- GENEL OLARAK
Daha önce bu blogda yayınlamış
olduğum ihtiyati tedbir başlıklı yazımı, yayından sonra çıkan ilmi ve kazai
içtihatları da dikkate alarak tekrar yayınlamaktayım.
Öncelikle belirtmek isterim
ki, ihtiyati tedbir hukuk sistemimize yeni kazandırılan bir kurum değildir.
Daha önce, HUMK’un 101 vd. maddelerinde düzenlenen geçici hukuki koruma
uygulamalarından olan ihtiyati tedbir kurumu bu kez HMK’nın 389 vd.
maddelerinde hükme bağlanmıştır.
HMK’da yer alan ihtiyati
tedbire ilişkin hükümlerin dışında diğer yasalarda da, örneğin TTK’da, ihtiyati
tedbire ilişkin hükümler bulunmaktadır.
- TANIM
Pekcanıtez/Atalay/Özekes
ihtiyati tedbiri şu şekilde tanımlamaktadır:
“İhtiyati tedbir, kesin
hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı ya da davalının (dava konusu
ile ilgili olarak) hukuki durumlarda meydana gelebilecek zararlara karşı
öngörülmüş, geçici nitelikte, geniş ya da sınırlı olabilen hukuki korumadır.[1]”
Benzer bir tanım Yargıtay 14
HD 30.4.2009 gün 2009/2142 E 2009/5473 K sayılı kararında da yer almaktadır[2]. Söz
konusu karara göre;
“Toplumsal yaşamın gereği
olarak insanlar arasında meydana gelen bir takım ihtilafların kendi aralarında
bir çözüme ulaştırılamaması halinde dava ve yargılama süreci içerisinde bir
çözüm aranır. Ancak dava ve yargılama, az veya çok belli bir zamanı gerektirir.
Bu zaman içerisinde hızlı bir şekilde karara bağlanmayı gerektiren vakıaların
olması muhtemeledir. Ayrıca uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak birtakım
kayıplar da gündeme gelebilir. Bu sebeple dava süreci başlamazdan evvel veya
dava süreci bitinceye kadar, mevcut bu risklerin ortadan kaldırılması amacıyla
"geçici hukuki himaye tedbirleri" ne başvurulur. HUMK.nun 101 ve
devamı maddelerinde düzenlenen ihtiyati tedbir de esas hakkındaki hükme kadar,
taraflar açısından davanın uzamasından kaynaklanan sakıncaları gidermek ve
geçici hukuki koruma sağlamak, böylece davacının davayı kazanması halinde dava
konusu olan şeye kavuşmasını daha dava sırasında güvence altına almak amacıyla
başvurulan bir geçici hukuki himaye tedbiridir.”
- İHTİYATİ TEDBİR KARARI TALEBİ
VE ŞARTLARI
HMK’nın 389 vd. maddelerine
göre ihtiyati tedbir kararı vermeye hâkimler yetkilidir. Ancak, tahkim
uygulamaları ile sınırlı olmak üzere bu yetki HMK 414 maddesi ile ilk kez
hakemlere de tanınmıştır[3].
HMK 389. maddesinin
gerekçesine baktığımızda, HUMK 101. ve 103. maddesi hükmünü karşılamak üzere HMK
da tek bir maddenin oluşturulduğu açıklamasının yer aldığını görmekteyiz.
Gerekçeye göre, ihtiyati
tedbire kararı verilebilmesi için, ihtiyati tedbire esas olan bir hakkın
bulunması ve bir ihtiyati tedbir sebebinin ortaya çıkması gereklidir.
HMK 389/1 maddesi her ne kadar
ihtiyati tedbir talebinin hangi koşullarda isteneceği yolunda bir sayım yapmış
ise de maddenin yazılımından anlaşılan, yasa koyucunun belirlediği genel
sınırlamanın içinde kalmak şartı ile maddenin uygulamasında hâkimin takdirine de
yer verildiğidir.
HMK’da yer alan ihtiyati
tedbir isteme nedenlerini ikiye ayırmak mümkündür. İlk neden “mevcut durumda meydana gelebilecek bir
değişme”, ikinci neden ise “gecikme
sebebiyle bir sakınca” halinin varlığıdır.
HMK’nın hükme bağladığı
birinci hale göre, eğer, mevcut durumda meydana gelecek bir değişme nedeniyle;
— Bir hakkın elde edilmesi
önemli ölçüde zorlaşacak veya
— Bir hakkın elde edilmesi imkansız
hale gelecek ise
ihtiyati tedbir istenebilecektir.
HMK’nın hükme bağladığı ikinci
hale göre, eğer gecikme nedeniyle;
— Bir sakınca veya
— Ciddi bir zarar doğacak ise
yine ihtiyati tedbir istenebilecektir.
HMK 390/3 maddesini
incelediğimizde, ihtiyati tedbir talep eden kişinin, hazırlamış olduğu
dilekçede;
—
Dayandığı
ihtiyati tedbir sebebini ve istediği ihtiyati tedbirin türünü açıkça
belirtmek,
—
Yaklaşık
olarak haklılığını kanıtlamak için yapılması gerekenleri yapmak ve haklılığını yaklaşık
olarak kanıtlamak
zorundadır.
İhtiyati tedbir istem
dilekçesi hazırlanırken, yasanın 390/3 maddesinde yer alan bu koşulların yanı
sıra madde gerekçesinde yer alan “… tedbir
talep eden tarafın, dilekçesinde korunması gereken hakkın veya malın varlığını
ve bulunduğu yeri, ihtiyati tedbir sebebini ve türünü açıkça belirtmesi...“
ifadesine de dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Aslında gerek madde içeriğinde
gerekse madde gerekçesinde yer alan koşul ve açıklamalar, HMK’nın bütününe
uygun koşul ve açıklamalardır. Dava ve cevap dilekçeleri ile hükmün içeriğini
düzenleyen HMK 119,129 ve 297 maddelerine baktığımızda bu maddelerin özünü,
uyuşmazlık konusu maddi vakıaların ve bu maddi vakıaların kanıtlanmasına
yarayacak kanıtların neler olduğunun söz konusu dilekçelerde bildirilmesinin
zorunlu olduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda bu bildirim, HMK 194’te hüküm altına
alınan somutlaştırma yükümlülüğünün de bir sonucudur. Bu nedenle, bize göre,
HMK 390/3 maddesi HMK 119, 129, 297 ve 194. maddeleri ile aynı amacı
taşımaktadır.
- İSPAT
HMK 390/3 maddesinde yer alan
“yaklaşık olarak haklılığını kanıtlamak“
ifadesi doktrinde kullanılan “yaklaşık
ispat“ kavramının karşılığıdır. Kural olarak davada tam ispat aranmakta ise
de madde gerekçesinde de belirtildiği gibi “...kanun
koyucu bazen ya doğrudan kendisi düzenleme yaparak ya da işin niteliği ve
olayın özelliği gereği hâkime, bu durumu belirterek, ispat ölçüsünü düşürme
imkanı vermiştir. Bu düşürülmüş ispat ölçüsü çerçevesinde tam kanaat değil
kuvvetle muhtemel yaklaşık bir kanaat yeterli görülmektedir.“
Hukukumuzda tam ispat kural,
yaklaşık ispat istisnadır. Böylece dava konusu yapılan hakkın gerçekten var
olup olmadığının anlaşılması ile maddi hukukun o hakkın doğumu veya sona
ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının anlaşılması ile
maddi hukukun o hakkın doğumu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların
doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda ve dava konusu hakka karşı
yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye
kanat verilmesi işlemine ispat denir. Hukukumuzda asıl amaç bu yönde hâkimde
tam bir kanı uyandırmaktır[4]. Hâkimin
yaklaşık ispata dayalı ihtiyati tedbir kararlarında HMK 391/2-ç ve 392/1
maddeleri gereğince, ihtiyati tedbir talep edenin davanın ilerleyen
aşamalarında haklılığını kanıtlayamama halini de düşünerek, aleyhine tedbir
verilen kişinin haklarının korunabilmesi açısından, tedbir isteyenin göstermesi
gereken teminatı da belirtmesi gerekmektedir. HMK 390/3 maddesinde, “haklılığını yaklaşık olarak ispat etmek”
koşulu aranmıştır. Elbette bu ispat HMK’nın kabul ettiği delillere göre gerçekleştirilmelidir.
Gerekçede de belirtildiği gibi hâkim, yaklaşık ispatta , “…o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle
birlikte, zayıf ihtimalde olsa, aksinin mümkün olduğu ihtimalini göz ardı …”
etmemelidir. Bu konu ile ilgili olarak Kazancı
İçtihat Bankası’nda yer alan 15 HD’nin 6.7.2012 gün 2012/4060 E 2012/5172 K
sayılı,1 HD’nin 24.5.2012 gün 2012/6976 E 2012/6023 K sayılı kararını ve Türk Hukuk Sitesinde yer alan 1 HD’nin
10.01.2012 gün 2012/436 E 2012/7 sayılı kararlarını örnek karar olarak
göstermemiz mümkündür.
- İHTİYATİ TEDBİR KARARI
İÇİN GÖSTERİLECEK TEMİNAT VE ZARAR GÖRENİN TAZMİNAT HAKKI
HMK’nın 392/1 maddesi uyarınca
ihtiyati tedbir kararının verebileceği zararları gidermek amacıyla ihtiyati
tedbir kararı teminat şartına bağlanmış ise de,
— Talebin resmi bir belgeye
dayanması halinde
— Talebin kesin bir delile
dayanması halinde
— Yahut durum ve koşullar
gerektiriyorsa
hâkim gerekçesini göstermek koşulu ile
teminat aramaksızın da ihtiyati tedbir kararı verebilir. Umar’a göre teminatsız
olarak verilen ihtiyati tedbir kararıyla, aleyhine tedbir kararı verilenin
zararının doğması halinde hâkimin sorumluluğuna ilişkin hükümlerin
işletilebileceğine vurgu yapılmıştır[5]. Biz
de bu yoruma katılmaktayız.
Hâkime tanınmış bu takdir
hakkının yanı sıra, teminat aranmayacak bir diğer hal, adli yardımdan
yararlanan kişilerin ihtiyati tedbir istemidir. Eğer ihtiyati tedbir isteminde
bulunan taraf adli yardımdan yararlanıyorsa, bu kişiden teminat istenmez. (HMK
m. 392/1-c.3)
Madde gerekçesinde de
belirtildiği gibi, devletin taraf olduğu davalarda devletin talebi ile devlet
lehine verilen ihtiyati tedbir kararlarında da, kanun önünde eşitlik ilkesi
gereği devlet de teminat göstermek zorundadır. Gerekçenin uygulamada dikkate
alınıp alınmayacağını, devletten de teminat istenip istenmeyeceğini zaman
içinde göreceğiz.
Teminatın sağladığı koruma
süresi, HMK 392/2 uyarınca, teminatın kalkmasından ya da asıl davaya ilişkin
hükmün kesinleşmesinden itibaren bir aydır. Bilindiği gibi, HUMK döneminde bu
nitelikte bir hüküm olmadığı için, kalem yönetmeliğinden yararlanılmakta idi.
Bu kez kanun koyucu bu konuyu kanun ile düzenleyerek, uygulamada birliğin
doğmasını amaçlamıştır.
Burada karıştırılmaması
gereken şey, haksız ihtiyati tedbir talebi isteminden kaynaklanan tazminat
davası açmaya ilişkin zaman sınırlaması ile tedbir teminatının iadesi için
gereken zaman sınırlamasıdır. Yukarıda sözünü ettiğimiz teminatın iadesine
ilişkin zaman sınırlaması olup tazminat davası için olan zaman sınırlaması yani
zamanaşımı süresi 1 yıldır. HMK 399/3 maddesine göre bu bir yıllık süre, hükmün
kesinleşmesinden veya ihtiyati tedbir kararının kalkmasından itibaren başlar.
Burada değinilmesi gereken bir
başka konu, HUMK döneminde tedbir kararının prensip olarak hükmün verilmesine
kadar geçerli olması, eğer tedbir asıl karar kesinleşinceye kadar sürecek ise,
bunun tedbir isteyenin talebi doğrultusunda kararda açıkça gösterilmesidir. Hâlbuki
HMK döneminde tedbir kararı, tedbir isteyenin bir talebi olmasa bile, asıl
karar kesinleşinceye kadar devam eder. Elbette kararda açıkça belirtilmek şartı
ile bu süre daha kısa tutulabilinir. Bu fark HMUK un 112 ve HMk nın 397/2
maddelerinin incelenmesinde görülmektedir.
İhtiyati tedbirin konusu para
olamaz. Kazancı İçtihat Bankası’nda yer alan 21 HD’nin 19.1.2012 gün 2012/1007
E 2012/942 K sayılı kararında da belirtildiği gibi, eğer paraya yönelik bir
koruyucu tedbir istenecek ise, bu koruyucu tedbir, ihtiyati haciz olmalıdır.
İhtiyati tedbir davanın
açılmasından önce istenebileceği gibi davanın açılmasından sonra da
istenebilir.
- İHTİYATİ TEDBİRİN
İSTENİLECEĞİ YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME
Davanın açılmasından önce
istenilen ihtiyati tedbir istemlerinde, HUMK 104’ten farklı bir düzenleme
getiren HMK 390/1, bundan böyle HUMK 104/1’de yer alan “…en az masrafla ve en çabuk nerede ifası
mümkün ise … o mahal mahkemesinde…” ihtiyati tedbir başvurusu yapma
olanağını kaldırmış, sadece “esas
hakkında görevli ve yetkili” mahkemeden ihtiyati tedbir talep edilebileceği
hükmünü getirmiştir. Madde gerekçesine baktığımızda bu değişikliğin nedeninin “Böylece, ihtiyati tedbirde yetki ve görevle
ilgili belirsiz ve kötüye kullanıma açık olan durum, belirli ve tereddütü
ortadan kaldırıcı hale getirilmiştir.“ cümlesi ile açıklandığını
görmekteyiz.
Dava açıldıktan sonra
istenilecek olan ihtiyati tedbirin hangi yetkili ve görevli mahkemeden isteneceğine
ilişkin HUMK 104/3’te yer alan kural aynen HMK 390/1 maddesinde de
bulunmaktadır. Her iki hükme göre de dava açıldıktan sonra, ihtiyati tedbir
kararı, ancak davayı görmekte olan mahkemeden istenebilecektir.
HMK 390/2. maddesinin mefhumu
muhalifine göre, prensip olarak tedbir kararı verilebilmesi için
tarafların dinlenilmiş olması gerekmektedir. Ancak, gene aynı maddeye göre,
istisnai de olsa, hakların “…derhal
korunmasında zorunluluk bulunan hallerde hâkim karşı tarafı dinlemeden de karar
…” verebilmektedir.
HMK 390/2’nin madde
gerekçesine göre, madde oluşturulurken, hukuki dinlenilme hakkına uygun
davranılmaya gereken özenin gösterilmesine çalışılmıştır. Ancak buna rağmen,
ihtiyati tedbirin niteliği gereği, zaman zaman işin acil olmasından ötürü,
karşı tarafın dinlenilmesinden feragat olanağının olduğu da unutulmamıştır. Bu
nedenle tedbir kararı verilirken karşı tarafın dinlenilmemesi nedeniyle, ilk
aşamada sağlanamayan hukuki dinlenilme hakkı daha sonra itiraz aşamasında
sağlanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla HMK 394/4 hüküm altına alınmıştır. HMK
394/4’e göre, tedbir kararına yapılan itiraz üzerine yapılacak incelemede,
mahkeme ilgilileri dinlenmek üzere davet eder. Ancak, taraf bu davete rağmen
gelmez ise mahkeme dosya üzerinden inceleme yaparak kararını verir. Kazancı
Bilgi Bankası’nda yer alan Yargıtay 19 HD 4.7.2012 2012/7500 E 2012/11066 K
sayılı kararında belirtildiği gibi eğer itiraz söz konusu ise davetin mutlaka
usulüne uygun olarak yapılması gerekir.
Kanun koyucu, ihtiyati tedbir
kararının içeriğini de hükme bağlamıştır. HMK 391/2’de, ihtiyati tedbir
kararının içeriğinde nelerin olması gerektiğini tek tek saymıştır. Bu maddeye
göre, ihtiyati tedbir talep edenin, kanuni temsilcisinin ve vekilinin kimlik
bilgileri, tedbirin somut olarak hangi sebebe ve delillere dayandığı, tereddüde
yer vermeyecek şekilde belirtilmesinin yanı sıra, neyin üzerinde ve ne
tür bir tedbire karar verildiği, ne tutarda ve ne türde teminat
gösterileceği kararda yer almalıdır.
Bu konudaki ilkyazımda “Ancak bu maddede belirtilenlerin dışında,
verilen tedbir kararının asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte olmaması gerektiği
ve tarafların bu karara karşı var olan haklarının neler olduğu da söz konusu
kararda belirtilmelidir.“ açıklamasına yer vermiştim. Bu açıklamaya yer
vermiş olmamın nedeni, bu güne kadar yapılan uygulama idi. Tutumlu’ya göre[6] tedbir
kararının asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte olmaması yolundaki ilke tasarıda
yer almış olmasına rağmen, bu ibare TBMM Adalet Komisyonu’nca metinden
çıkarılmıştır. Tutumlu’ya göre, bu değişikliğin amacı, hâkimin asıl uyuşmazlığı
çözecek nitelikte karar vermemesi yolunda getirilen sınırlamaya gerek
olmadığını belirterek, eğer koşullar gerektirirse hâkimin bu nitelikte yani
asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte tedbir kararları da verebileceğini sağlamaktır.
HMK 392/1 maddesine göre, “mahkeme tedbire konu olan mal veya hakkın
muhafaza altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya
yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak ya da zararı engelleyecek her
türlü tedbire karar verebilir.” Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi,
istenilen tedbirin türü, HMK 390/3 maddesi hükmü gereği isteyen tarafça tedbir
istenilen dilekçede belirtilmelidir. Hâkim taleple bağlı olduğuna göre, HMK
392/2 de yer alan tedbir türlerinden birini belirlerken bu ilkeye bağlı hareket
edecektir.
Ayrıca belirtmek isteriz ki
tedbir kararı gerekçeli yazılmalıdır. Bu nedenle, Yargıtay 9 HD 25.10.2011 gün
ve 2011/47825 E 2011/41222 K sayılı kararında ve Yargıtay 11 HD 301.2012 gün ve
2012/327 E 2012/1023 K sayılı kararında, ihtiyati tedbir kararının gerekçe
içermemesini bozma nedeni olarak değerlendirmiştir.
Tedbir kararı ister davadan
önce isterse dava sırasında istenilmiş olsun, HMK 393/1 maddesi uyarınca,
tedbir kararının verildiği tarihten itibaren bir hafta içinde uygulanması
gerekmektedir. Eğer uygulanmaz ise, tedbir kararı kendiliğinden kalkacaktır.
Söz konusu maddenin ikinci fıkrasına göre, tedbir kararı, kural olarak, icra
dairesince uygulanır. Gene aynı maddeye göre, mahkeme gerek görür ise, tedbirin
uygulanması için yazı işleri müdürünü de görevlendirebilir. Elbette burada
belirtilen yazı işleri müdürü, tedbir kararı veren mahkemenin yazı işleri
müdürüdür. HUMK 106’ya göre, mahkeme kâtiplerine de infaz görevi verilmekte
iken HMK bu olanağı ortadan kaldırmıştır. Tedbir kararının uygulanmasında iki
ayrı icra dairesi yetkilidir. Bunlardan biri tedbiri veren mahkemenin bulunduğu
yerdeki icra dairesidir. Diğeri ise, mal ya da hakkın bulunduğu yer icra
dairesidir.
HMK 393/3 uyarınca ihtiyati
tedbir kararının uygulanması aşamasında zor kullanılabilinir.
- İHTİYATİ TEDBİR KARARINA
İTİRAZ
Yukarıda yer alan
açıklamalarımızda, dinlenilme hakkını sağlamak için, kanun koyucunun, itiraz
yoluna olanak tanıdığını belirtmiştik. HMK 394/1’e baktığımızda, itiraz yolunun
karşı tarafın dinlenilmediği tedbir kararları için ve sadece karşı taraf için
tanındığını görmekteyiz. Karşı taraf dinlenilmeden verilen ihtiyati tedbir
kararlarında, karşı taraf kararın varlığından ya kararın uygulanmasında hazır
bulunarak ya da tedbir kararının uygulanmasına ilişkin tutanağın HMK 393/4’e göre
kendisine tebliğ ile öğrenecektir. Karşı taraf tedbiri bu iki halden hangisi
ile öğrenirse öğrensin, öğrenmesinden itibaren HMK 394/2’de belirtildiği gibi,
bir hafta içinde itiraz hakkını kullanmalıdır. Kazancı İçtihat Bankası’nda yer
alan 2 HD’nin 7.6.2012 gün 2012/10421 2012/15539 K sayılı kararında da
belirtildiği gibi bu sürenin geçmesinden sonra itiraz hakkı kullanılamaz. Diğer
bir anlatımla bu süre hak düşürücü süredir.
Söz konusu maddeye göre
itirazın sınırları;
— İhtiyati tedbirin şartlarına
— Mahkemenin yetkisine
— Teminata
ilişkin olarak belirlemiştir.
İhtiyati tedbir kararına itiraz HMK
394/3 maddesi hükmüne göre, karşı tarafın yanı sıra eğer varsa ihtiyati tedbir
kararından zarar göre üçüncü kişilere de tanınmıştır. Üçüncü kişiler tedbir
kararının öğrenmelerinden itibaren 1 haftalık süre içinde tedbir kararına
itiraz edebilirler.
İtirazın kapsamı HMK 394’te iki
konu olarak sınırlandırılmıştır. Bunlar, ihtiyati tedbirin şartları ve
teminattır. Madde metni içinde mahkemenin yetkisine itiraz edileceği
belirtilmemiş ise de, gerekçede mahkemenin yetkisine itiraz edilebileceği
belirtilmiştir. Her ne kadar yasanın madde içeriği ile uygulanması gerekiyorsa
da, gerekçede yer alan bu şart, özünde, HMK 390/1 maddesinde yer alan emredici
hükme uygun bir açıklamadır. Üstelik HMK 390/1 deki ifade buradaki yetkininin
kesin yetki olduğunu belirtmektedir. Bilindiği gibi kesin yetkiye ilişkin
sorunlar da görevde olduğu gibi kamu düzeninden sayılmaktadır.
Üçüncü kişinin itiraz hakkı da
aynen karşı tarafın itiraz hakkındaki sınırlarla sınırlandırılmıştır. Kanımca,
burada mahkemenin yetkisine de itiraz edilebilmelidir. Yukarıda da söylediğimiz
gibi bu yetki kesin yetkidir. Yetkisiz mahkemenin kararı ise yok hükmünde
olacağı için üçüncü kişiye de bu yönde itiraz hakkı verilmelidir.
HMK 90/1 gereği burada verilen
süreler kesin süredir. Sürenin kaçırılmış olması halinde itiraz hakkı ortadan
kalkar.
Sürenin başlangıcı, HMK 394/2’de
hükme bağlanmıştır. Bu maddeye göre, “İhtiyati
tedbirin uygulanmasında karşı taraf hazır bulunuyorsa, tedbirin uygulanmasından
itibaren“ süre başlar. Eğer taraf “hazır
bulunmuyorsa tedbirin uygulanmasına ilişkin tutanağın tebliğinden itibaren“
süre başlar.
İtiraz, HMK 394/2 uyarınca
kararı veren mahkemeye HMK 394/4 maddesi uyarınca dilekçe ile yapılır.
HMK 394/4 dilekçeye tüm delillerin eklenmesini emretmektedir. Mahkeme tarafları
davet eder, gelmezlerse yokluklarında dosya üzerinden inceleme yaparak karar
verir. Mahkemenin kararı itirazın reddine ilişkin olabileceği gibi, itirazın
kaldırılmasına ya da değiştirilmesine ilişkin de olabilir. Kanımızca, itiraz
nedenlerinden biri teminata ilişkin olduğuna göre, söz konusu değişiklik
teminatın miktarını ve de niteliğini de içermelidir.
Tedbir kararının reddine karşı
tedbir isteyen, tedbirin kabulüne ilişkin kararda dinlenen karşı taraf,
itirazın reddine karşı ise yararı olan taraflar ve üçüncü kişi kanun yoluna
başvurabilir. HMK 391/3 ve 394/4 kanun yoluna başvuruya ilişkin hükümleri
içermektedir.
İhtiyati tedbir kararı için
itiraz edilmiş olması ya da kanun yoluna başvurulmuş olması, Mahkemeden aksine
bir karar verilmedikçe, HMK 394/1 ve 394/5 gereği ihtiyati tedbir kararının
uygulamasını engellemez.
Burada kanun yoluna başvurudan
kasıt HMK 341/1’de hükme bağlandığı gibi, istinaf yoludur. Ancak HMK’nın geçici
3. maddesine göre, bölge adliye mahkemeleri kuruluncaya kadar itiraz Yargıtay’a
yapılacaktır:
İhtiyati tedbir için kanun
yoluna başvurulduğunda HMK 393/5 gereği ilgili mahkemeye sadece dosyanın örneği
gönderilir ve öncelikle incelenir. Kanun yoluna başvurmanın sonucunda verilen
karar HMK 394/5’e göre kesindir.
Eğer dava açılmadan ihtiyati
tedbir kararı istenmiş ise, HMK 397/1 maddesi hükmü uyarınca, iki hafta içinde
esas hakkındaki davasını açmak zorundadır. Bu süre HMK 397/1 uyarınca, tedbir
kararının uygulanması ile başlar. Burada unutulmaması gereken husus HMK 393/1’in
hükme bağladığı bir haftalık süredir. Eğer bu bir haftalık süre içinde ihtiyati
tedbir kararı uygulanmamış ise, iki haftalık süre içinde esas hakkında dava
açılmış olması ihtiyati tedbir kararının kalkmasını engellemez.
İhtiyati tedbir kararından
sonra esas hakkındaki dava açıldığında, buna dair belge kararı uygulayan memura
sunulmalı ve karşılığında belge alınmalıdır. HMK 397/1’e göre bu işlemin
yapılmamış olması tedbirin kalkmasına neden olur. Benzer hükümler HMUK 109 ve
112’de de bulunmakta idi.
HMUK 107 ve 108’de ihtiyati
tedbir kararına itirazın mümkün olduğunu, itirazın icrayı durdurmayacağını
hükme bağlamıştı. HUMK’da itiraz yapılırken esas dava açılmış ise itirazın bu
mahkemece çözülmesine ilişkin hüküm olmasına rağmen HMK da böylesi bir hüküm
yoktur. HMK 394/4 itirazın mahkemeye yapılacağını hükme bağlamış olmasına
rağmen, görev ve yetki açısından bunun hangi mahkeme olduğunu belirtmemiştir.
Elbette dava açıldıktan sonra yapılan itiraz esas davayı görmekte olan
mahkemeye yapılacaktır. Ancak, davanın açılmasından önce verilen ihtiyati
tedbir kararı için nereye itiraz yapılacaktır? sorusuna HMK da cevap yoktur.
Bunun cevabı kanımızca HMK 390/1’de bulunmaktadır. Bu maddeye göre, ihtiyati
tedbir kararı “… dava açılmadan önce,
esas hakkında görevli ve yetkili mahkemeden…” istenebileceğine göre, itiraz
da bu mahkemeye yani esas davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemeye
yapılacaktır. Yani davadan önce ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme ile dava
aşamasında ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme görev ve yetki açısından
değişmemektedir. Sadece birden fazla sulh ya da asliye mahkemesi bulunması
halinde, bunların hangisinin bakacağı konusu düşünülebilirse de, mantıklı cevap
esas davaya bakan mahkeme olmalıdır.
Aleyhine tedbir kararı verilen
kişi, hakkında tedbir kararı uygulanan kişi ve tedbir kararının uygulanmasından
hakları zarar gören kişi HMK 394/1 ve 395/3 maddesinin HMK 394/3 ve394/4
maddelerine yaptığı yollama nedeni ile, göstereceği teminat karşılığında
tedbirin değiştirilmesini yada kaldırılmasını talep edebilir.
Eğer durum ve koşullar
değişmiş ise, HMK 396/1 maddesi hükmü gereği teminat aranmaksızın da tedbir
değiştirilebilinir ya da kaldırılabilinir.
Tedbirin değiştirilmesine dair
karar hangi kanun maddesine dayalı olarak verilirse verilsin itiraza ilişkin
kurallar uygulanır. 11 HD’nin 28.6.2012 gün 2012/7898 E 2012/11432 K sayılı
kararını incelediğimizde, koşulların değiştiğinden bahisle ihtiyati tedbir
kararının kaldırılmasının ana davanın Yargıtay incelemesi aşamasında istenemeyeceğinin
ve bu itirazın reddine başvurulamayacağının hüküm altına alındığını
görmekteyiz.
İhtiyati tedbir kararı
uyulması gereken bir yargı kararıdır. HMUK döneminde HMUK 113/A maddesine göre
cezai işlem uygulanmakta ve hapis cezası verilmekte iken HMK 398/1 maddesi
ihtiyati tedbir kararına uymayan kişilerin disiplin hapsi ile
cezalandırılacağını hükme bağlamıştır. Bu cezayı verecek olan görevli ve
yetkili mahkemenin hangi mahkeme olduğu da bu madde içinde hükme bağlanmıştır.
Bu hükme göre, eğer esas hakkındaki dava
açılmamışsa tedbir kararını veren mahkeme eğer dava açılmış ise asıl davaya
bakan mahkemedir. Burada kendimize sorduğunuz bir soruyu sizlerle de paylaşmak
isteriz. HMK’da yapılan değişiklik nedeniyle, davadan önce talep edilen tedbir de
asıl davanın açılacağı mahkemeden isteneceğine göre bu hükme gereksinim var mıdır?
HUMK ta yer almamakla birlikte
HMK da ihtiyati tedbir kararı nedeni ile doğmuş bir zararın varlığı halinde
dava açılabileceği HMK 399 maddesinde hükme bağlanmıştır. HMK 399/1 maddesine
göre;
Lehine ihtiyati tedbir kararı verilen kişinin, ihtiyati tedbir kararı verildiği anda haksız olduğu anlaşılırsa;
— Tedbir kararı kendiliğinden
veya
— İhtiyati tedbir kararı
itiraz üzerine kalkarsa
tazminatla sorumludur. Bu tazminat haksız
ihtiyati tedbir nedeniyle verilen bir tazminat olup tazminatın miktarı gerek
maddenin ifadesinden anlaşıldığı üzere gerekse BK’nın haksız fiile ilişkin
temel ilkelerine göre, somut olarak hesaplanan ve kanıtlanan zarara göre
oluşmalıdır. Elbette bu zarar teminattan karşılanabilecek bir zarardır. Bu
nedenle teminat oluşturulurken, olası zarar dikkate alınmalıdır.
Daha önce de söylediğimiz
gibi, bu dava hükmün kesinleşmesinden ya da ihtiyati tedbirin kakmasından
itibaren bir yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Bu tazminat davasına esas
davaya bakan mahkemede bakılır.
Umar’ın HUMK dönemindeki
Yargıtay kararlarına dayalı açıklamasına göre, burada ki sorumluluk kusursuz
sorumluluktur[7].
HMK 392/1 maddesine göre, “mahkeme tedbire konu olan mal veya hakkın muhafaza
altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya
yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak ya da zararı engelleyecek her
türlü tedbire karar verebilir.” Ancak, yukarıda da söylediğimiz gibi,
istenilen tedbirin türü, HMK 390/3 maddesi hükmü gereği isteyen tarafça tedbir
dilekçesinde belirtilmelidir. Hâkim taleple bağlı olduğuna göre, HMK 392/2 de
yer alan tedbir türlerinden birini belirlerken bu ilkeye bağlı hareket
edecektir.
Tedbir kararının uygulaması
aşamasında, görevli memurun kararla bağdaşmayan uygulamalardan ötürü, itiraz 12
HD’nin 13.05.1998 gün ve 1998/4837 E 1998/5401 K sayılı kararında da
belirtildiği gibi[8]
tedbir kararını veren mahkemeye yapılır. Elbette bize göre, uygulama aşamasına
kadar geçen bir haftalık süre içinde asıl dava açılmış ise bu itiraz asıl
davaya bakan mahkemeye yapılmalıdır.
Tedbir ancak dava konusu şey
ile ilgilidir. Bunun dışında kalan şeyler için tedbir kararı istenemez. Örneğin
uyuşmazlık Ankara’daki taşınmazla ilgili ise İstanbul’daki taşınmazla ilgili
tedbir istenemez. Bu konuda Yargıtay Kararlar sitesinde 8 HD’nin 13.3.2012 gün
2012/1742 E 2012/1778 K sayılı kararı Kazancı sitesinde 4 HD’nin 5.7.2012 gün
2012/8405 E 2012/11646 K sayılı, 8.2.2012 gün 2012/867 E 2012/1672 K sayılı
kararları, 8 HD’nin 2.7.2012 gün 2012/ 1742 E 2012 / 1778 K sayılı kararı
bulunmaktadır. Buna karşılık aynı sitede yer alan 9 HD 2.7.2012/24239 E
2012/25011 sayılı kararı aksi yöndedir. Kanımızca 9 HD ihtiyati tedbir ile
ihtiyati haczi karıştırmıştır.
Kazancı İçtihat Bankası’nda
yer alan 1 HD 8.2.2012 gün ve 2011/14597 E 2012 / 942 K sayılı kararını içeriği
açısından bilgilerinize sunmak isterim. Söz konusu karar taşınmazın mülkiyetine
ilişkin uyuşmazlıkla ilgilidir. Tedbir kararı taşınmazın kira gelirlerine konulmuştur.
Uyuşmazlığın sonunda taşınmazın mülkiyeti tedbir isteminde bulunan davacıya ait
olduğu saptanmıştır. Kararda kiralarla ilgili bir hüküm olmaması nedeni ile
kira paralarına konan tedbir tartışma konusu olmuş ve Yargıtay bu kararda
taşınmazın mülkiyetine ilişkin uyuşmazlık davacı lehine çözüldüğü için kira
paralarının da davacının olması işin doğası gereğidir kanısına ulaşmıştır. Bu
nedenle kararın bu şekilde oluşması gerektiğine karar vermiştir.
Konu ile ilgili olarak
Yargıtay kararlarını sınırlı olsa da taradığımızda, Kazancı İçtihat Bankası’nda
yer alan 15 HD’nin 6.7.2012 gün 2012/4060 E 2012/5172 K sayılı ve 1 HD’nin
28.9.2012 2012/12297 E 2012/10358 K sayılı kararlarında ayrıca Hukuki Mevzuat
sitesinde yer alan HGK 23.11.2011 gün 2011/6-537 E 2011/ 698 K sayılı
kararında, tedbir kararlarının gerekçeli yazılmasının şart olduğunu gerekçesiz
kararın bozma nedeni olduğunun hüküm altına alındığını görmekteyiz. Gene
Kazancıda yer alan 9 HD’nin 6.1.2011 gün ve 2009/20810 E 2011 / 35525 K sayılı
kararında da hükmün içeriğine ilişkin usul maddesine uyulmasının zorunlu
olduğunun hükme bağlandığını görmekteyiz.
Yargıtay’ın gerekçeye ilişkin
kararlarından duyduğumuz memnuniyetin yanı sıra, Kazancıda yer alan Yargıtay 9
HD’nin 25.10.2011 gün ve 2011/47825 E 2011/41222 K sayılı kararından duyduğumuz
üzüntüyü de belirtmek isteriz. Söz konusu karara göre, Yargıtay bozma ile
yetinmemiş yerel mahkemenin yerine geçerek tedbir kararı vermiştir. Bu davranış,
kanımızca, bir hukuki hatadır.
[1]
Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet, Medeni Usul Hukuku, 10. Bası,
Yetkin Yayınları, Ankara, 2011, s. 661
[2]
Tutumlu, M. Akif, Hukuk Muhakemeleri
Kanunun’nun Yeni ve Değişik Hükümlerinin Yorumu, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2012,
s. 233
[3]
Umar’ın da Rifat Ersoy’a yaptığı atıfla belirttiği gibi 11. HD.’nin 23.6.1944
tarihli bir kararında da hakemlerin ihtiyati tedbir kararı veremeyeceği
vurgulanıyordu. (Umar, Bilge, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Yetkin
Yayınları, Ankara 2011, s. 1089)
[4]
Mazlum, İsmet, “Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanununda İhtiyati Tedbir”, Erzurumluoğlu
Armağanı, Ankara Barosu Yayınları, s. 570 ve orada atıf yapılan yazarlar
[5]
Umar, s. 1106
[6]
Tutumlu, s. 236-237
[7]
Umar, s. 1106
[8]
Tutumlu, s. 24
EK-1
Bu yazının hazırlanmasından sonra bir meslektaşımızın uyarısıyla İİK m. 72. maddesinde menfi tespit ve istirdat davalarının hükme bağlandığını ve bu maddenin içinde ise menfi tespit davasından kaynaklanan ihtiyati tedbir yoluyla takibin durdurulmasına ilişkin hükmün de var olduğunu ve bunun ayrı bir yazı olarak ya da en azından bir bölüm olarak incelenmesi gerektiğini düşündük. Ancak yazı hazırlanıncaya kadar bir uyarı niteliğinde olmak üzere menfi tespit davalarına ilişkin icranın durdurulması yönündeki ihtiyati tedbirin İİK m. 72/4 ve 72/5’te hüküm altına alındığını ve yapılması gerekli yorumun bu madde de göz önüne alınarak tamamlanmasını düşünüyoruz. Bilgilerinize sunmak istedik.
EK-2
Yazının yayınlanmasından sonra elimize geçen Yargıtay 3. HD.'nin 16.1.2013 gün 2012/23420 E., 2013/302 K. sayılı ilamına ulaştık. Söz konusu bu ilamda, her ne kadar Bölge Adliye Mahkemeleri kuruluncaya kadar bununla ilgili görevlerin Yargıtay tarafından temyize ilişkin hükümler doğrultusunda yapılacağı hüküm altına alınmış ise de, 1086 sayılı HUMK'un 101 ve 407. maddelerinde tedbir kararının temyizen incelenmesine ilişkin herhangi bir hüküm olmadığından ötürü, temyiz talebinin reddedildiğini görmekteyiz. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu karar bugüne kadar verilen olumlu kararların bir istisnasını oluşturmaktadır. Bu nedenle kararın bir örneğini aşağıda bilgilerinize sunmaktayız.
Ek-3
YTTK m. 128/8'e baktığımızda özel bir tedbir türünün hüküm altına alındığını görmekteyiz. Yasakoyucu bu madde ile ortaklarca sermaye olarak konulması taahhüt edilen hakların korunması için ihtiyati tedbir uygulanabileceğini hüküm altına almıştır. Yasakoyucu bu madde ile ihtiyati tedbir isteminin kurucular tarafından talep edileceğini de aynı maddede belirtmiştir. Bu madde HMK'dan farklı olarak ihtiyati tedbir kararından sonra dava açılması için HMK 397'de hüküm altına alınan iki haftalık sürenin "şirketin tescil ve ilan tarihinden itibaren işlemesi gerektiğini belirtmektedir. Her ne kadar YTTK 128/8'de atıf HUMK'a yapılmış ise de bu atfın HMK olarak kabul edilmesi gereklidir.
Ancak çözümlenmesi gereken bir başka sorun verilen tedbir kararı HMK 393 doğrultusunda 1 hafta içinde uygulanıp uygulanmayacağına ilişkindir. Kanımızca, burada, söz konusu bir haftalık sürenin dikkate alınmaması gerekir. Çünkü, korunması gereken menfaat ortakların, şirketin olduğu kadar kamunun da menfaatidir.
EK-1
Bu yazının hazırlanmasından sonra bir meslektaşımızın uyarısıyla İİK m. 72. maddesinde menfi tespit ve istirdat davalarının hükme bağlandığını ve bu maddenin içinde ise menfi tespit davasından kaynaklanan ihtiyati tedbir yoluyla takibin durdurulmasına ilişkin hükmün de var olduğunu ve bunun ayrı bir yazı olarak ya da en azından bir bölüm olarak incelenmesi gerektiğini düşündük. Ancak yazı hazırlanıncaya kadar bir uyarı niteliğinde olmak üzere menfi tespit davalarına ilişkin icranın durdurulması yönündeki ihtiyati tedbirin İİK m. 72/4 ve 72/5’te hüküm altına alındığını ve yapılması gerekli yorumun bu madde de göz önüne alınarak tamamlanmasını düşünüyoruz. Bilgilerinize sunmak istedik.
EK-2
Yazının yayınlanmasından sonra elimize geçen Yargıtay 3. HD.'nin 16.1.2013 gün 2012/23420 E., 2013/302 K. sayılı ilamına ulaştık. Söz konusu bu ilamda, her ne kadar Bölge Adliye Mahkemeleri kuruluncaya kadar bununla ilgili görevlerin Yargıtay tarafından temyize ilişkin hükümler doğrultusunda yapılacağı hüküm altına alınmış ise de, 1086 sayılı HUMK'un 101 ve 407. maddelerinde tedbir kararının temyizen incelenmesine ilişkin herhangi bir hüküm olmadığından ötürü, temyiz talebinin reddedildiğini görmekteyiz. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu karar bugüne kadar verilen olumlu kararların bir istisnasını oluşturmaktadır. Bu nedenle kararın bir örneğini aşağıda bilgilerinize sunmaktayız.
Ek-3
YTTK m. 128/8'e baktığımızda özel bir tedbir türünün hüküm altına alındığını görmekteyiz. Yasakoyucu bu madde ile ortaklarca sermaye olarak konulması taahhüt edilen hakların korunması için ihtiyati tedbir uygulanabileceğini hüküm altına almıştır. Yasakoyucu bu madde ile ihtiyati tedbir isteminin kurucular tarafından talep edileceğini de aynı maddede belirtmiştir. Bu madde HMK'dan farklı olarak ihtiyati tedbir kararından sonra dava açılması için HMK 397'de hüküm altına alınan iki haftalık sürenin "şirketin tescil ve ilan tarihinden itibaren işlemesi gerektiğini belirtmektedir. Her ne kadar YTTK 128/8'de atıf HUMK'a yapılmış ise de bu atfın HMK olarak kabul edilmesi gereklidir.
Ancak çözümlenmesi gereken bir başka sorun verilen tedbir kararı HMK 393 doğrultusunda 1 hafta içinde uygulanıp uygulanmayacağına ilişkindir. Kanımızca, burada, söz konusu bir haftalık sürenin dikkate alınmaması gerekir. Çünkü, korunması gereken menfaat ortakların, şirketin olduğu kadar kamunun da menfaatidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder