Av. Ender Dedeağaç
Bir meslektaşımın bana
sorduğu soru nedeniyle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 7.6.2012 gün 2012/1795
Esas 2012/10684 K sayılı kararını inceledim.
Söz konusu kararda seri dava
konusunda, HMK’nın yargılama giderlerine ilişkin hükümleri ile AAÜT hükümleri
hakkında, kabul edilmesi mümkün olmayan yorumları ve bu yorumlara dayalı olarak
oluşan hükmü gördüm.
Söz konusu kararın bende
yaratmış olduğu tepki nedeniyle, konuyu elimden geldiğince irdelemeye ve
sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Bu kararlarda, uygulamada
seri dava adı ile tanımladığımız davaların, her bir davacı için ayrı ayrı
açılmasının, avukatın kötü niyetinden kaynaklandığı, bu nedenle yasa
gereği hükmedilmesi gereken, karşı
taraf vekalet ücreti olarak adlandırdığımız yargılama giderinin, yasada
belirtildiği gibi, maktu ücret olarak hükmedilmesinin doğru olmadığı
belirtilmekte ve düzeltilerek onama yolu ile, yani yerel mahkemenin fikrine
bile gerek duyulmadan, bu ücret dilekçe yazım bedeline indirilmektedir.
(Kararın bir örneği yazının sonunda bilginize sunulmuştur.)
İncelemeye başladığımda söz
konusu kararın bir örneğinin 27.12.2011 gün 2011/18171 E 2011/20469 K sayılı
karar olarak adalet.org.oprint.php?id-4400 kod ile 6.7.2012 tarihinde internete
verildiğini izledim. Böylece belirtilen kararın Adalet Bakanlığı tarafından
hakim olarak görev yapan meslektaşlarıma örnek olsun diye kendi sitelerinde
yayınlandığı kanısına ulaştım.
Söz konusu her iki kararda
da, belki de Yargıtay 10. hukuk Dairesi’nin elimize geçmeyen diğer kararlarında
da HUMK ve HMK’da yer almayan “seri dava” kavramına yer verildiği ve bunun
tanımlanmasına çalışıldığı görülmektedir.
Seri davaya ilişkin
tanımların HUMK ve HMK’da olmadığı yolundaki bilgimi doğrulamak ve bir hata
yapmamak için bir kez de Baki Kuru ve diğer yazarların Usul Hukukuna ilişkin
eserlerini taradım ve orada da seri davaya ilişkin bir tanım bulamadım.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’ne
göre “aynı amacın elde edilmesine
yönelik tek dava yerine pek çok dava açılması…” seri dava olarak nitelendirilmiştir.
Günlük yaşamda bir trafik
kazasında aynı araç içinde yaralanan ve ölenler için açılan davalar, bir
işverenin birden fazla işçinin işine son vermesi nedeniyle açılan kıdem,ihbar,
fazla mesai alacağına ilişkin davalar, aynı yörede yapılan kamulaştırmadan
ötürü açılan bedel arttırımı davaları gibi davalar seri dava olarak
nitelendirilmektedir. Bu davalarda temel özellik, davayı oluşturan en önemli
maddi vakıanın tüm davalarda aynı olmasıdır. Örneğin bir tren kazasında ölen ve
yaralananlar için açılan seri davalarda temel vakıa aynı tren kazası olup ortak
istek maddi ve manevi tazminattır.
Seri davayı bu şekilde
nitelendirdiğimiz zaman, usul hukukunda yer alan ihtiyari dava arkadaşlığı
müessesesi ile karşı karşıya kaldığımızı düşünmekteyiz. Çünkü HMK 57. maddesi
57/1.c’de yer alan “Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki
sebeplerin aynı ve birbirine benzer olması” şeklinde yapılan tanım, bizim bu
düşüncemizi doğrulamaktadır. Üstelik söz konusu tanım HUMK 43. maddesinin içeriğinde
yer almayan HMK ile hukuk sistemimize kazandırılan bir tanımdır.
Sonuçta, incelediğimiz Yargıtay
Kararları, HUMK ve HMK hükümleri ve de kişisel görüşümüz doğrultusunda, seri
davanın ihtiyari dava arkadaşlığına konu davalar olduğunu tereddüt etmeden
söyleyebiliriz. Bu düşüncemiz sonucunda kavramda yer alan ihtiyari sözcüğünün
de açıkça belirttiği gibi, böylesi bir dava söz konusu olduğunda davaların
birlikte açılması şeklinde zorunluluk getiren bir kural olmadığı sonucuna
ulaşırız. Burada davaları birlikte ya da ayrı ayrı açmak davacıların iradesine
bırakılmıştır. Zaten HMK 25. ve HUMK 72. maddesinde yer alan “Taraflarca
Getirilme İlkesi” ve kişinin özgürce davranabilmesine ilişkin temel hukuk
kuralları bir arada değerlendirildiğinde, ihtiyari dava arkadaşlığına konu
hiçbir davada tarafları birlikte dava açmaya zorlamanın mümkün olmadığı
anlaşılacaktır.
Halbuki Yargıtay 10. Hukuk
Dairesi, seri dava adı altında nitelendirdiği ihtiyari dava arkadaşlığında
tarafların birlikte dava açmasını emretmektedir. Bu emir yasalara aykırıdır.
Çünkü Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin herhangi bir konuda emredici hüküm
getirmeye hakkı yoktur. O halde Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de yasalara uymak
zorunluluğunda olduğu için böyle bir kural getiremez. Üstelik Yargıtay 10.
Hukuk Dairesi’nin bu istemi hayatın olağan akışına da aykırıdır. Örneğin bir
haksız fiil sonucu ölmüş olan kişiye dayalı olarak tazminat isteminde bulunan
evlat ve hayatta kalan eş arasında herhangi bir nedenden kaynaklanan husumet
varsa bunların bir araya gelebilmesi mümkün değildir. ayrıca husumet olmasa
bile bu kişilerin aynı avukata başvurup hukuki yararlarının korunmasını bu
avukattan istemelerini düşünmek de mümkün değildir. Yukarıda da söylediğimiz
gibi böylesi bir yasal zorunlulukta bulunmamaktadır.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin
söz konusu kararlarında ihtiyari dava arkadaşlığının uygulanmamış ve birden
fazla davacı için bir dava açılmamış olması, MK 2 ve MK 3 maddelerinde
belirtilen iyiniyet kurallarına aykırı bir davranış olarak değerlendirilmiştir.
Öncelikle belirtmek isteriz,
eğer davalarda ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusu ise, açılan davalar aynı
mahkemede görüldüğünden, hakim davalar arasındaki irtibat nedeniyle HMK 166.
maddesinden yararlanarak re’sen bu davaları birleştirebilecek yetkiye sahiptir.
Hakimin bile birleştirme gereğini hissetmediği, ya da birleşmenin usul
ekonomisine aykırı düşeceği kanaatine sahip olduğu – ki doğrusu da budur – davaların birlikte açılamamasını
iyiniyietle bağdaşmayan bir hareket olarak değerlendirmek olsa olsa Yargıtay 10
Hukuk Dairesi’nin bir hukuki yanılgısıdır.
Üstelik Yargıtay 10. hukuk
Dairesi yargılama giderleri açısından davalıya hiçbir yarar sağlamayacak bu
davranıştan ötürü, soyut olarak avukatları hatta avukatlık mesleğini rencide
etmektedir. Çünkü söz konusu dairenin 27.12.2011 tarihli kararında “… taraflara
ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi ve de çeşit sözleşmeler yoluyla avukatlık
mesleğinin zarar görmesinin engellenmesi hususlarının dikkate alınması…” diye
yer alan ifade de gösterilmesi gereken özen her şeyden önce avukatlık mesleğini
icra eden değerli meslektaşlarımız tarafından gösterilmektedir. Bu konuda
herhangi bir kurum ya da kişinin yol göstermesine gerek yoktur. yine aynı
karara göre “… seri davalara harcanan emek ve mesainin çok üzerinde vekalet
ücretinin kazanılması iyi niyet kuralları ile bağdaşmaz…” açıklamasının yer
alması da bugüne kadar yasalara uygun bir şekilde ücret alan meslektaşlarımızı
rencide edici bir açıklamadır.
Seri davanın ihtiyari dava
arkadaşlığı niteliğinde olduğunu kabul ettiğimize göre, ihtiyari dava arkadaşlığındaki
tüm davaların birbirinden bağımsız olduğunu ve her bir dava için ayrı ayrı
yargılama giderine hükmedilmesi gerektiğinin ilmi ve kazai içtihatlarda kabul
gördüğünü hatırlatmak isteriz.
Yargıtay 14. Hukuk
Dairesi’nin 1.4.2008 gün 2007/15657 Esas 2008/4426 Karar sayılı kararı,
Yargıtay 21. hukuk dairesi’nin 15.11.205 gün 2005/10697 Esas 2005/11568 K
sayılı kararı, Yargıtay 9. hukuk dairesinin 22.1.2009 gün 2007/29858 Esas
2009/757 Karar sayılı kararı, Yargıtay Hukuk >Genel Kurulunun 10.2.2010 gün
2010/4-65 E 2010/68 K sayılı kararı, YGHK 4.2.2009 gün 2009/18-26 E 2009/51 K
sayılı, Yargıtay HGK 3.3.2010 gün 2010/17-98 E 2010/120 K sayılı kararları
incelendiğinde ihtiyari dava arkadaşlığında her bir davanın bağımsız olduğunun
hükme bağlandığı görülecektir. Gerek yukarıdaki kararlarda gerekse Yargıtay 1.
HUKUK dairesinin 21.02.2000 gün 2000/1383 Esas 200/1683 K sayılı kararında
ihtiyari dava arkadaşlığına konu davaların yani seri davaların yargılama
giderlerine hüküm kurulurken ayrı ayrı vekalet ücretine hüküm kurulması
gerektiğinin de belirtildiği görülecektir.
İhtiyari dava
arkadaşlığında, her bir dava için ayrı ayrı harç alındığına, kanun yoluna başvurulduğunda
her biri için ayrı ayrı değerlendirme yapıldığına göre her biri için ayrı ayrı
vekalet ücreti alınması da işin doğası gereğidir.
Zaten Yargıtay 10. Hukuk
Dairesi her bir dava için ayrı ayrı vekalet ücreti ödenmesine karşı
çıkmamaktadır. Karşı çıktığı husus vekalet ücretinin parasal değeridir. Üstelik
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi bu değerlendirmeyi yaparken özellikle AAÜT’nin 3.
maddesine kararında yer verirken, yapmış olduğu alıntıda madde metnini tam
olarak almayarak, alıntı kurallarına aykırı hareket etmiştir. Üstelik hem
kendisinin yanılmasına hem de kararları değerlendirenlerin yanılmasına neden
olmuştur. 10. Hukuk Dairesi’nin 7.6.2012 günlü kararı incelendiğinde
“…avukatlık asgari ücret tarifesi’nin 3. maddesinin 1. fıkrasında da Yargı
yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık
ücretinin belirlenmesinde, avukatın emeği ve çabasının, işin önemi ve niteliğinin
ve davanın süresinin göz önünde tutulacağı açıklanmıştır.” Şeklinde alıntı
yaptığı görülecektir. Halbuki 03.12.2010 tarihli resmi gazetede yer alan
AAÜT’nin 3. maddesine baktığımızda aşağıdaki hükmün yer aldığını görmekteyiz.
Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya
değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti
MADDE 3 – (1) Yargı
yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti,
ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin
belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi niteliği ve davanın süresi
göz önünde tutulur.
(2) Müteselsil sorumluluk da dahil
olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi
ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili
lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi
3. maddenin 1. fıkrasını doğru ve noksansız olarak kararına aktarmamıştır. İki
cümleden oluşan bu fıkra hükmünde yer alan “…ekli
Tarifede (burada kastedilen tarife AAÜT’dir – yazarın notu) yazılı miktardan az ve üç katından çok
olamaz…” ifadesi maddeye yapılan alıntıda yer almamaktadır. Bu emredici
hüküm özünde, Av. Kanunu 169. maddesinde de aynen yer almaktadır. 10. Hukuk
Dairesi’nin bu hatası sadece tarife ile sınırlı kalmamış, aynı hükmü içeren
yasa maddesinin de yanlış anlaşılmasına
neden olmuştur.
Bilindiği gibi Hakimlerin
Hukuki sorumluluğuna ilişkin HMK 46/1.c maddesinde yer alan hüküm aynen “farklı
bir anlam yüklenemeyecek kadar kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm
verilmiş olması” halini sorumluluk hali olarak düzenlemiştir. Herhalde asgari
ücreti tarifesinin 3. maddesinden yapılan hatalı alıntı ve buna dayalı olarak
oluşturulan hüküm, HMK 46/1.c maddesine örnek gösterilebilecek tipik bir
davranıştır.
Yukarıdaki açıklamaları
özetlemek gerekirse, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi, ihtiyari dava arkadaşlığını,
zorunlu dava arkadaşlığıyla karıştırmış Avukatlık Kanunu 169. ve AAÜT 3.
maddeyi, yapmış olduğu yanlış alıntı yüzünden yasalara aykırı olarak
değerlendirmiştir. Böylece hukuka aykırı bir karar ortaya çıkmıştır.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi
bu kararında, HUMK 72. ve HMK 24. maddelerinin taraflara vermiş olduğu dava
açma hakkını sınırlamaya çalışmaktadır. Söz konusu madde hükümlerine göre
taraflar dava açıp açmamakta serbesttirler. Üstelik bu hükmü ihtiyari dava
arkadaşlığına ilişkin hükümle birlikte değerlendirdiğimizde, tarafların
davalarını açarken ihtiyari dava arkadaşlığını seçip seçmemekte de serbest
olduklarını da görmekteyiz. Bu durumda söz konusu dairenin adı geçen kararlarında
ihtiyari dava arkadaşlarının birlikte dava açmamalarının yerinde bir davranış
olmadığını, böylesi bir davranışta bulunan avukatın iyiniyietle bağdaşmayan
davranış içerisinde olduğunu belirten kararını hukuka uygun bulmak mümkün
değildir.
Görüldüğü gibi Yargıtay 10.
Hukuk Dairesi yasa hükümlerine ve de Yargıtay kararlarına aykırı davranarak
hiçbir maddi vakıa ve de kanuni nedene dayanmaksızın seri dava açan avukat
meslektaşlarımı gereksiz yere kötü niyetle suçlayarak, onları dolayısıyla tüm
meslektaşlarımı rencide etmiştir. Böylesi bir davranıştan sonra olayı hoşgörü
sınırları içerisinde değerlendirip sessiz kalmak kanımızca mesleğin onuruyla
bağdaşır bir davranış değildir. Yargıtay 10. Hukuk Dairesi seri dava açan arkadaşlarımı
HMK 29. maddesinde düzenlenen tarafların mahkemeye doğru beyanda bulunmaları
ilkesini hükme bağlayan doğruluk ilkesiyle değerlendirmiş, bu davranışın HMK
29. maddesine aykırı olduğunu söylemiştir. Bu değerlendirme bile kendi içinde
Yargıtay’ın verdiği kararın yasaya uygun olmadığını belirtmeye yeterlidir.
Çünkü HMK 29. maddesinde doğru davranma taraflara yükletilmiş bir görev olup
maddi vakıaları doğru bildirme yükümlülüğü ile sınırlıdır. Yargıtay söz konusu
kararında taraf ve vekil kavramlarını karıştırmış böylece yasa maddesini
olduğundan farklı bir şekilde yorumlamak hatasına düşmüştür.
Sn. Baki Kuru Hukuk
Muhakemeleri Usulü 6. Bası Sf. 3030 vd. sayfaları ve 3722vd. sayfalarında yer
alan Yargıtay kararlarına baktığımızda, davanın kabulle sonuçlanması halinde
vekalet ücretine hükmedileceği, 14.5.1980 gün 6/1474-1974 sayılı Hukuk Genel Kurulu
kararında ise HUMK 94 ve 417 maddesine göre hüküm kurulurken tarafların iyiniyetli
ya da kötüniyetli olmasına bakılmaksızın karşı taraf vekalet ücretine
hükmedilmesi gerektiği belirtilmiştir. (aynı eser 3718-3719 sf.) Yargıtay 10.
Hukuk Dairesi karşı taraf vekalet ücretine hükmederken iyiniyet değerlendirmesi
yaparak söz konusu Hukuk Genel Kurulu Kararına da aykırı davranmıştır.
Bilindiği gibi, anayasamızın
6. maddesine göre “Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye,
zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Hükmünü içermektedir.
Anayasa’nın bu hükmü ve Yargıtay Kanunu’nun 15/2.c ve 45.
maddesini birlikte değerlendirdiğimizde Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin bu
kararı verirken kullandığı yetkilerin, kanundan kaynaklanmadığını görmekteyiz.
Bilindiği gibi eğer bir daire yerleşmiş kararından dönecekse HGK’ya
başvurmaktadır. Eğer kararlar arasında bir çelişki varsa bu durumda ise
Yargıtay 1. Başkanlığına başvurarak çelişkinin giderilmesi istenir. Yukarıda
birden fazla Yargıtay kararında dile getirdiğimiz ihtiyari dava arkadaşlığında
her bir dava bağımsızdır ve bu nedenle her dava için ayrı ayrı yargılama gideri
ve vekalet ücreti hükmedilir hükümleriyle çelişen bir karar oluşturan 10. Hukuk
Dairesi yerleşmiş bu kararından dönebilmek için Yargıtay 1. başkanlığına
başvurması gerekirken bunu yapmayarak yok hükmünde bir kararın oluşmasına neden
olmuştur.
Değerli meslektaşlarım,
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin kararı bana başvuran meslektaşlarımın ekmek orasını
ilgilendirdiği kadar, seri dava alan tüm meslektaşlarımı da ilgilendirmektedir.
Hatta gerek akdi vekalet ücretine gerekse karşı taraf vekalet ücretine ilişkin
hatalı yoruma dayalı, yasaya aykırı benzer kararların çoğalmasının tüm meslektaşlarımın ekmek parasını
ilgilendireceğini düşünmekteyim. İşbu nedenle bu düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum.
Aynı zamanda bu yazının bir örneğini TBB Başkanlığına ve tüm baro
başkanlıklarına sunuyorum. Onların, bizlerin hakkı olan bir parayı en az benim
kadar savunacağını bu konuda doğruların hakim olması için çalışacağını, eğer
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi kararında hatalı ise tüm yasal hakların
kullanılacağını, eğer söz konusu yorumlarımda haksız isem beni uyaracaklarını
ummaktayım.
Bildiğim kadarıyla hak
kaybına uğrayan değerli meslektaşım Yargıtay 1. Başkanlığına içtihatların
birleştirilmesi için yasal başvurusunu yapmıştır. Eğer örneği ekte sunulan
kararı sizler de eleştiriyorsanız, eleştirilerinizi içeren dilekçeyi, Yargıtay Birinci
başkanlığına sunarak doğru kararın oluşması için uğraşmanızı diliyorum.
Yargıtay 10. Hukuk Dairesi,
seri davayı tek dava haline dönüştürmeyen avukatı kötüniyetli olarak
değerlendirirken, işçinin hizmetlerini gerçeğe uygun olarak beyan etmeyen
işvereni iyiniyetli mi kabul etmektedir? Kanımca bu sorunun da cevaplanması
gerekmektedir.
Ayrıca SSK nın denetim yükümlülüğü var, bunu yapmamış, bu mantığa göre SSK da kötü niyetlidir. Harcın tam alınıp vekalet ücretinin verilmemesi kötü niyet değil midir? Bütün davalardan cüzi maktu bir harç alınsaymış madem. Yazınızı istifade ederk okudum. Tesekkurler.
YanıtlaSilAv. Utku Coşkuner SAKARYA