Değerli Meslektaşlarım,
Daha önce sizlerle AİHM'in Türkiye için Yargıtay’ın ve diğer
devletlerde Yargıtay karşılığı olan yüksek mahkemelerin, örneğin Romanya’daki
yüksek mahkemelerin kararları arasında çelişki bulunmasının, adil yargılanma
hakkının ihlali olduğuna ilişkin iki karar paylaşmıştım.
Bu kez, Yargıtay’ın çelişki kararlarının adil yargılanma
hakkının ihlali olduğuna ilişkin 4 ayrı Anayasa Mahkemesi kararını yayınlamaktayım.
Kanımca, araştırma yapılırsa karar sayısı artacaktır.
Bilindiği gibi, Yargıtay kanunu’nun 15.maddesi, Yargıtay
kararları arasında çelişki olduğunda, bu çelişkinin giderilmesini
emretmektedir. Olayı bu boyutuyla değerlendirdiğimizde, çelişkili kararlar için
gereken girişimde bulunmayan Yargıtay üyeleri ve/veya daire başkanları,
görevlerini yerine getirmemiş görevliler olmaktadırlar. Böylesi bir davranış
ise, Ceza hukuku ve Disiplin hukuku açısından yaptırımla karşılanması gereken
davranıştır.
Elbette, meslek dayanışması içinde, bir meslek kardeşimin
mesleki hatalarından dolayı sorumlu olmasını önermek, doğru bir davranış
değildir. Ancak onların oluşturduğu çelişkili kararlar nedeniyle, pek çok
kişinin hak kaybına uğramasını ya da bunun tam aksi olarak hiçbir hakkı
olmadığı halde çelişkili kararlar nedeniyle hak sahibi haline gelmesini kabul
etmek mümkün değildir. Üstelik bu davranış, ülkenin yargısal yapısını
zedeleyici niteliktedir. Yargısal yapının itibar kaybetmesine neden olmaktadır.
Tüm bunların yanı sıra, savunman olarak görev yapan bizlerin nasıl bir tutum
izleyeceğimizi bilemememize yol açmaktadır, hem de maddi kayıplarımıza neden
olmaktadır.
O halde, Yargıtay üyeleri olan meslek kardeşlerimden
çelişkili kararları tek tek gözden geçirip çelişkileri ortadan kaldırmalarını
talep etmekteyim. Eğer sizler de bu talebi benimsiyorsanız, işbu mesajın
paylaşılmasını sağlamanızı rica etmekteyim.
Ayrıca Anadolunun “Güneş çarığı, çarık ayağı sıkar.” özdeyişini
hatırlatmakta da yarar vardır. Bu çelişkili kararlar nedeniyle, vekil olarak
uğradığım maddi kayıplara, sıkıntılara, karşılaştığım onur kırıcı davranışlara
ne kadar karşı koyacağımı ve ondan sonra nasıl bir yol izleyeceğimi ben bile
kestirememekteyim.
Yargıya güvenin artmasını,
adil yargılamanın biran evvel gelmesini arzu ettiğimin bilinmesi dileğiyle.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başvuru
Numarası: 2013/3351
Karar Tarihi:
18/9/2013
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Celal Mümtaz AKINCI
|
||
Muammer TOPAL
|
||
M. Emin KUZ
|
||
Raportör
|
:
|
Murat AZAKLI
|
Başvurucu
|
:
|
Ahmet SAĞLAM
|
Vekili
|
:
|
Av. Şafak SAĞLAM
|
I. BAŞVURUNUN
KONUSU
1. Başvurucu,
gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazlara yönelik olarak
açtığı tescil davalarının reddedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay tarafından
bir kısmının onandığını, bir kısmının bozulduğunu belirterek, mülkiyet hakkı
ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru,
17/5/2013 tarihinde Mersin 5. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır.
Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona
sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm
Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke
kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 33.
maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin
Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
4. Başvuru
dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5.
a) Başvurucu, 11/6/2009 tarihinde Silifke Sulh
Hukuk Mahkemesinde Huri Özbağ aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen
8/1/1997 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin
adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/726,
K.2011/1196 sayılı kararla iştirak hâlinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda
mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012
tarih ve E.2012/2747, K.2012/4366 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı
taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar
dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre
sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
6.
a) Başvurucu, 17/6/2009 tarihinde Silifke Sulh
Hukuk Mahkemesinde, İbrahim Çınar mirasçıları aleyhine açtığı davada, noterde
düzenlenen 8/1/1997 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı
parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/751,
K.2011/1199 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda
mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 9/5/2012
tarih ve E.2012/4680, K.2012/6612 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı
taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar
dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre
sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
7.
a) Başvurucu, 25/11/2008 tarihinde Silifke
Sulh Hukuk Mahkemesinde, Hüriye Şahin aleyhine açtığı davada, noterde
düzenlenen 8/3/2000 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı
parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2008/1282,
K.2011/1198 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda
mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012
tarih ve E.2012/3278, K.2012/4365 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı
taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar
dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre
sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
8.
a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh
Hukuk Mahkemesinde, Hüriye Gündüz aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen
6/3/2000 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin
adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1065,
K.2011/1202 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda
mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli
olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012
tarih ve E.2012/2752, K.2012/4364 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı
taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar
dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre
sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
9.
a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh
Hukuk Mahkemesinde, Yusuf Tezcan aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli
harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini
talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı
kararla iştirak hâlinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras
şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 21/3/2013
tarih ve E.2013/849, K.2013/4065 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı
olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 19/4/2013 tarihinde tebliğ
edilmiştir.
10. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Ayşe Kızılalan aleyhine açtığı davada, 20/8/1990 tarihli harici
satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep
etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1064, K.2011/1201 sayılı kararla
iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine
dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/839,
K.2013/1332 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm
onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Gülsüm Kütük aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici
satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep
etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1057, K.2011/1203 sayılı kararla iştirak
halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil
olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/848,
K.2013/1330 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm
onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Ayşe Coşar aleyhine açtığı davada, 1/1/1990 tarihli harici satış
sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş,
Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1059, K.2011/1193 sayılı kararla iştirak
halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan
kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/840,
K.2013/1329 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm
onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Mehmet Akça aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici satış
sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş,
Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1061, K.2011/1195 sayılı kararla iştirak
halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil
olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/842,
K.2013/1331 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm
onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Halil İslim aleyhine açtığı davada, 20/8/1990 tarihli harici
satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep
etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1062, K.2011/1197 sayılı kararla
iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine
dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarih ve E.2012/4678,
K.2012/11236 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm
onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 26/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk
Mahkemesinde, Halil Mukuoğlu aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici
satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep
etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1063, K.2011/1192 sayılı kararla
iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine
dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz
üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/808,
K.2013/1333 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar
başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B. İlgili
Hukuk
16.
22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 716. maddesinin
birinci şöyledir:
'Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki sebebe
dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel
hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması halinde hâkimden, mülkiyetin hükmen
geçirilmesini isteyebilir.'
17. 4721 sayılı Kanun'un 701. maddesi şöyledir:
'Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan
topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği
mülkiyetidir.
Elbirliği
mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı,
ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.'
18.
22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar
Kanunu'nun 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
'Bir akdin ilerde inşa edilmesine dair yapılan mukavele
muteberdir.'
19. Mahkemenin 18/9/2013 tarihinde yapmış
olduğu toplantıda, başvurucunun 17/5/2013 tarih ve 2013/3351 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun
İddiaları
20. Başvurucu, gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesiyle ve harici satış sözleşmesiyle satın aldığı taşınmaza ilişkin
olarak Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davaların reddedildiğini, temyiz
üzerine kararların dördünün Yargıtay 14. Hukuk Dairesince bozulduğunu, yedi
dosyanın ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesince gerekçesiz şekilde onandığını,
kararların kanuna, usule ve dosya içeriğine uygun olmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkı ile
36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüş, yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
21. Başvuru dilekçesi ve
ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesince verilen ve
Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanan kararlara yönelik ihlal iddialarıyla
bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun ihlale neden olduğunu
iddia ettiği bir kısım kararlara yönelik başvurunun 30 günlük başvuru süresi
içinde yapılmadığı anlaşıldığından, bu kararlara ilişkin başvuru yönünden
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiaları incelenmemiştir.
Başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin
1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamının Yargıtay 8. Hukuk
Dairesince onanmasına ilişkin olarak 30 gün içinde yaptığı başvuru ise
mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiaları yönünden ayrı ayrı
değerlendirilmiştir.
1. Otuz Gün
İçinde Yapılmayan Başvuruların Değerlendirilmesi
22. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin
Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel başvuru usulü'
kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvurunun, başvuru yollarının
tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten
itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.'
23. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 'Başvuru
süresi ve mazeret' başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği
ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse
ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.'
24. Bireysel başvurunun ön şartlarından
birisi de başvuru süresidir. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması
gereken bir usûl hükmüdür.
25. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı
Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1)
numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru
yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde
Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı
temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir.
26. Başvuru
konusu olayda, başvurucunun ihlale neden olduğunu iddia ettiği Silifke Sulh
Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1064,
K.2011/1201 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve
E.2013/839, K.2013/1332 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1057,
K.2011/1203 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve
E.2013/848, K.2013/1330 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1059,
K.2011/1193 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve
E.2013/840, K.2013/1329 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1061,
K.2011/1195 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve
E.2013/842, K.2013/1331 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1062,
K.2011/1197 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarih ve
E.2012/4678, K.2012/11236 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1063,
K.2011/1192 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve
E.2013/808, K.2013/1333 sayılı kararıyla onanmıştır.
27. Onama
kararları, 26/12/2012 ve 8/3/2013 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmesine
rağmen, başvurucu, 30 günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra
17/5/2013 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla yukarıda belirtilen ve ihlale neden
olduğu ileri sürülen kararlara yönelik başvuruda süre aşımı bulunduğu sonucuna
varılmaktadır.
28. Açıklanan
nedenlerle, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince verilen onama kararlarının tebliğinden
itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun diğer kabul
edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'süre aşımı' nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının İhlali İddialarının Değerlendirilmesi
(Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve
E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı kararı yönünden)
29. Anayasa'nın 148.
maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin
kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
başvurabilir.''
30. 6216
sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal
edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.'
31. Belirtilen hükümler uyarınca, bir
anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi
dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasada
güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında
yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına
giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir.
'Herkes,
mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.'
33. Anayasa'nın
35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibariyle 4721
sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte,
taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde
kuşku yoktur.
34. Anayasa'nın
35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren
başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle,
öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren
mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki
durumunun değerlendirilmesi gerekir.
35. Başvuru konusu olayda, başvurucu, gayrimenkul satış vaadi
sözleşmesine dayalı olarak taşınmazın adına tescilini talep etmiş, Mahkemece
davanın reddine karar verilmiştir. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi, bir
taşınmazın satım sözleşmesinin yapılmasını isteme hakkı veren bir ön
sözleşmedir. Taraflar düzenledikleri ön sözleşme ile ana sözleşmenin, yani
gayrimenkul satış sözleşmesinin akdedilmesini hüküm altına almak
istemektedirler. Ön sözleşmenin akdedilmesi ile taraflardan biri yükümlülüğünü
yerine getirmediği takdirde diğer tarafın ifayı talep hakkı doğacaktır. Satış
vaadi sözleşmesi, sözleşmenin tarafına mülkiyet hakkının verdiği haklar
arasında olan aynî hak değil, sadece kişisel hak sağlar. Bu sözleşme ile vaat
eden, belli bir taşınmazı satmayı; vaat alan da bu taşınmazı satın almayı
birbirlerine karşı borçlanırlar. Yani satış vaadi sözleşmesi, iki tarafa borç
yükleyen sözleşmelerdendir. Sözleşmenin kurulması ile sözleşmeye konu olan
taşınmazın mülkiyeti el değiştirmez. Taşınmazın mülkiyetinin el değiştirmesi
için ya tarafların rızaları yahut ilgili mahkemeden alınacak bir tescil kararı
gerekir. Dolayısıyla gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle taşınmaz üzerinde
mülkiyet hakkı tesis edilmiş olmaz.
36. Başvurucu tarafından taşınmazın tescili
talebiyle açılan eda davasının reddine ilişkin hüküm bir tespit hükmü olup,
başvurucunun iddia ettiği hakkın mevcut olmadığını göstermektedir.
37. Belirtilen hususlar çerçevesinde,
başvurucu adına yapılan herhangi bir tescil işlemi bulunmadığı, gayrimenkul
satış vaadi sözleşmesinin tek başına başvurucunun taşınmazın mülkiyetini
kazanmasını sağlamadığı ve başvurucu lehine Anayasa'nın 35.
maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaat doğurmadığı
anlaşılmaktadır.
38. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve
E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamına ilişkin başvurusu yönünden Anayasa'nın
35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı
anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden
incelenmeksizin 'konu
bakımından yetkisizlik' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma
Hakkının İhlali İddialarının Değerlendirilmesi (Silifke
Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı
kararı yönünden)
39. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda
inceleme yapılamaz.'
40. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
'Mahkeme, ' açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul
edilemezliğine karar verebilir.'
41. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
42. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak
derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek
istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu
hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden
bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu
çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik
bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26,
12/2/2013).
43. Başvuru konusu olayda, başvurucu,
gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazlara ilişkin olarak
Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davalarının reddedildiğini,
temyiz üzerine bir kısmının Yargıtay 14. Hukuk Dairesince bozulduğunu, bir
kısmının ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesince gerekçesiz şekilde onandığını,
kararların kanuna, usule ve dosya içeriğine aykırı olduğunu belirterek, adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece verilen karar
ile Yargıtay 8. Hukuk Dairesince verilen onama kararının gerekçeleri
incelendiğinde, başvurucunun iddialarının özünün derece Mahkemesi ve Yargıtay
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına
ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
44. Yargılama derece Mahkemesi tarafından
usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu kendi
delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar anılan Mahkeme
tarafından gereği gibi değerlendirilmiştir.
45. Öte yandan aynı hukuki metne ilişkin
olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak
tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve
E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamının Yargıtay 8. Hukuk Dairesince
onanmasına ilişkin ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde
olduğu, derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de
içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin 'açıkça dayanaktan yoksun olması' nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
47. Diğer yandan başvurucu Yargıtay
kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
48. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü
fıkrası şöyledir:
'Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır.'
49. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve
bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence
altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi
bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her
türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de,
hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır
(B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).
50. Öte
yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu
değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde
olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına
yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde
temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin
kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir.
51. Somut
olayda, Silifke Sulh hukuk Mahkemesinin 1/12/2011
tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince,
'Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut
deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir
isabetsizlik bulunmadığına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile
usul ve kanuna uygun hükmün onanmasına' şeklinde gerekçe belirtilerek
onanmıştır. Başvurucunun, kararın gerekçesiz olduğuna dair iddiaları da
derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve
yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna
ilişkin olduğu gibi, Yargıtay kararının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
52. Açıklanan nedenlerle, temyiz merci kararı
ve gerekçesinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki
iddiası da 'açıkça dayanaktan yoksun' bulunmuştur.
V. HÜKÜM
A. Başvurunun;
1. Otuz günlük
süre içinde yapılmayan başvurular yönünden 'süre aşımı',
2. Mülkiyet
hakkının ihlali iddiaları yönünden 'konu bakımından yetkisizlik',
3.
Adil yargılanma hakkının ihlali iddiaları yönünden 'açıkça dayanaktan yoksun
olması'
nedenleriyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin
başvurucu üzerinde bırakılmasına,
18/9/2013 tarihinde
OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Alparslan ALTAN
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
Başvuru Numarası: 2013/6932
Karar Tarihi: 6/1/2015
R.G. Tarih-Sayı: 9/5/2015-29350
GENEL
KURUL
KARAR
Başkanvekili
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
||
Recep KÖMÜRCÜ
|
||
Burhan ÜSTÜN
|
||
Engin YILDIRIM
|
||
Nuri NECİPOĞLU
|
||
Hicabi DURSUN
|
||
Celal Mümtaz AKINCI
|
||
Erdal TERCAN
|
||
Muammer TOPAL
|
||
Zühtü ARSLAN
|
||
M. Emin KUZ
|
||
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
||
Raportör
|
:
|
Okan TAŞDELEN
|
Başvurucu
|
:
|
Türkan BAL
|
Vekili
|
:
|
Av. Abdi PESOK
|
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, raporlu olmasına rağmen, iş bırakma eylemine
katıldığı gerekçesiyle işten çıkartılmasına karşı açtığı davanın, haksız ve
benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleşen
basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın 10.,
13., 36., 49., 53. ve 54. maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ile
temel hakların sınırlandırılması ilkelerine ve adil yargılanma, çalışma, toplu
sözleşme ve grev haklarına aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu
varlığını iddia ettiği ihlallere dayanarak, yeniden yargılamaya ya da tazminat
ödenmesine karar verilmesini ve yargılama giderlerine hükmedilmesini talep
etmiştir.
II.
BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 13/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi
neticesinde, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde,
kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme
gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir
örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığı tarafından 20/5/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 21/5/2014 tarihinde bildirilmiştir.
Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 19/6/2014 tarihinde Anayasa
Mahkemesine sunmuştur.
6. İkinci Bölüm tarafından 20/11/2014 tarihinde yapılan
toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara
bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A.
Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP
aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu olaylar sırasında, Türk Hava Yolları Anonim
Ortaklığında (“Türk Hava Yolları” veya “THY”) işçi olarak çalışmaktadır.
9. Başvurucunun da üyesi olduğu Hava-İş Sendikası (Sendika),
hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun değişikliği teklifinin Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görüşülecek olması nedeniyle, 29/5/2012 tarihinde 3:00 ilâ
24:00 saatleri arasında çalışma yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile
bilgilendirmiştir. Belirtilen tarihte, Sendika ile THY arasındaki toplu iş
sözleşmesi görüşmeleri halen devam etmektedir.
10. Bu çerçevede, bazı çalışanlar 29/5/2012 tarihinde farklı gerekçelerle iş
başı yapmamış ve bu kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın
açıklamasına da katılmışlardır. Başvurucunun, belirtilen tarihte rahatsız
olduğuna ilişkin sağlık raporu bulunmaktadır.
11. Türk Hava Yolları daha sonraki bir tarihte, başvurucunun da dâhil olduğu
305 işçinin sözleşmesini, yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle
feshetmiştir.
12. Başvurucu, iş akdinin feshine karşı, işe iade istemli tespit davası
açmıştır. Bakırköy 7. İş Mahkemesi 12/3/2013 tarihli ve E.2012/314, K.2013/166
sayılı kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine
hükmetmiştir.
13. İş Mahkemesi kararını verirken ilk olarak, başvurucunun 29/5/2012
tarihinde raporlu olduğunu, bu raporun işveren hekimince onaylandığını ve
rapora karşı herhangi bir sahtelik iddiasında bulunulmadığını, davalı THY
tarafından sunulan CD’deki görüntülerden başvurucunun basın açıklamasına
katıldığının veya hava limanı içerisinde bulunduğunun tespit edilemediğini
belirtmiştir. Bakırköy 7. İş Mahkemesi devamla, başvurucunun katıldığı
ispatlanamamakla birlikte, bahse konu eylemin de demokratik bir hakkın
kullanımı şeklinde gerçekleştiğini, aşırılık içermediğini ve yasa dışı bir
eylem olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, feshin disiplin
kurulunun kararı bulunmaksızın yapılmasının dahi başlı başına, feshin
haksızlığını gösterdiğini değerlendirmiştir.
14. Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 22.
Hukuk Dairesi öncelikle, “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına
gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor alması
dikkate alındığında, bu raporların hastalık sebebiyle değil, eyleme iştirak
amacıyla alındığı sonucuna” varmıştır. Daire, ispat yükünü başvurucuya yönelterek,
davalı işveren THY’nin iddialarını çürütemediğine ilişkin şu değerlendirmede
bulunmuştur: “Alınan raporların işyeri hekimliğince verilmediği ve rapor
alındığının süresinde işveren yetkililerine bildirilmediği davalı işveren
vekili tarafından iddia edilmiştir. Yine davacı ve arkadaşlarının doktor raporu
alarak işe başlamadıkları, çalışmakta olanları da engellemeye çalıştıkları, bu
şekilde yapılan eylem sonucu Türk Hava Yollarında 233 seferin iptal edildiği,
çok sayıda seferin gecikmeli olarak yapıldığı ve binlerce yolcunun mağdur
edildiği, şirketin milyarla ifade edilen zararının doğduğu ileri sürülmüştür.
Davalı işverence Atatürk Havaalanında eylem yapan işçilerin çalışanları söz ve
alkışlarla protesto ettiklerine dair CD kayıtları dosyaya sunulmuştur.
Belirtilen iddiaların doğru olmadığına yönelik davacı işçi tarafından herhangi
bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır”.
15. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, iş bırakma eyleminin mesleki bir amaca
da hizmet edebileceğini göz önüne almakla birlikte, grev yasağı öngören bir
kanun değişikliği teklifi vesilesiyle yapılması nedeniyle, muhatabı ve amacı
itibariyle “siyasi amaçlı grev” olarak nitelendirmiştir. Daire,
başvurucu ve arkadaşlarının veya Sendikanın toplu eylem öncesi Hükümet veya
yasama organı yetkilileri ile görüşme, arabulucudan yararlanma gibi barışçıl
yöntemlerden faydalanmamaları ve iş bırakmaya kıyasla daha hafif diğer protesto
biçimlerini tercih etmemeleri nedeniyle, eyleme son çare olarak başvurulmadığı
sonucuna ulaşmıştır. Eylemin, yasa değişikliğini engellemek gibi meşru bir
amacının bulunduğu kabul edilmiş, fakat ölçülü olmadığı vurgulanmıştır. Bu
kapsamda, iş bırakma eyleminin saat 3:00 ilâ 24:00 arasında uzun sayılabilecek
bir süre devam ettiğine, sefer iptali ve gecikmeler nedeniyle binlerce yolcunun
mağdur olduğuna ve Türk Hava Yollarının bu nedenle maruz kaldığı olası zarara
vurgu yapılmıştır. Daire kararında, toplu iş bırakma eylemine son çare olarak
başvurulmaması ve ölçülülük ilkesine uyulmaması nedeniyle fesih için haklı
neden oluştuğunu kabul etmiştir. Yargıtay 22.
Hukuk Dairesi, disiplin kurulu kararının alınmamasının feshi haksız hale
getirdiğini belirtmiştir. Ancak, Yargıtay
uygulamasına göre geçerli sebebi ortadan kaldırmadığından, feshin yine de
geçerli sebebe dayandığı değerlendirilmiştir.
16. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi sonuç olarak, 4/7/2013 tarih ve
E.2013/9431, K.2013/16464 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının
bozularak ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun davasının kesin olarak reddine
karar vermiştir.
17. Yargıtay ilamı, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18. Başvurucu, 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19. Başvurucu, 1/3/2014 tarihinde yeni işçi statüsünde tekrar işe alındığını
belirtmiştir.
B.
İlgili Hukuk
20. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin feshinde
usul” kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
“İşveren fesih
bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde
belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara
karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin
davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25
inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.”
21.
4857 sayılı Kanun’un “Fesih bildirimine
itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi
feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen
sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği
tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar
anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir
sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir
sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme
usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi
halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak
karar verir.
(İptal dördüncü fıkra:
Anayasa Mahkemesi’nin 19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı
ile.).”
22. 5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev
ve Lokavt Kanunu’nun “Toplu iş sözleşmesinin hükmü” kenar başlıklı 6.
maddesi şöyledir:
“Toplu iş sözleşmesinde
aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz.
Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş
sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş
sözleşmesindeki hükümler uygulanır.
Toplu iş sözleşmesinde
hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi
lehindeki hükümleri geçerlidir.
Her ne sebeple olursa
olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi
yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.”
23.
8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “Hukuk ve Ceza Genel
Kurullarının görevleri” kenar başlıklı 15. maddesinin (1) ve (2) numaralı
fıkraları şöyledir:
“Hukuk ve Ceza Genel
Kurullarının görevleri şunlardır:
1.Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı
mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,
b) Hukuk daireleri
arasında veya ceza daireleri arasında içtihat
uyuşmazlıkları bulunursa,
c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından
dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,
Bunları
içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,”
24.
2797 sayılı Kanun’un “İçtihadların
birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” kenar başlıklı 45.
maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
“İçtihadların
birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri
karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu
istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
…
İçtihadı birleştirme
kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel
Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.”
25.
Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ)
ile Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010
yürürlük tarihli 22. Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin “İşten Çıkarma
Cezasında Usul” başlıklı 26. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi
şöyledir:
“İşten çıkarma cezası
Disiplin Kurulu kararıyla verilir.”
26.
29/5/2012 tarihinde yapılan iş bırakma
eylemine katıldıkları gerekçesiyle Türk Hava Yolları tarafından iş akitleri
feshedilen ve İlk Derece Mahkemelerince işe iadelerine hükmedilen kişilerin
davalarına ilişkin Yargıtay kararları aşağıdaki
gibidir:
a. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihlerinde
verdiği kararlarda, olay günü raporlu olan kişilerin hastaneye başvurmasının
gerçeği yansıtmayacak nitelikte ve göstermelik olduğu yönünde bir iddia
bulunduğu takdirde, işverenin bu hususta araştırma yapması veya delil sunması
gerektiği yönündeki derece mahkemelerinin kararlarını onamış veya bu yönde
ulaştıkları sonucu uygun bulmuştur (Bkz. 12/4/2013 tarih ve E.2013/10958,
K.2014/6405; E.2013/10963, K.2014/6406; E.2013/11199, K.2014/6412 sayılı ve
26/4/2013 tarih ve E.2013/8796, K.2014/7705 sayılı ilamlar). Bahse konu ilk
derece mahkemeleri kararlarında, feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat
yükümlülüğünün işverene ait olduğu hususu vurgulanmıştır. 26/4/2013 tarihinde
verilen iki karara konu yargılamalarda ise ispat yüküne dair açık bir ifadeye
yer verilmemekle birlikte, davalı THY’nin sağlık raporlarının aksine bir delil
getirmesi gerektiği belirtilmiştir (Bkz. 26/4/2013 tarih ve E.2013/13392,
K.2014/7711 ile E.2013/13397, K.2014/7716 sayılı ilamlar). Yukarıda belirtilen
tüm bu yargılamalarda, davalı THY’nin, Sendikanın gönderdiği kısa mesajları
takiben 279 kişinin aynı gün hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı
olduğu şeklindeki veya işe gelmeme amacıyla rapor alındığına yönelik iddiaları
mahkemelerce kabul edilmemiştir.
b. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise 14/5/2013 ile 22/10/2013 tarihleri
arasında verdiği kararlarda derece mahkemelerinin feshin haksız olduğu
yönündeki kararlarını yukarıda 14. ve 15. paragraflarda belirtilen gerekçelerle
bozmuş ve davaların reddine hükmetmiştir (Bkz. 14/5/2013 tarih ve E.2013/7517,
K.13/10951 sayılı, 18/6/2013 tarih ve E.2013/13520, K.13/14842 sayılı, 4/7/2013
tarih ve E.2013/7453, K.13/16466 sayılı, 26/9/2013 tarih ve E.2013/23667,
K.2013/19913 sayılı ile 22/10/2013 tarih ve E.2013/27586, K.2013/22043 sayılı
ilamlar).
c. Diğer yandan, Yargıtay 9.
Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli ilamlarıyla, raporlu işçilerin eyleme
katıldığının işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davacıların işe
iadesine hükmedilmesini onamıştır (Bkz. 4/2/2014 tarih ve E.2013/9629,
K.2014/3169 ve E.2013/9636, K.2014/3176 sayılı ilamlar). Yargıtay onamasına konu bu yargılamalarda da toplu
rapor alınmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı şeklindeki davalı
savunmaları derece mahkemelerince kabul edilmemiştir. Yargıtay
9. Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihinde verdiği diğer iki kararda ise feshin
haklı ve geçerli bir nedene dayandığını ispat yükünün işverene düştüğüne
ilişkin ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır (Bkz. 4/2/2014 tarih ve
E.2013/9266, K.2014/3156 ile E.2013/9272, K.2014/3162 sayılı ilamlar).
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
27. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
13/9/2013 tarih ve 2013/6932 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği
düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
28. Başvurucu, kendisi gibi dava açan 305 işçinin ilk derece mahkemelerince
işe iadesine karar verildiğini, bu dosyalardan Yargıtay
7. Hukuk Dairesine tevzi edilen kararların onandığını, fakat kendi dosyasının
22. Hukuk Dairesi tarafından incelendiğini ve bozularak reddedildiğini
belirtmiştir. Başvurucu devamla, olay günü raporlu olmasına ve CD’deki
görüntülerde yer almamasına rağmen, Yargıtay 22.
Hukuk Dairesinin, raporun hastalık nedeniyle olmadığını kabul etmesinden ve
4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasındaki ispat yükünü tersine
çevirerek, işverenin iddialarının doğru olmadığını kendisinin ispatlamak
zorunda bırakılmasından şikâyetçi olmaktadır. Başvurucu bu nedenlerle,
Anayasa’nın 36. ve 10. maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının ve kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29. Başvurucu ayrıca, diğer çalışanlara gözdağı vermek amacıyla, ayrımcılık
yapılmak suretiyle ve sendikal nedenlerle işten çıkarıldığını iddia etmektedir.
Başvurucu, basın açıklamasına katılanların demokratik haklarını
kullandıklarını, temel hak ve hürriyetlerin sadece Anayasa’nın 13. maddesine
uygun olarak sınırlanabileceğini ve sendikal faaliyet nedeniyle iş akdinin
feshedilmesinin Anayasa’nın 13. maddesine aykırı olduğu gibi uluslararası
sözleşmelere de aykırı olduğunu, basın açıklamasına katılmanın yasa dışı eylem
olduğunu ileri sürmenin ve böyle bir eyleme katılma gerekçesiyle iş akdinin
feshedilmesinin Anayasa’nın 13., 54. ve 90. maddelerinin ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu “… siyasi amaçlı grev ve lokavt,
dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma,
verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” hükmü 2010 yılında yapılan
değişiklikle Anayasa’dan çıkartılmış olduğundan, bu durumların anayasal bir hak
haline geldiğini ve sınırlandırılmasının anayasal temelinin kalmadığını ileri
sürmüştür.
30. Başvurucu son olarak, ilgili yasa maddelerinin ve işten çıkarılmasına
ilişkin toplu iş sözleşmesi hükümlerinin yargılama esnasında uygulanmadığını
iddia ederek, Anayasa’nın 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ve 53.
maddesinde yer alan toplu sözleşme hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir.
31. Başvurucu, iddia ettiği ihlaller nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına
ya da 60.000,00 TL tazminata hükmedilmesini ve yargılama giderlerinin
karşılanmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirme ile
bağlı olmaksızın, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
33. Buna göre başvurucunun, iş akdinin feshine karşı açtığı davanın
reddedilmesiyle ve hukuk kurallarının uygulanmasıyla bağlantılı olarak adil
yargılanma hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve çalışma ile toplu
sözleşme haklarının ihlali iddialarının özü, Yargıtay
dairelerinin birbirinden farklı kararlar vermesine ilişkindir ve yargılamanın
adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, iş bırakma
eylemine katıldığı gerekçesiyle iş akdinin feshine ilişkin iddiaları ise grev
hakkı kapsamında ele alınmıştır.
34. Bahse konu açıklamalar çerçevesinde, başvurucunun Anayasa'nın 10., 13.,
49. ve 53. maddelerine ilişkin iddiaları yukarıda belirtilen haklar kapsamında
değerlendirileceğinden, bu maddeler kapsamında ayrıca bir inceleme yapılmasına
gerek görülmemiştir.
1.
Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
35. Anayasa’nın 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
36. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış
maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk
kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla
ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru
incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve
sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası
içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve
özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti
niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince
incelenemez (Bkz. B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
37. Bununla birlikte, başvurucunun şikâyetleri, Yargıtay
tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının
yorumlanmasında isabet olmadığından ya da yargılamanın sonucundan ziyade, özü
itibariyle, Yargıtay dairelerinin aynı olaydan
kaynaklanan davalarda farklı sonuçlara ulaşması ile ilgilidir. Başvurucunun
iddiaları bu bakımdan, Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında
bir kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçmiş olup, Yargıtay
kararlarındaki farklılaşmanın adil yargılanma hakkını zedeleyip zedelemediğinin
incelenmesi gerekmektedir.
38. Dolayısıyla, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği
şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, diğer kabul edilemezlik
nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu
bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
b. Grev Hakkının İhlali İddiası
39. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası
şöyledir:
“Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40. Somut olayda, Yargıtay tarafından,
başvurucunun iş bırakma eylemine iştirak amacıyla sağlık raporu aldığı kabul
edilmiş ve iş akdinin feshine karşı açmış olduğu dava reddedilmiştir.
41. Bununla birlikte, başvuru formu ve eklerinde, başvurucu ısrarlı bir
şekilde iş bırakma eyleminin gerçekleştiği 29/5/2012 tarihinde, “eyleme
katılma amacıyla değil, hastalığı nedeniyle rapor aldığını” belirtmektedir.
Başvurucu, şikâyetini kaleme alırken de kendisini hariç bırakacak ve üçüncü
kişilere atıf yapacak biçimde “Basın açıklamasına katılanlar ...
demokratik haklarını kullanmışlardır” ifadesine yer vermiştir. Hak ihlali
iddiası, Yargıtay kararındaki “iş başı
yapmamak maksadıyla rapor aldığı” kabulüne dayandırılmış olup, başvurucunun
şikâyeti bu haliyle varsayımsaldır.
42. Yargıtayın ilgili dairesince, başvurucunun eyleme iştirak amacıyla
sağlık raporu aldığının değerlendirilmesi ve önceki emsal karardan farklı
biçimde, başvurucunun davasının reddedilmesine yönelik hak ihlali iddiası ise,
adil yargılanma hakkını ilgilendirdiğinden, bu hak çerçevesinde ele alınacaktır
(Bkz. §§ 59-73).
43. Sonuç itibarıyla, grev
hakkının ihlali iddiası başvurucu tarafından kanıtlanamadığından, başvurunun bu
kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
2.
Esas Yönünden
44. Başvurucu, feshe karşı açtığı davanın, sağlık raporunun iş bırakma
eylemine katılma amacıyla alındığı gerekçesiyle ve ispat yükü kendisine
yöneltilecek biçimde Yargıtay 22. Hukuk
Dairesince reddedilmesinin, benzer nitelikteki davalarda verilen onama
kararlarıyla çelişki oluşturduğunu ileri sürmüştür.
45. Bakanlık görüşünde, ulusal mevzuatı yorumlama görevinin ilk elde ulusal
makamlara düştüğü, içtihatta değişmelerin olabileceği belirtilerek,
mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat
birliğini sağlamaya yönelik mekanizmaların hayata geçirilmesinin önemli olduğu
yönündeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına yer verilmiş ve bu
hususların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ek
olarak, mahkemelerin aynı duruma ilişkin yorum farklılıklarının tek başına adil
yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceğine ilişkin, Anayasa
Mahkemesinin 2013/3351 numaralı bireysel başvurudaki 18/9/2013 tarihli kararına
atıf yapılmıştır.
46. Başvurucu, Bakanlığın adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla ilgili
görüşlerini kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu raporlu olmasına rağmen,
bunun kabul edilmeyip işverenin iddialarının doğru olmadığını kendisinin
ispatlamak zorunda bırakılmasının ve Yargıtay 7.
Hukuk Dairesinin daha önceki onamalarına rağmen, davasının reddedilmesinin
hukuk güvenliğini ve adil yargılanma hakkını açıkça ihlal ettiğini ifade
etmiştir. Başvurucu, 2013/3351 numaralı bireysel başvuru kapsamında verilen
kararın, mevcut olaya uygulanabilir olmadığını dile getirmiştir.
47. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48.
Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı
fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü
kararları gerekçeli olarak yazılır."
49.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)
"Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri
ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar
konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme
tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini isteme hakkına sahiptir.…"
50. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin
yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak
niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır
(Bkz B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
51. Diğer yandan, Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan
gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının
koruma alanına dâhil edilen ilke ve hakları, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında
kabul etmektedir (Bkz. B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
52. Bu noktada, hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği
ilkesi oluşturmaktadır (Bkz. AYM, E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010; ve
E.2012/50, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma
hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu
belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir.
Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya
güvenlik ilkesi ise, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve
kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan
mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal
bir belirsizliğe yol açabilir (Bkz. Nejdet Şahin ve Perihan
Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
53.
Bununla birlikte, farklı kararların aynı
mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına
gelmeyecektir (Aynı yöndeki AİHM
kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B.
No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No:
21911/03, 24/3/2009, § 29; ve Remuszko/Polonya,
B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi
çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği
olarak kabul edilmelidir.
54.
Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin
korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak
bahşetmemektedir (Aynı yöndeki AİHM
kararları için bkz. Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; ve Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], yukarıda anılan, § 58).
Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evirilen bir yaklaşımın
sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden, kararlardaki değişim,
adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Aynı yöndeki AİHM kararı için
bkz. Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
55. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi
kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün
tatminkar bulunmaması anlamına gelir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. S.S.Balıklıçeşme
Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 …
17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak, aynı hususta daha önce çıkan
kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya
ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı
için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski
Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
56. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında
doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm
getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında
olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstekar hale gelmesinin belirli bir
zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski
and Pradal and Gonzalez ve Digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94 …
34173/96, 28/10/1999, § 59; ve Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.),
B. No: 42162/02, 2/12/2008).
57. İhtilaf konusu davalardaki uyuşmazlıkların veya olayların birbirinden
farklılık göstermesi, iki karardaki farklılaşan değerlendirmeleri haklı
gösterir ve aynı konuda verilmiş çelişen hükümlerden bahsedilemez (Aynı yöndeki
AİHM kararı için bkz. Erol Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05,
29/9/2009).
58. Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme
bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında, davaların içeriğinden
kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması halinde ise, hareket noktası, derece
mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve
tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Aynı yöndeki AİHM
kararı için bkz. Stefanica ve Diğerleri/Romanya, B.
No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte, Anayasa
Mahkemesi kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp
açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir
inceleme yapabilir.
i. Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı
59. Başvurucunun kararlarına dayandığı Yargıtay
7. Hukuk Dairesinin, 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihli ilamlarına konu olaylarda
davacılar, başvuruya konu iş bırakma eyleminin yapıldığı tarihte başvurucu gibi
raporludur. İlk derece mahkemeleri, davalı THY’nin “279 kişinin aynı gün
hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu” şeklindeki ya da “raporların
eyleme iştirak amacıyla alındığı” yönündeki savunmasını dikkate almamışlar
ve sağlık raporlarının gerçeği yansıtmadığına yönelik olarak davalı işverence
bir delil getirilememesi nedeniyle, feshin haksız olduğuna karar vermişlerdir.
Mahkemeler hüküm kurarken ayrıca, feshin haklı olduğunu ispat yükünün işverene
düştüğünü açıkça veya zımni olarak belirtmişlerdir (Bkz. § 26). Feshin haksız
olduğu şeklinde verilen kararlar veya ulaşılan sonuçlar Yargıtay 7. Hukuk Dairesi tarafından onanmıştır.
60. Temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları
halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına
yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde
temyizde öne sürülmüş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını
inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Bkz. B. No: 2013/5486,
4/12/2013, § 57). Bu nedenle, Yargıtay 7. Hukuk
Dairesinin ilk derece mahkemesinin kararını veya ulaştığı sonucu ek bir
açıklama yapmaksızın uygun bulduğu ilamlardan, mahkemelerin gerekçelerinin
benimsendiğinin kabulü gerekir.
61. Mevcut başvuruya konu olayda, Bakırköy 7. İş Mahkemesi, başvurucunun
olay tarihinde raporlu olduğu ve davalı THY tarafından buna karşı bir delil
getirilmediği gerekçesiyle başvurucu lehine karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise sağlık raporunun eyleme
iştirak amacıyla alındığını belirtmiştir. Bu kabulle bağlantılı olarak, davalı
THY’nin rapora ve iş bırakma eylemine ilişkin iddialarının aksini kanıtlama
yükü başvurucuya yöneltilmiştir (Bkz. § 14). Nihayetinde, derece mahkemesinin
kararının bozulmasına ve başvurucunun davasının reddedilmesine karar vermiştir.
62. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, Yargıtay
22. Hukuk Dairesinin sağlık raporu ve ispat yükü hususlarındaki
değerlendirmelerinin, başvurucunun açtığı davaya konu olayların farklılığından
kaynaklanmadığı ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin
aynı konudaki önceki tarihli ilamlarıyla çelişki oluşturduğu anlaşılmaktadır.
ii. Hukuki Belirlilik İlkesi Yönünde Değerlendirme
63.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin somut başvuruya
konu kararının, başvurucunun da aralarında bulunduğu çalışanların iş
akitlerinin THY tarafından feshedilmesine ilişkin yargılamaların tümü
bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Benzer olaylar çerçevesinde verilen
mahkeme kararlarında görülebilecek tutarsızlıklar, hukuki belirsizlik
oluşturmaları nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin yapacağı incelemede dikkate
alınacaktır.
64. Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin
yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle
olumludur. Ancak, uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek
mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe
göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye
düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde
bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu
ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca,
böyle bir algının toplumda yerleşmesi halinde, bireylerin yargı sistemine ve
mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.
65. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, sağlık raporlarının doğruluğunu kabul
eden ve ispat yükünün işverene düştüğüne dair ilk derece mahkemelerinin
kararlarını istikrarlı biçimde onamıştır. Bu nedenle, hukuki belirlilik ilkesi
ışığında, başvurucuda kendi davasında verilecek karara ilişkin makul bir
güvenin oluştuğunun kabulü gerekir. Dolayısıyla, Yargıtay
22. Hukuk Dairesinin, sağlık raporu ile ispat yükü bakımından farklı bir
değerlendirme yapması, her ne kadar takdir yetkisi kapsamında kabul
edilebilirse de mevcut başvurunun koşullarında öngörülebilir değildir ve
gerekçelendirmeye ihtiyaç duymaktadır.
66. Mevcut başvuruya bakıldığında, Yargıtay
22. Hukuk Dairesi sağlık raporunun eyleme iştirak amacıyla alındığı sonucuna
ulaşırken, “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj
sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor almasının hayatın olağan
akışına uygun olmadığı ve raporların hastalık sebebiyle alınmadığını
gösterdiği” gerekçesinden hareket etmiştir. Bununla birlikte, belirtilen
hususlar, davalı Türk Hava Yolları tarafından diğer davalarda da savunma olarak
ileri sürülmüştür. Bu iddianın, ilk derece mahkemelerince kabul edilmediği ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bu kararları onadığı
dikkate alındığında, ilave bir açıklamaya yer verilmeksizin sadece aynı
ifadelere dayanılması yeterli bir gerekçe oluşturmaz. Başvurucuyu, işverenin
iddialarının aksini ispatlamak zorunda bırakan kabul bakımından ise, Yargıtay ilamında herhangi bir açıklamaya yer
verilmemiştir.
67. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bahse konu ilamının, daha önceki
kararlardan farklı bir sonuca neden ulaşıldığının, başvurucu ve üçüncü kişiler
tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi
içermediği değerlendirilmektedir. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü
fıkrası uyarınca, ilk derece mahkemesinin direnme imkânının bulunmaması ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin, başvuru konusu karardan
sonra, benzer davalarda onama yönünde kararlar vermesi (Bkz. § 26),
gerekçelendirmeye duyulan ihtiyacı daha da belirginleştirmiştir.
68. Anayasa Mahkemesi bu nedenlerle, başvurucunun davasının ne şekilde
sonuçlanması gerektiğine dair herhangi bir çıkarım yapmamakla birlikte, nihai
yargılama makamını oluşturan Yargıtay daireleri
arasındaki yorum farklılıklarının, benzer nitelikteki davaların karara
bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını ve başvurucu için
öngörülemez olduğunu değerlendirmektedir.
69. İncelenmesi gereken diğer bir husus ise farklı kararlar verilmesi
halinde çözüm sunabilecek yapısal bir mekanizmanın varlığı ve ne şekilde
işletildiğidir.
70. Başvurucunun işe iadesine dair ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuş ve 4857
sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde dava, nihai
olarak reddedilmiştir. Yargıtay dairesinin
kararının kesin olması nedeniyle, ilk derece mahkemesinin direnmesi yoluyla,
uyuşmazlığın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne
getirilmesi ve böylelikle Yargıtay Dairelerinin
birbiriyle çelişen yorumlarını birleştirecek bir karar verilmesi ihtimali
bulunmamaktadır.
71. Dairelerin kararları arasındaki farklılık, birbirine benzer davalarda
sağlık raporu delilinin değerlendirilmesinden ve bununla ilintili biçimde ispat
yükünün yöneltilmesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla, 2797 sayılı Kanun’un 15.
maddesinin ikinci fıkrasının (b) veya (c) bendi uyarınca Yargıtayın ilgili dairesinin konuyu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulundan
ziyade, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne
getirmesi ve yeknesak bir uygulamanın sağlanması mümkün olabilirdi. Bununla
birlikte, Yargıtay daireleri bu gibi durumlarda
kendiliğinden içtihatlarını değiştirme yoluna gittiğinden, yasada belirtilen
yolun teoride kaldığı ve etkili bir çözüm sunamadığı anlaşılmaktadır.
iii. Sonuç
72. Açıklanan nedenlerle, mevcut yapısal mekanizmanın işletilmesindeki
eksiklikle birlikte ele alındığında, Yargıtay
dairelerinin ilamlarında yeterli gerekçeyle desteklenmeyen farklılıkların
bulunmasının, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki
belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna
varılmıştır.
73. Bu kapsamda, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına
alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3.
6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74. Başvurucu, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili yargı organına gönderilmesini veya
60.000,00 TL tazminata hükmedilmesini ve yargılama giderlerinin ödenmesini
talep etmiştir.
75. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, ihlal tespiti halinde hakkaniyete
uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir.
76. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50.
maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden
yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama
yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir.
Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal
kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse
dosya üzerinden karar verir."
77. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmadığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki
talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
78. Somut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki tespit nazara alınarak, başvurucuya
takdiren net 10.000,00 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit
edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35
TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Grev hakkının ihlal edildiği yönündeki
şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL
EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki
şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil
yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B.
Başvurucuya net 10.000,00 TL
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
C.
Yeniden yargılama yapılması yönündeki
talebin reddine,
D.
198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben
başvurucuların Maliye Bakanlığınca başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F.
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına
ve Yargıtay Başkanlığına gönderilmesine,
6/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkanvekili
Serruh KALELİ
|
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Engin YILDIRIM
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
Zühtü ARSLAN
|
Üye
M. Emin KUZ
|
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
ANAYASA
MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başvuru Numarası: 2013/1995
Karar Tarihi: 10/12/2014
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan
|
:
|
Alparslan ALTAN
|
Üyeler
|
:
|
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
||
Muammer TOPAL
|
||
M. Emin KUZ
|
||
Raportör Yrd.
|
:
|
Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
|
Başvurucu
|
:
|
Şenel TUT
|
Vekili
|
:
|
Av. Deniz AKA
|
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini
istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını,
Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim
yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay
tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek
adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş,
ihlalin tespiti ve tazminat isteminde bulunmuştur.
II.
BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 12/3/2013 tarihinde Ordu Ağır Ceza
Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel
bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.
İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013
tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere
dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir
örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5.
Adalet Bakanlığının 23/8/2013 tarihli görüş
yazısı 13/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık
görüşüne karşı beyanlarını 23/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III.
OLAY VE OLGULAR
A.
Olaylar
6.
Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu
yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucu, iş sözleşmesine bağlı olarak çöp
toplama işinde çalışmakta iken 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeni
ile malul olduğunu belirterek, maddi ve manevi zararlarının tazmini ve diğer
işçi alacaklarının tahsili istemiyle 18/1/2005 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde,
Ordu Belediye Başkanlığı, Torunlar İnşaat Taah. Nakliyat Pazarlama Sanayi ve Ticaret
Ltd. Şti. ve Or-bel İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. aleyhine dava açmıştır.
8.
Diğer işçi alacaklarının tahsiline ilişkin
davanın tefrik edildiği maddi ve manevi tazminat talebine ilişkin dava, Ordu İş
Mahkemesinin 14/4/2009 tarih ve E.2005/17, K.2009/134 sayılı kararıyla, "Davacının
[başvurucu], 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1
derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25,
davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel
İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi
zararının 20.591,37 TL olduğu, bundan 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı [mülga]
Borçlar Kanunu'nun 44. maddesi uyarınca %35 hakkaniyet indirimi sonucu
13.384,39 TL olacağı, bu miktardan en son peşin sermaye değeri olan 12.161,56
TL'nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi zararının 1.222,83 TL olacağı,
olayın oluş şekli, maluliyet oranı ve kusur durumu dikkate alındığında manevi
tazminat talebinin kısmen kabulü gerekeceği." belirtilerek davanın
kısmen kabulüne, 1.222,83 TL maddi tazminat alacağının ve 500,00 TL manevi
tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte
başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
9.
Taraflar tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010 tarih ve
E.2009/10925, K.2010/10997 sayılı ilamıyla, "manevi tazminat tutarını
belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış olmakla birlikte hâkimin bu
hakkını kullanırken olaya özgü bazı unsurları göz önünde bulundurması
gerektiği, belirlenecek tazminat miktarının caydırıcılık uyandıran oranda
olması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda hükmedilen tazminat miktarının
çok az olduğu, zararın tazmininin borçluları zor durumda bırakmayacağının
anlaşılması nedeniyle 818 sayılı [mülga] Kanun'un 44. maddesinin ikinci
fıkrasının uygulanma koşullarının bulunmadığı gözetilmeksizin hakkaniyet
indirimi yapılmasının isabetsiz olduğu, hakkaniyet indirimi uygulanmasına
ilişkin kabule göre ise, tazminat miktarının belirlenmesinde maluliyet oranı,
kusur oranı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değerinin ve
diğer yasal indirimlerin yapılmasından sonra tazminat miktarının belirlenmesi
gerekirken, önce hakkaniyet indirimi yapılıp daha sonra peşin sermaye değeri
indirimi yapılmasının hatalı olduğu" gerekçesiyle bozulmuştur.
10.
Ordu İş Mahkemesi bozma kararına uyarak
verdiği 24/3/2011 tarih ve E.2011/10, K.2011/98 sayılı kararıyla,
"davacının [başvurucu] 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası
sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı
belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu
oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının
kusur tenzili maddi zararının 20.591,37 TL olduğu, bu miktardan en son Peşin
Sermaye Değeri olan 12.161,56 TL'nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi
zararının 8.429,81 TL olacağı, manevi tazminat talebinin ise olay nedeni ile
uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacına
yönelik olup, haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir
miktarda takdir edilmesi gerektiği, olayın oluş şekli, müterafik kusur
oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve
ekonomik durumu, hak ve adalet kurallarına göre 5.000,00 TL manevi tazminata
hak kazandığı" gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
11.
Davalılar tarafından tümüyle, davacı
(başvurucu) tarafından ise yalnızca manevi tazminat miktarı ve tazminat
miktarlarının davalıların kusurları oranında tahsiline hükmedilmesi yönünden
temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesinin, 26/11/2012 tarih ve E.2011/10269, K.2012/21230 sayılı ilâmıyla, "dosyadaki
yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre., davalıların
tüm, davacının ise tazminatın tahsiline ilişkin itirazı dışındaki temyiz
itirazlarının reddine" şeklindeki gerekçe ile tazminat miktarının
davalılardan müştereken tahsili yerine kusurları oranında tahsiline
hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmıştır.
12.
Onama kararı başvurucuya 13/2/2013 tarihinde
Mahkeme kaleminde tebliğ edilmiştir.
13.
Başvurucu, 12/3/2013 tarihinde bireysel
başvuruda bulunmuştur.
B.
İlgili Hukuk
14.
Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16-20.
15.
818 sayılı mülga Kanun'un 47. maddesi
şöyledir:
"Hâkim, hususi
halleri nazara alarak cismani, zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü
takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat
verilmesine karar verebilir."
IV.
İNCELEME VE GEREKÇE
16.
Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda, başvurucunun 12/3/2013 tarih ve 2013/1995 numaralı bireysel
başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A.
Başvurucunun İddiaları
17.
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini
istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını,
Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim
yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay
tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını
belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
B.
Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Maddi Tazminat Miktarına İlişkin İhlal
İddiası
18.
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini
istemli davasının temyiz incelemesinde olduğu sırada 11/1/2011 tarih ve 6098
sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girdiğini, söz konusu Kanun'un 55.
maddesi gereği, bedensel zararlara ilişkin tazminat miktarı belirlenirken
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenen gelirlerin ilk peşin sermaye
değerinin rücu edilebilen kısmının hesaplanarak zarar tutarından indirilmesi
gerektiğini, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bu
hükmü dikkate almaksızın onama kararı verdiğini, benzer davalarda söz konusu
hüküm uygulanarak kararların bozulduğunu, bu nedenle adil yargılanma hakkının
ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19.
Başvurucu, benzer davalarda Yargıtay'ın bozma kararı vermesine rağmen, kendi
davasında onama kararı vermesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri
sürmüşse de başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının
ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
20.
Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun
iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara yönelik olup
olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
21.
Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş yazısına
karşı beyanında, başvuruya konu davanın temyiz incelemesinde olduğu sırada 6098
sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiğini ve Yargıtay
21. Hukuk Dairesinin bu hükmü esas alarak bozma kararları verdiğini, kendi
davasında ise bu hususu gözden kaçırdığını belirtmiştir.
22.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
".Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının
tüketilmiş olması şarttır."
23.
30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen
işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması
gerekir."
24.
Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu"
olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş
olması şarttır.
25.
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm
organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı
takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece
mahkemelerine başvurulmalıdır.
26.
Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği,
başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle
yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi,
bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı
zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş
olması gerekir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
27.
Bireysel başvurunun
ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri
sürülmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi
genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine
sunulamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).
28.
6100 sayılı Kanun'un 26. maddesinin (1)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla
bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep
sonucundan daha azına karar verebilir."
29.
Somut olayda başvurucu, Ordu İş Mahkemesinin
14/4/2009 tarihli kararına karşı verdiği 29/4/2009 tarihli temyiz dilekçesinde
ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010
tarihli bozma ilamından sonra verdiği 7/2/2011 tarihli bozma ilamına karşı
beyan dilekçesinde Mahkeme tarafından hükmedilmesi gereken maddi tazminat
miktarının 8.429,81 TL olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, Ordu İş
Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla 8.429,81 TL maddi tazminata
hükmetmesinin ardından verdiği 18/4/2011 tarihli temyiz dilekçesinde de
hükmedilen maddi tazminat miktarına dair bir itiraz ortaya koymamıştır. Sonuç
olarak, başvurucunun kendi davasına uygulanmadığını ileri sürdüğü düzenlemenin
uygulanmasının maddi tazminat miktarının hesaplanmasına ilişkin olduğu ve
başvurucunun maddi tazminat miktarına ilişkin bir uyuşmazlığı temyiz aşamasına
taşımadığı anlaşılmaktadır.
30.
Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde
düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve
özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı
anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları
yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemiş olması"
nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Manevi Tazminat Miktarına İlişkin
İhlal İddiası
31.
Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini
istemli davasının yargılaması sonucunda hükmedilen manevi tazminat miktarının
düşük olduğunu, Yargıtay'ın benzer davalarda
tazminatı az bularak bozma kararları vermesine rağmen bu kararı onamasının
çelişki oluşturduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32.
Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun
taleplerinin Derece Mahkemeleri tarafından incelenerek davanın kısmen kabulüne
karar verildiği, bu durumda başvurucunun iddialarının kanun yolunda gözetilmesi
gereken hususlara yönelik olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği
belirtilmiştir.
33.
Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı
beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
34.
Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
"Bireysel
başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme
yapılamaz."
35.
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, .
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar
verebilir."
36.
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul
edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin
dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında
değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin
şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37.
Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece
mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek
istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu
hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun
kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş
olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,
bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince
incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38.
Başvuru konusu olayda Mahkemece, başvurucunun
iddiaları ve tüm deliller birlikte incelenmiş, Yargıtay'ın
8/11/2010 tarihli bozma kararı da değerlendirilerek (bkz. § 9), manevi tazminat
talebinin olay nedeni ile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün
kısmen de olsa giderilmesi amacına yönelik olduğu ve manevi tazminatın haksız
zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi
gerektiği göz önünde bulundurularak, olayın oluş şekline, müterafik kusur
oranlarına, başvurucunun duyduğu elem ve ızdırabın derecesine, tarafların
sosyal ve ekonomik durumuna, hak ve adalet kurallarına göre, 5.000,00 TL manevi
tazminata hükmedilmiştir. Yargıtay tarafından,
Mahkemece verilen karar, manevi tazminat miktarı yönünden usul ve yasaya uygun
bulunarak başvurucunun bu yöndeki temyiz itirazları reddedilerek onanmıştır.
39.
Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde, sonuç olarak iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından
delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet
olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
40.
Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın
sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının dinlenmediğine
ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Derece Mahkemesi
kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir
durum da tespit edilememiştir.
41.
Başvurucu
ayrıca, benzer davalarda Yargıtay'ın bozma
kararı vermesine rağmen, kendi davasında onama kararı vermesinin eşitlik
ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan ihlal iddiası da
adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
42.
Aynı
hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri
arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek
başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi,
temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve
delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının
ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45). Ayrıca,
manevi tazminat miktarı her davanın somut gereklilikleriyle yakından ilişkili
olup, olayın oluş şekli, kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın
derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu gibi birçok değişkene sahiptir.
Bu durumda benzer davalarda manevi tazminat miktarlarına ilişkin farklı
sonuçlar ortaya çıkabileceği hususu dikkate alınmalıdır.
43.
Açıklanan
nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık
keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul
edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan
yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi
gerekir.
c. Yargıtay
Kararının Gerekçesiz Olduğu İddiası
44.
Başvurucu, temyiz incelemesi sonucu verilen
kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
45.
Adalet Bakanlığı görüş yazısında, temyiz
mahkemesinin İlk Derece Mahkemesi kararının hukuka uygun olduğunu belirtmesinin
yeterli olduğu, ayrıca bir gerekçe yazılmasına gerek bulunmadığı, somut olayda Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin İlk Derece Mahkemesi
kararını, "davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz
itirazlarının reddine" şeklindeki ifade ile düzelterek onadığı
belirtilmiştir.
46.
Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne
karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
47.
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2)
numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, .
açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar
verebilir."
48.
Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
49.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında,
herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal
sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına
alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir
temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
50.
Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin
kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit
bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz
merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini,
derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu
göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
51.
Başvuru konusu olayda, Ordu İş Mahkemesinin
kararı Yargıtay tarafından, tazminat miktarının
davalılardan müştereken tahsili gerekirken kusurları oranında tahsiline
hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmış, diğer
temyiz itirazları ise dosyadaki yazılara, dayanılan delillere ve kanuni
nedenlere dayalı olarak reddedilmiştir (bkz. § 11). Dolayısıyla Yargıtay kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
52.
Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına
yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle
kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı
İddiası
53.
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi
sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin açıkça
dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu
kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
54.
Başvurucu, 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın
makul sürede tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
55.
Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvuruya
konu yargılama sürecinin, tanıkların dinlenmesi, delillerin toplanması, keşif
ve bilirkişi süreçlerinin tamamlanması için geçen süreler ve dosyanın iki kez
temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi
sebepleriyle yaklaşık yedi yılda tamamlandığını, makul süre değerlendirmesinde
takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.
56.
Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı
beyanında, davanın karmaşık nitelik taşımadığı, yargılamayı uzatmaya yönelik
usuli işleminin bulunmadığı, yargılama sürecinin uzamasında ilgili kamu
kurumları ve Mahkemenin kusuru bulunduğu hususlarını ifade etmiştir.
57.
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin
(Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren
başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No:
2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
(AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri
olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil
yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36.
maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin
6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lâfzî
içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına
dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir.
Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda
belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup,
ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının
yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın
bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No:
2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).
58.
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
59.
Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6.
maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul
sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iş kazasından
doğan zararın karşılanması istemine ilişkin bir davanın söz konusu olduğu
görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine
göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu
alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
60.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural
olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru
açısından bu tarih 18/1/2005 tarihidir.
61.
Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona
erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut yargılama
faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, Ordu İş Mahkemesi kararının
Yargıtay tarafından düzeltilerek onandığı
26/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
62.
Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak
yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek
bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem
nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı
organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu
iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini
dikkate alarak genel mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel
bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı
mahkemelerce, mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde
sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
63.
6100 sayılı Kanun'un 447. maddesiyle, daha
önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri
kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere
basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama
usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan
ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul
edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
64.
Başvuruya konu yargılama süreci
incelendiğinde, dosyanın iki kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gittiği, İlk Derece Mahkemesi önündeki
toplam yargılama süresinin yaklaşık dört yıl sekiz ay olduğu, yaklaşık üç yıl
üç aylık bir sürenin de Yargıtay önünde geçtiği
anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılama süresinin büyük oranda
delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi, keşif ve bilirkişi
incelemelerinin tamamlanması aşamalarında geçtiği anlaşılmaktadır. İş
ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı
değer ve başvurucunun davadaki menfaati de dikkate alındığında sonuç olarak
yargılamanın, makul görülemeyecek derecede uzun bir süre olan yedi yıl on ay
sekiz günde tamamlandığı görülmektedir.
65.
İlgili yargılama evrakının incelenmesinden,
başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 5521
sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel
usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun'a tabi bir yargılama faaliyetinin söz
konusu olduğu ve 5521 sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümleri ile 6100
sayılı Kanun'un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi
gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 14).
66.
İş kazası nedeniyle doğan zararın tazmini istemiyle
açılan ve 5521 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler
önünde görülen yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar
daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından,
özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin
nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının
ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/4701,
23/1/2014, §§ 35-51).
67.
Başvuruya konu yargılama sürecinin
değerlendirilmesi neticesinde, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi
olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf
sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın karmaşık nitelik taşımadığı,
başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken özensiz
davranarak yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı da dikkate
alınarak, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir
yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama sürecinde
makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
68.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
69.
Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlali
nedeniyle başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile
birlikte 46.778,94 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini
talep etmiştir.
70.
6216 sayılı Kanun'un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen
ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
71.
Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin
yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama
faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan
manevi zararı karşılığında, başvurucuya net 7.600,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
72.
Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
73.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki
belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.
Başvurucunun,
1. Maddi
tazminat miktarına ilişkin ihlal iddialarının "başvuru yollarının
tüketilmemesi",
2. Manevi tazminat
miktarına ilişkin ihlal iddialarının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
3. Yargıtay kararının gerekçesiz olduğu yönündeki
iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına
alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvurucuya net 7.600,00 TL manevi TAZMİNAT
ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D.
Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben
başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Alparslan ALTAN
|
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
|
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
|
Üye
Muammer TOPAL
|
Üye
M. Emin KUZ
|
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
ANAYASA
MAHKEMESİ
BİRİNCİ
BÖLÜM
KARAR
Başvuru Numarası: 2013/1660
Karar Tarihi: 15/10/2014
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan
|
:
|
Serruh KALELİ
|
Üyeler
|
:
|
Burhan ÜSTÜN
|
Nuri NECİPOĞLU
|
||
Hicabi DURSUN
|
||
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
||
Raportör
|
:
|
Selami ER
|
Başvurucu
|
:
|
Gaziler Enerji ve Tic.
A.Ş.
|
Temsilcisi
|
:
|
Narin DOLGUN
|
Vekili
|
:
|
Av. İbrahim İLİMSEVER
|
I.
BAŞVURUNUN KONUSU
1.
Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu
aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında makul sürenin
aşıldığını, bu nedenle ödemek durumunda kaldığı faiz yükünün arttığını,
yargılama sırasında usulî hatalar yapıldığını, Sosyal Sigortalar Kurumunun
(SSK) davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini
belirterek eşitlik ilkesinin, hak arama hürriyetinin ve Anayasa'nın 14.
maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II.
BAŞVURU SÜRECİ
2.
Başvuru, 25/2/2013 tarihinde Kağızman Asliye
Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit
edilmiştir.
3.
Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013
tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın
Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.
Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul
edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.
Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun
bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının
27/9/2013 tarihli görüş yazısı, 24/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ
edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal
süresi içinde ibraz etmemiştir.
III.
OLAY VE OLGULAR
A.
Olaylar
6.
Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu
yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.
Başvurucu Gaziler Enerji ve Tic. A.Ş.'nin
yürüttüğü inşaat işi sırasında patlama meydana gelmiş ve işçi D. T. 24/10/1999
tarihinde kaza sonucu vefat etmiştir.
8.
Tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle ölüme
sebebiyet verme suçu iddiasıyla Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada,
27/12/2001 tarih ve 2000/94, K.2001/155 sayılı kararla kusur oranları, işyeri
sahibi G. D. için 6/8, işçi N. T. için 1/8 ve ölen işçi D. T. için 1/8 olarak
belirlenmiştir.
9.
Müteveffanın eşi Ş. T., kendisi ve çocukları
adına 4/1/2002 tarihli dilekçe ile Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme)
başvurucuya karşı maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
10.
Başvurucu 11/2/2002 tarihli dilekçesiyle
mahkemenin görevsizliği ve alacağın zaman aşımına uğradığı iddialarında
bulunmuştur.
11.
Mahkeme, 19/11/2002 tarihli celsede, tazminat
miktarının hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar
vermiştir.
12.
Bilirkişilerce, aynı konuyla ilgili Iğdır Ağır
Ceza Mahkemesinde açılmış davada belirlenen kusur oranları nazara alınarak
tazminat miktarı hesaplanmış ve 15/1/2004 tarihli bilirkişi raporu mahkemeye
sunulmuştur.
13.
Mahkeme, 27/5/2004 tarihli celsede tarafların
kusur oranlarının belirlenmesi talebiyle bilirkişi görevlendirmiş ve 22/8/2004
tarihli bilirkişi raporuyla, başvurucunun kusuru % 60 olarak tespit edilmiştir.
14.
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun başvurucu
aleyhine açtığı peşin sermaye değerli gelir ödemesinin rücu davasında da,
tarafların kusurlarının belirlenmesi için 1/7/2004 tarihli bilirkişi raporu
düzenlenmiştir.
15.
Davacılar, 18/10/2004 tarihli dilekçeleriyle
15/1/2004 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen miktarlar üzerinden
taleplerini artırarak davalarını kısmen ıslah etmişler, başvurucu ise cevap
dilekçesinde bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ve davanın
zamanaşımına uğradığını iddia etmiştir.
16.
Başvurucu davanın İş Mahkemelerinde açılması
gerektiği gerekçesiyle işbölümü itirazında bulunduğundan, Mahkeme 17/2/2005
tarih ve E.2002/2, K.2005/12 sayılı kararıyla, dosyayı iş mahkemesi sıfatıyla
E.2005/69 numarasıyla incelemeye devam etmiştir.
17.
Mahkeme, 5/5/2005 tarihinde SSK'nın
başvurucuya karşı açtığı E.2003/22 sayılı rücu davasının, Mahkemenin E.2005/69
sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.
18.
4/12/2006 tarihinde önceki bilirkişi
raporları arasında çelişki olduğundan bahisle yeni bir bilirkişi raporu
düzenlenmiştir. Hazırlanan yeni bilirkişi raporuna göre, 1/7/2004 tarihli
raporla kısmen uyumlu olarak başvurucunun kusuru % 80 olarak tespit edilmiştir.
19.
Mahkeme, 26/4/2007 tarihinde, E.2005/69 sayılı
dosyada birleştirilen rücu davasının yasal dayanaklarının ve yasa yolu
mercilerinin farklı olduğu gerekçesiyle tefrikine karar vermiştir.
20.
Rücu davasıyla ilgili olarak Mahkeme,
27/9/2007 tarih ve E.2007/18, K.2007/74 sayılı kararıyla Sosyal Sigortalar
Kurumunun rücu talebini kabul ederek kurumca kaza nedeniyle ödenmiş bedelin bir
kısmının başvurucuya rücu edilmesine karar vermiştir.
21.
Mahkeme, tazminat davasında bilirkişi
raporları arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve tarafların kusur oranlarının
yeniden tespit ettirilmesi için Adli Tıp Kurumu tarafından bir raporun
düzenlenmesine karar vermiş ve bu defa 16/9/2010 tarihli bilirkişi raporuyla
başvurucunun kusuru % 80, başvurucu şirketin sahibi G. D.'nin kusuru ise %10
olarak tespit edilerek mahkemeye sunulmuştur.
22.
Mahkeme, tazminat miktarının 16/9/2010 tarihli
bilirkişi raporundaki kusur oranları dikkate alınarak hesaplanması için
bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine 3/1/2011
tarihli bilirkişi raporu hazırlanmış ve destekten yoksunluk zararları tespit
edilerek mahkemeye sunulmuştur.
23.
Davacılar, 30/3/2011 tarihli ıslah
dilekçeleriyle 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen miktarlar
üzerinden davanın ıslahı talebinde bulunmuşlardır.
24.
Mahkeme, 26/5/2011 tarih ve E.2005/69,
K.2011/107 sayılı kararıyla 2. kez ıslahın mümkün olmaması nedeniyle 30/3/2011
tarihli ıslah dilekçesinin reddine, 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesini nazara
alarak davanın kabulüne ve 16/9/2010 ve 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporları
dosya kapsamı ve mevzuat ile uyumlu olduğundan bu raporda belirlenen kusur
oranlarını esas alarak belirlenen maddi tazminat miktarlarının ve takdiren
1.000,00'er TL manevi tazminatın başvurucu şirket ve sahibi G. D.'den müştereken
ve müteselsilsen tahsiline karar vermiştir.
25.
Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 21. Hukuk
Dairesi, 25/12/2012 tarih ve E.2012/2136, K.2012/24430 sayılı kararıyla
başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır.
26.
Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 11/4/2013 tarih ve E.2013/4808,
K.2013/7316 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar aynı
tarihte kesinleşmiştir.
27.
Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa
Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
B.
İlgili Hukuk
28.
12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul
ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
"Hâkim,
yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz
gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
29.
6100 sayılı Kanun'un "Diğer
kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler" kenar başlıklı 447.
maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Diğer kanunların
sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit
yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır."
IV.
İNCELEME VE GEREKÇE
30.
Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış olduğu
toplantıda, başvurucunun 25/2/2013 tarih ve 2013/1660 numaralı bireysel başvurusu
incelenip gereği düşünüldü:
A.
Başvurucunun İddiaları
31.
Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu
aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında davacı vekilinin
18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesinde davalıların kusurları oranında tazminat
talep edilmesine rağmen tazminatın müştereken ve müteselsilen ödenmesine
hükmedildiğini, Mahkemece ceza davasındaki kusur oranlarının esas alındığını,
ceza davasında şirkete kusur yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru
sayılamayacağı halde şirket aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların
şirketin kusur oranını talep etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi
raporuyla kusur oranı tespit ettirdiğini, SSK'nın davacılara ödediği miktarın
tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini, zamanaşımı defini ileri sürdüğü
halde bu konuda karar vermeden esasa geçildiğini, davada makul sürenin
aşıldığını ve makul sürede karar verilmediğinden faiz yükünün arttığını,
mahkeme kararının Yargıtay içtihatlarından
farklı olduğunu, kararların gerekçesiz olduğunu belirterek eşitlik ilkesinin,
adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri
sürmüş ve ödemekle karşı karşıya kaldığı tazminat miktarının ekonomik durumunu
temelinden sarsacağı gerekçesiyle ihtiyati tedbir kararı verilmesi ile ihlalin
sonuçlarının ortadan kaldırılması veya ödemesi gereken tazminat miktarı kadar
lehine tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B.
Değerlendirme
32.
Somut başvuru konusu davada Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarihli
kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi
kararını onamıştır. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel
başvuruda bulunmuş, Yargıtay 21. Hukuk
Dairesi'ne yapılan karar düzeltme talebi Dairece bu tarihten sonra 11/4/2013
tarihinde reddedilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru
hakkında karar verilmeden önce bu kanun yolu da başvurucular tarafından
tüketilmiş olmaktadır (bkz. B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 64)
33.
Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde,
başvurucunun, aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini,
benzer davalarda verilen kararlara aykırı şekilde hüküm kurulduğunu belirterek,
eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 14. maddesinin ihlal
edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal
iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi
bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılama sürecine ve verilen kararın
sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar yargılamanın
sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun
gerekçeli karar hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise
ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
34.
Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası
şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda
gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
35.
30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin
(2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun
başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
36.
6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine
karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü
fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen
kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel
başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37.
Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece
mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması,
delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması
ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden
adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek
istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu
hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası ve bu durumun kendiliğinden bireysel
başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede,
kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası bulunmadıkça
Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38.
Başvuru konusu olayda başvurucu, Tuzluca
Asliye Hukuk Mahkemesinde iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve
manevi tazminat davasında davacı vekilinin 18/10/2004 tarihli ıslah
dilekçesinde kusurları oranında tazminat talep edilmesine rağmen tazminatın
müştereken ve müteselsilen ödenmesine hükmedildiğini, Mahkemece ceza
davasındaki kusur oranlarının esas alındığını, ceza davasında şirkete kusur
yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru sayılamayacağı halde şirket
aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların şirketin kusur oranını talep
etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi raporuyla kusur oranı tespit
ettirdiğini ve SSK'nın davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken
mahsup edilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri
sürmüştür.
39.
Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları
incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin
değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve
esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
40.
Başvurucu aleyhine açılan tazminat davasında
somut olaya ilişkin ceza dava dosyası incelenmiş, tarafların delilleri toplanarak
bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara ve başvuruya konu
itirazları değerlendirilmiş, ilgili yasa kuralları somut olayın koşullarına
göre yorumlanarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun başvuruya
konu ettiği gerekçelerle yaptığı temyiz üzerine Yargıtay
21. Hukuk Dairesince "hükmün Dairece benimsenen yasal ve hukuksal
gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde
isabetsizlik görülmemesi" gerekçesiyle temyiz itirazları
reddedilerek hüküm onanmıştır.
41.
Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın
sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve
iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve
iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da
uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi
tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi
Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit
edilmemiştir.
42.
Diğer
taraftan, aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı
mercileri arasındaki yorum ve içtihat
farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul
edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak
tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına
adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351,
18/9/2013, § 45).
43.
Açıklanan
nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti
niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya
açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer
kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça
dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının
İhlal Edildiği İddiası
44.
Başvurucunun gerekçeli karar ve makul sürede
yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiaları açıkça dayanaktan
yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden
herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin
olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
45.
Başvurucu, zamanaşımı defini ileri sürdüğü
halde İlk Derece Mahkemesinin bu konuda karar vermeden esasa geçtiğini
belirterek kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
46.
Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası
şöyledir:
"Bütün
mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
47.
Anayasa'nın 36. maddesinin birinci
fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve
bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence
altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi
bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden
gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili
güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü
kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak
arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B.
No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
48.
Mahkemelerin hükümleri için gerekçe yazmaları
gerekmekle birlikte bu tarafların tüm iddialarına detaylı yanıt vermek
zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Gerekçe yazma yükümlülüğünün ileri
sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her davanın şartları
çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ileri
sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması bekleniyor ise
mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (B. No: 2013/735,
17/9/2014, § 45).
49.
Nitekim AİHM, derece mahkemelerinin kendisine
sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmadığını, ancak ileri sürülen
iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde,
mahkemelerin bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabileceğini,
böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin yeterli
olabileceğini belirtmiştir (bkz. Hiro Balani/İspanya, B. No.
18064/91, 9/12/1994).
50.
Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının
tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan
mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak
ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan
husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları
incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da
bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
51.
Somut olayda Mahkemece, tarafların ileri
sürdükleri tüm deliller toplanarak ve aynı konuyla ilgili ceza dava dosyası
incelenerek yaşanan iş kazasında kusur oranları ve tazminat miktarlarını
belirlemek üzere bilirkişilerden rapor alınmış, başvurucunun işveren olarak
yaşanan iş kazasında kusurlu olduğu tespit edilerek davanın kabulüne karar
verilmiştir (bkz. § 23). Mahkeme gerekçeli kararında başvurucunun zamanaşımı ve
ikinci kez ıslah yapılamayacağı konusunda itirazda bulunduğundan bahsetmiş ve
ikinci kez ıslah mümkün olmadığından ilk ıslah dilekçesine göre hüküm kurduğunu
belirtmiş ancak, zamanaşımı defini neden kabul etmediğine dair hüküm kurmayarak
ve işin esası hakkında karar vererek bu defii zımnen reddetmiştir.
52.
Başvurucu temyiz dilekçesinde de zamanaşımı
defini ileri sürmüş, ancak Yargıtay tarafından
Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul
edilerek başvurucunun itirazını karşılayacak bir gerekçelendirme yapılmaksızın
ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır (bkz. §§ 25, 26).
53.
Bu durumda esasa etkili olduğu açık olan
başvurucunun zamanaşımı defi iddiası konusunda İlk Derece Mahkemesinin bir
gerekçe göstermeksizin esastan karar verdiği, Yargıtay
Dairesinin de bu iddiaya karşılık bir gerekçe göstermeden kararı onadığı ve
başvurucunun esasa etkili bahsedilen iddiasının derece mahkemelerince
karşılanmadığı, sonuç olarak başvurucunun bahsedilen iddiasının neden
reddedildiğinin açıklığa kavuşmadığı anlaşılmaktadır.
54.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun esasa
etkili olduğu açık olan iddiası karşılanmaksızın hüküm kurulmasıyla
başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
55.
Başvurucu, makul sürede yargılanma
hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
56.
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile
6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre,
Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi
için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da
güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
(Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi
gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında
kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna
karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
57.
Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti"
kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya
davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
58.
Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve
kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü
fıkrası şöyledir:
"Davaların en az
giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir."
59.
Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı"
kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni
hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız
ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete
uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
60.
Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya
çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar,
esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da
unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme
yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı
ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lâfzî içeriğinde yer alan
gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve
haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13,
2/7/2013, § 38).
61.
Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul
sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma
hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141.
maddesinin de, Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma
hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B.
No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
62.
Makul sürede yargılanma hakkının amacı,
tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve
manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini
ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli
özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı
edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru
açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §
40).
63.
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç
dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu
ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi
hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde
bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
64.
Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul
süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki
tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi
değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha
etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
65.
Yargılama faaliyetinin makul sürede
gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne
göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
66.
Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin
6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul
sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iş kazası
nedeniyle açılan bir tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 5521
sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut
yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama
olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
67.
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili
uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural
olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye
başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru
açısından bu tarih 4/1/2002 tarihidir.
68.
Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra
aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda,
somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar
düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 21.
Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli kararı olduğu anlaşılmaktadır.
69.
Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa
Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından
yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak
süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç
tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
70.
Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak
yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla
sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri nazara çerçevesinde, gerek
bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem
nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda
yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun
koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının
özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması
sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün
olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B.
No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
71.
Belirtilen hususun yanı sıra 6100 sayılı
Kanun'un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan
sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku
uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit
yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha
kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek
dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772,
7/11/2013, § 64-65).
72.
Söz konusu başvurunun konusu olan iş kazası
nedeniyle tazminat davasının yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı
ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince önce asliye hukuk mahkemesi
sıfatıyla davaya bakıldığı, yapılan itiraz sonucu yeni esas numarası verilerek
yargılamaya iş mahkemesi sıfatıyla devam edildiği, yapılan itirazlarda dikkate
alınarak kusur oranı ve tazminat miktarının tespiti için farklı tarihlerde
tespitleri birbirine benzer beş farklı bilirkişi raporu alındığı, ayrıca ceza
ve rücu davasındaki bilirkişi raporlarının da değerlendirmede kullanıldığı,
bilirkişi raporları arasındaki farklılığın giderilmesi için de bilirkişi
raporuna müracaat edildiği ve toplam yargılama süresinin on bir yıl üç ayın
üzerinde olduğu görülmektedir.
73.
İlgili yargılama evrakının incelenmesinden,
başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi (iş mahkemesi
sıfatıyla (Bkz., §16)) önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere
ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel
usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun'a tabi bir yargılama faaliyetinin söz
konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul
sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 26-27).
74.
5521 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama
usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede
tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve
Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet
eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul
sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No:
2013/772, 7/11/2013, § 59-82), başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası
gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık
olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut
başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı
ve söz konusu on bir yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir
gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
75.
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın
36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal
edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76.
Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu
aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında yargılamanın sonucunun
adil olmadığını, zamanaşımı definde bulunmasına rağmen ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında bunun neden reddedildiğinin
gerekçelendirilmediğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını iddia ederek ihlallerin
ortadan kaldırılması veya kendisi lehine tazminata hükmedilmesini talep
etmiştir.
77.
6216 sayılı Kanun'un "Kararlar"
kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal
edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde
ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem
niteliğinde karar verilemez.
"Tespit edilen
ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye
gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde
başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması
yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
78.
Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal ilk
derece mahkemesinin başvurucunun davanın esasına etkili olan zamanaşımı defini
neden yerinde görmediğini gerekçelendirmemesinden kaynaklandığından ve bu
hususu açıklayacak şekilde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan,
6216 sayılı Kanun'un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve
sonuçlarının ortadan kaldırılması için başvurucunun zamanaşımı iddiasını
karşılayacak şekilde gerekçeli karar yazılmasını temin etmek amacıyla dosyanın
ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79.
Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin
on bir yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin
uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi
zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 10.000,00 TL manevi tazminat
ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80.
Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde
bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar
arasında illiyet bağı bulunmadığı ve başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı
ile gerekçeli karar hakkının ihlali dışındaki şikâyetleri hakkında kabul
edilemezlik kararı verildiği anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat
taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
81.
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki
belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar
verilmesi gerekir.
V.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.
Başvurucunun,
1. Yargılamanın
sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun
olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Gerekçeli karar hakkının ve Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki
iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.
1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence
altına alınan gerekçeli karar hakkının,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma
hakkının,
İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.
Başvurucuya net 10.000,00 TL manevi
TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D.
Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL
harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama
giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben
başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde
yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten
ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için kararın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Serruh KALELİ
|
Üye
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Nuri NECİPOĞLU
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder