23 Şubat 2012 Perşembe

HMK ya Göre Davayı Kabul ve İkrar

Av. Ender DEDEAĞAÇ


Bir meslektaşımın davayı kabulü nedeniyle Kaş Asliye Hukuk Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar beni bu yazının davayı kabul ile ilgili kısmını yazmaya yöneltti. Yazıya başlamış iken Ankara Ticaret Mahkemelerinin birinde yaşamış olduğum bir olayı hatırlayarak ve de kabul kurumu ile yakın ilgisinden ötürü yazının kapsamına ikrar kurumunu da almaya karar verdim.

Bilindiği gibi gerek HMUK 92 maddesi ve gerekse HMK 308 maddesi kabul kurumunu düzenlemiştir. HMUK 92 maddenin yazılımında yer alan “iki tarafça” ifadesi sanki davacının da davayı kabulü mümkünmüş gibi bir kanı uyandırması dışında her iki madde arasında yazılım açısından ve doğurdu sonuç açısından bir fark bulunmamaktadır. Kabul ile davalı, davacının talep sonucunu kısmen ya da tamamen muvafakat etmektedir. Bu nedenle sadece davalı için kullanılabilecek bir hukuk kurumudur.

Davalı, davayı kısmen ya da tamamen kabul ederek, davacının talep sonucuna muvafakat etmektedir/olur vermektedir. Eğer, taraflar arasında görülmekte olan dava, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalardan ise, HMK 308/2 maddesine göre, kabul kurumunun işlemesi mümkündür. Bu hükmün mefhumu muhalefetinden, kabul kurumunun işlemesinin ana koşulunun davanın talep bölümünün tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri taleplerden olması gerektiğini anlamaktayız. O halde kendisine HMK 309/1 maddesine göre, sözlü ya da yazılı başvuru ile davayı kabul ettiğini beyan eden davalının, beyanından sonra, yargılamayı yapan hakimin söz konusu davanın niteliğini belirlemesi ondan sonra kabul ile ilgili diğer hükümleri uygulaması gerekir. Hatta kararların gerekçeli olması gerektiği kuralı ışığında bu hususu gerekçeli kararında da irdelemelidir. HMK 309/3 maddesinde yer alan kabul mahkemenin muvafakatine bağlı değildir, hükmü bu incelemeyi ve aşağıda değineceğimiz, kabulün şarta bağlı olup olmadığı yolundaki incelemeyi kapsamaz.

HMK 309/4 maddesine göre, kabulün kayıtsız şartsız olması gerekmektedir. Bu husus, bana, kararın icra edilebilirliğini sağlama açısından kabul edilmiş bir madde olarak görülmektedir.

HMK 311/1 maddesine göre, HMUK 95/1 maddesinde olduğu gibi, kabul kesin hüküm gibi sonuç doğurur.

Ancak iradeyi sakatlayan sebeplerden ötürü, kabulün geçersizliği ileri sürülebilir.

Kabul, yasa koyucu tarafından, yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle, kabul sonucunda oluşan durumda davacı dava konusu ettiği taleplerine ulaşmalı ve taraflar arasında uyuşmazlık sona ermelidir. Bu yazının yazılmasına neden olan Kaş Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı “Davalının davayı kabul etmesi nedeniyle karar verilmesine neden olmadığına” hükmü ile sonuçlandırmıştır. Taraflar arasında görülmekte olan dava, tapu iptal ve tescil davası olduğuna göre, davacı yan bu kararla hangi hakkına ulaşacaktır? Sorusuna yanıt bulmak mümkün olmamaktadır. Çünkü bu kararı hiçbir tapu sicil müdürü kabul ederek tapuda yer alan bir hakkın sona ererek onun yerine yeni bir hakkın doğmasına olanak vermez. Diğer bir anlatımla kararın uygulanabilirliği yoktur. Ancak, taraflar birlikte tapuya giderek, işlem yaparlarsa sonuca ulaşabilirler. Eğer istenilen böylesi bir sonuç ise, o zaman yargılamaya neden gerek var sorusuna yanıt bulmamız gerekecektir. Ben bu yanıtı bulamadım.

Yukarıda gerek HMUK gerekse HMK da yer alan hükümlerin bir birinin aynısı olduğunu belirtmiştim. Bu nedenle, HMUK dönemine ait ilmi ve kazai içtihatları taramakla konuya çözüm bulmanın mümkün olduğunu düşünmekteyim. Her ikisinde de kabul halinde hüküm kurulacağının ve hükümde talebin kabul edilen bölümlerini tek tek belirterek bunların davalının kabulü nedeniyle kabulüne karar verildiğinin gösterilmesi gerektiğinin benimsendiği görülecektir. (Sn Baki Kuru tarafından yayınlanan eski HMUK ve yeni HMK adlı yapıtları incelediğimiz de bu hususta bir tereddütün olmadığını görmekteyiz.)

Bu nedenle, davanın kabulü ile verilecek karar da, uyuşmazlığa son vermeli ve eldeki belgenin icra aşamasında uygulanabilirliğini sağlamak açısından HMK 297/2 son cümlede belirtildiği gibi, “açık, şüphe, ve tereddüt uyandırmayacak şekilde” düzenlenmesi gerekir.

Ben bu kararı irdelerken, haricen öğrendiğime göre, Kaş Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen kararın HMK seminerleri sırasında yargıç meslektaşlarımıza önerilen yöntem olduğunu öğrendim. Anlatılana göre İİK yer alan “….kabuller…ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir.” Hükmünden yola çıkılarak bu sonuca ulaşılmıştır. Kişisel kanıma göre, İİK da yer alan kabul ile ilgili bölümde bir yanılma vardır. Eski uygulama da benim size sunduğum gibidir. Bu konuda yerleşmiş Yargıtay kararlarını hiçe sayacak bir yasal düzenleme söz konusu olmamıştır. O halde eski uygulamaya devam zorunluluğu vardır. Seminerlerde geliştirilen fikir ilmi ve kazai içtihatlara ve yasanın sözü ve özü ile uygulanmasına aykırı olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim.

Eğer bu öğreti seminerlerde geliştirilmemiş ise yada bana yanlış bilgi verilmiş ise şimdiden seminerleri düzenleyenlerden de özür dilerim.

Kabul ile ilgili bu çalışmayı yaparken, kabul ile ikrarın karıştırılmaması gerektiğini vurgulayan yazılara da rastladım ve Ankara Ticaret Mahkemelerinin birinde yaşadığım bir olayı hatırladım. Söz konusu olayda, ticari bir satıma dayalı olan alacak istemimizde, davalı yan vermiş olduğu cevap dilekçesinde, malların kendisine teslim edildiği tarihi belirtmekte ve bu tarihi takip eden hak düşürücü süre içinde ayıpla ilgili bir ihbarının olmadığını da dolaylı olarak dile getirmekteydi. Ancak, cevap dilekçesinde yer alan diğer beyanları ile, satım bedelini ödememesi gerektiğini de savunmakta idi. Dava, kim haklı mantığı ile uzamakta iken, heyet başkanına, davalının malı teslim edildiğine dair ikrarı olduğunu hak düşürücü süre içinde de ayıp ihbarı olmadığına göre, mallın kabul edildiğinin mahkemece de kabul edilerek hüküm kurulması gerektiğini söylediğimde, başkan duruşma salonunda, davalı davayı mı kabul etti diye bana soru yöneltti. Bende davanın kabulü olmadığını ancak maddi vakıanın yani teslimin ikrar edildiğini ve hak düşürücü süre içinde ayıp ihbarı yapılmadığını beyan ettim. Düşüncelerimi anlatamadım ve davayı uzunca süren yargılama sürecinin sonunda kaybettim. Yargıtay maddi vakıanın kabulünü yani ikrarı nasıl değerlendirecek bilemiyorum.

Bu nedenle, kabulün talebi kapsadığını ikrarın ise maddi vakıaları kapsadığını bir kez daha hatırlatmak istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder