Av. Ender Dedeağaç
(Kazancı Hukuk’un Facebook aracılığıyla paylaşmış olduğu ve bu yazımıza konu olacak karara buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)
Bilgilerinize sunduğumuz Yargıtay 9. HD.’nin 01.11.2011 tarih, 2011/33835 esas, 2011/42324 karar sayılı
incelendiğinde, adı geçen dairenin Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel
Kurulu’nun 4.2.1948 tarih ve 1944/10 esas, 1948/3 karar sayılı kararına aykırı
olarak bozmadan sonra yapılan ıslahın geçerliliğini kabul etmiştir.
Söz konusu karar incelendiğinde,
kararın gerekçesinde 6100 sayılı HMK’nın 177. maddesinde yer alan “Islah, tahkikatın sona ermesine kadar
yapılabilir.” hükmünden ve aynı yasanın 184. maddesinde yer alan “Hakim, tarafların iddia ve savunmalarıyla
toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara
tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir.” şeklindeki
tahkikat tanımından yararlanarak bozmadan sonra ıslaha olanak tanıdığı
görülmektedir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin söz
konusu kararında yer alan HMK 177 maddesine göre, ıslah tahkikatın bitmesine
kadar olan yargılama süreci içinde her zaman yapılabilir. Bu durumda tahkikatın
bittiği aşamanın saptanması gerekmektedir. HMK 146 ve184. Maddelerine göre ise,
tahkikat, hakimin, iddia ve savunmayı inceleyip, bu konuda delilleri toplayıp
değerlendirdikten sonra, hakim tarafından incelenecek başka bir şey olmadığı
kanısına ulaştıktan sonra, tahkikatın sona erdiğine ilişkin olarak almış olduğu
kararla sona erer. Bu aşamadan sonra sözlü yargılama başlar.
Bu kez cevap verilmesi gereken
soru, Yargıtay bozmasından sonra yargılamanın hangi aşamadan itibaren
başlayacağı ve bu aşamanın ıslahı etkileyip etkilemeyeceğidir. Bozmadan sonra
yargılamanın hangi aşamadan başlayacağını saptarken, yargılamanın hangi aşamalarında
tarafların, hangi aşamalarında hakimin aktif olduğunu belirtmekte yarar
bulunmaktadır. Kanımızca HMK 24 ve 25 maddeleri gereği maddi vakıaların
bildirilmesi ve buna dayalı olarak iddia ve savunmanın oluşturulması ile talep
konusunun saptanması tarafın aktif olduğu husustur. Buna hakimin karşımaya
hakkı yoktur. Hakim, tarafların sundukları delillerden hangisinin iddia ve
savunmanın kanıtlanmasına yardımcı olacağına karar vererek ve delillerin bir
kısmını kabul ve bir kısmını ret ederek tarafa iade ederek, yargılamada aktif
rol almaktadır. Hatta HMK75. maddesi gereği hakim iddia ve savunma ile bağlı
kalmak şartı ile taraflardan yeni delil bile talep edebilmektedir. Kısaca hakim
ön inceleme ve tahkikat aşamasında, yargılamanın disiplinini korumak ve hükmünü
oluşturacak verileri toplamakla sınırlı kalmak şartı ile yargılamaya dahil olmaktadır.
Yargıtay kararı, hakimin
gerçekleştirdiği hükmü, bir içtihat mahkemesi olarak incelediğine göre,
Yargıtay bozma kararı, kararın içeriğine göre, yargılamayı ön inceleme,
tahkikat, sözlü yargılama yada hüküm aşamasından başlatır. Eğer bozma sadece
sözlü savunma olanağı verilmediği için yada yargılama giderleri açısından olmuş
ise tahkikat aşaması bittiği için bu tür bozmalarda ıslah söz konusu
olmamalıdır. Buna karşılık eğer bozma tahkikat aşaması ve onun öncesini
taşıyorsa bozmadan sonra ıslah olabilmelidir. Ancak, böylesi bir durumun
varlığında bile bozma ile kazanılmış usulü haklar oluşmuş ise buna uymak
gerektiğini düşünmekteyiz.
Islah, tahkikat aşamasının sonuna
kadar yapılmakla birlikte, HMK 179/1 maddesi gereği, ıslahın yapıldığı işlemden
itibaren yargılamayı yeniden başlatır. Bu nedenle, taraf ıslah ile dava
dilekçesinden itibaren tüm işlemler için ıslaha başvurabilir. Olayı bu açıdan
değerlendirdiğimizde, Yargıtay 9 Hukuk Dairesinin söz konusu kararında yer
alan, usul ekonomisine ilişkin görüşlere katılmak mümkün değildir. Her ne
kadar, uygulamada, dava dilekçesinin ıslahı olarak kabul edilmesi zorunlu olan,
talebin değiştirilmesine ilişkin ıslah dilekçesi avukatla takip edilen
davalarda, duruşma aşamasında avukata yapılarak davaya devam edilmekte ise de,
bu yanlış bir yaklaşımdır. Bu yanlış yaklaşımdan yararlanarak, ıslahın usul
ekonomisine katkısından söz etmek mümkün değildir. İşin doğrusu, dava dilekçesinin
ıslahı niteliğinde olan talebin ıslahı, dava dilekçesinin tebliğ şekline uygun
olarak tarafa yapılamalıdır. Çünkü, avukatın, dava dilekçesini tebellüğ etme
yetkisi yoktur. Ayrıca, avukatla vekil eden arasındaki akit vekalet akdi
olduğuna göre, avukat, vekil edenin, talimatına yasaların elverdiği ölçüde
uymak zorundadır. Bu nedenle dava dilekçesi niteliğindeki ıslah dilekçesinin
avukata yapılması doğru değildir.
Olayı avukatın kişisel menfaati
açısından değerlendirdiğimizde de bu yaklaşımın yanlış olduğunu düşünmekteyiz.
Çünkü, avukat ıslah öncesi dava değeri üzerinden ücret anlaşması yapmış
olduğundan ötürü yeni durumdan davalı vekili zarar görecektir.
Yargıtay 9 Hukuk Dairesi’nin söz
konusu kararındaki gerekçelere kısmen de olsa katılmakla beraber, bu kararın
alınış biçimine katılmadığımızı belirtmek isteriz.
Bilindiği gibi, mahkemelere
Anayasa tarafından verilmiş olan yargılama yetkisi gerek usul gerekse esas
açısından yasal kurallarla düzenlenmiştir. Bu yasal kurallardan bir tanesi de
Yargıtay Kanunu’dur. Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesi “İçtihadı birleştirme
kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve
adliye mahkemelerini bağlar.” hükmünü içermektedir. Söz konusu hüküm
doğrultusunda, eğer bir genel kurul kararı varsa, buna uymak zorunluluğu
vardır.
Bir an için Yargıtay İçtihadı
Birleştirme Büyük Genel Kurul Kararı’nın HMUK dönemine ait olduğunu ve bu
nedenle güncelliği kalmadığını düşünsek bile, aynı hükümlerin HUMK 84. ve 375.
maddelerde de yer aldığı için, kanımızca YİBBGK kararı hala bağlayıcılığını
korumaktadır. Ayrıca belirtmek isteriz ki, HMK nın yasalaşması aşamasında yasa
koyucu, HMUK dan ve HMUK dönemine ilişkin ilmi ve kazai içtihatlardan
yararlanmak gerektiğini gerekçede dile getirmiştir. Zaten Yargıtay 9 Hukuk
Dairesi aksi görüşü benimsediğini kararının içeriğinde belirtmemekle aynı
düşüncede olduğunu dile getirmiştir. Bu durumda Yargıtay 9 Hukuk Dairesinin
yasa gereği Yargıtay Genel Kuruluna başvurup önceki içtihadından dönmesini
talep etmek zorunluluğu bulunmaktadır. Bu nedenle Yargıtay 9 Hukuk Dairesinin
söz konusu kararını Yargıtay Kanununa aykırı bir karar olarak kabul etmekteyiz.
Bir an için, YİBBGK kararının
geçerliliğini korumamış olduğunu düşünsek bile, söz konusu dairenin bu kararı,
kararın içeriğinde yer alan karşı oy yazısında da belirtildiği gibi, Dairenin
yerleşmiş kararlarına aykırıdır. Yani Daire yerleşmiş kararlarından dönmek
istemektedir. Yargıtay Kanunu 15/2-c’ye maddesine göre, Daire bu durumda da kendisi
karar vermek yerine HGK’dan karar talep etmek zorundadır.
Bize göre, Yargıtay 9 Hukuk
Dairesi yasadan kaynaklanmayan bir yetki kullanarak, hukuka aykırı bir karar
almış ve fiilen var ancak hukuken yok hükmünde bir kararın doğmasına neden
olmuştur. Bu davranış, kanımca, ileride yasaya aykırı benzer kararların
alınmasına örnek oluşturacağından ve yargının gücünü zayıflatıcı nitelikte
olduğu için düşüncelerimi sizlerle paylaşmak gereğini hissettim.
Eğer kuvvetler ayrımı
prensiplerine inanıyorsak ve yargının yasama ve yürütme tarafından saygınlığının
korunmasını istiyorsak öncelikle kendimiz, kendi saygınlığımızı korumak
zorundayız. Bunun ilk adımının da bizler tarafından yasalara saygı göstermek ve
titizlikle uygulamak olduğuna inanmaktayım.
Hatalarımız için, başkalarına
zarar vermemek kaydı ile, bir birimize hoşgörü göstermek ve hatalı olan tarafın
ise hatasını düzeltmek için gerekenleri yapması gerektiğine inanıyorum.
Elbette, eleştiri gerçeği
yansıtmıyorsa, eleştirilen kendini, bir hukukçuya yakışır şekilde savunmak
hakkına sahiptir.
Söyleşe söyleşe doğruları bulmak
umudu ile.
EK
EK
Pek çok ilmi ve kazai içtihatlarda, bozmadan sonra ıslah
olup olmayacağı tartışıldı. Hatta biz bile bu konuda birkaç satır yazdık.
06.05.2016 gün ve 2015/1 2016/1 sayılı kararında da ,
bozmadan sonra, ıslah yapılamayacağı 04.02.1948 gün ve 1944/10 E 1948/3 K
sayılı kararı ile hükme bağlanmış olduğu ve bu kararın değiştirilmesine gerek
olmadığına karar verildi.
Bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, bir kez daha YİBBGK
kararı ile belirlendi. Bu nedenle buna aykırı daire kararları, yasaya aykırı
kararla eş değerde hukuka aykırı karar olarak değerlendirilmeli, hatta bu
konuda karar veren hakimler hakkında cezai ve hukuki sorumluluk davaları
açılmalıdır. Anayasa ile hakimlere tanınan bağımsızlık hiçbir zaman sorumsuzluk
anlamına gelmemektedir. Üstelik, vermiş olduğu kararın sorumluluğunu taşımak
herkes için olduğu gibi hakim içinde onurdur. Ancak böylece ülkede hukuk
devleti daha doğrusu hukuk devletinin bir önceki aşaması olan kanun devleti
kurulabilinir.
Elbette, YİBBGK kararlarının bağlayıcılığını kabul etmekle
beraber bunların tartışılabileceğini de kabul etmekteyim. Bu nedenle, daha önce
ki yazılarımda savunduğum gibi ve bazı karşı oy yazılarında da belirtildiği
gibi, Yargıtay bozma kararı ile yargılamanın hangi aşamasına dönülmüş ise, o
aşamaya ilişkin kuralların uygulanması gerektiği unutulmamalı ve eğer dönülen
aşama ıslaha olanak veriyorsa bozmadan sonra da ıslah yapılabilmelidir.
‘016 tarihi YİBBGK kararına hakim olduğunu düşündüğümüz
yargının hızlandırılması ve makul sürede yargılamanın gerçekleşmesi ilkeleri
ile birlikte tarafların hak aramalarına ve adalete erişme hakkının vazgeçilmezliğine
ilişkin kurallar birlikte değerlendirilmelidir.
Kararlarda etkisi olduğunu düşünmemekle beraber söylemeden
edemeyeceğim diğer bir husus ise, hakimin dosyasını kısa zamanda ve en kolay
şekilde çözme uğraşı ile hukukun ve adaletin erişilmesine engel olmaması
gerektiğine ilişkin düşüncemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder