Av.
Ender DEDEAĞAÇ
(
Bu yazı daha önce kaleme alınmış olmasına rağmen, yayınlanmamıştı. Ancak, 14.
maddeye aykırı uygulamaların arttığını duymuş olmamdan ve bazı haksızlıkların
anlatılmasından ötürü yayınlamaya karar verdim.)
Dün
Ankara Barosu sayfasını incelerken, emekli bir hakimin, hakimlik döneminde
avukatlara olan tutumundan ötürü, baroya yazılma isteminin reddedildiğini
öğrendim. Bu gün ise, Ankara İdare Mahkemesi’ndeki bir duruşmam nedeniyle, daha
yeni mezun bir gence TBB tarafından verilen ruhsatın iptali için Adalet
Bakanlığı’nın açmış olduğu davayı izledim.
Her
ikisinde de içime sinmeyen bir şeyler gördüm ve sizlerle paylaşmaya karar
verdim.
Benim
sözcüklerimle “yargıç olarak görev yapan meslektaşlarımdan biri” emekli
olduğunda, Ankara Barosuna avukatlık yapmak için başvurduğunda, bu kişinin
yargıçlık döneminde avukatlara karşı olan olumsuz davranışları nedeniyle,
başvurusunun reddine karar verilmesi özünde doğru fakat noksan bir karardır.
Söz
konusu yargıcı tanımıyorum, ceza davası almadığım için hatırlamıyorum bile,
onun için kendisi hakkında olumlu ya da olumsuz bir görüşüm yok. Ancak, başkanı
ya da yönetimi kimlerden oluşursa oluşsun, zaman zaman kararlarına katılmamakla
birlikte, benim Baro’ma inancım sonsuz olduğu için, alınan karardaki maddi
vakıayı doğru kabul ediyorum. Maddi vakıayı doğru kabul ettiğim için de, alınan
karara katılıyorum. Ancak, noksan ve günü kurtarır bir uygulama olarak
görüyorum.
Daha
önceki dönemlerde de “savcı olarak görev yapan meslektaşlarımdan biri” emekli
olduğunda avukatlık için başvuru yapmış ve bu başvuru aynı nedenlerle red
edilmişti. Ancak, söz konusu emekli savcı, yargı yolu ile avukatlık hakkını
almış ve “avukat olarak görev yapan meslektaşlarımdan biri” olmuştur.
Bir
mesleğin içinde olduğu halde mesleğin bir bölümünü hor gören onlara karşı kötü
davranan kişinin, meslekte kalmasına tahammülüm yok. Örneğin savcının avukatı
ve hakimi hor görmesine nasıl tahammülüm yoksa avukatın savcı yada hakimi hor
görmesine de tahammülüm yok. Zaten avukatlık meslek kurallarına baktığımızda,
avukatın avukata karşı davranışlarının da kurala bağlandığını görmekteyiz. Ben
bu kurallar zincirinin bütünün tamamı için uygulanmasından yanayım. Bu nedenle
verilen kararı doğru buluyorum.
Ancak,
noksan buluyorum. Bilindiği gibi, Avukatlık Kanununun 14 maddesi, hakim, savcı
ve bazı kamu görevlilerinin emeklilik istifa yada benzeri nedenlerle
görevlerinden ayrılmalarından sonra avukatlık yapmak istemeleri halinde uymakla
yükümlü olduğu kuralları düzenlemektedir. Ancak uygulanmamaktadır.
Söz
konusu maddenin 23.01.2008 tarihli 5728 sayılı kanunun 327 maddesi ile yapılan
değişiklikle ulaştığı son hali;
“Emeklilik
ve istifa gibi sebeplerle görevlerinden ayrılan adlî, idarî ve askerî yargı
hâkim ve savcıların son beş yıl içinde hizmet gördükleri mahkeme veya
dairelerin yargı çevresinde görevden ayrılma tarihinden itibaren iki yıl süre
ile avukatlık yapmaları yasaktır. Yüksek yargı ve bölge mahkemeleri hâkim ve
savcıları ile raportörlerinin son beş yıl içinde münhasıran hizmet gördükleri
mahkeme veya dairelerde, buralardan ayrılma tarihinden itibaren iki yıl süre
ile avukatlık yapmaları yasaktır.” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü
gibi, madde hükmüne göre, avukatlık için başvuru yapan hakimin başvurusu, özünde
yasaya aykırı bir başvurudur. Çünkü adı geçen kişi, baro levhasına yazıldıktan
sonra üç ay içinde Avukatlık Kanununun 43. maddesi doğrultusunda büro edinmek
zorundadır. Diğer bir anlatımla, kayıtlı olduğu baro bölgesini ana çalışma
alanı olarak belirlemek zorundadır. Yani temel çalışmasını bu bölge içinde
gerçekleştirmeye karar vermiş demektir. Eğer baronun bulunduğu bölge, hakimin “…son
beş yıl içinde hizmet gördükleri mahkeme veya dairelerin yargı çevresi…” içinde
ise, hakimin bu bölge içinde yapmış olduğu başvurunun da red edilmesi gerektiğine
inanmaktayım. Çünkü bu red işlemine karşı yapılabilecek olan, bir avukatın tüm
Türkiye’de görev yapabileceği yolundaki savunma bana yeterli gelmemektedir.
Herkesin bildiği bir gerçek, büronuz nerede ise temel çalışma alanınız
orasıdır. İşte, emekli hakimin avukatlık için başvurusunun bu red nedenini de
içermemiş olması bence büyük bir noksanlıktır.
Avukatlık
Kanununun 14. maddesinin uygulanmasının gerekliliğini anlatabilmek için, 14
maddenin bir önceki halinin Anayasa Mahkemesi tarafından 15.10.2002 gün E
2002/309 E 2002/91 K sayılı kararına dayalı, iptali aşamasında, iptal kararında
yer alan şu cümleleri sizlere aktarmak isterim “ Hukuk devletinin olmazsa olmaz
koşulu olan bağımsız yargı gücü, günümüzde temel hak ve özgürlüklerin olduğu
kadar kamu düzeninin korunmasının da güvencesidir. Yargının bağımsızlığının
amacı ise, bireylere her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak
kalınarak adaletin dağıtılacağı güven ve inancını vermektir. Bu bağlamda,
Anayasa’nın 138. maddesinde düzenlenen objektif bağımsızlık da yargılama
çalışmalarında hakimlerin hiçbir etki altında kalmamaları gereğine
dayanmaktadır.
Taraflardan
birinin davasını üstlenen bir avukatın kısa bir süre önce o mahkemede hakim
veya savcı olarak görev yapmış olması, karşı tarafta ve toplumda kuşku ve
rahatsızlık yaratabilir. Yargıya bir etkinin yapılması kadar, yapılabilmesi
olasılığı da adaleti olumsuz yönde etkileyerek sonuçta yargı bağımsızlığını
zedeler.”
Yukarıda
yer alan Anayasa Mahkemesi kararı söz konusu sınırlamanın yargının bağımsızlığı
için vazgeçilmez olduğunu açıkça dile getirmektedir. Eğer yargının
bağımsızlığına inanıyorsak, anayasa çalışmalarını eleştirmek ve/veya yeni
kurallar peşinde koşmak yerine var olan somut önleyici kuralları hayata
geçirmenin daha doğru olduğunu düşünmekteyim. Bu nedenle de bu maddenin bir an
önce uygulanması gerektiğine inandığımı bir kez daha dile getirmekteyim. (Daha
önce inisiyatif.net adlı sitede bu konuda iki ayrı yazımın yayınlandığını, aynı
yazıların ender dedeağaç adlı blogumda da yer aldığını hatırlatmak isterim )
Bir
grubun liderliğini üstlenen kişinin ilk işi, o grubun ilk gereksinimlerini
karşılamaktır. Avukat da bir ansan olduğu gibi tüm insanlar gibi onunda ilk
gereksinimi, yaşaması için gerekenleri sağlamaktır. Yani yeme/içme
gereksinimini karşılamaktır. O halde tüm baro başkanları ve birlik başkanı bu
maddeyi uygulayarak emekli hakim ve savcılar tarafından oluşturulan haksız
rekabeti önlemek ve meslektaşlarıma karşı birincil görevini gerçekleştirmek
zorundadır. Kanımca, bu görev, stajyere kredi ya da burs vermeden daha önce
gelmesi gereken bir görevdir.
Avukatlık
Kanununda bu maddeye aykırı davranma için, özel bir yaptırım getirilmediğini
gördüm. Yargı bağımsızlığının yıkan bir uygulama için bir yaptırım getirilmemiş
olması büyük bir hatadır. Ancak, çözümsüzlük değildir. Bir defa bu davranış
yani, her hangi bir şekilde alınmış bir avukatlık ruhsatı ile örneğin bir başka
ilden alınmış avukatlık ruhsatı ile emeklilikten önce görev yaptığı yargı çevresinde
avukatlık yapan kişi, öncelikle disiplin suçu işlemiştir. Kendisine disiplin
cezası verilir ve tekrarı ile artırılarak meslekten çıkarma dahil olmak üzere
tüm yaptırımlar uygulanılır. Ayrıca, benim kanıma göre, burada ki sınırlama
işten yasaklama anlamına gelmektedir. Bu nedenle de Avukatlık Kanununun 63.
maddesinde belirtilen idari para cezasının uygulanması gerekmektedir.
Bu
yazıyı hazırlarken, eski yazıma baktım. Avukatlık Kanununun 14. maddesinde
23.01.2008 tarihli 5728 sayılı Kanununun 327. maddesi ile değişiklik
yapıldığını gördüm. Değişikliği görebilmek için, Yetkin yayınevi tarafından
2011 tarihinde basılan Hakan Pekcanıtez ve arkadaşlarının hazırladığı HMK adlı
yapıta, kazancı bilgi bankasına, TBB nin sitesinde yer alan Avukatlık Kanununa
baktım. Hiç birinde 14 madde değişikliğinin işlenmediğini gördüm. Adalet
Bakanlığı sitesine bağlı olarak çalışan Ankara Barosu sitesinde ise değişikliğin
yer aldığını gördüm. Bu bana iki şeyi tekrar öğretti, eğer bir kanundan
yararlanmak istiyorsan, birden fazla kaynaktan kontrol et. Ayrıca, Avukatlık
Kanunu 14 maddesi benim dışımda pek az insanı ilgilendiriyormuş ki, birden
fazla kaynaktan yer almaması bunca zamandır kimseyi ilgilendirmemiş.
Gelelim
ikinci olaya, olayın detaylarını bilmediğimden olay hakkında yorum yapmak
hakkına sahip değilim. Ancak, daha önce de izlediğim hatta bizzat yaşadığım bir
şeyin tekrarını gördüm. Adalet Bakanlığı, ister avukatlar için isterse hakim ve
savcılar için vermiş olduğu kararlardan ötürü kendisine karşı açılan yada kendisinin
açtığı davalarda, kendisini ne avukat aracılığı ile ne de hukuk müşaviri
aracılığı temsil ettirmemektedir. Adalet Bakanlığında görevli kişilerin hakim
ve savcı kökenli olduğunu düşündüğümüzde, bu davranışın meslektaşlar arasındaki
uyuşmazlıklarda uygulanmasının, mesleğin mensuplarına karşı olumsuzluk olduğu
düşüncesine sahibim, bu nedenle bu davranışın en azından benim tarafımdan
yadırgandığının bilinmesini isterim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder