2 Haziran 2015 Salı

ANAYASA MAHKEMESİ'NE GÖRE YARGITAY'IN ÇELİŞKİLİ KARARLARI ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİDİR

Değerli Meslektaşlarım,

Daha önce sizlerle AİHM'in Türkiye için Yargıtay’ın ve diğer devletlerde Yargıtay karşılığı olan yüksek mahkemelerin, örneğin Romanya’daki yüksek mahkemelerin kararları arasında çelişki bulunmasının, adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna ilişkin iki karar paylaşmıştım.

Bu kez, Yargıtay’ın çelişki kararlarının adil yargılanma hakkının ihlali olduğuna ilişkin 4 ayrı Anayasa Mahkemesi kararını yayınlamaktayım. Kanımca, araştırma yapılırsa karar sayısı artacaktır.

Bilindiği gibi, Yargıtay kanunu’nun 15.maddesi, Yargıtay kararları arasında çelişki olduğunda, bu çelişkinin giderilmesini emretmektedir. Olayı bu boyutuyla değerlendirdiğimizde, çelişkili kararlar için gereken girişimde bulunmayan Yargıtay üyeleri ve/veya daire başkanları, görevlerini yerine getirmemiş görevliler olmaktadırlar. Böylesi bir davranış ise, Ceza hukuku ve Disiplin hukuku açısından yaptırımla karşılanması gereken davranıştır.    

Elbette, meslek dayanışması içinde, bir meslek kardeşimin mesleki hatalarından dolayı sorumlu olmasını önermek, doğru bir davranış değildir. Ancak onların oluşturduğu çelişkili kararlar nedeniyle, pek çok kişinin hak kaybına uğramasını ya da bunun tam aksi olarak hiçbir hakkı olmadığı halde çelişkili kararlar nedeniyle hak sahibi haline gelmesini kabul etmek mümkün değildir. Üstelik bu davranış, ülkenin yargısal yapısını zedeleyici niteliktedir. Yargısal yapının itibar kaybetmesine neden olmaktadır. Tüm bunların yanı sıra, savunman olarak görev yapan bizlerin nasıl bir tutum izleyeceğimizi bilemememize yol açmaktadır, hem de maddi kayıplarımıza neden olmaktadır.

O halde, Yargıtay üyeleri olan meslek kardeşlerimden çelişkili kararları tek tek gözden geçirip çelişkileri ortadan kaldırmalarını talep etmekteyim. Eğer sizler de bu talebi benimsiyorsanız, işbu mesajın paylaşılmasını sağlamanızı rica etmekteyim.

Ayrıca Anadolunun “Güneş çarığı, çarık ayağı sıkar.” özdeyişini hatırlatmakta da yarar vardır. Bu çelişkili kararlar nedeniyle, vekil olarak uğradığım maddi kayıplara, sıkıntılara, karşılaştığım onur kırıcı davranışlara ne kadar karşı koyacağımı ve ondan sonra nasıl bir yol izleyeceğimi ben bile kestirememekteyim.


 Yargıya güvenin artmasını, adil yargılamanın biran evvel gelmesini arzu ettiğimin bilinmesi dileğiyle.




TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/3351

Karar Tarihi: 18/9/2013
 
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR

Başkan
:
Alparslan ALTAN
Üyeler
:
Osman Alifeyyaz PAKSÜT


Celal Mümtaz AKINCI


Muammer TOPAL


M. Emin KUZ
Raportör
:
Murat AZAKLI
Başvurucu
:
Ahmet SAĞLAM
Vekili
:
Av. Şafak SAĞLAM

I.        BAŞVURUNUN KONUSU
1.      Başvurucu, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazlara yönelik olarak açtığı tescil davalarının reddedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay tarafından bir kısmının onandığını, bir kısmının bozulduğunu belirterek, mülkiyet hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II.     BAŞVURU SÜRECİ
2.      Başvuru, 17/5/2013 tarihinde Mersin 5. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.      İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
III.  OLAY VE OLGULAR
A.    Olaylar
4.      Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5.      a) Başvurucu, 11/6/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde Huri Özbağ aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen 8/1/1997 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/726, K.2011/1196 sayılı kararla iştirak hâlinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012 tarih ve E.2012/2747, K.2012/4366 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
6.      a) Başvurucu, 17/6/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, İbrahim Çınar mirasçıları aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen 8/1/1997 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/751, K.2011/1199 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 9/5/2012 tarih ve E.2012/4680, K.2012/6612 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
7.      a) Başvurucu, 25/11/2008 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Hüriye Şahin aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen 8/3/2000 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2008/1282, K.2011/1198 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012 tarih ve E.2012/3278, K.2012/4365 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
8.      a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Hüriye Gündüz aleyhine açtığı davada, noterde düzenlenen 6/3/2000 tarihli satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1065, K.2011/1202 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012 tarih ve E.2012/2752, K.2012/4364 sayılı kararıyla başvurucunun, 178 numaralı taşınmazın ifraz ve tescili sonucu oluşan 902 parsel sayılı taşınmazlar dışındaki taşınmazlardan pay satın alarak paylı mülkiyete dâhil olduğuna göre sözleşmenin ifa olanağı bulunduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
9.      a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Yusuf Tezcan aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı kararla iştirak hâlinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 21/3/2013 tarih ve E.2013/849, K.2013/4065 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 19/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
10.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Ayşe Kızılalan aleyhine açtığı davada, 20/8/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1064, K.2011/1201 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/839, K.2013/1332 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
11.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Gülsüm Kütük aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1057, K.2011/1203 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/848, K.2013/1330 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
12.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Ayşe Coşar aleyhine açtığı davada, 1/1/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1059, K.2011/1193 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/840, K.2013/1329 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
13.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Mehmet Akça aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1061, K.2011/1195 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/842, K.2013/1331 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Halil İslim aleyhine açtığı davada, 20/8/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1062, K.2011/1197 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarih ve E.2012/4678, K.2012/11236 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 26/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15.  a) Başvurucu, 1/9/2009 tarihinde Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde, Halil Mukuoğlu aleyhine açtığı davada, 1/7/1990 tarihli harici satış sözleşmesine dayalı olarak 178 numaralı parselin adına tescilini talep etmiş, Mahkemece, 1/12/2011 tarih ve E.2009/1063, K.2011/1192 sayılı kararla iştirak halinde mülkiyetin esas olduğu taşınmazda mirasçının miras şirketine dâhil olmayan kişiye yaptığı satışın geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
b) Temyiz üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/808, K.2013/1333 sayılı kararıyla karar düzeltme yolu kapalı olarak hüküm onanmıştır.
c) Karar başvurucuya, 8/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
B.     İlgili Hukuk
16.     22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 716. maddesinin birinci şöyledir:
'Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse, malikin kaçınması halinde hâkimden, mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir.'
17.  4721 sayılı Kanun'un 701. maddesi şöyledir:
'Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.
Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.'
18.     22/4/1926 tarih ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
'Bir akdin ilerde inşa edilmesine dair yapılan mukavele muteberdir.'
IV.  İNCELEME VE GEREKÇE
19.  Mahkemenin 18/9/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/5/2013 tarih ve 2013/3351 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A.    Başvurucunun İddiaları
20.  Başvurucu, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle ve harici satış sözleşmesiyle satın aldığı taşınmaza ilişkin olarak Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davaların reddedildiğini, temyiz üzerine kararların dördünün Yargıtay 14. Hukuk Dairesince bozulduğunu, yedi dosyanın ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesince gerekçesiz şekilde onandığını, kararların kanuna, usule ve dosya içeriğine uygun olmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkı ile 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
B.     Değerlendirme
21.     Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesince verilen ve Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanan kararlara yönelik ihlal iddialarıyla bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun ihlale neden olduğunu iddia ettiği bir kısım kararlara yönelik başvurunun 30 günlük başvuru süresi içinde yapılmadığı anlaşıldığından, bu kararlara ilişkin başvuru yönünden mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiaları incelenmemiştir. Başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamının Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanmasına ilişkin olarak 30 gün içinde yaptığı başvuru ise mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiaları yönünden ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
1. Otuz Gün İçinde Yapılmayan Başvuruların Değerlendirilmesi
22.  30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 'Bireysel başvuru usulü' kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.'
23.  Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 'Başvuru süresi ve mazeret' başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.'
24.  Bireysel başvurunun ön şartlarından birisi de başvuru süresidir. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usûl hükmüdür.
25.  Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Anayasa Mahkemesine doğrudan veya diğer mahkemeler yahut yurt dışı temsilcilikler vasıtasıyla yapılması gerekmektedir.
26.  Başvuru konusu olayda, başvurucunun ihlale neden olduğunu iddia ettiği Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1064, K.2011/1201 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/839, K.2013/1332 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1057, K.2011/1203 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/848, K.2013/1330 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1059, K.2011/1193 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/840, K.2013/1329 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1061, K.2011/1195 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/842, K.2013/1331 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1062, K.2011/1197 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 27/11/2012 tarih ve E.2012/4678, K.2012/11236 sayılı kararıyla; 1/12/2011 tarih ve E.2009/1063, K.2011/1192 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarih ve E.2013/808, K.2013/1333 sayılı kararıyla onanmıştır.
27.  Onama kararları, 26/12/2012 ve 8/3/2013 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmesine rağmen, başvurucu, 30 günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra 17/5/2013 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla yukarıda belirtilen ve ihlale neden olduğu ileri sürülen kararlara yönelik başvuruda süre aşımı bulunduğu sonucuna varılmaktadır.
28.  Açıklanan nedenlerle, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince verilen onama kararlarının tebliğinden itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'süre aşımı' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Mülkiyet Hakkının İhlali İddialarının Değerlendirilmesi (Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı kararı yönünden)
29.     Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.''
30.  6216 sayılı Kanun'un 'Bireysel başvuru hakkı' kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
'Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.'
31.  Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir.
32.  Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:
'Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.'
33.  Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibariyle 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur.


34.  Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir.
35.  Başvuru konusu olayda, başvurucu, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak taşınmazın adına tescilini talep etmiş, Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi, bir taşınmazın satım sözleşmesinin yapılmasını isteme hakkı veren bir ön sözleşmedir. Taraflar düzenledikleri ön sözleşme ile ana sözleşmenin, yani gayrimenkul satış sözleşmesinin akdedilmesini hüküm altına almak istemektedirler. Ön sözleşmenin akdedilmesi ile taraflardan biri yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde diğer tarafın ifayı talep hakkı doğacaktır. Satış vaadi sözleşmesi, sözleşmenin tarafına mülkiyet hakkının verdiği haklar arasında olan aynî hak değil, sadece kişisel hak sağlar. Bu sözleşme ile vaat eden, belli bir taşınmazı satmayı; vaat alan da bu taşınmazı satın almayı birbirlerine karşı borçlanırlar. Yani satış vaadi sözleşmesi, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir. Sözleşmenin kurulması ile sözleşmeye konu olan taşınmazın mülkiyeti el değiştirmez. Taşınmazın mülkiyetinin el değiştirmesi için ya tarafların rızaları yahut ilgili mahkemeden alınacak bir tescil kararı gerekir. Dolayısıyla gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkı tesis edilmiş olmaz.
36.  Başvurucu tarafından taşınmazın tescili talebiyle açılan eda davasının reddine ilişkin hüküm bir tespit hükmü olup, başvurucunun iddia ettiği hakkın mevcut olmadığını göstermektedir.
37.  Belirtilen hususlar çerçevesinde, başvurucu adına yapılan herhangi bir tescil işlemi bulunmadığı, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin tek başına başvurucunun taşınmazın mülkiyetini kazanmasını sağlamadığı ve başvurucu lehine Anayasa'nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaat doğurmadığı anlaşılmaktadır.
38.  Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamına ilişkin başvurusu yönünden Anayasa'nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaati bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin 'konu bakımından yetkisizlik' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
3. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddialarının Değerlendirilmesi (Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı kararı yönünden)
39.  Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
'Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.'
40.  6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
'Mahkeme, ' açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.'
41.  6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
42.  Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, § 26, 12/2/2013).
43.  Başvuru konusu olayda, başvurucu, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığı taşınmazlara ilişkin olarak Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı tescil davalarının reddedildiğini, temyiz üzerine bir kısmının Yargıtay 14. Hukuk Dairesince bozulduğunu, bir kısmının ise Yargıtay 8. Hukuk Dairesince gerekçesiz şekilde onandığını, kararların kanuna, usule ve dosya içeriğine aykırı olduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkemece verilen karar ile Yargıtay 8. Hukuk Dairesince verilen onama kararının gerekçeleri incelendiğinde, başvurucunun iddialarının özünün derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
44.  Yargılama derece Mahkemesi tarafından usul şartlarına ve hukuka uygun olarak gerçekleştirilmiş olup, başvurucu kendi delillerini ve iddialarını sunma fırsatını bulmuş ve bunlar anılan Mahkeme tarafından gereği gibi değerlendirilmiştir.
45.  Öte yandan aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez.
46.  Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Silifke Sulh Hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamının Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanmasına ilişkin ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının bariz bir şekilde keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin 'açıkça dayanaktan yoksun olması' nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
47.  Diğer yandan başvurucu Yargıtay kararlarının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
48.  Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
'Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.'
49.  Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).
50.  Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir.
51.  Somut olayda, Silifke Sulh hukuk Mahkemesinin 1/12/2011 tarih ve E.2009/1060, K.2011/1194 sayılı ilamı, Yargıtay 8. Hukuk Dairesince, 'Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller Mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün onanmasına' şeklinde gerekçe belirtilerek onanmıştır. Başvurucunun, kararın gerekçesiz olduğuna dair iddiaları da derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu gibi, Yargıtay kararının gerekçesiz olduğundan da söz edilemez.
52.  Açıklanan nedenlerle, temyiz merci kararı ve gerekçesinde açık bir ihlal saptanmadığından, başvurucunun bu yöndeki iddiası da 'açıkça dayanaktan yoksun' bulunmuştur.
V.     HÜKÜM
A. Başvurunun;
1. Otuz günlük süre içinde yapılmayan başvurular yönünden 'süre aşımı',
2. Mülkiyet hakkının ihlali iddiaları yönünden 'konu bakımından yetkisizlik',
3. Adil yargılanma hakkının ihlali iddiaları yönünden 'açıkça dayanaktan yoksun olması'
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

18/9/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.


Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Celal Mümtaz AKINCI






Üye
Muammer TOPAL
Üye
M. Emin KUZ



  




TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/6932

Karar Tarihi: 6/1/2015

R.G. Tarih-Sayı: 9/5/2015-29350


GENEL KURUL
KARAR

Başkanvekili
 :
 Serruh KALELİ
Başkanvekili
 :
 Alparslan ALTAN
Üyeler
 :
 Serdar ÖZGÜLDÜR


 Osman Alifeyyaz PAKSÜT


 Recep KÖMÜRCÜ


 Burhan ÜSTÜN


 Engin YILDIRIM


 Nuri NECİPOĞLU


 Hicabi DURSUN


 Celal Mümtaz AKINCI


 Erdal TERCAN  


 Muammer TOPAL


 Zühtü ARSLAN 


 M. Emin KUZ


 Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
 :
 Okan TAŞDELEN
Başvurucu
 :
 Türkan BAL
Vekili
 :
 Av. Abdi PESOK

I.          BAŞVURUNUN KONUSU
1.         Başvurucu, raporlu olmasına rağmen, iş bırakma eylemine katıldığı gerekçesiyle işten çıkartılmasına karşı açtığı davanın, haksız ve benzer davalarda verilen onama kararlarıyla çelişir biçimde Yargıtay tarafından reddedilmesinin ve gerçekleşen basın açıklamasının yasa dışı eylem olarak nitelendirilmesinin Anayasa’nın 10., 13., 36., 49., 53. ve 54. maddelerinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ile temel hakların sınırlandırılması ilkelerine ve adil yargılanma, çalışma, toplu sözleşme ve grev haklarına aykırılık oluşturduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu varlığını iddia ettiği ihlallere dayanarak, yeniden yargılamaya ya da tazminat ödenmesine karar verilmesini ve yargılama giderlerine hükmedilmesini talep etmiştir.   
II.       BAŞVURU SÜRECİ
2.         Başvuru, 13/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde, Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.         İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.         Bölüm başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5.         Adalet Bakanlığı tarafından 20/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuya 21/5/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 19/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6.         İkinci Bölüm tarafından 20/11/2014 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III.    OLAY VE OLGULAR
A.       Olaylar
7.         Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
8.         Başvurucu olaylar sırasında, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığında (“Türk Hava Yolları” veya “THY”) işçi olarak çalışmaktadır.
9.         Başvurucunun da üyesi olduğu Hava-İş Sendikası (Sendika), hava iş kolunda grev yasağı öngören kanun değişikliği teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülecek olması nedeniyle, 29/5/2012 tarihinde 3:00 ilâ 24:00 saatleri arasında çalışma yapmamaları yönünde üyelerini kısa mesaj ile bilgilendirmiştir. Belirtilen tarihte, Sendika ile THY arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri halen devam etmektedir.
10.     Bu çerçevede, bazı çalışanlar 29/5/2012 tarihinde farklı gerekçelerle iş başı yapmamış ve bu kişilerin bir kısmı Atatürk Havalimanında düzenlenen basın açıklamasına da katılmışlardır. Başvurucunun, belirtilen tarihte rahatsız olduğuna ilişkin sağlık raporu bulunmaktadır.
11.     Türk Hava Yolları daha sonraki bir tarihte, başvurucunun da dâhil olduğu 305 işçinin sözleşmesini, yasa dışı eyleme katıldıkları gerekçesiyle feshetmiştir.
12.     Başvurucu, iş akdinin feshine karşı, işe iade istemli tespit davası açmıştır. Bakırköy 7. İş Mahkemesi 12/3/2013 tarihli ve E.2012/314, K.2013/166 sayılı kararı ile feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir.
13.     İş Mahkemesi kararını verirken ilk olarak, başvurucunun 29/5/2012 tarihinde raporlu olduğunu, bu raporun işveren hekimince onaylandığını ve rapora karşı herhangi bir sahtelik iddiasında bulunulmadığını, davalı THY tarafından sunulan CD’deki görüntülerden başvurucunun basın açıklamasına katıldığının veya hava limanı içerisinde bulunduğunun tespit edilemediğini belirtmiştir. Bakırköy 7. İş Mahkemesi devamla, başvurucunun katıldığı ispatlanamamakla birlikte, bahse konu eylemin de demokratik bir hakkın kullanımı şeklinde gerçekleştiğini, aşırılık içermediğini ve yasa dışı bir eylem olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, feshin disiplin kurulunun kararı bulunmaksızın yapılmasının dahi başlı başına, feshin haksızlığını gösterdiğini değerlendirmiştir.
14.     Temyiz talebini inceleyen Yargıtay 22. Hukuk Dairesi öncelikle, “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor alması dikkate alındığında, bu raporların hastalık sebebiyle değil, eyleme iştirak amacıyla alındığı sonucuna” varmıştır. Daire, ispat yükünü başvurucuya yönelterek, davalı işveren THY’nin iddialarını çürütemediğine ilişkin şu değerlendirmede bulunmuştur: “Alınan raporların işyeri hekimliğince verilmediği ve rapor alındığının süresinde işveren yetkililerine bildirilmediği davalı işveren vekili tarafından iddia edilmiştir. Yine davacı ve arkadaşlarının doktor raporu alarak işe başlamadıkları, çalışmakta olanları da engellemeye çalıştıkları, bu şekilde yapılan eylem sonucu Türk Hava Yollarında 233 seferin iptal edildiği, çok sayıda seferin gecikmeli olarak yapıldığı ve binlerce yolcunun mağdur edildiği, şirketin milyarla ifade edilen zararının doğduğu ileri sürülmüştür. Davalı işverence Atatürk Havaalanında eylem yapan işçilerin çalışanları söz ve alkışlarla protesto ettiklerine dair CD kayıtları dosyaya sunulmuştur. Belirtilen iddiaların doğru olmadığına yönelik davacı işçi tarafından herhangi bir bilgi ve belge dosyaya sunulmamıştır”.
15.     Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, iş bırakma eyleminin mesleki bir amaca da hizmet edebileceğini göz önüne almakla birlikte, grev yasağı öngören bir kanun değişikliği teklifi vesilesiyle yapılması nedeniyle, muhatabı ve amacı itibariyle “siyasi amaçlı grev” olarak nitelendirmiştir. Daire, başvurucu ve arkadaşlarının veya Sendikanın toplu eylem öncesi Hükümet veya yasama organı yetkilileri ile görüşme, arabulucudan yararlanma gibi barışçıl yöntemlerden faydalanmamaları ve iş bırakmaya kıyasla daha hafif diğer protesto biçimlerini tercih etmemeleri nedeniyle, eyleme son çare olarak başvurulmadığı sonucuna ulaşmıştır. Eylemin, yasa değişikliğini engellemek gibi meşru bir amacının bulunduğu kabul edilmiş, fakat ölçülü olmadığı vurgulanmıştır. Bu kapsamda, iş bırakma eyleminin saat 3:00 ilâ 24:00 arasında uzun sayılabilecek bir süre devam ettiğine, sefer iptali ve gecikmeler nedeniyle binlerce yolcunun mağdur olduğuna ve Türk Hava Yollarının bu nedenle maruz kaldığı olası zarara vurgu yapılmıştır. Daire kararında, toplu iş bırakma eylemine son çare olarak başvurulmaması ve ölçülülük ilkesine uyulmaması nedeniyle fesih için haklı neden oluştuğunu kabul etmiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, disiplin kurulu kararının alınmamasının feshi haksız hale getirdiğini belirtmiştir. Ancak, Yargıtay uygulamasına göre geçerli sebebi ortadan kaldırmadığından, feshin yine de geçerli sebebe dayandığı değerlendirilmiştir.
16.     Yargıtay 22. Hukuk Dairesi sonuç olarak, 4/7/2013 tarih ve E.2013/9431, K.2013/16464 sayılı ilamı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve başvurucunun davasının kesin olarak reddine karar vermiştir.
17.     Yargıtay ilamı, başvurucuya 22/8/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
18.     Başvurucu, 13/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
19.     Başvurucu, 1/3/2014 tarihinde yeni işçi statüsünde tekrar işe alındığını belirtmiştir.
B.       İlgili Hukuk
20.     22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun “Sözleşmenin feshinde usul” kenar başlıklı 19. maddesi şöyledir:
İşveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.
Hakkındaki iddialara karşı savunmasını almadan bir işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, o işçinin davranışı veya verimi ile ilgili nedenlerle feshedilemez. Ancak, işverenin 25 inci maddenin (II) numaralı bendi şartlarına uygun fesih hakkı saklıdır.
21.     4857 sayılı Kanun’un “Fesih bildirimine itiraz ve usulü” kenar başlıklı 20. maddesi şöyledir:
“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (...) taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir.
(İptal dördüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 19/10/2005 tarihli ve E.2003/66, K.:2005/72 sayılı Kararı ile.).
22.     5/5/1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nun “Toplu iş sözleşmesinin hükmü” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:
“Toplu iş sözleşmesinde aksi belirtilmedikçe hizmet akitleri toplu iş sözleşmesine aykırı olamaz. Hizmet akitlerinin toplu iş sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır. Hizmet akdinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler uygulanır.
Toplu iş sözleşmesinde hizmet akitlerine aykırı hükümlerin bulunması halinde hizmet akdinin işçi lehindeki hükümleri geçerlidir.
Her ne sebeple olursa olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin hizmet akdine ilişkin hükümleri yenisi yürürlüğe girinceye kadar hizmet akdi hükmü olarak devam eder.”
23.     8/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri” kenar başlıklı 15. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
“Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri şunlardır:
1.Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,
2. a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,
b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa,
c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa,
Bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,”       
24.     2797 sayılı Kanun’un “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (5) numaralı fıkraları şöyledir:
İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
25.     Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (HAVA-İŞ) ile Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı arasında imzalanan 1/1/2009-31/12/2010 yürürlük tarihli 22. Dönem İşletme Toplu İş Sözleşmesi’nin “İşten Çıkarma Cezasında Usul” başlıklı 26. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
“İşten çıkarma cezası Disiplin Kurulu kararıyla verilir.”
26.     29/5/2012 tarihinde yapılan iş bırakma eylemine katıldıkları gerekçesiyle Türk Hava Yolları tarafından iş akitleri feshedilen ve İlk Derece Mahkemelerince işe iadelerine hükmedilen kişilerin davalarına ilişkin Yargıtay kararları aşağıdaki gibidir:
a.         Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihlerinde verdiği kararlarda, olay günü raporlu olan kişilerin hastaneye başvurmasının gerçeği yansıtmayacak nitelikte ve göstermelik olduğu yönünde bir iddia bulunduğu takdirde, işverenin bu hususta araştırma yapması veya delil sunması gerektiği yönündeki derece mahkemelerinin kararlarını onamış veya bu yönde ulaştıkları sonucu uygun bulmuştur (Bkz. 12/4/2013 tarih ve E.2013/10958, K.2014/6405; E.2013/10963, K.2014/6406; E.2013/11199, K.2014/6412 sayılı ve 26/4/2013 tarih ve E.2013/8796, K.2014/7705 sayılı ilamlar). Bahse konu ilk derece mahkemeleri kararlarında, feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğünün işverene ait olduğu hususu vurgulanmıştır. 26/4/2013 tarihinde verilen iki karara konu yargılamalarda ise ispat yüküne dair açık bir ifadeye yer verilmemekle birlikte, davalı THY’nin sağlık raporlarının aksine bir delil getirmesi gerektiği belirtilmiştir (Bkz. 26/4/2013 tarih ve E.2013/13392, K.2014/7711 ile E.2013/13397, K.2014/7716 sayılı ilamlar). Yukarıda belirtilen tüm bu yargılamalarda, davalı THY’nin, Sendikanın gönderdiği kısa mesajları takiben 279 kişinin aynı gün hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu şeklindeki veya işe gelmeme amacıyla rapor alındığına yönelik iddiaları mahkemelerce kabul edilmemiştir.
b.         Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise 14/5/2013 ile 22/10/2013 tarihleri arasında verdiği kararlarda derece mahkemelerinin feshin haksız olduğu yönündeki kararlarını yukarıda 14. ve 15. paragraflarda belirtilen gerekçelerle bozmuş ve davaların reddine hükmetmiştir (Bkz. 14/5/2013 tarih ve E.2013/7517, K.13/10951 sayılı, 18/6/2013 tarih ve E.2013/13520, K.13/14842 sayılı, 4/7/2013 tarih ve E.2013/7453, K.13/16466 sayılı, 26/9/2013 tarih ve E.2013/23667, K.2013/19913 sayılı ile 22/10/2013 tarih ve E.2013/27586, K.2013/22043 sayılı ilamlar).
c.         Diğer yandan, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihli ilamlarıyla, raporlu işçilerin eyleme katıldığının işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davacıların işe iadesine hükmedilmesini onamıştır (Bkz. 4/2/2014 tarih ve E.2013/9629, K.2014/3169 ve E.2013/9636, K.2014/3176 sayılı ilamlar). Yargıtay onamasına konu bu yargılamalarda da toplu rapor alınmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı şeklindeki davalı savunmaları derece mahkemelerince kabul edilmemiştir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 4/2/2014 tarihinde verdiği diğer iki kararda ise feshin haklı ve geçerli bir nedene dayandığını ispat yükünün işverene düştüğüne ilişkin ilk derece mahkemesi kararlarını onamıştır (Bkz. 4/2/2014 tarih ve E.2013/9266, K.2014/3156 ile E.2013/9272, K.2014/3162 sayılı ilamlar).
IV.    İNCELEME VE GEREKÇE
27.     Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 13/9/2013 tarih ve 2013/6932 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A.       Başvurucunun İddiaları
28.     Başvurucu, kendisi gibi dava açan 305 işçinin ilk derece mahkemelerince işe iadesine karar verildiğini, bu dosyalardan Yargıtay 7. Hukuk Dairesine tevzi edilen kararların onandığını, fakat kendi dosyasının 22. Hukuk Dairesi tarafından incelendiğini ve bozularak reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu devamla, olay günü raporlu olmasına ve CD’deki görüntülerde yer almamasına rağmen, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, raporun hastalık nedeniyle olmadığını kabul etmesinden ve 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasındaki ispat yükünü tersine çevirerek, işverenin iddialarının doğru olmadığını kendisinin ispatlamak zorunda bırakılmasından şikâyetçi olmaktadır. Başvurucu bu nedenlerle, Anayasa’nın 36. ve 10. maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ve kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
29.     Başvurucu ayrıca, diğer çalışanlara gözdağı vermek amacıyla, ayrımcılık yapılmak suretiyle ve sendikal nedenlerle işten çıkarıldığını iddia etmektedir. Başvurucu, basın açıklamasına katılanların demokratik haklarını kullandıklarını, temel hak ve hürriyetlerin sadece Anayasa’nın 13. maddesine uygun olarak sınırlanabileceğini ve sendikal faaliyet nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin Anayasa’nın 13. maddesine aykırı olduğu gibi uluslararası sözleşmelere de aykırı olduğunu, basın açıklamasına katılmanın yasa dışı eylem olduğunu ileri sürmenin ve böyle bir eyleme katılma gerekçesiyle iş akdinin feshedilmesinin Anayasa’nın 13., 54. ve 90. maddelerinin ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu “… siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verimi düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” hükmü 2010 yılında yapılan değişiklikle Anayasa’dan çıkartılmış olduğundan, bu durumların anayasal bir hak haline geldiğini ve sınırlandırılmasının anayasal temelinin kalmadığını ileri sürmüştür.
30.     Başvurucu son olarak, ilgili yasa maddelerinin ve işten çıkarılmasına ilişkin toplu iş sözleşmesi hükümlerinin yargılama esnasında uygulanmadığını iddia ederek, Anayasa’nın 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkının ve 53. maddesinde yer alan toplu sözleşme hakkının ihlal edildiğini belirtmektedir.
31.     Başvurucu, iddia ettiği ihlaller nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına ya da 60.000,00 TL tazminata hükmedilmesini ve yargılama giderlerinin karşılanmasını talep etmiştir.
B.       Değerlendirme
32.     Anayasa Mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirme ile bağlı olmaksızın, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
33.     Buna göre başvurucunun, iş akdinin feshine karşı açtığı davanın reddedilmesiyle ve hukuk kurallarının uygulanmasıyla bağlantılı olarak adil yargılanma hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve çalışma ile toplu sözleşme haklarının ihlali iddialarının özü, Yargıtay dairelerinin birbirinden farklı kararlar vermesine ilişkindir ve yargılamanın adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun, iş bırakma eylemine katıldığı gerekçesiyle iş akdinin feshine ilişkin iddiaları ise grev hakkı kapsamında ele alınmıştır.
34.     Bahse konu açıklamalar çerçevesinde, başvurucunun Anayasa'nın 10., 13., 49. ve 53. maddelerine ilişkin iddiaları yukarıda belirtilen haklar kapsamında değerlendirileceğinden, bu maddeler kapsamında ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.
1.         Kabul Edilebilirlik Yönünden
a.         Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
35.     Anayasa’nın 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
36.     İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Bkz. B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
37.     Bununla birlikte, başvurucunun şikâyetleri, Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığından ya da yargılamanın sonucundan ziyade, özü itibariyle, Yargıtay dairelerinin aynı olaydan kaynaklanan davalarda farklı sonuçlara ulaşması ile ilgilidir. Başvurucunun iddiaları bu bakımdan, Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası anlamında bir kanun yolu şikâyetinin ilerisine geçmiş olup, Yargıtay kararlarındaki farklılaşmanın adil yargılanma hakkını zedeleyip zedelemediğinin incelenmesi gerekmektedir.
38.     Dolayısıyla, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
b.        Grev Hakkının İhlali İddiası
39.     30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
40.     Somut olayda, Yargıtay tarafından, başvurucunun iş bırakma eylemine iştirak amacıyla sağlık raporu aldığı kabul edilmiş ve iş akdinin feshine karşı açmış olduğu dava reddedilmiştir.
41.     Bununla birlikte, başvuru formu ve eklerinde, başvurucu ısrarlı bir şekilde iş bırakma eyleminin gerçekleştiği 29/5/2012 tarihinde, “eyleme katılma amacıyla değil, hastalığı nedeniyle rapor aldığını” belirtmektedir. Başvurucu, şikâyetini kaleme alırken de kendisini hariç bırakacak ve üçüncü kişilere atıf yapacak biçimde “Basın açıklamasına katılanlar ... demokratik haklarını kullanmışlardır” ifadesine yer vermiştir. Hak ihlali iddiası, Yargıtay kararındaki “iş başı yapmamak maksadıyla rapor aldığı” kabulüne dayandırılmış olup, başvurucunun şikâyeti bu haliyle varsayımsaldır.
42.     Yargıtayın ilgili dairesince, başvurucunun eyleme iştirak amacıyla sağlık raporu aldığının değerlendirilmesi ve önceki emsal karardan farklı biçimde, başvurucunun davasının reddedilmesine yönelik hak ihlali iddiası ise, adil yargılanma hakkını ilgilendirdiğinden, bu hak çerçevesinde ele alınacaktır (Bkz. §§ 59-73).
43.     Sonuç itibarıyla, grev hakkının ihlali iddiası başvurucu tarafından kanıtlanamadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.         Esas Yönünden
44.     Başvurucu, feshe karşı açtığı davanın, sağlık raporunun iş bırakma eylemine katılma amacıyla alındığı gerekçesiyle ve ispat yükü kendisine yöneltilecek biçimde Yargıtay 22. Hukuk Dairesince reddedilmesinin, benzer nitelikteki davalarda verilen onama kararlarıyla çelişki oluşturduğunu ileri sürmüştür.
45.     Bakanlık görüşünde, ulusal mevzuatı yorumlama görevinin ilk elde ulusal makamlara düştüğü, içtihatta değişmelerin olabileceği belirtilerek, mahkemelerin uygulamaları arasındaki uyumu ve içtihat birliğini sağlamaya yönelik mekanizmaların hayata geçirilmesinin önemli olduğu yönündeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına yer verilmiş ve bu hususların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ek olarak, mahkemelerin aynı duruma ilişkin yorum farklılıklarının tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceğine ilişkin, Anayasa Mahkemesinin 2013/3351 numaralı bireysel başvurudaki 18/9/2013 tarihli kararına atıf yapılmıştır.
46.     Başvurucu, Bakanlığın adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla ilgili görüşlerini kabul etmediğini belirtmiştir. Başvurucu raporlu olmasına rağmen, bunun kabul edilmeyip işverenin iddialarının doğru olmadığını kendisinin ispatlamak zorunda bırakılmasının ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin daha önceki onamalarına rağmen, davasının reddedilmesinin hukuk güvenliğini ve adil yargılanma hakkını açıkça ihlal ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu, 2013/3351 numaralı bireysel başvuru kapsamında verilen kararın, mevcut olaya uygulanabilir olmadığını dile getirmiştir.
47.     Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
48.     Anayasa'nın 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
49.     Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.…"
50.     Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Bkz B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
51.     Diğer yandan, Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının koruma alanına dâhil edilen ilke ve hakları, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında kabul etmektedir (Bkz. B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
52.     Bu noktada, hukuk devletinin gereklerinden birini de hukuk güvenliği ilkesi oluşturmaktadır (Bkz. AYM, E.2008/50, K.2010/84, K.T. 24/6/2010; ve E.2012/50, K.2012/128, K.T. 20/9/2012). AİHM de benzer biçimde adil yargılanma hakkının, hukuk devletinin Sözleşmeci Devletlerin ortak mirası olduğunu belirten Sözleşme’nin önsözüyle birlikte yorumlanması gerektiğini belirtmektedir. Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi ise, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (Bkz. Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 57).
53.     Bununla birlikte, farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmeyecektir (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Pinto/Portekiz, B. No: 39005/04, 20/5/2008, § 41; Tudor Tudor/Romanya, B. No: 21911/03, 24/3/2009, § 29; ve Remuszko/Polonya, B. No: 1562/10, 16/7/2013, § 92). Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir.
54.     Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmemektedir (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Unédic/Fransa, B. No: 20153/04, 18/12/2008, § 74; ve Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], yukarıda anılan, § 58). Mahkemelerin yorumlarında dinamik ve evirilen bir yaklaşımın sürdürülememesi reform ya da gelişimi engelleyeceğinden, kararlardaki değişim, adaletin iyi idaresine aykırılık teşkil etmez (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Atanasovski/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 36815/03, 14/1/2010, § 38).
55.     Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkar bulunmaması anlamına gelir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. S.S.Balıklıçeşme Beldesi Tarım Kalkınma Kooperatifi ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 3573/05 … 17293/05, 30/11/2010, § 28). Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Stoilkovska/Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti, B. No: 29784/07, 18/7/2013, § 49).
56.     Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstekar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (Aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Zielinski and Pradal and Gonzalez ve Digerleri/Fransa [BD], B. No: 24846/94 … 34173/96, 28/10/1999, § 59; ve Schwarzkopf ve Taussik/Çek Cumhuriyeti (k.k.), B. No: 42162/02, 2/12/2008).
57.     İhtilaf konusu davalardaki uyuşmazlıkların veya olayların birbirinden farklılık göstermesi, iki karardaki farklılaşan değerlendirmeleri haklı gösterir ve aynı konuda verilmiş çelişen hükümlerden bahsedilemez (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Erol Uçar/Türkiye (k.k.), B. No: 12960/05, 29/9/2009).
58.     Yüksek mahkemelerin ya da nihai merci olarak bir uyuşmazlığı çözüme bağlayan mahkemelerin aynı konuya ilişkin kararlarında, davaların içeriğinden kaynaklanmayan farklı kabullerin bulunması halinde ise, hareket noktası, derece mahkemelerinin değerlendirme veya yorumlarından hangisinin doğru olduğunun ve tercih edilmesi gerektiğinin tespit edilmesi olmayacaktır (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Stefanica ve Diğerleri/Romanya, B. No: 38155/02, 2/11/2010, § 34). Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi kararlarda yaşanan değişimin hukuki bir belirsizliğe yol açıp açmadığına ve başvurucu bakımından öngörülebilir olup olmadığına yönelik bir inceleme yapabilir.
i. Kararlar Arasında Çelişkinin Varlığı
59.     Başvurucunun kararlarına dayandığı Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin, 12/4/2013 ve 26/4/2013 tarihli ilamlarına konu olaylarda davacılar, başvuruya konu iş bırakma eyleminin yapıldığı tarihte başvurucu gibi raporludur. İlk derece mahkemeleri, davalı THY’nin “279 kişinin aynı gün hastalanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu” şeklindeki ya da “raporların eyleme iştirak amacıyla alındığı” yönündeki savunmasını dikkate almamışlar ve sağlık raporlarının gerçeği yansıtmadığına yönelik olarak davalı işverence bir delil getirilememesi nedeniyle, feshin haksız olduğuna karar vermişlerdir. Mahkemeler hüküm kurarken ayrıca, feshin haklı olduğunu ispat yükünün işverene düştüğünü açıkça veya zımni olarak belirtmişlerdir (Bkz. § 26). Feshin haksız olduğu şeklinde verilen kararlar veya ulaşılan sonuçlar Yargıtay 7. Hukuk Dairesi tarafından onanmıştır.
60.     Temyiz mercilerinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılmaları halinde, bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararlarına yansıtmaları yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde öne sürülmüş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Bkz. B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57). Bu nedenle, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesinin kararını veya ulaştığı sonucu ek bir açıklama yapmaksızın uygun bulduğu ilamlardan, mahkemelerin gerekçelerinin benimsendiğinin kabulü gerekir.
61.     Mevcut başvuruya konu olayda, Bakırköy 7. İş Mahkemesi, başvurucunun olay tarihinde raporlu olduğu ve davalı THY tarafından buna karşı bir delil getirilmediği gerekçesiyle başvurucu lehine karar vermiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise sağlık raporunun eyleme iştirak amacıyla alındığını belirtmiştir. Bu kabulle bağlantılı olarak, davalı THY’nin rapora ve iş bırakma eylemine ilişkin iddialarının aksini kanıtlama yükü başvurucuya yöneltilmiştir (Bkz. § 14). Nihayetinde, derece mahkemesinin kararının bozulmasına ve başvurucunun davasının reddedilmesine karar vermiştir.
62.     Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin sağlık raporu ve ispat yükü hususlarındaki değerlendirmelerinin, başvurucunun açtığı davaya konu olayların farklılığından kaynaklanmadığı ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin aynı konudaki önceki tarihli ilamlarıyla çelişki oluşturduğu anlaşılmaktadır.
ii. Hukuki Belirlilik İlkesi Yönünde Değerlendirme
63.     Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin somut başvuruya konu kararının, başvurucunun da aralarında bulunduğu çalışanların iş akitlerinin THY tarafından feshedilmesine ilişkin yargılamaların tümü bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Benzer olaylar çerçevesinde verilen mahkeme kararlarında görülebilecek tutarsızlıklar, hukuki belirsizlik oluşturmaları nedeniyle, Anayasa Mahkemesinin yapacağı incelemede dikkate alınacaktır.
64.     Yargısal kararlardaki değişiklikler, hukukun dinamizmini ve mahkemelerin yaklaşımlarını yaşanan gelişmelere uyarlama kabiliyetlerini yansıtması yönüyle olumludur. Ancak, uygulamadaki birlikteliği sağlamaları beklenen yüksek mahkemeler içinde yer alan dairelerin benzer davalarda tatmin edici bir gerekçe göstermeksizin farklı sonuçlara ulaşmaları, bir kararın belirli bir daireye düştüğü takdirde onanacağı, başka bir daire tarafından ele alındığı takdirde bozulacağı gibi ihtimale dayalı ve birbirine zıt sonuçları ortaya çıkartır. Bu ise hukuki belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine ters düşecektir. Ayrıca, böyle bir algının toplumda yerleşmesi halinde, bireylerin yargı sistemine ve mahkeme kararlarına duymaları beklenen güven zarar görebilir.
65.     Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, sağlık raporlarının doğruluğunu kabul eden ve ispat yükünün işverene düştüğüne dair ilk derece mahkemelerinin kararlarını istikrarlı biçimde onamıştır. Bu nedenle, hukuki belirlilik ilkesi ışığında, başvurucuda kendi davasında verilecek karara ilişkin makul bir güvenin oluştuğunun kabulü gerekir. Dolayısıyla, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, sağlık raporu ile ispat yükü bakımından farklı bir değerlendirme yapması, her ne kadar takdir yetkisi kapsamında kabul edilebilirse de mevcut başvurunun koşullarında öngörülebilir değildir ve gerekçelendirmeye ihtiyaç duymaktadır.
66.     Mevcut başvuruya bakıldığında, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi sağlık raporunun eyleme iştirak amacıyla alındığı sonucuna ulaşırken, “sendikanın, üyelerinin cep telefonlarına gönderdiği mesaj sonrası ikiyüzyetmişdokuz işçinin aynı gün rapor almasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı ve raporların hastalık sebebiyle alınmadığını gösterdiği” gerekçesinden hareket etmiştir. Bununla birlikte, belirtilen hususlar, davalı Türk Hava Yolları tarafından diğer davalarda da savunma olarak ileri sürülmüştür. Bu iddianın, ilk derece mahkemelerince kabul edilmediği ve Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin bu kararları onadığı dikkate alındığında, ilave bir açıklamaya yer verilmeksizin sadece aynı ifadelere dayanılması yeterli bir gerekçe oluşturmaz. Başvurucuyu, işverenin iddialarının aksini ispatlamak zorunda bırakan kabul bakımından ise, Yargıtay ilamında herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.
67.     Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bahse konu ilamının, daha önceki kararlardan farklı bir sonuca neden ulaşıldığının, başvurucu ve üçüncü kişiler tarafından objektif olarak anlaşılmasına imkân verecek yeterli gerekçeyi içermediği değerlendirilmektedir. 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, ilk derece mahkemesinin direnme imkânının bulunmaması ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin, başvuru konusu karardan sonra, benzer davalarda onama yönünde kararlar vermesi (Bkz. § 26), gerekçelendirmeye duyulan ihtiyacı daha da belirginleştirmiştir.
68.     Anayasa Mahkemesi bu nedenlerle, başvurucunun davasının ne şekilde sonuçlanması gerektiğine dair herhangi bir çıkarım yapmamakla birlikte, nihai yargılama makamını oluşturan Yargıtay daireleri arasındaki yorum farklılıklarının, benzer nitelikteki davaların karara bağlanması sürecinde hukuki belirsizliğe yol açtığını ve başvurucu için öngörülemez olduğunu değerlendirmektedir.
69.     İncelenmesi gereken diğer bir husus ise farklı kararlar verilmesi halinde çözüm sunabilecek yapısal bir mekanizmanın varlığı ve ne şekilde işletildiğidir.
70.     Başvurucunun işe iadesine dair ilk derece mahkemesi kararı, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuş ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde dava, nihai olarak reddedilmiştir. Yargıtay dairesinin kararının kesin olması nedeniyle, ilk derece mahkemesinin direnmesi yoluyla, uyuşmazlığın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne getirilmesi ve böylelikle Yargıtay Dairelerinin birbiriyle çelişen yorumlarını birleştirecek bir karar verilmesi ihtimali bulunmamaktadır.
71.     Dairelerin kararları arasındaki farklılık, birbirine benzer davalarda sağlık raporu delilinin değerlendirilmesinden ve bununla ilintili biçimde ispat yükünün yöneltilmesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla, 2797 sayılı Kanun’un 15. maddesinin ikinci fıkrasının (b) veya (c) bendi uyarınca Yargıtayın ilgili dairesinin konuyu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulundan ziyade, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne getirmesi ve yeknesak bir uygulamanın sağlanması mümkün olabilirdi. Bununla birlikte, Yargıtay daireleri bu gibi durumlarda kendiliğinden içtihatlarını değiştirme yoluna gittiğinden, yasada belirtilen yolun teoride kaldığı ve etkili bir çözüm sunamadığı anlaşılmaktadır.
iii. Sonuç
72.     Açıklanan nedenlerle, mevcut yapısal mekanizmanın işletilmesindeki eksiklikle birlikte ele alındığında, Yargıtay dairelerinin ilamlarında yeterli gerekçeyle desteklenmeyen farklılıkların bulunmasının, başvurucunun açtığı davanın görülmesi bakımından hukuki belirsizliğe neden olduğu ve başvurucu açısından öngörülemez bulunduğu sonucuna varılmıştır.
73.     Bu kapsamda, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3.         6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
74.     Başvurucu, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili yargı organına gönderilmesini veya 60.000,00 TL tazminata hükmedilmesini ve yargılama giderlerinin ödenmesini talep etmiştir.
75.     Adalet Bakanlığı görüş yazısında, ihlal tespiti halinde hakkaniyete uygun bir tazminata karar verilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir.
76.     6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77.     Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığından, başvurucunun yeniden yargılama yapılması yönündeki talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
78.     Somut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki tespit nazara alınarak, başvurucuya takdiren net 10.000,00 TL tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
79.     Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V.       HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.       Başvurucunun,
1.    Grev hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2.    Adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B.       Başvurucuya net 10.000,00 TL TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
C.       Yeniden yargılama yapılması yönündeki talebin reddine,
D.       198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.       Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığınca başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F.        Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına ve Yargıtay Başkanlığına gönderilmesine,


6/1/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkanvekili
Serruh KALELİ
Başkanvekili
Alparslan ALTAN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR







Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Burhan ÜSTÜN







Üye
Engin YILDIRIM
Üye
Nuri NECİPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUN







Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Erdal TERCAN
Üye
Muammer TOPAL







Üye
Zühtü ARSLAN
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN




  




TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/1995

Karar Tarihi: 10/12/2014


İKİNCİ BÖLÜM
KARAR

Başkan
 :
 Alparslan ALTAN
Üyeler
 :
 Serdar ÖZGÜLDÜR


 Osman Alifeyyaz PAKSÜT


 Muammer TOPAL


 M. Emin KUZ
Raportör Yrd.
 :
 Gizem Ceren DEMİR KOŞAR
Başvurucu
 :
 Şenel TUT
Vekili
 :
 Av. Deniz AKA

I.          BAŞVURUNUN KONUSU
1.         Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ve tazminat isteminde bulunmuştur.
II.       BAŞVURU SÜRECİ
2.         Başvuru, 12/3/2013 tarihinde Ordu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.         İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.         Bölüm tarafından 18/6/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5.         Adalet Bakanlığının 23/8/2013 tarihli görüş yazısı 13/9/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 23/9/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.


III.    OLAY VE OLGULAR
A.       Olaylar
6.         Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen olaylar özetle şöyledir:
7.         Başvurucu, iş sözleşmesine bağlı olarak çöp toplama işinde çalışmakta iken 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeni ile malul olduğunu belirterek, maddi ve manevi zararlarının tazmini ve diğer işçi alacaklarının tahsili istemiyle 18/1/2005 tarihinde Ordu İş Mahkemesinde, Ordu Belediye Başkanlığı, Torunlar İnşaat Taah. Nakliyat Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. ve Or-bel İnşaat Ticaret ve Sanayi A.Ş. aleyhine dava açmıştır.
8.         Diğer işçi alacaklarının tahsiline ilişkin davanın tefrik edildiği maddi ve manevi tazminat talebine ilişkin dava, Ordu İş Mahkemesinin 14/4/2009 tarih ve E.2005/17, K.2009/134 sayılı kararıyla, "Davacının [başvurucu], 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi zararının 20.591,37 TL olduğu, bundan 22/4/1926 tarih ve 818 sayılı [mülga] Borçlar Kanunu'nun 44. maddesi uyarınca %35 hakkaniyet indirimi sonucu 13.384,39 TL olacağı, bu miktardan en son peşin sermaye değeri olan 12.161,56 TL'nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi zararının 1.222,83 TL olacağı, olayın oluş şekli, maluliyet oranı ve kusur durumu dikkate alındığında manevi tazminat talebinin kısmen kabulü gerekeceği." belirtilerek davanın kısmen kabulüne, 1.222,83 TL maddi tazminat alacağının ve 500,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.
9.         Taraflar tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010 tarih ve E.2009/10925, K.2010/10997 sayılı ilamıyla, "manevi tazminat tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış olmakla birlikte hâkimin bu hakkını kullanırken olaya özgü bazı unsurları göz önünde bulundurması gerektiği, belirlenecek tazminat miktarının caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği göz önünde bulundurulduğunda hükmedilen tazminat miktarının çok az olduğu, zararın tazmininin borçluları zor durumda bırakmayacağının anlaşılması nedeniyle 818 sayılı [mülga] Kanun'un 44. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanma koşullarının bulunmadığı gözetilmeksizin hakkaniyet indirimi yapılmasının isabetsiz olduğu, hakkaniyet indirimi uygulanmasına ilişkin kabule göre ise, tazminat miktarının belirlenmesinde maluliyet oranı, kusur oranı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değerinin ve diğer yasal indirimlerin yapılmasından sonra tazminat miktarının belirlenmesi gerekirken, önce hakkaniyet indirimi yapılıp daha sonra peşin sermaye değeri indirimi yapılmasının hatalı olduğu" gerekçesiyle bozulmuştur.
10.     Ordu İş Mahkemesi bozma kararına uyarak verdiği 24/3/2011 tarih ve E.2011/10, K.2011/98 sayılı kararıyla, "davacının [başvurucu] 5/4/2000 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu %12,1 derecesinde maluliyet yaşadığı, olayda davacının %25, davalı belediyenin %25, davalı Torunlar İnşaat şirketinin %50 oranında kusurlu oldukları, davalı Orbel İnşaat şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, davacının kusur tenzili maddi zararının 20.591,37 TL olduğu, bu miktardan en son Peşin Sermaye Değeri olan 12.161,56 TL'nin düşülmesi sonucu talep edebileceği maddi zararının 8.429,81 TL olacağı, manevi tazminat talebinin ise olay nedeni ile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacına yönelik olup, haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi gerektiği, olayın oluş şekli, müterafik kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, hak ve adalet kurallarına göre 5.000,00 TL manevi tazminata hak kazandığı" gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne hükmetmiştir.
11.     Davalılar tarafından tümüyle, davacı (başvurucu) tarafından ise yalnızca manevi tazminat miktarı ve tazminat miktarlarının davalıların kusurları oranında tahsiline hükmedilmesi yönünden temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin, 26/11/2012 tarih ve E.2011/10269, K.2012/21230 sayılı ilâmıyla, "dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre., davalıların tüm, davacının ise tazminatın tahsiline ilişkin itirazı dışındaki temyiz itirazlarının reddine" şeklindeki gerekçe ile tazminat miktarının davalılardan müştereken tahsili yerine kusurları oranında tahsiline hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmıştır.
12.     Onama kararı başvurucuya 13/2/2013 tarihinde Mahkeme kaleminde tebliğ edilmiştir.
13.     Başvurucu, 12/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B.       İlgili Hukuk
14.     Bkz. B.No: 2013/6792, 18/6/2014, §§ 16-20.
15.     818 sayılı mülga Kanun'un 47. maddesi şöyledir:
       "Hâkim, hususi halleri nazara alarak cismani, zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir."
IV.    İNCELEME VE GEREKÇE
16.     Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 12/3/2013 tarih ve 2013/1995 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A.       Başvurucunun İddiaları
17.     Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemiyle 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını, Ordu İş Mahkemesince düşük hükmedilen manevi tazminatın ve fazla indirim yapılarak hükmedilen maddi tazminatın Yargıtay tarafından gerekçesiz ve benzer davalarda verilen diğer Yargıtay kararlarına aykırı olarak onandığını belirterek adil yargılanma hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B.       Değerlendirme
1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden
a.    Maddi Tazminat Miktarına İlişkin İhlal İddiası
18.     Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemli davasının temyiz incelemesinde olduğu sırada 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun yürürlüğe girdiğini, söz konusu Kanun'un 55. maddesi gereği, bedensel zararlara ilişkin tazminat miktarı belirlenirken Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından ödenen gelirlerin ilk peşin sermaye değerinin rücu edilebilen kısmının hesaplanarak zarar tutarından indirilmesi gerektiğini, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bu hükmü dikkate almaksızın onama kararı verdiğini, benzer davalarda söz konusu hüküm uygulanarak kararların bozulduğunu, bu nedenle adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
19.     Başvurucu, benzer davalarda Yargıtay'ın bozma kararı vermesine rağmen, kendi davasında onama kararı vermesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüşse de başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
20.     Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara yönelik olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. 
21.     Başvurucu Adalet Bakanlığı görüş yazısına karşı beyanında, başvuruya konu davanın temyiz incelemesinde olduğu sırada 6098 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiğini ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin bu hükmü esas alarak bozma kararları verdiğini, kendi davasında ise bu hususu gözden kaçırdığını belirtmiştir.
22.     Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
".Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
23.     30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."
24.     Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.
25.     Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
26.     Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 19).
27.     Bireysel başvurunun ikincil niteliğinin bir sonucu olarak olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde ileri sürülmeyen iddialar Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet konusu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 20).
28.     6100 sayılı Kanun'un 26. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
        "Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir."  
29.     Somut olayda başvurucu, Ordu İş Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli kararına karşı verdiği 29/4/2009 tarihli temyiz dilekçesinde ve Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 8/11/2010 tarihli bozma ilamından sonra verdiği 7/2/2011 tarihli bozma ilamına karşı beyan dilekçesinde Mahkeme tarafından hükmedilmesi gereken maddi tazminat miktarının 8.429,81 TL olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu, Ordu İş Mahkemesinin 24/3/2011 tarihli kararıyla 8.429,81 TL maddi tazminata hükmetmesinin ardından verdiği 18/4/2011 tarihli temyiz dilekçesinde de hükmedilen maddi tazminat miktarına dair bir itiraz ortaya koymamıştır. Sonuç olarak, başvurucunun kendi davasına uygulanmadığını ileri sürdüğü düzenlemenin uygulanmasının maddi tazminat miktarının hesaplanmasına ilişkin olduğu ve başvurucunun maddi tazminat miktarına ilişkin bir uyuşmazlığı temyiz aşamasına taşımadığı anlaşılmaktadır.
30.     Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b.    Manevi Tazminat Miktarına İlişkin İhlal İddiası
31.     Başvurucu, iş kazasından doğan zararın tazmini istemli davasının yargılaması sonucunda hükmedilen manevi tazminat miktarının düşük olduğunu, Yargıtay'ın benzer davalarda tazminatı az bularak bozma kararları vermesine rağmen bu kararı onamasının çelişki oluşturduğunu belirterek, adil yargılanma hakkının ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32.     Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun taleplerinin Derece Mahkemeleri tarafından incelenerek davanın kısmen kabulüne karar verildiği, bu durumda başvurucunun iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara yönelik olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. 
33.     Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
34.     Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
       "Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
35.     6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
       "Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
36.     6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37.     Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,  bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38.     Başvuru konusu olayda Mahkemece, başvurucunun iddiaları ve tüm deliller birlikte incelenmiş, Yargıtay'ın 8/11/2010 tarihli bozma kararı da değerlendirilerek (bkz. § 9), manevi tazminat talebinin olay nedeni ile uğranılan zarar sonucu duyulan acı ve üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi amacına yönelik olduğu ve manevi tazminatın haksız zenginleşmeye neden olmayacak hakkaniyete uygun bir miktarda takdir edilmesi gerektiği göz önünde bulundurularak, olayın oluş şekline, müterafik kusur oranlarına, başvurucunun duyduğu elem ve ızdırabın derecesine, tarafların sosyal ve ekonomik durumuna, hak ve adalet kurallarına göre, 5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Yargıtay tarafından, Mahkemece verilen karar, manevi tazminat miktarı yönünden usul ve yasaya uygun bulunarak başvurucunun bu yöndeki temyiz itirazları reddedilerek onanmıştır.
39.     Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, sonuç olarak iddiaların özünün Derece Mahkemeleri tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
40.     Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının dinlenmediğine ilişkin bir iddia, bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Derece Mahkemesi kararlarında bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
41.     Başvurucu ayrıca, benzer davalarda Yargıtay'ın bozma kararı vermesine rağmen, kendi davasında onama kararı vermesinin eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun anılan ihlal iddiası da adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
42.     Aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 17/9/2013, § 45). Ayrıca, manevi tazminat miktarı her davanın somut gereklilikleriyle yakından ilişkili olup, olayın oluş şekli, kusur oranları, davacının duyduğu elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu gibi birçok değişkene sahiptir. Bu durumda benzer davalarda manevi tazminat miktarlarına ilişkin farklı sonuçlar ortaya çıkabileceği hususu dikkate alınmalıdır.
43.     Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.


c.     Yargıtay Kararının Gerekçesiz Olduğu İddiası
44.     Başvurucu, temyiz incelemesi sonucu verilen kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
45.     Adalet Bakanlığı görüş yazısında, temyiz mahkemesinin İlk Derece Mahkemesi kararının hukuka uygun olduğunu belirtmesinin yeterli olduğu, ayrıca bir gerekçe yazılmasına gerek bulunmadığı, somut olayda Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin İlk Derece Mahkemesi kararını, "davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine" şeklindeki ifade ile düzelterek onadığı belirtilmiştir.
46.      Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanında, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrar etmiştir.
47.     6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
       "Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
48.     Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
       "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
49.     Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
50.     Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
51.     Başvuru konusu olayda, Ordu İş Mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından, tazminat miktarının davalılardan müştereken tahsili gerekirken kusurları oranında tahsiline hükmedilmesinin yerinde olmadığı belirtilerek düzeltilerek onanmış, diğer temyiz itirazları ise dosyadaki yazılara, dayanılan delillere ve kanuni nedenlere dayalı olarak reddedilmiştir (bkz. § 11). Dolayısıyla Yargıtay kararının gerekçesiz olduğundan söz edilemez.
52.     Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.


d.    Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası
53.     Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, başvurucunun yargılamanın uzunluğuna ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeninin de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2.    Esas Yönünden
54.     Başvurucu, 18/1/2005 tarihinde açtığı davanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
55.     Adalet Bakanlığı görüş yazısında; başvuruya konu yargılama sürecinin, tanıkların dinlenmesi, delillerin toplanması, keşif ve bilirkişi süreçlerinin tamamlanması için geçen süreler ve dosyanın iki kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi sebepleriyle yaklaşık yedi yılda tamamlandığını, makul süre değerlendirmesinde takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.
56.     Başvurucu Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanında, davanın karmaşık nitelik taşımadığı, yargılamayı uzatmaya yönelik usuli işleminin bulunmadığı, yargılama sürecinin uzamasında ilgili kamu kurumları ve Mahkemenin kusuru bulunduğu hususlarını ifade etmiştir.
57.     Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).
58.     Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
59.     Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iş kazasından doğan zararın karşılanması istemine ilişkin bir davanın söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
60.     Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 18/1/2005 tarihidir.
61.     Sürenin bitiş tarihi ise yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, Ordu İş Mahkemesi kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onandığı 26/11/2012 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
62.     Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında, iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında, sözlü yargılama usulüne tabi özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce, mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
63.     6100 sayılı Kanun'un 447. maddesiyle, daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, §§ 64-65).
64.     Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde, dosyanın iki kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gittiği, İlk Derece Mahkemesi önündeki toplam yargılama süresinin yaklaşık dört yıl sekiz ay olduğu, yaklaşık üç yıl üç aylık bir sürenin de Yargıtay önünde geçtiği anlaşılmaktadır. İlk Derece Mahkemesi önündeki yargılama süresinin büyük oranda delillerin toplanması, tanıkların dinlenmesi, keşif ve bilirkişi incelemelerinin tamamlanması aşamalarında geçtiği anlaşılmaktadır. İş ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati de dikkate alındığında sonuç olarak yargılamanın, makul görülemeyecek derecede uzun bir süre olan yedi yıl on ay sekiz günde tamamlandığı görülmektedir.
65.     İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin iş mahkemesi önünde sürdüğü görülmekle, 5521 sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümleri ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun'a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 5521 sayılı Kanun'da yer alan özel usul hükümleri ile 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 14).
66.     İş kazası nedeniyle doğan zararın tazmini istemiyle açılan ve 5521 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler önünde görülen yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2013/4701, 23/1/2014, §§ 35-51).
67.      Başvuruya konu yargılama sürecinin değerlendirilmesi neticesinde, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında davanın karmaşık nitelik taşımadığı, başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ya da usuli haklarını kullanırken özensiz davranarak yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olmadığı da dikkate alınarak, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
68.     Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
69.     Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte 46.778,94 TL maddi ve 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
70.     6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
       "Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
71.     Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl on ay sekiz günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya net 7.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
72.     Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
73.     Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V.       HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.       Başvurucunun,
       1.  Maddi tazminat miktarına ilişkin ihlal iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemesi",  
       2.  Manevi tazminat miktarına ilişkin ihlal iddialarının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
       3. Yargıtay kararının gerekçesiz olduğu yönündeki iddiasının  "açıkça dayanaktan yoksun olması",
 nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
                   4.  Yargılama süresinin makul olmadığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.       Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.       Başvurucuya net 7.600,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D.       Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.       Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Alparslan ALTAN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT



Üye
Muammer TOPAL
Üye
 M. Emin KUZ    


  




TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR


Başvuru Numarası: 2013/1660

Karar Tarihi: 15/10/2014


BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR

Başkan
 :
 Serruh KALELİ
Üyeler
 :
 Burhan ÜSTÜN


 Nuri NECİPOĞLU


 Hicabi DURSUN


 Hasan Tahsin GÖKCAN
Raportör
 :
 Selami ER
Başvurucu
 :
 Gaziler Enerji ve Tic. A.Ş.
Temsilcisi
 :
 Narin DOLGUN
Vekili
 :
 Av. İbrahim İLİMSEVER

I.          BAŞVURUNUN KONUSU
1.         Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında makul sürenin aşıldığını, bu nedenle ödemek durumunda kaldığı faiz yükünün arttığını, yargılama sırasında usulî hatalar yapıldığını, Sosyal Sigortalar Kurumunun (SSK) davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini belirterek eşitlik ilkesinin, hak arama hürriyetinin ve Anayasa'nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II.       BAŞVURU SÜRECİ
2.         Başvuru, 25/2/2013 tarihinde Kağızman Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3.         Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4.         Bölüm tarafından 24/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5.         Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/9/2013 tarihli görüş yazısı, 24/10/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde ibraz etmemiştir.
III.    OLAY VE OLGULAR
A.       Olaylar
6.         Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7.         Başvurucu Gaziler Enerji ve Tic. A.Ş.'nin yürüttüğü inşaat işi sırasında patlama meydana gelmiş ve işçi D. T. 24/10/1999 tarihinde kaza sonucu vefat etmiştir.
8.         Tedbirsizlik ve dikkatsizlik nedeniyle ölüme sebebiyet verme suçu iddiasıyla Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada, 27/12/2001 tarih ve 2000/94, K.2001/155 sayılı kararla kusur oranları, işyeri sahibi G. D. için 6/8, işçi N. T. için 1/8 ve ölen işçi D. T. için 1/8 olarak belirlenmiştir.
9.         Müteveffanın eşi Ş. T., kendisi ve çocukları adına 4/1/2002 tarihli dilekçe ile Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) başvurucuya karşı maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.
10.     Başvurucu 11/2/2002 tarihli dilekçesiyle mahkemenin görevsizliği ve alacağın zaman aşımına uğradığı iddialarında bulunmuştur.
11.     Mahkeme, 19/11/2002 tarihli celsede, tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermiştir.
12.     Bilirkişilerce, aynı konuyla ilgili Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde açılmış davada belirlenen kusur oranları nazara alınarak tazminat miktarı hesaplanmış ve 15/1/2004 tarihli bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur.
13.     Mahkeme, 27/5/2004 tarihli celsede tarafların kusur oranlarının belirlenmesi talebiyle bilirkişi görevlendirmiş ve 22/8/2004 tarihli bilirkişi raporuyla, başvurucunun kusuru % 60 olarak tespit edilmiştir.
14.     Sosyal Sigortalar Kurumu'nun başvurucu aleyhine açtığı peşin sermaye değerli gelir ödemesinin rücu davasında da, tarafların kusurlarının belirlenmesi için 1/7/2004 tarihli bilirkişi raporu düzenlenmiştir.
15.     Davacılar, 18/10/2004 tarihli dilekçeleriyle 15/1/2004 tarihli bilirkişi raporunda belirlenen miktarlar üzerinden taleplerini artırarak davalarını kısmen ıslah etmişler, başvurucu ise cevap dilekçesinde bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini ve davanın zamanaşımına uğradığını iddia etmiştir.
16.     Başvurucu davanın İş Mahkemelerinde açılması gerektiği gerekçesiyle işbölümü itirazında bulunduğundan, Mahkeme 17/2/2005 tarih ve E.2002/2, K.2005/12 sayılı kararıyla, dosyayı iş mahkemesi sıfatıyla E.2005/69 numarasıyla incelemeye devam etmiştir.
17.     Mahkeme, 5/5/2005 tarihinde SSK'nın başvurucuya karşı açtığı E.2003/22 sayılı rücu davasının, Mahkemenin E.2005/69 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar vermiştir.
18.      4/12/2006 tarihinde önceki bilirkişi raporları arasında çelişki olduğundan bahisle yeni bir bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Hazırlanan yeni bilirkişi raporuna göre, 1/7/2004 tarihli raporla kısmen uyumlu olarak başvurucunun kusuru % 80 olarak tespit edilmiştir.
19.     Mahkeme, 26/4/2007 tarihinde, E.2005/69 sayılı dosyada birleştirilen rücu davasının yasal dayanaklarının ve yasa yolu mercilerinin farklı olduğu gerekçesiyle tefrikine karar vermiştir.
20.     Rücu davasıyla ilgili olarak Mahkeme, 27/9/2007 tarih ve E.2007/18, K.2007/74 sayılı kararıyla Sosyal Sigortalar Kurumunun rücu talebini kabul ederek kurumca kaza nedeniyle ödenmiş bedelin bir kısmının başvurucuya rücu edilmesine karar vermiştir.
21.     Mahkeme, tazminat davasında bilirkişi raporları arasındaki çelişkilerin giderilmesi ve tarafların kusur oranlarının yeniden tespit ettirilmesi için Adli Tıp Kurumu tarafından bir raporun düzenlenmesine karar vermiş ve bu defa 16/9/2010 tarihli bilirkişi raporuyla başvurucunun kusuru % 80, başvurucu şirketin sahibi G. D.'nin kusuru ise %10 olarak tespit edilerek mahkemeye sunulmuştur.
22.     Mahkeme, tazminat miktarının 16/9/2010 tarihli bilirkişi raporundaki kusur oranları dikkate alınarak hesaplanması için bilirkişi incelemesinin yapılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporu hazırlanmış ve destekten yoksunluk zararları tespit edilerek mahkemeye sunulmuştur.
23.     Davacılar, 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçeleriyle 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen miktarlar üzerinden davanın ıslahı talebinde bulunmuşlardır.
24.     Mahkeme, 26/5/2011 tarih ve E.2005/69, K.2011/107 sayılı kararıyla 2. kez ıslahın mümkün olmaması nedeniyle 30/3/2011 tarihli ıslah dilekçesinin reddine, 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesini nazara alarak davanın kabulüne ve 16/9/2010 ve 3/1/2011 tarihli bilirkişi raporları dosya kapsamı ve mevzuat ile uyumlu olduğundan bu raporda belirlenen kusur oranlarını esas alarak belirlenen maddi tazminat miktarlarının ve takdiren 1.000,00'er TL manevi tazminatın başvurucu şirket ve sahibi G. D.'den müştereken ve müteselsilsen tahsiline karar vermiştir.
25.     Karar, başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarih ve E.2012/2136, K.2012/24430 sayılı kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır.
26.     Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 11/4/2013 tarih ve E.2013/4808, K.2013/7316 sayılı kararıyla karar düzeltme talebini reddetmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.
27.     Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
B.       İlgili Hukuk
28.     12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Usul ekonomisi ilkesi" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
       "Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür."
29.     6100 sayılı Kanun'un "Diğer kanunlardaki yargılama usulü ile ilgili hükümler" kenar başlıklı 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
       "Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır."
IV.    İNCELEME VE GEREKÇE
30.     Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 25/2/2013 tarih ve 2013/1660 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A.       Başvurucunun İddiaları
31.     Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında davacı vekilinin 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesinde davalıların kusurları oranında tazminat talep edilmesine rağmen tazminatın müştereken ve müteselsilen ödenmesine hükmedildiğini, Mahkemece ceza davasındaki kusur oranlarının esas alındığını, ceza davasında şirkete kusur yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru sayılamayacağı halde şirket aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların şirketin kusur oranını talep etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi raporuyla kusur oranı tespit ettirdiğini, SSK'nın davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini, zamanaşımı defini ileri sürdüğü halde bu konuda karar vermeden esasa geçildiğini, davada makul sürenin aşıldığını ve makul sürede karar verilmediğinden faiz yükünün arttığını, mahkeme kararının Yargıtay içtihatlarından farklı olduğunu, kararların gerekçesiz olduğunu belirterek eşitlik ilkesinin, adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ödemekle karşı karşıya kaldığı tazminat miktarının ekonomik durumunu temelinden sarsacağı gerekçesiyle ihtiyati tedbir kararı verilmesi ile ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması veya ödemesi gereken tazminat miktarı kadar lehine tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.
B.       Değerlendirme
32.     Somut başvuru konusu davada Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 25/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun temyiz itirazlarını reddederek ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu 25/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuş,  Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'ne yapılan karar düzeltme talebi Dairece bu tarihten sonra 11/4/2013 tarihinde reddedilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru hakkında karar verilmeden önce bu kanun yolu da başvurucular tarafından tüketilmiş olmaktadır (bkz. B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 64)
33.     Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini, benzer davalarda verilen kararlara aykırı şekilde hüküm kurulduğunu belirterek, eşitlik ilkesi ile adil yargılanma hakkının ve Anayasa'nın 14. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılama sürecine ve verilen kararın sonucu itibarıyla adil olup olmadığına yönelik olup, bu iddialar yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmiştir. Başvurucunun gerekçeli karar hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiaları ise ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucunun Adil Olmadığı İddiası
34.     Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
35.     30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
36.     6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
37.     Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular,  bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
38.     Başvuru konusu olayda başvurucu, Tuzluca Asliye Hukuk Mahkemesinde iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında davacı vekilinin 18/10/2004 tarihli ıslah dilekçesinde kusurları oranında tazminat talep edilmesine rağmen tazminatın müştereken ve müteselsilen ödenmesine hükmedildiğini, Mahkemece ceza davasındaki kusur oranlarının esas alındığını, ceza davasında şirkete kusur yüklenmediği ve şahısların kusuru şirket kusuru sayılamayacağı halde şirket aleyhine tazminata hükmedildiğini, davacıların şirketin kusur oranını talep etmemesine rağmen Mahkemenin yeni bilirkişi raporuyla kusur oranı tespit ettirdiğini ve SSK'nın davacılara ödediği miktarın tazminat hesaplanırken mahsup edilmediğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39.     Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
40.     Başvurucu aleyhine açılan tazminat davasında somut olaya ilişkin ceza dava dosyası incelenmiş, tarafların delilleri toplanarak bilirkişi raporları alınmış, başvurucunun raporlara ve başvuruya konu itirazları değerlendirilmiş, ilgili yasa kuralları somut olayın koşullarına göre yorumlanarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucunun başvuruya konu ettiği gerekçelerle yaptığı temyiz üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince "hükmün Dairece benimsenen yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde isabetsizlik görülmemesi"  gerekçesiyle temyiz itirazları reddedilerek hüküm onanmıştır.
41.     Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin kararında bariz takdir hatası oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.
42.     Diğer taraftan, aynı hukuki metne ilişkin olarak, aynı derecedeki bağımsız yargı mercileri arasındaki yorum ve içtihat farklılıkları tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemeyeceği gibi, temyiz mercilerinin, uyuşmazlıklara ilişkin olarak tarafların talepleri ve delilleri arasındaki yorum farklılıkları da tek başına adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde kabul edilemez (B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 45).
43.     Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemesi kararının bariz bir takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiği İddiası
44.     Başvurucunun gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddiaları açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
              a.  Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
45.     Başvurucu, zamanaşımı defini ileri sürdüğü halde İlk Derece Mahkemesinin bu konuda karar vermeden esasa geçtiğini belirterek kararın gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür.
46.     Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
47.      Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
48.     Mahkemelerin hükümleri için gerekçe yazmaları gerekmekle birlikte bu tarafların tüm iddialarına detaylı yanıt vermek zorunluluğu şeklinde anlaşılmamalıdır.  Gerekçe yazma yükümlülüğünün ileri sürülen iddiaların davanın sonucuna etkisi yönünden her davanın şartları çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir. Bu kapsamda ileri sürülen iddianın kabulü halinde davanın sonucuna etkili olması bekleniyor ise mahkemelerin bu iddiayı değerlendirmeleri gerekebilir (B. No: 2013/735, 17/9/2014, § 45).
49.     Nitekim AİHM, derece mahkemelerinin kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmadığını, ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkemelerin bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabileceğini, böyle bir durumda dahi, ileri sürülen iddiaların zımnen reddinin yeterli olabileceğini belirtmiştir (bkz. Hiro Balani/İspanya, B. No. 18064/91, 9/12/1994).
50.     Öte yandan temyiz mercilerinin kararlarının tamamen gerekçeli olması zorunlu değildir. Temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).
51.     Somut olayda Mahkemece, tarafların ileri sürdükleri tüm deliller toplanarak ve aynı konuyla ilgili ceza dava dosyası incelenerek yaşanan iş kazasında kusur oranları ve tazminat miktarlarını belirlemek üzere bilirkişilerden rapor alınmış, başvurucunun işveren olarak yaşanan iş kazasında kusurlu olduğu tespit edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir (bkz. § 23). Mahkeme gerekçeli kararında başvurucunun zamanaşımı ve ikinci kez ıslah yapılamayacağı konusunda itirazda bulunduğundan bahsetmiş ve ikinci kez ıslah mümkün olmadığından ilk ıslah dilekçesine göre hüküm kurduğunu belirtmiş ancak, zamanaşımı defini neden kabul etmediğine dair hüküm kurmayarak ve işin esası hakkında karar vererek bu defii zımnen reddetmiştir.
52.     Başvurucu temyiz dilekçesinde de zamanaşımı defini ileri sürmüş, ancak Yargıtay tarafından Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe aynen kabul edilerek başvurucunun itirazını karşılayacak bir gerekçelendirme yapılmaksızın ilk derece mahkemesi kararı onanmıştır (bkz. §§ 25, 26).
53.     Bu durumda esasa etkili olduğu açık olan başvurucunun zamanaşımı defi iddiası konusunda İlk Derece Mahkemesinin bir gerekçe göstermeksizin esastan karar verdiği, Yargıtay Dairesinin de bu iddiaya karşılık bir gerekçe göstermeden kararı onadığı ve başvurucunun esasa etkili bahsedilen iddiasının derece mahkemelerince karşılanmadığı, sonuç olarak başvurucunun bahsedilen iddiasının neden reddedildiğinin açıklığa kavuşmadığı anlaşılmaktadır.
54.     Açıklanan nedenlerle, başvurucunun esasa etkili olduğu açık olan iddiası karşılanmaksızın hüküm kurulmasıyla başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
                   b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
55.     Başvurucu,  makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
56.     Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
57.      Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
       "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
58.     Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
       "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir."
59.     Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
       "Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
60.     Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lâfzî içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).
61.     Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de, Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).
62.     Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).
63.     Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
64.     Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).
65.     Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
66.      Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iş kazası nedeniyle açılan bir tazminat davasının söz konusu olduğu görülmekle, 5521 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).
67.     Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, somut başvuru açısından bu tarih 4/1/2002 tarihidir.
68.     Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 11/4/2013 tarihli kararı olduğu anlaşılmaktadır.
69.     Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde,  dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).
70.     Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede önemli bir ölçüt olan başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği kriteri nazara çerçevesinde, gerek bireylerin ekonomik geleceği gerek çalışma barışı açısından arz ettiği önem nazara alındığında,  iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi ihdas ederek iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
71.     Belirtilen hususun yanı sıra 6100 sayılı Kanun'un 447. maddesiyle daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Basit yargılama usulü yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 64-65).
72.     Söz konusu başvurunun konusu olan iş kazası nedeniyle tazminat davasının yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince önce asliye hukuk mahkemesi sıfatıyla davaya bakıldığı, yapılan itiraz sonucu yeni esas numarası verilerek yargılamaya iş mahkemesi sıfatıyla devam edildiği, yapılan itirazlarda dikkate alınarak kusur oranı ve tazminat miktarının tespiti için farklı tarihlerde tespitleri birbirine benzer beş farklı bilirkişi raporu alındığı, ayrıca ceza ve rücu davasındaki bilirkişi raporlarının da değerlendirmede kullanıldığı, bilirkişi raporları arasındaki farklılığın giderilmesi için de bilirkişi raporuna müracaat edildiği ve toplam yargılama süresinin on bir yıl üç ayın üzerinde olduğu görülmektedir.
73.     İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin asliye hukuk mahkemesi (iş mahkemesi sıfatıyla (Bkz., §16)) önünde sürdüğü görülmekle, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun'a tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 26-27).
74.     5521 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle yargılamada sürati temin etmeye hizmet eden özel usul hükümlerinin nazara alınmadığı göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiş olup (B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59-82), başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu on bir yılı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
75.     Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
76.     Başvurucu, işyerinde yaşanan iş kazası sonucu aleyhine açılmış olan maddi ve manevi tazminat davasında yargılamanın sonucunun adil olmadığını, zamanaşımı definde bulunmasına rağmen ilk derece mahkemesi ve Yargıtay kararlarında bunun neden reddedildiğinin gerekçelendirilmediğini ve yargılamanın makul süreyi aştığını iddia ederek ihlallerin ortadan kaldırılması veya kendisi lehine tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
77.     6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
       "Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
78.     Başvuru konusu olayda tespit edilen ihlal ilk derece mahkemesinin başvurucunun davanın esasına etkili olan zamanaşımı defini neden yerinde görmediğini gerekçelendirmemesinden kaynaklandığından ve bu hususu açıklayacak şekilde yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan, 6216 sayılı Kanun'un (1) ve (2) numaralı fıkraları gereğince ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için  başvurucunun zamanaşımı iddiasını karşılayacak şekilde gerekçeli karar yazılmasını temin etmek amacıyla dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
79.     Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on bir yılı aşkın yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
80.     Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı ve başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlali dışındaki şikâyetleri hakkında kabul edilemezlik kararı verildiği anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
81.     Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V.       HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A.       Başvurucunun,
       1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
                   2. Gerekçeli karar hakkının ve Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B.       1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının,
                   2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının,
                   İHLAL EDİLDİĞİNE,
C.       Başvurucuya net 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
D.       Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
E.       Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
F.        İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Serruh KALELİ
Üye
Burhan ÜSTÜN
Üye
Nuri NECİPOĞLU






Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder