18 Mayıs 2014 Pazar

AVUKATLIK KANUN TASLAĞI VE SINAV


Av. Ender DEDEAĞAÇ

 

 

Avukatlık Kanun Taslağının hazırlandığı şu günlerde, yapılan tartışmalardan bir tanesi, avukatlık stajının sınav koşuluna bağlanıp bağlanmayacağı, eğer sınav yapılacak ise ne zaman ve kim tarafından yapılacağı konusundadır.

 

Sınav, hangi türde yapılırsa yapılsın, mutlak doğruları göstermediği gibi, her sınav kendi içinde bazı çelişkileri hatta torpilleri de içerir. Ancak, kişiler arasındaki yarışmayı doğru değerlendirmek için sınavdan başka yol yoktur.

 

Dede Korkut hikayelerine baktığımızda yada vahşi batıyı anlatan filmleri hatırladığımızda gerçek medeni insan olan kızılderililerde, çocuklara isim verilebilmesi için, çocuğun bir başarısının gerçekleşmesinin yani çocuğun doğanın sınavından geçmesinin gerektiğini görmekteyiz.

 

Kısaca bu zorunluluktan kaçamayız.

 

Yasa taslağında yer alan, Staj öncesi sınav, meslek üyesi olarak beni ilgilendirmemektedir. Bu sınav, öğretim kurumları arasındaki değerlendirmeye ilişkindir. Bu değerlendirmede, başarısız olan öğrenci ile birlikte öğretim kurumu da başarısız olmuştur. Bunu inkar etmek mümkün değildir. Dershaneler arası yarışı hatırlamanız bu gerçeği görmemiz için yeterlidir. Her biri, kaç öğrencinin hangi derece ile sınavı kazandığını yıl boyu ilan etmekte ve pazardaki payını arttırmaya yada en azından korumaya çalışmaktadır.

 

Sayısını bile sağlıklı bir şekilde bilemediğim onlarca hukuk fakültesi arasındaki yarışmada, başarılı olanların staja kabulünü, gençlerin elenmesi olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer böyle düşünüyorsanız, o zaman, hakimlik için de aynı şeyi düşünmeli oradaki sınavında kaldırılması için uğraş vermelisiniz. Hatta, insan sağlığı yani yaşam hakkını sağlayan hekimler için uygulanan sınavları da gereksiz bulmalısınız. Daha da ötesi, öğretim kurumlarını da kapatıp, kişilerin öğrenimlerini dilediği gibi yapmasına olanak vermeli kendini yeterli bulduğunda  istediği mesleği yapmasına izin vermelisiniz. Hani Sakarya caddesinde “kahve sizden fal bizden” diye falcılık yapanlar var ya onlarda olduğu gibi, isteyenin falcı olmasına izin vermelisiniz.

 

Yeri gelmiş iken hatırlatmakta yarar görüyorum, falcılık, devrim kanunları ile yasaklanmış bir faaliyettir. Ancak, ne fal bakan ne de baktıran bunun farkında değildir. Hatta vergi vermek isterseniz verginizi de alırlar. Yani kamu görevlileri de farkında değildir. Laf aramızda ben de fal baktırmayı ve fal bakmayı severim. Yani aynı potanın içinde beni de değerlendirebilirsiniz.

 

Öğretim kurumlarının başarısını ölçen sınavın kim tarafından hangi koşulla yapılacağı, meslek mensubu olarak beni ilgilendirmez. Ancak, bu sınavı başaran kişinin, mutlaka staja kabul edilip edilmeyeceği ve staj süresince kendisine nasıl bir eğitim verileceği beni ilgilendirmektedir. Öncelikle belirtmek isterim ki fakülteler öğretim kurumlarıdır ve öğretir, meslekte yapılan ise eğitimdir. Gene başlangıçta söylemekte yarar vardır. Bizde lonca sistemi olarak adlandırılan, mesleki eğitimin verildiği ve meslek etiğinin hatta meslektaşların ekonomik yararlarının korunduğu kurumlar sadece bize özgü kurumlar olmayıp dönemi içinde kara Avrupa’sının pek çok yerinde geçerli kurumlardır. Mesleği eğitimle kazandırmanın, meslek etiğini korumanın meslektaşlara yararı olduğu gibi hizmet sunulan toplum kesimleri için de yararı bulunmaktadır. Gene söylemekte sakınca görmediğim diğer bir husus, bir kişinin yada bir meslek grubunun kendi mesleki çıkarlarını korumasında utanılacak bir şey yoktur. Asıl utanılacak olan, sorumlular tarafından, meslek mensubunun insan gibi yaşamasını sağlanamamasıdır. Böylesi bir mücadelede bazılarının mesleğe kabul edilmemesi yada mesleki faaliyeti sırasında kendisini yenilemediği saptandığı için meslekten ayrılmaya zorlanması, fırsatçılık olmaktan çok, meslek mensuplarına insan gibi yaşamayı sağlamanın ve de hizmet sunulurken doğru hizmet sunmanın ön koşuludur.

 

Staj boyunca verilecek eğitim, avukatlar tarafından verilmelidir. Bu eğitim içinde adliye eğitimi diye adlandırdığımız bölüm olduğunca kısa tutulmalı ve sadece adliyeyi tanımaya olanak verecek ölçüde gerçekleştirilmelidir.

 

Stajyerin avukat yanında yapacağı stajın ana yapısı, avukat bürosunda yapılan çalışmadan oluşmalıdır. Yani usta-çırak ilişkisi içinde gerçekleşmelidir. Bu çalışma içinde, lisans eğitimi sırasında alamadığı bilgileri kapsayacak şekilde baro ve/veya Barolar Birliği tarafından bilgi verilmesine özen gösterilmelidir. Ancak, bu aşamada, verilecek bilginin lisans eğitiminde verilen bilgi ile konu olarak yada en azından sunum olarak farklı yapıda olmasına da özen gösterilmelidir. Örneğin, vücut dili yada öfke kontrolü konusunda eğitilmelidir. Ceza yada hukuk usul anlatılırken konu başlıklarından oluşan bir anlatım yerine problem çözme yöntemi benimsenerek, tartışma sanatı olarak tanımlanan yargılamanın içinde, tezin ve antitezin nasıl oluştuğu konularında yeterli eğitim verilmelidir. Hatta stajyerin, özel hukuk, idare hukuku,ceza hukuku gibi seçim yapmasına olanak verilmeli, gerek staj yapacağı avukatın seçiminde gerekse zorunlu olarak katılacağı eğitsel faaliyetler konusunda hatta staj sonrası değerlendirmede bu seçimine uygun olanaklar verilmelidir.

 

Stajyerin, avukatı ile birlikte yan yana duruşmalara girmesine izin verilerek pratiğinin artırılmasına olanak verilmelidir. Kanımca ancak bu aşamadan sonra kendi başına duruşmalara girmesine de olanak tanınmalıdır. Hatta bu olanak tanınmadan önce bir sınava tabi tutulmalıdır.

 

Staj aşamasında, avukata yardım eden değil avukattan yardım alan olarak kabul görmelidir.

 

Stajyer kabul eden avukatın, düzenleyeceği raporlar, “çok çalıştı, iyi bilirim” gibi soyut cümleler yerine hangi işi yaptığını somut olarak gösteren cümlelerden oluşmalıdır. Örneğin dosya nosu bildirilerek, yazdığı dilekçe yada yapmış olduğu katkı, bu raporda yer almalıdır. Hatta, staj sonrası verilen tezi yada raporu incelediği konusunda yazılı beyanı alınmalıdır.

 

Bu ve benzer konularda meslek eğitiminin sağlanmasını Adalet Bakanlığı’nın yapabileceğine hem inanmamaktayım hem de işin yapısına aykırı bulmaktayım. Yargılamanın tartışma sanatı olduğunu inkar etmek mümkün değildir. O halde tüm yargılamalar diğer bir anlatımla tüm uyuşmazlıkların çözümü tez, anti tez ve sentezden oluşmaktadır. Tez ve anti tezi taraflar ve onlara hukuki yardımda bulunan avukatlar hazırlamaktadır. Her ne kadar bu açıklama taraf hazırlamasının geçerli olduğu özel hukuk uyuşmazlıklarına ilişkin gibi görünüyorsa da, ceza yargılamasında da, savcı benim deyimimle kamu avukatı olarak bazen kendisi bazen ise  müştekinin avukatının katkısı ile tezi hazırlamaktadır. Kısacası temel yapıda bir değişiklik olmamaktadır. Hakim sentezden sorumludur.

 

O halde, tüm meslek yaşamını sentez oluşturmaya, diğer bir anlatımla karar vermeye göre düzenlemiş, tüm öğretim ve eğitim kaynaklarını bu yönde kullanmış bir kişiden, stajyerin, tez ve anti tez konusunda mesleki bilgi edinip edinmediğinin ölçümlemesini yapmasını beklemek kocaman bir yanlışı kabul etmektir.

 

Üstelik mesleki beceriyi, akademisyenlerin hazırlayacağı, yazılı, hatta büyük bir olasılıkla test soruları ile ölçmek mümkün değildir.

 

Ölçümlenen şeyin mesleki beceri olup olmadığı konusunda karar verememişler için, bu bloğda daha önce yayınlanmış yazılarıma bakmalarını, öncelikle 7.12.2012 ve 31.5.2013 tarihli yazıların içinde yer alan Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın staj sonrası eğitimle ilgili görüşlerini irdelemelerini önermekteyim.

 

Zaten avukatlıktan hakimliğe geçiş aşamasında, avukatlar için yapılan mülakatta hakimlik yapabilecek beceriye sahip olup olmadığımızı ölçmeleride bunu doğrulamaktadır. Üstelik bu iş mesleki beceri olduğu için, bu mülakatlara bizi davet etmemektedirler. Doğruda yapmaktadırlar. Ancak, bu doğrunun yanı sıra yanlışlarını da görmek istememektedirler. Birinci yanlışları, avukat eğitimini ne yapabilmeleri nede bunun değerlendirmesini gerçekleştirebilmeleri mümkün değildir. Bizim hakim yetiştirmemiz ve onların mesleki becerilerini ölçmemiz mümkün olmadığı gibi.onlarında bizi yetiştirmesi ve değerlendirmesi mümkün değildir.

 

Söz buraya gelmiş iken, hakimin, meslekten ayrılmasından sonra, avukatlık yapmasında da aynen avukatın hakimliğe geçmesinde olduğu gibi mesleki bilgi ve becerisinin avukatlar tarafından değerlendirilmesi gerektiğine inanmakta olduğumu söylemek isterim. En iyi hakim olmanın avukat olmak için yeterli olmadığına inanmaktayım.

 

Belirttiğim bu haksızlığın yanı sıra, bir başka haksızlığa daha değinmek isterim. Avukatlık yapmaya başlayan hakimin çalışma koşullarını düzenleyen yasa taslağı, bu koşullarda yer alan çalışma yasağını hükme bağlarken, bu güne kadar bilmediğim bir kavrama taslakta yer vermiştir. Taslağa göre, hakim ayrıldığı adalet dairesinde dava alamayacaktır. Örneğin Ankara’da ki İcra hakiminin adalet dairesi yeni adliye binası olduğu için o sıhhiye adliyesinde dava alabilecektir. Bu hüküm avukatlara karşı bir haksız rekabet oluşturmanın yanı sıra avukatlığa başlayan hakimler arasında bile rekabet oluşturacak niteliktedir.

 

Bir avukatın aynı anda üç stajyer yetiştirebilmesine olanak veren madde kanımca, her sene 20.000 civarında mezun verecek olan hukuk fakültelerinden mezun olan gençleri bir müddet daha oyalamak ve anne-babasının verdiği para ile avukatlık yapıyorum diye zaman kaybetmesine neden olmaktır. Çünkü, bu kadar çok avukatı ne yetiştirmek nede onlara insanca yaşam sunmak mümkündür. Bunun yararı olsa olsa hatalarını örtmek isteyen eski ve yeni iktidarlara ve onlara yol gösteren bürokratlaradır.

 

Kanımca, taslağı hazırlayanların, avukatın ve avukatlığın korunması diye bir kaygıları da bulunmamaktadır. Eğer böyle olsa idi, idari davalara giren memurların, karşı taraf vekalet ücreti almalarına olanak veren düzenlemeyi yapmaları mümkün değil idi. İş arayan genç meslektaşlarımız dururken, vergi dairesi görevlilerinin vergi davalarına girmelerine olanak verirler mi idi?  Üstelik bu davranış ile, vergi davalarında normlar hiyerarşisi yerine, bakanlık talimatlarının öne çıkması nedeni ile Mağna Carta’dan bu yana varlığı bilinen vergi kanunla konur, temel kuralının yıpranmasına olanak verirler mi idi?

 

Taslağın sahibi, Adalet Bakanlığı bürokratları, avukatın yetişmesinde stajın önemine inanmış olsalardı, resmi ve özel bir kurumda çalışan kişinin staj yapmasına olanak veren maddeyi taslağa koymazlardı. Hemde, çalışmanın avukat stajyerine yasak olduğunu aynı taslağın bir başka maddesinde hükme bağlamış olmanın yanında bu maddeyi getirmiş olmalarına anlam vermek mümkün değildir. Bu nedenle, bürokratların hazırladığı bu tasarıda avukatın yetiştirilmesi için oluşturulan bölümün avukatın yararına olduğuna inanmamaktayım. Eğer aksini söylüyorlarsa, gerek hakim gerekse avukat stajyeri staj eğitiminden arta kalan sürede bir kitapçı dükkanında çalışsın demelerini bekliyorum.

 

Stajın kurallara ve sınava bağlanmasına hayır diyen, stajın kalkmasını isteyen genç meslektaşlarımın, ekmeklerinin biz eskiler tarafından değil meslek dışından mesleğe karışanlar, örneğin yanında maaşlı avukat çalıştırıp, vatandaşın sosyal güvenlik uyuşmazlıklarını bunlara çözdüren ve vatandaştan ücret alan  kişiler tarafından ellerinden alındığını bilmelerini isterim.

 

Genç meslektaşlarımın, bilgi ve sermaye yapılaşmasını önleyen, buna karşı yurt dışından gelecek olan şirketlere olanak tanıyan, yurt içinde yapılaşmasını tamamlayan şirketlerin ise şubeler yolu ile yayılmalarına olanak veren siyasiler tarafından mağdur edildiğinin bilinmesini isterim

 

Benim inancıma göre, Anayasa mahkemesi’nin sınavı kaldıran kanunu iptal etmesinden sonra, stajda sınav uygulamasını engelleyen hiçbir yasal engel yoktur. Bu konuda ki düşüncelerimi Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına ve ilmi görüşlere dayandırarak bu bloğda dile getirdiğim için tekrar etmiyorum. Sadece, yöneticinin, var olanla yetinmesi ve başarıyı var olanla gerçekleştirmesi gerektiğine inandığımı dile getirmekle yetiniyorum.

 

Sınav Bakanlık tarafından yapılacak hükmünün yanı sıra, baronun staj bitim belgesi vermesi için, yapması gereken incelemeyi anlayamadığı mı ? bu inceleme sonucunda altı ay uzatma verilmesinin koşullarını yasada bulamadığımı, altı ay sonra mutlaka staj bitim belgesi verilmesi gerekip gerekmediğini yani bu günkü çelişkinin devam edip etmeyeceğini anlayamadığımı da dile getirmek isterim. Kanımca, bu madde ile, bakanlık, stajyerin eğitiminde baroların etkili olduğuna inandırmayı düşünmektedir.

 

 

9 Mayıs 2014 Cuma

AVUKATLIK KANUN TASLAĞINA GÖRE MİLLETVEKİLLERİ VE AVUKATLIK MESLEĞİ

Av. ENDER DEDEAĞAÇ

Avukatlık Kanun Taslağında dikkatimi çeken konulardan biriside, milletvekillerinin avukatlık yapıp yapamayacaklarına ilişkin olan 6 maddedir.

Söz konusu maddenin 2 fıkrası a bendine göre, avukat milletvekilliği yapabilir.

Gene aynı maddenin 4 fıkrasına göre “Milletvekilleri, avukatlık şirketi ortaklığı hariç olmak üzere, milletvekilliği süresince avukatlık faaliyeti yürütemezler.”

Kanımca, aynı maddenin iki hükmü arasında çelişki bulunmaktadır.

Eğer, çelişki yok ise, bunun açıklanması ve sokaktaki yurttaşın anlayacağı bir dille yeniden yazılması gerektiğini düşünmekteyim. Tabiî ki çelişki benim Türkçe bilgimin kıtlığından ileri geliyorsa, herkesten özür dilerim.


Yanlış anlamalara meydan vermemek için, söz konusu maddenin bir örneğini aşağıda bilgilerinize sunmaktayım.

MADDE 6– (1) Mesleğin onuruyla bağdaşmayan iş ve faaliyetler, avukat tarafından yapılamaz.
(2) Avukat, kural olarak, mesleklerinden başka gelir veya kazanç getirici hiçbir görev, iş, faaliyet veya hizmet yapamaz. Ancak avukat, mesleği ile beraber aşağıdaki işleri de yapabilir:
a) Milletvekilliği, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliği yapmak,
b) Kadroya bağlı olmaksızın eğitim ve öğretim kurumlarında hukuk alanında ders vermek,
c) Özel hukuk tüzel kişilerinin sürekli avukatlığını yapmak,
ç) Hakemlik, arabuluculuk, uzlaştırıcılık, patent ve marka vekilliği, tasfiye memurluğu, yargı mercilerinin veya adlî bir dairenin verdiği herhangi bir görev veya hizmeti yerine getirmek,
d) 18/06/1984 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede başka iş veya hizmetle uğraşmaları yasaklanmamış bulunmak kaydıyla, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kapsamına giren iktisadi Devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları ve bunların müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri ve iktisadi Devlet teşekkülleri ile kamu iktisadi kuruluşları dışında kalıp sermayesi Devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine ait bulunan kuruluşların yönetim kurulu başkanlığı, üyeliği, denetçiliği yapmak,
e) Anonim, limited, kooperatif şirketlerin ortaklığı, yönetim kurulu başkanlığı, üyeliği, denetçiliği ve komandit şirketlerde komanditer ortaklık yapmak,
f) Sosyal, bilimsel ve siyasal kuruluşlarda üyelik, yöneticilik ve denetçilik yapmak,
g) Basın ve yayın kuruluşlarının sahipliğini veya yayım müdürlüğünü yapmak.
(3) Yükseköğretim kurumlarının kadrolarında bulunan sadece profesör, doçent ve yardımcı doçentler, bu Kanunda belirtilen şartlar dışında başkaca bir şart aranmadan, avukatlık yapabilirler veya bir avukatlık şirketinin ortağı olabilirler.
(4) Milletvekilleri, avukatlık şirketi ortaklığı hariç olmak üzere, milletvekilliği süresince avukatlık faaliyeti yürütemezler.
(5) İkinci fıkranın (ç) bendinde gösterilenlerin, Hazinenin, belediye ve özel idarelerin, il ve belediyelerin yönetimi ve denetimi altında bulunan daire ve kurumların, köy tüzel kişiliklerinin ve kamunun hissedar olduğu şirket ve kuruluşların aleyhinde; il genel meclisi ve belediye meclisi üyelerinin de bağlı bulundukları tüzel kişiler aleyhinde; yükseköğretimde görevli profesör, doçent ve yardımcı doçentlerin yükseköğretim kurum ve kuruluşları aleyhindeki dava ve işleri takip etmeleri yasaktır. Bu yasaklar, avukatın ortağı olduğu şirketi, ortaklarını ve yanlarında çalıştırdıkları avukatları da kapsar.


AVUKATLIK KANUNUNU TASARISI VE KARŞI TARAF VEKALET ÜCRETİ Av. ENDER DEDEAĞAÇ

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Avukatlık Kanunu Tasarısı, internet aracılığı ile kamu oyunun bilgisine sunuldu. Akılımın erdiği kadar, beğendiğim ve beğenmediğim taraflarını sizlerle paylaşmak isterim. Öncelikle, bu gün yürürlükte olan kanunun 164/son maddesinin, yani, karşı taraf vekalet ücretinin avukata ait olmasına ilişkin hükmün, tasarının 49. maddesinde yer almasından hoşlanmadığımı söylemek isterim. Bilindiği gibi, yürürlükte olan Avukatlık Kanununun 164/son maddesi, bu güne kadar üç değişik şekilde uygulanmıştır. Kanun ilk çıktığında, taraflar arasında aksine bir sözleşme yoksa, karşı taraf vekalet ücretinin avukata ait olacağı hüküm altına alınmış iken, daha sonra yapılan değişiklik ile, yazılı bir anlaşma yoksa şekline dönüştürülmüştür. Son halinde ise, hiçbir şart aranmaksızın, avukata ait olacağı hüküm altına alınmıştır. Avukatlık Kanunda yapılan bu değişiklikten sonra, bazı mahkemeler hüküm fıkrasında avukatlık ücretini avukat adına hükmetmeye başlamışlarsa da, Yargıtay HGK almış olduğu bir kararla, söz konusu ücretin yargılama giderleri kapsamında olması nedeni ile ancak taraf lehine hükmedilebileceğini hüküm altına almıştır. Yargıtay söz konusu kararında Avukatlık Kanunda yer alan, hükmün, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi ilgilendirdiğini de hükme bağlamıştır. Gene aynı kararda, bu paranın talep edilebilmesi için, vekil edenin parayı tahsili yada tahsil etmekten vazgeçmiş olduğunun anlaşılması gerektiğini de belirtmiştir. HMK 323/1.g maddesinde yer alan hükme baktığımızda, bu ücretin yargılama giderleri arasında yer aldığı görmekteyiz. Söz konusu madde hükmü ile haksız davalı tarafından dava açmaya zorlanan davacı yada haksız davacı tarafından hakkında dava açılan davalının, bu davayı takip için yapmış olduğu giderleri haklılığı oranında karşı taraftan almasına olanak verilmektedir. Madde kapsamına göre, haklı çıkan taraf - davada hazır bulunduğu günlere ait yevmiye - seyahat giderlerini - konaklama giderlerini talep edebilecektir. Yasa koyucu, bu madde ile, haksız dava açan yada haksız olmasına rağmen dava açılmasına neden olan davalının, haksız fiilde bulunduğunu kabul etmekte ve bunun için, yasa tarafından belirlenen kalemleri içerecek şekilde tazminata hak kazandığını peşinen kabul etmektedir. Yasa koyucu tekrar tekrar dava açılmasını önlemek açısından,bu tazminatın asıl dava ile birlikte ve yargılama gideri kapsamında ödenmesini kabul etmektedir. Çünkü, bu parada, aynen harç, bilirkişi ücreti yada tanık ücreti gibi tarafların mal varlığından karşılanmıştır. Yani mal varlıklarında bir azalma olmuştur. Kanun koyucu, tarafların davayı kendilerinin takip etmeleri halinde, mal varlığında meydana gelen azalmanın haksız çıkan tarafça ödenmesini kabul etmenin yanı sıra, davanın vekil ile takip edilmesinde de, haklı çıkan tarafa verilmiş olan zararın, ödenmiş olan vekalet ücreti olduğunu kabul etmiş ve HMK/1.ğ de maddesinde, bunun da ödenmesine karar vermiştir. Elbette bu ödeme tarafın kendisine yapılacaktır. Çünkü, karşı tarafın haksız fiiline uğrayan taraftır. Tarafın mal varlığında eksilme meydana gelmiştir. Bunun giderilmesi gerekmektedir. Yasa koyucu, tarafın vekil için yapmış olduğu giderin ödenmesi ile kalmamış aynı zamanda, yargılamanın gereği olarak yemin, isticvap vb nedenlerle taraf da davada hazır bulunmuş ise, ayrıca bu giderinde tazmin edilmesi gerektiğini aynı madde içinde hükme bağlamıştır. Böylece, haklı çıkanın uğramış olduğu haksız eylemden ötürü, olabildiğince zararının giderilmesi, yasa koyucu tarafından kabul edilmiştir. Karşı taraf vekalet ücreti adı ile andığımız yargılama giderini, taraf yerine vekile verdiğimiz takdirde, haklı çıkan taraf, hem akdi vekalet ücreti ödemek hem de ödediği bu akdi vekalet ücretini kısmen de olsa karşılaması mümkün iken ondan mağrum kalmak zorunda olacaktır. Kısacası, eğer mal varlığınız yerinde ise, kızdığınız kişiye dava açarak, onun, akdi vekalet ücreti ödemesine neden olursunuz. Bunu geri almanın bir yolu olan karşı taraf vekalet ücreti alacağını da avukat alacağı için, haklı çıkmış olsa bile, ödemiş olduğu akdi vekalet ücretinin karşılığı olan karşı taraf vekalet ücretini avukatın hakkı olarak gördüğümüz için, taraf bu olanaktan da yoksun kalır. Böylece, haksız olan taraf, yargı yolu ile hırsını tatmin etmiş, kinini bastırmış olur. HMK 327/1 de yer alan, dürüstlük kuralına aykırılık sebebiyle yargılama giderinden sorumluluk, da aynı mantıkla getirilmiş bir hükümdür. Bu hükümle, yasa koyucu, dürüstlük kuralına aykırı olarak açılan davada, tarafın davranışını, haksız fiilde ağırlaştırılmış kusur hatta kasıt olduğunu kabul ederek, haklı çıkan tarafı bir önceki hükme göre daha fazla korumuş ve onun giderlerinin tazminini daha ağır koşullara bağlamıştır. HMK 327/1 maddesine göre, kararlaştırılacak karşı taraf vekalet ücretinin de vekile verilmesi gerektiğini düşündüğümüzde, acıyı çekenin taraf olmasına rağmen bundan yararlananın avukat olması gibi, kabul edilmesi mümkün olmayan bir durumla karşılaşırız. Bu ücretin, avukata ait olduğunu kabul, toplumda, ücretsiz iş almanın bir yolunu açmıştır. Taraf bu ücretin avukata ait olacağını, avukatın akdi vekalet ücreti istemediğini sözleşmeye bağlayarak davasını vekil aracılığı ile takip ettirtmekte ve ücretsiz iş alınamaz kuralını çiğnemektedir. Yargıtay ise, böylesi durumlarda akdin yasaya aykırı olması nedeni ile butlanla malul olduğunu kabul etmek yerine, avukatın suiniyetle hareket ettiğini kabul ederek akdi kabul, etmektedir. Yani ücretsiz İş almanın yolunu açmaktadır. Üstelik, büyük şirketler özellikle finans kuruluşları, akdi vekalet ücreti vermemenin yanı sıra, karşı taraf vekalet ücreti içinden kendisine pay alarak, avukata ücret karşılığı iş getirme yasağını bir başka şekilde delmektedirler. Böylece Avukatlık Kanunu gereğince hapisle cezalandırılmalarını gerektirecek bir suç işlemektedirler. Söz konusu suçun, şikayete bağlı bir suç olmadığını düşünürsek, her hangi bir kişinin ihbarı, cezalandırma işlemi için yeterli olacaktır. Son söz olarak, berberlerle ilgili bir Yargıtay kararından söz etmek isterim. Kararı görmediğim için hakkında fazla bir şey söylemek istemiyorum. Haberlere göre, aşarı indirim uygulayan berberler aleyhine açılan dava kazanılmış ve berberler bu indirimlerini yapamaz hale gelmişler. Karşı taraf vekalet ücretine dayalı dava almak suç olmanın yanı sıra haksız rekabet oluşturacağından ötürü, haksız rekabet davası açılabilecektir. Üstelik, bu yöntemle oluşturulan haksız rekabet, tüm meslek mensuplarının zararına neden olduğu için, kanımca TBB yada her hangi bir baro, topluluk davası yolu ile bu davayı açabilecektir. Bizim hakkımız akdi vekalet ücretidir. Bunun tavanı para ile ölçülebilen davalarda % 25 para ile ölçülemeyen davalarda iyi niyet kuralıdır. Bu hakkımızı doğru kullanalım, tarafın hakkını da tarafa bırakalım. Avukatlık Kanun Tasarısının bu mantıkla değerlendirilmesinden hem maddi anlamda yarar sağlayacağımızı hem de HMK ya uygun davranmış olacağımızı daha ötesi hakkında haksız dava açılan yada haksız kişiye karşı dava açmak zorunda kalan böylece haksız fiile uğrayan tarafa karşı adalete uygun davranmış olacağımızı düşünmekteyim.

Bu yazıda yer alan tüm "tasarı" sözcüklerini "taslak" olarak değiştirmekteyim Hatadan dolayı özür dilerim