merkezinde de, iş bu davaların açılabileceğini öğrendik.
2- YTTK 447/2 maddesi, anonim şirket genel kurul kararlarının butlanla malül olmasına ilişkin hükümler koyarken, sermayenin korunmasına aykırı hükümler ile anonim şirket yapısına aykırı olan genel kurul kararlarının da butlanla malül olduğunu hükme bağlamıştır. Butlan davasının süreye bağlı olmadan ortak olmayan ancak butlanı tespit ettirmede hukuki yararı bulunan herkez tarafından açılabileceğini düşündüğğümüzde, bu hükmün kötü niyetli iflas ve iflas ertelemelere uygulanabileceği akla gelmektedir.
2- Aynı gruba dahil şirketler arasında, iflası ve/veya iflas ertelemesi birbirini etkileyecek şirketler var idiyse, bunlara ilişkin talep, aynı dava dilekçesi ile "Davaların Yığılması"İlkesi doğrultusunda açılabilir. Karar, Davaların Yığılması ilkesindeki temel esas doğrultusunda, her bir şirket için ayrı ayrı verilir.
3- Karşılıklı borç yükleyen akitlerde, İflas erteleme talebinde bulunan şirket, erteleme talebine ilişkin davada tedbir kararları alındıktan sonra, kendi edimini yerine getirmesi, tedbir kararındaki koşullara bağlı hale gelirken, diğer âkid taraf tedbir kararından yararlanıp ediminden kurtulamayacağı için, kendisine düşen edimleri yerine getirme borcu altında kalacaktır. Ancak akdin feshine ilişkin davayı açıp, akdin feshini sağlayıp edimlerinden kurtulabilir.
Eğer bir başka alacaklı tarafından diğer âkide, İflas Erteleme isteyen şirketten doğmuş, doğacak alacaklarını talep eder şekilde İİK 89.m gereğince Haciz İhbarı gönderilmiş ise, akdin İflas Ertelemeden önce oluştuğu dikkate alınarak, Haciz İhbarnamesinde yeralan, doğacak alacaklara ilişkin borç yükümlülüğü devam eder. Eğer İflas Erteleme talep eden şirket ile, karşı âkidin sözleşmesi sadece iflas ertelemesine ilişkin olmakla birlikte, işin gereği iflas ertelemesinden sonra bir başka sözleşme ile yenilenecekse, böylesi bir durumda, haciz ihbarnamesi erteleme sonrası alacak borç durumunu etkilemez. Çünkü hernekadar taraflar ve edim aynı ise de, erteleme sonrasında oluşan yeni bir akit olduğu için, geçmişi kapsar şekilde işlem yapmak mümkün değildir.(İş bu paragrafta yerlan görüş herhangi bir Yargıtay kararına dayanmaksızın tarafımızca oluşturulan görüştür)
4- Limited şirketlere ilişkin olarak iflasın ertelemesi uygulaması yapılırken, Limited şirketine esas sözleşmesinde, ek ödeme yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı incelenmeli, eğer, ek ödeme yükümlülüğü varsa, iflasla birlikte bu yükümlülüğün muaccel hale gelmesi sözkonusu olacağından ötürü, öncelikle bu ek ödeme ile şirketin iflastan kurtulup kurtulmadığı incelenmelidir. TTK 603/2
1- İş bu yazı içeriğinde, İflas ve İflas Erteleme Davalarında görevli mahkemenin, "Şirket Merkezindeki Asliye Ticaret Mahkemesi" olduğunu belirtmiştik. Ancak daha sonra www.kararara.com sitesinde yayınlanan Yargıtay HGK.nun 20.02.2013 gün ve 2013/19-643 E. 2013/256 K. sayılı Kararından öğrendiğimize göre; İİK 154.m. doğrultusunda, davanın şirket merkezinin bulunduğu yerdeki Asliye Ticaret Mahkemesinin yanısıra, "şirketin muamelelerinin şirket merkezinden farklı bir yerde yürütülmesi" durumunda, şirketin muamele merkezinde de, iş bu davaların açılabileceğini öğrendik.
2- YTTK 447/2 maddesi, anonim şirket genel kurul kararlarının butlanla malül olmasına ilişkin hükümler koyarken, sermayenin korunmasına aykırı hükümler ile anonim şirket yapısına aykırı olan genel kurul kararlarının da butlanla malül olduğunu hükme bağlamıştır. Butlan davasının süreye bağlı olmadan ortak olmayan ancak butlanı tespit ettirmede hukuki yararı bulunan herkez tarafından açılabileceğini düşündüğğümüzde, bu hükmün kötü niyetli iflas ve iflas ertelemelere uygulanabileceği akla gelmektedir.
Bir meslektaşım tarafından sorulan sorya vermiş
olduğum cevabı sizlerle paylaşıyorum
1 / Bilindiği yetki kuralları kesin yetki ve
seçimlik yetki olarak ikiye ayrılmaktadır. Gerek İİK 154 maddesinde gerekse TTK
376 maddesinde belirtilen yetkili mahkemeye ilişkin hüküm emredici nitelikte
olup kesin yetki kuralıdır.
Bu nedenle, yetkinin, gerek tarafların başvurusu
ile gerekse resen, yargılamanın her aşamasında incelenmesi ve yetkisiz bir
mahkemede yargılama yapılıyorsa, bu mahkemenin yetkisizlik kararı vermesi
gerekmektedir.
İflas başvurusuna ilişkin yetkiyi düzenleyen TTK
376 maddesi hükmüne göre, yetkili mahkeme, şirketin merkezinin bulunduğu yerde
ki mahkemedir. Buna karşılık İİK 154 maddesine göre yetkili mahkeme şirketin
muamele merkezinin bulunduğu yer mahkemesidir. Görüldüğü gibi her iki yasanın
belirlemiş olduğu yetkili mahkemeler arasında çelişki bulunmaktadır.
Bu çelişki Yargıtay kararları ile giderilmeye
çalışılmış ve şirket merkezinin bulunduğu yer şirketin muamele merkezine
karinedir açıklaması getirilmiştir. Bilindiği gibi, HMK 190/2 maddesine göre,
“kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya
ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı
taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” Bir karinenin kanuni karine
olabilmesi için, bunun kanunda açıkça belirtilmiş olması gerekir. Örneğin, TTK
19 maddesinde yer alan “ticari iş” karinesi veya TTK 21 maddesinde yer alan
“itiraz edilmeyen faturanın içeriğinin kabul edilmesine” ilişkin karinede
olduğu gibi bir hükme gerek vardır. Somut olayımızda, ticaret sicilde şirket merkezi
olarak kabul edilen yerin şirketin muamele merkezi olduğu yolunda ki karine,
yargı kararları ile benimsenmiş bir karinedir. Bu nedenle her zaman aksinin
kanıtlanması mümkündür.
Somut olayımıza baktığımızda, iflas ertelemesi
talep eden şirketin, yıllardır faaliyet gösterdiği ve fabrikasının bulunduğu
yer Ankara’dır.
İlmi içtihatlara göre, muamele merkezinden
kasıt, işletmenin üretiminin, satışlarının malzeme alımlarının
gerçekleştirildiği yerleşim yeridir ( Dr. Oğuz İmregün, Kara Ticaret Hukuk
Dersleri 4. Bası sayfa 255; Prof. Dr. Sabih Arıkan Ticari İşletme Hukuku sayfa
35 )
İflas erteleme talep eden şirketin, fabrikası
Ankara’da …adresinde bulunmaktadır. Bu nedenle, ham madde alımları, üretim
faaliyeti, satış işlemleri, finans/bankacılık işlemlerinin hepsi Ankara’da
gerçekleşmektedir. Tüm bunlar, şirketin ticari defterlerinde yer alan
kayıtlardan ve bunların dayanağı olan belgelerden anlaşılacak olan hususlardır.
Ayrıca, İflas erteleme talep eden şirketin,
ticaret sicil kayıtları incelendiğinde, söz konusu şirketin…..tarihinde
Ankara’da ki adresini değiştirdiği bunu takip eden….gün sonrasında ise Gebze’de
bir adres edindiği, bu adresi de, ….tarihinde Gebze’de ki bir başka adresle
değiştirdiği görülecektir.
İflas erteleme isteyen şirketin, bu adres değişiklikleri,
sadece iflas davasındaki yetkili mahkemeyi değiştirmek amacını taşımaktadır.
Yukarıda belirttiğimiz maddi vakıalar ve şirketin iflas erteleme isteminden
sonraki işlemleri şirketin ticari defterlerinden incelendiğinde, şirket
muamelelerinin hala Ankara’dan yapılmakta olduğu görülecektir.
İflas erteleme talep eden şirket,
alacaklılarının yapısı incelendiğinde de bunların Ankara ağırlıklı işletmeler
olduğu görülecektir.
Örneğini sunduğumuz YHGK incelendiğinde, kararın
ana fikrini, yetki itirazında bulunan alacaklının, yetki itirazına konu maddi
vakıaları kanıtlayamadığı, bu nedenle, yetki itirazının ret edildiği
anlaşılmaktadır.
Halbuki biz yetki itirazımızı maddi vakıalara
dayandırmaktayız. Bu nedenle yetki itirazımızın kabul edilerek dosyanın yetkili
Ankara Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesini talep etmekteyiz.
2 / İflas erteleme talebinde bulunan bu
şirketin, adres değişikliği, zaman zaman boşanma davarlarında uygulanan bir
usul işlemini hatırlatmaktadır. Bilindiği gibi, dava açmak isteyen eş, hiçbir
neden yokken, adresini, diğer eşin yani davalının ulaşması zor bir yere
taşımakta ve bu yeri yerleşim yeri olarak bildirerek davayı orada açarak,
davalı eşi mağdur etmek istemektedir. İşte böylesi olaylarda Yargıtay’ın
yerleşmiş kararlarına göre, TMK 2 maddesine aykırı davranıştan ötürü, davalının
yetki itirazı kabul görmektedir. Her ne kadar, somut olayların yapısı ve ilgili
Yargıtay Daireleri değişmekte ise de, bu kararlar bizim somut olayımız için de
yerleşmiş Yargıtay kararı olarak kabul görmelidir.
Örnek karar Yrg 2 HD 1.4.2013 2012/23551 E
2013/8920 K kazanci içtihat
bankası
3 / Mahkemeniz tarafından verilen ihtiyat-i
tedbir kararı incelendiğinde, iflas ertelemesi talebinde bulunan şirketin,
iyileştirme projesinde sunmuş olduğu tedbirin, “şirket sermayesinin
arttırılması” olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, 6102 sayılı TTK ya göre, sermaye
artırımı, ya iç kaynaklardan ya da nakit veya ayın sermaye konulması yoluyla
gerçekleşmektedir. İflas erteleme isteyen bir şirketin iç kaynaklardan sermaye
artırımı yapabilmesine fiilen ve hukuken olanak olmadığına göre, somut
olayımızda iflas erteleme isteyen şirketin sermaye artırımının nakit yada ayın
sermaye yolu ile gerçekleşmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Bu artırımın
yapılması için, ani artırım yolunun seçilmiş olması zorunluluğu YTK nın
yapısından kaynaklandığına göre, iflas erteleme isteyen şirket, kimin ne kadar
sermaye koyacağını bilmektedir. O halde bu, bilgisini, mahkemenizce paylaşması
yani sermaye artırımına katılacak olanların taahhüdünü gösterir inandırıcı
belgeler sunmuş olması gerekirdi.
Tüm bunların yanı sıra iflas ertelemeyi
düzenleyen YTTK 376 ve 377 maddeleri değerlendirildiğinde, YTTK 376/1
maddesinin iflas erteleme isteminde bulunan şirkete, sermaye artırma olanağını
daha iflas ve onun takipçisi olan iflas erteleme talebinden önce de tanıdığını
görmekteyiz. İflas erteleme isteminde bulunan şirketin bu olanağı
kullanmaksızın, YTTK 377 ve İİK 179 maddesinde belirtilen olanaktan yararlanmak
istemesi onun kanuni hakkıdır. Ancak bu hak kullanılırken, iflas erteleme
talebinde bulunan şirketin, söz konusu maddenin gerekçesinde yer alan ve tüm
ilmi ve kazai içtihatlarda benimsenen şekilde alacaklıların haklarını da
koruyacak bir proje sunması gerekmektedir. O halde sermaye artırımı yolu ile
iflastan kurtulmak isteyen şirket için yapılması gerekenin, kendisine uygun bir
süre verilerek, sermaye artırımını gerçekleştirecek ortak olan yada olmayan
kişilerin taahhütlerini içeren belgeleri sunmak ve kendisine tanınan süre
içinde bu artımı sağlamaktır. Eğer kendisine tanınan süre içinde bu artımı
sağlayamamış ise, iflas erteleme sisteminin yapısı gereği iflasına karar
vermekti.
4 / TTK 85 maddesi gereğince, tacirin yönetim
kurulu ve genel kurul karar defteri de dahil olmak üzere tüm ticari defterlerinin
ve buna ilişkin belgelerin tamamı
mahkemenize ibraz edilmeli, bilirkişi raporu ve kayyum raporları tüm bunlar
incelenerek oluşturulmalıdır.
İflas erteleme davası, iflas isteminden sonra
oluşturulan bir dava türü olduğu için, iflas erteleme talebinde bulunan
tarafından sunulan tüm defter ve belgelerin alacaklılardan biri olarak
tarafımızdan da incelenmesine olanak verilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde,
iflas erteleme isteminde bulunan şirketin, isteminin yasalara uygun bir istem
olup olmadığı yada iflas ertelemeye ilişkin karar verilmeden önce verilen
önleyici tedbir niteliğindeki ihtiyati tedbirlerin sağlıklı olup olmadığı veya
tedbir kararımızdan sonra gerçekleşen olaylar nedeni ile tedbirin kalkmasının
gerekip gerekmediği konularında beyanda bulunmaya diğer bir anlatımla
haklarımız korumaya çalışabileceğimiz ise hukuki bir gerçektir.
İşbu nedenle, iflas erteleme talep eden şirkete
tüm defter ve belgelerini ibraz için süre verilmesini talep etmekteyiz.
5 / Tedbir kararınızın içeriğinden, iflas erteleme
talebinde bulunan şirketin, YTTK 376/3 maddesi gereğince, mahkemenize;
-
İflas ve iflas erteleme konusunda
yönetim kurulunun almış olduğu kararı sunup sunmadığı
-
İflas erteleme talebinde bulunan
şirketin söz konusu yasa maddesine göre,
o
Şirketin devamlılığı esasına göre
hazırlanmış bilançoyu
o
Şirketin mal varlığının muhtemel
satış fiyatlarına göre bir ara bilanço hazırlayıp hazırlamadığını
Anlaşılmamaktadır. Bilindiği gibi, bu belgelerin
sunulması yasal zorunluluktur. Diğer bir anlatımla, HMK’nın anlatımı ile “diğer
kanunlarda yer alan dava şartlarıdır”
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/19-643
K. 2013/256
T. 20.2.2013
• İFLAS DAVASINDA YETKİLİ MAHKEME ( İflası
İstenen Kişinin Ticaret Siciline Kayıtlı Olduğu Yer Muamele Merkezi Yönünden
Karine Teşkil Ederse de Ticaret Sicilinde Kayıtlı Yerden Başka Bir Yerin
Muamele Merkezi Olduğu Kanıtlanırsa İflas Davasının Bu Yer Ticaret Mahkemesinde
Açılması Gerektiği )
• İFLASIN ERTELENMESİ İSTEMİ YÖNÜNDEN
YETKİLİ MAHKEME ( Merkezinin Ticaret Odasına Kayıtlarını Yaptırdıkları İlde
Gösterilen Adres Olduğunun Ticaret Sicil Gazetesi'nde Tescil ve İlan Edildiği -
Şirketlerin Sicile Kayıt Edildiği İl Merkezindeki İl Mahkemesinin Yetkili
Olduğunun Gözetileceği )
• YETKİLİ MAHKEME ( Şirketlerin Sicile
Kayıt Edildiği İl Merkezinin 2004 S.K. Md.154 Kapsamında Muamele Merkezi
Yönünden Karine Oluşturacağı/Bu Karinenin Aksinin İspatına Dair Delil de
Dosyaya Sunulmadığı - İflasın Ertelenmesi İstemi Yönünden Yetkili Mahkemenin Bu
İl Mahkemesi Olduğu )
• TİCARET SİCİLİNE KAYITLI OLUNAN YER (
Şirketlerin Sicile Kayıt Edildiği İl Merkezinin 2004 S.K. Md.154 Kapsamında
Muamele Merkezi Yönünden Karine Oluşturacağı - Şirketlerin Sicile Kayıt
Edildiği İl Merkezinin 2004 S.K. Md.154 Kapsamında Muamele Merkezi Yönünden
Karine Oluşturacağı )
• MUAMELE MERKEZİ ( İflası İstenen Kişinin
Ticaret Siciline Kayıtlı Olduğu Yer Muamele Merkezi Yönünden Karine Teşkil
Ederse de Ticaret Sicilinde Kayıtlı Yerden Başka Bir Yerin Muamele Merkezi
Olduğu Kanıtlanırsa İflas Davasının Bu Yer Ticaret Mahkemesinde Açılması
Gerektiği )
ÖZET : İflası istenen kişinin ticaret siciline
kayıtlı olduğu yer, muamele merkezi yönünden karine teşkil ederse de, ticaret
sicilinde kayıtlı yerden başka bir yerin muamele merkezi olduğu kanıtlanırsa
iflas davasının bu yer ticaret mahkemesinde açılması gerekir. İflas erteleme
talebinde bulunanlar, şirketlerin merkezlerini taşımışlardır. Her iki şirket
taşınılan yerde bulunan Ticaret Odası'na kayıtlarını yaptırmış, şirketlerin
merkezlerinin bu ilde gösterilen adres olduğu Ticaret Sicil Gazetesi'nde tescil
ve ilan edilmiştir. Şirketlerin sicile kayıt edildiği il merkezi, İİK 154.madde kapsamında
muamele merkezi yönünden karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ispatına dair
bir delil de dosyaya sunulmamıştır. İflasın ertelenmesi istemi yönünden yetkili
mahkemenin bu il mahkemesi olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
DAVA : Taraflar arasındaki “iflasın ertelenmesi”
davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir 2.Asliye Hukuk
Mahkemesi'nce davanın yetkisizlik nedeniyle reddine dair verilen 26.10.2010 ve
E:189, K:302 sayılı kararın incelenmesi iflas erteleme talebinde bulunanlar
vekili ile müdahil İş Bankası vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
19.Hukuk Dairesi'nin 05.05.2011 gün ve 2177 - 6186 sayılı ilamı ile;
( ... İflas erteleme talebinde bulunanlar vekili, müvekkilleri şirketlerin
ekonomik kriz nedeniyle borca batık hale geldiğini belirterek iflas erteleme
talebinde bulunmuştur.
Mahkemece, tüm dosya kapsamı ve müdahil vekillerinin beyanları doğrultusunda
iflas erteleme talebinde bulunanların ticari işletmelerinin ve muamele
merkezlerinin Bursa olduğu belirtilerek mahkemenin yetkisizliğine karar
verilmiş, hüküm iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili ile müdahil İş
Bankası vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve
özellikle birden fazla şirketin tek dilekçe ile iflas erteleme talebinde
bulunmalarında bir isabetsizlik bulunmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki
bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-İİK'nın 154,IV hükmüne göre, iflâs davasında yetkili mahkeme borçlunun
muamele merkezinin bulunduğu yer mahkemesidir. Somut olayda iflâsın ertelenmesi
talebinde bulunan şirket tarafından, muamele merkezinin Balıkesir'e
taşındığının ticaret siciline kaydedilerek ilan edilmesinden sonra iflâsın
ertelenmesi talebinde bulunulmuştur. Bu durumda mahkemece işin esasına
girilerek talep ile ilgili bir karar verilmesi gerekirken, ticaret sicili
kaydının aksini kanıtlayan deliller de belirtilmeden yetkisizlik kararı
verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
3-Mahkemece takas, mahsup ve temlik işlemlerinin durdurulmasına ilişkin
tedbir kararı verilmişse de maddi hukuka ilişkin hakların kullanılmasını
önleyici nitelikte tedbire hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır... ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan
yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : İstek, iflasın ertelenmesine ilişkindir.
Yerel mahkemece, “davanın yetkisizlik nedeniyle reddine, karar
kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Bursa Nöbetçi
Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine” dair verilen karar iflas erteleme
talebinde bulunanlar vekili ile müdahil İş Bankası vekilinin temyizleri
üzerine, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş;
mahkemece yetkisizliğe dair önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, iflas erteleme talebinde bulunanlar vekili temyize
getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nda görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine
geçilmeden, dava dilekçesinde “Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatı ile” ibaresi
kullanılmasına karşın, bu konuda bir karar verilmeksizin davaya “Asliye Hukuk
Mahkemesi Sıfatı ile” devam olunması karşısında, öncelikle görev/işbölümü
ilişkisi ve buna göre davaya hangi sıfatla bakıldığının belirlenmesi hususu
önsorun olarak ele alınıp, tartışılmıştır.
Hemen belirtmelidir ki, bazı özel mahkemeler her adli teşkilatta kurulmamış
olduğundan, buralardaki Asliye Hukuk Mahkemeleri özel mahkemelerin görev
alanına giren davalara, bu özel mahkemelerin sıfatıyla bakmaktadır.
Eldeki dava da Ticaret Mahkemesi sıfatı ile görülmek üzere Asliye Hukuk
Mahkemesine açılmıştır.
Mahkemece, davaya Ticaret Mahkemesi sıfatı ile bakılmasına karar verilmemiş
ise de, davanın Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesinde
açılmış bulunması Balıkesir'de müstakil Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmadığına
göre, davaya Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla bakıldığı belirgindir.
Nitekim, aynı kabul şekli Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2011 gün ve
E:2011/19-446, K:2011/569 sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Bu nedenle, ön sorunun reddi ile işin esasının incelenmesine oybirliği ile
karar verilmiş; ön sorun bu şekilde aşıldıktan sonra, Hukuk Genel Kurulu'nca
işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasına gelince;
Uyuşmazlık; iflas erteleme talebinde bulunan şirketlerin muamele
merkezlerinin Bursa ili mi yoksa Balıkesir ili mi olduğu; buradan varılacak
sonuca göre, yetkili mahkemenin bu iki yerden hangisi olduğu, noktasında
toplanmaktadır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ( İİK )'nun “İflas Takiplerinde Yetkili
Merci” başlığı altında düzenlenen 154/III. maddesinde, “…Şu kadar ki, iflas
davaları için yetki sözleşmesi yapılamaz ve iflas davası mutlaka borçlunun
muamele merkezinin bulunduğu yer ticaret mahkemesinde açılır.” Hükmü
öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında, borçlunun muamele merkezinin bulunduğu yerdeki
Ticaret Mahkemesi'nin yetkisi kamu düzenine ilişkin olup, kesindir.
Nitekim, aynı ilke Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2011 gün ve E:2011/19-446,
K:2011/569 sayılı ilamında da benimsenmiştir.
İflası istenen kişinin ticaret siciline kayıtlı olduğu yer, muamele merkezi
yönünden karine teşkil ederse de, ticaret sicilinde kayıtlı yerden başka bir
yerin muamele merkezi olduğu kanıtlanırsa iflas davasının bu yer ticaret mahkemesinde
açılması gerekir.
Somut olayda, iflas erteleme talebinde bulunanlar, şirketlerin merkezlerini
Bursa ilinden Balıkesir iline taşımışlardır. Bu kapsamda, her iki şirket
05.04.2010 tarihinde Balıkesir Ticaret Odası'na kayıtlarını yaptırmış; daha sonra
ise, şirketlerin merkezlerinin Balıkesir ilinde gösterilen adres olduğu
14.04.2010 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi'nde tescil ve ilan edilmiştir.
Eldeki dava ise, 16.04.2010 tarihinde açılmıştır.
Görüldüğü üzere, şirketlerin sicile kayıt edildiği Balıkesir il merkezi,
İİK 154.madde kapsamında
muamele merkezi yönünden karine oluşturur. Bu karinenin aksinin ispatına dair
bir delil de dosyaya sunulmamıştır.
Şu durumda, iflasın ertelenmesi istemi yönünden yetkili mahkemenin
Balıkesir Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen ve
işin esasının incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gereğine işaret eden
Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçeyle direnme
kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : İflas erteleme talebinde bulunanlar
vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel
Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun30.maddesi ile 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429.maddesi gereğince
BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
aynı Kanun'un 440/III-3.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak
üzere, 20.02.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.
2- Aynı gruba dahil şirketler arasında, iflası ve/veya iflas ertelemesi birbirini etkileyecek şirketler var idiyse, bunlara ilişkin talep, aynı dava dilekçesi ile "Davaların Yığılması"İlkesi doğrultusunda açılabilir. Karar, Davaların Yığılması ilkesindeki temel esas doğrultusunda, her bir şirket için ayrı ayrı verilir.
3- Karşılıklı borç yükleyen akitlerde, İflas erteleme talebinde bulunan şirket, erteleme talebine ilişkin davada tedbir kararları alındıktan sonra, kendi edimini yerine getirmesi, tedbir kararındaki koşullara bağlı hale gelirken, diğer âkid taraf tedbir kararından yararlanıp ediminden kurtulamayacağı için, kendisine düşen edimleri yerine getirme borcu altında kalacaktır. Ancak akdin feshine ilişkin davayı açıp, akdin feshini sağlayıp edimlerinden kurtulabilir.
Eğer bir başka alacaklı tarafından diğer âkide, İflas Erteleme isteyen şirketten doğmuş, doğacak alacaklarını talep eder şekilde İİK 89.m gereğince Haciz İhbarı gönderilmiş ise, akdin İflas Ertelemeden önce oluştuğu dikkate alınarak, Haciz İhbarnamesinde yeralan, doğacak alacaklara ilişkin borç yükümlülüğü devam eder. Eğer İflas Erteleme talep eden şirket ile, karşı âkidin sözleşmesi sadece iflas ertelemesine ilişkin olmakla birlikte, işin gereği iflas ertelemesinden sonra bir başka sözleşme ile yenilenecekse, böylesi bir durumda, haciz ihbarnamesi erteleme sonrası alacak borç durumunu etkilemez. Çünkü hernekadar taraflar ve edim aynı ise de, erteleme sonrasında oluşan yeni bir akit olduğu için, geçmişi kapsar şekilde işlem yapmak mümkün değildir.(İş bu paragrafta yerlan görüş herhangi bir Yargıtay kararına dayanmaksızın tarafımızca oluşturulan görüştür)
4- Limited şirketlere ilişkin olarak iflasın ertelemesi uygulaması yapılırken, Limited şirketine esas sözleşmesinde, ek ödeme yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı incelenmeli, eğer, ek ödeme yükümlülüğü varsa, iflasla birlikte bu yükümlülüğün muaccel hale gelmesi sözkonusu olacağından ötürü, öncelikle bu ek ödeme ile şirketin iflastan kurtulup kurtulmadığı incelenmelidir. TTK 603/2
[1]
Uzay, Şaban Doç Dr. - Muhasebeci Bakış Acısıyla İflas Erteleme Süreci adlı
eserde Ertuna, İ.Özer, Prof. Dr. - Kapitalizmin son direnişi Alfa Yayınları adlı
eserine atfen
[2] a) Ünsüle Küçüköner - İflas Erteleme Davaları;
İflasın ertelenmesi, borca batık durumda olan bir sermaye şirketinin mali
durumunun ıslahının mümkün olması halinde o şirketin iflasının önlenmesini
sağlayan bir kurumdur. (Yargıtay 23.H.D. 05.07.2012 gün 2012/2359 E 2012/4683 K
sayılı kararı)
İflas erteleme
müessesesi, alacaklıların yararının korunması yanında, geçici bir ekonomik
darboğaz yaşayan şirketlerin, bu durumdan kurtulması ve sürdürülebilir bir
işletme haline gelmesi için yasaya konulmuştur. Bu müessese, somut veri ve
faaliyetlere dayanır, yoksa bir fırsat ve şans müessesesi değildir.(Yargıtay
23.H.D. 01.03.2012 gün 20122/4820 E. 2012/1576 K. sayılı kararı)
b) Özalp, Ali Rıza, - İflasın Ertelenmesin
Etkilerinin Değerlendirilmesi; Hukuk sistemimizde iflas erteleme kavramı
öncelerden var olsa da ancak 4949 Sayılı İcra ve İflas Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun ile 2003 yılında aktif olmuş ve bu düzenlenme
doğrultusunda ödeme güçlüğünde bulunan sermaye şirketleri ve kooperatiflere
iflas etmemesi için yasa ile son bir şans tanınmıştır. Hukuki olarak benimsenen
genel tanımla iflasın ertelenmesi; borca batık durumda olan bir sermaye
şirketinin ya da kooperatifin, mali durumunun ıslahının mümkün olması halinde,
o şirketin iflasının önlenmesini sağlayan bir kurumdur. İsviçreli hukukçulara göre; iflasın
ertelenmesi iflasa benzer nitelikte bir cebri icra usulü değildir ancak bir
moratoryum[1] olarak
kabul edilmiştir. Ülkemizdeki doktrinsel yaklaşımda “iflas erteleme; şirketin
mali durumunun düzeltilebilmesi umudu varsa, makro dengeler ve istihdam
sorunları da düşünülerek ve diğer şirketlerin olumsuz etkilenmemelerini
sağlayabilmek, dolayısıyla milli ekonominin zarar görmemesi için başvurulabilen
bir kurumdur”[2] şeklinde
tanımlanmıştır.
İflasın
ertelenmesinin niteliği bir Yargıtay kararında ; “borca batık durumda olan bir
sermaye şirketi ya da kooperatifin mali durumunun iyileştirilmesinin mümkün
olması halinde iflası önleyen bir kurumdur. İflasın ertelenmesindeki amaç,
sermaye şirketinin ve kooperatifin ekonomi içinde kalarak faaliyetine devamını
sağlamak ve alacaklıları iflasa bağlı olumsuz sonuçlardan etkilenmesinden
korumak”[3] şeklinde
açıklanmıştır.
İflasın
ertelenmesi kurumu hakkındaki tüm tanımlardan da anlaşıldığı üzere iki unsurun
üzerinde durulmuş, “borca batık olma ve borca batıklıktan çıkma umudu”
kavramları ön planda yer almıştır. Dolayısıyla umut kelimesinin geçtiği bir
müessesede tarafların tamamını memnun etmek imkansızdır. Ancak borçlu tarafa da
alacaklı tarafa da en az zararı verecek, kanunun işlerliğini artıracak yeni
düzenlemelerin yapılması, tereddüte yer verilmemesi, iflas erteleme
müessesesinin tüm taraflar açısından anlaşılır olması etkinliğini artıracak ve
suistimalleri önleyecektir. Ticari hayatın dinamik olduğu göz önüne alındığında
ticari hayata dair kanunların da yıllarca değişmeden kalması beklenmemelidir.
Çalışmamda öncelikle iflasın ertelenmesi kavramsal olarak incelenmiş ve iflas
erteleme kararının etkileri Yargıtay içtihatları ve doktrinsel yaklaşımlar
ışığında değerlendirilmiştir.
Amacı
bakımından iflasın ertelenmesi irdelendiğinde farklı doktrinsel görüşler
mevcuttur. Söz konusu görüşler iflas ertelemenin kimin yararına olduğu
hususunda toplanmaktadır. Bir görüşe göre “iflasın ertelenmesinin öncelikli
amacı, erteleme kapsamındaki şirketin ya da kooperatifin menfaatlerinin
korunmasıdır.”[4] Zira
iflasın ertelenmesi, İİK.’nun 179.maddesinin birinci fıkrasında ifade edildiği
gibi “şirketin ya da kooperatifin mali durumunun düzeltilmesi varlığı” haline
dayanır. Bununla şirketlerin ya da kooperatiflerin faaliyetlerini devam
ettirmeleri amaçlanmıştır. Ancak asıl amacın gerçekleşmesi ile ikincil bir
sonuç oluşur.
Bir diğer ilmi
yaklaşım; iflasın ertelenmesi kurumu ile öncelikle iflasın açılmasına nazaran
daha yüksek bir oranda alacaklarına kavuşabilme imkanına sahip olan
alacaklıların menfaatlerinin korunduğunu ileri sürmektedir. Hukuk sistemimiz
alacaklıların mevcut durumlarının ağırlaştırılmasını önlemek ve hepsinin eşit
olarak işlem görmesini sağlamak suretiyle, alacaklıların menfaatlerinin korunmasına
öncelik tanımaktadır.[5] Bu
bağlamda kamu yararı ve hatta şirketlerin ya da kooperatiflerin menfaatleri
ikinci planda kalmaktadır.[6]
Kanaatimce,
ödeme güçlüğündeki sermaye şirketleri ya da kooperatiflerin son noktası olan
iflas halinin etkilerinin hem söz konusu borçlular hem de alacaklıları
açısından irdelenmesi ve ona göre kimin yararının olduğunun tespiti gereklidir.
İflas, borçlunun
tüm malvarlığının, iflas organları tarafından alacaklılar yararına tasfiyesini
sağlayan kolektif bir icra müessesesi olup, bu yolla borçlunun haczi kabil tüm
mevcudu, bütün borçlarına tahsis edilir. Alacaklılar bu yolla genellikle
alacaklarının tamamını değil ancak belli bir yüzdesini sağlarlar.[7] İflas
halinde borçlunun tüm mal varlığı iflas masası takibinde paraya çevrilir ve
ortaya çıkan tutar iflas halindeki şirketin borçlularına sıra cetveli dahilinde
garameten dağıtılır. Dolayısıyla iflas ile şirket ortak ve
sermayedarlarının şirketin mal varlıkları üzerinde tasarruf hakkı kalmamıştır.
Bununla birlikte bazı sözleşmelerin taraflardan birisinin iflası halinde
kendiliğinden sona ereceği kanunda kabul edilmiştir. Bunlar; hasılat kirasında
kiracının iflası[8], vekalet
sözleşmesi[9], cari hesap
sözleşmesi[10],
acentelik[11],
finansal kiralama (FKK.m. 22)[12] sözleşmeleridir.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere iflas halinde bir işletmenin tüm faaliyeti
sonlanacak ortaklarının da temsil hakkı ve yetkisi kalmayacaktır.
Dolayısıyla
iflasın ertelenmesi kurumunun iflasın yıkıcı etkilerinden hem ödeme
güçlüğündeki sermaye şirketlerini hem de onların alacaklılarını koruduğu,
bununla birlikte makroekonomik dengelere zararı önlediğinden istihdamın
devamını sağladığı bu yönüyle de kamu yararına hizmet ettiği görülmektedir.
c)
Muşul, Timuçin, Doç Dr. - İflasın Ertelenmesi,
2008, Sayfa 17 dip not, YRG 19 HD 7.4.2005 2005/448 E, 2005/3753 K
d ) 4949
sayılı kanunun İİK 179/a ve 179/b maddeleri ile ilgili gerekçesi
[3] Dumlupınar, Tansu - Anonim Şirketlerde Esas Sermayenin Korunması Ve
Yönetim Kurulunun Şirket Esas Sermayesinin Azalmasından Doğan Sorumluluğu,
Yüksek Lisans Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sayfa 5
[4] Dumlupınar, Tansu - dipnot 3’te adı
geçen eser, sayfa 5 ve sayfa 24
[5] Dumlupınar, Tansu – Dipnot 3’te adı geçen
eser, Sayfa 8, daha fazla bilgi için 6,7
ve 42 sayfaları
[6]
Muşul, Timuçin, Doç Dr. - İflasın
Ertelenmesi, 2008, Sayfa 12
[7] Suadiye
Gülhen - Sorunlu Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasında İstanbul Yaklaşımı, sbed.mku.edu.tr
[8]
Akkale, Ruveyda Gülmisal –Kayıtlı Sermaye Yapısı Hakkında Genel Bilgi ve 6102
sayılı Türk Ticaret Kanununa Göre Halka Açık Olmayan Anonim Şirketlerde Kayıtlı
Sermayenin Artırım Usulü, Gazi Ün. Fak.Der., C XVII, Y 2013 Sayfa 1-2
[9] Bu
bölümde Dumlupınar, Tansu’nun Dipnot 3’te adı geçen eserinden büyük oranda
yararlanılmıştır.
[10] Dumlupınar,
Tansu – Dipnot 3’te adı geçen eser, Sayfa 13
[11]
Doğan, Fatih Beşir – Anonim Şirketlerde Sermaye Payını Geri Ödeme Yasağı, TBB
Dergisi, Sayı 56, Yıl 2005
[12] Reisoğlu,
Seza – 22.Ekim 2011 Abant tebliği / 6012 sayılı kanunun Anonim Şirketlerle
İlgili Başlıca Yeni ve Farklı Düzenlemeler
[13]
Eriş, Gönen – Anonim Şirketler Hukuku
Tekinalp,
Poray, Çamoğlu – Ortaklıklar Hukuku, Sayfa 472
[14] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 711-712/ Yargıtay 19.H.D. 10.10.2002 gün 2002/2406 E. 2002/6550 K.
[15] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 711-712/ Yargıtay 19.H.D. 10.10.2002 gün 2002/2406 E. 2002/6550 K.
[16] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 722-723, Yargıtay 19 HD 25.09.2008 2008/7564 E 2008/ 8839 K.
Muşul, Timuçin, Doç Dr. - İflasın Ertelenmesi, 2008, Sayfa 32 dipnot 80
[17]Öncü,
Ekrem – Anonim Şirketlerde Denetim Bilmecesi, www.muhasebe.tr.com
[18] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 715 / Yrg 19 HD 02.11.2009 2009/8448 E. 2009/9985 K.
[19] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 709 / Yrg 19 HD 15.02.2007
2006/10477 E 2007/1321 K
[20] Mahmut Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi,
Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası, Sayfa 724-725 / Yrg 19 HD 23.06.2005 2005/4441 E 2005 /7056 K
[21] Muşul,
Timuçin, Doç Dr. - İflasın Ertelenmesi,
2008, Sayfa 32vd.
[22] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 993
[23] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 715-716 / Yrg 19 HD 05.11.2009 2009/9657 E , 2009 / 10225 K
[24] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 709 / Yargıtay 19.H.D. 15.02.2007 2006/10477 E 2007/1321 K
[25] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 707 / Yrg 19 HD 7.4.2005 2005/448 E 2005/3753 K
[26] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 734-735 / Yrg 19 HD 16.03.2006 2006/1419 E 2006/ 2641 K, Sayfa 743 / Yrg 19 HD 07.12.2006 2006/8204E,
2006/11659 K
[27] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 792 / Yrg 19 HD 08.12.2010 2010/9500 E 2010/13973 K
[28] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 788-789 / Yrg 12 HD 21.02.2006 2006/144 E 2006/3220 K
[29] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 807-808 / Yrg 19 HD 09.02.2006
2005/11981 E 2006/ 1202 K ve bu bölümdeki diğer kararlar
[30] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 825 / Yrg 19 HD 27.04.2006 2006/3150 E 2006/4554 K ve bu bölümdeki diğer
kararlar
[31] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 827 / Yrg 12 HD 11.05.2010 2009/30058 E 2010/11785 K
[32] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 825 dipnot 679 Öztek ve Pekcanıtez’e atıf
[33] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 735 / Yrg 19 HD 15.03.2007 2007/1811 E 2007/2570 K
[34] Yargıtay
18 HD 20.02.2009 gün 2008/1115 E. 2009 K.
Yargıtay 19 HD 26.02.2009 gün 2009/1111 E. 2009/1511
K.
[35] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 863 / Yrg 19 HD 15.12.2005 2005/10303 E. 2005/12552 K.
[36] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası, Sayfa
937
[37] Mahmut
Bilgen – İflas, İflasın Ertelenmesi, Konkordato Yargılama Usulü, 2012 Bası,
Sayfa 986
[38] Ofluoğlu,
Mahmut………………
[39] Yargıtay 16.HD.9.2.2007 gün ve 6254/265, 27.12.2006
gün ve 5603/8352 ve 6.2.2007 gün ve 5614/226 sayılı içtihatları
[40]
M.Tevfik Odman,Raşit Yılmaz – T.Şirketlerde Yöneticilerin Cezai Sorumluluğu
[41] Ersin Çamoğlu - Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda
Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak Sorumluluk Davalarında
Zamanaşımı, ticaretkanunu.net
[42] YHGK
07.12.1988 1988/4-767 E 1988/987 K
[43]
Hasan Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
[44] Hasan
Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
[45] Hasan
Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
[46] Hasan
Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
[47] Hasan
Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
[48] Hasan
Pulaşlı – Şirketler Hukuku Şerhi, Sayfa 2023 vd.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder