29 Haziran 2013 Cumartesi

YASAMANIN YETKİLERİNİN YARGI TARAFINDAN GASPI VE HAKİM SORUMLULUĞU

Av. Ender DEDEAĞAÇ 
Geçenlerde Genç Baro adlı internet sitesinde yer alan bir haber nedeni ile “hakimlerin sorumluluğuna ilişkin bilgilerimi bir kez daha gözden geçirmek ve bunu sizlerle paylaşmak gereğini hissettim.

Bilindiği gibi daha önce, bu blogda aynı konu ile ilgili ve başlıkları ile yayın tarihleri 30 Ekim 2012 (Yargının yargıcın sorumluluğu ya da Just/Tanrı Gözü ile Bakabilmek Sanatı), 25 Nisan 2011 (24 Mart 2011’de Ankara Barosunda yapılan hakimin sorumluluğu adlı sunum), 11 Şubat 2011 (6100 sayılı Torba Yasa ile Hakimlerin Hukuki sorumluluğuna ilişkin olarak getirilen yeni düzenlemeler), 11 Kasım 2010 (Haberal Kararı ve Yargıç sorumluluğu), 6 Haziran 2010 (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısında Hakimin Hukuki Sorumluluğu) olan yazılarımı sizlerle paylaşmıştım. Ancak genç baro adlı sitedeki haber ve bu haberle ilgili olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.11.2012 gün ve 2012/11-551 E 2012/783 K sayılı kararı tartışılması gereken bir konuyu gündeme getirdiği için bir kez daha sizlerin vaktini alma cesaretini gösterdim.

Habere göre “….davaya konu olay İzmir … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin karşılıksız çek davasında verdiği bir kararla ilgili yaşandı. Hakim …. 10 günlük yasal sürede banka şubesine ibraz edilmeyen 1.500 TL lik çekle ilgili iki yıl sonra açılan davada ihtiyati haciz kararı verdi. İcra dairesi vasıtasıyla iş adamı ……nın hesaplarına haciz ve bloke konuldu. Haciz yazıları gönderildikten sonra olaydan haberdar olan çekin keşidecisi, karara itiraz etti. Hakim daha önce verdiği ihtiyati haciz kararının  haksız olduğunu kabul ederek kaldırılmasına hükmetti.”

Bu olayı takiben açılan davaya, Yargıtay 11 Hukuk Dairesi HMK 47/1 maddesi gereği ilk derece mahkemesi sıfatı ile bakmış ve davanın reddine karar vermiştir. Dairenin kararı kanun yolu incelemesi nedeni ile Hukuk Genel Kurulu’na sunulmuş ve Hukuk Genel Kurulu bu kararı onamıştır. Karar için karar düzeltmeye başvurulup vurulmadığı tarafımızdan öğrenilememiştir.

Kanun yoluna başvurularda onama kararlarında, yasaya aykırı da olsa, alışkanlık haline gelen, formül onama bu kararda uygulanmamış ve açık bir şekilde gerekçeye yer verilmiştir.

Genel Kurul kararından anlaşıldığı kadarıyla 11. HD.’nin gerekçesiyle genel kurulun gerekçesi aynıdır. Gerekçede yer alan temel öğelerden bir tanesi söz konusu tazminat davasına konu ihtiyati haciz kararı nedeniyle davacı tacirin herhangi bir zararı doğmamış ya da kanıtlanamamıştır. Bu husus tüm tazminat davalarının temel öğesidir. Eğer ortada bir zarar söz konusu değilse yada zarar var ise buna rağmen, zarar ile davalı arasında bir illiyet bağı kurulamıyorsa tazminata hükmetmek mümkün olmayacaktır. Somut olayımızda da zarar oluşmamış ya da kanıtlanamamıştır. Hüküm kuran hakim açısından ikisi arasında fark yoktur. Bu unsurun noksanlığı davanın reddi için yeterli olmaktadır.

Bu davada yukarıda da söylediğimiz gibi zararın olmaması ya da kanıtlanamaması davanın reddi için yeterli olmasına rağmen bununla yetinmemiş,11 HD ve YHGK “karar veren hakimin açık ve ağır kusurundan söz etmenin mümkün olmadığı” işbu davada davanın reddi gerekeceğini de gerekçesinde belirtmiştir. Hakimin sorumluluğu temelde HMK 46 ve devamı maddelerinde incelenmiştir. Her ne kadar hakimler savcılar kanununun 93-a maddesinde hakimlerin sorumluluğuna ilişkin hükümler yer alıyorsa da söz konusu hakimler ve savcılar kanununda yer alan hükümler tazminatı doğuracak unsurları hükme bağlamamaktadır. Bu konuda hüküm sadece HMK 46. maddesinde yer almaktadır. Söz konusu 46. maddeyi incelediğimizde hakimlerin sorumluluğunun 46/1 de gösterilen 6 bentten 1’inin ihlali ile mümkün olacağının hüküm altına alındığını görmekteyiz. Eğer tazminata konu olay burada yazılanlardan herhangi birinin kapsamında yer almıyorsa hakimin hukuki sorumluluğundan söz etmek ve tazminata hükmetmek söz konusu olmayacaktır.

Söz konusu maddenin incelenmesinde altı bendin herhangi birinde “açık ve ağır kusur” ifadesinin yer almadığı görülmektedir. Zaten hukuk sistemimizde açık kusur diye bir kavram da yoktur. Bu nedenlerle bu ifadenin Daire ve HGK kararında yer almasına tarafımızca bir anlam verilememiştir.

Hukuk sistemimiz kusura dayalı sorumluluktan yanadır. Zaman zaman bazı sorumluluk türlerinde hafif kusurun değerlendirilmeyeceği ya da hafif kusuru ortadan kaldıracak nitelikte anlaşma yapılmasına olanak veren hükümler bulunmaktadır. Bunun dışında kusurun hafif orta ya da ağır olması tazminatın doğması açısından bir önem taşımamaktadır. Kanımıza göre karşı taraf kusurunun varlığı bile tazminat hükümlüsüne ait olarak kusurun hafif ya da ağır olması nitelendirilmesi yapılmasını gerektirmemektedir. Karşı taraf kusuru varsa buna ilişkin hüküm uygulanmaktadır.

Kanımızca böylesi bir hükmün daire kararında ve HGK kararında yer almış olması hakime karşı açılma olasılığı bulunan tazminat davalarının sınırını daraltmayı amaçlamaktadır. Ancak unutulmaması gerekli husus yargının yasamaya ait yetkileri kullanamayacağıdır. Eğer böylesi bir kullanma söz konusu olmuşsa bu yetki gaspını oluşturur ve hukuken geçerli bir sonuç doğurmaz. Burada açık ve ağır kusur sözcüğünün kullanılmış olması MK 1 de hakime tanınan yasa koyucu rolünün yerine getirilmesi anlamına da gelmez. Çünkü ortada bir hukuk boşluğu söz konusu değildir. bu nedenle birinci derece mahkemesi sıfatıyla hareket eden 11. Hukuk Dairesi MK 1 den istifade ederek yasa koyucu gibi yeni bir hüküm oluşturamaz.

Kanımızca bu davranışın bir benzeri daha önce de Yargıtay üyelerinin sorumluluğu konusunda yasada olmayan bir şekilde yüce divan tarafından yargılanarak suçlu bulunmuş olmanın tazminat istemenin ön koşulu olduğu yönünde alınan Yargıtay kararında da görülmüştür. Hatta önceden Yargıtay kararı olarak kullanılan bu ön koşul sonradan yasa maddesi haline getirilerek neredeyse Yargıtay üyelerinin sorumsuzluğu şeklinde bir uygulamaya olanak sağlanmıştır. Kişisel korkumuz aynı düşüncenin bu kez tüm hakim, savcı ,bakanlık müfettişi, HSYK müfettişi ,polis şefi için de uygulanır hale getirilmek istemidir. Yasaya aykırı bu istem kanımızca hiçbir hukuki sonuç doğurmayacaktır. Ancak Yargıtay tarafından tazminata ilişkin davanın reddedilmiş olması fiili bir karar olarak ortaya çıkmış olsa bile buna kimsenin itiraz etmeyeceği hukuken geçerli bir karar olarak kabul edeceğini düşünmemiz bizi daha çok endişelendirmektedir.

Kararın gerekçesi incelendiğinde somut olayda ihtiyati hacze yol açan çekin hatalı olarak değerlendirildiği kabul edilmektedir ancak bu hatanın hakime yüklenebilecek açık ve ağır kusur oluşturmayacağı söylenmektedir. İbraz süresi içinde ibraz edilmeyen bir çekin hele hele iki yıl sonra işleme konulmuş olmasını fark etmemiş olmak ihtiyati haciz isteyen kişinin ETTK 720 doğrultusunda herhangi bir başvuru hakkının olmadığını görememek HMK 46/1-c’nin uygulanmasını gerektireceği kanısındayız. TTK 720’nin çok sık uygulandığı ve maddenin yazılımındaki ifadelerin tereddüde yer vermeyeceği kadar açık olduğu  hukuk fakültesinde kıymetli evrak hukuku dersinin başlanıcında anlatıldığı göz önünde bulundurulursa bu kanımızın haklılığı anlaşılacaktır.

Kararın gerekçesinden hatalı kararlardan ötürü devlet aleyhine tazminat davası açabilmenin zorlaştırılmak istendiği anlaşılmaktadır. Çünkü kararda “arzu edilmese de hatalı hukuksal değerlendirmeye dayalı olarak karar verilmesi halinin hakimlerin hukuksal sorumluluğuna yol açmayacağı aksini düşünmenin her hatalı karardan ötürü devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin kabulü anlamına gelebileceği…” cümleleriyle ifade edilmiştir. Bu yoruma katılmak mümkün değildir. Üstelik böylesi bir yorum geliştirilecek ise, BK’da yer alan istihdam edenin sorumluluğu ve de devlet memurları kanununda yer alan memurun tazminata konu eyleminden ötürü devletin sorumluluğuna ilişkin kurallarda da ağır kusura yer vermek gerekecektir. Aksine davranış eşitliği bozacak ve devlet korumacılığı belki de yargıç korumacılığına yol açacaktır. Üstelik bu düşüncenin gerekçede belirtildiği gibi “yasa koyucu tarafından istenen bir hal olmadığının” kanı olarak belirtilmesinin kaynağı da tarafımızdan bulunamamıştır. Bu nedenle kişisel kanımıza göre bu yorum Daire ve Hukuk Genel Kurulunu oluşturan hakim arkadaşlara aittir.

Hâkimlerin rahat karar verebilmeleri için vermiş olduğu kararlardan ötürü, yarınlarından endişe duymalarına neden olacak hükümlerin yasalarda yer almaması gerekir. Bu ilke hukukla uğraşan herkes tarafından kabul edilen bir ilkedir. O yüzden HMK 46. maddesi ve onun karşılığı olan HUMK m. 573: maddesi sorumluluk hallerini sınırlamıştır. Gene aynı düşünce ile ve de hatalı kararlardan ötürü vatandaşı uğradığı zararlardan korumak amacıyla HMK, HUMK’tan farklı bir sistem benimsemiş, birinci derece sorumlu olarak hazineyi göstermiştir. Bununla da yetinmeyen kanun koyucu devletin ödemiş olduğu tazminattan ötürü hakime rücu davası açabilmesi için bir yıllık zaman sınırı ve hakimin ceza davasından ötürü mahkum olmuş olması şartını aranmıştır. (Hakimler ve Savcılar Kanunum. 93-A)

Kişisel kanımıza göre getirilen bu teminatların yanı sıra rücu davası açma kararının hazine adına maliye bakanlığına bırakılması yerine hakim, avukat ve akademisyenlerden oluşan ve seçimle gelen bir heyete bırakılması, ödemelerin ise hazineden değil bütçeden ayrılmış ve bu heyet tarafından serbestçe kullanılabilen bir fon yoluyla yapılabilmesi, daha doğru olur düşüncesinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatmakta yarar görmekteyiz.

Bilindiği gibi, hakimlere karşı açılmış tazminat davalarına hakimler bakmaktadır. Bu davalara bakan hakimler, ne kadar objektif olurlarsa olsunlar şuur altında yer eden mesleklerini ve meslektaşlarını koruma duygusu ile hareket edeceklerdir. Bu kaçınılmazdır. Böylesi bir korumaya da sahip olan hakimlerin, kendilerine karşı açılması olası davalarda yasalarla bağdaşır ve yasamanın yetkilerini gasp etmeyen kararlar vermesini beklemek de egemenliğin gerçek sahibi olan vatandaşların hakkıdır diye düşünmekteyiz. Aksine davranış, iktidar partisi liderinin “bu yargıçlar beni yargılayamaz” yada muhalefet partisinin ikinci adamlarından birinin “eylemlerimizden değil ama yargıçların değerlendirmelerindeki hatalardan korkuyoruz” şeklindeki beyanları ile kamuya açıkladıkları, yargıya olan güvensizliklerinin bireylere de yansıması olacaktır ki bundan yargı zarar görecektir.

Yargının hakim kanadının hatalarından ötürü oluşan bu zarar hiç bir kusurumuz olmadığı halde yargının savunma kanadını oluşturan bizleri de rahatsız edecektir. Kısaca ceremenin bir kısmını biz meslek ve gündelik yaşamımızda çekeceğiz. Böylesi bir tutuma kimsenin hakkı olmadığını düşünmekteyiz.

Yargının en saygın kurum olmasının tek amacımız olduğunu bir kez daha duyurarak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder