*Bu yazı ihtiyati tedbirle ilgili 15 Haziran 2012 ve 11 Mart 2013 tarihli yazılarımıza ek niteliktedir.
Bilindiği gibi HMK’nın yürürlüğe
girmesiyle birlikte ihtiyati tedbir başvurularının HMK 390 maddesi gereğince
dava açılmadan önce “esas hakkındaki görevli ve yetkili olan mahkemeye” dava
açıldıktan sonra ise “asıl davanın görüldüğü mahkemeye” yapmak gerekmektedir.
Madde gerekçesine baktığımızda “Maddenin birinci fıkrasında, hiç ilgisi olmayan
mahkemelerden ihtiyatî tedbir istenmesinin önüne geçmek için ve geçici hukukî korumaların
da niteliğine uygun olarak, ihtiyatî tedbirin dava açılmadan önce esas hakkında
görevli ve yetkili mahkemeden, dava açıldıktan sonra ise asıl davanın görüldüğü
mahkemeden istenebileceği hususu düzenlenmiştir. Böylece, ihtiyatî tedbirde
yetki ve görevle ilgili belirsiz ve kötüye kullanıma açık olan durum, belirli
ve tereddüdü ortadan kaldıracak hâle getirilmiştir. İstinaf aşamasında da ilk
derece mahkemesindeki yargılama usulüne atıf yapıldığından istinaf yargılaması
sırasında şartlar oluşmuşsa ilgili bölge adliye mahkemesinden tedbir talebinde
bulunulabilir.” açıklamasının yer aldığını görmekteyiz.
Bu maddede davanın açılmasından
önceki yetkili mahkeme, esas hakkında yetkili mahkeme olarak tanımlanırken,
dava açıldıktan sonraki yetkili mahkeme, asıl davayı görmekte olan mahkeme
olarak tanımlanmaktadır. Kanımızca, “esas” ve “asıl” arasındaki fark yetkiye
ilişkin mahkemelerin alternatif yetki kuralları doğrultusunda birden fazla
olması hali gözetilerek oluşturulmuştur. Böylesi bir durum varsa ihtiyati
tedbir isteyen değişik yetki haklarından herhangi birini kullanarak ihtiyati
tedbir talep edebilecektir. Ancak, dava açıldıktan sonra tedbir isteyecek ise
artık yetkiye ilişkin alternatiflerden herhangi birini kullanma hakkını
yitirdiğinden ötürü asıl davanın görülmekte olduğu mahkemeden ihtiyati tedbir
isteyecektir..
Asıl davanın görülmekte olduğu
mahkeme kavramını, aynı yerde birden fazla sulh, asliye, fikri haklar
mahkemelerinin bulunması halini de değerlendirerek gözden geçirmekte yarar
vardır. Böylesi bir durum varsa tedbirin davanın fiilen görüldüğü mahkemede
yani dosyanın fiilen bulunduğu mahkemede derdest dosya kapsamında istenmesi
gerektiğini belirtmemiz gerekir. Zaten bu husus HUMK 104/3 maddesinde de
belirlenmiş bir ilkedir.
Bu arada, cevap verilmesi gereken
sorulardan birisi de davacının yetkili mahkeme olarak değişik mahkemelere başvurmak
hakkı var ise, ihtiyati tedbir kararını bunlardan birinden istemişse, asıl
davayı diğer bir yetkili mahkemede açıp açamayacağıdır. Kanımızca buna olanak tanınmamalıdır.
Çünkü madde gerekçesinde kötüniyetli davranışları engellemenin amaç olduğu
bildirilmiştir. Kişi tedbiri isterken kararını kesin vermeli, tedbirden sonra
bunu değiştirmemelidir diye düşünmekteyiz.
Eğer kişi dava açmadan önce
yetkisiz bir mahkemeye başvurmuşsa ya da asıl dava ile birlikte yetkisiz bir mahkemeden dava
dilekçesi içeriğinde ihtiyati tedbir talep etmişse ne olacaktır?
Eğer olayda kesin yetki var ise,
mahkeme HMK 114/1-ç’nin kendisine yüklediği yükümlülük nedeniyle kesin yetkili
mahkemeyi saptayarak dosya üzerinden yetkisizlik kararı vermesi gerekir.
Üstelik, kesin yetkiye ilişkin incelemeler tarafların talebine dayalı olmayan
resen gerekli incelemeler olduğundan ötürü, mahkeme bu işlemi ihtiyati tedbir
kararı vermeden önce gerçekleştirmelidir. Aksi takdirde HMK 390/1’de amaç
gerçekleşmeyerek gene eskisi gibi ihtiyati tedbirlerin rasgele mahkemelerden
talep edilmesi hali devam edecektir.
Eğer yetki kesin yetki değil ise,
bu kez HMK’da ön incelemeyi hükme bağlayan dördüncü bölümün içeriğinde yer alan
137 ve 138. maddeleri birlikte değerlendirerek ihtiyati tedbir kararının
mümkünse taraf dilekçelerinin tamamlanmasından sonra verilmesine dikkat etmesi
gerekir. Eğer bu aşamada davalı yanın yetkiye ilişkin herhangi bir itirazı var
ise HMK 138/1 maddesinin hükme bağladığı gibi ilk itirazların içinde yer alan
ve 116/1-a’da hüküm altına alınmış olan kesin yetki itirazları dışındaki yetki
itirazlarını hükme bağlaması gerekir. Bu hükmü oluşturduktan sonra ihtiyati
tedbire ilişkin diğer koşullar da var ise ancak o zaman ihtiyati tedbir kararı
vermelidir.
Son bir alternatif olarak da
tedbirin süratle alınması gerektiğini ve de ihtiyati tedbir kararı için kesin
yetkisizlik dışındaki yetkisiz mahkemeye başvuru yapıldığını düşünelim.
Kanımızca, bu konuda HMK’da açık bir hüküm yoktur. Kötüniyetli üçüncü kişileri
engellemek amacıyla çıkartılan HMK 390/1 maddesi böylesi durumların doğması
halinde çözümsüz kalacaktır. Kanımızca olay MK 1 doğrultusunda hakimin hukuk
yaratması yöntemiyle çözülebilir. Ancak unutulmaması gereken başka bir konu ise
hakimin hukuk yaratma yetkisi sadece ilk derece mahkemelerine tanınmış olduğu içtihat
mahkemesine böylesi bir hak verilmemiş olduğu hususudur. Kanımızca içtihat
mahkemesi ilk derece mahkemesinin hukuk yaratmasında sadece hukuki bir boşluğun
var olup olmadığını saptayabilir yaratılan hukukun varlığını etkileyemez.
Bir an için yetkisiz mahkemede
ihtiyati tedbir kararı verildiğini düşünelim. HUMK döneminde ihtiyati tedbir
kararının HUMK 104/2 maddesi gereğince alınması en az masraflı ve en çabuk
olacak mahkemeden istendiğini biliyoruz. Bu nedenle eski uygulamada yetkisiz
mahkemeden alınan ihtiyati tedbir kararının yetkisizlikten sonra da geçerli
olduğuna ilişkin görüşlerin ( BAKİ KURU, HUKUK MUHAKEMELERİ USULÜ, 6. Bası, Cilt 1, s. 625 ) HUMK dönemi ile ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz. HMK’da ihtiyati tedbir için başvurulacak mahkeme açıkça belirlendiğine
göre bu kurala uymaksızın ihtiyati tedbir kararı verilmiş olması öncelikle
tedbir kararı veren hakimin HMK 46/1-c hükmü doğrultusunda tazminat ve ceza
hukuku açısından sorumluluğuna yol açacağı görüşündeyiz.
Ayrıca, Anayasamızın 138. maddesi
ikinci cümlesine göre hakimler “anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak
vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Yine Anayasamızın 2. maddesi göz
önüne alındığında devlet yapımızın hukuk devleti olduğu görülmektedir. Bu
nedenle, hakim karar verirken bir hukuk devleti ilkesiyle bağlı olarak davranması
gerekir. Diğer bir anlatımla bu hükümlere aykırı karar geçerli bir karar
değildir.
Anayasa 138/1 hakimin kanuna
bağımlı olduğunu söylemiş olması nedeniyle hakim HMK’da yer alan hüküm dışına
çıkarak karar veremez. Eğer karar vermiş ise bu karar Anayasa 6/2-c.2 de yer
alan “hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz” kuralına aykırıdır. Kanımızca bu kural nedeniyle fiilen var,
hukuken yok bir ihtiyati tedbir kararıyla karşı karşıya kalırız. Yine kanımıza
göre, aleyhine böylesi bir hukuka aykırı ihtiyati tedbir kararı verilen kişi
bunun hukuka aykırılığını tedbiri uygulamaya yetkili makama itiraz olarak
sunabileceği gibi, bu kurum idari organsa istemin reddi halinde idari dava
açabilmelidir. Ayrıca, konuyu görevli ve yetkili mahkemeye taşıyarak ihtiyati
tedbir kararının hukuka aykırı, bir anlamda yok hükmünde bir karar olduğunu,
kaldırılmasını ve/veya değiştirilmesini isteyebilecektir.
Her ne kadar uygulamada ve de mesleki
ve bilimsel görüşlerde bu konuyu açıklığa kavuşturan bir karara ve metne
rastlamadıysak da, bir somut olay nedeniyle incelemek zorunda olduğumuzdan
ötürü, elde ettiğimiz bu bilgileri sizlerle paylaşmayı uygun gördük.
EK
TBB Dergisinin 2013/13 sayılı nüshasında yer alan Dr. Cenk Akil'in "6100 sayılı hukuk muhakemeleri kanununda haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılan tazminat davası" başlıklı makalesini önermekteyim
EK
TBB Dergisinin 2013/13 sayılı nüshasında yer alan Dr. Cenk Akil'in "6100 sayılı hukuk muhakemeleri kanununda haksız ihtiyati tedbir nedeniyle açılan tazminat davası" başlıklı makalesini önermekteyim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder