1 Kasım 2011 Salı

YÜRÜRLÜKTEN KALKAN TCK VE CMUK’A GÖRE KURULAN HÜKMÜN ELEŞTİRİSİ

Av. ENDER DEDEAĞAÇ

Bu yazıda, 2007 yılında meydana gelmiş bir hakaret fiilinden ötürü, o tarihte şahsi dava sisteminin yasalarımızdan kalkmış olmasına rağmen, yerel mahkemece verilen manevi tazminat ödenmesine ilişkin kararın, Yargıtay tarafından onanmasından dolayı düşündüklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Yürürlükten kalkmış bir yasa maddesinin tüm ikazlara rağmen yerel mahkemece uygulanmasını anlamadığımı hele hele bunun Yargıtay tarafından onanması karşısında, kendimi sevgilisi tarafından ihanete uğrayan 18 yaşındaki genç gibi hissettiğimi dile getirmek istiyorum. Elbet kararı ve hukuki boyutunu aklım erdiğince sizlere aktaracağım ancak, önce bu davranışın bende ve toplumda yaratacaklarını dile getirmek istiyorum. Dilerim, işin hukuki boyutuna gelmeden, başlangıçtaki duygusal değerlendirmelerden sıkılıp okumaktan vazgeçmezsiniz.

Eğer kuvvetler ayrımına inanıyorsak, yargının vazgeçilmez bir güç olduğunu yaşadığımız topluma inandırmak zorundayız. Toplumun buna inanabilmesi için ise, bu alanda akademik boyutta yapılmış inceleme ve tartışmalara gereksinimi yoktur. Toplum, bu inanca ulaşmak için, günlük yaşamında elle tutulur bir şeylerin varlığını aramaktadır. Toplum için, ciltler dolusu yazılmış bir akademik araştırmadan çok toplumun vicdanını tatmin edecek bir yargı kararı daha önemlidir. Hele hele bu yargı kararı, adil olduğu kadar işin doğası gereği bir yoksulun hakkını bir itibarlı/güçlü haksız kişiden alarak yoksula/güçsüz ancak haklı bir kişiye teslim ediyorsa o zaman toplumun yargıya olan güveni artacak ve onu bir güç olarak kabul edecektir.
Burada yer alan yoksul, itibarlı, güçsüz ve güçlü sözcüklerini değerlendirirken, kanımca bu sözcüklerin günlük anlamlarından çok, yasalara aykırı eylemin doğumunda toplumun bu eylemin tarafları için yapmış olduğu değerlendirme dikkate alınmalıdır. Örneğin, ülkenin hatta dünyanın en varlıklı üç beş ailesinden birinin kızına yapılmış bir tecavüz olayında, tecavüzü gerçekleştiren evsiz/homeless, toplum nazarında güçsüz olarak tanımlanmaz, tecavüze uğrayan kız tüm zenginliğine rağmen güçsüz olarak tanımlanır.
Yaşadığımız Van depremini düşünün bu deprem nedeniyle kaç kişi Marmara depreminin tek sorumlusu olan yükleniciyi/müteahhidi hatırladı. Ben Bolu depreminin içinde yaşamış olan bir kişi olarak hatırlamadım. Çünkü, o yargılamada beni huzura kavuşturmayan bir şey vardı. O şahıs dışında başka ev yapan kimse yok mu? Bu şahıs evleri pakete sarılı olarak bilinmeyen bir ülkeden gümrükçüleri aldatarak mı getirdi? Evlere elektrik su bağlayan yetkililer, bu evlerin inşaat aşamasında kontrol edilip edilmediğini hiç mi düşünmedi? Vb sorulara bir türlü yanıt bulamadım. Bunun sonucu olarak yargı gibi benim de, yıkımın ve ölümlerin sorumlusu olarak gördüğüm kişi, bir anda hem suçlu hem de mağdur olarak karşıma çıktı. Kısaca çok sevmiş olmama rağmen yargıya gücenmeme neden oldu. Benim gücenmeme aldırmayın, ben hem gücenir hem de her gün artan bir tutku ile sevmeye devam ederim. Ancak toplumun benim gibi davranmasını beklemek hayalcilik olur. Bu nedenle, toplumun bizi sevmesini beklemek yerine bizim kendimizi ona sevdirmek için yapmamız gerekenlerin neler olduğunu düşünmemiz gerekir. Kanımca bunu düşündüğümüzde ise, haklıyı koruyan adil kararlara gereksinimiz olduğunu, bunlarla toplumun sevgisini ve saygısını kazanacağımızı anlarız.
Bir kararın haklıyı koruyan ve adil olduğunu söyleyebilmek için ise, öncelikle söz konusu kararın yürürlükteki mevzuata uygun olması gerekir. Çünkü, hepimiz, toplumla uyum içinde yaşayabilmek için bu kurallara uyum göstermek zorunda olduğumuzu hissetmekteyiz. Bizim uyum gösterdiğimiz bir kural bir başkası tarafından hiçe sayılıyor ise, kurallar bütününe olan saygımız ve uyum göstermedeki tutarlılığımız zedelenir. Kötü yapılmış hatta kişisel yararına uymayan bütün kanunların sorumlusu olarak siyasileri görmeyen, onun yerine hukukçuları sorumlu tutan, toplumumuz böylesi bir uygulamadan ötürü de hukukçuları yani hakim, savcı ve avukatları sorumlu tutacaktır. O zaman yargının itibarından söz etmek mümkün olmayacak, yargının kuvvetler ayrımındaki yeri sadece akademik bir düşünce olacaktır.
Dilerim ben yanılırım. Gelelim olayımıza;
Bilindiği gibi, yürürlükten kalkan 1412 sayılı CMUK’un 358 ve 367 maddeleri ile yürürlükten kalkan 765 sayılı TCK ın 111 maddelerine dayalı olarak, ŞAHSİ HAK DAVASI olarak isimlendirilen bir dava ile şahsi dava ya da kamu davası olarak görülen bir ceza davasında, suça konu haksız fiilden kaynaklanan zararlarımızın tazmini için dava açabiliyorduk. Eski CMUK ve eski TCK döneminde uyguladığımız şahsi hak davasıyla ilgili daha detaylı bilgi almak için, Sn. Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu’nun Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi’nde yayınladığından ötürü Ankara Üniversitesi’nin resmi internet sitesinde yer alan “Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk İlişkisi” adlı makalesi ile Prof. Dr. Erdener Yurtcan’ın 1989’da Kazancı Yayınları arasında yayınlanan “ Şahsi Dava ve Uygulaması” adlı kitabından yararlanılabilir.
765 sayılı TCK ve 1412 sayılı CMUK’un yürürlükten kaldırılması ile yürürlüğe giren CMK ve TCK hükümleri arasında, ceza hukukuna özgü şahsi davaya yer verilmediği gibi, şahsi hak davası olarak da nitelendirdiğimiz tazminat davalarına da yer verilmemiştir. Bu konu Sn. Zekeriya Yılmaz’ın Terazi dergisi Mayıs 2008 sayısında yer alan “ Suç – Haksız Fiil Ayrımı, Haksız Fiil Sorumluluğu ve Yeni Ceza Mevzuatı Açısından Şahsi Hak Davası” adlı makalesinde ise detaylarıyla incelenmiştir.
Bu konuyla ilgili olarak YCGK’nın 03.02.2009 gün 2008/11-250 E 2009/13 K, Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 13.01.2010 gün 2009/10174 E 2010/2 K, Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 26.01.2006 gün 2005/1512 E 2006/314 K aynı dairenin 17.10.2005 gün 2004/12133 E 2005/22119 K ve 19.09.2007 gün 2007/8687 E 2007/11385 K, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 08.05.2007 gün 2007/3723 E 2007/3921 K sayılı kararları da örnek olarak gösterilebilir.
Görüldüğü gibi ilmi ve kazai içtihatlarda da hiçbir fark ve çelişki olmaksızın 5271 sayılı CMK ve 5237 sayılı TCK’nın kabulünden sonra ceza mahkemelerinde şahsi hak davalarının görülmesine ilişkin herhangi bir düzenlemenin bulunmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle de yeni yasal düzenlemenin oluştuğu dönemden bu yana da ceza davalarında şahsi hak davası görülememektedir.
Zaten 5320 Sayılı CMK’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesi de aynı gerçekle hükme bağlanmış olup, Eski TCK ve CMUK döneminde açılmış davaların nasıl sonuçlanacağını da içermektedir.
Şimdi anlatacağımız somut olay, bu hukuki gerçekliği hiçe sayarak hüküm verilen ve Yargıtay tarafından onanan bir yargılamaya ilişkindir. Olayın içeriğini tam olarak anlatırsak ve yerel mahkemenin hangi mahkeme olduğunu söylersek işin dedikodu boyutuna önem verdiğimiz kanısına sahip olacağınızdan, somut olayı özet olarak, yerel mahkemeyi belirtmeden açıklamaya çalışacağız. Elbette inancınızı sağlama için Yargıtay kararının tarih ve numarasını ve içeriğini bilgilerinize sunacağız.
Yerel mahkemenin gerekçeli kararına göre suç hakaret suçudur. Suçun tarihi 14.07.2007’dir. Yani 5271 sayılı CMK ve 5237 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu döneme ilişkindir. Bu nedenle de şahsi hak davasına ilişkin herhangi bir hükmün ceza mahkemesi tarafından verilmesi mümkün değildir. Halbuki yerel mahkemenin hüküm kısmına baktığımızda “katılanın manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 1000 TL manevi tazminatın sanıktan alınıp katılana ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine” kararı verildiği görülmektedir.
Manevi tazminata ilişkin bu kararın görevsiz mahkeme tarafından verildiği yukarıda belirtilen ilmi ve kazai içtihatlar doğrultusunda tartışılmaz bir gerçektir. Bilindiği gibi herhangi bir hukuki işlemin kurucu unsurlarından biri ya da birkaçının eksik olması haline işlem yok hükmündedir. Görevsiz mahkeme tarafından verilen bu kararda işlemin kurucu unsurunun eksikliğinden, burada verilen karar yok hükmündedir.
Sulh ceza mahkemesinin görev alanına giren hakaret davası ile birlikte mahkemenin görevi dışında verilen bu manevi tazminat hükmü değerlendirildiğinde, manevi tazminatın hüküm tarihi olan 12.05.2009 tarihinde Yargıtay incelemesi kapsamı dışında kalan kesin hüküm niteliğinde olduğu görülecektir.
Manevi tazminata ilişkin hüküm için kanun yolları açık olmadığından ötürü, mahkemeye yapılan temyiz başvurusu, temyiz isteminin reddi kararıyla sonuçlandırılmıştır. Mahkemenin bu kararı sonucunda biz, temyiz isteminin reddine ilişkin kararla birlikte görevsiz mahkemenin vermiş olduğu yok hükmündeki bu kararı Yargıtay’ın incelemesine sunduk. Söz konusu karar Yargıtay 2. Ceza Dairesi tarafından 04.07.2011 gün 2011/15113 E 2011/15229 K sayılı kararıyla onandı.
Bizim somut olayımızla ilgili olan Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin onama kararı işbu yazının başında belirttiğimiz Yargıtay 2. ceza dairesinin diğer kararlarıyla çelişmektedir. Öncelikle bu çelişkiyi anlamadığımızı belirtmek isteriz.
Yargıtay kanununa ve hukuk mantığına göre Yargıtay dairelerinin herhangi birinde bir içtihat yerleşmiş içtihat olarak sayılabiliyorsa, o dairenin bu karardan dönebilmesi için Yargıtay Kanunu 15. maddesi gereğince Genel Kurul’a başvurması gerekmektedir. 2. Ceza Dairesi, Yargıtay kanununun bu hükmüne de aykırı davranmış, kendi başına daha önceki vermiş olduğu yerleşik kararlarından dönmüştür. Yani hukuka aykırı 2. bir davranış sergilemiştir. Bunu da anlamadığımızı belirtmek isteriz.
Gerek 1086 sayılı HUMK’da gerekse 6100 sayılı HMK ve 6110 sayılı yasada hakimin sorumluluğuna ilişkin hükümlere baktığımızda “farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı bir karar veya hüküm verilmiş olması” hakimin sorumluluğunu doğurur kuralının yer aldığını görürüz. Bu açıklamalar ışığında, gerek yerel mahkemenin gerekse Yargıtay’ın yasanın bu hükmüne aykırı davranıp davranmadığının değerlendirilmesini sizlerin takdirlerinize sunarız.
Bilindiği gibi hakimlere ilişkin cezai sorumluluğuna ilişkin kuralların uygulanmasında da HUMK’da yer alan sorumluluk hallerinin değerlendirilmesi yapılmaktaydı. Bu kuralın HMK ile değişmediği düşüncesindeyiz. Yani kanımızca burada Ceza Kanunu’nun ihlali de vardır. Bunu da sizlerin takdirlerinize sunarız.
Bu yazı kaleme alınırken meslektaşlarımız olarak nitelendirdiğimiz hakimlerin cezalandırılması ya da tazminat sorumlusu tutulması amaçlanmamıştır. Amaç zaman yokluğu ya da başka bir nedenle yeterince incelenmeden kurulan hükümlerin topluma verdiği zararı hep birlikte tartışabilmektir. Bu nedenle dilerim ki işbu yazıda yer alan tüm eleştirilerimde ben haksız çıkayım ve yapmış olduğum bu hukuki hatadan ötürü hakim unvanlı meslektaşlarımdan özür dileyeyim.
Bu olayda değerlendirilmesi gereken birkaç şey daha var. Onlara da değinmeden geçmek istemiyorum: Katılanın manevi tazminat istemine ilişkin beyanı, sadece kendisine yöneltilen uzlaşmayı kabul edip etmediği sorusuna ilişkin verdiği cevapta “5000 TL manevi tazminat ödenir ise uzlaşırım” şeklinde belirtilmiştir. Katılan bu istemiyle birlikte harç ödemediği gibi, yerel mahkeme hüküm fıkrasında da manevi tazminatın kabul ve reddini göz önüne alarak tarafların harç ödemesi gerektiğini hüküm altına almamıştır
Yerel mahkeme ayrıca reddedilen manevi tazminata ilişkin olarak reddedilen kısım ile ilgili karşı taraf vekalet ücretine hüküm kurmamıştır.
Son iki paragrafta belirttiğimiz hususlar hukuk davalarında uyulması gereken yasal koşullardır. Ceza hakimi şahsi hak davasını hükme bağlarken kanımızca bu kurallara uymak zorundadır. Bunlar yargılama giderlerine ilişkin olduğu için ve resen gözetileceğinden, gerek yerel mahkeme gerekse Yargıtay bu konuda da yasalara aykırı karar oluşturmuştur.
Bu ve benzeri yazılarımın bir meslektaşın diğer meslektaşları eleştirmesi olarak değerlendirilmesini, hatalı tarafın ben olmam halinde yapılacak uyarıyla özür dilemeye hazır olduğumu, ancak hata yargıç meslektaşlarımdan kaynaklanıyorsa onların da en azından somut olayın mağdur tarafını arayıp gönlünü almasını beklediğimi belirtmek isterim. Unutulmasın ki bu tip yakınmalar hatalı hüküm veren kişiye zarar verdiği gibi, onlar tarafından verilmiş hatalı hükümler de bizlerin ekmek parasına zarar vermektedir. Bu yüzden de karşılıklı dayanışma ile hatalı hüküm kurulmasını önlememiz gerektiğine inanıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder