29 Ağustos 2013 Perşembe

Bir dinozorun yeni adli yıl mesajı



Av. Ender DEDEAĞAÇ

Ne mezun olduğum nede avukatlığa başladığım tarihi hatırlamak istemiyorum. Ancak, gazeteci olabilmek hayali ile başladığım hukuk fakültesini bitirip, gazeteci olamayıp, birkaç iş denedikten sonra, avukatlığa başladığım için kendimi hep mutlu hissettiğimi açık yüreklilikle söylemek isterim.

Bazı tarihleri söylemek istemesem de, bu meslekte dinazorlar arasında yer aldığımı biliyorum. Hem de ne özel yaşamımda ne de meslek yaşamımda gerçek bir başarıyı yakalayamadığımı da biliyorum. Biz kendi yaşamımızda da meslek yaşamımızda da hep Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “mış gibi” yaşamlar kurduk. Ne sevmeyi bildik ne kendini mesleğe adamayı. Başarısız oldukça da hep başkalarını suçlu olarak aradık. Sınıfta kaldığımızda hoca, kötü evlilikte konu komşu, çalışma hayatında çuvalladığımızda amirimiz vb suçlu idi. Biz hiç suçlu olmadık.

İşte bu yazıda kendimi sanık sandalyesine oturtmak istiyorum. 

Avukatlığa başladığımdan nice zaman sonra, yargılamanın bir tartışma sanatı olduğunu, tezin, antitezin ve sentezin bu sanatın temel öğeleri olan dava, cevap dilekçeleri ve karar olduğunu öğrendim. Uygulamaya çalıştım. Ancak, yalnız kaldım ve başaramadım. Bu başarısızlığım pek çok başarısızlığı da beraberinde getirdi. Faruk Erem hoca’yı doğru okumamışsam, anlayamamışsam benden başka suçlu var mı ? sorusunu hiç sormadım.

Hakimlerin kürsüde oturmalarını marangoz hatası olarak nitelendirdim.  Bunu bir hata olarak söylememe rağmen, hakimin karar aşamasına kadar yargının pasif sujesi olduğunu söylemek cesaretini gösteremedim. Gösteremedim çünkü, kendimi aktif suje olarak kabul edersem ve öyle davranırsam, yargılamanın yükünü üstlenecektim ve kaybettiğim davalara suçlu bulamayacaktım.

Bilirkişilerin kanayan bir yara olduğu yolunda acıklı söylemler ürettim, ama ne dava dilekçemde nede cevap dilekçemde yasa gereği sormakla yükümlü olduğum soruları sormadım, bilirkişi incelemesi istiyorum demekle yetindim. Bilirkişilerin hukuki görüş bildirmesinin önüne geçmek için yasa koyucunun yapmış olduğu tüm düzenlemelere bir kılıf bulunduğunda sessiz kaldım. Hukukçu bilirkişinin adını hesap bilirkişisi olarak ilan ettiklerinde karşı çıkmak yerine bana da bir bilirkişilik verilir mi? diye bekledim.

Emeğimi kutsal olarak kabul ettim ama kutsal olan emeğim karşılığında nasıl bir ücret istemem gerektiğini öğrenemedim. Akdi vekalet ücretimi korkmadan istemek yerine, masraf adı altında alınan avansları şişirdim. Yargılamanın yapısı gereği davanın tarafına ait olması gereken yasal vekalet ücretini kendi parammış gibi gösteren yasa değişikliğini, meslek odalarım bir başarı olarak gördü ben de çok sevindim.

Daha sonra bazı finans kuruluşlarının, benim bu hatamdan yararlanarak, beni sadece yasal vekalet ücretinin bir kısmına hem de tahsil şartına dayalı olarak çalıştırmasına diğer bir anlatımla bana iş bulduğu için sırtımdan komisyon almasına ses çıkarmadım. İş bulduğum ve eve ekmek parası götürdüğüm için sevindim. Sırtımdan komisyon almak için kurulan TTK ya tabi anonim şirketlerin hukuk danışma şirketi adı almasına ve elektrik su paralarının söz konusu şirket aracılığı ile ancak büyükşehir belediyesinin verdiği vekaletle takibine olur veren  Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı karşısında sessiz kaldım. Avukat olmayanların avukata hasredilmiş işler için avukat sırtından para kazanması beni rahatsız etmedi.

Büyüklerim bana onurlu bir yaşam önerdi bende küçüklerime,önerdim. Ancak, iktidar ve muhalefet parti liderlerinin basın karşısında bizim yargıya güvenimiz yok şeklindeki beyanlarını içime sindirdim. Kamulaştırmasız el atma yolu ile anayasa güvencesi altındaki mülkiyet hakkının elinden alınması nedeni ile üzülen vatandaşıma yargı kararlarına güvenmesini önerdim. Onlarla, mahkemelerde uğraş verdim. Ancak, kazanılan davalarda geçmişe dönük olarak önce vatandaşın parasının ödenmemesi sonra kesin hükme bağlanmış yasal vekalet ücretlerimin ödenmemesi yolundaki kanun değişikliklerine karşı sadece laf ürettim.

Mussolini İtalya’sında, binayı kilitleyip tatile giderek protesto gösterisi yapan Yargıtay Başkanı’ndan özür dilemek için, ayağına giden bakanın hikayesini dinlerken keyif aldım, günümüz Fransa’sında ki Paris yürüyüşü ile gösterilen yargı tepkisini ve bundan kaynaklanan iktidar davranışını hayretle seyrettim, ama benzer bir davranışı sergileyemedim.

Yargıçların salondan çıkarken onlara sırtımı dönmemem yolundaki istemlerine, karşı koyan bu nedenle yargılanan meslektaşlarımın yanına gitmedim. Ama benimsediğim siyasi görüşe ait davalarda sesimi çıkarmak için elimden geleni yaptım. Meslektaşlarıma destek vermediğimde yargının elden gideceğini ve siyasi görüşlerimi savunmak için gereksinim olan yargı gücünü de bu arada yitireceğimi hiç düşünmedim.

Yargısal kararlarının yapısında, siyasi davranışlarını birleştiren tüm yargıçları benden olduğu zaman destekledim, bana karşı olduğunda yerdim. Bunun yargıyı zedeleyeceğini hiç düşünmedim.

Adil yargılama hakkından önce gelen yaşam hakkı olmasına rağmen acil tıbbi yardımlarda hekimlerin ücret istemeleri yerine ben CMK, adli yardım, gelincik projesi gibi projelerle nerede ise bedavaya dava baktım. Kamu hizmeti gördüğümü düşünerek sevindim. Yaptığım yardımın gerçek karşılığını almak için uğraş vermedim.

Davalarımı hazırlarken gereksinim olan yargısal içtihatlardan yararlanmak için, her hangi bir kararı görmek istediğimde, Yargıtay üyeleri, bana, kararın ilgilisi olmadığım için göremeyeceğimi söylediler ama aynı kararı kendi kitaplarında bastılar ve ben bunu para ödeyerek aldım. Her halde onlar kararın ilgilisi diye sesim çıkmadı. Dava hazırlarken ilmi içtihatlara gereksinim olduğunda tez adı altında, değişik fikirlerin toplanması ile oluşan kitaplara rastladım. Her halde tez,  fikir ileri sürmek olmayıp tüm fikirleri toplamaktır diye düşündüm. Bu akademisyenlerin çocuklarımı eğitmesine seyirci kaldım.

Kısacası, ben ne beni seven mesleğimi nede beni seven insanları, onların beni sevdiği gibi, yani  adam gibi sevmedim. Seviyormuş gibi yaptım. Sevgilerim için uğraş vermek yerine, gerçekleşmeyen sevgiler için mazeretler bulmaya çalıştım.

Ben “mış” gibi yaparak koca bir ömür geçirdim. Sizlerin ömrünün de “mış” gibi geçmesini istemiyorum. Eğer bu mesleği daha önemlisi bu ülkenin insanlarını seviyorsanız, onlara verilecek en büyük armağanın adil bir yargılanma olacağını, bunun ise yargıç ve savcılarla değil ancak bu işin bilincinde olan avukatlarla gerçekleşeceğine inanıyorum.

Yargıç ve savcılarla olmayacağını düşünüyorum, çünkü, onlar herkesi yargılarken kendilerinin yargılanmaması için, yasanın kendilerine tanıdığı olanaklarla yetinmeyerek, YHGK kararı ile yasaya ek olarak “ağır kusur” sınırlaması getirmişlerdir. Yani sorumluluktan kaçmaktadırlar. Böylesi bir mantık, kendisinin sorumluluktan kaçmasına neden olacağı gibi sorumluluktan kaçanlara da ses çıkarmamak ya da çıkaramamak demektir.  Adil yargılanma ise, hem yargılayanların hem de yargılananların sorumluluklarını bilerek yargılamaya katkıları ile olur.

Kısacası sevdiğiniz her şeyi “mış” gibi değil adam gibi sevin ve sevginiz için dik durun.

Nice güzel günlere dileği ile

Av. Ender DEDEAĞAÇ










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder