Av.
Ender DEDEAĞAÇ
Stj.
Av. Oğuzhan SAPAN
I. İÇİNDEKİLER
I. İÇİNDEKİLER
II. KISALTMALAR
III. YÖNETİM KURULU
A. YÖNETİM
KURULUNUN OLUŞUMU
1. Seçilme
2. Azil
B. BELİRLİ
GRUPLARIN YÖNETİM KURULUNDA TEMSİL EDİLMESİ
C. YÖNETİM
KURULU ÜYELİĞİNE ENGEL HALLER
1. Kanundan
Kaynaklanan
2. Esas
Sözleşmeden Kaynaklanan
D. YÖNETİM
KURULUNUN TOPLANMASI VE KARAR ALMASI
E. YÖNETİM
KURULU KARARLARIN GEÇERLİLİK KOŞULU
F. YÖNETİM
KURULU KARARLARININ SAKATLIĞI
G. YÖNETİMİN
DEVRİ
H. TESCİL
VE İLAN ŞARTI
IV. YÖNETİM
KURULUNUN HAK VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
A. YÖNETİM
KURULUNUN HAKLARI
1. Bilgi
Alma ve İnceleme Hakkı
2. Yönetim
Kurulu Üyelerinin Mali Hakları
B. YÖNETİM
KURULUNUN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
1. Özen
Borcu
2. Sır
Saklama Yükümlülüğü ve Rekabet Yasağı
3. Şirketle
İşlem Yapma ve Şirkete Borçlanma Yasağı
4. Müzakereye
(Toplantıya) Katılma Yasağı
V. YÖNETİM
KURULU ÜYELERİNİN SORUMLULUĞU
A. HUKUKİ
SORUMLULUK
1. Genel
Olarak
2. Sorumluluk
Halleri
3. Birlikte
Sorumluluk (Farklılaştırılmış Teselsül) ve Sorumluluktan Kurtulma
4. İspat
Yükü
5. İbra ve
Sulh
6. Yönetim
Kurulu Toplantısına Katılmayan Üyenin Alınan Karardan Ötürü Sorumluluğu
7. Yeni
Yönetim Kurulu’nun Eski Yönetim Kurulu’nun Karar ve Eylemlerinden Sorumluluğu
8. Yönetim
Kurulunun Sorumluluğu Açısından Ultra Vires Kuralı
9. Zamanaşımı
10. Ceza
Davasının Tazminat Davasına Etkisi
11. Yetkili
Mahkeme
B. CEZAİ
SORUMLULUK
C. VERGİ
HUKUKUNDAN VE KAMU ALACAKLARINDAN DOĞAN SORUMLULUK
VI. TİCARİ
MÜMESSİL VE VEKİLLER
VII. KAYNAKÇA
II. KISALTMALAR
AATUHK : 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun
AB : Avrupa Birliği
AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
C. : Cilt
CMK : 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu
dn. : Dipnot
EBK : 818 sayılı Borçlar Kanunu
E. : Esas
E.T. : Erişim Tarihi
ETTK : 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu
HD. : Hukuk Dairesi
HMK : 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
HMUK : 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu
K. : Karar
LHD : Legal Hukuk Dergisi
MK : 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu
R.G : Resmi Gazete
s. : Sayfa
S. : Sayı
SGK : Sosyal Güvenlik Kurumu
SPK : 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu
SPKur : Sermaye Piyasası Kurulu
T. : Tarih
TBBD : Türkiye Barolar Birliği Dergisi
VUK : 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu
Y. : Yıl
YBK : 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu
YGHK : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
YTTK : 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu
III.
YÖNETİM KURULU
Daha önce gerek TTK tasarısını,
gerekse 6102 sayılı TTK’yı dikkate alarak anonim şirketlerin yönetim
kurullarına ilişkin edindiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmıştık. Bu kez yönetim
kurulu üyelerinin sorumluluklarını dikkate alan bir çalışmayı bilginize sunmak
istiyoruz.
Bilindiği gibi, yönetim kurulları MK
hükümleri doğrultusunda organ yapısına sahip olup, şirketin yönetiminden
sorumlu olduğu gibi dışa karşı temsilini de sağlamaktadır. Bu niteliğinden
ötürü şirket adına hak kazanan ve borç altına giren eylem ve işlemler de
yönetim kurulları tarafından gerçekleştirilmektedir.
Soykan’a göre[1], “…
yönetim, bir anlamda şirketin üretim ve pazarlama organizasyonu ile finansman
planlamasını, muhasebenin yapılandırılıp tutulmasını, personel yönetimini ve
araştırma ve geliştirmeyi kapsarken, diğer anlamda da müdürler, şefler ve diğer
görevlilerin bütününü ifade etmektedir. Yani yönetim kavramı iki anlamdadır. Bir
anlamıyla yönetim, yapılan yönetsel işlemler bütününü ifade ederken, diğer
anlamıyla da anonim şirket yönetsel organizasyonunu (ve bu bağlamda
personelini) ifade etmektedir.”
Yine aynı yazara göre, “… tasarı üst düzey yönetim kavramına yer vererek, bir anlamda şirket
işlerinin çevrilmesi için gerekli gündelik işlerin, yönetim kurulunun öncelikli
görevi olmadığını ifade etmektedir.” Yazarın tasarı üzerinde yaptığı bu
inceleme, tasarının 375. maddesinin aynen yasalaşması nedeniyle bugün de
geçerliliğini korumaktadır.
Aynı yazar, yönetim kurulunun gerçek
sorumluluğu, üst düzey yönetim için söz konusu olmalı, gündelik işler için
sorumluluk profesyonellere bırakılması gerektiğini ifade etmektedir. Biz bu
fikre katılmakla birlikte ilave olarak yönetim kurulunun profesyonellerin
atanmasındaki özen borcundan kaynaklanan sorumluluğunun varlığına işaret etmek
isteriz.
A.
YÖNETİM KURULUNUN OLUŞUMU
1. Seçilme
ETTK’nın 312. maddesi gereğince yönetim
kurulları en az üç gerçek kişinin genel kurul tarafından seçilmesiyle oluşmaktaydı.
Yeni yasamızın 359/1 maddesine baktığımızda yönetim kurulu üye sayısının bir
kişi olması mümkündür. Bunun nedeni söz konusu maddenin gerekçesinde şöyle
açıklanmıştır: “Bunun sebebi, bir taraftan,
sistemde tek paysahipli anonim şirkete yer verilerek birçok AB ülkesinin aynı
kuralı uygulamakta olması dolayısıyla AB hukuku ile uyum sağlanması, diğer
taraftan da, küçük anonim şirketler ile ana şirketlerde, daha kolay yönetme
yöntemlerinin uygulanmasına olanak tanınmasıdır.”
YTTK, ETTK’dan ayrılarak yönetim kurulu
üyesinin ve/veya üyelerinin tüzel kişi olabileceklerini de kabul etmektedir.
Tüm bunların yanı sıra YTTK 359/1 maddesi doğrultusunda gerçek veya tüzel kişi
yönetim kurulu üyelerinin şirket paysahibi olması zorunluluğu ortadan
kaldırılmıştır.
Kırca’ya göre[2],
“… esas sözleşmeye konulacak bir hükümle
yönetim kurulu üyelerinin gerçek kişi olması şartı getirilebilir.” Ancak bu
fikre katılmak mümkün değildir. Çünkü yönetim kurullarında tüzel kişilerin yer
alması, YTTK ile kabul edilmiş devrim niteliğinde bir yaklaşımdır. Yazarın bu
fikri söz konusu yeni yaklaşımı ortadan kaldıracak niteliktedir. Ayrıca, yasa profesyonel
olarak yöneticiliği gaye edilmiş, paydaş olmayan tüzel kişiliklerin de yönetim
kurulunda görev almasını amaçlamıştır. Yazar gibi düşündüğümüz takdirde buna
muvazaa yoluyla hükümler koymak mümkün olacaktır.
Buraya kadar
anlattığımız yasalaşmalara dikkat ettiğimizde tek ortaklı anonim ve limited
şirketlerini benimseyen Ticaret Kanunu buna paralel olarak tek kişiden oluşan
yönetim kuruluna da onay vermiştir. Üstelik bu tek kişilik anonim şirketlerde
bu tek kişiden oluşan paydaşın tüzel kişi olması olanağını tanıyan yasa aynı,
ilkeyi yönetim kurulunun oluşumuna da taşımış ve tek kişilik yönetim kurulu
üyesinin tüzel kişi olabileceğini benimsemiştir. YTTK bu yeniliğin yanı sıra,
ortak olmayan tüzel kişinin de yönetim kurulunda görev alabileceğini kabul
etmiştir. Yasakoyucunun bu kabulü ile profesyonel olarak hizmet veren gerçek
kişi yöneticilerin ve de yöneticilik konusunda uzmanlaşmış tüzel kişilerin
şirket yönetiminde görev almasının önü açılmıştır. Bu husus 359. maddenin
gerekçesinde de şöyle yer bulmuştur: “Bu madde
ile, yönetim kurulu üyelerinin ayrıca, paysahibi olmalarına ilişkin 6762 sayılı
Kanunda öngörülmüş bulunan (gereksiz) zorunluluk kaldırılmıştır. Böylece hem az
ortaklı anonim şirketlerde çok üyeli yönetim kurulu oluşturulmasına olanak
tanınmış, hem de yapay hile-i şer'iye olan çözümlere başvurulmadan, uzman ve
profesyonel yönetim kurullarının kurulabilmesinin yolu açılmıştır.”
Yasa koyucunun profesyonel tüzel kişilerin şirket yönetim
kurullarında yer almasını sağlarken, söz konusu tüzel kişilerin sorumluluk
taşımasını da arzu etmiştir. İşbu nedenle ETTK 312 maddesinde yer alan tüzel
kişi temsilcisi olarak ya da tüzel kişinin önerdiği kişi olarak genel kurul
tarafından yönetim kurulu üyeliğine seçilen kişilerin sadece şahsi
sorumlulukları söz konusu olmasına karşın, YTTK 359 yönetimde tüzel kişilerin
yer alabileceğini ve tüzel kişilerin de sorumlu olacağı ilkesini benimsemiştir.
“Amme
hükmi şahıslarının iştiraki” başlıklı 275. maddede yer alan hüküm, YTTK
334. maddesinde de yer almaktadır. Gerek ETTK, gerek YTTK’da işletme konusu
anonim şirketlerde, esas sözleşmede öngörülmesi şartıyla, paysahibi olmaları
şartı aranmaksızın devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu
tüzel kişilerine yönetim kurulunda temsilci bulundurmak hakkı tanınabilir. Yine
ETTK’da olduğu gibi bu kamu tüzel kişileri tarafından şirket yönetim kuruluna
atanan temsilcilerin görevden alınabilmeleri de bu kamu tüzel kişileri
tarafından gerçekleştirilir. ETTK’da olduğu gibi bu temsilciler söz konusu
anonim şirketin seçimle gelen yönetim kurulu üyelerine tanımış olan hak ve
görevler bu temsilciler için de geçerlidir. Ancak, bu temsilcilerin şirkete ve
onun alacaklarına ve pay sahiplerine karşı bir sorumlulukları doğmuş ise,
eskiden olduğu gibi, atayan kamu tüzel kişisi bu zarardan sorumludur. Elbette
tüzel kişinin rücu hakkı saklıdır.
ETTK’ya göre özel hukuk tüzel kişilerinin
temsilcilerinin şirkete, ortaklarına ve de alacaklılarına vermiş oldukları
zarardan ötürü, temsil ettikleri şirket yerine, sadece yönetim kurulu
üyelerinin sorumluluğuna ilişkin ilkeden dönülmüştür. YTTK 359. maddesi özel
hukuk tüzel kişilerinin yönetim kuruluna seçilebilmek için temsilci önermesi
yerine, kendisinin atanmasına olanak verdiğinden ötürü, yeni yasada artık
temsil edilen özel hukuk tüzel kişisi de kamu tüzel kişisi gibi sorumlu hale
getirilmiştir.
YTTK 359. maddesine göre yönetim kurulu üyelerinin seçilmeleri genel kurul
kararıyla olabilmektedir. Bu temel kuraldır, ancak yine aynı maddeye göre
şirket esas sözleşmesiyle yönetim kurulu üyesi atanabilir. Özellikle kuruluş
aşamasında bu yöntem şirketin işlerliğine kolaylık getirdiği için tercih edilen
bir sistemdir. Bu aşamada ETTK 315, YTTK 363. maddesinde yer alan yönetim
kurulunda istifa, ölüm vb. nedeniyle boşalmanın yönetim kurulu tarafından
tamamlanabileceğiyle ilgili maddenin aynen muhafaza edildiği görülmektedir.
Tamamlama yöntemi istisnai bir durumu gündeme getirmektedir. Bu yöntem sadece
yönetim kurulu üyesinin ölümü, istifası ya da yönetim kurulu üyesi seçilmenin
ya da kanundan veya özel sözleşmelerden kaynaklanan nitelikleri kaybetmesi
halinde uygulanacak bir maddedir. Bu maddenin uygulanabilmesi için yönetim kurulu
üyeliğinde bir boşalma meydana gelmesi aynı zamanda yönetim kurulunun sirküler
yoluyla ya da fiilen toplantı yaparak karar alması gerekir. İki koşul bir araya
geldiğinde yönetim kurulu kararıyla boşalan yönetim kurulu üyeliğine atama
yapılabilir. Ancak bu uygulama yapılırken yönetim kurulu üyeliklerinde toplu
boşalma meydana gelmişse örneğin şirketin tüm hisseleri yeni ortaklara
devredilmiş ve yönetim kurulu tamamen değişecek ise bu yolun uygulanması, yani
yönetim kurulu kararıyla yeni yönetim kurulunun oluşturulması kanuna karşı hile
oluşturacağı için sakıncalıdır. Zaman zaman uygulamada toplu boşalmalarda sanki
toplu boşalma yokmuşçasına üyeler tek tek istifa ettirilmekte ve de aynı gün
yarımşar saat arayla yeni üyeler seçilerek genel kurula gitmeksizin yeni
yönetim kurulu oluşturulmaktadır. İşte kanuna karşı hile dediğimiz nokta budur.
Atanan yönetim kurulu üyesi, yerine atandığı
yönetim kurulu üyesinin görev süresini tamamlar. Atanan bu yönetim kurulu
üyesinin ilk genel kurulda onaylanması gerekir. Burada sözü edilen genel kurul
tarafından onama işlemi genel kurulun yapılmaması nedeniyle gerçekleşmemesi
halinde atanan yönetim kurulu üyesi diğer yönetim kurulu üyesi yapılan
toplantıya kadar görevine devam eder[3].
Yönetim kurulu tarafından tamamlama yoluyla yapılan
atamalarda ise, yönetim kurulunun diğer konularda uymak zorunda olduğu YTTK’nın
390/1’de hükme bağlanmış olan, karar ve toplantı nisabına uygun olarak
ekseriyetle toplanılmalı ve toplantıya katılanların ekseriyetiyle karar verilmelidir.
Elbette ana sözleşmede bu konuda ağarlaştırılmış toplantı ve karar nisabı
belirlenmiş ise ona uyulmalıdır. Yönetim kurulu tarafından yapılan tamamlama
atamalarında atanan üyenin yasanın ve ana sözleşmenin aradığı koşulları
taşıması, hatta esas sözleşmede belirli bir pay grubuna belirli gruplara veya
imtiyaz tanınmış gruplara ilişkin özel düzenleme varsa bunlara da uymak
gerekecektir.
Yönetim
kurulu üyeleri ETTK 314, YTTK 362 gereğince en çok üç yıl için seçilecektir.
Esas sözleşmede aksine hüküm yoksa bu kişiler yeniden yönetim kurulu üyeliğine
seçilebilecektir. Yargıtay kararlarına göre, üç yılın sonunda yönetim kurulu
üyeliği doğrudan düşeceğine ilişkin hüküm olmadığına göre, yeni yönetici
seçilene kadar mevcut yönetim kurulu üyeleri göreve devam ederler[4].
Yönetim
kurulu üyeleri YTTK 364 gereğince esas sözleşmeyle atanmış olsalar dahi,
gündemde ilgili bir maddenin bulunması veya gündemde madde bulunmasa bile haklı
bir sebebin varlığı halinde, genel kurul kararıyla her zaman görevden
alınabilirler. Bu madde ETTK döneminde Yargıtay kararlarında farklı tarihlerde
ve değişik yönde sonuca bağlanan yönetim kurulu üyelerinin görevden alınması ve
gündeme bağlılık sorununu çözerek hükme bağlamıştır. Buna göre kural, bir
üyenin görevden alınabilmesi için gündemde hüküm bulunmasıdır. Ancak haklı
sebepler varsa bu halde gündeme bağlılık aranmayacaktır. Hükmün gerekçesinde bu
haklı sebeplere şu örnekler verilmiştir. “Inter
alia, yolsuzluk, yetersizlik, bağlılık yükümünün ihlali, bir çok şirkette
üyelik sebebiyle görevin ifasında güçlük, geçimsizlik, nüfuzun kötüye
kullanılması haklı sebeptir. Sadece politik nitelik taşıyan bir sebep,
özellikle bilgisi ve ehliyeti ile yararlı olan bir üye yönünden haklı sebep
oluşturması ratio legis’e uymayabilir.”
Kurul
halinde görev yapması benimsenen yönetim kurulu, her yıl bir başkan ve başkanın
bulunmadığı zamanlarda ona vekâlet etmek üzere en az bir başkan vekili seçer.
Bu hüküm YTTK 366. maddesinde yer almaktadır. Söz konusu madde ETTK 318.
maddesiyle benzerlik göstermekte ise de, iki açıdan farklı yapıya sahiptir.
Bunlardan birincisi, ETTK hükmüne göre başkan yardımcısının bir kişi olması
ilkesi benimsenmiş ve uygulama da bu yönde gelişmiştir. Diğer bir anlatımla
ticaret sicil müdürlükleri, görev dağılımında başkan yardımcısının birden fazla
kişi olmasını yasaya aykırı kabul etmekteydi. Yeni yasa gerekçesinde de
açıklandığı gibi, bu sakıncayı ortadan kaldırabilmek için “en az bir başkan vekili seçer.” Hükmüne madde içinde yer vermiştir.
Böylece maddenin yapısı gereği birden fazla başkan vekili seçmek mümkün
olacaktır. İkinci farklılık ise YTTK’ya göre şirket esas sözleşmesinde başkan
veya başkan vekilinin genel kurul tarafından seçileceğine dair hüküm
içerebilecek olmasıdır. Her ne kadar ETTK’da böyle bir yasak yok ise de,
ETTK’nın 318. maddesi uygulamada görev dağılımının yönetim kurulu tarafından
yapılacağı ilkesini benimsemiş ve bu nedenle de esas sözleşmede genel kurul
tarafından bir atamaya rastlanmamıştır.
11. HD.’nin,
7.4.1980, E. 1980/1714, K. 1980/2024 sayılı kararı incelendiğimizde yönetim
kurulu üyelerinin genel kurul tarafından ibra edilmemiş olmalarının yeniden
seçilmelerine olmayacağının ifade edildiğini görmekteyiz.
2. Azil
Yönetim kurulu üyesi YTTK doğrultusunda gündeme bağlılık ilkesi
olmaksızın genel kurul tarafından azledilebilir. Yeni yasa bu hükmü getirerek
eski yasa dönemindeki karmaşayı önlemek istemiştir[5].
YTTK tüzel kişilerin yönetim kuruluna kendilerini temsil etmek için bir
gerçek kişiyi görevlendirileceğini ve bu kişinin tescil ve ilan edileceğini
hüküm altına almıştır. Bu kişilerin görevden alınması söz konusu tüzel kişinin
yetkisindedir. Ancak, genel kurulun tüzel kişi tarafından atanan bu üyenin
değiştirilmesini haklı sebeplerin varlığı halinde talep hakkı olduğunu
savunmaktayız[6].
Burada hatırlanması gereken bir başka olay ise pay sahibi olmaksızın esas
sözleşmede yer alan hüküm nedeniyle yönetim kuruluna kamu tüzel kişilerinden
katılan üyenin azli olayıdır. Böylesi bir azil söz konusu olduğunda atamayı
yapan yönetim kurulunun yetkisi olduğu gibi, genel kurulun da azille
yetkilendirildiği belirtilmektedir[7].
Ancak bizim kişisel kanımıza göre ve ETTK’da yer alan açık hüküm nedeniyle
burada da aynen pay sahibi tüzel kişi temsilcisi yönetim kurulu üyesine
uygulanan yöntemine uygulanması yani yönetim kurulunun sadece haklı sebeplerle
varlığı halinde kabulü gerekir.
B.
BELİRLİ GRUPLARIN YÖNETİM KURULUNDA TEMSİL EDİLMESİ
Belirli grupların yönetim kurulunda temsil edilmesi, YTTK 360’da ilk kez
yer almaktadır. Bu hükmün uygulanabilmesi için esas sözleşmede bu konuda bir hükmün
yer alması önkoşuldur. Maddede, esas sözleşmede ya yönetim kurulu üyesinin bu
belirli gruplar arasından seçileceği ya da bu grupların yönetim kurulu üyeliği
için aday gösterebileceği hükmüne yer verilmektedir. Eğer böylesi bir şart esas
sözleşmede yer alıyorsa, belirli bir grup oluşturan paysahipleri, belirli pay
grupları ya da azlık esas sözleşmede belirtilen koşullarla yönetim kurulu üyesi
seçebileceği gibi aday da gösterebilir. Eğer, esas sözleşmede böylesi bir hüküm
varsa genel kurul bu hükme uygun davranmak zorundadır.
Eğer şirket, halka açık anonim şirket ise YTTK 361 doğrultusunda seçilen
yönetim kurulu üyelerinin sayısı, yönetim kurulu toplam üye sayısının yarısını
aşamaz.
Bu maddenin doğru anlaşılabilmesini sağlamak açısından madde gerekçesi de
incelenmelidir[8].
C.
YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİNE ENGEL HALLER
1. Kanundan Kaynaklanan
Kanun
öncelikle YTTK 359/3 hükmü gereğince yönetim kurulu üyesinin tam ehliyetli
olmasını aramıştır. Ayrıca YTTK 359/4’te de yönetim kurulu üyeliğini
sonlandıran hallerin üyeliğe seçilmeye de engel olacağı belirtilmiştir. Bunlar
da 363/2’de “yönetim kurulu üyelerinden
birinin iflasına karar verilir veya ehliyeti kısıtlanır ya da bir üye üyelik
için gerekli kanuni şartları yahut esas sözleşmede öngörülen nitelikleri
kaybederse, bu kişinin üyeliği, herhangi bir işleme gerek olmaksızın
kendiliğinden sona erer” şeklinde ifade edilmiştir.
Kanun her ne
kadar okuma yazmanın bir şart olduğunu zikretmemiş ise de tam ehliyetli bir
kişinin okuma yazma bilmemesi halinde şirket belgelerini, en azından yönetim
kurulu karar defterini imzalamasının mümkün olamayacağından ötürü bu koşulun
varlığını kabul etmek gerekecektir. Çünkü HMUK’ta 297. maddede yer alan “… bundan başka imza vaz’ına muktedir
olamıyan veya yazı bilmiyen şahsın heyeti ihtiyariye ve mahallince maruf iki
şahıs tarafından tasdik edilmiş ve el ile yapılmış bir işaret veya mühür
istimal etmesi caizdir.” hükmü HMK ile kaldırıldığı için okuma yazma
bilmeyen kişinin imzalamış olduğu bir belge ancak HMK 206/1 maddesi
doğrultusunda noterler tarafından düzenlenme şeklinde oluşturulacaktır. Bir
yönetim kurulu kararının noter tarafından düzenleme şeklinde oluşturulması
ilimsel açıdan ne kadar doğrudur bilemiyoruz ama pratik açıdan olanaksıza
yakındır. İş bu nedenle yönetim kurulu üyeliğine seçim yapılırken üyelerin
okuma yazma bilmelerinin şart olarak aranması gerektiğine inanmaktayız.
Kişi
ehliyetli fakat okuma yazma bilmesine rağmen, herhangi bir durumdan dolayı imza
atmasına engel uzuv kaybına sahipse bu kişiler mühür, parmak izi ya da bir alet
kullanarak imza atmak istediklerinde ise HMK 206/1 doğrultusunda belge, noter
tarafından düzenleme şeklinde oluşturulmalıdır. Bu da yukarıda söylediğimiz
gibi pratik açıdan mümkün değildir.
Bu olayı bir
de görme engelliler açısından değerlendirirsek, YBK 15/2 doğrultusunda tanık
huzurunda ya da görme engellinin beyanı doğrultusunda tanıksız olarak
imzalanması mümkündür. Bu maddenin uygulanırlığı kanımızca pratik yaşamla
çelişkilidir.
İmzayı
düzenleyen YBK 15/2’ye baktığımızda imzanın el yazısıyla atılması
gerekmektedir. Kanunda imzanın taşıyacağı nitelikler konusunda herhangi bir
hüküm bulunmamaktadır. Ancak Soyadı Nizamnamesi’nin 2. maddesinde “Söyleyişte, yazışta, öz ad
önde, soyadı sonda olmak üzere bütün harfleri söylenerek veya yazılarak kullanılabileceği
gibi söyleyişte ve yazışta öz adsız yalnız soyadı kullanılabilir ve imzada öz
adın ilk harfi, öz ad iki tane ise her ikisinin ilk harfleri veya birinin ilk
harfi ile öteki ad ve soyadının tümü yazılabilir. İki soyadı olan kadın her iki
soyadını birlikte kullanır.” ifadesi yer almaktadır[9].
Yukarıda da
söylediğimiz gibi, yönetim kurulu üyelerinin paysahibi olmalarına ilişkin
gereklilik ortadan kaldırılmıştır. Böylelikle az ortaklı anonim şirketlerde çok
üyeli yönetim kurulu oluşturulmasına olanak tanınmış, yapay, hile-i şer'iye
olan çözümlere başvurulmadan, uzman ve profesyonel yönetim kurullarının
kurulabilmesinin yolu açılmıştır.
YTTK 359/1-c.2’de ise yönetim kurulunda
temsile yetkili olan en az bir üyenin yerleşim yerinin Türkiye olması gerektiği
hüküm altına alınmıştı. Gerekçede bunun sebebi işlem kolaylığını sağlamak,
hukukî ve cezaî sorumluluğa ilişkin hükümlere uygulanabilirlik kazandırmak ve
şirketin, paysahiplerinin ve alacaklıların menfaatlerini korumak olarak
gösterilmişti. Fakat söz konusu şart, YTTK’yı değiştiren 6335 sayılı kanun ile
kaldırılmıştır.
YTTK’nın en radikal değişikliklerinden
birini de yönetim kurulu üyelerinin dörtte birinin yükseköğrenim görmüş olması
zorunluluğu oluşturmaktaydı. (YTTK 359/3) Önceki kanunumuzda yönetim kurulu
üyelerinin eğitimleriyle ilgili hiçbir şart aranmazken, yeni kanunumuz köklü
bir değişiklik ile yükseköğrenim şartı koymuştu. Fakat bu şart tek üyeli
yönetim kurullarında uygulanmayacaktı. Bu şart da 6335 sayılı kanunla
kanunumuzdan çıkarılmış olup, bundan böyle yönetim kurulu üyesi için
yükseköğrenim şartı kaldırılmıştır.
YTTK 359. maddenin son fıkrasına göre,
yönetim kurulu üyeliğini sona erdiren sebepler seçilmeye de engeldir. Böylece
mahkeme kararları ve öğretide hâkim olan görüş kanunlaştırılmıştır. Bu fıkra
YTTK 262/1, 263/2, 263/3 ile birlikte değerlendirildiğinde kişinin yönetim
kurulu üyesi olduğu sırada yönetim kurulu üyesi seçilme şartlarını kaybettiği
takdirde yönetim kurulu üyeliğinin kendiliğinden düşeceğini söyleyebiliriz.
YTTK’nın anonim şirketlerle ilgili en
dikkate değer değişikliklerinden birinin de ETTK m. 315’de sayılan suçlardan
mahkûm olmuş kişilerin yönetim kurulu üyesi seçilemeyeceği ile ilgili olan
kısmın yeni YTTK’ya alınmamış olmasıdır. Gerekçede bu konuda herhangi bir
açıklama olmamasına rağmen yüz kızartıcı suçlar diye nitelendirebileceğimiz
suçların bundan böyle yönetim kurulu üyesi seçilme veya yönetim kurulu
üyeliğinden düşmeye neden olmayacağı anlaşılmaktadır. Ancak Tekinalp’e[10]
göre, ceza kanunları mahkûmiyetin sonuçlarını zaten düzenlediğinden, bunlar da
yönetim kurulu üyeliğine engel oluşturduğundan ve ayrıca yönetim kurulu
üyeliğini sona erdirebilen daha birçok suç varken bunların bir kısmını kanunda
belirtmek yersiz olduğundan söz konusu suçlar kanuna alınmamıştır. Moroğlu[11]
ise aksi görüş olarak bunun bir hukuk boşluğu olduğu ve suçların sayılmasının
uygulamada emniyeti sağlayacağını belirtmiştir. Bizim kişisel görüşümüz
Moroğlu’dan yanadır. Çünkü şirket yönetimi hala hukuk eğitimi almamış kişilerin
elindedir. Onlardan böylesi bir yorum beklemek yanlıştır.
2.
Esas Sözleşmeden Kaynaklanan
YTTK’nın
363/2 maddesinden de anlaşılabileceği gibi esas sözleşmede yer alan engelleyici
koşullar da dikkate alınmak zorundadır. Örneğin sadece 35 yaş üstündeki
kişilerin yönetim kurulu üyesi olabileceği gibi somut ve objektif bir şart
getirilebilir.
D.
YÖNETİM KURULUNUN TOPLANMASI VE KARAR ALMASI
Yönetim kurulunun toplantı ve karar nisabını
düzenleyen YTTK 390/1 maddesi ETTK’nın 330. maddesinden ayrılmıştır. Bilindiği
gibi ETTK 330. maddesinde toplantı yeter sayısı “azaların en az yarısından bir fazlasının hazır olması” şartına
bağlanmıştı. Yarısından bir fazlası şartı Yargıtay kararlarında yer alan “buçuk insan olmaz, tama tamamlanması
gerekir” görüşü nedeniyle özellikle az sayıda üyeden oluşan yönetim
kurullarında, örneğin üç üyeli bir yönetim kurulunda toplantı yeter sayısının
üç olmasını zorunlu hale getirmekteydi. YTTK bundan ayrılmış “üye tam sayısının çoğunluğuyla toplanır”
kuralını benimsemiştir. Bu yenilik, toplantı yeter sayısı için kolaylık
getirdiği gibi, “yarım insan olmaz”
ilkesinden kaynaklanan birçok problemi ortadan kaldıracak niteliktedir.
Yukarıda
ifade ettiğimiz toplantı yeter sayısı kanunla belirlenmiş asgari orandır.
Yasanın hükmü gereği esas sözleşme ile toplantı yeter sayısı ağırlaştırılmış
olarak kararlaştırılabilir. Bu ilke aşağıda inceleyeceğimiz karar yeter sayısı
için de geçerlidir. Diğer bir anlatımla, esas sözleşme ile YTTK 390/1’de yer alan
toplantı ve karar nisapları ağırlaştırılmış olarak benimsenebilir.
Yönetim
kurulunun karar yeter sayısı, yine aynı madde doğrultusunda, eğer esas
sözleşmede ağırlaştırılmış bir sayı belirtilmemişse “hazır bulunan üyelerin çoğunluğu” ile oluşacağı kabul edilmiştir.
YTTK 390/3
oyların eşitliği halini hükme bağlamış ve “oylar
eşit olduğu takdirde o konu gelecek toplantıya bırakılır, ikinci toplantıda
eşitlik olursa söz konusu öneri reddedilmiş sayılır” hükmünü getirmiştir.
Bu hüküm ETTK 330 ile aynıdır.
Yine ETTK
330. maddesine paralel bir şekilde 390/5 yönetim kurulu kararlarının
geçerliliğini yazılıp imza edilmiş olma şartına bağlamıştır.
Yukarıda
aktarmış olduklarımız yönetim kurulu toplantılarının fiilen yapılması halinde
uygulanan kurallardır. Eğer yönetim kurulu toplantıları YTTK’nın verdiği
imkanla elektronik ortamda yapılacak ise, toplantı fiili toplantı gibi
değerlendirilecek ve yukarıda saydığımız ilkeler geçerli olacaktır.
Toplantı
ister fiilen, ister elektronik ortamda yapılsın YTTK 390/2 doğrultusunda “yönetim kurulu üyeleri birbirlerini
temsilen oy veremeyecekleri gibi, toplantılara vekil aracılığıyla
katılamazlar.” Bu fıkranın konulmasının nedeni, yönetim kurulu üyelerinin
yerine vekâleten başkalarının oy vermesi yahut toplantılara katılmasının,
yönetim kurulu üyelerinin seçilirken genel kurula verdiği güveni bir başkasının
veremeyeceği düşüncesidir.
Toplantıya
katılmayan üyenin kabul edilebilir bir mazereti olması gerekir. Toplantının yer
ve tarihinin belirtilmemiş olması makul bir mazerettir. Hatta böylesi bir
durumun varlığında söz konusu yönetim kurulu üyesi iptal gibi yasal haklarını
kullanabileceği kanısındayız. Bunun dışında sağlık nedenleri, başka bir yerde
olması, mazeretinin kalkacağı tarihi belirterek erteleme talep etmesi gibi nedenler
makul haller olarak kabul edilmelidir. ETTK’da toplantıya katılmayan üye, bir
sonraki toplantıda toplantı zaptını incelemek ve şirketin zararını gördüğü
kararları şirket denetçisine ihbar ile yükümlüydü. YTTK’da böyle bir yükümlülük
yoktur.
YTTK 390/4 ile
ETTK 330/2 birbirinin tekrarı niteliğindedir. Her ikisinde de toplantı
yapılmaksızın sirküler yoluyla yönetim kurulu toplantısının yapılabileceği
belirtilmektedir. Ancak YTTK, ETTK’ya göre konuyu daha detaylı olarak
düzenlemiştir. YTTK’ya baktığımızda “Üyelerden
hiçbiri toplantı yapılması isteminde bulunmadığı takdirde, yönetim kurulu
kararları, kurul üyelerinden birinin belirli bir konuda yaptığı, karar şeklinde
yazılmış önerisine, en az üye tam sayısının çoğunluğunun yazılı onayı alınmak
suretiyle de verilebilir. Aynı önerinin tüm yönetim kurulu üyelerine yapılmış
olması bu yolla alınacak kararın geçerlilik şartıdır. Onayların aynı kâğıtta
bulunması şart değildir; ancak onay imzalarının bulunduğu kâğıtların tümünün
yönetim kurulu karar defterine yapıştırılması veya kabul edenlerin imzalarını
içeren bir karara dönüştürülüp karar defterine geçirilmesi kararın geçerliliği
için gereklidir.” ifadesini görmekteyiz. Söz konusu hüküm yeterince açık
olduğu için ayrıca açıklama yapmaya gerek görmemekteyiz.
Sirküler
yoluyla yapılan toplantılarda yönetim kurulu üyeleri e-imza kullanabilirler.
Çünkü EBK 14, YBK 15. maddesi e-imza kullanmaya olanak tanımıştır.
BK
elektronik imza kullanmaya olanak tanıdığı gibi, YTTK 1527/1[12]
elektronik ortamda yönetim kurulu toplantılarının yapılmasına olanak
tanımıştır.
Yönetim
kurulu üyeliğinde, ölüm istifa ya da benzeri nedenle ayrılan üyenin yerine
atama yapılırken, yönetim kurulunun toplantısında toplantı ve karar nisabı
aşağıdaki kararlar doğrultusunda aranmayacaktır[13].
Yani var olan üyelerin toplanmasıyla bu yönde karar alınabilecektir. Söz konusu
kararlardan bir tanesinin özetini sunmakta yarar görmekteyiz. 11. HD.’nin
18.11.1982, 3558 E 4511 K ve 11. HD. 3.10.1985 gün 4821 E. 5036 K. sayılı
kararına göre “… Ne var ki TTK.nun
315/f-I maddesi hükmü anonim şirketi idare ve temsil etmek gibi çok önemli bir
işlevi olan yönetim kurulunun bazı üyelerinin ölmesi veya maddenin ikinci
fıkrasında öngörülen sebeplerden biriyle görevlerinin sona ermesi halinde
şirketin toplanacak ilk genel kurula kadar organsız kalmamasını sağlamaya
yönelik özel ve ayrık bir hüküm olduğu cihetle bu amaca uygun yorumlanmalıdır.
Yönetim Kurulunun TTK.nun 315/f-I maddesindeki geçici üye atama yetkisinin
kullanabilmek için mutlaka toplantı yeter sayısını haiz olması gerektiği
yolundaki lafzi ve dar yorum açılan üyelik nedeniyle geri kalan üyelerle
toplantı nisabının oluşmadığı hallerde anılan yasa hükmünün uygulama imkanını
ortadan kaldıracaktır. Özellikle anasözleşmede aksine hüküm bulunmadıkça
yönetim kurulunun TTK.nun 312/f-1 maddesi gereği üç kişiden oluşmasının olağan hali
teşkil ettiği nazarı itibare alındığında bir üyeliği açılan böyle bir yönetim
kurulunun diğer iki üyesinin açılan üyeliğe geçici atama yapamamasının TTK.nun
315/f-I maddesi hükmünün uygulama alanını Kanun koyucunun amacına aykırı
biçimde daraltacağı kuşkusuzdur. Diğer bir anlatımla kanun koyucu üç kişilik
yönetim kurulunun varlığını da gözönüne alarak bu hükmü getirmiştir. Şu halde
TTK.nun anılan hükmünü amacı doğrultusunda yorumlamak ve yönetim kurulunun
kalan üyeleri toplantı nisabını teşkile kafi gelmese bile karar nisabını
oluşturabildiği hallerde bu üyelerin geçici üye atayabileceğini kabul etmek
gerekir.” (11. HD. 8.2.1990 tarih 1989/5478 E ve 1990/708 K.) Ayrıca 11.
HD. 28.9.1992 T, 1991/2651 E, 1992/9331 K ve 11. HD. 19.9.1991 T, 1991/2331 E,
1991/4669 K sayılı kararlar da bu doğrultudadır. Tabii ki, yönetim kurulu
üyelerinden kalan üyelerin karar yeter sayısını oluşturmaması halinde ETTK 315
uygulanamayacaktır.
Bu kararları dikkate aldığımızda tamamlama yolu ile atamada toplantı
nisabı için esnek olunması, buna karşılık karar nisabının mutlaka aranması
gerektiği, yani karar nisabı var ise atamanın yapılması gerektiği sonucuna
ulaşmaktayız.
Eğer genel
kurul tarafından yönetim kurulu seçiliyorsa, toplantı yeter sayısı için esas
sözleşmede bu konuya ilişkin hüküm olup olmadığına bakılır. Eğer esas
sözleşmede herhangi bir hüküm yoksa YTTK 418. maddesi gereğince sermayenin en
az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin
varlığıyla toplanır. Eğer esas sözleşmede karar yeter sayısı için özel bir
hüküm yoksa toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğu ile de karar verilir.
Eğer esas sözleşmede hüküm varsa elbette esas sözleşmede yer alan hüküm
uygulanacaktır. Ancak esas sözleşme hazırlanırken yasada yer alan toplantı ve
karar nisaplarının taban toplantı ve karar nisapları olduğu esas sözleşmede
bunun üstünde toplantı ve karar nisabı seçilmiş olması gerektiği
unutulmamalıdır. Eğer tesadüfen esas sözleşme böylesi bir hatayı taşıyor ise,
yani yasadaki toplantı ve karar nisabı altında bir nisap esas sözleşmede yer
alıyorsa, kanımızca esas sözleşme yerine yasal toplantı ve karar nisabının
uygulanması daha doğru olacaktır.
Olayımızı ETTK döneminde var olan denetçinin genel kurulu toplantıya
çağırması ve bu yolla yönetim kurulunun atanmasının yapılması açısından
değerlendirdiğimizde YTTK açısından denetçinin genel kurulu toplantıya
çağırması yetkisi kalmadığını görmekteyiz.
Denetçiye tanınmış olan bu olanağın YTTK ile kaldırılmış olmasına karşın
YTTK’nın 410/2 maddesi tek bir üyeye dahi yönetim kurulunun devamlı olarak
toplanamaması, toplantı nisabının oluşmasına imkân bulunmaması veya mevcut
olmaması durumlarında, mahkemenin izniyle, tek bir pay sahibi genel kurulu
toplantıya çağırması olanağı verilmiştir.
E.
YÖNETİM KURULU KARARLARIN GEÇERLİLİK KOŞULU
Bilindiği gibi kararlar fiilen yapılan
toplantılarda ya da YTTK 363/1 maddesi gereğince toplantısız olarak yani
sirküler yoluyla alınabilir.
Eğer karar
fiilen yapılan toplantıyla alınmışsa, toplantıya ilişkin toplantı ve karar
nisabının yanı sıra bu kararın geçerli olabilmesi için YTTK 390/5 doğrultusunda
YTTK’nın 64/4. maddesi uyarınca tutulması zorunlu yönetim kurulu karar
defterine yazılması ve imzalanması gerekmektedir. Ancak uygulamada karar
defterinin dışına yazılmış bir karar imzalanarak karar defterine yapıştırılmış
ise muteber addedilmektedir. Kanımızca bu uygulama bundan sonra da aynen devam
edecektir.
Eğer karar
toplantı yapılmaksızın YTTK 390/4 doğrultusunda alınmış ise öncelikle söz
konusu kararın “yönetim kurulu
üyelerinden birinin belirli bir konuda yazılmış önerisine” gereksinim
vardır. Bu öneriye karşı hiçbir yönetim kurulu üyesi bu konuda toplantı
yapılması isteminde bulunmamalıdır. Böylesi bir durumda söz konusu yazılı öneri
tüm yönetim kurulu üyelerine ulaştırılır. Bu bir geçerlilik şartıdır. Tüm
üyelere ulaştırılan karar yönetim kurulunun “en
az üye tam sayısının çoğunluğunun yazılı onayı alınmak suretiyle de
verilebilir”. Bu şekilde oluşan kararın “onay imzalarının bulunduğu kâğıtların tümünün yönetim kurulu karar
defterine yapıştırılması veya kabul edenlerin imzalarını içeren bir karara
dönüştürülüp karar defterine geçirilmesi kararın geçerliliği” için şarttır.
F.
YÖNETİM KURULU KARARLARININ SAKATLIĞI
Yönetim kurulunun kararları birer hukuki
işlem niteliğindedir. Her hukuki işlemde olduğu gibi yönetim kurulu kararları
da sakat olabilir. Bilindiği gibi hukukumuzda sakatlık üç çeşittir: yokluk,
iptal ve butlan. Yokluk, bir hukuki işlemin kurucu unsurlarında bulunan
eksiklik halinde söz konusu olur. Eğer yönetim kurulu kararlarında kurucu
unsurlardan birisi eksik olursa bu durumda bu kararın yokluğunun tespiti
istenebilir. Örneğin, yönetim kurulunu oluşturan kişiler yönetim kurulu üyeliği
sıfatını haiz değilse bu karar hukuki anlamda yok hükmündedir[14].
Yönetim
kurulu kararlarının iptali ETTK’da kural olarak mümkün değildi[15].
Ancak ilmi ve kazai içtihatlar, BK’da yer alan genel hükümlerden yararlanarak,
bunun bazı hallerde mümkün olduğunu belirtmişler ve uygulama bu yönde
gelişmiştir. ETTK’da yönetim kurulu kararlarına ilişkin butlan ve yokluk hali
de düzenlenmemişti. İlmi ve kazai içtihatlar butlan ve yokluğun
uygulanabileceği yönünde oluştu ve uygulama bu yönde gelişti. Yargıtay 11. HD.’nin
1988/3414 E. 1989/260 K. 26.1.1989 T. sayılı kararı da bu açıklamamızı doğrular
niteliktedir[16].
YTTK, ETTK’dan farklı olarak ilk defa yönetim kurulu kararlarının
butlanını düzenlemiştir. ETTK döneminde Yargıtay içtihatlarıyla tanınan bu
durum böylece yasalaşmıştır.
YTTK gerekçede de belirtildiği üzere dava olanağını tanıyarak ve iptal
edilebilir kararlarla batıl kararlar arasındaki farka açıklık getirerek
paysahibinin korunmasını güçlendirilmiştir. Bilindiği gibi butlan bir işlemin
geçerlilik koşullarında bulunan eksiklik halinde söz konusu olur. Batıl
kararlarda yokluktan farklı olarak işlemin kurucu unsurları tamdır. YTTK 391.
maddede “batıl kararlar” kenar
başlığı altında örnek kabilinden batıl yönetim kurulu kararlarını saymıştır.
Buna göre, a) Eşit işlem ilkesine[17]
aykırı olan, b) Anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayenin
korunması ilkesini gözetmeyen, c) Pay sahiplerinin, özellikle vazgeçilmez
nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya
da güçleştiren, d) Diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu
yetkilerin devrine ilişkin kararlar batıldır.
YTTK 391/1-a’da bir butlan sebebi olarak yer alan eşit işlem ilkesine
aykırılık, genel kurul kararları bakımından butlan değil, iptal edilebilirlik
yaptırımı şeklinde düzenlenmeliydi. Kendigelen’in[18]
de belirttiği gibi, mehaz kanun İsviçre Borçlar Kanunu’nda da eşit işlem
ilkesine aykırılık butlan sebebi değildir. Ayrıca SPK 12. maddesi ile YTTK 357
gerekçesinde de belirtildiği gibi eşit işlem ilkesine aykırılık iptal
edilebilirlik yaptırımı ile karşılaşacaktır.
YTTK 391. maddesinde yer alan hükmü iyi değerlendirebilmek için bu
maddeye ilişkin madde gerekçesinin bilinmesinde de yarar vardır[19].
Görüldüğü gibi, yönetim kurulu kararının batıl olduğu bir tespit
davasıyla ileri sürülecektir. Bu dava kanunda bir süreye bağlanmamıştır.
Yönetim kurulu kararının butlanını bu kararın batıl sayılmasında hukuki
menfaati olan herkes tarafından ileri sürülebilir. Yönetim kurulu kararının
butlanına karar verilmesi halinde bu karar geçmişe yönelik olarak ortadan
kalkacaktır[20].
YTTK 391. maddesi batıl kararlar başlığı altında bir değerlendirme
yapmaktadır. Kanımızca, bir yönetim kurulu kararının batıl olması sadece bu
halle sınırlı değildir. Eğer alınan karar YBK 27’de belirtildiği gibi “kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu
düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkansız …” bir karar ise bu
karar “kesin hükümsüz”lükle sakat bir
yönetim kurulu kararıdır. EBK ile YBK arasındaki farklardan birisi EBK 20.
maddesinde yer alan butlan ile YBK 27’de yer alan “kesin hükümsüzlük” halinde
görülmektedir. YBK’da “butlan” kavramına
yer verilmemiş buna karşılık “kesin hükümsüzlük” kavramı kullanılmıştır. Buna
rağmen YTTK’da “butlan” kavramının yer alması, YTTK 1 ve YBK 646’ya göre
birbirini tamamlayan bu yasalar arasında kavram kirliliği oluşturmaktadır.
Yasa koyucu, yönetim kurulu kararlarının batıl olmasını, diğer bir
hükümle kesin hükümsüz sayılmasını düzenlemiş olmasına rağmen, yokluk ya da
iptal edilebilirlik ile ilgili herhangi bir hüküm oluşturmamıştır. Kanımızca
yokluğa ilişkin genel kurallar ticaret hukukundan doğan uyuşmazlıklar için
uygulanacaktır. Bu nedenle yönetim kurulu kararlarının da yokluğundan söz etmek
mümkün olacaktır. Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, yoklukla butlan arasında
farklılık vardır. Sadece butlanı düzenleyerek yokluğa ilişkin problemler çözülemez.
Bu nedenle yokluğa ilişkin bir olay doğduğunda genel hükümlerden yararlanmak
zorundayız diye düşünüyoruz. Yoklukla ilgili düşüncelerimizi bu kadar net
söylemiş olmamıza rağmen iptal edilebilirlikle ilgili net bir şeyler söylememiz
şimdilik mümkün değildir. Ancak, önümüzdeki uygulama döneminde doğacak
uyuşmazlıklara çözüm ararken iptal olanağının da bilim insanları ve Yargıtay
tarafından değerlendirileceğine inanmaktayız. Bozkurt[21]
bu konuda daha detaylı bir inceleme yaparak YTTK 192/2, SPK 12, SPK 46b, YTTK
460/5 maddelerinde iptal davası açılabileceğinin yasa tarafından mümkün
olduğunu dile getirmiştir.
Yargıtay 11. HD.’nin 21.3.2002 gün 2001/10744 E., 2002/2529 karar sayılı
kararı[22]
incelendiğinde butlana ilişkin bir davanın uzun süre açılmamış olmasının iyiniyetle
bağdaşmadığı, bu sebeple bu davanın redde mahkum olduğu belirtilmiştir.
G.
YÖNETİMİN DEVRİ
YTTK 365/1’de yer alan anonim şirketin yönetim kurulu tarafından
yönetileceği ve temsil edileceğine ilişkin hüküm, gerekçede de belirtildiği
gibi YTTK 367/1 ile istisnai bir şekilde murahhaslara ve müdürlere
devredilmiştir. Eğer böylesi bir devir yoksa YTTK 367/2 doğrultusunda yönetim,
yönetim kurulunun tüm üyelerine aittir. YTTK 365/1’i kuvvetlendiren bir hüküm
olarak YTTK 370/2’yi görmekteyiz. YTTK 367/2 maddesi, eğer yönetimin yetkisi,
yönetim kurulu üyelerine ya da müdürlere devredilmemişse bu yetkinin yönetim
kurulu üyelerinin tümüne ait olduğunu hüküm altına almaktadır.
Günlük yaşamda yönetim kurulu seçimini içeren genel kurul toplantısından
sonra yapılan görev taksimini düzenleyen ilk yönetim kurulu toplantısında klişe
olarak yönetim kurulunun “şirketi temsil
ve ilzama yetkili olduğu” ifadesine yer verilir. Şirketin temsili ETTK 317
ve YTTK 365. maddelerinde yönetim kuruluna tanınmış bir yetkidir. Yönetim
kurulunun şirketi temsil etmek dışında, şirketi idare etmeye de yetkili olduğu
ETTK 317, YTTK 365. maddesinde ifade edilmektedir. Ancak ne eski ne de yeni
kanunda yönetim kurulunun şirketi ilzam edeceğine dair bir hüküm yer
almamaktadır. Zaten alması da mümkün değildir. Çünkü “ilzam”, Türk Hukuk
Lugatı’na göre[23]
“bir şeyi lazım kılmak”, Türkçe -
Osmanlıca Sözlük’üne göre[24]
“cevap veremez hale getirme”, Türk
Dil Kurumu’na göre[25]
“susturma, bağlama, gelirleri toplama
işini üzerine alma” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu açıklamalar arasında
konumuza en yatkın gelen bölüm “gelirleri
toplama işini üzerine alma” eylemidir. Ancak ilzam sözcüğünü yönetim kurul
kararında kullanarak yanlış anlamaya neden olunduğu fikrine sahibiz. Çünkü
TTK’nın sözcüklerinde yer alan açıklamada bile “gelirleri toplama işini üzerine alma” eylemi ilzam sözcüğünün
karşılığı olarak açıklanmamıştır. Bilindiği gibi gelirlerin toplanması şirketin
idaresinin sadece bir bölümüdür. Bu yüzden “şirketi
idare ve temsil” sözlükleri “şirketi
temsil ve ilzam” dan daha doğru ve hukuka uygun bir açıklamadır. Kanımızca
böyle kullanılması daha doğru olur.
ETTK 319. maddesi idare ve temsil işlerinin, idare meclisi arasında
nasıl taksim edileceğini hükme bağlamıştır. Söz konusu maddenin birinci
fıkrasının son cümlesine göre “idare
meclisinin en az bir azasına şirketi temsil salahiyeti verilir.” Aynı
maddenin ikinci fıkrası ise temsil ve idare işlerinin hepsinin veya bazılarının
murahhaslara veya müdürlere bırakılabileceğini hüküm altına almaktadır. İki
fıkrayı birlikte değerlendirdiğimizde bir yönetim kurulu üyesinin şirketin
idare işlerini üstlenmeksizin şirketin sadece temsil yetkisini
üstlenebileceğini buna karşılık eğer pay sahibi olmayan müdür idari işleri
üstleniyor ise söz konusu idare işlemine ilişkin olarak şirketi temsil
yetkisini de üzerinde taşımak zorundadır. Eğer idare ve temsil yetkisi pay
sahibi olmayan bir murahhas müdüre verilmiş ise yasa maddesine göre murahhas
müdürün yanı sıra en az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini taşıması
gerekir.
Olayı YTTK açısından değerlendirdiğimizde, yönetim yetkisinin devrinin
YTTK’nın 367. temsil yetkisinin devrinin ise YTTK 370. maddesinde yer aldığını
görmekteyiz. Zaten 367. maddenin gerekçesine baktığımızda YTTK yönetim ve
temsil yetkilerinin devrini ETTK’nın aksine birbirinden ayırarak hükme
bağlamıştır. YTTK 367/1, ETTK’da olduğu gibi yönetim devrinin yapılabilmesi
için devrin esas sözleşmede hükme bağlanmış olmasını aramaktadır. YTTK,
ETTK’dan farklı olarak bu şartın yanı sıra yönetim devri halinde “bir iç yönerge”nin yönetim kurulu
tarafından hazırlanmasını ve bu iç yönergede şirketin yönetiminin
gerçekleşebilmesi için gereken görevlerin tanımlarının kimin kime bağlı
olduğunu kimin bilgi sunmakla yükümlü olduğunun belirtilmesini emreder[26].
Kanımızca yasa koyucu burada yönetim bilimlerinde dile getirilen “organizasyon şemasının” hazırlanmasını
ve bu şemaya ilişkin görev tanımı yapılmasını istemektedir. Böylece hukuk ve
yönetim bilimleri arasında köprü kurulmuş olmaktadır. Tekinalp’e göre[27]
bu iç yönerge paysahiplerine veya alacaklılara bir hak sağlamaz, tescil ve ilan
edilmez, üçüncü kişilerin müspet vukufunda sonuç doğurmaz. Ancak “yönetim kurulu, istem üzerine paysahiplerini
ve korunmaya değer menfaatlerini ikna edici bir biçimde ortaya koyan
alacaklıları, bu iç yönerge hakkında, yazılı olarak bilgilendirir”
yasakoyucu burada bilgi verme açısından şirket yönetim kuruluna bir görev
vermiştir. Ancak bu görevin yerine getirilip getirilmemesini yönetim kurulunun
takdirine bırakmıştır. Yönetim kurulu ikna olduğu takdirde yazılı olarak bilgi
verecektir. Burada yönetim kurulunun takdirde hata etmesi ya da kasıtlı
davranması halinde yani bilgi vermediğinde nasıl bir yaptırım uygulanacağı
yasada yer almamaktadır.
YTTK yönetsel yetki devriyle, temsil yetkisinin devrini ayrı ayrı hükme
bağlamıştır. Her ikisinde de yetki devrinin gerçekleşebilmesi için esas
sözleşmede hüküm bulunması şartını aramıştır. Bu nedenle esas sözleşmede yetki
devrine olanak verildiği takdirde alınacak olan devir kararlarında bu hususun
açıkça anlaşılması gerekir. Sadece temsil yetkisinin yazılmış olması halinde
yönetsel yetkinin devredilmediği sonucuna ulaşacaktır. Böylesi bir durumun
varlığında yönetsel yetki devredilmediği için yönetsel iş ve işlemlerden
kaynaklanan sorumluluk, müştereken ve müteselsilen doğacaktır. Çift imza
kuralının uygulanmış olması ya da temsil yetkisinin murahhas yönetim kurulu
üyesine ve/veya murahhas müdüre bırakılmış olması yönetim görevinden doğan
müşterek sorumluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Yasada yer alan farklılaştırılmış
teselsül özünde yönetim kurulu üyelerinin birlikte sorumluluğunu ortadan
kaldırmamaktadır. Farklılaştırılmış teselsül her somut olaya göre
değerlendirilmesi gerekli bir ilkedir. Bu değerlendirme yapılırken öncelikle
tüm yönetim kurulu üyelerinin birlikte sorumluluğu dikkate alınmalı, bunu
takiben hangi üyenin farklılaştırılmış teselsül doğrultusunda, diğerlerinden
farklı bir sorumluluk yükleneceğine ilişkin belirleme yapılacaktır.
YTTK 370/1’de, ETTK 321/3’deki hükme benzeyen bir hüküm yer almakta ve
yönetim kurulunun çift imza ile temsilinin ilke olarak benimsendiğini hükme
bağlamaktadır. Ancak aynı fıkra hükmüne göre, eğer yönetim kurulu tek kişiden
oluşuyorsa bu kez işin doğası gereği temsil yetkisinin bu kişide olacağı aynı
hükmün içinde yer almaktadır. Söz konusu 370/2 incelendiğinde ise temsil
yetkisinin devri murahhaslara veya müdürlere devri halinde bile “en az bir yönetim kurulu üyesinin temsil
yetkisini haiz olması şarttır” hükmünde görmekteyiz. Temsil yetkisinin
murahhas yönetim kurulu üyesine devri halinde bu hükmün uygulanması
olanaklıdır. Ancak bu yetkinin murahhas müdür olarak üçüncü kişilere
devredilmesi halinde, hem devir alan müdürün hem de hala en az bir yönetim
kurulu üyesinin temsile yetkili olmasını anlamak kanımızca mümkün değildir.
Çünkü böylesi bir durumda biri murahhas üye diğeri murahhas müdür olan iki
kişinin şirketi yönetmesi söz konusu olacaktır. Bilindiği gibi murahhaslık tek
başına yönetme ve/veya temsil etme yetkisini içermektedir. Böylesi bir durumda
tek başına yönetmek ve/veya temsil etmek gerçekleşmeyecektir. Hatta bu uygulama
sonucunda çift başlı bir yönetimin doğması kaçınılmazdır.
Yukarıda yer alan açıklamalar yönetime verilmiş olan yönetim yetkisinin
devrine ilişkindir. YTTK 370/1-2’ye baktığımızda yönetim kurulunun yönetim
yetkisi dışında temsil yetkisinin de bulunduğunu hükme bağladığını görmekteyiz.
Bu hüküm daha önce değindiğimiz YTTK 365/1 ile uyum içindedir. Burada temsil ve
yönetim yetkisinin birlik içinde olduğu belirtilmiştir.
YTTK 370/2 aynen YTTK 367/1 de olduğu gibi yetki devrini hüküm altına
almış ve aynı ilkeleri benimsemiştir. YTTK 370/2 gereğince temsil yetkisi de
bir veya daha fazla murahhas üyeye veya müdür olarak üçüncü kişilere
devredilebilir. Yine 367’de hükme bağlandığı gibi 370/2’de de temsil yetkisinin
murahhas üyelere devrinde de en az bir yönetim kurulu üyesinin temsil yetkisini
haiz olması şartı getirilmiştir.
H.
TESCİL VE İLAN ŞARTI
YTTK 373 aynen ETTK 323’de olduğu gibi “yönetim kurulu, temsile yetkili kişileri ve
bunların temsil şekillerini gösterir kararının noterce onaylanmış suretini
tescil ve ilan edilmek üzere ticaret siciline…” vereceğini hüküm altına
almıştır.
Yasayı
taradığımızda temsil yetkisine ilişkin yetkilerin tescil ve ilan edilmek
şartının yasada yer almasına rağmen, idareye ilişkin yetkilerin kimin
tarafından kullanılacağı hususunu tescil ve ilan edilmesi şartının yasada yer
almadığını görmekteyiz. Bu nedenle idareye ilişkin yetkiler için de genel kural
niteliğinde olan YTTK 40 uygulanarak tescil ve ilan sağlanmalıdır.
Şirketi
temsil etmeye yetkili kişiler şirket adına imza atarlarken mutlaka şirket
unvanı altında imza atmaları gerekir. Yine 370/2 hükmü gereğince “şirket tarafından düzenlenecek belgelerde
şirketin merkezi, sicile kayıtlı olduğu yer ve sicil numarası…” nın gösterilmesi
şarttır. Yasada yer alan açık hüküm nedeniyle YTTK 370 incelenirken YTTK 40.
maddesinin de birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. YTTK 40. madde
doğrultusunda ticaret unvanının tescil ve ilanı yasal zorunluluktur. Aynı
zamanda YTTK 40/2 doğrultusunda şirket adına imza atacak yetkilerin imzalarının
noterce onaylattırıldıktan sonra sicil müdürlüğüne verilmesi de bir
zorunluluktur. Bu nedenlerden ötürü tüzel kişi tacirlerde yani anonim
şirketlerde imzaya yetkili kişi ticaret unvanının altına ancak noterde örneği
tasdiklenmiş imzayı atabilir.
YTTK 40.
maddenin ihlali YTTK 33. maddesi doğrultusunda cezalandırılacaktır.
IV.
YÖNETİM KURULUNUN HAK VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ
A. YÖNETİM KURULUNUN HAKLARI
YTTK 374’ e göre “yönetim kurulu ve kendisine bırakılan alanda
yönetim, kanun ve esas sözleşme uyarınca genel kurulun yetkisine bırakılmış
bulunanlar dışında, şirketin işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli
olan her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yetkilidir.” Genel
kurulun devredilemez yetkileri ise YTTK 408/2’de düzenlenmiştir. Buna göre: a)
Esas sözleşmenin değiştirilmesi. b) Yönetim Kurulu üyelerinin seçimi, süreleri,
ücretleri ile huzur hakkı, ikramiye ve prim gibi haklarının belirlenmesi,
ibraları hakkında karar verilmesi ve görevden alınmaları. c) Kanunda öngörülen
istisnalar dışında denetçinin ve işlem denetçilerinin seçimi ile görevden
alınmaları. c) Kanunda öngörülen istisnalar dışında denetçinin seçimi ile
görevden alınması. d) Finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna,
yıllık kâr üzerinde tasarrufa, kâr payları ile kazanç paylarının
belirlenmesine, yedek akçenin sermayeye veya dağıtılacak kâra katılması dâhil,
kullanılmasına dair kararların alınması. e) Kanunda öngörülen istisnalar
dışında şirketin feshi. f) Önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı
genel kurula mahsus yetkilerdendir. İşte bunların ve esas sözleşmenin öngördüğü
durumlar dışındaki her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yönetim
kurulu yetkilidir[28].
ETTK 317. maddesinde “anonim
şirket idare meclisi tarafından idare ve temsil olunur” hükmünün yer almaktaydı.
ETTK 317 ile YTTK 365’i karşılaştırdığımızda her iki maddenin birbirinin
tekrarı olduğu anlaşılmaktadır. Şirketin idare ve temsil yetkisi her iki
kanunda da yönetim kuruluna bırakılmıştır. Ancak YTTK 317/c.2’de kanundaki
istisnai hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. İstisnaların neler olduğunu
anlamak için kanun gerekçesine baktığımızda “Yeni
eklenen ikinci cümle istisnaları saklı tutmaktadır. Kanunî istisnaların başında
367’nci maddenin birinci fıkrası ile 370’inci maddenin ikinci fıkrası
hükümleri gelir. Tasfiyeye girmiş şirketlerde tasfiye memurları da tasfiyeye
ilişkin yönetim ve temsil hak ve yetkilerini kullandıklarından, söz konusu
yetkileri ve hakları düzenleyen hükümler istisnalar kapsamındadır. Hüküm
Kanunun 375 inci maddesiyle de bağlantı içindedir.” ifadesi görülmektedir.
Gerekçede yer alan maddelere baktığımızda 367/1’in yönetim yetkisinin
murahhaslara ve müdürlere devir yetkisini, 370/2’nin ise temsil yetkisinin
devir yetkisini verdiğini, 375’in ise bu devir yetkilerinin sınırlarının
belirlendiğini görmekteyiz. Gerekçede yer alan tasfiyeye ilişkin hüküm, işin
doğası gereği olduğundan, bu konuda bir açıklama yapmaya gerek yoktur.
Kendigelen’e göre[29]
YTTK 370/2 lâfzen hatalı kaleme alınmıştır. Yazara göre fıkranın başına “esas sözleşmede hüküm bulunmak kaydıyla”
ifadesi yer almalıdır.
1. Bilgi Alma ve İnceleme Hakkı
Yönetim kurulu üyesinin herhangi
bir konuda karar alabilmesi için konu hakkında bilgilenmiş olması gerekir. İşte
bu gereksinimi dikkate alan kanunkoyucu, YTTK 392’de yönetim kurulu üyesinin bu
hakkını hükme bağlamıştır. ETTK 331. maddesinde aynı yönde bir hüküm yer
almakta idi.
YTTK 392/1
ve 392/3’ün mefhumu muhalifinden anlaşıldığı gibi yönetim kurulu üyesinin bilgi
alma hakkı kural olarak yönetim kurulu toplantılarında yerine getirilir.
Üstelik YTTK 392/1 bu hakkın sınırlandırılamayacağını da açıkça hüküm altına
almıştır. Söz konusu maddeye göre “Her
yönetim kurulu üyesi şirketin tüm iş ve işlemleri hakkında bilgi isteyebilir, soru
sorabilir, inceleme yapabilir. Bir üyenin istediği, herhangi bir defter, defter
kaydı, sözleşme, yazışma veya belgenin yönetim kuruluna getirtilmesi, kurulca
veya üyeler tarafından incelenmesi ve tartışılması ya da herhangi bir konu ile
ilgili yöneticiden veya çalışandan bilgi alınması reddedilemez.”
Madde
gerekçesinde yer alan ifadeye göre yönetim kurulu üyesinin şahsına tanınmış
olan bu hakkın ne oylama yapılarak, ne oylama yapılmaksızın reddi mümkün
değildir. Gerekçede yer alan bu ifade YTTK 392/1 ve 392/2 olarak yasalaşmıştır.
YTTK 392/6 da çok açık bir şekilde yönetim kurulu üyesinin bilgi alma hakkının
esas sözleşme ile ya da herhangi bir şekilde kısıtlanamayacağını ve
kaldırılamayacağını hüküm altına almıştır. Üstelik söz konusu fıkra esas sözleşme
ile bilgi alma ve inceleme hakkının genişletilebileceğine dair hüküm
getirilebileceğini de belirtmektedir.
YTTK
392/1’de bir hak olarak tanınan bilgi alma hakkını yetine getirmek YTTK 392/2
doğrultusunda yönetim kurulu toplantılarında kullanılmak şartıyla diğer yönetim
kurulu üyeleri, şirket yönetiminde görevlendirilen kişiler ve komiteler için
ise bir yükümlülüktür. Bu nedenle
yönetim kurulu üyesinin bu hakkını engelleyecek şekilde bir ret söz konusu
olamayacağı gibi, yönetim kurulu üyesinin sormuş olduğu sorular cevapsız da
bırakılamaz.
Eğer yönetim
kurulu üyesinin yönetim kurulu toplantılarında kullanmak istediği bilgi alma
hakkı reddedilir ise YTTK 392/1 son cümlesinin yollaması ile YTTK 392/4 hükmü
uygulanır. YTTK 392/4 özünde başkanın bilgi alma hakkının reddetmesi halinde ne
yapılması gerektiğine ilişkinse de yapılan yollama nedeniyle kuruldaki redde de
aynı madde uygulanacaktır. Bu durumda bilgi alma hakkı reddedilen üye şirketin
merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine başvuracak, mahkemeden
redde ilişkin bu kararı kaldırmasını talep edecektir. Mahkeme ilgilinin bu
başvurusunu dosya üzerinden inceleyip karara bağlayacaktır. Yine aynı maddeye
göre mahkeme tarafından verilen bu karar kesindir.
Yukarıda
yapmış olduğumuz açıklamalar yönetim kurulu üyesinin yönetim kurulu toplantısı
sırasındaki bilgi alma hakkını ifade etmektedir. Aynı madde içeriğinde yer alan
diğer fıkra hükümlerinde ise, yönetim kurulu üyeleri ve başkanının, yönetim
kurulunun toplantısı olmadığı zamanlardaki, bilgi alma hakkına ilişkin
hükümleri düzenlemektedir. Bu yöndeki ilk düzenleme, YTTK 392/3’tür. Bu maddeye
göre yönetim kurulu üyesi şirket toplantısı dışında bilgi almak isterse
yasadaki söyleyişle “şirket yönetimiyle
görevlendirilen kişilerden, işlerin gidişi ve belirli münferit işler hakkında
bilgi” isterse şirket yönetim kurulu başkanından izin almalıdır. Ancak bu
izin doğrultusunda şirket defterlerini ve dosyaları incelemek için kendisine
sunulmasını ilgililerden talep edebilir. Eğer yönetim kurulu başkanı bu istemi
reddederse[30]
YTTK 392/4 doğrultusunda bu konunun iki gün içinde yönetim kuruluna götürülüp
karara bağlanması gerekir. Eğer yönetim kurulu iki gün içinde toplanmaz veya
toplanırda istemi reddederse aynı fıkra hükmü doğrultusunda yönetim kurulu
üyesi şirketin merkezinin bunduğu yer asliye ticaret mahkemesine başvurur,
mahkeme bu istemi dosya üzerinden inceleyerek, uyuşmazlığı kesin karara bağlar.
Yönetim
kurulu üyeleri için bilgi alma hakkının yönetim kurulunun kararına ya da
yönetim kurulu başkanının iznine bağlı olmasını öngören yasa koyucu, yönetim
kurulu başkanının dahi yönetim kurulu toplantıları dışında bilgi alamayacağını
şirketin defter ve dosyalarını inceleyemeyeceğini hüküm altına almıştır.
Yönetim kurulu başkanı yönetim kurulu toplantısı dışında bir inceleme yapmak ya
da bilgi almak isterse bu konuda yönetim kurulundan izin almak zorundadır. Eğer
yönetim kurulu başkanın bu izin talebini reddederse, başkan YTTK 392/4
doğrultusunda mahkemeye başvuracaktır. Burada da mahkeme incelemeyi dosya üzerinden
yapacak ve kesin nitelikte karar verecektir.
Kanımızca,
bilgi alma, defter ve dosyaların incelenmesi konularında getirilen bu sınırlama
yönetim kurulunun işleyişini olumsuz etkileyecektir. Örneğin YTTK’nın 64/1.
maddesine göre şirket defter ve belgelerinin tutulmasından sorumlu olan bir
yönetim kurulu üyesinin profesyonellerce tutulan defter ve belgeleri inceleyip
kayıtların usulüne uygun ve gerçeği yansıtır şekilde oluşup oluşmadığını
değerlendirmesine olanak vermemek kabul edilebilir bir durum değildir. Bunun
yanı sıra, YTTK 376. maddesi doğrultusunda şirketin borca batıklığının
saptanması yönetim kuruluna verilmiş bir sorumluluktur. Üstelik yaptırımları
vardır. Kişiyi hem tazmin ile sorumlu tutmak, hem de incelemesine olanak
vermemek hali kabul edilebilir bir tutum değildir. Şirketin dışında bir kişi
olmasına rağmen genel müdür sıfatıyla yer alan ya da şirket CEO’su olan
profesyonellere tanınan bilgi alma hakkının şirketin idaresinden sorumlu olan
yönetim kurulundan sakınılması daha doğru deyimiyle şarta bağlanması bizce
uygun değildir. Bu hüküm doktrinde de çokça eleştirilmektedir. Moroğlu’nun[31]
konuyla ilgili görüşleri incelendiğinde “yönetim
kurulu üyesinin, kurul toplantısı dışında şirket yöneticilerinden bilgi alması
ve şirket defterleri ile dosyaların inceleyebilmek için yönetim kurulu
başkanından izin alması yeterli bulunurken, başkanın aynı yetkileri
kullanabilmek için yönetim kurulundan karar almak zorunda olması gereksiz ve
‘dolanılmaya’ elverişlidir.” ifadeleri görülmektedir.
2.
Yönetim Kurulu Üyelerinin Mali Hakları
YTTK’nın
394. maddesi ETTK 333’ün karşılığı olarak karşımıza çıkmaktadır. ETTK’ya göre
yönetim kurulunda huzur hakkı vermek mümkündür. Üstelik ETTK 333’ün hükmü huzur
hakkının ödenmesinin bile gerçekleşebilmesini esas sözleşmede aksine hüküm
olmaması şartına bağlamıştır. Hâlbuki YTTK huzur hakkının yanı sıra, ücret,
ikramiye, prim ve yıllık kardan pay ödenebileceğini hüküm altına almıştır.
YTTK yönetim
kurulu üyelerine yapılacak bu ödemelerin tutarının esas sözleşme veya genel
kurul kararıyla belirlenmesini şart olarak koşmuştur. Kanımızca bu hüküm
yaşananların yasa maddesi haline dönüştürülmesidir. Çünkü yasada sadece huzur
hakkı denmiş olmasına rağmen tüm mesaisini şirkete hasreden yönetim kurulu
üyeleri için ücret ve ikramiye ödenmesi eski yasa döneminde de uygulanmaktaydı.
YTTK 391’de
yer alan yıllık kardan pay ödenmesi, ETTK 466 maddesinde yer alan karın
dağıtımına ilişkin hükmün içinde yer almaktaydı. Burada söz konusu hüküm
doğrultusunda yıllık kârın nasıl paylaşılacağı ve yıllık kârdan zorunlu
ödemeler yapıldıktan sonra kalanın esas sözleşmede yer alan hüküm ya da genel
kurul kararıyla yönetim kuruluna kardan pay verileceği belirlenmişti. Yeni yasa
kârdan pay almayı YTTK 394’ün içinde hükme bağlamakla yönetim kurulunun mali haklarını
bir araya getirmiş olmaktadır.
YTTK 394
huzur hakkı ve yıllık kardan pay alma dışında kalan, ücret, prim ve ikramiyenin
de esas sözleşme veya genel kurul kararıyla belirlenebileceğini hüküm altına
alarak iyiniyetli olmayarak süregelen bir uygulamayı ortadan kaldırmayı
amaçlamıştır. Çünkü bazı şirketlerde yönetim kurulu üyeleri genel kurul
kararıyla kendilerine sembolik bir huzur hakkı ödenmesinin kararını aldırmakta
yönetim kurulu faaliyete geçtiği andan itibaren de kendilerine ücret, prim ve
ikramiye gibi ödemelerin yönetim kurulu başkanının teklifiyle ödenmesini
sağlamaktaydı. Bu ödemeler ortakların tetkikine sunulan bilânçoda personel
gideri olarak gösterildiği için ödenmesine olur verilen paralar olarak
karşımıza çıkmaktaydı. Bu düzenleneme özellikle kötüniyetli kişilerin yasadışı
uygulamalarına son verecektir. Üstelik SGK kesintilerini de yasal zemine
oturtacaktır.
Her ne kadar
Tekinalp[32]
esas sözleşmede veya genel kurul kararında belirlenmek koşuluyla, kar payı,
ikramiye, prim, huzur hakkı ödenebileceğini, buradaki beyanın varlığı ile bu
ödemelerin mutlaka esas sözleşmede yer alması gerekmekte olmadığını ifade
etmekte ise de kendisine katılmamaktayız. Çünkü ETTK 279/5, YTTK 339/2-f’de yer
alan hükme göre, kurucularla yönetim kurulu üyelerine ve diğer kimselere şirket
karından sağlanacak menfaatler esas sözleşmenin içeriğinde yer alacağına göre
bu hükmü YTTK’nın 394’ü ile birlikte yorumlamak gerektiğini düşünmekteyiz. Eğer
bunları birlikte düşünürsek, mali haklara ilişkin prensiplerin esas sözleşmede
ilke olarak yer almasının şart olduğunu bu ilke doğrultusunda tutara ilişkin
değerlendirmenin genel kurulca yapılabileceğini söyleyebiliriz. Tespit
edebildiğimiz Yargıtay kararlarında da aynı görüş benimsenmektedir[33].
Hükmün gerekçesine baktığımızda “Yolluklar, temsil ödenekleri, sigorta
primleri ve benzeri primler, varsa özel emeklilikler, avanslar, hükmün kapsamı
dışındadır.” ifadesi ile karşılaşmaktayız. Bundan anlaşılması gereken,
belirtilen ödemelerin, genel kurul kararı olmaksızın veya esas sözleşmede hüküm
bulunmaksızın yönetim kurulu üyelerince belirlenebileceğidir.
B.
YÖNETİM KURULUNUN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
1. Özen Borcu
ETTK 320. maddesinde “azaların ihtimam derecesi” başlığıyla yönetim kurulu üyelerinin
şirket işlerinde gösterecekleri dikkat ve basireti düzenleyerek bu konudaki
ilkeleri EBK 528/II’ye yollama yaparak çözmüş idi, YTTK ile bu düşünce
tarzından YTTK ile vazgeçilmiştir.
YTTK’nın 369. maddesi gerekçesinde de
belirtildiği gibi tedbirli bir yönetici ve şirket menfaati ölçütlerini esas
almış, yönetim kurulu üyesinin şirkete karşı özenle bağlılık yükümlülüğünü bu
iki kıstasa bağlı olarak açıklamıştır.
Maddeye ilişkin gerekçe açıklamaları son
derece geniş ve anlaşılır şekildedir[34].
Görüldüğü üzere gerekçede üçüncü fıkra da bulunmaktadır. Hâlbuki üçüncü
fıkra TBMM Adalet Komisyonu tarafından kaldırılmıştır. Komisyon bu maddeyi
kaldırırken, üçüncü fıkranın var olması halinde YTTK 369/3 ile YTTK 553
arasında çelişki doğabileceğini belirtmiştir. YTTK 553’e baktığımızda söz
konusu maddenin 6335 sayılı Kanun ile değiştirildiğini görmekteyiz.
Değişiklikten önce bu madde, yönetim kurulu üyelerinin, yöneticilerin ve
tasfiye memurlarının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olduğunun, kusursuzluğun
ispatının yönetim kurulu üyesi, yönetici ve tasfiye memurlarına yüklendiğini
hükme bağlamıştır. Hâlbuki 6335 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile ispat
yükü yine davacıya yüklenmiştir. Değişiklikte “kusurlarının bulunmadıklarını ispatlamadıkça” ifadesi yasa
metninden çıkarılmıştır. Böylece ispat yükü davacıya düşmüştür. Davacı maddede
açıkça hükme bağlanan kusur sorumluluğu doğrultusunda bu kişilerin kusurunu
ispatla yükümlü hale getirilmiştir. YTTK 369. maddede yer alan özen ve bağlılık
yükümlülüğünde de taslaktan kaldırılan üçüncü fıkranın kaldırılmasıyla özene ilişkin
ispat yükümlülüğünün de davacıya yüklenmiş olduğunu düşünürsek bu tür davaların
başlangıçtan itibaren ispat zorluğu ile karşı karşıya kaldığını kabul etmek
durumunda kalırız[35].
Kanımızca, hekimin özen borcundan kaynaklanan hekim sorumluluğuna
ilişkin davalarda benimsenen ilke gibi burada da söz konusu hükümlere rağmen,
ispat ve delil getirme yükümlülüğünün davacı tarafından zorluğu dikkate
alınarak böylesi davalarda, davalının ispat ve delil getirmekle yükümlü
olduğunu kabul edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
2.
Sır Saklama Yükümlülüğü ve Rekabet Yasağı
Özen ve bağlılık yükümlülüğünü düzenleyen YTTK
369’un gerekçesini okuduğumuzda “işletme
konusuna bağlanan özen sermayenin ve malvarlığının korunmasında, iştiraklerle
ilişkilerde, sır saklamada, temettü ve finans politikasında özeni ya tamamen
tartışma dışı bırakır ya da dolayısıyla güçlükle kapsar” açıklamasıyla 6762
sayılı kanunun ilkelerinin eleştirildiğini görmekteyiz. Her ne kadar yasada
açıkça sır saklama yükümlüğünden söz edilmemekte ise de gerekçede yer alan bu
açıklama ve madde içeriğinde var olan “şirketin
menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak gözetmek yükümlülüğü” birlikte
değerlendirildiğinde bu ifadelerin yönetim kurulu üyesi için sır saklama
yükümlülüğünü de getirdiğini söyleyebiliriz.
Elbette böylesi bir açıklama yaparken
YTTK’nın 396. maddesinde yer alan rekabet yasağı hükmünü de gözden ırak
tutmamak gerekir. YTTK 396/1’e baktığımızda yönetim kurulu üyesinin, şirketin
işletme konusuna giren ticari iş türünden bir işlemi bizzat yapamayacağını
hüküm altına aldığını görürüz. Bu yasak işlemin bizzat kendisi tarafından
yapılamayacağını kapsadığı gibi, başkası hesabına da yapamayacağını, hatta aynı
tür ticari işlerle uğraşan bir şirkete sorumluluğu sınırsız ortak sıfatıyla
bile giremeyeceğini, hüküm altına almıştır. Bunun tek istisnası bu konuda genel
kurulun vereceği izindir.
“Sorumluluğu
sınırsız ortak sıfatıyla” sözcüklerinden
adi ortaklık, komandite ortaklık ve kolektif şirket ortaklığını anlıyoruz. Bu
nedenle yönetim kurulu üyeleri bu şirketlerde yönetici sıfatına sahip olmasalar
bile ortak olamazlar. Fakat buna karşılık anonim ve limited şirket ortağı ve
işletme konusu farklı bir şirketin yöneticisi veya ortağı olabilir. Kanımızca
burada “işletme konusu” ile ifade
edilmek istenilen ETTK yürürlüğü sırasında Yargıtay kararlarında benimsenen
fiilen gerçekleştirilen işletme konuları anlaşılmalıdır. Çünkü ülkemizde
şirketlerin işletme konuları yazılırken yapılacak ve yapılmayacak tüm işlerin
yazılması eğilimi vardır. Ayrıca, fiilen sona ermiş işletmelerin hukuken
tasfiyesinin yapılmadığı böylece kayıtlarının devam ettiği de bilinen bir
gerçektir. Eğer böylesi bir durum varsa, bunun da ayrıca değerlendirilmesi
gerektiğine inanmaktayız.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, haksız
rekabete ilişkin açılacak davanın dava dışı üçüncü kişileri bağlamayacağıdır.
Eğer üçüncü kişiler davalı ise ve karar kesinleşmişse, hüküm üçüncü kişileri de
bağlar[36].
Maddede yer alan başkası hesabına yapamayacağı emri nedeniyle bir anonim
şirket yönetim kurulu üyesinin başka bir anonim şirketin yönetim kurulu üyesi
olarak ya da bir başka gerçek ya da tüzel kişi adına şirketin işletme konusuna
giren ticari işletme konusuna giren bir işlemi yapamayacağını anlamaktayız[37].
Eğer 396/1’e aykırı hareket edilmişse şirketin iki hakkı bulunmaktadır.
Bunlardan biri bu eylemi gerçekleştiren yönetim kurulu üyesinden tazminat talep
etmektir. Diğeri ise yapılan sözleşmeden doğan menfaatin sanki iş davacı şirket
tarafından gerçekleştirilmişçesine davacı şirkete ait olduğu konusunda dava açmak
hakkıdır.
Bu dava açılırken dikkat edilmesi gerekli husus zamanaşımına ilişkin
kuraldır. Burada zamanaşımı işlemin yapıldığı ya da yönetim kurulu üyesinin
diğer şirkete girdiği tarihten itibaren başlar ve üç ay geçmekle sona erer.
Zamanaşımı her halükarda şirkete girişin veya işlemin yapıldığı tarihten
itibaren bir yıl geçmekle sona erer. Bu süreler YTTK 6 gereğince sözleşme ile
değiştirilemez.
Dava açılırken seçimlik hakkın kullanılmış olması gerekir.
YTTK 396/4’te yönetim kurulu üyeleri ile ilgili sorumluluk saklıdır
ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeden yönetim kurulu üyesine ilişkin bu tazminat
sorumluluğunun özel bir sorumluluk olduğunu ve YTTK 364 ve 554 maddelerince
düzenlenen genel sorumluluk hallerini kaldırmadığını anladığımız gibi, yönetim
kurulu üyesine ilişkin olarak YTTK 396/1 kapsamında bir sorumluluk davası
açılabilmesi için de genel kurul iznine ihtiyaç olduğunu anlarız.
YTTK şirketlerin gruplar halinde oluşabileceğini de dikkate almış işbu
nedenle özen borcuna ilişkin 369. maddenin ikinci fıkrasında YTTK 203 ila 205
madde hükümleri saklıdır hükmünü getirmiştir. Böylece hâkim şirket ve bağlı
şirket açısından özen borcunun farklı oluşacağını kabul etmiştir.
Söz konusu maddeler incelendiğinde YTTK 203’ün hâkim şirketin payının
bağlı şirketin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yüzde yüzüne sahip olması
halinde bağlı şirketin “kaybına sebep
verebilecek sonuçlar doğurabilecek nitelik taşısalar bile, bağlı şirketin
yönlendirmesine ve yönetimine ilişkin talimat verebilir. Bağlı şirketin
organları talimata uymak zorundadır” hükmü yer almaktadır. YTTK 205/1 bu
hükmü tamamlayıcı nitelikte olup böylesi bir durumun varlığı halinde bağlı
şirket yönetim kurulu üyelerinin şirkete ve pay sahiplerine karşı sorumlu
olmayacağını hüküm altına almıştır. YTTK 203’ün istisnasını YTTK 204’te
görmekteyiz. Bu maddeye göre söz konusu talimatın “bağlı şirketin ödeme gücünü
açıkça aşan, varlığını tehlikeye düşürebilecek olan veya önemli varlıklarını
kaybetmesine yol açabilecek nitelik taşıyan talimat”ların verilemeyeceği hüküm
altına alınmıştır. Elbette istisnanın içeriğinde kalan bir talimatı yerine
getiren bir yönetim kurulu üyesi YTTK 205’te hükme bağlanan sorumsuzluktan
yararlanamayacaktır.
3.
Şirketle İşlem Yapma ve Şirkete Borçlanma Yasağı
YTTK 395’e baktığımızda, şirket yönetim
kurulu üyesinin kendisi adına veya başkası adına işlem yapmasına bir sınır
getirildiğini görmekteyiz. Öncelikle belirtmek isteriz ki YTTK 396/1’de hüküm
altına alınan rekabet yasağında, yönetim kurulu üyesinin yapmış olduğu işlemin
tarafının yönetim kurulu üyesinin mensup olduğu şirket olması şartı aranmaz.
YTTK 396/1’de yönetim kurulu üyesinin işlem yaptığı karşı şirket herhangi bir
şirkettir. Burada önemli olan yönetim kurulu üyesinin mensup olduğu şirketin
işletme konusuna giren ticari iş yönünden bir işlemin yapılmış olması
gerekliliğidir. Hâlbuki YTTK 395/1’de yönetim kurulu üyesi doğrudan doğruya
kendisinin mensup olduğu şirketle işlem yapmaktadır. İki madde arasındaki temel
fark bu noktada oluşmaktadır.
YTTK 395/1 hem yasağı getirmiş hem de yaptırımını hüküm altına almıştır.
Bu maddede belirlenen yasağa aykırı davranma halinde işlemin taraflarından biri
olan yönetim kurulu üyesinin mensubu bulunduğu şirket söz konusu işlemin batıl
olduğunu ileri sürebilir. Yasa maddesine göre bu hak sadece şirkete
tanınmıştır. Yönetim kurulu üyesine ya da yönetim kurulu üyesinin adına işlem
yaptığı gerçek veya tüzel kişiye böylesi bir hak tanınmamıştır.
YTTK 395/2’nin 6335 sayılı Kanunla değişikliğinden önce yönetim kurulu
üyeleri ve onların yakınları açısından paysahibi olan veya olmayan ayrımı
yapmaksızın şirkete karşı borçlanmalarını yasaklamıştı. Değişiklikle paysahibi
olmayan yönetim kurulu üyelerinin ve yönetim kurulu üyelerinin paysahibi
olmayan yakınlarının şirkete borçlanmaları yasaklanmıştır. Böylece paysahibi
olan yönetim kurulu üyelerinin kendilerinin ve yönetim kurulu üyelerinin
paysahibi olan yakınlarının şirkete borçlanmaları olanağı doğmuştur. Burada
yönetim kurulu üyelerinin yakınından kasıt YTTK 393. maddede yer alan
yakınlardır. Bu husus madde metninde açıkça gösterilmektedir.
Bu maddenin ilk halinde amaç şirketlerin yönetim kurulu üyelerini şirket
kasasını hatta şirket varlıklarını kişisel parası ya da varlığı gibi
algılamalarına son vermekti. Değişiklik yapılarak madde şeklen korunmuş ise de
amaç neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Maddenin yeni halinde şirket ortağı
olmayan yönetim kurulu üyelerinin şirketin malvarlığını daha doğrusu şirketin
parasını korumayı amaçlamıştır. Bir nevi emniyeti suiistimal suçunu engelleyici
hüküm getirmiştir. Kanımızca böylesi bir düzenleme yapılmamış olsa idi dahi
ceza kanunundaki hükümler ve vekâlet, hizmet akdindeki hükümlerle bu sonuca
ulaşmak mümkündü.
Korumanın sadece şirket parasına hasredildiğini söyledik. Çünkü maddenin
ilk halinde nakit veya ayın borçlanması yasaklanmış olmasına rağmen, maddenin
yeni halinde yasaklama sadece nakde ilişkin olarak hüküm altına alınmıştır.
Maddenin eski halinde yönetim kurulu üyesinin ve yakınlarının şirkete
nakit ve ayın borçlanmalarının yasaklanmasının yanı sıra yönetim kurulu
üyesinin ve maddeyle belirlenen yakınlarının kendilerinin dışında ortakları
oldukları şahıs şirketlerinin ve en az yüzde yirmisine katıldıkları sermaye
şirketlerine nakit veya ayın borçlanması yasaklanmışken, maddenin yeni halinde
şahıs şirketleri ve sermaye şirketlerine ilişkin yasaklamaya hiç
değinilmemiştir.
Maddenin yeni halinde şahıs şirketlerinin ve sermaye şirketlerinin yasak
kapsamından çıkartılmış olması nedeniyle bu yasağın uygulanma şansı belirli
oranda ortadan kaldırılmıştır. Çünkü yönetim kurulu üyesi ya da onun yakını
doğrudan doğruya nakit borç almak yerine ortağı olduğu şahıs şirketleri ya da
sermaye şirketleri aracılığıyla nakit borçlanması yapabilecektir. Zaten ayın
borçlanmasına ilişkin yasak tamamen ortadan kaldırıldığına göre nakit
borçlanmasını ayın borçlanması görünümünde gerçekleştirilerek de söz konusu
maddedeki yasaklamayı uygulanmaz hale getirebilir.
Madde borçlanmayı yasakladığı gibi, kefalet, garanti ve teminat
verilmesini, sorumluluk yüklenilmesini, borçların devralınmasını da
yasaklamıştır.
395/2’nin son cümlesi yasağa aykırı davranılması halinde “… şirkete borçlanılan tutar için şirket
alacaklıları bu kişileri şirketin yükümlendirildiği tutarda şirket borçları
için doğrudan takip edebilirler” hükmünü getirmiştir. Yaptırımı
değerlendirdiğimizde bu maddenin şirketi korumaktan çok üçüncü kişileri
koruduğu anlaşılmaktadır. Çünkü ortada üçüncü kişinin zararı ve bu zarardan
doğan takip hakkı söz konusu olmaz ise şirket bu borçları sineye çekmek zorunda
kalacaktır. Hatta bu borçlar nedeniyle borca batık ya da aciz haline düşmüş
olabilecektir. Üstelik bu madde yoluyla borca batık şahıs işletmelerinin ya da
sermaye şirketlerinin yasalara aykırı olarak sermayelendirilmesi söz konusu
olabilecektir.
Yasakoyucu bu maddeyi de düzenlerken hâkim şirket – bağlı şirket
gerçeğini göz önüne almış YTTK 395/3’te buna ilişkin bir istisna getirmiştir.
Buna göre, şirketler topluluğuna dâhil şirketler YTTK 302’ye sadık kalmak
şartıyla birbirlerine kefil olabilir ve garanti verebilirler.
YTTK 395/1’deki şirketle işlem yapma yasağı ile YTTK 396’da yer alan
rekabet yasağının genel kurul kararıyla kaldırılabileceği söz konusu madde
metninden anlaşılmaktadır. Bozkurt’a göre bu yasaklar esas sözleşme ile
kaldırılabilir. Biz de bu kanıya katılmaktayız[38].
Yazar şirketle işlem yapma yasağının yönetim yetkisiyle donatılmış diğer
kişilere de uygulanacağını kabul etmiştir. Yazarla yine aynı fikirdeyiz. Çünkü
yönetim yetkisiyle donatılan kişiler ya murahhas yönetim kurulu üyesidir. Yani
yasağın kapsamı içindedir ya da murahhas müdürlerdir. Bunlar da ETTK 342.
maddesinde belirtildiği gibi, idare meclisi azasının mesuliyetine ait hükümler
gereğince şirkete, paysahiplerine ve şirket alacaklarına karşı mesul olduğuna
göre bu mesuliyet kavramı hukukumuzda yerleşmiş bir kavram olmasına rağmen
YTTK’da yer almamış olması, uygulanmasını engellemeyecektir.
YTTK 395/4’te Bankacılık Kanununun ilgili hükümleri saklı olduğu
belirtilmektedir.
4.
Müzakereye (Toplantıya) Katılma Yasağı
Daha önce
belirttiğimiz gibi YTTK 365/1 doğrultusunda anonim şirket yönetim kurulu
tarafından yönetilir. Yönetim kurulu da bu faaliyetini yapabilmek için yukarıda
belirttiğimiz toplantılar yoluyla kararlar almak zorundadır. Yönetim kurulu
üyelerine yönetim kurulu toplantılarına katılma hakkı tanınmış olduğu gibi, bu
toplantılara katılmak aynı zamanda bir ödevdir.
ETTK 332’nin
paraleli olan YTTK 393 maddesinde belirtilen şartlar oluştuğunda yönetim kurulu
üyeleri için “müzakereye katılma yasağı”
uygulanılması zorunludur. 393/1’de menfaat çatışması diyebileceğimiz bir
yasaklama söz konusudur. Buradaki menfaat çatışması yönetim kurulu üyesinin
bizzat kendisine ilişkin olabileceği gibi, aşağıdaki kişilere ilişkin de
olabilir:
— Yönetim
kurulu üyesinin alt ve üst soyundan birinin
— Eşinin
— Üçüncü
derece dâhil üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından birinin.
Yönetim
kurulu üyesinin kendisi ve yukarıda sayılan kişilerin
“kişisel ve şirket dışı menfaatiyle şirketin menfaatinin çatıştığı konularda”
yönetim kurulu toplantılarına katılamaz.
YTTK 393/1 ikinci
bir durumu daha müzakereye katılma yasağı olarak düzenlemiştir. Bu durum “dürüstlük kuralının gereği” olarak yönetim kurulu toplantılarına
katılmama diye isimlendirilebilir. Eğer yönetim kurulu üyesinin müzakereye
katılmamasının dürüstlük kuralının gereği olan durumlar söz konusu ise böylesi
durumlarda da yönetim kurulu üyesi yönetim kurulu toplantılarına katılamaz.
YTTK
393/1’in son cümlesi gereğince menfaat uyuşmazlığının yani yukarıda ikiye
ayırdığımız menfaat çatışması ve dürüstlük kuralına aykırılık hallerinin
varlığında bu durum yönetim kurulu tarafından bilinmiyor olsa bile ilgili
üyenin konuyu yönetim kuruluna açıklaması ve yasağa uygun davranarak toplantıya
katılmaması yasa emridir.
Eğer menfaat
çatışması ve dürüstlük kuralına aykırılık oluşturan durumların varlığı ya da
yokluğu konusunda tereddüt uyandıran hal söz konusu olur ise ilgili yönetim
kurulu üyesinin katılmadığı bir yönetim kurulu toplantısında söz konusu yönetim
kurulu üyesinin toplantıya katılıp katılmayacağı konusunda karar verilir ve
toplantı bu karar doğrultusunda yapılır.
Böylesi bir
durumun varlığı halinde toplantı ve karar yeter sayısının nasıl olacağına dair
yasada bir hüküm bulunmamaktadır. Eriş[39]
toplantıya katılma yasağı bulunan üyelerin toplantı ve karar yeter sayısında
dikkate alınmaması gerektiği belirtmiştir. Biz kişisel kanı olarak bu görüşe
katılmamaktayız. Bize göre üye toplantıya katılmış, toplantı açılmış, toplantı
açıldıktan sonra üye yasal nedenlerden ötürü dışarı çıkarılmıştır. O halde
toplantı yeter sayısında üyenin varlığı dikkate alınmalıdır. Karar yeter sayısı
hesaplanırken bu üye varmışçasına hesap yapılmalıdır.
Maddenin
mefhumu muhalifinden anlaşılabileceği gibi toplantıya katılma yasağı ancak
menfaat çatışması ve dürüstlük kuralına aykırılıkta söz konusu olacaktır. Eğer
bir menfaat çatışması yoksa ve de dürüstlük kuralına aykırılık söz konusu
değilse, görüşülen konunun yönetim kurulunun kendisine yahut yakınlarına
ilişkin olması yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılmasını engellemeyecektir[40].
YTTK 393/3’
göre eğer yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılması yasaklanmış ise bunun
sebebi ve ilgili işlemlerin yönetim kurulu kararına yazılması gerekmektedir.
YTTK 393/2,
393/1’de yer alan yasağa rağmen yönetim kurulu toplantısına katılan üyenin bu
sebeple şirketin uğradığı zararın tazminiyle yükümlü olduğunu görürüz. Bu
tazmin zorunluluğu sadece ilgili yönetim kurulu üyesine ilişkin değildir.
Böylesi bir durumun varlığını bilen buna rağmen ilgili üyenin toplantıya
katılmasına itiraz etmeyen üyeler de tazmin borcuyla yükümlü olacaktır. Ayrıca
ilgili yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılıp katılmamasının görüştürüldüğü
yönetim kurulu toplantısına katılıp 393/1’e aykırı şekilde yani ilgili üyenin
toplantıya katılması yönünde oy kullanan tüm üyeler, tazmin sorumluluğuyla
yükümlüdürler.
V.
YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN SORUMLULUĞU
A. HUKUKİ SORUMLULUK
1. Genel Olarak
Hukuki sorumluluk, YTTK’nın 11. bölümünde
549. maddeden başlayarak düzenlenmiştir. ETTK’da olduğu gibi bu sorumluluğu
kuruluş aşamasındaki ve kuruluştan sonra doğan sorumluluklar olmak üzere ikiye ayrılmamıştır.
Ancak incelemeyi kolaylaştırmak açısından ikiye ayırarak incelemek mümkündür.
Kuruluş öncesi sorumluluklar, YTTK 549. maddesinde yer alan belgelerin
ve beyanların kanuna aykırı olmasından, 550. maddesinde yer alan sermaye
hakkında yanlış beyanda bulunmaktan ve ödeme yetersizliğinin bilinmesinden, 551
de yer alan değer (ayni sermayenin veya devredilecek işletmenin) biçilmesinde
yolsuzluktan ve de 552’de halktan para toplamaktan kaynaklanan sorumluluklar
olarak değerlendirilebilir.
Gerçi, kuruluş öncesi sorumluluk olarak değerlendirdiğimiz bu
sorumlulukların bir kısmı sermayenin artırılması ve azaltılmasında vb.
işlemlerinden de doğabilecek niteliktedir. O aşamadaki sorumluluklar için de
aynı maddeler uygulanarak hüküm kurulacaktır.
YTTK, anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluk halini
ETTK’ya nazaran farklı biçimde düzenlemiştir. ETTK’da kurucuların ve ilk
yönetim kurulu üyeleri sorumluluğu ile şirketin kuruluşundan sonra yönetim
kurulunun sorumluluğunu ayrı ayrı düzenlenmişti. Buna karşılık YTTK ise
sorumluluk hallerini toplu biçimde düzenlemiştir.
Kuruluş öncesi sorumluluk olarak
belirttiğimiz sorumlulukları düzenleyen YTTK 549 –552. maddelerinde dört hukuki
sorumluluk hali düzenlenmiştir. Bunlar belgelerin ve beyanların kanuna aykırı
olması, sermaye hakkında yanlış beyanlar ve ödeme yetersizliğinin bilinmesi,
değer biçilmesinde yolsuzluk ve halktan para toplamaktır.
YTTK 549. maddede düzenlenen ilk hukuki
sorumluluk hali belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olması halidir. Buna
göre, şirketin kuruluşu, sermayesinin artırılması ve azaltılması ile birleşme,
bölünme, tür değiştirme ve menkul kıymet çıkarma gibi işlemlerle ilgili
belgelerin, izahnamelerin, taahhütlerin, beyanların ve garantilerin yanlış,
hileli, sahte, gerçeğe aykırı olmasından, gerçeğin saklanmış bulunmasından ve
diğer kanuna aykırılıklardan doğan zararlardan, belgeleri düzenleyenler veya
beyanları yapanlar ile kusurlarının varlığı hâlinde bunlara katılanlar
sorumludur.
Hukuki sorumluluk hallerinden ikincisi YTTK
550’de düzenlenen, sermaye hakkında yanlış beyanlar ve ödeme yetersizliğinin
bilinmesi halidir. Buna göre, sermaye tamamıyla taahhüt olunmamış veya
karşılığı kanun veya esas sözleşme hükümleri gereğince ödenmemişken, taahhüt
edilmiş veya ödenmiş gibi gösterenler ile kusurlu olmaları şartıyla, şirket
yetkilileri, bu payları üstlenmiş kabul edilirler ve payların karşılıkları ile
zararı faiziyle birlikte müteselsilen öderler. Ayrıca, sermaye taahhüdünde
bulunanların ödeme yeterliliğinin bulunmadığını bilen ve buna onay verenler,
söz konusu borcun ödenmemesinden doğan zarardan sorumlu olacaklardır.
Hukuki sorumluluk hallerinden üçüncüsü ayın
veya devralınacak işletmelerin değerlemesinde yapılacak olan yolsuzluk halidir.
YTTK 551’de düzenlenen bu halin, ticari hayatta iki şekilde yanılgı yarattığını
görmekteyiz. Bunlardan birincisi şirketin dışa karşı yanılgı yaratmasıdır. Ayın
ve devralınacak işletmenin değerinin fazla gösterilmesi halinde şirketle işlem
yapacak kişiler şirket sermayesi ile ilgili yanılacaklardır. İkinci olarak da
şirketin içeri karşı yanılgıya yol açması durumu söz konusu olacaktır. Buna
göre, fazla değer biçilen ayın veya işletme sahibi, şirkette haksız olarak
fazla paya sahip olacaktır[41].
YTTK 552’de düzenlenen dördüncü hukuki
sorumluluk hali izinsiz şekilde halktan para toplamaktır. Bu madde 6335 sayılı
kanunla değişikliğe uğramış ve kısaltılarak sadeleştirilmiştir. Söz konusu
maddeye göre, Sermaye Piyasası Kanunu saklı kalmak kaydıyla, şirket kurmak veya
sermaye artırmak amacıyla halka çağrıda bulunarak para toplanması yasaktır.
İster kuruluştan önce, ister kuruluştan sonra olsun, kurucuların,
yönetim kurulu üyelerinin ve tasfiye memurlarının sorumluluğu YTTK 553. maddede
işlenmiştir. Söz konusu maddeye göre bu kişiler şirkete, paysahiplerine, ya da
şirket alacaklarına karşı vermiş oldukları zararlardan dolayı sorumludurlar.
YTTK 553/1’e göre bu zararların söz konusu kişilerin kanundan ve esas
sözleşmeden doğan yükümlülüklerini ihlal etmesinden kaynaklanması gerekir. Kanımıza göre, söz konusu maddede genel kurul
kararlarına uymamak haline yer verilmemiş olması bir noksandır. Bizce yönetim
kurulu üyeleri kanun ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerinin yanı sıra genel
kurul kararlarının uygulanmamasından dolayı sorumludurlar. Bu nedenle ETTK
381/II ve III maddesinde yönetim kurulu üyelerinin sorumluluklarını doğuracak
bir yönetim kurulu kararının varlığı halinde kurul olarak veya birey olarak
iptal davası açabileceğini hüküm altına almış idi. Aynı hüküm YTTK 446/1-c ve d
bentlerinde de yer almaktadır. Genel kurul kararlarının yerine
getirilmemesinden ötürü yönetim kurulunun sorumlu tutulması yönetim kurulunun
üstlenmiş olduğu görev anlayışı ile bağdaşır. Çünkü kanunda ve ana sözleşmede
yer almayan ve yönetim kurulunun devredilemez yetkilerinden olmayan şirketin
sevk ve idaresine yönelik kararlar genel kurul tarafından alınmış olabilir.
İşte bu kararların uygulanması halinde yönetim kuruluna sorumluluk gelecek ise,
onlara iptal davası şansı tanıyan yasa, karşıt anlamından yapılmaması halinde
de yönetim kurulunun sorumlu olacağını hükme bağlamış olmaktadır.
2.
Birlikte Sorumluluk (Farklılaştırılmış Teselsül) ve
Sorumluluktan Kurtulma
YTTK 553/3’e baktığımızda sorumluluğun
doğabilmesi için sorumluluğu oluşturan eylemin o kişinin kontrolü içinde olması
gerektiğini görmekteyiz. Yine YTTK 553/3’e göre eğer sorumluluk doğuran olay o
kimsenin kontrolü dışında kalıyorsa kişinin gözetim ve özen yükümü gerekçe
gösterilmek kayıt ve şartıyla olsa dahi kişi sorumlu tutulamaz. Bu hüküm
nedeniyle eski yasada geniş olarak yorumladığımız gözetim ve özen yükümüne bir
sınırlama getirilmiştir. Zaten gerekçede de, yönetim kurulu üyelerinin soyut
bir gözetim görevi anlayışına dayanarak sorumlu tutulmalarına engel olmak
amacıyla yasada yer aldığı belirtilmiştir.
YTTK 553/2 maddesi ise yönetim kurulunun kanundan doğan ya da esas
sözleşmeden kaynaklanan devir yetkisini kullanarak, görev ve yetkilerini
devretmesi halinde sorumluluğun görev ve yetkiyi devralan kişilere ait olduğunu
yönetim kurulu sorumluluğunun sadece “seçimde
makul derecede özen göstermek” ile sınırlı olduğunu hükme bağlamıştır.
Kanun gerekçesine göre ETTK 336’da yer alan hükmün daha geniş bir hali hukuk
sistemimize kazandırılmış böylece yönetim kurulu üyeleri sorumluluğuna somut
bir sınırlama ilkesi getirilmiştir.
Şirketin uğradığı zararın tazmini için açılacak davada davacı ya 555/1’e
göre şirket olmalıdır ya da herhangi bir pay sahibi olabilir. Eğer dava
paysahibi tarafından açılıyorsa paysahibi, aynı madde gereğince davada
hükmedilecek tazminatın şirkete ödenmesini talep edecektir. YTTK’da şirket
adına dava açmak yetkisi denetçilere tanınmadığı için şirketin herhangi bir
nedenle dava açmaması halini öngören yasakoyucu şirket paysahiplerine de dava
açma hakkını tanımıştır. Şirket paysahibinin dava açması zaman zaman bir
zorunluluktan kaynaklanacağı için 555/2’de açılan davadaki yargılama
giderlerinin davalıya yükletilemediği hallerde bu yargılama giderlerinin
hakkaniyet oranında davayı açan paysahibine ya da davada hiç yer almayan, ancak
davalı adına hükmedilen yararın, alacaklısı olan şirkete, hakkaniyet ölçüsü
doğrultusunda yüklenebileceği hüküm altına alınmıştır. Şirkete ve
paysahiplerine tanınan YTTK 555’de yer alan dava açma hakkı şirketin iflas
halinde olması durumunda YTTK 556 hükmü doğrultusunda alacaklara ve iflas
idaresine de tanınmıştır. İflas aşamasında açılan davada eğer iflas
alacaklıları davayı açmışsa hükmedilecek tazminat öncelikle davayı açan
davalılara tahsis olunur. Eğer söz konusu davada paysahipleri de davacı olarak yer
almışsa elde edilen tazminat iflas alacaklısından sonra paysahiplerine ödenir.
Geriye bir şey kalırsa iflas masasına verilir.
Eğer zarar birden çok kişinin fiilinden kaynaklanıyorsa davacı davasını
557/1’e göre her bir failin kusuruna ve durumun gereklerine göre ödemesi
gerekli tazminat miktarını esas alarak açabileceği gibi, YTTK 557/2’den
yararlanıp tümüne zararın tamamı için dava açabilir ve her bir davalının
tazminat borcunun ne olduğunun takdiri hâkimin hükmüne bırakılmıştır. Eğer
böylesi bir başvuru varsa hâkim 557/3’e göre sorumlular arasındaki sorumluluk
oranını saptayarak hüküm kurar.
Söz konusu maddenin gerekçesine baktığımızda ETTK’da mutlak teselsül
anlayışının yeni yasa ile kaldırıldığını görmekteyiz. Farklılaştırılmış
teselsül dört temel ilkeye bağlanmıştır. Birinci ilke 557/1’de hüküm altına
alınmış olup “birlikte zarar verenlerin
dış ilişkideki sorumluluklarını düzenlemektedir; yoksa bu hüküm sorumluların iç
ilişkideki sorumluluk ilişkileri hakkında öngörülmüş bir rücu hükmü değildir.”
İkinci ilkeye göre zarar, birlikte verilen zarar ve tek başına verilen
zarar şeklinde ifade edilmiştir. Gerekçede zararın yargılamayı yapan hâkim
tarafından dikkate alınmasını belirtmektedir. Üçüncü ilkeye baktığımızda “Farklılaştırılmış teselsül, müteselsilen
sorumlu farklı tazminat yükümlüsü gruplarının ortaya çıkması sonucunu da
doğurabilir.” Dördüncü ilke ise zarar ister aynı zarar isterse tek başına
verilen zarar olsun, mahkeme zararın hesabında EBK 43–44, TBK 51-52’yi resen
uygulayacaktır. Söz konusu maddenin gerekçesi de uygulamaya yararlı olabilecek
şekilde, örneklerle kaleme alınmıştır[42].
ETTK ile YTTK arasındaki bu konudaki temel farklılıklardan biri de ETTK
zamanında yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin dava açabilmek için
bu konuda genel kurulun iznine yani bu yöndeki kararına ihtiyaç olması idi ve
bu bir dava şartı idi. Hâlbuki yeni yasada böylesi bir şart aranmamıştır.
Bu bölümde bilginize sunmuş olduğumuz farklılaştırılmış teselsüle
ilişkin sorumluluk davası kanımızca HMK 107’deki belirsiz alacak ve tespit
davası maddesinin uygulanabileceği bir dava olacaktır. Bu davanın davacısı olan
paysahibi ya da alacaklı davayı açarken toplam zararı bilemeyeceği gibi her bir
sorumluya düşen zarar miktarını da bilemeyecektir. Bu nedenle belirsiz alacak
ve tespit davasına örnek gösterilebilir. Tabii ki, davayı şirket açıyorsa,
zararı bileceği için belirsiz alacak ve tespit davasından söz etmek mümkün
olmayacaktır.
3.
İspat Yükü
Kanunun 553. maddesine ilişkin madde
gerekçesini incelediğimizde kanunun yönetim sorumluluğunu da kusur sorumluluğu
olarak kabul ettiğini ancak bunun saptanabilmesi için mahkemenin yerindelik
denetimini yapmış olmasının şart koşulduğunu görmekteyiz[43].
6012 sayılı YTTK ilk halinde, 553/1. maddede açıkça bu sorumluluğun
kusur sorumluluğu olduğunu belirtmiş ve de kusursuzluğun ispatını kuruculara,
yönetim kurulu üyelerine, yöneticilere, tasfiye memurlarına yüklemişti. 6335
sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle buradaki sorumluluğun kusur sorumluluğu
olduğu kabul edilmiş, ancak ispat yükü yöneticilerden alınarak davacıya
yüklenmiştir.
Yönetim kurulu üyelerinin hukuki
sorumluluğunu değerlendiren bazı yazarlar[44],
yönetim kurulu üyelerinin, pay sahipleri ile şirkete ve şirket alacaklılarına
karşı olan sorumluluğunu ayrı ayrı değerlendirmektedirler. Bu yazarlara göre,
yönetim kurulu üyelerinin ve de YTTK 553. maddesi içeriğinde yer alan diğer
sorumluların, pay sahiplerine karşı sorumluluğu, sözleşmeden kaynaklanan kusura
dayalı sorumluluktur. Bize göre sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk olduğu için
YBK 112 maddesi gereği, yöneticilerin sorumluluktan kurtulabilmesi için bu
madde hükmü gereğince kusursuz olduklarını kanıtlamaları gerekmektedir. Gerek
EBK ve gerekse YBK’da bu yönde bir genel hüküm bulunmasına rağmen YTTK’da 6335
sayılı kanunla yapılan değişiklikle YTTK’nın 553. maddesinde yer alan ispatın
davalıya yani kurucu, yönetici ve tasfiye memuruna ilişkin olması yerine
kusurun kanıtlanmasının davacıya, yani şirkete, pay sahibine ve alacaklıya
yüklenmesini anlamak mümkün değildir.
Yukarıda, pay sahibi ve alacaklı ayrımına ve
de bu ayrımdan kaynaklanan sorumluluk farklılaştırılmasına katılmadığımızı
beyan etmiştik. Şirketten alacaklı olan herhangi bir kişinin yöneticinin
sorumluluğuna ilişkin davada davacı olabilmesi için, söz konusu alacaklının
öncelikle şirketten alacaklı olması ve bu alacağını kanıtlamış olması gerekir.
Bunun yanı sıra alacaklı, alacağını şirketten alamamış ve alacağını tahsil
edemeyiş nedeninin de yöneticinin tahsil edilemeyen alacağın tahsil edilememiş
olmasından ötürü yöneticinin kusurundan kaynaklanan bir nedenin varlığı
şarttır. Diğer bir anlatımla, alacağını şirketten tahsil edemeyen alacaklı
burada, şirketin yerine zorunlu halef olan kişi konumundadır. Üstelik
alacaklının şirkete karşı olan davası ister haksız fiilden, isterse sözleşmeden
kaynaklansın, alacaklı ile yönetici arasındaki sorumluluktan kaynaklanan dava,
sözleşmeden kaynaklanan davadır. Çünkü alacaklı şirketin halefi olarak alacağı
talep etmektedir. Şirketle, yönetici
arasındaki hukuki ilişki ise, vekâlet akdine dayanan bir ilişkidir. Yani
sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Halef olan alacaklı da, şirketten alacağını
kanıtladıktan sonra, kanıtladığı alacağının talep aşamasında bu alacağı
şirketin halefi sıfatı ile yöneticiden talep ettiği ve de şirketin hesabına
kaydettirdiği için, bu ilişkiden yola çıkmak yani davanın ikinci aşamasında
sözleşme ilişkisine dayanmak zorundadır. Davanın ikinci boyutu, yöneticinin
şahsi kusurundan kaynaklanmıştır. Elbette, yönetici şahsi kusurundan
kaynaklanan bir davada, sorumlu tutulacaktır. Yöneticinin bu sorumluluğu,
yöneticinin şirketle yapmış olduğu anlaşmaya dayanmaktadır. Yani sözleşmeden
kaynaklanmaktadır.
Üstelik bu düşünce tarzı hayatın olağan
akışı ile de bağdaşmaktadır. Yönetici, bir görev için talip olmuş ve pay sahiplerinin
uygun görmesi ile yani taraflar arasında oluşan bir sözleşme ile bu görevi
üstlenmiştir. Akademisyenler açısından aralarında fark olsa da bize göre, ETTK
da yer alan basiretli tacir tanımlamaması ile YTTK da yer alan tedbirli bir
yönetici tanımlaması uygulama aşamasında bir biri ile eş anlamlıdır. Her
ikisinde de yönetici, kanunlara, esas sözleşmeye ve de genel kurul kararlarına
uygun davranmak zorundadır.
Özet olarak, YTTK 553. maddesine rağmen,
sorumluluk davalarının tamamında, ispat yükünün davalıda olması gerektiğine
inanmaktayız.
İlk bakışta ispat yükünün davacıda olması MK 6. maddesi hükmüne uygun
bir davranış gibi gözükse de kanımızca bu değişikliğe kişisel kanı olarak
katılmamaktayız. Elbette kusurun ve zararın kanıtlanmasından yararlanacak olan
davacıdır. Bu nedenle MK 6 doğrultusunda ispat yükü ile yükümlüdür. Bize göre
MK 6 doğrultusunda davacıya yıkılan ispat yükü kuralını burada uygulamak mümkün
değildir. Çünkü şirket ile yöneticiler arasında sözleşmeye dayalı bir ilişki
vardır. Bilindiği gibi, sözleşmeye dayalı sorumluluklarda EBK 96, YBK 112
doğrultusunda alacaklının tüm haklarını alamaması durumunda borçlu kendisine
bir kusur yüklenemediğini kanıtlayamadığı müddetçe sorumludur. Yönetici ile
şirket arasındaki ilişkinin akdi bir ilişki olduğunu kabul ettiğimiz takdirde,
EBK ve YBK’nın bu maddeleri doğrultusunda ispat yükünün davalı yöneticide
olması lazımdır. Ayrıca, bir faaliyet dönemi içinde pek çok işlem
gerçekleştiren yöneticinin ne yaptığını, nerede hata yaptığını kanıtlama yükünü
şirketten alacaklı durumunda olan davacıya yükler isek, davacının bunu ispat
olanağı söz konusu olamaz. İşbu nedenle en azından somut olayın özelliğine göre
ispatın davacıya yükletilmesinde yarar vardır.
Yöneticinin sorumluluğundan söz ettiğimiz bu aşamada, olağan kâr
diyebileceğimiz kârlılığının sağlanamamasından ötürü yöneticilerin sorumlu olup
olmadığının tartışılmasında da yarar görmekteyiz. Ticaret Kanunu’na göre
şirketler kar amacıyla kurulurlar. Bu nedenle yönetimi üstlenen kişi, diğer bir
anlatımla şirketle şirketi yönetmek konusunda akit yapan kişiler, şirketin
amaçlarını sağlamak yükümlülüğünü de üstlenmişlerdir. Yani, şirketin kar
etmesini sağlamayı peşinen kabul etmiştir. Her ne kadar vekâlet akdi yapısı
gereği, sonuç garanti etmeyen sözleşme türlerinden ise de, ortalama kar
hadlerinin altında kalmış olma vekil edenin yani şirketin talimatına aykırılığı
oluşturmaktadır. Vekil eden, yöneticiye tüzel kişinin yapısının ticaret şirketi
olması nedeniyle kar etmeyi emretmiştir. Bu işin doğası gereğidir. Vekâlet
akdine baktığımızda vekilin yani yöneticinin vekil edenin talimatlarına uymak,
özen yükümlülüğü çerçevesinde borcu yerine getirmek sorumluluğu olduğu
görülmektedir. Vekâlet akdine ilişkin bu iki sorumluluğu yönetim kurulu
açısından değerlendirdiğimizde, yönetici her ne kadar kar etmeyi garanti
etmemiş ise de kâr etmek için özenle çalışmayı üstlenmiştir[45].
YTTK 369. madde zaten açıkça yöneticinin özen borcunu hükme bağlamıştır. Söz
konusu madde doğrultusunda yönetici görevlerini tedbirli bir yöneticinin
özeniyle yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak
gözetmek yükümlülüğü altındadır. Kusurun kaynağı özen borcu olduğuna göre, bu
borcun yerine getirilip getirilmediğini kanıtlamanın da, borçtan kurtulan
olarak MK 6 doğrultusunda yararlanan olarak yöneticiye yüklenmesi gerektiğini
düşünmekteyiz. Bu düşüncemizin yanı sıra, menfaatlerin korunması ilkesini de
dikkate aldığımızda yöneticinin ortalama kar hadleri olarak
nitelendirebileceğimiz olası karı sağlayamamasının hesabını vermesi gerektiğine
inanmaktayız. Bizim bu paragrafta söylediklerimizin birçoğu 553. maddenin madde
gerekçesinde de yer almaktadır.
İspat yükünün, yöneticide olup olmamasının,
hukuk açısından taşıdığı önem kadar ekonomimiz açısından da önemi olduğunu
unutmamak gerekmektedir. Servet sahibi olmak başka şeydir, bu serveti sermayeye
çevirmek ve de aynı zamanda ya da profesyonel olarak yöneticilik yapmak başka
şeydir. Eğer kişi, sermayedar olmanın yanı sıra, yönetici olmayı da
üstleniyorsa bundan doğan sorumluluğu taşımalıdır. Üstelik yöneticinin, kusurlu
davranışlarından kaynaklanan sorumluluğunu taşıması kuralı, pek çok kişinin,
sermayedarlıkla yetinmesine yöneticiliğe heveslenmemesine yol açacaktır.
Kişilerin kendi işinin başında olma isteminde ya da servetini taşınmaz iradı
dışında başka bir yol ile değerlendirmemesi düşüncesinde, servet sahibinin
yöneticiye hesap sorulamamasından dolayı taşıdığı çekingenliği aramak
gerektiğine inanmaktayız. Eğer hesap sormak ve zararın karşılanması gerçekleşir
ise servetin sermayeye dönüşmesi kolaylaşacağı gibi, sermayenin işin ehlince
yönetilmesi de sağlanmış olacaktır. Üstelik yasa koyucu, YTTK 361/1 maddesi ile
sigorta uygulamasına olanak vererek, servet sahibine de bir garanti
sağlamıştır.
İspat yüküne ilişkin 11. HD’nin, 27.2.1990, E.
1989/9543, K. 1990/1576 sayılı kararında
“Yasada yönetim kurulu üyeleri için kusur karinesi kabul edilmiştir. Bu
durumda, kusursuzluğu ispat külfeti yönetim kurulu üyesine aittir” şeklinde bir
ifade yer almaktadır[46].
4. İbra ve Sulh
Yönetim kurulunun sorumluluğuna ilişkin hükümleri incelerken ibranın
sorumluluğa ilişkin etkisini de incelemek zorunluluğu vardır. YTTK 559. maddesi
kuruluş ve sermaye artırımındaki ibrayı düzenlemiştir. Bu madde her ne kadar
ETTK 310. maddesinin karşılığı ise de iki madde arasındaki temel fark ETTK’daki
ibranın kuruluş işlemlerini kapsadığını belirtmesine rağmen YTTK’daki hükmün
kuruluş işlemlerinin yanı sıra, sermaye artırım işlemlerini de kapsadığının
hüküm altına alınmasıdır. Yeni yasaya göre bundan böyle sermaye artırım
işlemleri, aynen kuruluş işlemlerindeki sorumluluk gibi değerlendirilecektir.
Bu konudaki ibra ve sulh işlemleri ancak şirketin tescilinden veya sermaye
artırım kararının tescilinden dört yıl geçmedikçe geçerli olmayacaktır. 4
yıllık süre geçtikten sonra, bu konudaki sulh ve ibra genel kurul kararıyla
sağlanabilir.
Yukarıda belirttiğimiz dört yıl koşulunun yanı sıra esas sermayenin onda
birini temsil eden pay sahipleri, sulh ve ibranın onaylanmasına karşı iseler,
sulh ve ibra genel kurulca onaylanmaz. Madde hükmü emredici niteliktedir. Söz
konusu madde, onaylamanın iptalinden söz etmemektedir. Onaylamanın
yapılamayacağını belirtmektedir. Eğer genel kurul böylesi bir karar alırsa,
böylesi bir karar butlanla maluldür. Çünkü YTTK 447/1-a “kanundan kaynaklanan vazgeçilemez nitelikteki haklarını …
sınırlandıran veya ihlal eden” genel kurul kararlarının butlanla batıl
olacağını hüküm altına almıştır. Zaten böylesi bir hüküm olmasa bile YBK’da yer
alan ve kesin geçersizlik halini düzenleyen 27. maddesi gereğince kesin
geçersizlik yani butlan söz konusu olacaktır. YTTK 559/1’de yer alan onda bir
şartı halka açık anonim şirketlerde yirmide bir oranında hüküm altına
alınmıştır. Böylece azınlığın haklarının korunmasında daha olumlu
davranılmıştır.
Yasakoyucu kuruluş ve sermaye artırımı dışında kalan ibralarla ilgili
olarak, YTTK 558. madde hükmünü getirmiştir. Söz konusu hüküm gereğince ibra, “ibranın kapsadığı açıklanan maddi olaylara
ilişkin olarak” sorumluları sorumlulukları sorumluluktan kurtaracaktır.
Yani bugüne kadarki uygulamamızda olduğu gibi sorumluluktan kurtulmak için açık
ibra gerekecektir. Ancak yasanın tanıdığı bu sorumluluktan kurtulma hali de,
gene yasa gereğince sınırlandırılmıştır. Her ne kadar genel kurul kararları tüm
ortakları bağlayıcı nitelikte ise de ibra kararı sadece ibra kararına olumlu oy
verenleri bağlar. Bu husus 558/2’de açıkça hükme bağlanmıştır. Olumlu oy
kullanmış pay sahibi dışında kalanlar 558/2 son cümlesi doğrultusunda ibra
tarihinden itibaren altı aylık hak düşürücü süre içinde dava haklarını
kullanabilirler. Yasa koyucu burada genel kurul kararının tescil ve ilanı
koşulunu aramamış sadece ibranın yapıldığı genel kurul tarihini esas almıştır.
Gerekçeye göre buradaki altı aylık süre hak düşürücü süre olup, genel kurulun
yapıldığı tarihten itibaren başlayacaktır.
İbraya ilişkin kararın olumlu ya da olumsuz olması halinde, yeni bir
genel kurul kararıyla bu kararı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu husus
558/2 de yer almıştır. Bu hükmün istisnası aynı hüküm içinde yer alan genel kurul
kararının YTTK 445. madde hükmü doğrultusunda iptal davasıyla iptal edilmiş
olması halinde söz konusu olacaktır.
5.
Yönetim Kurulu Toplantısına Katılmayan Üyenin Alınan Karardan
Ötürü Sorumluluğu
YTTK yönetim kurulunun vazgeçilmeyecek
yetkilerini YTTK 375 ile hüküm altına almıştır. Bu haklardan vazgeçmek ve/veya
bir başka organa veya kişiye devretmek mümkün değildir. Devir YTTK’nın 367.
maddesiyle hükme bağlanan murahhas yönetim kurulu üyeliği ve de dışarıdan
atanacak olan murahhas müdürler için söz konusu olacaktır.
Elbette böylesi bir yetki devri söz konusu ise YTTK’nın 553/3.
maddesinde yer alan her üyenin kontrol edebileceği eylem ve kararlardan sorumlu
olması ilkesinin de yönetim kurulu üyesinin sorumluluğunda dikkate alınması
gerekir. Bu nedenle yasakoyucu, murahhas yönetim kurulu üyelerinin ve
müdürlerin atanmasında YTTK 553/2 maddesi doğrultusunda atamadaki özeni dikkate
almıştır. Yönetim kurulu üyesi genel anlamıyla sevk ve idare sorumluluğunu
taşımanın yanı sıra, bundan kaynaklanan denetim yetkisi yönetim kurulu üyesinde
kalacağı için yeterli özeni göstermiş olmasına rağmen sorumluluğu devam
edecektir. Ancak bunun dışında yönetim kurulu sorumluluğu kalmayacaktır.
6. Yeni Yönetim Kurulu’nun Eski Yönetim Kurulu’nun Karar ve Eylemlerinden Sorumluluğu
Bu husus ETTK 309. maddesinde işlenmiş olup,
yeni yönetim kurulunun eski yönetim kurulunun sorumluluğunu doğuran eylemlerini
ihbar etmemesinden ötürü sorumlu olduğuna ilişkin hüküm bulunmaktadır[47].
YTTK’da bu hükmü birebir karşılayan bir hükme rastlamadık, ancak tedbirli bir
yöneticinin kontrol edebileceği bir husustan kaynaklanan bir ihmal sonucu eski
yöneticilerin fiilleri tazminata konu edilmemişse yani sorumluluk davası
açılmamışsa yeni yönetici bu davranışından ötürü sorumlu tutulmalıdır
kanısındayız.
7.
Yönetim Kurulunun Sorumluluğu Açısından Ultra Vires Kuralı
YTTK’ya ilişkin taslak kamuoyunun bilgisine
sunulduğu andan bugüne kadar, YTTK ile ilgili en çok tartışılan konuların
birini yönetim kurulu üyelerinin şirkete borçlanmasına ilişkin yasaklar
diğerinin de ultra vires kuralı olduğunu düşünmekteyiz.
Yönetim kurulu üyelerinin şirkete karşı borçlanmasının çok
konuşulmasının nedeninin aile şirketlerinde, şirket kasasıyla, aile büyüğünün
cebinin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yasakoyucu
şirket kasasının ayrı bir değeri olduğunu, aile büyüğünün cebinin ise ayrı bir
değer taşıdığını dile getirdiğinde, aile büyükleri bu ekonomik gerçeği
görmezden gelerek eski hamam eski tas yaşamak istemişler, bu konuya yeterince
itiraz etmişler ve sonuçta haklı çıkarak kanundaki bu hükümleri
kaldırtmışlardır.
En çok konuşulan diğer konu ise ultra vires
kuralıdır. Yasayı yorumlayanlara göre, yasakoyucu ETTK karşılığı olan 137.
madde yerine YTTK 125’i getirirken, ETTK’da var olan ultra vires kuralını
kaldırmıştır. Kamuoyunda bu açıklama bundan böyle şirketin sınırsız olarak
işlem yapacağı anlamında yorumlanmıştır.
Bazı yazarlara göre, ultra vires kuralı
temsil yetkisi için kaldırılmıştır. Ancak, hak ehliyetinde ultra vires kuralı
devam etmektedir.
Yasada ultra vires sözcükleri yer almamasına
rağmen, akademisyenler tarafından yasa yorumlanırken bu sözcüklerin kullanılmış
olmasının yanılgıya denen olduğunu düşünmekteyiz. Bu sözcüklerin Türkçe
karşılığını kullanan Öztan’a göre[48]
tüzel kişilerin hak ehliyetleri ya sınırlı bir ehliyettir, ya da sınırsızdır.
Sınırsız ehliyete örnek olarak MK 46. maddesi hükmü gösterilebilir. Bu hükme
göre tüzel kişiler, “gerçek kişiye has
olan hak ehliyetlerinin dışında, bütün hak ehliyetlerine sahiptirler”.
Öztan sınırlı ehliyeti örnek olarak hak ehliyetinin amaçla sınırlandırılmasını
göstermiştir. Bu amaçla “hak ehliyetinin
amaçla sınırlandırılmasına ‘ihtisas prensibi’, ‘ultra vires’, ‘özellik ilkesi’
denir” şeklinde ifade etmiştir.
Konuyu daha iyi anlayabilmek için anonim
şirketlere özgü olarak yönetim kurulunun yetkilerinin kapsam ve sınırını hükme
bağlayan YTTK 371. maddenin gerekçesine baktığımızda “… ultra vires kuralı kalktığı için, artık şirketin hak ehliyetinin
sınırını işletme konusu çizmemektedir” denmekte ve devamla şirketin amacı
ve işletme konusunun hak ehliyetini belirlemede kullanılamayacağını bu kuralın
imza yetkilisine rücu edilebilecek ve edilemeyecek işlemlerin sınırını
belirlediğini dile getirmektedir.
Bu nedenle söz konusu sınırın aşılması
halinde şirketin üçüncü kişilere karşı sorumlu olduğu ancak sınırı aşan temsil
yetkisine haiz kimseye karşı şirketin, rücu talebinde bulunabileceği
belirtilmiştir.
Bu kavramın ne anlama geldiğini ve yönetim
kurulunun sorumluluğunda nasıl uygulanması gerekeceğini eski ile yeni kanun arasında
bir fark olup olmadığını anlayabilmek için öncelikle YTTK 371. maddesini
incelemek gerekir. Buna göre “Temsile
yetkili olanlar şirketin amacına ve işletme konusuna giren her türlü işleri ve
hukuki işlemleri, şirket adına yapabilir…” ETTK 321/1’e baktığımızda ise, “temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat
ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına
yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler” hükmünün yer
aldığını görmekteyiz.
Anonim şirketlere ilişkin olan bu hüküm
nedeni ile anonim şirketi temsile yetkili olanların eskiden, şirket maksat ve
mevzuuna dâhil olan işler dışında işiler yapması halinde bunların geçersiz
olmasına karşılık, bu gün, şirketi temsile yetkili olanların şirketin amacını
ve işletme konusunu aşan her tür işleminden ötürü şirket sorumlu olmaktadır.
Kanımızca, ETTK
321/1 ile YTTK 371’in ya görüldüğü gibi yetkinin kapsamını ve sınırını
belirleyen işbu madde sınırsız bir yetki hüküm altına almamıştır. Maddede yer
alan sınır “şirketin amacı ve işletme
konusu”dur. Diğer bir anlatımla, eğer temsile yetkili olanlar şirketin
amacına ve işletme konusuna aykırı bir işlem yaptıkları takdirde bununla
sorumludurlar. Hatta bu sorumluluklarını somut hale getirmek isteyen
yasakoyucu, YTTK 371/1 c.2’de “kanuna ve
esas sözleşmeye aykırı işlemler ve dolayısıyla şirketin rücu hakkı saklıdır”
hükmünü getirerek temsile yetkili olanların temsil yetkisinin kapsam ve
sınırlarını bir anlamda somutlaştırmaya çalışmışlardır.
YTTK 371/5’e göre
“Temsile veya yönetime yetkili olanların,
görevlerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden sorumludur.
Şirketin rücû hakkı saklıdır.” Bu hüküm ETTK 321/5 ile aynıdır.
Yargıtay 11. HD,
T. 11.3.2002, E. 2001/9498, K. 2002/2079 sayılı kararında[49]
şöyle demiştir: “…dava, TTK.nun 336 ncı
maddesi hükmü uyarınca dava dışı anonim şirketin yönetim kurulu üyeleri olan
davalıların sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davası olup, davacı, dava dışı
anonim şirketten alacaklı olan bir şirkettir. Dairemizin 11.6.1981 gün ve E. 2329
ve K. 2988 sayılı ilke kararında benimsendiği gibi, ortaklar ve alacaklılar,
yönetim kurulu üyelerinin kusurlu yönetimi nedeniyle doğrudan doğruya zarara
uğramaları durumunda, yönetim kurulu üyeleri aleyhine, hükmedilecek tazminatın
doğrudan kendilerine verilmesi şartıyla sorumluluk davası açabilirler. Dava
konusu olayda da, alacaklı sıfatı ile dava açan davacı şirket, davalıların
kusurlu yönetimi ile doğrudan kendisi zarara uğradığından,mahkemece hükmedilen
tazminatın davacı şirkete verilmesi gerekirken, TTK.nun 309 ncu maddesi yanlış
değerlendirilerek borçlu sıfatı bulunan dava dışı anonim şirket lehine
tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması
gerekmiştir” ifadesini görmekteyiz.
8.
Zamanaşımı
YTTK 560/1 maddesi ETTK 390/son maddesinde
yer alan hükümleri içermektedir. YTTK 560/1’e göre de üç türlü zamanaşımı
vardır.
— Bunlardan ilki kısa zamanaşımı dediğimiz davacının zararı ve sorumluyu
öğrendiği tarihten itibaren başlayan iki senelik zamanaşımı,
— Uzun zamanaşımı dediğimiz ve zararı doğuran fiilin doğduğu tarihten
itibaren beş yıl geçmekle oluşan uzun zamanaşımı,
— Ceza kanununa tabi bir tazminat davası var ise ve ceza kanunu daha
uzun bir zamanaşımı kaydetmişse ceza kanununa tabi zamanaşımıdır.
EBK 60 ve YBK 72. maddeleri haksız fiilden kaynaklanan davalardaki
zamanaşımını, düzenleyen genel nitelikli bir hükümdür. Söz konusu bu hükümde, 2
ve 10 yıllık zamanaşımı süresi tanınmıştır. ETTK ve YTTK’da yöneticilerin
sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davalarında özel zamanaşımı belirlendiği
için, bu fiillerden doğan tazminat davaları yukarıda da söylediğimiz gibi 2 ve
5 yıllık zamanaşımına tabidir. Gene bu maddelere göre, eğer özel yasalarda,
zamanaşımı için özel bir süre öngörülmüş ise, öncelikle özel zamanaşımı süresi
uygulanmalıdır.
Ancak gerek ETTK gerekse YTTK, BK’nın uzamış zamanaşımı kuralına uygun
olarak bir hükmü de içermektedir. Yani yöneticilerin haksız fiillerinden
kaynaklanan tazminat davalarından ötürü, hukuk sistemimizin kabul ettiği uzamış
ceza zamanaşımı YTTK’nın özel hükmü içeriğinde de yer almaktadır.
Ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, Yargıtay HGK 18.11.1981 gün 79/4–231.E
81/744.K, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 16.12.2002 gün 9658.E 14127.K ve 23.01.2003
gün 2002/9945.E 2003/760.K sayılı kararları incelendiğinde, tazminat yükümlüsü
hakkında ceza davası açılmış olmasının ya da olmamasının, uzamış ceza
zamanaşımına uygulanmasında hiçbir etkisi olmadığı gibi açılmış ceza davasına
zarar görenin katılıp katılmadığının da bir etkisi olmadığı görülmektedir.
Üstelik TCK 279. maddesi
gereğince suça konu bir eylemden haberdar olan hâkimin, bu eylemi ihbar
yükümlülüğü olduğu düşünülürse ve de suça konu olayların re’sen takibe konu
suçlardan olduğu dikkate alınırsa zarar gören davacının ceza davası açılması ve
de ceza davasının takibi için bir çaba göstermesine gerek olmadığı açıkça
anlaşılmaktadır.
Olayımızı haksız fiilden zarar gören şirket açısından değerlendirdik.
Hâlbuki EBK 60/3 ve TBK 72/2 maddelerine baktığımızda, şirkete karşı tazminat
borçlusu olan yöneticilerin aynı olay nedeniyle uğradığı zararlardan ötürü bir
tazminat alacağı varsa ve bu tazminat alacağına ilişkin dava hakkı zamanaşımına
uğrasa dahi, yönetici kendi tazminat alacağı açısından uğradığı zararla sınırlı
olmak kaydıyla borcu ifadan kaçınabilir. Bu hususa ilişkin bilgileri Olgaç’ın[50]
açıklamalarında görmekteyiz.
Zamanaşımı, HMK 116’da yer alan ilk itirazlar arasında yer almamaktadır,
çünkü zamanaşımı BK 74 vd. maddelerinde yer alan bir maddi hukuk kuralıdır.
İşbu nedenle iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve geliştirilmesi yasağının
başladığı noktaya kadar ileri sürülebilir. Bilindiği gibi davalı açısından
iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve geliştirilmesi yasağı HMK 141/1 gereğince
ikinci cevap dilekçesinin verilmesinden sonra başlar. Bunun bir tek istisnası,
aynı maddede davacının ön inceleme duruşmasına katılmaması hali olarak
gösterilmiştir.
Yukarıda YTTK 553’e dayanarak yöneticilere karşı açılmış olan tazminat
davalarında ispat yükünün davalıda yani yöneticilerde olduğunu belirtmiştik.
Eğer davada zamanaşımı itirazı var ise YHGK’nın 26.6.1974 gün 1970/4–207 E. 764
K. sayılı kararında açıkça belirtildiği gibi zamanaşımı yönünden ispat yükü
davacıdadır[51].
Olgaç’ın belirtmiş olduğu[52]
kararlara baktığımızda ise davanın müracaata bırakılması halinde zamanaşımının
kesileceğini, kesilme tarihinden başlayarak yeni bir zamanaşımı süresinin
başlayacağını görmekteyiz.
Eğer dava şirket tarafından açılacaksa, zamanaşımının başlayabilmesi
için davanın açılabilmesi yönünde emir veren yönetim kurulunun bunu öğrenmesi
ve de görüşüp karara bağlaması gerekmektedir. Olgaç’ın belirttiği[53]
4. HD.’nin 17.3.1958 gün 11 E. 1845 K. sayılı kararında da zamanaşımının
başlangıcı emri verenin fiili ve faili öğrendiği tarih olarak kabul edilmiştir.
Bizim olayımızda kanımızca yönetim kurulu üyelerinden birinin öğrenmesi değil,
konunun yönetim kurulu tarafından öğrenilmesi esas alınmalıdır.
EBK 137’da “munzam müddet”
olarak ifade edilen hüküm YBK 158. maddesinde de tekrar edilmiştir. Söz konusu
madde aynen “dava veya def’i mahkemenin
yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması
yahut vaktinden önce açılması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zaman aşımı
veya hak düşürücü süre dolmuşsa alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını
kullanabilir.” Bu konunun da akılda tutulmasında yarar vardır.
YHGK’nın T. 7.12.1988, E. 1988/1–767, K. 1988/987 sayılı kararına göre
de kötüniyetli kişi zamanaşımı definden yararlanamaz.
9.
Ceza Davasının Tazminat Davasına Etkisi
EBK 53. maddesinde yer alan hüküm YBK 74.
maddesine taşınmıştır. Söz konusu maddeye göre tazminat davasına bakan hâkim
ceza davasının beraat hükmüyle bağlı değildir. Özellikle YBK 74/2’de yer alan “ceza hakiminin kusurun değerlendirilmesine
ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da hukuk hakimini bağlamaz” hükmü
nedeniyle açılacak olan tazminat davasında kusur ve zararın hukuk hakimi
tarafından ayrıca değerlendirilmeye tabi tutulması gerektiği unutulmamalıdır.
Hukukumuzda bugüne kadarki uygulamaya göre ceza hâkiminin mahkumiyet kararını
hukuk hâkimini bağlar. Burada hukuk hâkimini bağlayan temel unsurlar fiilin
ceza hâkimi tarafından kim tarafından işlendiğinin kararı yani faili belirleyen
karar ve de maddi vakıaların kabul ya da reddine ilişkin kararlardır. Bunların
kabul edilmiş olması hukukun bütünlüğü açısından önemlidir. Diğer bir anlatımla
hukuk hakimi ceza hakiminin kabul veya reddettiği olguyu kabul veya reddetmek
zorundadır.
Her ne kadar, 22.2.2012 gün,
2011/4–640 E, 2012/89 karar sayılı YHGK kararında uzamış zamanaşımı değerlendirilirken
ceza davasının açılmasıyla zamanaşımının kesildiği, ceza davasının kesin
hükümle sonuçlanmasıyla beraber yeni bir zamanaşımı başladığı, kesinleşme
tarihinin yeni zamanaşımının başlangıç olarak kabul edilmesi gerektiği karar
altına alınmış ise de bu karara katılmamaktayız. Çünkü gerek EBK 60/2, YBK
72/1’e baktığımızda ceza davasındaki zamanaşımı süresinin uzamış zamanaşımı
olarak değerlendirileceği anlaşılmaktadır. Gerek eski gerekse yeni metinde
hukuk davasında ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması gerektiği
belirtilmiştir. Bu maddede zamanaşımının kesileceğine ilişkin herhangi bir
açıklama yer almamaktadır. Zamanaşımının kesilmesine ilişkin hüküm EBK 133, YBK
154. maddesinde düzenlemiştir. Söz konusu maddeye göre dava açılmış olması hali
zamanaşımının kesilmesi için yeterlidir. YHGK bu maddi hukuk kuralına
dayanmaktadır. YHGK bu yasa maddesinde yer alan dava kavramının ceza davasını
da kapsadığını kabul etmektedir. Bizim katılmadığımız husus budur. Zaten
Tunçomağ’a göre[54]
ceza davasının açılmış olması tek başına zamanaşımını kesecek neden olamaz.
Zamanaşımının söz konusu olabilmesi için ceza davası içinde şahsi hak
niteliğinde bir alacak davası açılmasının gerektiğini belirtmektedir. Yazar bu
görüşünü Postacıoğlu’nun açıklamalarına dayandırdığı gibi, 4. HD.’nin 15.6.1972
gün, 3710–5743 sayılı kararına da dayandırmaktadır. Yene aynı eserde yer alan,
15. HD.‘nin 6.5.1975 gün, 519/2432; Ticaret Dairesinin 14.2.1972 gün ve 350/588
sayılı kararı ve 4. HD.’nin 25.1.1951 gün 608/524 sayılı kararı da dayanak
olarak göstermiştir. Bu görüş Velidedeoğlu[55]
ve Von Tuhr[56]
tarafından da benimsenmiştir[57].
Ancak 5271 sayılı CMK gereğince şahsi dava açmak hakkı kaldırıldığından ötürü
ceza davasının zamanaşımını kesmesi yönündeki 22.2.2012 gün, 2011/4-640 E,
2012/89 karar sayılı YHGK kararı kanımızca bir kez daha yasal destekten yoksun
hale gelmiştir.
Açılmış olan bir davanın zamanaşımını kesebilmesi için, EBK 137, YBK
158’de yer alan hüküm doğrultusunda söz konusu davanın kazanılmış olması
gerekir.
Açılan davanın bir eksiklik içermesi, görevsiz mahkemede ya da vaktinden
önce açılmış olması zamanaşımını kesmez[58].
Görüldüğü gibi ilmi ve kazai içtihatlar bir davanın zamanaşımını
kesebilmesi için sadece dava açılması şartını aramamış, onun hukuk davası
olmasını, hatta kazanılmış bir dava olması şartını da aramaktadır.
10. Yetkili Mahkeme
Şirket
yetkilileri aleyhine açılacak sorumluluk davaları 560/1 doğrultusunda şirketin
bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinde açılır. Görev ve yetkiyi belirleyen
bu madde nedeniyle hâkim resen görev ve yetki konusunda karar vermek
zorundadır. Bilindiği gibi göreve ilişkin karar kamu düzenine ilişkindir.
Buradaki yetki de kesin yetki sınırları içine girmelidir. Bilindiği gibi HMK
19/1 doğrultusunda kesin yetkinin söz konusu olduğu davalarda kesin yetkiyi
hâkim resen araştırmakla yükümlüdür.
B.
CEZAİ SORUMLULUK
6102 sayılı YTTK kabul
edildiğinde 562. maddeyi oluşturan hüküm daha sonra 26.6.2012 tarih ve 6335 sayılı kanunla değiştirilerek aşağıdaki
şekli almıştır:
“(1) Bu Kanunun;
a) 64 üncü maddesinin birinci fıkrasının ikinci veya üçüncü cümlesindeki
yükümlülükleri yerine getirmeyenler,
b) 64 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca belgelerin kopyasını
sağlamayanlar,
c) 64 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca gerekli onayları yaptırmayanlar,
d) 65 inci maddesine uygun olarak defterlerini tutmayanlar,
e) 66 ncı maddesindeki usule aykırı olarak envanter çıkaranlar,
f) 86 ncı maddesine göre belgeleri ibraz etmeyenler,
dörtbin Türk Lirası idari para cezasıyla cezalandırılır.
(2) 88 inci maddeye aykırı hareket edenler dörtbin Türk Lirası idari
para cezasıyla cezalandırılır.
(3) 199 uncu maddenin birinci ve dördüncü fıkralarına aykırı hareket
edenler ikiyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.
(4) Bu Kanun hükümlerine göre tutulmakla veya muhafaza edilmekle yükümlü
olunan defter, kayıt ve belgeler ile bunlara ilişkin bilgileri, denetime tabi
tutulan gerçek veya tüzel kişiye ait olup olmadığına bakılmaksızın, 210 uncu
maddenin birinci fıkrasına göre denetime yetkili olanlarca istenmesine rağmen
vermeyenler veya eksik verenler ya da bu denetim elemanlarının görevlerini
yapmalarını engelleyenler, fiilleri daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç
oluşturmadığı takdirde üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.
(5) Bu Kanunun;
a) 349 uncu maddesine aykırı beyanda bulunan kurucular,
b) 358 inci maddesine aykırı olarak pay sahiplerine borç verenler,
c) 395 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci veya ikinci cümlesi
hükümlerini ihlal edenler,
üçyüz günden az olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.
(6) Ticari defterlerin mevcut olmaması veya hiçbir kayıt içermemesi
yahut bu Kanuna uygun saklanmaması hâllerinde, sorumlular üçyüz günden az
olmamak üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.
(7) 527 nci maddeye aykırı hareket edenler, Türk Ceza Kanununun 239 uncu
maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.
(8) 549 uncu maddede belirtilen belgeleri sahte olarak düzenleyenler ile
ticari defterlere kasıtlı olarak gerçeğe aykırı kayıt yapanlar bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(9) 550 nci maddeye aykırı hareket edenler üç aydan iki yıla kadar hapis
veya adli para cezasıyla cezalandırılır.
(10) 551 inci maddeye aykırı hareket edenler doksan günden az olmamak
üzere adli para cezasıyla cezalandırılır.
(11) 552 nci maddeye aykırı hareket edenler altı aydan iki yıla kadar
hapis cezasıyla cezalandırılır.
(12) 1524 üncü maddede öngörülen internet sitesini oluşturmayan
şirketlerin yönetim organı üyeleri, yüz günden üçyüz güne kadar adli para cezasıyla
ve aynı madde uyarınca internet sitesine konulması gereken içeriği usulüne
uygun bir şekilde koymayan bu fıkrada sayılan failler yüz güne kadar adli para
cezasıyla cezalandırılır.
(13) Bu Kanun kapsamındaki idari para cezaları, aksine hüküm bulunmayan
hâllerde, mahallin en büyük mülki amiri tarafından verilir.
(14) Bu Kanunda tanımlanan
kabahatlerden birinin idari yaptırım kararı verilinceye kadar birden çok
işlenmesi hâlinde, ilgili gerçek veya tüzel kişiye bir idari para cezası
verilir ve ilgili hükme göre verilecek ceza iki kat artırılır. Ancak, bu
kabahatin işlenmesi suretiyle bir menfaat temin edilmesi veya zarara sebebiyet
verilmesi hâlinde verilecek idari para cezasının miktarı bu menfaat veya
zararın üç katından az olamaz.”
6102 sayılı kanunun 563. maddesinde cezai sorumluluğa ilişkin
suçların re’sen takip edileceğine dair hüküm bulunmaktaydı. Ancak söz konusu
madde 6335 sayılı
Kanun'un 39/B–1. maddesi hükmü gereğince yürürlükten kaldırılmıştır. Bu
değişiklikten sonra, bugün de resen takip uygulanırlığını korumaktadır.
C.
VERGİ HUKUKUNDAN VE KAMU ALACAKLARINDAN DOĞAN SORUMLULUK
Vergi hukukundan doğan sorumluluğu ikiye ayırmakta yarar vardır.
Bunlardan biri ceza yargılamasına ilişkin sorumluluk diğeri ise, parasal
sorumluluk halleridir.
Vergi Usul Kanunu 10. maddesi[59]
tüzel kişilerin sorumluluğunu düzenlemektedir. Maddenin incelenmesinde
görüleceği gibi, asıl sorumlu tüzel kişinin yani anonim şirketin kendisidir.
Ancak bu da yer alan görevlerin yerine getirilmemesi yüzünden vergi
mükellefinden ve sorumlusundan tahsil edilemeyen vergi ve buna bağlı alacaklar
kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin yani yönetim kurulu üyelerinin
varlıklarından alınır. VUK 10. maddesinin bugünkü haliyle 3505 sayılı yasayla
değişik hali arasındaki hali arasında fark vardır. Maddenin eski halinde “bu ödevleri kasıt ve ihmalleriyle yerine
getirmemeleri” hükmü yer almasına rağmen yeni halinde bu hüküm madde
metninden çıkarılmıştır. Böylelikle vergiye ilişkin sorumluluktan ötürü anonim
şirket yönetim kurulu üyeleri kusursuz sorumlu olarak yargılanacaklardır.
Hâlbuki ETTK ve YTTK’nın hükümleri doğrultusunda anonim şirket yönetim kurulu
üyeleri kusur sorumluluğuyla yükümlüdürler.
Burada yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna yol açan hüküm “… bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri
…” tarafından yerine getirilir hükmüne dayandırılmaktadır. Çünkü anonim
şirketleri yöneten onu yönetmek ve temsil etmek görevi YTTK 365’e göre yönetim
kurulundadır.
AATUHK’a 4108 sayılı kanunla eklenen mükerrer 35. maddesi[60]
de VUK 10 ile paralellik arz etmektedir.
Bu maddelerin ETTK döneminde uygulamasına baktığımızda vergi dairesi
tarafından yapılacak takibin öncelikle mükellef durumunda olan tüzel kişinin
kendine yapılması gerekmektedir. Bu durum Danıştay 9. D, E. 2003/2571 K.
2005/494, T. 9.3.2005 sayılı kararda da açıkça görülecektir.
Söz konusu kararda “213 sayılı
Vergi Usul Kanununun 10. maddesinde, tüzel kişilerle küçüklerin ve
kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin
mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni
temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu
ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükellef veya vergi sorumlularının
varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların,
kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme
bağlanmıştır.
Bu çerçevede, 213 sayılı Vergi
Usul Kanununun yukarıda anılan 10. maddesi hükmüne göre, kanuni temsilci ya da
ortak sıfatıyla ilgili kişilerin takip edilebilmesi için, vergi borcunun
usulüne uygun bir biçimde tarh, tahakkuk, tebliğ, safhalarından geçerek borcun
kesinleştirilmesi, vergi borçlusu hakkında tüm takip yollarının tüketilmesi ve
amme alacağının vergi borçlusundan kısmen veya tamamen tahsil imkanının bulunmadığının
somut bir biçimde ortaya konulması gerekmektedir.” ifadelerine rastlamaktayız.
Eğer tüzel kişinin ödemesi söz konusu olamayacaksa bu durumun
kanıtlanması halinde yönetim kurulu üyelerine karşı takip yapılabilecektir.
ETTK uygulandığı dönemde yönetim kurulu üyelerinin ETTK doğrultusunda müşterek
sorumluluğu söz konusu olduğundan takip hepsine birlikte yapılmaktaydı. Örnek
karar da bunu göstermektedir. Ancak ETTK’nın 319/2 maddesi doğrultusunda
atanmış bir murahhas üye varsa ve vergi sorumluluğu bu üyeye yüklenmişse
elbette takip ona yapılacak idi. (Danıştay 11. D., 24.2.2000 gün 1998/4697 E,
2000/745 K sayılı karar – Kazancı İçtihat Bankası) Zaten, AATUHK Mükerrer
35/IV’teki rücü şartı kısmen de olsa buna olanak verecek ölçüde idi. YTTK’nın
553. maddesi kusursuz sorumluluğu seçmekle beraber 557/1 maddesinde zararın
doğmasına neden olmayan kişinin sorumlu olmayacağına ilişkin hüküm
bulunmaktadır. Yine YTTK murahhas üye için de 367 ve 370/2 hükümleri yer
almaktadır. Bunların hepsinin birlikte değerlendirilmesi halinde vergi
sorumluluğunun da YTTK’da belirlenen şekilde sorumlu olan kişiden tahsili
yasaya ve hakkaniyete uygun bir çözüm olacaktır.
Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluklarına ilişkin bir başka hüküm de
SGK’ya olan borçlarından kaynaklanmaktadır. Bu hükmü de dikkate aldığımızda
yönetim kurulu üyesi vergi ve sigorta da dâhil olmak üzere tüm amme alacakları
açısından sorumluluk taşımaktadır.
VUK 359. maddesinde yer alan ve hapisle sonuçlanan vergi suçlarını
değerlendirdiğimizde bu konuda yargılanan kişilerin de anonim şirketi yöneten
ve temsil eden yönetim kurulu üyesinin olduğunu görmekteyiz.
Vergi borcundan dolayı yönetim kurulu üyesine başvurulabilmesi için o
üyenin “amme alacağına ilişkin olduğu
dönemlerde borçlu şirketi temsil yetkisi bulunması gerekir”. Bu koşul da
Danıştay kararlarında kabul edilmiş bir ilkedir.
Yöneticinin alacaklılara ve pay sahiplerine
karşı sorumluluğunu incelerken yasanın ispat yükünü davacıya yüklediğini
incelemiştik. Hâlbuki vergi borcundan ötürü yönetim kurulunun söz konusu
olduğunda ispat yükü davalıya yüklenmiştir. Bu ise alacaklının kimliğine göre
farklı bir uygulamayı ortaya koymaktadır. Kolaylaştırıcı hükmün devletten yana
olması ve bireyin bu kolaylıktan yararlanamaması günümüzün adalet anlayışıyla
uyuşmamaktadır.
VI.
TİCARİ MÜMESSİL VE VEKİLLER
Ticaret hayatının gelişmesiyle tek kişi tacirin işleri gerçekleştirmesi
mümkün olmadığından, tacir yardımcılarından yararlanması zorunlu hale
gelmiştir. Tacir yardımcılarına ilişkin hükümleri BK’da görmekteyiz. YBK 547
vd. baktığımızda ticari temsilciler ticari vekiller ve diğer tacir yardımcıları
başlığı altında bu konunun işlendiğini görmekteyiz. Eski yasanın 449.
maddesinde ticari mümessil adıyla düzenlenen hukuk kurumu, yeni yasayla ticari
temsilci adıyla düzenlenmiştir. Ticari temsilcinin atanmasının örtülü olarak
(zımni) yapılmış olması bu kişinin temsil yetkisini etkilemez. Hatta ticari
temsilcinin YBK 547/2 ye göre ticaret siciline tescil edilmesi zorunlu olmasına
rağmen, kaydın yapılmamış olması işletme sahibinin ticari temsilcinin
fiillerinden doğan sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Ticari temsilciye ister
açıkça ister örtülü olarak yetki verilmiş olmasının bir farkı olmadığını
belirtmiştik. Bu nedenle ticari temsilcinin görev alması nasıl olursa olsun,
işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında
ticari temsil yetkisi kullanmak hakkına sahiptir. Ticari temsilci YBK 548’de
yer alan hüküm doğrultusunda işletmenin amacına giren her türlü işlemi yapmaya
yetkilidir. Ticari temsilcinin bu yetkisi kambiyo taahhüdünde bulunmayı dahi
içermektedir. Ticari temsilcinin tek sınırlandırılmış yetkisi taşınmazların
devri ve taşınmazlar üzerinde hak sınırlaması konularına ilişkindir. Bu
konularda açıkça yetkisi yoksa ticari temsilci bunları gerçekleştiremez. Ancak
eğer ticari işletme gayrimenkul alıp satmakla uğraşıyorsa diğer bir anlatımla
gayrimenkul alıp satmak olağan işlerdense kanımızca ticari temsilci bunları
bile yapabilmek hakkına sahiptir.
Temsil yetkisinin başlayabilmesi için ticaret siciline tescilin
yapılmasının gerektiğini ancak bunun mutlak koşul olmadığını, sicile tescilden
önce yapılan işlerden ötürü işletmenin sorumlu olduğunu yukarıda belirtmiştik.
Ticari temsilin sona ermesi içinse ticari sicile tescil edilmesi zorunludur.
Eğer tescil gerçekleşmemişse, iyiniyetli üçüncü kişilere karşı YBK 550/2’e göre
temsil yetkisi geçerliliğini koruyacaktır. Temsil yetkisinin başladığı andan
sona erdiği ana kadar, ancak iki nedenle sınırlandırılabilir. Bunlardan birisi
müşterek imza kuralıdır. Diğeri ise şube işlemleriyle sınırlandırılmış
olmasıdır. Bilindiği gibi şubelere ilişkin hükümler YTTK’nın 40. maddesinde yer
almaktadır. Burada kastedilen şube yasal koşulları içeren şubedir. Yoksa
tacirin fiilen oluşturduğu şubeler buna dâhil değildir.
Eğer bunun dışında bir sınırlama yapılmışsa ve ticaret siciline tescil
edilmişse bu sınırlamalar YBK 549/son doğrultusunda iyiniyetli üçüncü kişilere
karşı ileri sürülemez.
YBK 554/1’e baktığımız zaman ticari temsilcilerin işletme sahibiyle
hizmet, vekâlet, ortaklık ve benzeri sözleşmelerle bağlı olabileceğini
anlamaktayız. Kanımızca, ticari temsilcinin temsilci olmaktan kaynaklanan
yetkileri vekâlet ya da hizmet akdinin içinde değerlendirilmelidir. Somut olaya
bakmalı, eğer ticari temsilci hizmet akdinin baskın unsuru olan mekâna
bağlılık, emir ve komuta zincirine uymak, mesai kuralına bağlı kalmak gibi
koşullarla çalışıyorsa ortada hizmet akdinin varlığı, eğer böylesi bir durum
yoksa vekâlet akdinin varlığı söz konusu olmalıdır. Ticari temsilcinin ortak
olması, onun hizmet veya vekâlet akdiyle görev üstlenmesine engel teşkil etmez.
Her somut olay kendi gerçekliği içinde değerlendirilmelidir. Örneğin, bir
anonim şirkette çok küçük bir paydaş olan kişi, emir komutaya ve mesaiye uygun
bir çalışma gerçekleştirirse bu çalışma hizmet akdi kabul edilmeli, ortaklığın
kendisine tanıdığı haklardan gayrı hizmet akdinin daha doğrusu iş akdinin
doğurduğu hak ve hükümlere hem işletme sahibi hem ticari temsilci, işçi ve
işveren rolüyle yerine getirmelidir.
VII. KAYNAKÇA
Altaş, Soner, “Yeni TTK’ya Göre Azledilen Yönetim Kurulu Üyesinin Tazminat
Hakkı”, LHD, Y. 2012, S. 117
Bozkurt, Tamer, Ticaret Hukuku Cilt-II Şirketler ve
Kooperatifler Hukuku, 6. Bası, Ankara, 2012
Bozkurt, Tamer, “Türk
Ticaret Kanunu Ve Tasarısı Çerçevesinde Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu
Üyelerinin Hukukî Sorumluluğu: Üyelerin Özellikle Doğrudan Doğruya Verdikleri
Zararlardan Doğan Sorumlulukları Ve Yargı Uygulaması”, TBBD, 2009, S. 83 (Anılış:
Bozkurt, Sorumluluk)
Eriş, Gönen,
Anonim Şirketler Hukuku, Ankara, 1995
Kendigelen,
Abuzer, Yeni Türk Ticaret Kanunu – Değişiklikler, Yenilikler, İlk Tespitler,
İstanbul 2011
Moroğlu, Erdoğan, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu
Değerlendirme ve Öneriler 7. Baskı, İstanbul 2012 (Anılış: Moroğlu, Değerlendirme)
Moroğlu, Erdoğan, Notlu-İçtihatlı Türk Ticaret
Kanunu ve İlgili Mevzuat, 7. Bası, İstanbul, 2001 (Anılış: Moroğlu, Kanun)
Olgaç, Senai, İlmi ve Kazai İçtihatlarla Borçlar
Kanunu Şerhi, Ankara, 1976
Öztan, Bilge,
Medeni Hukukun Temel Kavramları, 9. Bası, Ankara, 2002
Pulaşlı,
Hasan, “Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Anonim Şirket Yönetim Kurulu
Üyelerinin Özen Yükümlülüğü ve Müteselsil Sorumluluğu” Batider, C. XXV, S.
1
Soykan, İsmail Cem, “Türk Ticaret
Kanunu’nda ve Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nda Anonim Şirketin Yönetimi ve
Temsili”, LHD, Y. 2010,
C . 8, S. 91
Tekinalp,
Ünal, Yeni Limited ve Anonim Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi Ortaklığının
Esasları, 2. Bası, İstanbul, 2012
Tunçomağ,
Kenan, Türk Borçlar Hukuku, Cilt-I Genel Hükümler, İstanbul, 1976
Velidedeoğlu,
Hıfzı Veldet / Özdemir, Refet, Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara, 1987
Uysal, Levent, “6762 Sayılı Türk
Ticaret Kanunu Ve Türk Ticaret Kanunu Tasarısı Kapsamında Anonim Şirketlerde
Yönetim Kurulu Ve Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu -I”, TBBD,
Y. 2009, S. 80, s. 350
Von Tuhr,
Andreas, Borçlar Hukuku, (Çeviren: Cevat Edege) Ankara, 1983
[1] Soykan, İsmail Cem, “Türk Ticaret Kanunu’nda ve
Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nda Anonim Şirketin Yönetimi ve Temsili”, LHD,
Y. 2010, C .
8, S. 91, s. 2377
[2] Kırca, İsmail, “Anonim Şirketlerde Tüzel Kişilerin
Yönetim Kurulu Üyeliği”, Y. 2012,
C . XXCIII, S. 2, s. 53
[3] Uysal, Levent, “6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu
Ve Türk Ticaret Kanunu Tasarısı Kapsamında Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Ve
Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu -I”, TBBD, Y. 2009, S. 80, s.
350, dn. 87
[4] 11. HD. 30.11.1992 tarih E. 6270, K. 11025; 12. HD.
12.2..1988 gün, E. 98/691, K. 98/1434 (Moroğlu, Erdoğan, Notlu-İçtihatlı Türk
Ticaret Kanunu ve İlgili Mevzuat, 7. Bası, İstanbul, 2001, s.240)
[5] Aksi yönde bkz. Uysal, s. 323
[6] Altaş, Soner, “Yeni TTK’ya Göre Azledilen Yönetim
Kurulu Üyesinin Tazminat Hakkı”, LHD, Y. 2012, S. 117, s. 103
[7] Altaş, s. 104
[8]
“İsv. BK m. 709 (Eski 708 (4) ve (5)) hükmünden esinlenen 360 ıncı madde, belirli
pay ve paysahibi gruplarına ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı
tanınmasını düzenlemektedir. Temsil edilme hakkı ancak esas sözleşmede
öngörülerek bahşedilebilir.
Bu madde, yönetim kurulunda temsil
edilme hakkını hem paysahibi gruplarına hem azlığa hem de pay gruplarına
tanımıştır. Kârda, oyda, tasfiye payında veya diğer herhangi bir malvarlığı hakkında
imtiyazlı olan bir pay grubuna yönetim kurulunda temsil hakkı tanınabilir. Söz
konusu hak, imtiyaz gibi her paya değil, belirli paysahipleri grupları ile
belirli pay gruplarına ve azlığa bir bütün olarak tanınmaktadır. Böylelikle bu
hükümde 478 inci maddeye bir istisna getirilmiştir. Bu istisna tarihi
sebeplere dayanmaktadır. Çünkü 6762 sayılı Kanunda bu tür bir istisnaya yer
verilmiş
olmamasına rağmen Yargıtayın otuz
yılı aşkın süreden beri uygulanan yerleşik içtihadı "grup
imti-yazı"nın tanınması yönündedir. Teori ile bağdaştırılması güç olan bu
istisna, ilkesel kararlar ve öğreti ile kendini kabul ettiren bir hukuk haline
gelmiştir. Bu yolla oluşan hukuka gerekli önemin verilmesi ve bu hukukun
tanınması hukuk biliminin kabul ettiği bir olgudur. Aksi yönde bir değişiklik,
uygulamada büyük güçlükler yaratabilir ve tanınacak uyarlama olanak ve süreleri
amacın elde edilmesine yetmeyebilirdi. Bu sebeple ikinci fıkra öngörülerek
Yargıtay kararlarında yer alan ilke kanunlaştırılmıştır.
Tasarının bu hükmüyle belirli pay
grupları yanında paysahibi gruplarına ve azlığa da bu olanağın tanınması
hukukumuzda bir açılımdır. Bu açılım öğreti ve yargı kararlarında netlik
kazanırken, pay ve paysahibi grupları ile azlık temsilcisinin niteliğinin
ortaya konulması da önemli bir sorun oluşturacaktır. Böylece bugüne kadar
öğretide tartışılmamış olan temsilcinin niteliği de ele alınacaktır.
Bu hükmün uygulanabilmesi için hem
azlığın hem de belirli paysahipleri gruplarının belirlenebilir ve tanınabilir
bir şekilde tanımlanması, yani bir anlamda diğer paysahiplerinden ayrılabilir
olmaları gerekmektedir. Belirli paysahipleri grupları, meslekler ve işletme
konuları gibi ölçütlerle kolaylıkla belirlenebilirler. Önemli olan, azlığın
belirlenebilir olmasıdır. Bunun için, somut olayın özelliklerinin ortaya
çıkarabileceği istisnalar bir yana, yüzdelerin anılması yeterli olmayabilir.
Bunun yerine pay senedi numaraları ve sayıları ayırt edilebilirlilik yönünden
daha iyi bir ölçüttür. Azlığın iyi tanımlanmaması imtiyazların korunmasına
ilişkin hükümlerin uygulanmasını güçleştirebilir.
Paysahibi grupları arasında yan
sanayi mensupları, bayiler vs. yer alabilir. Temsil edilme hakkı, bazı kurul
üyelerinin belirli paysahibi grupları arasından seçilmeleri veya bağlayıcı aday
önerme hakkı tanınması şeklinde de öngörülebilir.”
[9]
Böylesi bir çalışma yapılırken
yasal açıdan imzadan ne anlaşılması gerektiğini de dile getirmeyi ve toplumca
karalama şeklinde atılan imzaların yasaya muhalefet oluşturduğunu belirtmenin
yararlı olacağını düşündük ve bu açıklamayı yaptık.
[10]
Tekinalp, Ünal, Yeni Limited ve Anonim Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi
Ortaklığının Esasları, 2. Bası, İstanbul, 2012, s. 121
[11]
Moroğlu, Erdoğan, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Değerlendirme ve Öneriler 7.
Baskı, İstanbul, 2012, s. 161
[12]
“Şirket sözleşmesinde veya esas sözleşmede düzenlenmiş olması şartıyla, sermaye
şirketlerinde yönetim kurulu ve müdürler kurulu tamamen elektronik ortamda
yapılabileceği gibi, bazı üyelerin fiziken mevcut bulundukları bir toplantıya
bir kısım üyelerin elektronik ortamda katılması yoluyla
da icra edilebilir. Bu hâllerde Kanunda veya şirket sözleşmesinde
ve esas sözleşmede öngörülen toplantı ile karar nisaplarına ilişkin hükümler
aynen uygulanır.”
[13] Bu konuyla geniş bilgi için bkz. Uysal, s. 325
[14] Bozkurt, Tamer, Ticaret
Hukuku Cilt-II Şirketler ve Kooperatifler Hukuku, 6. Bası, Ankara, 2012, s.
193; yönetim kurulu kararlarına karşı iptal davası açılıp açılamayacağına
ilişkin Uysal, s. 330
[15] 11. HD. 28.2.1979 E. 913/K. 925 (Eriş, Gönen, Anonim
Şirketler Hukuku, Ankara, 1995, s. 190)
[16] Kazancı İçtihat Bankası
[17] Eşit işlem ilkesi ETTK’da yer almamakta idi. YTTK kabul edilirken
Yargıtay’ın yerleşik kararlarından, AET’nin ticaret şirketlerine ilişkin
sermayeyi konu alan 77/91 sayılı ikinci yönergesinin 42. maddesinde benimsenen
ilkelerden yararlanılmıştır. Yasanın gerekçesine baktığımızda bu ilkenin kabulü
ile şirket organlarının “öznel ve keyfi
karar ve uygulamalarına” son vermek amaçlanmıştır. Böylece paydaşlar
arasında adil bir uygulanma sağlanacaktır. Elbette eşit işlem ilkesinin
uygulanabilmesi için tarafların taşıdığı şartların da birbirine eşit olmalıdır.
Şartlarda eşitsizlik varsa böylesi bir uygulamayı beklemek mümkün değildir. Bu
kurala aykırı davranıldığında iptal söz konusu olacaktır. Pay sahipleri eşit
işlem ilkesinden oylarıyla ve somut olaya özgü olarak vazgeçebilirler. Ancak
ilkeden bütün olarak vazgeçmek mümkün değildir.
[18]
Kendigelen, Abuzer, Yeni Türk Ticaret Kanunu – Değişiklikler, Yenilikler, İlk
Tespitler, İstanbul, 2011, s. 239 – 240
[19]
“Yönetim kurulu kararları iptal edilemez. Buna karşılık bâtıl yönetim kurulu kararlarına
karşı tespit davası açılabilmesi (genellikle) kabul edilmekte, kanunlar bu
yolda hükümlere yer vermektedir. Yargıtay'ın yerleşik içtihadına göre, bir
yönetim kurulu kararının geçersiz olduğunun tespiti mahkemeden istenebilir.
İsv. BK'nın 714. maddesinde de bâtıl yönetim kurulu kararlarına karşı tespit
davası açılabilmesi olanağı genel kurul kararlarına ilişkin 706b'ye gönderme yapılarak
düzenlenmiştir. Tasarı 391 inci maddede mevcut uygulamayı hükme bağlamaktadır.
Düzenlemenin amacı, dava olanağını tanıyarak ve iptal edilebilir kararlarla
bâtıl kararlar arasındaki farka açıklık getirerek paysahibinin korunmasını
güçlendirmektir. Hüküm bâtıl kararları örnek gösterme yöntemi ile
belirlemektedir. Bâtıl yönetim kurulu ve genel kurul kararları için ayrı
hükümler öngörülerek İsviçre'den daha açık ve amaca daha uygun bir sisteme
gidilmiştir. Tespit davası meşrû menfaati bulunanlar tarafından bir süreye
bağlı olmaksızın ikame edilebilir.
Hükümde, en çok rastlanılan bâtıl
kararlar örneklerle (sayım yoluyla) gösterilmiştir. Bir yönetim kurulu
kararının geçersiz olup olmadığı genel hükümlere göre belirleneceği gibi butlan
sebepleri ile geçersizliğin sonuçları da aynı ilkelere göre belirlenir.
1. En çok rastlanan geçersiz yönetim
kurulu kararları, eşitlik ilkesine aykırı olanlardır. SerPK m. 12 bu tür
kararların zaten geçersizliğine cevaz vermekte, Yargıtay kararları da bu sebep
bağlamında gelişmiş bulunmaktadır. Tasarı 357 nci maddede eşitlik ilkesine
açıkça yer verdiği için artık bu ilkeye aykırı kararlar kolayca
belirlenebilecektir.
Daha somut ve kapsamlı bir açıklama
anonim şirketin tanımından ve organsal yapısından hareketle verilebilir:
Anonim şirketin tanımına, paysahiplerinin hakları ve borçları düzenine ve
organsal yapısına aykırı kararlar temel yapıya aykırıdır. Temel yapı ile
kastedilen, anonim şirketi taşıyan ana kolonlardır. Yukarıda verilen "ek
ödeme yükümü" bu niteliktedir. Bir üçüncü kişinin meselâ büyük kredi veren
bir bankanın paysahibine eş (temettü, tasfiye payı, genel kurula katılma gibi)
haklarla donatılması veya yönetim kurulu kararlarında ona veto hakkı tanınması
temel haklar düzenine; üye olmayan bir kişinin yönetim kurulunda üye haklarına
sahip kılınması, organsal yapıya aykırıdır.
b) Sermayenin korunması. Bu ilkeyi
(Genel Gerekçe 57 ve 66 numaralı paragraf), şirketin malvarlığının korunması
ilkesinden ayırmak, ayrıca genel kurulun ve yönetim kurulunun devredilemez
yetkileri ile karıştırmamak gerekir. İlkenin amacı Tasarının 379 (3), 380 (1),
384 ve 399 uncu maddelerinde görüldüğü gibi "sermaye"ye
odaklanmıştır. Yedek akçelerin korunması tartışılabilir. Hükmün kapsamına,
inter alia, sermaye paylarına faiz ödenmesi girer.
3. Bu geçersizlik sebebinde 2
numaralı halde olduğu gibi, bir üçüncü kişiye paysahibinin haklarına eşit
düzeyde haklar tanınması değil, paysahibinin vazgeçilmez ve sınırlandırılamaz
haklarının kullanılmasının ihlâl edilmesi veya kısıtlanması söz konusudur.
Inter alia, iptal davasının açılabilmesinin yönetim kurulunun onayına tâbi
tutulması; kâr elde etmek ve paylaşmak amacının terki; genel kurula giriş kartı
verilmesinin veya Tasarının 437 nci maddesi uyarınca bilgi alma ve incelemenin
yönetim kurulunun istediği bir taahhütnamenin imzalanması şartına bağlanması;
genel kurula temsilci ile katılmanın (m. 425) yasaklanması, bağımsız ve
kurumsal temsilciler için (madde 428) şirkete teminat yatırılması zorunluğunun
getirilmesi gibi. Hükümde "özellikle" denilerek geçersizliğin sadece
vazgeçilmez haklara özgülenmediği vurgulanmıştır. 4. Organların devredilemez
yetkilerinin devrine ilişkin kararlar, aynı zamanda temel yapı ile de ilgilidir.
Ancak hüküm organlar arası işlev ayrımı ilkesinin özellikle Tasarının 375, 397,
398 ve 408 inci maddelerinde yer alan düzenin korunmasını amaçlamaktadır. Hüküm
devredilemez yetkilerin bütün halinde olduğu gibi münferiden devrinde de
uygulanır.”
[20] Tekinalp, s. 154
[21]
Bozkurt, s. 194
[22] Kazancı Bilgi Bankası
[23]
Türk Hukuk Lûgatı, Ankara, 1991, s.159
[24]
Özön, Mustafa Nihat, Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 4. Basım, İstanbul, 1965, s.328.
[25]
Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü, http://tdkterim.gov.tr/bts/ (E.T.
02.11.2012)
[26]
Kendigelen’in de belirtiği gibi bu iç yönergeyi düzenleme görevi maddede
yönetim kuruluna verilmiştir. Fakat madde gerekçesinde belirtilenin aksine
maddede genel kurul onayından söz edilmemektedir. (Kendigelen, s. 220)
[27]
Tekinalp, s. 136
[28] Türk anonim şirketler hukukunda organlar arası
hiyerarşi değil, organlar arası fonksiyon ayrımı ilkesi benimsenmiştir. Bundan
dolayı genel kurulun işlev alanının sınırları aynı zamanda yönetim kurulunun
görevinin de sınırlarıdır. (Tekinalp, s. 127)
[29]
Kendigelen, s. 223
[30] Burada yönetim kurulu başkanına tanınmış bir takdir
hakkı söz konusudur. Fakat bu takdir hakkı sınırsız değildir. Buna göre yönetim
kurulu başkanı, hukukun genel ilkelerine uymakla yükümlüdür. (Tekinalp, s. 152)
[31]
Moroğlu, Kanun, s. 187–188; aynı yönde Kendigelen, s. 241
[32]
Tekinalp, s. 156
[33] 11 HD. 15.5.1989 T,
1988/5428 E, 1988/2951K; 11. HD. 7.11.2002 T, 2002/6988E, 2002/10119K (Kazancı
İçtihat Bankası) ve 11 HD. 29.3.1982T, E.1290/K. 1322; 11. HD 24.01.1991T, E
8286/K. 156 (Eriş,
s. 279-280)
[34]
“Birinci fıkra: Göndermelerden oluşan, bu sebeple "görsel" olmaması
bir yana karmaşaya da yol açan ve öğretide şiddetle eleştirilen 6762 sayılı
Kanunun 320 nci maddesinden tamamen ayrılan 369 uncu madde, özeni, tedbirli bir
yönetici ölçüsü ile tanımlamış ve aynı zamanda şirketin menfaatlerinin
gözetilmesine vurgu yapmıştır. Hüküm bunun ölçütü olarak dürüstlük kuralını
kabul etmiş, ancak şirketler topluluğu ile ilgili 203 ve 205 inci maddelerin
istisnaî durumlarını dikkate almıştır. Hükmün bir yeniliği de, çağdaş
düzenlemelere uygun olarak, üyelerin ve yöneticilerin görevlerini yerine
getirirken özenle hareket ettikleri karinesinin açıkça belirtilmiş olmasıdır.
Böylece, ispat yükü aksini iddia edenlere aittir.
Özen yükümü yönetim kurulu
üyeleriyle yöneticileri kapsayacak şekilde kaleme alınmıştır. Yöneticilerin
ayrıca zikredilmeleri, yönetim hakkının 367 nci maddeye göre devri halinde
özellikle önem taşımaktadır.
6762 sayılı Kanunun 320 nci
maddesinde göndermeler sonunda varılan nesnel (objektif) ve öznel (sübjektif)
özen ölçüleri açık değildir. 6762 sayılı Kanun sistemi çeşitli yorumlara ve
tartışmalara yol açtığı için terk edilmiştir. Anılan ölçünün terk edilmesinin
bir diğer sebebi de 6762 sayılı Kanunun kabul ettiği ölçünün işletme konusuna
sıkı sıkıya bağlanmış olmasıdır. Ücret alan yönetim kurulu üyesinde
"iş"in gerektirdiği özen bunun kanıtıdır. Böyle bir ölçü, bir çelik
üretim şirketinde yönetim kurulu üyelerinin yüksek teknik bilgiyi haiz
olmalarının şart olduğu yorumlamasına hak kazandırabilir. İşletme konusuna
bağlanan özen, sermayenin ve malvarlığının korunmasında, iştiraklerle
ilişkilerde, sır saklamada, temettü ve finans politikasında özeni ya tamamen
tartışma dışı bırakır ya da dolayısıyla ve güçlükle kapsar. Ücret almayan
üyenin özen borcu ise içerikten ve sınırdan yoksundur. Oysa "tedbirli
yönetici" ölçüsü bütün yukarıda anılanları ve yönetici sıfatıyla işin
gerektirdiği özeni de içerir. Bu sebeple, hükümdeki özen 6762 sayılı Kanunun
320 nci maddesinde öngörülenden daha da geniş ve amaca daha uygundur. İşin
gerektirdiği özen de nesnel olarak belirlenir, yoksa o konuya ilişkin uzman
bilgisi aranmaz. "Nesnellik" ile, görevi yerine getirebilmek için
yetkin olma, ilgili bilgileri değerlendirebilme, uygulamayı ve gelişmeleri
izleyebilme ve denetleyebilmek için gereken yetenek ve öğrenime sahip olma
anlaşılır. "Tedbirli yönetici" terimi bir taraftan kusurda ölçü rolü
oynar, diğer taraftan da karar ve eylemlerde nesnel davranışı ifade eder, ancak
bir yöneticinin nesnel olarak kontrolü dışında kalan ve nesnel beklentilerin
ötesindeki tedbiri kapsamaz. Nitekim, 553 üncü maddenin üçüncü fıkrası hükmü
söz konusu sınırı çizmekte, 557 nci madde de özenin kişi temelinde
değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır.
Nesnellikte, diligentia quam in suis
yeterli olamaz, bunun yerine benzer işletmelerde yönetim kurulu üyelerinden
beklenebilen işin gerektirdiği özen esas alınır. Tasarı hükmünde 6762 sayılı Kanunun
320 nci maddesinde öngörülmüş bulunan basiret ölçüsüne yer verilmemiştir. Hatta
basiretli işadamı ölçüsünden uzak durulmuştur. Çünkü, Yargıtay kararları
basiretli işadamı ölçüsünü sert, hatta aşırı denilebilecek beklentilerle
tanımlamıştır. Aynı ölçüyü yönetim kurulu üyelerine uygulamak adaletsiz
sonuçlar doğurabilirdi.
Tedbirli yönetici ölçüsü basiretli
işadamı kavramından farklı olup, bu ölçüye, Alm. POK 93 üncü paragrafının
kaynaklık ettiği de düşünülmemelidir. Klasik Alman öğretisinde savunulduğunun
aksine, şirketin lehine olanı muhakkak yapmak ve zararına olandan muhakkak
kaçınmak, özen borcunun ölçüsü olarak kabul edilemez. Çünkü, ekonomideki bütün
krizlerden, pazar şartlarındaki değişikliklerden ve belirsizliklerden doğan
riskleri yönetim kurulu üyesinin önceden teşhis etmesi ve gerekli önlemleri
alması, aksi halde sorumlu tutulması gerekir. Hükme esin veren yeni öğreti daha
gerçekçidir.
Tedbirli yönetici ölçüsü, yönetim
kurulu üyesinin kurumsal yönetim ilkelerine uygun olarak "işadamı
kararı" (business judgement rule) verilebileceğini kabul eder ve riskin bundan
doğduğu hallerde üyenin sorumlu tutulmaması esasına dayanır. Genel kabul gören
kural uyarınca, duruma uygun araştırmalar yapılıp, ilgililerden bilgiler alınıp
yönetim kurulunda karar verilmişse, gelişmeler tamamen aksi yönde olup şirket
zarar etmiş olsa bile özensizlikten söz edilemez. Bu kurallar 553 üncü maddenin
üçüncü fıkrasında yer alan hukuk kuralı ile somuta bağlanmıştır. Özen borcunun
sözleşme ile ağırlaştırılabileceği şüphesizdir.
Birinci fıkrada yer alan, şirket
menfaatinin dürüstlük kuralına göre gözetilmesi gereğine ilişkin temel özen
kuralı 6762 sayılı Kanunda açık olarak öngörülmemişti. Bu yüküm ile, yönetim
kurulu üyesinin kişisel menfaatini, hâkim paysahibinin veya paysahiplerinin ve
onların yakını olan gerçek ve tüzel kişiler ile üçüncü kişilerin menfaatini,
şirketin menfaatinin önüne geçirmemesi kastedilmiştir. Hüküm, menfaatler
çatışması bulunan hallerde yönetim kurulunun gerekli önlemleri almasını ve
arm's length temelinde yani, hâkim ortağı ve onun yakınlarını kayırmadan şirket
için, şirketin menfaati için rekabet şartlarına uygun olarak pazarlık
yapmasını ifade eder. Hüküm yönetim kurulu üyesini ayrıca rekabet yasağına
uymak dışında şirkete karşı kapsamlı bağlılık yükümü altına sokar; içerden
öğrenenlerin ticareti yasağına ve kendi kendisiyle iş (sözleşme) yapmak
kurallarına uymasını zorunlu tutar.
İkinci fıkra: Şirket menfaatinin
gözetilmesi zorunluğu, şirketler topluluğunda bağlı şirketin yönetim kurulu
üyeleri yönünden sorun çıkarır. Bu durumda bağlı şirketin yönetim kurulu üyelerinden
şirketin menfaatini topluluğun, bir topluluk şirketinin ve hâkim şirketin
menfaatinin önünde tutmalarını istemek, gerçeği görmezlikten gelme anlamı
taşır. Bu problemi çözmek amacı ile ikinci fıkra kaleme alınmıştır. 202 nci
madde uyarınca, hâkim şirketin, bağlı şirketin kaybına sebep olacak tasarruflarda
rol oynaması halinde, kaybı belli bir sürede denkleştirmesi gerekir. Anılan
hüküm, esasında denkleştirme yapılması şartı ile şirketin menfaatinin feda
edilmesine izin vermekte; ancak denkleştirme, süresi içinde gerçekleşmediği
takdirde, belli bir sürede dava açmayan yönetim kurulu üyelerini sorumlu
tutmaya elverişli bulunmaktadır. 203 üncü maddede düzenlenen tam hakimiyet halinde,
bağlılık yükümü ortadan kalkmakta, 204 üncü madde ise bunun istisnasını
düzenlemektedir.
Üçüncü fıkra: Son fıkra ispat yükünü
özen yükümünün ihlâl edildiğini iddia edenlere vermek amacıyla bir karine
öngörmektedir. Çünkü bir çok halde özen gösterildiğini ispat etmek çok güç
olabilir.”
[35]
Aynı yönde bkz. Kendigelen, s. 222
[36] Eriş, s. 289
[37] Örneğin bir Yargıtay kararında anonim şirket yönetim
kurulu üyesinin, aynı konuda faaliyet gösteren limited şirket ortağı olmasını
haksız rekabet olarak değerlendirilmiştir. (11. HD., E. 1988/6152, K.
1989/3330, T. 1.6.1989 - Kazancı İçtihat Bankası; aynı yönde 11. HD.
21.11.1985, E. 5620/K. 6350 – Eriş, s. 290)
[38] Bozkurt, s. 209
[39]
Eriş, s. 276
[40]
Aynı yönde bkz. Tekinalp, s. 149
[41]
Bozkurt, s. 341
[42] “Madde 557 - 1991 tarihli
anonim şirket reformuyla köklü bir şekilde değiştirilen İsv. BK m. 759'dan
alınan 557 nci madde, BK'nın sorumluluğa ilişkin ilkeleriyle uyum içinde
bulunan bir anlayışla anonim şirkete özgü sorumluluk sistemi bağlamında
müteselsil sorumluluk ile zararın tamamının birlikte dava edilmesi ve rücu
ilişkilerini düzenlemektedir. Kaynak hüküm uzun yıllardan beri sorumluluk ve
anonim şirketler hukuku öğretilerinde güçlü gerekçelerle savunulan hâkim görüşün
ürünü olduğu için bu ülkede olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir.
Böylece, İsviçre'de 1991 yılına kadar İsv. BK'nın eski 759 uncu maddesine
dayalı olarak anonim şirketler uygulamasında egemen bulunan ve özellikle
Federal Mahkeme Kararları bağlamında sert eleştirilere konu yapılan mutlak
teselsül anlayışı terk edilmiştir. İsviçre Federal Mahkemesi 1995 tarihli bir
kararında (BGE 4C .147/1995),
anılan maddede yer alan farklılaştırılmış teselsül ilkesini, eski hukukun güncelleştirilmiş
yorumu olarak nitelendirmiş, bu sebeple 1/07/1992 tarihinden önceki olaylara da
uygulanabileceğini belirtmiştir.
Mutlak teselsül ilkesi
(öğretide eleştirilmiş olmasına rağmen) Türkiye'de de genel kabul görmüştür.
Bu girişin ışığında, 557 nci maddeye temel veren düşünceleri aydınlatmak ve
yeni sistemi açıklayabilmek amacıyla (fıkralara ilişkin gerekçelere geçmeden
önce) üç noktanın altını çizmek gerekir.
1)
Müteselsil sorumluluk ağırlaştırılmış sorumluluk demek değildir. Bu tür
sorumluluk, birden çok kişinin birlikte verdikleri zarardan zarar görene karşı
birlikte sorumlu olmaları anlamına gelir. Yoksa, müteselsil sorumluluk,
sorumluların tek başlarına sorumlu tutulsalardı bağlı olacakları sorumluluk
rejiminden daha ağır şartlar içeren bir rejimle karşı karşıya bırakılmaları
şeklinde yorumlanamaz. Başka bir deyişle, müteselsil sorumluluk birden çok
kişinin, bu arada anonim şirketlere ilişkin hükümler çerçevesinde şirket
yönetim kurulu üyelerinin, mevcut zarardan, bu zararın birlikte verilen zarar
olup olmadığı dikkate alınmaksızın sorumlu tutulmalarını haklı göstermez.
Ayrıca, BK m. 43 (1) hükmü, yargıcın, tazminatın türünü ve kapsamını durumun
gereğine ve kusurun ağırlığına göre belirlemesini öngörmüştür. Bunun gibi, BK
m. 44 uyarınca zarar gören, zarara razı olmuşsa, eylemi zararın doğmasına veya
çoğalmasına yardım etmiş ve zarar verenin durumunu ağır-laştırmışsa hâkim
tazminat tutarını indirebilir veya tazminatı vermekten büsbütün vazgeçebilir.
Hâkim öğreti bu hükümlerin müteselsil sorumlulukta da uygulanabileceğinden
şüphe etmemektedir. Ancak, uygulamaya başka bir anlayış hâkim olmuş,
müteselsil sorumluluğu "birlikte verilen zarar" kavramının
tanımladığı ile tazminat hukukunun temel ilkesinin uygun nedensellik ilkesi olduğu
gerçeği geri plana itilmiş ve sorumluların tümü bütün zarardan (bu arada uygun
nedensellik kurallarına göre dışarda kalan) sorumlu tutuldukları gibi, BK m. 43
ve 44 hükümleri de müteselsil sorumlulukta sadece iç ilişkide dikkate
alınmıştır. İsviçre Federal Mahkemesi çeşitli kararlarında mutlak teselsül
yorumunu kabul edip İsv. BK m. 43, 44 (BK 43, 44)'ün dış ilişkide uygulanmasını
reddetmiştir.
2)
Sorumluluk, dolayısıyla tazminat hukukunu, uygun nedensellik bağı kuralları
yönetir. Bunun doğal sonucu olarak, anonim şirketin yönetim kurulu üyelerinin
şirkete birlikte değil de tek başlarına verdikleri zarardan, müteselsilen
değil, tek başlarına sorumlu olmaları gerekir. Zarardan sorumlu olmayan, yani
uygun nedensellik bağının dışında kalan kişinin alacaklının korunması uğruna
sorumlu tutulması, müteselsil sorumluluk kavramına açıkça aykırı olduğu gibi
hukuka ve adalete de terstir.
3)
Müteselsil sorumluluğun uygulandığı hallerde, önce, sorumluların tek başlarına
ve birlikte verdikleri zarar birbirinden ayrılmalıdır. İkinci olarak birlikte
verilen zararda da kusurun ağırlığına ve diğer indirim olgularına göre
farklılaştırılmış teselsüle gidilmelidir. Böylece birlikte verilen zararda
herbir tazminat yükümlüsüne isnat edilebilen zarar da belirlenmelidir. Teselsül
tavanı içinde müteselsil sorumluluk gereği açığı kapama yükümü aynen devam
eder. Diğer yandan, bu ayrımı ve teselsül farklılaştırmasını zarara uğrayan yapamaz.
Bu sebeple, davacının zararın tamamını dava etmesine ve her bir davalının
müteselsilen veya tek başına ödemesi gereken tazminat borcunu belirlemesini
mahkemeden talep etmesine izin verilmelidir. Aksi halde, davacı hem davayı
açarken hem de dava sonrasında, aşamayacağı güçlükler ve çözemeyeceği
sorunlarla karşılaşır.
Birinci
fıkra: Birinci fıkra İsviçre doktrininin adlandırmasıyla farklılaştırılmış
teselsül öğretisini hükme bağlamıştır. Anılan öğreti müteselsil sorumluluğun
"birlikte verilen zarar" için söz konusu olabileceği, birlikte
verilen zarar dışındaki sorumluların tek başlarına verdikleri zararlardan,
sadece zararı verenin sorumlu tutulması gerektiği ve müteselsil sorumluların
teselsül tavanına kadar, kusurlarına ve somut olay gerçeğine göre zararı
tazmin etmeleri anlayışına dayanmaktadır. Bu yaklaşım 557 nci maddenin birinci
fıkrasında, "aynı zararın" tazmini ibaresi bağlamında, birlikte zarar
vericilerden, yani tazminat yükümlülerinden herbirinin kusuruna ve durumun
gereklerine göre ve her birine "şahsen isnat edilebildiği ölçüde"
şeklinde ifade edilmiştir.
Farklılaştırılmış
teselsül anlayışının ilkelerini şöyle sıralayabiliriz:
Birinci
ilke: 557 nci maddenin birinci fıkrası, dolayısıyla farklılaştırılmış teselsül,
birlikte zarar verenlerin dış ilişkideki sorumluluklarını düzenlemektedir;
yoksa bu hüküm sorumluların iç ilişkideki sorumluluk ilişkileri hakkında
öngörülmüş bir rücu hükmü değildir.
İkinci
ilke: Müteselsil sorumluluğun kabul edildiği durumlarda (çoğu kez) zararın bir
kısmı, müteselsil sorumlular tarafından birlikte verilebilir, bir kısmı da,
tazminat yükümlülerinden bazılarının, anonim şirkete ilişkin hükümler
anlamında hukuka aykırı, kişisel eylem ve kararlarının ürünü olabilir. Meselâ;
A, B, C, D, E adlı üyelerden oluşan bir yönetim kurulunda bu üyelerin tek başlarına
ve birlikte verdikleri toplam zarar 4000 ise ve bunun 2000'i bu beş kişi
tarafından birlikte verilmiş, geriye kalanın 1000'i A, 500'ü D ve 500'ü de
E'ye tek başlarına isnat ediliyorsa, 2000'den A, B, C, D, E müteselsilen ve
zararın diğer bölümünden de kendilerine isnat edilen tutarda A, D ve E tek
başlarına sorumlu olur.
Birinci
fıkrada yer alan "aynı zarar" ibaresi ile "birlikte verilen
zarar" kastedilmiştir. Aynı ibare kaynak İsv. BK m. 759 (1)'in Fransızca
metninde "meme dommage" şeklinde ifade olunmuştur. Birinci fıkrada
sorumluların "tek başına verdikleri zarar"dan söz edilmemiştir. Ancak
hükümde yer alan "bu zarardan" ve "aynı zarardan" ibareleri
bu farkı vurgular. Mahkemenin, talep edilen şirket zararında önce "aynı
zarar" ve "tek başına verilen zarar" ayrımı yapması
gerekliliğini ortaya koyar. Zararın tümü davacı tarafından "aynı
zarar" diye nitelendirilerek talep edilmiş olsa bile mahkeme bu
araştırmayı yapacak, ondan sonra teselsülde farklılaştırmaya gidilecektir.
Konuya
davacı açısından bakıldığında "aynı zarar", "tek başına verilmiş
zarar" ayrımı davacının aleyhinde değildir. Örneğe dönersek: Davacı ispat
ettiği 4000 tutarındaki zararın 2000'ini A, B, C, D, E'den müteselsilen,
1000'ini A'dan, 500'ünü D'den, 500'ünü de E'den alacaktır. Böylece zararın
tümü karşılanacaktır. D ve E'nin ödeme güçleri bulunmadığı için 1000'in tahsil
edilememesi davacının zararın tümünü elde etmesine engel olur. Ancak, bu kayıp
farklılaştırılmış teselsül anlayışının ürünü değildir; kayıp D ve E'nin
durumundan doğmaktadır. Bunlar tek başlarına dava edilmiş olsalardı, zarara
uğrayan gene bu kayıpla karşılaşacaktı. Eski anlayışta 1000 de A, B ve C'den
istenebiliyordu. Ancak bu müteselsil sorumluluk kavramı ile açıklanamayan
haksız bir uygulamaydı. Çünkü A, B ve C bu suretle nedensellik ilkesi dışında
sorumlu tutulmaktadırlar.
557
nci maddenin sistemini açıklayabilmek için şu örnek de verilebilir: Yatırım
için arsa arayan bir anonim şirkete, yönetim kurulu üyesi A, kardeşine ait bir
arsayı aldırmayı planlamaktadır. Bu amaçla, kimseye haber vermeden avukata da
bir satış vaadi sözleşmesi hazırlatmış ve ona 1000 ödemiştir. Sözleşme
(geçersiz olmasına rağmen) A ile kardeşi arasında imzalanmıştır. Planını yönetim
kurulu üyesi B'ye açan A ondan yardım istemiş ve kardeşinin B'ye bir miktar
para vereceği vaadinde de bulunmuştur. B, bazı emsaller göstererek söz konusu
arsanın fiyatını savunacaktır. Yönetim kurulu A, B, C, D ve E'den
oluşmaktadır. Konunun karara bağlanacağı gün D ve E, A'nın, Tasarının 393 üncü
maddesine göre toplantıya katılamayacağı itirazında bulunmuşlarsa da bu itiraz
A, B ve C'nin oyları ile reddedilmiştir. D ve E ayrıca, arsanın emsalleri ile
fiyatını karşılaştıran ve imar durumunu gösteren bir uzman raporunun kurula
sunulabilmesi için toplantının ertelenmesini önermişlerdir. Bu öneri de A, B
ve C'nin oylarıyla reddedilmiştir. Toplantıda B emsaller hakkında yanıltıcı
bilgiler vermiştir. Sonuçta B'nin yaptığı karşılaştırmaların ciddi olduğuna
inanan C'nin de katılması ile arsa A, B ve C'nin oyları ile alınmış ve para
ödenmiştir. Bir yıl sonra kurul tamamen değişmiştir. Bu arada arsanın imar
durumu olmadığı da anlaşılmıştır. Yeni kurul, avukata ödenen 1000 de dahil
olmak üzere 5000 zarar için A, B, C, D, E'ye karşı sorumluluk davası açıp bu
tutarı davalılardan müteselsilen talep etmiştir. Mahkeme D ve E bakımından
davayı reddetmiş, birlikte verilen bir zarar olmadığı gerekçesiyle avukata
ödenen 1000'den tek başına A'yı sorumlu tutmuş, 4000 için de A, B, C'yi
müteselsilen sorumlu bulmuştur. Mahkeme A ve B'nin yaptıkları anlaşma
dolayısıyla olayda kasıtları bulunmasına karşı, C'nin Tasarının 393 üncü
maddesini ihlâl eden davranışını kusur olarak nitelendirip ona BK m. 43 ile
44'ü uygulayıp müteselsil sorumluluktaki payını yüzde doksan olarak
belirlemiştir. Buna göre 1000
A tarafından ödenecektir. A, B, C müteselsil sorumludur.
Ancak A ile B'nin sorumluluk tavanları 4000 iken C'nin sorumluluk tavanı
3600'dür. Bir an için B'nin ödeme gücünün bulunmadığını düşünelim. Şirket
4000'in tamamını A'dan alabilecektir. Bu tavan C için 3600'dür. A ve B'nin
ikisinin de varlıksız, C'nin zengin bir kişi olduğunu varsayarsak 3600 C 'den istenebilecektir.
Olayda A ve B'nin ödeme güçleri bulunmadığı için şirket 1400 kayıptadır. Ancak
bu farklılaştırılmış müteselsil sorumluluk anlayışının ürünü değildir. Çünkü
1000'lik kayıp, birlikte verilen zarardan kaynaklanmamaktadır. Uygun
nedensellik kurallarına göre bunu C'den istemek, bunun için müteselsil
sorumluluk kavramını kullanmak hem yanlış olurdu, hem de adalete aykırı
düşerdi. 400'lük kayıp ise genel hükümlerin ve hâkimin takdirinin doğal
sonucudur. Yeni anlayış davacıyı (adalet temelinde) kayba uğratmamış, onun
zararı kanuna aykırı olarak başkalarına yüklemesine engel olmuştur.
Üçüncü
ilke: Farklılaştırılmış teselsül, müteselsilen sorumlu farklı tazminat
yükümlüsü gruplarının ortaya çıkması sonucunu da doğurabilir. Meselâ, İsviçre
Federal Mahkemesinin 11/06/1996 tarihli kararına (BGE 122 III 324) konu olan
olayda, davacılar, yedi yönetim kurulu üyesi ile dene-
tim
organından 5.309.298 -İsviçre Frangını müteselsilen talep etmişlerdi. Mahkeme
denetim organının sorumlu olmadığına ve 1 ilâ 7. sıra numarasında davalı
olarak yer alan davalı yedi yönetim kurulu üyesinin 3.211.803- İsviçre
Frangından ve 1 ilâ 5. sıra numarasında anılan davalı üç yönetim kurulu
üyesinin de ayrıca 805.555-İsviçre Frangından müteselsilen sorumlu olduklarına
karar verdi, kalanı da ispat edilmemiş zarar olarak reddetti.
Dördüncü
İlke: Gerek aynı zarar, gerek tek başına verilen zarar belirlenirken mahkeme BK
m. 43 ve 44'ü de (şartları varsa) uygular. Bu gereklilik birinci fıkradaki
"bunlardan her biri, kusuruna ve durumun gereklerine göre" hükmünde
ifadesini bulmuştur. Ayrıca, 553 üncü maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları da
dikkate alınır. BK m. 43 ve 44 üncü maddeleri ayrıca iç ilişkide rücu dolayısıyla
da uygulanabilir. Meselâ, kot bezi üreten bir anonim şirkette genel kurul
yönetim kurulunun, kot pantolon ve ceket üretimi için yatırım yapması
talimatını vermiştir. Yönetim kurulu, kot pantolon ve ceket iç pazarına
girmemiş ve ihracatın zorluğuna, pazarda büyük oranda kapasite fazlası mal
bulunduğuna işaret etmiş olmasına rağmen, genel kurul talimata ilişkin kararı
almıştır. Şirket iki yıl sonra bu yatırımdan zarara uğramıştır. Yönetim kurulu
üyeleri aleyhine alınan teknolojinin eski olduğu ve pazarlama kanallarının
kurulamadığı gerekçesiyle sorumluluk davası açıldığında mahkeme BK m. 44
(1)'de yer alan şirketin "zarara razı olduğu" ve/veya "zararın
ihdasına" yardım ettiği olgularını dikkate alacağı gibi, eski
teknolojinin alınmasında üyeler arasında kusur yönünden farklılaştırma
yapacaktır.
İkinci
fıkra: İkinci fıkra zarara uğrayanı yani, çoğu kez anonim şirketi, gereğinde
paysahibini veya alacaklıyı, önce birinci fıkrada ifade edilmiş ayrıştırmayı,
yani farklılaştırılmış teselsül hesabını bizzat yapıp buna göre davayı açmak
zorunluğundan kurtarmak amacıyla öngörülmüştür. Söz konusu hesabı yapmak
güçtür. Bu sebeple davacıya "zararın tamamını" dava etmesi olanağı
tanınmış ve ayrıca müteselsil sorumluların (dış ilişkide) tazminat borçlarını
teker teker tespit etmesini mahkemeden talep etmek hakkı verilmiştir. Hâkim bu
belirlemeyi aynı davada yapacaktır.
İkinci
fıkrada, açıklanması gereken, iki yeni kavrama yer verilmiştir. Bunlardan
birincisi "zararın tamamı", diğeri ise birden çok kişinin
"birlikte dava edilebilmesi"dir.
"Zararın
tamamı" merkez kavramdır. Tanımı öğretiye ve yargı kararlarına
bırakılmıştır. İsviçre'de "zararın tamamı" (Gesamtschaden/ totalite
du dommage) veya başka bir deyişle "tüm zarar" kavramından zarar
verenlerin anonim şirketler hukukuna aykırı eylem ve kararlarının doğurduğu,
tek başlarına veya birlikte verdikleri zarar kalemlerinin toplamı anlaşılır. Bu
kavram, Tasarının 553 ve devamı hükümlerine göre sorumlu olan kişilerin tek
başlarına veya birlikte şirkete verdikleri "zararlar" bulunduğu
varsayımına dayanır. Adeta her sorumlu bir zarar kaynağıdır. Bunların verdikleri
zararların toplamı, zararın tamamını oluşturur. Zararın tamamı içinde birlikte
veya münferiden verilmiş zararlar vardır. Bu kavram, şirketin malvarlığındaki
eksilmelerden doğan ve/veya artmaların engellenmesinden oluşan zarardan farklı
olabilir. Çünkü, şirket, sorumluların 553 üncü madde anlamında kanunda ve sözleşmede
öngörülen yükümlerini kusurları ile ihlâl etmemiş olmalarına rağmen zarar etmiş
olabilir ve zararın bir kısmı hiçbir sorumluya isnat olunamayabilir. Ayrıca,
"zararın tamamı" iç ilişkide rücu hakları dikkate alınarak bulunan
her tazminle yükümlü kişinin taşıyacağı tutarların toplamından da farklıdır.
"Birlikte
dava" edebilme kaynak kanunun Fransızcası ile İtalyancasında bu açıklıkta
yer almamakta, sarahat hükmümüzün çevrildiği Almanca metinde bulunmaktadır.
Davacının, davalıları birlikte dava etmesinin anlamı davalıların tek davalı
olarak kabul edilmeleridir. Bu kabulün sonucu da-
va
bazı davalılar bakımından reddedilse bile, davacının talebi kabul edilmişse
davacının dava giderlerine mahkum olmamasıdır. Kanun burada bir usul hükmü
öngörmüştür. Hüküm usul hukukumuzun kuralları çerçevesinde yorumlanacak ve
anlam kazanacaktır.
Federal
Mahkeme 16/06/1996 tarihli kararında hükmü bir çeşit zorunlu dava arkadaşlığı
olarak yorumlamış ve ancak ilk derece mahkemesinde geçerli olacağını
kaydetmiştir.
İkinci
fıkra ayrıca yargıcın aynı davada her bir davalının tazminat borcunu
belirlemesini de hükme bağlamıştır. Bu iç ilişkiye ilişkin bir belirleme
olmayıp, davalıların davacıya karşı sorumluluk tutarlarının gösterilmesidir.
Üçüncü
fıkra: Eski hukukumuzda (İsv. BK eski 759 uncu maddenin aksine) anonim şirketteki
sorumluluk davasında müteselsil sorumlular arasındaki rücuu düzenleyen bir
hüküm bulunmuyordu. Öğretide de bu konu üzerinde durulmamıştı; Yargıtay da
ilkesel nitelikte herhangi bir karar vermemiştir. Sorunun genel hükümler, yani
BK'nın müteselsil sorumluluğa ilişkin 50 (1) inci maddesi çerçevesinde
çözülmesi gerekiyordu.
557
nci maddenin üçüncü fıkrası hukukumuzdaki bu eksikliği gidermektedir. Hükümde
ödemede bulunan sorumlulardan birinin bağımsız bir rücu davası ikame etmesi
halini düzenlenmektedir. Dış ilişkiye ait sorumluluk davasında, sorumlular
arası ilişkiye ait rücuun davacı tarafından talep edilmesi zaten pek
düşünülemez. Zaten İsviçre öğretisinde davalıların ana davada, yani sorumluluk
davasında bu talebi ileri sürüp süremeyeceğinin kantonal hukuka ait bir sorun
olduğu belirtilmiştir. Türk usul hukukunun buna cevaz verip vermediği ve bunun
şartları öğretiye ve yargı kararlarına bağlıdır.
Hükmün
birinci özelliği rücuun sorumlular arasında belirleneceğidir. Hükmün bu
özelliğinin önemi, rücuun sorumluluk davasının davalıları ile
sınırlandırılmamış olmasıdır. Gerçekten yedi üyeli bir anonim şirket yönetim
kurulunda sorumluluk davası üç üyeye karşı açılmış olsa bile rücu kararı yedi
üyeyi yargılayarak verilebilir; bağımsız rücu davası da üç üye hakkında değil
de daha fazla üyeyi kapsayacak şekilde açılabilir. Bu olanak hükümde
"birden çok sorumlu" sözcüğü ile vurgulanmıştır.
Uygulamada
sorumluluk davası açılırken, çeşitli sebeplerle bazı üyelerin, dava dışı
bırakılarak kayrıldıklarına oldukça sık rastlanmaktadır. Bu sınırlamalarda
hâkim paysahibinin kendi temsilcisini kayırmak veya davacıları belirleyen
resmi makamın bazı kişileri korumak istemesi veya başka sebepler ve hesaplar
rol oynamaktadır. Rücu davasını da davalılara özgülemek hem haksızlığı katmerli
hâle getirir hem de davacıya adil olmayan bir güç sağlar. Bunun için 557 nci
maddenin üçüncü fıkrası, rücu davasının sorumluluk davasının davalılarına
değil, müteselsil sorumlular aleyhinde açılabileceğini öngörmüştür.
Hükme
uygun olarak hâkim rücu davasında rücuu tüm sorumlular yönünden durumun gereklerini
dikkate alarak belirler, kusurun ağırlığını ve BK m. 43 ile 44'ü dikkate alır.”
[43] “Eşit işlem, sermayenin
korunması gibi ilkelerin kanunda açıkça yer almış olması görev ve yetkilerin
374 ilâ 378 inci maddelerde belirginleşmiş bulunması ve diğer ilgili hükümlerin
kesin yükümler öngörmesi ve nihayet özen ve bağlılık yükümlerinin, şirketler
topluluğuna ilişkin özel düzenlemeler dahil duraksamalara olanak tanımayan
nitelikte ortaya konulmuş olması somutlaştırmanın olası sakıncalarını ortadan
kaldırmıştır. Buna rağmen açık olmayan bir ifade kullanılması nesnelliği
zedeleyebilirdi. Kaynak "yükümlerin ihlâli" ibaresiyle bu konuda bir
belirsizliğe yer vermiştir. Dördüncü fark İsviçre'de "kasıt ve
ihmâlle" denilerek kusurun derecesinde ayrıma vurgu yapılarak mahkeme
yönünden bir rehber hüküm oluşturulmuş olmasına rağmen, 557 nci madde zaten bu
ayrımı yaptığı için hükmümüzde "kusur" sözcüğü ile yetinilmiş
olmasıdır. Ayrıca BK m. 43 ve 44'ün bu konuda açık olduğu da dikkate
alınmıştır.
"Yönetim kusuru" açık bir sorumluluk hâli
olarak düzenlenmemiştir. Bunun gibi, mahkemenin yerindelik incelemesi yapıp bu
yaklaşımla sorumluluğa varması, hükmümüzde yer alan "kanun ve esas
sözleşmeden doğan yükümler" somutlaşması karşısında güçtür; meğerki her
iki hâl de özen yükümüne aykırılık olarak kabul edilsin.”
[44] Pulaşlı, Hasan, “Türk
Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Özen Yükümlülüğü
ve Müteselsil Sorumluluğu” Batider, C. XXV, S. 1, s. 36
[45] Türk anonim şirketler hukukunda şirket ile yönetim
kurulu arasındaki ilişkinin vekâlet ilişkisi olduğu görüşü baskındır. Alman
hukukunda ise hizmet ilişkisi görüşü hâkimdir. Türk hukukunda bu görüşü savunan
Tekinalp, de hizmet ilişkisi görüşündedir. Yazara göre, YTTK 364 uyarınca
yönetim kurulunun, genel kurul tarafından her zaman görevden alınabileceği ve
yönetim kurulunun işi bizzat yapma yükümlülüğü göz önüne alındığında aradaki
ilişki YBK 506’dn çok 395’e uymaktadır. (Bkz. Tekinalp, s. 155); “Şirket ile
yönetim kurulu üyeleri arasındaki ilişki bir vekâlet sözleşmesi ilişkisidir.
İsviçre Federal Mahkemesi de, yönetim kurulu ile şirket arasındaki ilişkiyi
vekâlet olarak nitelemiştir. (BGE. 1979, I. 627) O halde TTK.nun 1. md.si
yollamasiyle bu ilişkiye icabında vekâlet hükümlerinin uygulanması gerekir.”
(11. HD 24.11.1981gün, E. 81/4751, K. 81/5019 - Moroğlu, Kanun, s.238); ayrıca
11. HD. 9.1.1984 gün, E. 5003/K. 5397 (Eriş, s. 279)
[46] Çevik, Orhan
Nuri, Uygulamada Şirketler Hukuku, B. 3, Ankara 2002, s. 440, N.
314 (Aktaran: Bozkurt, Tamer, “Türk Ticaret Kanunu Ve Tasarısı Çerçevesinde
Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukukî Sorumluluğu: Üyelerin
Özellikle Doğrudan Doğruya Verdikleri Zararlardan Doğan Sorumlulukları Ve Yargı
Uygulaması”, TBBD, 2009, S. 83, s. 157)
[47] Bozkurt, Sorumluluk, s. 168
[48] Öztan, Bilge, Medeni Hukukun Temel Kavramları, 9.
Bası, Ankara, 2002, s. 307
[49] Bozkurt,
Sorumluluk, s. 166, dn. 29
[50]
Olgaç, Senai, İlmi ve Kazai İçtihatlarla Borçlar Kanunu Şerhi, C. 1, Ankara,
1976, s. 1055
[51]
Olgaç, s. 1077
[52]
Olgaç, s. 1081
[53]
Olgaç, s. 1086
[54]
Tunçomağ, Kenan, Türk Borçlar Hukuku, Cilt-I Genel Hükümler, İstanbul 1976, s.
1291
[55]
Velidedeoğlu, Hıfzı Veldet / Özdemir, Refet, Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Ankara
1987, s. 296 vd.
[56]
Von Tuhr, Andreas, Borçlar Hukuku, (Çeviren: Cevat Edege), Ankara 1983, s. 704
[57]
Benzer kararlar için bkz. Olgaç, s. 703 vd.
[58]
Tunçomağ, s. 1296
[59]
“Tüzelkişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi
tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları
halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzelkişiliği olmayan
teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine
getirilir.
(Değişik 2. fıkra: 3505 - 3.12.1988)
Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden
mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen
alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanunî ödevleri yerine
getirmeyenlerin varlıklarından alınır. Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan
mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.
Temsilciler veya teşekkülü idare
edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler.
Tüzelkişilerin tasfiye haline girmiş
veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden
önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.”
[60]
“(Ek: 4108 - 25.5.1995) Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve
cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen
veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme
alacakları, kanunî temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare
edenlerin şâhsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Bu Madde hükmü, yabancı şahıs veya
kurumların Türkiye'deki mümessilleri hakkında da uygulanır.
Tüzel kişilerin tasfiye haline
girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanunî temsilcilerin tasfiyeye giriş
tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz.
Temsilciler, teşekkülü idare edenler
veya mümessiller, bu Madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme
borçlusuna rücu edebilirler.
(Ek fıkra: 5766 - 4.6.2008 / m.4)
Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya
teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme
alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.
(Ek fıkra: 5766 - 4.6.2008 / m.4)
Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nda yer
alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.”
Ender Bey,
YanıtlaSilTitiz bir şekilde ve çokça emek harcanmış olan bu çalışmanızdan istifade ettiğimden ötürü size ve Sn. Sapan'a teşekkürü bir borç bilirim. Çalışmanızı incelerken zamanaşımı başlığı altında ufak bir hataya rastladım. Eski TK'daki madde 390 olarak yazılmış; ancak doğrusu 309 olmalı. Küçük bir klavye yanlışı olsa da bu güzel çalışmanın bütünlüğü açısından dikkat çekmek istedim.
Saygılarımla.