21 Şubat 2012 Salı

PAMUKOVA TREN KAZASI İLE İLGİLİ DÜŞÜNDÜKLERİM

22.07.2004 tarihinde bir tren kazası oldu. Bu kazanın adı, bir kısmına göre, Pamukova tren kazası, bir kısmına göre, hızlı tren kazası bir kısmına göre ise, hızlandırılmış tren kazası idi.
41 kişi kazada can verdi, 100 kişiye yakın insan da yaralandı.
Ben de çok sevdiğim bir dostumu kaybettim. Onun cenaze töreni için, Antalya’ya gittiğimizde, ailesi ölümünden sonra yapılması gerekenleri yapmamı istedi. Önce, mirasçılık belgesi, emekli maaşı gibi şeyler gözümün önüne geldi sonra düşündüğümde ise, bu kazadan kaynaklanan ceza ve hukuk davalarının da aynı kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini hatırladım. İşte o zaman bu vazifeden kaçamayacağımı ama yıllar süren duruşmalar boyunca, anılarımı taze tutacağım gerçeği ile karşı karşıya geldim. Böylesi bir görevden kaçınılamazdı; anası anam, kardeşi kardeşim, kızı kızım karısı bacım idi. Dün böyle idi bu günde böyle olacaktı. Yılların verdiği tecrübeden öğrenmiştim. Tren kazalarına , uçak kazalarına ilişkin davalar bitmek bilmez idi. Diğer bir anlatımla arkadaşlar arasında bu acıyı en uzun ve en canlı ben çekecektim. Olsun onca güzel anıya karşılık bunun da yerine getirilmesi gerekirdi.
İlk darbeyi, daha mirasçılık belgesi işlemlerine başlamadan yedim. Bir gün eşi aradı kendisinin ve kayınvalidesinin bir grup avukat tarafından arandığını söyledi. Üstelik kaza kayıtlarında yer almayan yazlık evlerinden arandığını belirtti. Bu arkadaşlarım, kendilerini, tren kazalarının en canavar avukatları olduğunu söyleyerek işe talip olduklarını beyan etmişler. Ölenin eşi, davanın, ölenin sınıf arkadaşı ve aile dostu olan benim tarafımdan takip edileceğini söyleyince, bu işin arkadaşlıkla ilgisi olmadığını ikinci duruşmadan sonra işi unutacağımı söylemişler. Tüm ısrarıma rağmen bunların kim olduğunu öğrenemedim. Ancak, o canavar avukatların bilmesi gereken bir şey var, ben ilk duruşmada da vardım son duruşma da vardım. Kısaca, sevgi yoksunu büyüyen bu genç kardeşlerim, 1965 yılında AÜHF paylaşılan bir bardak çayın tüm yaşam boyunca unutulmayacağını öğrenmeleri gerekirdi, kanımca, bu davranışımla öğrenmişlerdir. Ayrıca, bu canavar avukatların yaptıklarının Avukatlık Kanunu 55. maddesine aykırı olduğunu ve disiplin cezası almayı gerektirdiğini de bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ancak bunu onlara öğretemedim.
Duruşmaların başlaması ile birlikte ikinci sürprizle karşılaştım. Eğer siz bir trafik suçu işlerseniz yada tedbirsizlik ve dikkatsizlikle yaralamaya yada ölüme sebep olursanız, ister şoför olun, ister doktor olun isterse apartman yöneticisi olun aynı yasa maddesi ile cezalandırılmaktasınız. Ancak siz tedbirsizlik ve dikkatsizlikle, demiryolu trafiğinde ölüm yada yaralamaya sebep olursanız, cezalandırılacağınız yasa maddesi farklıdır. Demiryolu dışındaki yaralama yada ölüm olaylarında yaralananların ve/veya ölenlerin sayısı cezanın ağırlaşmasına neden olmasına rağmen demiryolu için böylesi bir ağırlaştırma söz konusu olmamaktadır. Zaten davanın zamanaşımına uğramasının temel nedenlerinden biri de ceza maddesinde yer alan bu ayrıcalıklı durumdan kaynaklanmaktadır. Demiryolu kazasına ilişkin ilk davam bu dava olduğu için bu kuralı da davanın başlangıcında öğrenmiş oldum. Demiryolu kazalarının neden farklı cezaya çarptırıldığını düşündüğümde aklıma iki neden geldi. Bunlardan biri, demiryolunun Osmanlı döneminde yabancı şirketler aracılığı ile işletilmiş olması olabilirdi diğeri ise aynı alışkanlığın yani imtiyazlı yargılamanın cumhuriyet döneminde de devletin sorumluluğunda devlet memurları tarafından işletilen demiryolları için devam etmesinin yasa koyucu tarafından benimsenmiş olması olabilirdi.
Neden kaynaklanırsa kaynaklansın gerçek yöneten olan seçmenin, benzer suçlarda, kendisi tarafından görevlendirilen memurlardan, daha ağır cezaya çarptırılması bana kabul edilebilir bir şey olarak gelmedi.
Dava böylesi bir imtiyazlı yargılama ile başladı ve memurlar açısından bir başka imtiyazla devam etti.
Dava dosyasında yer alan tüm bilirkişi raporlarında, makinistlerin ve şef trenin yanı sıra idarenin de kusurlu olduğu belirtilmesine rağmen, dava sadece makinistlerin ve şef trenin sorumluluğu açısından sürdürüldü.
İdarenin kim olduğu bilirkişi raporlarında belirlenmemiş olmasına rağmen bu sözcük nedeni ile TCDD yi yönetenlerin sorumlu olması gerektiği kanımca son derece açık olarak anlaşılmakta idi. Tek yapılacak şey, projeyi teknik açıdan oluşturan kişilerin kimler olduğunun saptayarak bunların hangilerinin bu olumsuzluğun doğumunda payı olduğunu belirlemek idi.
Davanın başlangıcında idarenin aldığı karar nedeniyle, idareden kimse sorumlu yani şüpheli yada sanık olarak gösterilmedi. Bu karar idari yargı kararı ile de desteklendi. Ancak müşteki vekilleri ayrı ayrı hareket ettiği için, idari yargının hangi tarihte ve hangi koşullarda karar aldığını tam anlamı ile öğrenemedi. Yada en azından ben öğrenemedim.
Ancak, bilirkişi raporlarının idareyi sorumlu tutması nedeniyle bunun yeni delil olarak değerlendirilmesi gerektiğini ve gerek idari yargı gerekse adli yargı açısından bu yeni delile göre yeniden değerlendirme yapılması gerektiğini ve idareden kim yada kimlerin sorumlu tutulması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Yargıtay bozmasından önceki karar aşamasında da bunu dile getirdim. Hatta iddia makamı da bu görüşe belirli oranda katıldı. Ancak, genel müdürün şahsı için verilmiş karar tüm idareyi kapsar nitelikte sayıldı ve idare sorumluluk dışında tutuldu.
Bu konu basında hiç yer almadı.
Yargıtay aşamasında da temyiz nedeni olarak aynı konuya temas ettim.
Dosya Yargıtay’da iken bazı idari görevliler hakkında Pamukova C.Başsavcılığı tarafından takipsizlik kararı verildi. Buna itiraz ettim ancak bir sonuç alamadım.
Daha sonraki aşamada, Yargıtay bozması geldi. Bu bozmada “Katılanlar İrem Ertürk ve Benen Ertürk vekili……temyiz itirazları bu nedenle yerine görülmüş” şeklinde bir açıklama yer alıyordu. Bir an umutlandım, Yargıtay da benim gibi idarenin sorumlu tutulmasını istiyor dedim. Dedim ama, aynı zamanada, bunun herkesin anlayacağı şekilde açık olarak yazılmamış olmasından ötürü acaba kendi kendime gelin güvey mi oluyorum dedim.
Yargılama sona erdi. İdarenin sorumlu olduğuna dair en ufak bir açıklamaya ulaşamadım.
İdare ile bir alıp veremediğim mi ? var sorusunu sorabilirsiniz. Samimiyetle söylerim ki yok, hatta Ulaştırma Bakanının denizcilik sektörü için çok önemli olduğunu söyleyenlerin sözlerine güveniyor ve başarısının ülkem için devamını diliyorum. Genel müdürü ve teknik ekibin hiç birini tanımam. Eskişehir Ankara hattında YHT ye bindiğimde, yapılan işi takdirle karşılıyorum.
Ancak ben bir hukukçuyum, bu nedenle bu dava dosyası beni rahatsız ediyor. Öncelikle, gerçek yönetenin seçen olduğuna inanıyorum. Bu nedenle siyasilere sadece, kürsü dokunulmazlığı verilmesi gerektiğine inanıyorum. Asıla yani seçene tanınmamış imtiyazların vekile tanınmasını kabul edemiyorum. Yürütmenin ve kamu ajanlarının yasamanın görev verdiği kişiler olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle onların seçenden ve yasamadan daha fazla imtiyazla donatılmasına anlam veremiyorum.
Bu nedenlerle, demiryolu kazası ile karayolu kazası arasındaki farkı, kazayı yapanın memur yada vatandaş olmasının farklı sonuçlar yaratmasını anlamadığımı sizlere duyurmak istedim.
Sizlerle paylaşmak istediklerim bunlarla bitmedi.
İlk duruşmada, tüm ölümleri ve yaralamaları temsil eden kişiler yoktu. Ama son duruşmada, sadece iki ölen temsil ediliyordu. Kısaca çabuk kızıyorduk ve çabuk soğuyorduk. Hatta zamanaşımına bu çabuk soğumamız neden oldu gibi düşünmekteyim. Yada İslam hukukundan gelen “kan parası” düşüncesi hala sürüyordu. Çünkü pek çoğumuz anlaşarak yada yargı yolu ile kan paralarını almıştık. Belki de bu yüzden ceza davasını takip etmiyorduk.
Aslında demiryolları, kazanın ilk gününden beri, kişilerin acılarını dindirmekte gereken özeni gösterdi. Bunu teşekkürle karşılamaktayım. Hatta vekil edenlerime önerilen tazminatı değişik kişilere hesaplattığımda en iyi hesaplamanın demiryollarınca yapıldığını gördüm.
Ancak, şimdi bir başka soruma cevap aramaktayım. Ben avukat olmanın yanı sıra bir seçmenim. Bu nedenle, zamanaşımı ile sonuçlanan ve pek çok kişiye göre tüm şüphelilerin yargılanmadığı bu davada, demiryollarının ödediği tazminatlar rücü davasına konu olacak mı ? olacaksa kim yada kimlere karşı olacak ?
Olayın bu kısmı, kanımca, siyasi partileri de ilgilendiriyor. Bütçe yasalarının onaylanmasında mecliste yaşanan mücadeleyi kesin hesap görüşmelerinde 65 senedir görmeyen ben, bir siyasi parti liderinin bundan sonra kesin hesap ile de yönetimi kontrol edeceğiz dediğinde çok sevinmiştim. Ancak, bunun yapılmadığını gene bütçe görüşmelerinde, sadece bütçe için hatta bütçe dışı konularda mücadele edildiğini, kesin hesabın hiç konuşulmadığını, görünce çok üzüldüm.
Bütçedeki paranın benim yasama organına emanetim olduğunu, iktidar ve muhalefet partilerinin birlikte hatırlamasını dilerim. Gene her ikisinden emanetin korunması gerektiğinin ülkemin örfünün ve ülkemde var olan tüm inançların kurallarının emrettiğini hatırlatmalarını isterim.
O halde, rucu tazminatı alınacak ise kimden alınacağının açıkça vatandaş tarafından bilinmesinin sağlanmasını eğer alınmayacaksa kimlerden ve neden alınmayacağının vatandaş yada gerçek yöneten olan seçen tarafından bilinmesinin sağlanmasını dilerim.
Yasama organında soyut tartışma yerine, böylesi bir somut olay ile yargının işleyişindeki yavaşlığı, yasa maddelerinin bazı konulara ve kişilere sağladığı imtiyazı, bütçenin kullanımındaki yanlışları dile getirmek gerek iktidar gerekse muhalefet partilerinin görevidir diye düşünüyorum. İktidar partilerinin de görevidir diye düşünüyorum çünkü, seçen tarafından gerçek görevlendirilen yasamadır. Yürütme ve onun kamu ajanı olarak görev yapan görevlileri alt görevlilerdir. Onlar yasamaya yasamada seçen olarak bana hesap vermek zorundadır.
Yukarıda da değindiğim gibi, ilk karar günü var olan bazı kişilerin yargılama dışında kaldığına ilişkin beyanlar basın tarafından değerlendirilmemiştir. Eğer değerlendirilseydi sonuç değişir miydi ? bunu bilemem bunun cevabını basın kendisi versin.
Ancak, merak ettiğim bir konuyu basın mensuplarına sormak isterim Kaç basın kuruluşunun haber masasında, sadece haber masası için görev yapacak hukukçu yer almaktadır ?
Kanımca bu ve benzeri dosyaların otopsi masasına yatırılması, toplumsal ve hukuksal değerlendirmeler yapılması şart.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder