AV. Ender DEDEAĞAÇ
Avukatlık kanunu 164 maddeye göre, yargı kararı ile akdi vekalet
ücreti tespit edilirken davanın değerinin para ile ölçülebilir olup olmadığına
bakılır. Eğer para ile ölçülebilir bir değer söz konusu ise, söz konusu
maddenin
“değeri para ile ölçülebilen dava ve
işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını
incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın
emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile
yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. (Değişik
4. cümle: 5043 - 13.1.2004” bölümü uygulanmalıdır.
Maddenin
bu haline baktığımızda avukatlık ücretinin belirlenmesinde ana kriter olarak
-
Asgari ücretin altında olmamak kaydı ile
-
kazanılan bölüm dikkate alınarak
-
Avukatın emeği dikkate alınarak
-
İlamın kesinleştiği tarihteki müddeabihinin değerinin yüzde onu ile yüzde
yirmisi
Kriterlerinin
alındığını görmekteyiz.
Bu
maddenin yapısı içinde yer alan “İlamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin
değerinin” ifadesinin ne anlama geldiğinin genelde yanlış değerlendirildiği
kanısında olduğumuzu belirtmek isteriz.
Pek
çok kişi “ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değeri”nden, davanın
sonunda kurulan hüküm fıkrasında yer alan kazanılan ve kaybedilen değeri
anlamaktadır. Böylesi bir yorum yanlıştır.
Çünkü,
“müddeabih” in sözcük anlamı “dava
olunan şey”dir.
Bu
durumda, kişisel kanımıza göre, ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihten,
davanın başlangıcında beyan olunan yani dava dilekçesine yazmış olduğumuz, dava
olunan değerde/ müddeabihte, bir uyuşmazlık olması halinin yasa koyucu
tarafından dikkate alındığını ve taraflar arasında ücret sözleşmesi
imzalanmamasından ötürü hakim tarafından ücret saptaması yapılacak ise,
tarafların beyan ettiği müddeabihin yani dava değerine göre değil, üzerinde
mahkemece yapılan araştırma sonucunda elde edilen gerçek dava değerine göre
ücretin saptanması gerektiğini dile getirmektedir. Kanımızca doğrusu budur.
Çünkü, ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabih kavramını, davanın kazanılan
değeri olarak kabul edersek, bu kabule dayalı pek çok hukuksal hatayı da beraberinde
kabul etmiş oluruz.
Bu
hataların başında müddeabih ile, mahkumunaleyh ve mahkumunleh sözcüklerini
karıştırmış oluruz. Çünkü, davanın sonucunda kazanılan yada kaybedilen değeri
bu sözcüklerle anlatmaktayız.
Diğer
bir hata, davayı kaybeden taraf açısından ilamda kazanılan her hangi bir değer
olamayacağı için, bu taraf için ücret saptamak gerektirmeyecektir. Bu ise
ücretsiz iş alma yasağına aykırı bir davranış olacaktır. Halbuki böylesi bir
davranışın yasa koyucunun amacı olmadığı tartışmaya yer vermeyecek kadar açık
bir hükümdür. Üstelik böylesi bir davranış ücretsiz iş alma yasağına dayalı
olarak oluşturulan reklam yasağını da aykırılık oluşturacaktır. Bu ise gerek
disiplin gerekse giderim ve ceza hukuku açısından uygulanması gereken
hükümlerle çelişki doğuracaktır. Hatta, ücretsiz iş alma yasağını yada bu yolla
oluşturulan reklam yasağını delmek istiyorsak bunu geçersiz sözleşme yolu ile
gerçekleştirip söz konusu yaptırımlardan kurtulmak yada en azından kurtulmayı
düşünmek mümkün olacaktır.
Tüm
bunların yanı sıra bu yöntemin uygulanması ile vergi kaçakçılığına olanak
tanımak da mümkün olacaktır.
Olayı,
davayı kısmen kazanan açısından değerlendirdiğimizde de benzer sonuçlara
ulaşırız. Müddeabihin yani dava olunan değerin küçük bir kısmını kazanan için
de durum davayı kaybedene yakın sonuçlar doğuracaktır. Bu kişi ücretsiz iş
almış gibi olacak,ve yasaklara aykırı davranmış sayılabilecektir.
Bu
madde sadece, davanın tamamını kazanan taraf için doğru ücretin saptanmasına
yol açacaktır.
O
halde, ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabih kavramından ne anlamamız
gerekecektir sorusuna bir cevap aramak gerekecektir. Kanımızca, yasa koyucu,
yargı yolu ile akdi vekalet ücretinin saptanmasında, aynen sözleşme ile akdi
vekalet ücretinin saptanmasında olduğu gibi, uyuşmazlığın başında ki dava
değerini hesaplamanın ana kriteri olarak kabul etmiştir. Çünkü, tarafların
uyuşmazlığın başlangıcında yani davanın açıldığı tarihte davanın sonucunda ki
kazanılan değeri bilmeleri mümkün değildir Bu nedenle sözleşme ile oluşan akdi
vekalet ücretinde dava dilekçesinde yer alan dava değerinden başka bir kriterin
esas alınması da mümkün değildir. O
halde yargı yolu ile saptanacak olan ücrette de aynı kriterin alınması hem
mantıklı hem de adildir.
Bu
kez ilamda kesinleşen müddeabihin ne anlama geldiğini belirtmek zorunluluğu
bulunmaktadır. Kanımızca, uyuşmazlığın başında yani dava açılırken tarafların
belirlediği değer yerine yargılama sırasında Harçlar Kanunun emredici hükmü de
dikkate alınarak hakim tarafından saptanan gerçek değer, yargı yolu ile
saptanacak olan akdi vekalet ücretinin hesaplanmasında dikkate alınmalıdır.
Zaten
HMK dan kaynaklanan karşı taraf vekalet ücret/yasal vekalet ücreti hesaplaması
yapılırken de aynı kritere başvurulmakta, hükümle birlikte yargılama gideri
kapsamında kalan yasal vekalet ücretine hükmedilirken öncelikle tarafların
beyan ettiği değer yerine mahkemece saptanan değer esas alınmaktadır. Ancak
karşı taraf vekalet ücretinin yasal yapısı gereği, bu ücrete hükmedilirken
elbette kazanılan değer ayrıca değerlendirilmektedir.
Bu
açıklamadan sonra Avukatlık Kanununun 164 maddesine göre ücret belirlemesi
yapılırken
-
Gerçek müddeabihin saptanması
-
Bu gerçek müddeabihe göre AAÜT gereği hesaplanması gereken asgari
miktarın saptanması
-
Bunları takiben avukatın emeğinin değerlendirilmesi
Yapılmalı
ve bu saptamalardan sonra mahkemece kabul edilmiş ve karara konu olan dava
değeri müddeabih üzerinden ücret saptaması gerçekleştirilmelidir. Olayı pratik
olarak ifade etmek istersek, Avukatlık Kanunu 164/4 maddesine göre akdi vekalet
ücreti saptanırken, gerekçeli karar yada ilam diye ifade ettiğimiz nihai kararı
gösterir metnin başlangıcında yer alan dava değeri esas alınmalıdır.
Bu
aşamada aklıma gelen bir başka soru, davanın taraf işlemlerinden biri nedeniyle
hüküm kurulmaksızın ilama bağlanmaksızın sona ermesinde ne yapılacağıdır.
Kanımızca, böylesi bir durumda, harçlar kanununda ki ilkeler ışığında, ilamda
yer alması gereken müddeabihin saptaması yapılmalıdır. Yukarıda ki
anlatımlardan anlaşıldığı gibi bu saptama yapılırken davanın kimin tarafından
kazanıldığının önemi yoktur. Bu aşamadan sonra ise, davaya son veren taraf
işlemi açısından vekilin katkısı değerlendirilmeli ve bunun yanı sıra taraf
işlemi oluşuncaya kadar geçen süredeki emek dikkate alınmalı ve bu emek AAÜT
deki en az değere ek olarak değerlendirilmelidir.
Emeğe
göre değişen oran saptaması özünde akdi vekalet ücretinin içinde yer alan
başarıya göre ücret saptamasının bir yansımasıdır.
Unutmadan
bir husus daha açıklamak isterim; eğer, Avukatlık Kanunu 164 maddeyi davanın
sonucunda kazanılan değere göre uygulamaya kalkarsak, yasada yasaklanan hasılı
davaya iştirak yani sonucundan pay almak yasağına aykırı davranışlara da olanak
tanımış oluruz.
Ben
bu olayı ilk kez bu boyutu ile değerlendirme gereğini duydum. Bu nedenle, katkı
ve eleştirilerinizi beklemekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder