Geçenlerde Genç Baro adlı internet sitesinde yer alan bir
haber nedeni ile “hakimlerin sorumluluğuna ilişkin bilgilerimi bir kez daha
gözden geçirmek ve bunu sizlerle paylaşmak gereğini hissettim.
Bilindiği gibi daha önce, bu blogda aynı konu ile ilgili ve
başlıkları ile yayın tarihleri 30 Ekim 2012 (Yargının yargıcın sorumluluğu ya
da Just/Tanrı Gözü ile Bakabilmek Sanatı), 25 Nisan 2011 (24 Mart 2011’de
Ankara Barosunda yapılan hakimin sorumluluğu adlı sunum), 11 Şubat 2011 (6100
sayılı Torba Yasa ile Hakimlerin Hukuki sorumluluğuna ilişkin olarak getirilen
yeni düzenlemeler), 11 Kasım 2010 (Haberal Kararı ve Yargıç sorumluluğu), 6
Haziran 2010 (Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısında Hakimin Hukuki Sorumluluğu)
olan yazılarımı sizlerle paylaşmıştım. Ancak genç baro adlı sitedeki haber ve
bu haberle ilgili olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14.11.2012 gün ve
2012/11-551 E 2012/783 K sayılı kararı tartışılması gereken bir konuyu gündeme
getirdiği için bir kez daha sizlerin vaktini alma cesaretini gösterdim.
Habere göre “….davaya konu olay İzmir … Sulh Hukuk
Mahkemesi’nin karşılıksız çek davasında verdiği bir kararla ilgili yaşandı.
Hakim …. 10 günlük yasal sürede banka şubesine ibraz edilmeyen 1.500 TL lik
çekle ilgili iki yıl sonra açılan davada ihtiyati haciz kararı verdi. İcra dairesi
vasıtasıyla iş adamı ……nın hesaplarına haciz ve bloke konuldu. Haciz yazıları
gönderildikten sonra olaydan haberdar olan çekin keşidecisi, karara itiraz
etti. Hakim daha önce verdiği ihtiyati haciz kararının haksız olduğunu kabul ederek kaldırılmasına
hükmetti.”
Bu olayı takiben açılan davaya, Yargıtay 11 Hukuk Dairesi
HMK 47/1 maddesi gereği ilk derece mahkemesi sıfatı ile bakmış ve davanın
reddine karar vermiştir. Dairenin kararı kanun yolu incelemesi nedeni ile Hukuk
Genel Kurulu’na sunulmuş ve Hukuk Genel Kurulu bu kararı onamıştır. Karar için
karar düzeltmeye başvurulup vurulmadığı tarafımızdan öğrenilememiştir.
Kanun yoluna başvurularda onama kararlarında, yasaya aykırı
da olsa, alışkanlık haline gelen, formül onama bu kararda uygulanmamış ve açık
bir şekilde gerekçeye yer verilmiştir.
Genel Kurul kararından anlaşıldığı kadarıyla 11. HD.’nin
gerekçesiyle genel kurulun gerekçesi aynıdır. Gerekçede yer alan temel öğelerden
bir tanesi söz konusu tazminat davasına konu ihtiyati haciz kararı nedeniyle
davacı tacirin herhangi bir zararı doğmamış ya da kanıtlanamamıştır. Bu husus
tüm tazminat davalarının temel öğesidir. Eğer ortada bir zarar söz konusu değilse
yada zarar var ise buna rağmen, zarar ile davalı arasında bir illiyet bağı
kurulamıyorsa tazminata hükmetmek mümkün olmayacaktır. Somut olayımızda da
zarar oluşmamış ya da kanıtlanamamıştır. Hüküm kuran hakim açısından ikisi
arasında fark yoktur. Bu unsurun noksanlığı davanın reddi için yeterli
olmaktadır.
Bu davada yukarıda da söylediğimiz gibi zararın olmaması ya
da kanıtlanamaması davanın reddi için yeterli olmasına rağmen bununla
yetinmemiş,11 HD ve YHGK “karar veren hakimin açık ve ağır kusurundan söz
etmenin mümkün olmadığı” işbu davada davanın reddi gerekeceğini de gerekçesinde
belirtmiştir. Hakimin sorumluluğu temelde HMK 46 ve devamı maddelerinde
incelenmiştir. Her ne kadar hakimler savcılar kanununun 93-a maddesinde hakimlerin
sorumluluğuna ilişkin hükümler yer alıyorsa da söz konusu hakimler ve savcılar
kanununda yer alan hükümler tazminatı doğuracak unsurları hükme
bağlamamaktadır. Bu konuda hüküm sadece HMK 46. maddesinde yer almaktadır. Söz
konusu 46. maddeyi incelediğimizde hakimlerin sorumluluğunun 46/1 de gösterilen
6 bentten 1’inin ihlali ile mümkün olacağının hüküm altına alındığını
görmekteyiz. Eğer tazminata konu olay burada yazılanlardan herhangi birinin
kapsamında yer almıyorsa hakimin hukuki sorumluluğundan söz etmek ve tazminata
hükmetmek söz konusu olmayacaktır.
Söz konusu maddenin incelenmesinde altı bendin herhangi
birinde “açık ve ağır kusur” ifadesinin yer almadığı görülmektedir. Zaten hukuk
sistemimizde açık kusur diye bir kavram da yoktur. Bu nedenlerle bu ifadenin Daire
ve HGK kararında yer almasına tarafımızca bir anlam verilememiştir.
Hukuk sistemimiz kusura dayalı sorumluluktan yanadır. Zaman
zaman bazı sorumluluk türlerinde hafif kusurun değerlendirilmeyeceği ya da
hafif kusuru ortadan kaldıracak nitelikte anlaşma yapılmasına olanak veren
hükümler bulunmaktadır. Bunun dışında kusurun hafif orta ya da ağır olması
tazminatın doğması açısından bir önem taşımamaktadır. Kanımıza göre karşı taraf
kusurunun varlığı bile tazminat hükümlüsüne ait olarak kusurun hafif ya da ağır
olması nitelendirilmesi yapılmasını gerektirmemektedir. Karşı taraf kusuru varsa
buna ilişkin hüküm uygulanmaktadır.
Kanımızca böylesi bir hükmün daire kararında ve HGK
kararında yer almış olması hakime karşı açılma olasılığı bulunan tazminat
davalarının sınırını daraltmayı amaçlamaktadır. Ancak unutulmaması gerekli
husus yargının yasamaya ait yetkileri kullanamayacağıdır. Eğer böylesi bir
kullanma söz konusu olmuşsa bu yetki gaspını oluşturur ve hukuken geçerli bir
sonuç doğurmaz. Burada açık ve ağır kusur sözcüğünün kullanılmış olması MK 1 de
hakime tanınan yasa koyucu rolünün yerine getirilmesi anlamına da gelmez. Çünkü
ortada bir hukuk boşluğu söz konusu değildir. bu nedenle birinci derece
mahkemesi sıfatıyla hareket eden 11. Hukuk Dairesi MK 1 den istifade ederek
yasa koyucu gibi yeni bir hüküm oluşturamaz.
Kanımızca bu davranışın bir benzeri daha önce de Yargıtay
üyelerinin sorumluluğu konusunda yasada olmayan bir şekilde yüce divan
tarafından yargılanarak suçlu bulunmuş olmanın tazminat istemenin ön koşulu
olduğu yönünde alınan Yargıtay kararında da görülmüştür. Hatta önceden Yargıtay
kararı olarak kullanılan bu ön koşul sonradan yasa maddesi haline getirilerek
neredeyse Yargıtay üyelerinin sorumsuzluğu şeklinde bir uygulamaya olanak
sağlanmıştır. Kişisel korkumuz aynı düşüncenin bu kez tüm hakim, savcı ,bakanlık
müfettişi, HSYK müfettişi ,polis şefi için de uygulanır hale getirilmek
istemidir. Yasaya aykırı bu istem kanımızca hiçbir hukuki sonuç
doğurmayacaktır. Ancak Yargıtay tarafından tazminata ilişkin davanın
reddedilmiş olması fiili bir karar olarak ortaya çıkmış olsa bile buna kimsenin
itiraz etmeyeceği hukuken geçerli bir karar olarak kabul edeceğini düşünmemiz
bizi daha çok endişelendirmektedir.
Kararın gerekçesi incelendiğinde somut olayda ihtiyati hacze
yol açan çekin hatalı olarak değerlendirildiği kabul edilmektedir ancak bu
hatanın hakime yüklenebilecek açık ve ağır kusur oluşturmayacağı
söylenmektedir. İbraz süresi içinde ibraz edilmeyen bir çekin hele hele iki yıl
sonra işleme konulmuş olmasını fark etmemiş olmak ihtiyati haciz isteyen
kişinin ETTK 720 doğrultusunda herhangi bir başvuru hakkının olmadığını
görememek HMK 46/1-c’nin uygulanmasını gerektireceği kanısındayız. TTK 720’nin
çok sık uygulandığı ve maddenin yazılımındaki ifadelerin tereddüde yer vermeyeceği
kadar açık olduğu hukuk fakültesinde
kıymetli evrak hukuku dersinin başlanıcında anlatıldığı göz önünde bulundurulursa
bu kanımızın haklılığı anlaşılacaktır.
Kararın gerekçesinden hatalı kararlardan ötürü devlet
aleyhine tazminat davası açabilmenin zorlaştırılmak istendiği anlaşılmaktadır.
Çünkü kararda “arzu edilmese de hatalı hukuksal değerlendirmeye dayalı olarak
karar verilmesi halinin hakimlerin hukuksal sorumluluğuna yol açmayacağı aksini
düşünmenin her hatalı karardan ötürü devlet aleyhine tazminat davası
açılabileceğinin kabulü anlamına gelebileceği…” cümleleriyle ifade edilmiştir.
Bu yoruma katılmak mümkün değildir. Üstelik böylesi bir yorum geliştirilecek
ise, BK’da yer alan istihdam edenin sorumluluğu ve de devlet memurları
kanununda yer alan memurun tazminata konu eyleminden ötürü devletin
sorumluluğuna ilişkin kurallarda da ağır kusura yer vermek gerekecektir. Aksine
davranış eşitliği bozacak ve devlet korumacılığı belki de yargıç korumacılığına
yol açacaktır. Üstelik bu düşüncenin gerekçede belirtildiği gibi “yasa koyucu
tarafından istenen bir hal olmadığının” kanı olarak belirtilmesinin kaynağı da
tarafımızdan bulunamamıştır. Bu nedenle kişisel kanımıza göre bu yorum Daire ve
Hukuk Genel Kurulunu oluşturan hakim arkadaşlara aittir.
Hâkimlerin rahat karar verebilmeleri için vermiş olduğu
kararlardan ötürü, yarınlarından endişe duymalarına neden olacak hükümlerin
yasalarda yer almaması gerekir. Bu ilke hukukla uğraşan herkes tarafından kabul
edilen bir ilkedir. O yüzden HMK 46. maddesi ve onun karşılığı olan HUMK m.
573: maddesi sorumluluk hallerini sınırlamıştır. Gene aynı düşünce ile ve de
hatalı kararlardan ötürü vatandaşı uğradığı zararlardan korumak amacıyla HMK,
HUMK’tan farklı bir sistem benimsemiş, birinci derece sorumlu olarak hazineyi
göstermiştir. Bununla da yetinmeyen kanun koyucu devletin ödemiş olduğu
tazminattan ötürü hakime rücu davası açabilmesi için bir yıllık zaman sınırı ve
hakimin ceza davasından ötürü mahkum olmuş olması şartını aranmıştır. (Hakimler
ve Savcılar Kanunum. 93-A)
Kişisel kanımıza göre getirilen bu teminatların yanı sıra
rücu davası açma kararının hazine adına maliye bakanlığına bırakılması yerine
hakim, avukat ve akademisyenlerden oluşan ve seçimle gelen bir heyete
bırakılması, ödemelerin ise hazineden değil bütçeden ayrılmış ve bu heyet
tarafından serbestçe kullanılabilen bir fon yoluyla yapılabilmesi, daha doğru
olur düşüncesinde olduğumuzu bir kez daha hatırlatmakta yarar görmekteyiz.
Bilindiği gibi, hakimlere karşı açılmış tazminat davalarına
hakimler bakmaktadır. Bu davalara bakan hakimler, ne kadar objektif olurlarsa
olsunlar şuur altında yer eden mesleklerini ve meslektaşlarını koruma duygusu
ile hareket edeceklerdir. Bu kaçınılmazdır. Böylesi bir korumaya da sahip olan
hakimlerin, kendilerine karşı açılması olası davalarda yasalarla bağdaşır ve
yasamanın yetkilerini gasp etmeyen kararlar vermesini beklemek de egemenliğin
gerçek sahibi olan vatandaşların hakkıdır diye düşünmekteyiz. Aksine davranış,
iktidar partisi liderinin “bu yargıçlar beni yargılayamaz” yada muhalefet
partisinin ikinci adamlarından birinin “eylemlerimizden değil ama yargıçların
değerlendirmelerindeki hatalardan korkuyoruz” şeklindeki beyanları ile kamuya
açıkladıkları, yargıya olan güvensizliklerinin bireylere de yansıması olacaktır
ki bundan yargı zarar görecektir.
Yargının hakim kanadının hatalarından ötürü oluşan bu zarar
hiç bir kusurumuz olmadığı halde yargının savunma kanadını oluşturan bizleri de
rahatsız edecektir. Kısaca ceremenin bir kısmını biz meslek ve gündelik
yaşamımızda çekeceğiz. Böylesi bir tutuma kimsenin hakkı olmadığını
düşünmekteyiz.
Yargının en saygın kurum olmasının tek amacımız olduğunu bir
kez daha duyurarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder