Av. Ender DEDEAĞAÇ
Ne mezun olduğum nede avukatlığa başladığım tarihi
hatırlamak istemiyorum. Ancak, gazeteci olabilmek hayali ile başladığım hukuk
fakültesini bitirip, gazeteci olamayıp, birkaç iş denedikten sonra, avukatlığa
başladığım için kendimi hep mutlu hissettiğimi açık yüreklilikle söylemek
isterim.
Bazı tarihleri söylemek istemesem de, bu meslekte
dinazorlar arasında yer aldığımı biliyorum. Hem de ne özel yaşamımda ne de
meslek yaşamımda gerçek bir başarıyı yakalayamadığımı da biliyorum. Biz kendi
yaşamımızda da meslek yaşamımızda da hep Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “mış
gibi” yaşamlar kurduk. Ne sevmeyi bildik ne kendini mesleğe adamayı. Başarısız
oldukça da hep başkalarını suçlu olarak aradık. Sınıfta kaldığımızda hoca, kötü
evlilikte konu komşu, çalışma hayatında çuvalladığımızda amirimiz vb suçlu idi.
Biz hiç suçlu olmadık.
İşte bu yazıda kendimi sanık sandalyesine oturtmak
istiyorum.
Avukatlığa başladığımdan nice zaman sonra, yargılamanın
bir tartışma sanatı olduğunu, tezin, antitezin ve sentezin bu sanatın temel
öğeleri olan dava, cevap dilekçeleri ve karar olduğunu öğrendim. Uygulamaya
çalıştım. Ancak, yalnız kaldım ve başaramadım. Bu başarısızlığım pek çok
başarısızlığı da beraberinde getirdi. Faruk Erem hoca’yı doğru okumamışsam,
anlayamamışsam benden başka suçlu var mı ? sorusunu hiç sormadım.
Hakimlerin kürsüde oturmalarını marangoz hatası olarak
nitelendirdim. Bunu bir hata olarak
söylememe rağmen, hakimin karar aşamasına kadar yargının pasif sujesi olduğunu
söylemek cesaretini gösteremedim. Gösteremedim çünkü, kendimi aktif suje olarak
kabul edersem ve öyle davranırsam, yargılamanın yükünü üstlenecektim ve
kaybettiğim davalara suçlu bulamayacaktım.
Bilirkişilerin kanayan bir yara olduğu yolunda acıklı
söylemler ürettim, ama ne dava dilekçemde nede cevap dilekçemde yasa gereği
sormakla yükümlü olduğum soruları sormadım, bilirkişi incelemesi istiyorum
demekle yetindim. Bilirkişilerin hukuki görüş bildirmesinin önüne geçmek için
yasa koyucunun yapmış olduğu tüm düzenlemelere bir kılıf bulunduğunda sessiz
kaldım. Hukukçu bilirkişinin adını hesap bilirkişisi olarak ilan ettiklerinde
karşı çıkmak yerine bana da bir bilirkişilik verilir mi? diye bekledim.
Emeğimi kutsal olarak kabul ettim ama kutsal olan emeğim
karşılığında nasıl bir ücret istemem gerektiğini öğrenemedim. Akdi vekalet
ücretimi korkmadan istemek yerine, masraf adı altında alınan avansları
şişirdim. Yargılamanın yapısı gereği davanın tarafına ait olması gereken yasal
vekalet ücretini kendi parammış gibi gösteren yasa değişikliğini, meslek
odalarım bir başarı olarak gördü ben de çok sevindim.
Daha sonra bazı finans kuruluşlarının, benim bu hatamdan
yararlanarak, beni sadece yasal vekalet ücretinin bir kısmına hem de tahsil
şartına dayalı olarak çalıştırmasına diğer bir anlatımla bana iş bulduğu için
sırtımdan komisyon almasına ses çıkarmadım. İş bulduğum ve eve ekmek parası
götürdüğüm için sevindim. Sırtımdan komisyon almak için kurulan TTK ya tabi
anonim şirketlerin hukuk danışma şirketi adı almasına ve elektrik su
paralarının söz konusu şirket aracılığı ile ancak büyükşehir belediyesinin
verdiği vekaletle takibine olur veren Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu kararı karşısında sessiz kaldım. Avukat olmayanların avukata
hasredilmiş işler için avukat sırtından para kazanması beni rahatsız etmedi.
Büyüklerim bana onurlu bir yaşam önerdi bende
küçüklerime,önerdim. Ancak, iktidar ve muhalefet parti liderlerinin basın
karşısında bizim yargıya güvenimiz yok şeklindeki beyanlarını içime sindirdim.
Kamulaştırmasız el atma yolu ile anayasa güvencesi altındaki mülkiyet hakkının
elinden alınması nedeni ile üzülen vatandaşıma yargı kararlarına güvenmesini
önerdim. Onlarla, mahkemelerde uğraş verdim. Ancak, kazanılan davalarda geçmişe
dönük olarak önce vatandaşın parasının ödenmemesi sonra kesin hükme bağlanmış
yasal vekalet ücretlerimin ödenmemesi yolundaki kanun değişikliklerine karşı
sadece laf ürettim.
Mussolini İtalya’sında, binayı kilitleyip tatile giderek
protesto gösterisi yapan Yargıtay Başkanı’ndan özür dilemek için, ayağına giden
bakanın hikayesini dinlerken keyif aldım, günümüz Fransa’sında ki Paris
yürüyüşü ile gösterilen yargı tepkisini ve bundan kaynaklanan iktidar
davranışını hayretle seyrettim, ama benzer bir davranışı sergileyemedim.
Yargıçların salondan çıkarken onlara sırtımı dönmemem
yolundaki istemlerine, karşı koyan bu nedenle yargılanan meslektaşlarımın
yanına gitmedim. Ama benimsediğim siyasi görüşe ait davalarda sesimi çıkarmak
için elimden geleni yaptım. Meslektaşlarıma destek vermediğimde yargının elden
gideceğini ve siyasi görüşlerimi savunmak için gereksinim olan yargı gücünü de
bu arada yitireceğimi hiç düşünmedim.
Yargısal kararlarının yapısında, siyasi davranışlarını
birleştiren tüm yargıçları benden olduğu zaman destekledim, bana karşı
olduğunda yerdim. Bunun yargıyı zedeleyeceğini hiç düşünmedim.
Adil yargılama hakkından önce gelen yaşam hakkı olmasına
rağmen acil tıbbi yardımlarda hekimlerin ücret istemeleri yerine ben CMK, adli
yardım, gelincik projesi gibi projelerle nerede ise bedavaya dava baktım. Kamu
hizmeti gördüğümü düşünerek sevindim. Yaptığım yardımın gerçek karşılığını
almak için uğraş vermedim.
Davalarımı hazırlarken gereksinim olan yargısal
içtihatlardan yararlanmak için, her hangi bir kararı görmek istediğimde,
Yargıtay üyeleri, bana, kararın ilgilisi olmadığım için göremeyeceğimi söylediler
ama aynı kararı kendi kitaplarında bastılar ve ben bunu para ödeyerek aldım.
Her halde onlar kararın ilgilisi diye sesim çıkmadı. Dava hazırlarken ilmi
içtihatlara gereksinim olduğunda tez adı altında, değişik fikirlerin toplanması
ile oluşan kitaplara rastladım. Her halde tez, fikir ileri sürmek olmayıp tüm fikirleri
toplamaktır diye düşündüm. Bu akademisyenlerin çocuklarımı eğitmesine seyirci
kaldım.
Kısacası, ben ne beni seven mesleğimi nede beni seven
insanları, onların beni sevdiği gibi, yani adam gibi sevmedim. Seviyormuş gibi yaptım. Sevgilerim
için uğraş vermek yerine, gerçekleşmeyen sevgiler için mazeretler bulmaya
çalıştım.
Ben “mış” gibi yaparak koca bir ömür geçirdim. Sizlerin
ömrünün de “mış” gibi geçmesini istemiyorum. Eğer bu mesleği daha önemlisi bu
ülkenin insanlarını seviyorsanız, onlara verilecek en büyük armağanın adil bir
yargılanma olacağını, bunun ise yargıç ve savcılarla değil ancak bu işin
bilincinde olan avukatlarla gerçekleşeceğine inanıyorum.
Yargıç ve savcılarla olmayacağını düşünüyorum, çünkü,
onlar herkesi yargılarken kendilerinin yargılanmaması için, yasanın kendilerine
tanıdığı olanaklarla yetinmeyerek, YHGK kararı ile yasaya ek olarak “ağır
kusur” sınırlaması getirmişlerdir. Yani sorumluluktan kaçmaktadırlar. Böylesi
bir mantık, kendisinin sorumluluktan kaçmasına neden olacağı gibi sorumluluktan
kaçanlara da ses çıkarmamak ya da çıkaramamak demektir. Adil yargılanma ise, hem yargılayanların hem
de yargılananların sorumluluklarını bilerek yargılamaya katkıları ile olur.
Kısacası sevdiğiniz her şeyi “mış” gibi değil adam gibi
sevin ve sevginiz için dik durun.
Nice güzel günlere dileği ile
Av. Ender DEDEAĞAÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder