15 Eylül 2016 Perşembe

DELİL SUNMA VAKTİNİ DÜZENLEYEN YHGK KARARI

Av. ENDER DEDEAĞAÇ
Çok sevdiğim deyişlerden biri “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” dır. Bu deyiş bana “kişinin içi de dışı da bir” kişi olduğunu hatırlatır. Her ne kadar aynaya baktığımda bunu tam anlamı ile uygulayamadığımı görmekte isem de, uygulamayı ilke edinmiş olmamdan ötürü mutlu olduğumu söylemek isterim. Ayrıca, benim dışımdaki kişilerin de bu kurala uygun davranmalarını da bekler hale geldim.
Lafı uzatmadan, usul hukukunun bel kemiği olan delil ve delil bildirme hakkının ne zaman sona erdiğini belirleyen ve internet ortamında flaş karar olarak dile getirilen YHGK 20.04.2016 gün 2014/2-695 E 2016/522 K sayılı kararını (kararara.com sitesinde yayınlanmıştır) değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Öncelikle belirtmek isterim ki söz konusu karara katılmamaktayım.
Katılmamaktayım çünkü, kararın son paragrafında yer alan ve azınlığın görüşü olarak özetlenen “…müşterek çocuğun anneye verilmesi isteminin de bulunduğu, kamu düzenine ilişkin bu talep nedeniyle davalı delillerinin toplanmasına imkan tanınması gerektiği…” yolundaki  görüşün kabul edilmemiş olması kanımca, kamu düzenine ilişkin olan ve hakimin resen delil toplama hakkına hatta görevine konu davaların, davanın taraflarca hazırlanması ilkesine yani delillerin taraflarca sunulması ilkesine konu davalarla karıştırılmış olduğu düşüncesini çağrıştırmaktadır. Hatta kararın başlangıcında yer alan açıklamalar nedeniyle, bende, adil yargılanma ilkesi içinde yer alan, makul sürede yargılanma ilkesine, adil yargılanma hakkından daha fazla değer verildiği kanısı uyanmaktadır. Bunun nedenini ise, bana göre, makul sürede yargılamanın bitirilmemiş olmasından ötürü, AİHM yada AYM nin tazminata hükmetmesi, adil yargılanmanın diğer nedenlerle ihlalinden daha kolay olmasından kaynaklanmaktadır.
Davada, cevap vermeyen ve bunun doğal sonucu olarak, delil göstermeyen davalının, HMK da sahip olduğu haklarını şimdilik bir tarafa bıraksak bile, kamu düzenine ilişkin velayet hakkındaki bir davada, hakimin resen delil toplama yükümlülüğünü göz ardı etmek, emredici nitelikte olan usul kurallarını uygulamamak yolu ile görevi savsaklamak olarak değerlendirilmelidir. Çünkü, burada davalının göstermiş olduğu delil, hakime resen delil toplamakla görevli olduğu bir davada yardım olarak değerlendirilmelidir. Eğer, davalı tarafın gösterdiği delil, resen toplanması gereken deliller kapsamına girmediği için, toplanmamasına karar verilecek ise, bu hakime tanınmış bir hak olmakla beraber, mutlaka gerekçeye bağlanmış bir ara kararla ret edilmelidir. Zaten tarafların, taraf dilekçelerinde sunmuş oldukları delillerin toplanıp toplanmamasına karar vermekte hakimin görevi ve hakkıdır ve bu yöndeki kararının da gerekçeli olması gerekir. Kısacası, gerek tarafların hazırlamakla yükümlü olduğu davalarda gerekse resen çözümlenmesi gereken davalarda, bir delilin ret yada kabul edilmesi hakimin gerekçeli kararına dayanmak zorundadır. Hakimin gerekçeli kararına dayalı olan delilin toplanması yada ret edilmesi yolunda Yargıtay’ca/Bölge Adliye Mahkemesince yapılacak olan değerlendirmede de, irdelenmesi gereken şey, ilk derece mahkemesinin kararında yer alan gerekçedir. Değerlendirmeye çalıştığımız bu kararda olduğu gibi, ilk derece mahkemesinin ve özel dairenin kararı, gerekçe yönünde değerlendirilmemiş ise, ortada bir yanlış vardır. Eğer bu yanlış ilk derece mahkemesinin kararının gerekçe içermemesinden kaynaklanıyorsa, bu kez, ilk derece mahkemesinin yaptığı, “beşeri hata” olarak değerlendirilmesi mümkün olmayan hukuk ihlalidir.
Kararın son bölümünde azınlık görüşü olarak belirtilen görüşlerden bir diğeri “…uyuşmazlık ön inceleme duruşmasında belirlendiği için, tarafların delil göstermeleri gereken (son) tarihin, dava veya cevap dilekçesi değil, hakimin HMK 140/5 maddesi hükmü uyarınca taraflara vereceği iki haftalık kesin sürenin son günüdür…” şeklindedir.
Kanımca, azınlık HMK 140/5 maddesini yanlış yorumlamaktadır. Doğru yorum, HMK 140 maddesinin gerekçesine atıf yapan çoğunluğun görüşüdür. Madde gerekçesine göre, “taraflar delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek yada başka yerden getirilecek ise, bunu belirtmek zorundadır. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delilerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.” Madde gerekçesinden de anlaşılacağı gibi, resen delil toplamayı gerektiren kamu düzenine ilişkin davalar hariç olmak üzere tarafların kendi iradeleri ile delil sunma hakkı kendilerine davanın başlangıcında tanınmış olan dilekçe hakkı ile sınırlıdır. HMK 140/5 maddesi ile tanınan süre, dilekçede yer alan delilin dosyaya kazandırılması için verilen süredir. Bu sürede, taraflara yeni delil sunma hakkı verilmemiştir.
Bu arada, bazı Yargıtay kararlarında yer alan ve benimde benimsediğim bir görüşü de irdelemekte yarar bulunmaktadır. Bu kararlara göre, hakim ön inceleme duruşmasında taraflara ispat ve delil yükü dağılımını belirtmekle yükümlüdür.
Söz konusu kararda davanın taraflarca hazırlanması ilkesi geçerli olsa bile, HMK 31. maddesi gereğince hakimin davayı aydınlatma görevi ve HMK 145. maddesi doğrultusunda tarafların sonradan delil sunma olanağı göz ardı edilmiştir.
Bilindiği gibi, HMK 31 maddesi HMUK 75/2 ve 3 ün tekrarıdır. Her iki madde arasında ki temel fark, HMK 31. Maddeye “uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlar” açıklamasının ilave edilmesinden kaynaklanmaktadır. Böylece, HMUK döneminde de var olan hakimin;
-          Müphem ve mütenakız gördüğü iddia veya sebepler hakkında izahat isteme hakkı
-          Davanın her safhasında iki tarafın iddiaları hududu dahilinde olmak üzere tarafları istima hakkı
-          Lazım olan delillerin ibraz ve ikamesini isteme hakkı
HMK 31. Maddesinde, daha somut bir nedene dayandırılmıştır. Söz konusu maddeye göre; Hakim
-          Uyuşmazlığın zorunlu kıldığı durumlarda
-          Maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar varsa
 Bunları giderebilmek için
-          Taraflara açıklama yaptırabilir
-          Soru sorabilir.
-          Delil gösterilmesini isteyebilir.
Madde gerekçesine göre “Maddede hakimin maddi anlamda davayı sevk yetkisi düzenlenmektedir. Mukayeseli hukuktaki gelişim sonucu, günümüzde bunlar hakimin taraflara sorular sorma, işaret ve müzakere etme ödevi anlaşılmaktadır. Bununla hakim, olayın ve hukuki uyuşmazlığın olgusal ve hukuki boyutlarını gerekli olduğu ölçüde, taraflarla birlikte ele alabilecek, tarafların zamanında uyuşmazlığın çözümlü için önemli vakıaların tamamı hakkında açıklama yapmalarını, özellikle ileri sürülen vakıalardaki eksiklikleri tamamlamalarını, delillerini ikame etmelerini ve gerekli talepleri ileri sürmelerini sağlayabilecektir.”
HMK 31 maddesinin hakime yüklediği görev, HMK 25. Maddesinde yer alan yükümlülüğün bir istisnasıdır. Her ne kadar HMK 25 maddesi, dava malzemesinin taraflarca getirilmesi ilkesi kuralı gereğince “kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
“Kanunla belirtilen durumlar dışında hakim kendiliğinden delil toplayamaz,”İse de, HMK 31 maddede hakime yüklenilen görev, bu maddede belirtilen istisnayı oluşturduğu için ve emredici nitelikte olduğu için  uygulanması zorunludur. Prof. Dr. Ejder Yılmaz’ın HMK Şerhi 2. Bası sayfa 355 de yer alan açıklamasında da aynı konuya değinmiş ve “Kural böyle olmakla birlikte, Davacının iddiasını, davalının savunmasını yaparken bunların mahkemece anlaşılabilir olması, hem tarafların kendi menfaatleri hem de mahkemenin vereceği hükmün açık ve tereddütsüz infaz edilebilmesi için önem taşır. Tarafların iddiasının ve savunmasının yeterince açık olmaması belirsiz veya çelişkili olması durumunda, hakim bu konuda taraflardan açıklama yapmalarını isteyebilir; belirsizliğin veya ortadan kalkması için taraflara soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir (m31). Bu düzenleme önüne gelen uyuşmazlığı çözme görevi bulunan hakimin, tarafların ne dediklerini tam olarak  öğrenip bilerek doğru karar vermesi gereğinden kaynaklanmaktadır. Hakimin tam ve doğru olarak anlamadığı bir konuda karar vermesi, yapılan işin niteliğine uygun düşmez.” Demiştir. Söz konusu paragrafı takip eden paragrafta ki açıklamaya baktığımızda Ejder Yılmaz’a göre HMK 31 maddesi hakime hem yetki vermekte hem de ödev yüklemektedir.
Ortada HMK nın emredici hükmü dururken, taraf dilekçelerinin verilmesinden sonra, dava ile ilgili delil gösterilmeyeceğini belirten YHGK kararına katılmak mümkün değildir.
Unutmadan belirtmekte yarar gördüğüm bir husus ise, taraflara soru sormak ve tarafların isticvabı birbirinden farklı iki kavram olup, doğurduğu sonuçlarda birbirinden farklıdır. HMK 31 maddesinde ifade edilen, taraf sorgulaması olarak ifade edebileceğimiz, taraflara soru sormak işlemidir.
Bir an için, HMK 31 maddenin hakime yüklediği görevin, her hangi bir nedenden ötürü, hakim tarafından gereği gibi yerine getirilmediğini düşünelim.  Böylesi bir durumun varlığı halinde, taraflardan her hangi  birinin dilekçeler aşaması tamamlandığı için başkaca bir dilekçe vermek yada delil bildirmek hakkı olmamasına rağmen ( Usul Hukuku, B.Kuru&Ramazan Arslan ve Ejder Yılmaz, sayfa 328 dip not 180 ), sunacağı beyanla, hakimin HMK 31 maddesi kapsamında kalan görevini hatırlatması halinde, bu beyanı sadece, dilekçeler aşaması tamamlandı diye ret etmenin mümkün olmadığını düşünmekteyim. Hakim kendisine görevini hatırlatan bu beyanı/dilekçeyi sırf süre ve şekil yönünden ret ederse, görevi ihmal suçu ve de bundan kaynaklanan tazminat yükümlülüğü ile karşı karşıya kalacaktır.
Yukarıda da söylediğim gibi, taraf dilekçelerin, verilmesinden sonra delil sunmanın bir başka istisnası HMK 145. Maddede yer almaktadır. Zaten bu maddeye söz konusu YHGK kararında da değinilmiş ve yargılama aşamasında bu konuda bir talep olmadığı için, bu maddeden yararlanıp yararlanmayacağının tartışılmadığı açıklanmıştır. Bu maddeye göre, sonrada delil gösterilmesi;
-          Yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa
-          Delil sunan tarafın bu delili geç sunmasından ötürü bir kusuru bulunmuyorsa
Hallerinden ve ancak, mahkemenin kararı ile mümkündür.
HMK 145 madde de yer alan bu hüküm HMUK 244 maddesinin tekrarıdır.
Tarafın dikkat çekmeye hakkı bulunmasına rağmen delil bildirme ve sunma hakkı olmayan bu iki hali unutmamak gerektiğine inanmaktayım.
Ayrıca, elbette ön inceleme duruşmasına  ve ıslah kurumuna ilişkin istisnalar unutulmamalıdır.
HMK nın oluşturulmasında, HMJUK dönemine ilişkin olarak elde edilmiş ilmi ve kazai içtihatlardan yararlanmanın mümkün olmasına dikkat edildiğini, HMK gerekçesinde yer alan ifadelerden anlamaktayız. Bu nedenle, olayı bir kez de HMUK dönemi açısından değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. Bu değerlendirme yapılırken sn Baki Kuru’nun Hukuk Muhakemeleri Usulü adlı yapıtının 6 basısında yer alan açıklamalardan yararlanmaktayım.
Sayın Baki Kuru söz konusu eserin 1845 vd sayfalarında yer alan açıklamada olayı HMUK da 06.04.1985 gün ve 3156 sayılı yasa ile yapılan değişiklik öncesi ve sonrası olarak değerlendirmiştir.
Değişiklik öncesi için 1848 sayfada yapmış olduğu açıklamaya göre, “…süresinde cevap layihası vermediği için davayı inkar etmiş sayılan davalı, davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olmadığını m 239 uyarınca ispat etmeye ve bunun için karşı delil göstermeye yetkilidir ve bu karşı delillerle davacının davasının doğru olmadığını ispat edebilir. Bu halde mahkeme, davacının iddiasının doğru olmadığını ispat için davalının göstereceği delilleri inceleyip, davacının delilleri ile birlikte takdir ederek (değerlendirerek) varacağı sonuca göre hüküm vermelidir.” İfadelerini kullanarak, cevap dilekçesi vermeyerek davayı inkar eden davalının, inkar sınırlarında kalarak delil göstermesinin mümkün olduğunu belirtmektedir.
Değişiklik sonrası için sayfa 1851 YHGK 23.6.1993 gün 1/389-475 sayılı kararından yararlanarak görüşünü belirtmektedir. Söz konusu kararda “süresinde cevap vermemiş olmakla davayı inkar durumuna düşmüş bulunan davalının, dava dilekçesinde bildirilen vakıaların doğru olmadığını ispat için yeni vakıa ileri sürmeden savunmanın genişletilmesi yasağına uyarak ve inkar sınırları içerisinde kalmak suretiyle karşı delil göstermesi engellenmiş değildir.” Denilmektedir. Söz konusu kararda yer alan bilgiye göre, sayın Celal Erdoğan’da aynı görüşü paylaşmaktadır.
Sayın Baki Kuru aynı sayfada YHGK 23.1.1991 gün 2/536-4 sayılı kararının da aynı nitelikte karar olduğunu vurgulamaktadır.
Kısacası, HMUK döneminde, ilmi ve kazai içtihatlara göre, cevap dilekçesi vermeyen davalının inkar sınırları ile bağlı kalmak kaydı ile delil göstermesinin mümkün olduğunu görmekteyiz.
HMK 31 maddesi HMUK 213 maddesinin bir tekrarı olduğuna göre, incelediğimiz bu YHGK kararında, yerleşmiş içtihattan neden dönüldüğünün açıklanması hatta bu kararın Yargıtay kanununun 16 maddesi ışığında Yargıtay Büyük Genel Kurulunca verilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Söz konusu kararda, delillerin tahkikata geçilmeden önce toplanmasının gerektiği vurgulanmıştır. HMK 144 maddesi tahkikatın başlangıcında tarafların yasada belirtilen şekilde davet edilmesinin gerektiği ifade edildiğine göre, ön inceleme duruşmasının sona ermesi ile birlikte, taraflara duruşma günü vererek, kalemi yeni bir tebligat yükünden kurtarmak yerine, ön incelemede, taraflar açısından ispat ve delil yükünün belirlenmesi ile birlikte taraflarca gösterien delillerden hangilerinin toplanması gerektiğine ve eğer gerekirse HMK 31 maddesi gereği iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı ile  sınırlı kalmak kaydı ile yeni delil sunulmasına ve de bunlardan gerekenlerin toplanmasına, verilen delillerin toplanmasından sonra, HMK 144 maddesi gereğince tarafların tahkikat için daveti yasaya uygun olacaktır. Böylece, kalem delillerin toplanmasını izlemek ve tamamlanınca hakimin kararı ile tahkikat duruşması için davetiye çıkarmak görevini üstlenmiş olacaktır. Bu işlem yargılamanın şekli anlamda sevk ve idaresi kapsamında kalacağı için yasaya uygun bir davranış olacaktır. İdari yargıda uygulanan bu yöntemin hazırlanacak bilgisayar programı ile gerçekleştirilmesi, tarafların koridorlarda gereksiz yere beklemesini önleyeceği gibi, evrak beklemek için gerçekleştirilen duruşmalar nedeniyle kalem personelinin ve hakimin de zaman kaybı önlenmiş olacaktır.
Bu çalışmayı yaparken HMK 31 maddesinin gerekçesinde hakimin taraflarla “müzakere etmesinin” hakime yüklenmiş bir görev olarak verildiğini gördüm. Duruşmalarda ki avukatlar tarafından söylenen “eski beyanlarımı tekrar ediyorum” beyanının yasaya aykırı bir beyan olduğunu bir kez daha anladım. Elbette, Hakimler tarafından, söylenen “yazılı yargılama yapıyoruz, dinlemeye vaktim yok” şeklindeki ifadelerinde bir o kadar yasaya aykırı olduğunu bir kez daha anladım.
Yasaya uygun, adil yargılanma ilkeleri ile bağdaşır bir yargılama gerçekleştirmek için, her iki tarafın, duruşmada “müzakere”den kaçınmasının nedenini araştırmanın şart olduğu sonucuna ulaştım. Kendimi denetlediğimde, bendeki hataları görmeye çalıştığımda, bu konudaki ilk düşüncemin, her iki tarafında, hukuku, duruşma salonunda “müzakere” edecek kadar iyi bilmediğine, hitabet sanatının taraflara öğretilmediğinden kaynaklanan bir korkunun bulunduğuna inandım. Her ne kadar karar verme görevi hakime verilmiş bir görev olarak gösteriliyorsa da aslında taraflar da yargılama boyunca karar vermekle karşı karşıya kalmaktadır. İşte taraflara ve hakime ani karar verme yetenekleri için gereken eğitim verilmediğinden ötürü de “müzakere” uygulanmamaktadır.
Özetle, cevap ve cevaba cevap vermeyen davalı, davayı inkar etmiştir. Bu nedenle, kendisi, delil dilekçesi ekinde sunmak yükümlülüğünde ve de hakkında bulunduğu delil bildirmeden kaçınmıştır. Yasada yer alan dava,cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinden sonra dilekçe vermek mümkün olmadığına göre, vereceği dilekçenin ne ad taşırsa taşısın ret edilmesi gerekmektedir. Ancak, hakim, HMK 31 maddesi doğrultusunda, kendisinden, inkarının kanıtlanması için delil isteyebilir.
Bu aşamada B.Kuru Usul Hukuku 6 bası sayfa 1845 de yer alan 4 HD 20.12.1974 günlü Yargıtay kararını ve buna dayanan açıklamayı da bilgilerinize sunmak isterim. Söz konusu karar göre “ Davayı inkarın bu anlamı içinde ( cevap dilekçesi sunmayarak, davacının ileri sürmüş olduğu maddi vakıaları inkar etmiş sayıldığı halde E.D.) pek doğal olarak davalının davacıya hiçbir borcu bulunmadığı iddiası evveliyetle mevcuttur. Bu inkarın içinde borcun söndüğü iddiası da var farzedilir.. Bu nedenle, davacının rızası olmaksızın dava konusu borcu ödediğini veya borcun ibra nedeniyle son bulduğunu ispat için delil sunabilir.”
Görüldüğü gibi karar 1974 tarihlidir. Bu nedenle, söz konusu kararın HMK açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırsa, davalının, cevap ve ikinci cevap dilekçesi vermediği için delilde bildirmediği dikkate alınarak, davalının delil getirme şansının ancak HMK 31 maddesi kapsamında hakimin kararına dayandığını söylemek zorunluluğumuz olduğunu düşünmekteyim. Elbette, yeni olaylara ilişkin delil, sonradan delil sunma ve ıslah bu sonucu değiştirici nitelikte hukuki yapıya sahiptir. Ancak, unutmamak gerekir ki ıslah dışındaki durumlarda taraf iredsi sona ermiyerini hakim kararı almıştır.

Yazının yayınlanmasından sonra Legalbank adlı sitede YHGK 20.04.2016 gün 2014/13-856 E 2016/856 K sayılı kararı yayınlanmıştır. Bu kararda özetle, delillerin dilekçeler aşamasında sunulması gerektiği ifade edilmektedir.

YAZININ HAZIRLANMASINDA KATKI VEREN Av. KEMAL ELDEMİR’in açıklamalarını aşağıda bilginize sunuyorum.

Bu yazımla birlikte, bu bloğda yer alan;
18.07.2010 tarihli HMUK ve HMKT düzenlemesinde delil
25.12.2014 tarihli Özel Hukuk Yargılamasında İspat Yükü
17.01.2015 tarihli Delillerin dosyaya Kazandırılmasında Hakimin Rolü
Yazılarımın da aynı konuyu işlediğini hatırlatmak isterim.

Av. Kemal Eldemir açıklaması ;

 Hukuk Genel Kurulu 20.04.2016 tarihinde verdiği  "Cevap dilekçesi vermeyerek aynı zamanda delil de bildirmemiş olan davalının  davada asıl ispat ve  karşı ispat  bağlamında delil bildirme hakkını kaybetmiş sayılacağına"  dair karara ilişkin değerlendirmeye, görüşünüze ilaveten aşağıdaki düşünce ile katılmadığımı belirtmek istiyorum. Şöyle ki;

Öncelikle, söz konusu kararda, HMK. 187/1 hükmünün değerlendirilmemiş olması eksikliktir. HMK. 187/1 hükmünde “İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükümde açıkça belirtildiği şekilde, delil ancak çekişmeli vakıalar için gösterilir. Çekişmeli olmayan veya herkesçe bilinen vakıalar için delil gösterilmesi gerekmez.

Bu hususla birlikte; Taraflar arasındaki çekişmeli hususların ise ön inceleme duruşmasında belirleneceği HMK. 140/1 hükmü gereğidir. Keza, ön inceleme duruşması aşamasından sonraki yargılama aşaması olan “tahkikat” aşamasının, ön inceleme duruşmasında tespit edilecek çekişmeli hususların çözümü için yürütüleceği de ortadadır. Dolayısıyla, tarafların hangi hususlarda uyuştuğu hangi hususlarda çekişmeli oldukları hususlarının belirleneceği ön inceleme duruşması yapılmazdan önce, delil ibrazı zorunluluğundan söz edilmesi kabul edilemez.

Bu husus, HMK. 27.maddesinde belirtilen “hukuki dinlenilme hakkı”nı da zedeleyecektir. Zira, cevap süresini kaçırmış veya davaya cevap vermemiş olan davalı, HMK. 145/1 maddesinde belirtilen istisnai haller dışında, davacının davasının reddi gerektiğine işaret eden yeni vakıalar ileri süremeyecek durumda olsa dahi, davayı inkar suretiyle davacının iddiasını dayandırdığı vakıaların gerçekte vukuu bulmadığını ileri sürmüş olacağından, bu inkarı doğrultusunda da davacı delillerine karşı inkarını ispat için delil sunabilmelidir.