5 Aralık 2014 Cuma

İŞ DAVALARINDA KATILMA YOLUYLA TEMYİZ VE BUNA İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI

Av. Ender DEDEAĞAÇ 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilk halinde yer almayan katılma yoluyla temyiz, 16.07.1981 tarihinde kabul edilen 2494 sayılı kanun ile hukukumuza kazandırılmış bir kurumdur. 2494 sayılı kanun, 1086 sayılı kanunun 433. maddesinin 2.fıkrasına getirmiş olduğu hükümle temyiz hakkını kullanmamış olan tarafın, karşısında yer alan tarafın temyiz hakkını kullanmasıyla birlikte oluşan ikinci bir temyiz şansı, hükme bağlanmıştır. Değişen Madde metni aynen şöyledir: “Madde 433. — Temyiz dilekçesi, hükmü veren mahkeme aracılığı ile karşı tarafa tebliğ olunur. Tebliğ tarihi temyiz dilekçesinin dosyada kalan aslına işaret edilir. Karşı taraf, tebliğ gününden başlayarak on gün içinde cevap dilekçesini, hükmü veren mahkemeye veya bu mahkemeye gönderilmek üzere başka bir mahkemeye verebilir. Cevap veren, hükmü süresinde temyiz etmemiş olsa bile, cevap dilekçesinde hükme ilişkin itirazlarını bildirerek temyiz isteğinde de bulunabilir. Hükmü veren mahkeme, cevap verildikten veya bunun için belli süre geçtikten sonra, dosyayı dizi listesine bağlı olarak Yargıtay’ın görevli dairesine gönderir.” Görüldüğü gibi, söz konusu madde hükmü doğrultusunda, katılma yoluyla temyizi gerçekleştirebilmesi için; - Kendi temyiz süresi içinde davayı temyiz etmemiş olması - Buna karşılık karşı tarafın yasal süre içinde davayı temyiz etmiş olması - Karşı tarafın yapmış olduğu bu temyizin gerek hukuki yarar gerekse diğer yasal koşullar açısından kabul edilebilir bir temyiz başvurusu olmuş olması - Karşı tarafın temyiz dilekçesinin katılma yoluyla temyiz düşünen tarafa tebliğ edilmiş olması - Katılma yoluyla temyiz etme isteğinde olan tarafın cevap dilekçesini yasanın kendisine tanıdığı 10 günlük süre içinde sunmuş olması - Temyiz isteminin cevap dilekçesi içinde yer almış olması koşulları aranmaktadır. 2494 sayılı yasa ile yapılan bu değişiklik, 26.09.2004 tarihli 5236 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. 5236 sayılı kanun ile HUMK m.433/2 yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, aynı kanunla HUMK’a eklenen 426/h maddesi, istinafta katılma yoluyla kanun yoluna başvurmayı düzenleyerek, bu konuda boşluk oluşmasını önlemiştir. Çünkü 5236 sayılı kanun, aynı zamanda HMK 432. maddeyi de değiştirerek istinafla ilgili olan HUMK’un 426/c’den başlayıp 426/i maddesini de içerecek şekildeki maddelerinin temyiz yolu için de kıyasen uygulanacağını hükme bağlamıştır. Diğer bir anlatımla istinafla ilgili olarak HUMK 426/h’de yer alan katılma yoluyla başvurma hakkı, temyiz yolu için de uygulanabilecektir. HUMK’un ilk halinde; yani HUMK 426/h’ın uygulandığı dönemden önceki dönemde, temyiz edenin temyizden feragat etmesi ya da temyiz isteminin koşulları taşımaması nedeniyle reddi halinde nasıl bir işlemin uygulanacağı hüküm altına alınmamış olmasına rağmen; HUMK 426/h’ın yürürlüğe girmesiyle birlikte asıl temyiz edenin feragat etmesi ya da temyiz isteminin esasa girilmeden reddedilmesi halinde, katılma yoluyla temyiz yoluna başvuranın isteminin de reddedileceği hüküm altına alınmıştır. Bu konuyu düzenleyen HUMK 426/h maddesi aynen aşağıya alınmıştır: “İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir. İstinaf yoluna asıl başvuran taraf, buna karşı onbeş gün içinde cevap verebilir. İstinaf yoluna başvuran, bu isteminden feragat eder veya istemi bölge adliye mahkemesi tarafından esasa girilmeden reddedilirse, katılma yolu ile başvuranın istemi de reddedilir.” Görüldüğü gibi, HUMK’un ilk yürürlüğe girdiği tarihten HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihe kadar, katılma yoluyla temyiz istemini içeren HUMK’ta yer alan yasa maddelerinin numaraları değişmiş olsa bile içerdiği hüküm değişmemiştir. Bugün geldiğimiz noktayı anlayabilmek için ise, olayı bir kez de HMK açısından değerlendirmekte yarar vardır. HMK m.366 hükmü gereğince, HMK’nın istinaf yolu ile ilgili 343. - 349. maddeleri arasında yer alan maddeleri ve 352. maddesi hükümleri, temyizde de kıyasen uygulanır. Bu nedenle HMK m.366’nın hükmü doğrultusunda katılma yoluyla başvuruyu düzenleyen 348/1’in temyiz yolu için de uygulanması konusunda tereddüt yoktur. Bu madde, “İstinaf dilekçesi kendisine tebliğ edilen taraf, başvurma hakkı bulunmasa veya başvuru süresini geçirmiş olsa bile, vereceği cevap dilekçesi ile istinaf yoluna başvurabilir. İstinaf yoluna asıl başvuran taraf, buna karşı iki hafta içinde cevap verebilir.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi, söz konusu madde, HUMK m.433/2 ve 426/h’ye ilişkin aynı hükmü içermektedir. HMK 348/2’de yer alan hüküm ise aynen şöyledir: “İstinaf yoluna başvuran, bu talebinden feragat eder veya talebi bölge adliye mahkemesi tarafından esasa girilmeden reddedilirse, katılma yolu ile başvuranın talebi de reddedilir.” Bu ise HUMK’ta 426/h ile getirilen değişiklik hükmünü koruyan bir hüküm, olarak karşımıza çıkmaktadır. HMK Geçici 3.maddesini incelediğimizde, Bölge Adliye Mahkemeleri kuruluncaya kadar 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağının hüküm altına alındığını görürüz. 1086 sayılı yasada, yukarıda sunduğumuz meydana gelen değişiklikleri dikkate aldığımızda ise, katılma yoluyla temyiz için HUMK 426/h maddesinin uygulanması gerektiği sonucuna ulaşırız. Öncelikle, aşağıda bilgilerinize sunacağımız Yargıtay 22.H.D.’nin 02.07.2014 gün ve 2013/30177 E. 2014/20948 K. sayılı kararında yer alan gerekçeye katılmadığımızı belirtmek isteriz. Çünkü söz konusu gerekçede katılma yoluyla temyizde HUMK 433. maddesinin uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Yukarıdaki açıklamalarda ifade etmeye çalıştığımız gibi 5236 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, 433. maddenin içeriği temyizin icraya etkisi hükümlerini düzenler hale gelmiş, katılma yoluyla temyiz ise 426/h maddesiyle düzenlenen istinaf yoluna başvurudaki katılma yoluna ilişkin hüküm uyarınca düzenlenir hale gelmiştir. Gene aşağıda bilgilerinize sunacağımız Yargıtay 21.H.D’nin 20.10.2014 gün ve 2014/716 E. 2014/20329 K. sayılı kararı da aynı maddi hatayı içermektedir. Üstelik İş Mahkemeleri Kanunun 8. maddesi incelendiğinde, iş davalarına ilişkin istinaf ve temyiz yoluna başvurunun bu yasa içinde düzenlenmiş olduğunu görmekteyiz ve hiçbir şekilde HUMK ya da HMK’ya atıf da söz konusu değildir. Bu yüzden katılma yoluyla temyize ilişkin hükümlerin, iş mahkemesinde uygulanamayacağı kanısındayız. Bu görüşümüzü desteklemek için İş Mahkemeleri Kanununun 8.maddesine aşağıda yer vermekteyiz: “İş mahkemelerince verilen nihai kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Şu kadar ki, para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararlar hariç, miktar veya değeri bin lirayı geçmeyen davalar hakkındaki nihai kararlar kesindir. İstinaf yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihai kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür. Bölge adliye mahkemesinin para ile değerlendirilemeyen dava ve işler hakkındaki kararları ile miktar veya değeri beş bin lirayı geçen davalar hakkındaki nihai kararlara karşı tebliğ tarihinden başlayarak sekiz gün içinde temyiz yoluna başvurulabilir. Kanun yoluna başvurulan kararlar, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay’ca iki ay içinde karara bağlanır. Yargıtay’ın kararlarına karşı karar düzeltme yoluna başvurulamaz.” Yukarıda belirttiğimiz 21.H.D.’ne ilişkin karar incelendiğinde, İş Mahkemeleri Kanunun 8. maddesinde yer alan kanun yoluna başvurmak için, yüze karşı verilmiş kararlarda, tefhimin başlangıç olarak kabul edileceğine ilişkin hükmün, bize göre bugüne kadar duymadığımız yeni bir yorumu ile karşılaşmaktayız. Söz konusu karara göre, yüze karşı verilen kararlarda, temyiz süresinin tefhim tarihinden itibaren başlayabilmesi için, tefhim edilen kararların HMK 321/2. maddesine göre; usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edilmesi şartını aramaktadır. HMK 321/2. maddeye baktığımızda “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesiyle birlikte açıklanması ile” kararın tefhiminin gerçekleşeceğinin hüküm altına alındığını görmekteyiz. Olayı bu açıdan değerlendirdiğimizde, Yargıtay 21.H.D.’nin görüşüne katılmak gerektiği inancındayız. Ancak söz konusu kararlarda yer alan katılma yoluyla temyiz hakkının iş davalarında varlığına inanmamakla birlikte, temyiz dilekçesinin, kararı temyiz etmeyen tarafa mutlaka gönderilmesi ve böylece temyiz etmeyen tarafın katılma yoluyla temyiz hakkını kullanmasına olanak verilmesi yolundaki görüşün doğru olduğunu, HMK yargılamasına tabi davalarda bu kuralın uygulanması gerektiğini kabul etmekteyiz. 21.H.D.’nin 18.11.2013 gün ve 2013/12198 E. 2013/20912 K. sayılı kararında yer alan bir hususu da bilgilerinize sunmak isteriz. Bilindiği gibi kanun yoluna başvurmak, davanın taraflarına tanınmış bir haktır. Halbuki söz konusu kararda, kendisine dava ihbar olunanın, davaya katılması halinde, yani müdahil olması durumunda, temyiz hakkının varlığına ilişkin açıklamalar yer almaktadır. Benzer açıklamaları Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekes tarafından yazılan Medeni Usul Hukuku adlı eserin 10.Bası 611.sayfasında ve Baki Kuru - Hukuk Muhakemeleri Usulü aslı eserin 6.Basının 4605 vd. sayfalarında yer alan açıklamalarda da görmekteyiz. Gerek kararda gerekse bilimsel yazılarda yer alan görüşe göre, taraf dışında kalan kişini temyiz edebilmesi için kararın temyiz edilmesinde hukuki yararının var olması şarttır. Yasada yer almayan bu koşulun, ihbar olunanın hukuki statüsü dikkate alınarak, ayrı bir yazıda değerlendirilmesi gerektiğine inanmaktayım. İşbu yazıda yer alan Yargıtay kararlarının tam metinleri aşağıda bilgilerinize sunulmaktadır. T.C. YARGITAY 22. Hukuk Dairesi ESAS NO : 2013/30177 KARAR NO : 2014/20948 Y A R G I T A Y K A R A R I 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 321. maddesinin 2. fıkrasında, "Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir.Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir." hükmü düzenlenmiştir. Bu sebeplerle basit yargılamada 6100 sayılı Kanun'un 297/2. maddesindeki unsurları taşıyan hükmün, 6100 sayılı Kanun'un 321. maddesi uyarınca gerekçeli olarak açıklanması zorunludur. 6100 sayılı Kanun'un 321. maddesindeki "hükme ilişkin tüm hususlar"dan kastedilen 6100 sayılı Kanun'un 297. maddesindeki unsurlardır. Taraflarca süre tutum dilekçesinin verilmesi gerekçeli kararın tebliğ edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Gerekçeli karar tebliğ edildiğinde taraflar gerekçeli temyiz dilekçesi ile temyiz haklarını kullanabileceklerdir. 6100 sayılı Kanun'un “Hukuki dinlenilme” başlıklı 27. maddesi, Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesi nazara alındığında gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesi gerektiği açıktır. Öte yandan, 6100 sayılı Kanun'un geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Kanun 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı kanunla yapılan değişiklikten önceki 433. madde hükmü gereğince tarafların kararın temyiz edildiğinden haberdar edilmeleri ve katılma yoluyla temyiz talebinde bulunma haklarını kullanmaları için temyiz dilekçelerinin de diğer tarafa tebliğ edilmesi gerekir. Dosya içeriğine göre gerekçeli kararın davacı vekiline tebliğ edilmediği anlaşıldığından; gerekçeli kararın davacı vekiline, temyiz dilekçesinin de karşı tarafa yöntemince tebliğ edilerek temyiz süresi beklendikten sonra gönderilmesi için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 02.07.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye S.Göktaş S.Namazcı A.Taşkın M.Yılmazel Y.Z.Cenik BİR KARŞI GÖRÜŞ: Değerli Meslektaşımız Sayın Kemal Eldemir, yukarıda yer alan yazıyı okuduktan sonra, iki nokta da karşı görüşünü bildirdi. Her iki görüşe katılmamakla birlikte, bilgisine güvendiğim bir kişinin yapmış olduğu katkıyı sizlerle paylaşmayı bir görev bildim. 1 – Sayın Av.Kemal Eldemir’e göre, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3.maddesinin 2.fıkrası doğrultusunda 1086 sayılı HMUK’un 427.maddesi yürürlüktedir. Bana göre ise söz konusu geçici madde 3 fıkra 2’nin uygulanmasına olanak yoktur. Çünkü hem madde numaraları açısından kargaşaya neden olur hem de iptal edilmiş bir yasaya atıf yapmak kanımca doğru değildir. Ancak işin özüne baktığımızda, değişiklikten önceki HUMK 433 ile değişiklikten sonraki 426/h’ın aynı içerikli iki madde olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle pratik yaşamda bir farklılık yaratmayacaktır. 2 – Sayın Av.Kemal Eldemir İş Mahkemeleri’nde karar düzeltmenin mümkün olduğunu belirtmektedir. Değerli Meslektaşım bu görüşünü İş Mahkemeleri Kanunu’nun Geçici 1.maddesinde 5308 sayılı kanunla 02.03.2005 tarihinde getirilen ek hükme dayandırmaktadır. Söz konusu madde hükmüne göre, Bölge İdare Mahkemeleri’nin kurulup göreve başlamasından önceki temyiz başvuruları için, bu kanunla yapılan değişiklikten önceki hükümler uygulanır. Ancak bizim kanımıza göre, bu kanundaki kasıt İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8.maddesi olup söz konusu maddede de karar düzletme bulunmamaktadır. İşbu nedenle, İş Mahkemelerince verilmiş kararlarda, karar düzeltme hakkının olmadığını düşünmekteyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder